ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?

ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?


Orucun Hikmetleri

Oruç, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret bir ibadet değildir. İçinde sayısız hikmetler barındıran, insanı hem dünya hem de ahiret açısından olgunlaştıran bir kulluk görevidir. Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadetiyle ilgili şöyle buyrulmuştur:

> “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.”
(Bakara 2/183)

Bu ayette belirtildiği gibi oruç, insanın takvaya ulaşmasını sağlayan önemli bir ibadettir. İşte orucun hikmetlerinden bazıları:

1. Nefsin Terbiyesi ve İrade Eğitimi

Oruç, insanın nefsini dizginleyerek sabır ve irade gücünü artırmasını sağlar.

Kişi, yemek, içmek ve diğer dünyevî arzularına karşı kendini tutmayı öğrenir.

Nefsinin isteklerine anında boyun eğmek yerine, sabretmeyi ve beklemeyi öğrenir.

Bu sabır eğitimi, insanın diğer hayat alanlarında da daha güçlü ve iradeli olmasını sağlar.

2. Takva Bilincini Artırması

Takva, Allah’a karşı gelmekten sakınmak ve O’nun rızasını kazanmak için bilinçli bir hayat sürmektir. Oruç, insanı takvaya götüren en önemli ibadetlerden biridir.

Oruç tutan kişi, yalnızca aç kalmaz, aynı zamanda dilini, gözünü ve kalbini de kötülüklerden korur.

Allah’ın kendisini her an gördüğünü hissederek daha bilinçli bir şekilde yaşar.

Gizli bir ibadet olduğu için gösterişten uzak, samimi bir kulluk bilinci oluşturur.

3. Şükür ve Kanaatkârlık Duygusunu Geliştirmesi

Oruç, insana sahip olduğu nimetlerin değerini öğretir.

Günlük hayatta fark etmeden tüketilen nimetlerin kıymeti daha iyi anlaşılır.

Açlık ve susuzluk, fakirlerin ve yoksulların hâlini anlamaya vesile olur.

Şükretmeyi öğrenen insan, israftan kaçınır ve kanaatkâr bir hayat sürmeye yönelir.

4. Toplumsal Dayanışma ve Yardımlaşmayı Artırması

Oruç, bireyleri birbirine yaklaştıran, paylaşma ve yardımlaşma duygularını güçlendiren bir ibadettir.

Zengin ve fakir aynı açlığı yaşadığı için insanlar arasındaki sosyal farklar azalır.

İftar sofraları, dostlukları pekiştirir ve aile bağlarını güçlendirir.

Fakirlere yardım etme bilinci artar, sadaka, zekât ve hayır işlerine yönelim çoğalır.

5. Sağlık ve Beden Üzerindeki Faydaları

Modern tıp da orucun sağlık üzerindeki faydalarını kabul etmektedir.

Sindirim sistemini dinlendirerek mide, bağırsak ve karaciğer sağlığını korur.

Hücrelerin kendini yenilemesini sağlayan otofaji mekanizmasını tetikler.

Kan şekerini dengeler, insülin direncini azaltır ve kilo kontrolüne yardımcı olur.

Bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu hastalıklara karşı korur.

6. Ruhsal ve Psikolojik Huzur Vermesi

Oruç, sadece bedeni değil, ruhu da dinlendiren bir ibadettir.

Günlük stresten ve gereksiz dünyevî kaygılardan uzaklaştırır.

Kişiye iç huzur kazandırır, sabırlı ve sakin olmayı öğretir.

Beyinde mutluluk hormonları (serotonin ve dopamin) salgısını artırarak psikolojik dengeyi sağlar.

7. Ahiret Kazancı ve Cennetteki Mükâfatı

Oruç, insanı hem dünyada hem de ahirette büyük kazançlara ulaştıran bir ibadettir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruç tutanların Cennette özel bir kapıdan (Reyyan Kapısı) gireceğini müjdelemiştir. (Buhârî, Savm, 4)

Oruç, kıyamet gününde kişinin günahlarının affedilmesine vesile olur. (Buhârî, Savm, 6)

Oruç, kıyamet gününde kişiye şefaatçi olacak ibadetlerden biridir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Sonuç

Orucun hikmetleri, hem bireysel hem de toplumsal açıdan insan hayatına birçok fayda sağlar. Nefsi terbiye etmesi, sabır ve irade kazandırması, takva bilincini artırması, sağlık açısından bedeni yenilemesi ve ahiret mükâfatına vesile olması gibi sayısız hikmeti vardır. Oruç, dünya hayatında insanı olgunlaştırırken, ahiret hayatında da sonsuz nimetlere ulaşmasına vesile olur.

 

 




MÜSLÜMAN MEMLEKETİNDE SALYANGOZ SATANLAR

MÜSLÜMAN MEMLEKETİNDE SALYANGOZ SATANLAR


Zorlu Holding CEO’su CEO’su (üst düzey yöneticisi) Cem Köksal’ın sosyal medyada da paylaşılan mesajında “Şirket olarak dinden bağımsız bir duruşumuz var. Çok uluslu bir şirket olmaya çalışırken, her dinden ve milletten de çalışanlarımız olmasını bekliyoruz,” yazdığı görülüyor.
Peki aynı uygulama hristiyanların kutladığı Yılbaşı kutlaması içinde geçerli midir?
Yılbaşı içinde böyle bir beyanda bulunuyor mu?
Bu bana Cemil Meriç’in şu sözünü hatırlattı: “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır”.

Zorlu Holding CEO’su Cem Köksal’ın, Vestel CEO’su Ergün Güler’in Ramazan ayı tebrik mesajına verdiği yanıt, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Köksal, şirket olarak dinden bağımsız bir duruş sergilediklerini ve 70 yıllık şirket tarihinde Ramazan ayı kutlaması yapılmadığını belirtmiştir.

Bu açıklamanın ardından, Zorlu Holding’in daha önce Noel ve Cadılar Bayramı gibi Hristiyan kültürüne ait günleri kutladığına dair paylaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu durum, şirketin dini günlere yaklaşımındaki tutarlılığı sorgulayan eleştirilere yol açmıştır.

Bu olay, merhum düşünür Cemil Meriç’in “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır” sözünü hatırlatmaktadır. Meriç’in bu ifadesi, bazı aydınların genel olarak dine değil, özellikle İslam’a karşı olumsuz bir tutum sergilediklerini vurgulamaktadır.

Şirketlerin dini günlere yaklaşımı, çalışanların moral ve motivasyonunu etkileyen önemli bir faktördür. Çalışanların inançlarına saygı göstermek ve bu tür günleri kutlamak, aidiyet duygusunu güçlendirebilir. Ancak, belirli dini günleri kutlayıp diğerlerini görmezden gelmek, kurum içi eşitlik ve tarafsızlık ilkeleriyle zıt ve ters bir durumdur.

Sonuç olarak, kurumların dini günlere yaklaşımında tutarlılık ve çalışanların inançlarına saygı esastır. Aksi takdirde, çalışanlar arasında ayrımcılık anlayışı oluşabilir ve bu da kurum kültürünü olumsuz etkiler.

@@@@@@@

“Müslüman memleketinde salyangoz satanlar” deyimi, toplumun değerlerine ve genel kabul gören normlarına aykırı işler yapan kişileri veya grupları tanımlamak için kullanılır.

Bu deyimde:

“Müslüman memleketi” ifadesi, belirli dini ve kültürel değerlerin hâkim olduğu bir toplumu temsil eder.

“Salyangoz satmak” ise, o toplumun genel kabul görmeyen veya hoş karşılanmayan bir davranışını simgeler (İslam kültüründe salyangoz, helal olup olmadığı tartışmalı bir gıda olarak görülür).

Dolayısıyla, bu deyim genellikle toplumun değerlerine, geleneklerine veya inançlarına ters düşen işler yapanları eleştirmek için kullanılır. Bir başka anlamıyla, içinde bulunduğu toplumu, kültürü ve inançları umursamadan kendi çıkarları doğrultusunda hareket edenleri de tanımlayabilir.




ORUCUN KİŞİNİN NEFSİNİN TERBIYESINE BAKAN YÖNLERİ .

ORUCUN KİŞİNİN NEFSİNİN TERBIYESINE BAKAN YÖNLERİ .


Orucun Nefsi Terbiye Eden Yönleri

İnsanın en büyük imtihanlarından biri, nefsinin arzularına yenik düşmemektir. Nefis, insanı kötülüğe teşvik eden ve sürekli olarak haz peşinde koşmasını isteyen bir yapıya sahiptir. Oruç, nefsi terbiye eden en etkili ibadetlerden biridir. Açlık, susuzluk ve dünyevî isteklerden uzak durarak kişi, nefsini kontrol etmeyi öğrenir ve iradesini güçlendirir.

İşte orucun kişinin nefsini terbiye eden yönleri:

1. Nefsin Arzularını Kontrol Altına Alır

Nefis, insanı sürekli olarak yemek, içmek, uyumak, eğlenmek ve rahat etmek gibi dünyevî arzulara yönlendirir. Oruç ise bu arzuları sınırlandırarak insanın nefsine hâkim olmasını sağlar. Gün boyunca aç kalan kişi, nefsinin isteklerine dur demeyi öğrenir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), gençlere yönelik şu tavsiyesiyle orucun nefsî arzular üzerindeki etkisini açıkça belirtmiştir:
“Ey gençler! Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik gözü haramdan sakındırır ve iffeti korur. Evliliğe güç yetiremeyen ise oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır.” (Buhârî, Savm, 10)

Bu hadis, orucun insanın nefsanî arzularını dizginleme konusunda nasıl bir kalkan görevi gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

2. Sabır ve Dayanıklılığı Geliştirir

Oruç, insanın sabrını sınayan ve geliştiren bir ibadettir. Açlık ve susuzluk, insanın tahammül sınırlarını zorlar ve sabırlı olmayı öğretir. Aynı zamanda, günlük hayatta karşılaşılan sıkıntılar karşısında daha dirençli olmayı sağlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayını “sabır ayı” olarak tanımlamıştır. Sabır, sadece açlığa ve susuzluğa karşı değil, öfkeye, kötü sözlere ve haramlara karşı da gösterilmelidir.

Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Oruç sabrın yarısıdır.” (İbn Mâce, Sıyâm, 44)

Bu hadis, orucun insana sabrı öğretme noktasında ne kadar güçlü bir eğitim aracı olduğunu gösterir.

3. Öfke Kontrolünü ve Nefsî Dizgini Sağlar

Oruç, insanın sadece midesini değil, aynı zamanda dilini, gözünü ve kalbini de terbiye etmesini sağlar. Günlük hayatta insanlar, öfkelendiğinde veya sinirlendiğinde kontrolsüz tepkiler verebilir. Oruç, bu tür dürtüleri dizginlemeye yardımcı olur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruçlu kişinin öfkelenmemesi gerektiğini şu şekilde öğütlemiştir:
“Oruçlu bir kimse kötü söz söylemesin, kimseyle kavga etmesin. Eğer biri ona sataşır veya kötü söz söylerse, ‘Ben oruçluyum’ desin ve kendini tutsun.” (Buhârî, Savm, 9)

Bu tavsiye, orucun sadece fiziksel bir ibadet olmadığını, aynı zamanda karakter terbiyesinde de önemli bir rol oynadığını gösterir.

4. İsrafı ve Açgözlülüğü Önler

Nefis, insanı sürekli daha fazlasını istemeye teşvik eder. Dünyada açlıktan ölen milyonlarca insan varken, nefsi doyurmak için aşırı tüketim yapmak, israfın ve bencilliğin bir göstergesidir. Oruç, bu açgözlülüğe karşı bir denge unsuru olarak karşımıza çıkar.

Oruç tutan kişi, açlığın ne demek olduğunu bizzat tecrübe eder ve elindeki nimetlerin kıymetini daha iyi anlar. Fakirleri ve yoksulları düşünüp onlara yardım etme isteği artar. Bu da bencillikten uzak, paylaşımcı bir ruh hâlini geliştirir.

5. Nefsi Tevazuya Yönlendirir

Nefis, insanı zaman zaman kibir ve gurura sürükleyebilir. Sahip olduğu güç, mal ve makam ile kendini üstün gören insan, oruç sayesinde aslında ne kadar aciz ve muhtaç olduğunu fark eder. Gün boyunca yemek ve su bulamayan bir insan, Rabbine olan muhtaçlığını daha derinden hisseder.

Oruç, kişiyi “benlikten” uzaklaştırarak “Allah’a kulluk bilincine” yönlendirir. Nefsinin güçsüzlüğünü fark eden insan, Allah’ın rahmetine sığınır ve gerçek tevazuya ulaşır.

6. Ruhsal Arınma ve Nefsin Huzur Bulması

Nefis, sürekli dünyevî hazlar peşinde koşarak insanı yorar ve huzursuz bir hâle getirir. Oruç, bu hırslardan arınarak ruhun huzur bulmasını sağlar. Dünyevî zevklerden uzaklaşan insan, içsel bir dinginlik yaşar ve manevi olarak kendini daha güçlü hisseder.

Bu ruhsal huzur, kişinin hayata daha olumlu bakmasını sağlar. Oruç sayesinde nefsi dizginlenen insan, daha sakin, huzurlu ve bilinçli bir yaşam sürmeye başlar.

Sonuç: Oruç, Nefis Üzerinde Bir Eğitimdir

Oruç, nefsi eğiten, terbiye eden ve insana gerçek özgürlüğü öğreten bir ibadettir. Çünkü gerçek özgürlük, nefsin esiri olmamak ve arzuların kölesi hâline gelmemektir.

Nefsini kontrol edebilen insan, hayatta daha güçlü olur.

Öfkesini, arzularını ve isteklerini yönetebilen kişi, ahlâken olgunlaşır.

Oruç sayesinde sabır, şükür, tevazu ve merhamet gibi güzel hasletler gelişir.

Bu yüzden oruç, sadece Ramazan ayında değil, hayatın her alanında insanın nefsini terbiye eden bir yol gösterici olarak kabul edilmelidir.

 

 




28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLETTEN VE DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA VE ÖNÜNÜ KESME AMAÇLIDIR.

28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLETTEN VE DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA VE ÖNÜNÜ KESME AMAÇLIDIR.


28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ: İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA OPERASYONU

Giriş: Vesayetin Karanlık Oyunu

28 Şubat 1997’de gerçekleşen ve “postmodern darbe” olarak adlandırılan süreç, aslında sadece belirli bir hükümeti hedef almamış, inançlı Anadolu insanının devlet yönetiminden dışlanmasını amaçlayan sistematik bir operasyonun parçası olmuştur. Bu süreç, “irtica tehdidi” bahanesiyle dindar insanların kamu kurumlarından, akademiden, medyadan ve siyasetten tasfiye edilmesini hedefleyen kirli bir projeydi.

28 Şubatçılar, Anadolu’nun köklü değerlerine sahip insanlarının devlet yönetiminde etkili olmasını en büyük tehdit olarak gördüler. Çünkü halkın iradesiyle gelen yeni nesil yöneticiler, askeri vesayet düzenine ve oligarşik bürokrasiye meydan okuyordu. Bunun önüne geçmek için medya, sermaye ve askeri bürokrasi iş birliği içinde, Türkiye’yi baskı altına aldı.

1. Hedef: Devlet Yönetiminden İnançlı İnsanları Tasfiye Etmek

28 Şubat’ın en büyük hedeflerinden biri, inançlı Anadolu insanının devlet yönetiminde söz sahibi olmasını engellemekti. Bunun için:

Kamu kurumlarında “irticai faaliyet” bahanesiyle dindar memurlar fişlendi ve ihraç edildi.

Başörtülü kadınlar üniversitelerden ve kamu kurumlarından atıldı.

İmam hatip okullarına yönelik katsayı engeli getirilerek dindar nesillerin önü kesildi.

Askeriye içindeki dindar subay ve astsubaylar tasfiye edildi.

Sermaye grupları fişlenerek, Anadolu’nun yükselen iş insanları ekonomik olarak çökertildi.

28 Şubat sürecinin amacı, sadece hükümeti devirmek değil, dindar insanları devlet kademelerinden ve toplumun merkezinden dışlamaktı.

2. Medya ve Sermaye İş Birliği: Algı Operasyonlarıyla Halkı Korkutma

Bu süreçte medya, 28 Şubatçıların en güçlü silahlarından biri oldu. “İrtica geliyor!” manşetleriyle halkın dindar kesimi şeytanlaştırıldı. Özgürlük ve demokrasi savunuculuğu yaptığını iddia eden bazı gazeteler ve televizyon kanalları, askeri vesayetin yanında saf tuttu.

Özellikle:

Sahte brifinglerle toplum korkutuldu, hükümet düşmanlaştırıldı.

Başörtülü öğrenciler ve çalışan kadınlar “çağdışı” ilan edilerek ötekileştirildi.

Anadolu’dan gelen muhafazakâr iş insanları “yeşil sermaye” diyerek hedef alındı ve iflas ettirildi.

Ekonomik olarak güçlenen Anadolu insanının siyasette ve devlette etkin olmasının önünü kesmek için, sermaye kesimine baskılar yapıldı.

3. Sonuç: Milletin Direnişi ve Vesayetin Çöküşü

28 Şubat’ın planları kısmen başarılı olsa da, uzun vadede milletin direnci bu vesayetçi zihniyeti tarihin çöplüğüne gönderdi. 2000’li yıllarla birlikte:

Başörtüsü yasağı kaldırıldı.

Katsayı engeli ortadan kalktı.

28 Şubat’ın mağdurları itibarlarını geri kazandı.

Darbeciler yargılandı ve mahkûm edildi.

28 Şubat süreci, Anadolu insanını devletten uzaklaştırmayı amaçlayan bir operasyondu. Ancak millet, iradesine sahip çıkarak, vesayet düzenine son verdi.

Son Söz: Tarih, Vesayeti ve Zulmü Unutmaz

28 Şubat, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde kara bir leke olarak anılmaya devam edecektir. Ancak bu süreç, aynı zamanda Anadolu insanının iradesine sahip çıkma gücünü de göstermiştir.

Millet iradesini hiçe sayan her girişim, er ya da geç milletin tokadıyla karşılaşacaktır.

@@@@@@@@

https://m.haber7.com/siyaset/haber/3509641-28-subatin-turkiyeye-en-agir-darbesi-anadolu-cocuklarinin-onunu-boyle-kestiler

 

 




28 ŞUBATÇILARIN KİRLİ VE UTANÇ VERİCİ BEYANLARI

28 ŞUBATÇILARIN KİRLİ VE UTANÇ VERİCİ BEYANLARI


28 Şubat süreci, yalnızca askeri ve bürokratik vesayet odaklarının değil, aynı zamanda medya, akademi ve iş dünyasındaki bazı figürlerin de desteğiyle yürütülen kirli bir operasyondu. Bu süreçte, sözde çağdaşlık ve laiklik maskesiyle hareket eden bazı kadın figürler, başörtülü kadınlara ve dindar insanlara yönelik ayrımcılığın ve zulmün öncülerinden oldular.

Kadın Hakları Adına Kadınlara Zulüm

28 Şubat sürecinde, başörtülü kadınlar eğitim hakkından mahrum bırakıldı, kamu kurumlarından ve üniversitelerden atıldı. Ancak bu zulmü en çok savunanlar arasında, kendilerini kadın hakları savunucusu olarak lanse eden bazı kadın figürler de vardı. Medyada, siyasette ve akademide etkin olan bu isimler, dindar kadınların maruz kaldığı zulmü görmezden gelmekle kalmadı, bunu destekleyen açıklamalar da yaptılar.

Başörtüsü yasağını destekleyen kadın akademisyenler ve gazeteciler, “Türkiye, İran olmayacak” bahanesiyle dindar kadınları kamusal alandan dışlamaya çalıştı.

Bazı kadın dernekleri, kadın hakları mücadelesi verdiklerini iddia ederken, başörtülü kadınları yok saydı ve onların haklarını savunmadı.

Medyada etkin olan kadın figürler, “Türban bir siyasi simgedir” söylemiyle başörtülü kadınların eğitim ve çalışma haklarını savunmayı reddetti.

Kadın Dayanışmasının İhaneti

28 Şubat’ın en büyük ironilerinden biri, kendilerini feminist veya çağdaş kadın hakları savunucusu olarak gösteren bazı isimlerin, sırf başörtülü oldukları için kadınları mağdur eden uygulamaları desteklemeleriydi. Feminist söylemi sıkça kullanan bu isimler, kadın haklarını savunmaktan çok, belli bir ideolojinin sözcüsü olarak hareket ettiler.

Bugün geriye dönüp bakıldığında, bu isimlerin tarih önünde mahkûm olduğu görülmektedir. 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağını destekleyen, dindar kadınların hayatını karartan, onların eğitim ve çalışma haklarını engelleyen bu figürler, Türkiye’nin hak ve inanç mücadelesinde kara bir leke olarak anılmaya devam edecektir.

Kadın haklarını savunduğunu iddia eden ama başörtülü kadınları ezen bu figürler, tarihin utanç sayfalarındaki yerini almıştır.

@@@@@@@@

**28 Şubat Süreci ve Tartışmalı Beyanlar**
28 Şubat 1997’de Türkiye’de yaşanan ve “post-modern darbe” olarak adlandırılan süreç, ordunun laiklik vurgusuyla Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi hükümetine yönelik baskılarıyla sonuçlandı. Bu dönemde, askerî ve sivil bürokrasi ile bazı medya kuruluşları, “irtica” (gericilik) tehdidi algısıyla siyasi İslam’ı hedef alan sert açıklamalar yaptı.

### Tartışmalı Beyan ve Uygulamalar:
1. **Anti-Demokratik Söylemler:**
– Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın “Cumhuriyet’in temel niteliklerini yıpratacak davranışlar” ifadesi gibi açıklamalar, hükümetin meşruiyetini sorguladı.
– Bazı komutanlar, “ülkenin bölünmez bütünlüğü” adına siyasi partilere ve dindar kesimlere yönelik tehditkâr mesajlar verdi.

2. **Ayrımcı Politikalar:**
– Başörtüsü yasağı kamusal alanda yoğunlaştırıldı; üniversitelerde ve devlet dairelerinde başörtülü kadınlar hedef alındı.
– İmam hatip liseleri ve Kur’an kurslarına kısıtlamalar getirildi; “8 yıllık kesintisiz eğitim” yasasıyla bu okulların orta kısımları kapatıldı.

3. **Medya ve Toplum Üzerinde Baskı:**
– Bazı medya organları, dindar kesimleri “tehdit” olarak gösteren haberler yaptı. Örneğin, “irtica” korkusuyla dindar vatandaşların özel yaşamları hedef gösterildi.
– “Batı Çalışma Grubu” (BÇG) gibi oluşumlar, dindar vatandaşları fişlemekle suçlandı.

4. **Ekonomik Yaptırımlar:**
– “Rekabet Kurumu” aracılığıyla İslami sermaye gruplarına yönelik baskılar arttı; bazı iş adamları “yeşil sermaye” etiketiyle karalama kampanyalarına maruz kaldı.

### Eleştiriler ve Sonuçları:
– Bu süreç, demokratik hakların askıya alınması ve dindar kesimlerin mağduriyeti nedeniyle “utanç verici” unutulmaz bir tablo oluşturdu.
– 2010’larda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) döneminde, 28 Şubat davaları açıldı; bazı asker ve bürokratlar yargılandı.
– Toplumda derin kırılmalara yol açtı.

 

 




RUH İKİZLERİ: 28 ŞUBATÇILAR VE PKK

RUH İKİZLERİ: 28 ŞUBATÇILAR VE PKK


Tarihi, İbretli ve Düşündürücü Bir Değerlendirme

Türkiye’nin yakın siyasi tarihine bakıldığında, birbirinden farklı görünen bazı odakların aslında ortak bir hedef doğrultusunda hareket ettiğine dair çarpıcı benzerlikler göze çarpar. 28 Şubat sürecini yöneten vesayetçi zihniyet ile bölücü terör örgütü PKK’nın, millete, devlete ve değerlerimize karşı benzer tutumlar içinde olduğu gerçeği, dikkatli bir okuma ile açıkça ortaya çıkmaktadır.

28 Şubat: Darbelerle Milletin Değerlerine Saldırı

28 Şubat 1997’de, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarıyla başlayan ve postmodern darbe olarak adlandırılan süreç, esasen milletin inançlarına, kimliğine ve özgür iradesine karşı yapılmış bir operasyondu. “Bin yıl sürecek” denilen bu süreçte, dindar insanlar ötekileştirildi, başörtülü öğrenciler üniversitelerden atıldı, imam hatip okulları hedef alındı, sermaye grupları fişlendi ve askeri vesayet, seçilmiş hükümeti istifaya zorladı.

Bu sürecin mimarları, milletin iradesini ve inancını bir tehdit olarak gören ve halkın iradesini baskı altına almak için her türlü antidemokratik yöntemi meşru sayan vesayetçi bir zihniyeti temsil ediyordu. Askerî ve bürokratik elitler, medya ve sermaye çevreleriyle işbirliği yaparak, milli ve manevi değerleri savunan kesimleri sindirmeye çalıştı.

PKK: Silahlı Terörle Milli Birliği Hedef Alma

Diğer yanda, 1978’de kurulan PKK terör örgütü, etnik ayrılıkçılığı körükleyerek Türkiye’yi bölmek için kanlı eylemler gerçekleştirdi. Bebek, çocuk, öğretmen, asker ve polis demeden binlerce insanı katleden bu terör yapılanması, Türkiye’nin birlik ve beraberliğini yok etmeye çalıştı. 28 Şubat sürecinde ise dikkat çekici bir şekilde PKK’nın eylemlerinin yoğunluğu azalırken, devlet içindeki vesayetçi yapıların dindar insanlara yönelik baskısı arttı.

Bu durum, bazı karanlık odakların, Türkiye’nin bölünmesi veya zayıflatılması konusunda örtülü bir iş birliği içinde olduğunu düşündürmektedir. 28 Şubat’ı uygulayan askeri vesayet, dindar insanları hedef alırken, PKK da milli birliği sarsmaya çalışıyordu. Yöntemleri farklı, ama hedefleri benzerdi: Türkiye’nin güçlü, bağımsız ve millet iradesine dayalı bir yönetim anlayışına sahip olmasını engellemek.

28 Şubatçılar ile PKK’nın Benzerlikleri

1. Milli İradeye Karşı Tavır

28 Şubat sürecinde seçilmiş hükümet, askerî ve bürokratik baskılarla devrildi.

PKK da halkın demokratik yollarla seçtiği yönetime karşı silahlı saldırılarla istikrarsızlık oluşturmayı hedefledi.

2. Dini ve Milli Değerlere Düşmanlık

28 Şubatçılar, başörtüsüne ve İslami kimliğe savaş açtı.

PKK ise Kürt halkının dini ve milli değerlerini yok etmeye çalıştı.

3. Dış Güçlerin Desteği

28 Şubat süreci, Batı’nın “irtica tehdidi” bahanesiyle desteklediği bir operasyondu.

PKK da yıllarca ABD ve Avrupa ülkelerinden siyasi ve lojistik destek aldı.

4. Türkiye’nin Güçlenmesini Engelleme Çabası

28 Şubatçılar, Türkiye’nin ekonomik, askeri ve siyasi bağımsızlığını hedef alan politikalar izledi.

PKK da terör saldırılarıyla Türkiye’yi meşgul edip kalkınmasını yavaşlatmaya çalıştı.

Sonuç: Milletin Zaferi

Bugün geriye dönüp baktığımızda, milletin iradesine yapılan bu saldırıların başarısız olduğu görülmektedir. 28 Şubat’ın baskıcı rejimi çökmüş, sorumlular yargılanmış, mağdurlar itibarlarını geri kazanmıştır. Aynı şekilde, PKK terör örgütü de devletin kararlı mücadelesiyle büyük darbeler almış, bölge halkının desteğini kaybetmiş ve etkisiz hale getirilmiştir.

Türkiye, her türlü vesayetçi anlayışa ve terör yapılanmasına karşı dimdik ayakta durmayı başarmış bir ülkedir. 28 Şubatçılar da PKK da tarihin çöplüğüne atılmıştır. Millet, iradesine sahip çıkmış, geçmişten ders alarak geleceğini inşa etmeye devam etmektedir.

Tarih, ihanetleri de zaferleri de unutmayan büyük bir öğretmendir.

*************   

Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile ilgili konuşan AK Parti kaynakları “Dışarıda İran, içeride Marksist artıklar süreci enfekte edebilir. Aynı şekilde DEM ve PKK içinde de rahatsız olanlar var” dedi. [1]

CIA ve Pentagon’un psikolojik harp elemanı olarak bilinen Michael Rubin, “PKK’nın silah bırakması aptallık olur” diyerek Öcalan’ın çağrısını baltalamaya çalıştı. Rubin, Öcalan’ın serbest bırakılıp Erdoğan’ın istifa etmesini istedi.[2]

 

 

[1] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3509758-ocalanin-cagrisiyla-ilgili-turkiyeden-uyari-o-ulke-harekete-gecebilir

[2] https://www.haber7.com/dunya/haber/3509755-ocalanin-cagrisi-sonrasi-o-ulkeden-ses-geldi-rahatsiz-oldular-skandal-sozler




GÜNLERİN VE TARİHİN DEVRİ

GÜNLERİN VE TARİHİN DEVRİ


“ve tilkel eyyamu nudaviluha beynen nas” Al-i İmran. 140. Ayetini geçmiş ve gelecek tarih açısından değerlendirilirmesi.

“İşte biz, o günleri insanlar arasında döndürüp dururuz.” (Âl-i İmrân, 140)

Bu ayet, tarihi süreçte zafer ve yenilgilerin, güç ve zayıflığın, yükseliş ve çöküşün sürekli değiştiğini, hiçbir millet veya topluluğun sürekli bir üstünlük ya da aşağılık içinde kalmadığını ifade eder.

Geçmiş Tarih Açısından Değerlendirme

1. İslam’ın İlk Dönemleri:

Ayet, Uhud Savaşı sonrasında nazil olmuştur. Müslümanlar, Bedir’de büyük bir zafer kazanmışken, Uhud’da bazı hatalar nedeniyle kısmi bir mağlubiyet yaşamışlardı.

Allah, bu olayın bir ders olduğunu ve zaferin mutlak bir hakikat olmadığını bildirmiştir.

2. Tarih Boyunca Devletlerin Yükselişi ve Çöküşü:

Roma, Bizans, Sasani, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı gibi birçok medeniyet ve devlet tarih sahnesinde yükselmiş, sonra çeşitli sebeplerle zayıflamış ve yerlerini başka güçlere bırakmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, 624 yıl boyunca bir dünya devleti olmuş, ancak tarihi sürecin gereği olarak gerilemiş ve yerini yeni güçlere bırakmıştır.

Endülüs İslam Devleti, bilim, sanat ve medeniyet alanında zirveye ulaşmış, ancak iç çekişmeler ve Haçlı saldırıları sonucunda yok olmuştur.

Gelecek Tarih Açısından Değerlendirme

1. Güçlü Olan Sonsuza Kadar Güçlü Kalmaz

Bugün küresel güç olan bazı devletler, zaman içinde tarih sahnesinden silinebilir veya zayıflayabilir.

Teknolojik ve ekonomik gücü elinde bulunduran ülkeler, eğer adaletten ve insani değerlerden saparlarsa, zamanla yerlerini başka güçlere bırakacaktır.

2. Müslüman Dünyası İçin Dersler

Tarihi olaylar gösteriyor ki, yükseliş adalet, ilim, birlik ve sağlam bir inanç ile mümkün olurken, çöküş zulüm, bilgisizlik, ayrılık ve ahlaki yozlaşma ile gelir.

Müslüman toplumlar, tekrar güçlenmek için ilim, teknoloji, ahlaki üstünlük ve birlik içinde hareket etmelidir.

Sonuç

Bu ayet, tarihin bir dönüşüm içinde olduğunu, güç ve zayıflığın el değiştirdiğini hatırlatır. Geçmişte bu dönüşüme uyanlar yükselmiş, uymayanlar yok olmuştur. Gelecekte de bu ilahi yasa değişmeyecektir. Kim adalet ve hak yolunda ilerlerse, tarih ona kapılarını açacaktır.




ORUCUN KİŞİYE RUHİ- MANEVİ VE AHLAKİ KAZANDIRDIĞI FAYDALAR.

ORUCUN KİŞİYE RUHİ- MANEVİ VE AHLAKİ KAZANDIRDIĞI FAYDALAR.


Orucun Kişiye Ruhî, Manevî ve Ahlâkî Kazandırdığı Faydalar

Oruç, sadece aç kalmaktan ibaret bir ibadet değildir; insanın ruhunu arındıran, manevi yükselişini sağlayan ve ahlâkını güzelleştiren bir eğitim sürecidir. Oruç tutan kişi, yalnızca bedenini değil, ruhunu da disipline sokarak Allah’a yaklaşır. İşte orucun bireye kazandırdığı ruhî, manevî ve ahlâkî faydalar:

1. Ruhî Faydaları

a) Sabır ve Dayanıklılık Kazandırır

Oruç, açlığa, susuzluğa ve dünyevî arzulara karşı sabretmeyi öğretir. İnsan, nefsine hâkim olmayı öğrenerek zor zamanlarda sabırlı olma becerisi kazanır. Sabır, sadece oruç esnasında değil, hayatın tüm alanlarında kişiye büyük bir direnç sağlar.

b) Ruhsal Arınma Sağlar

Oruç, insanın iç dünyasını temizler. Sürekli yemek yeme alışkanlığı ve dünyevî arzuların peşinden koşmak, ruhu ağırlaştırır. Oruç sayesinde kişi, içsel bir detoks sürecine girer, ruhunu arındırır ve daha hafif, daha huzurlu hisseder.

c) Stres ve Kaygıyı Azaltır

Oruç tutan kişi, günlük koşturmacalardan bir süreliğine sıyrılarak iç huzurunu yakalar. Yemek, içmek gibi dünyevî meşgalelerden uzaklaşarak ibadet ve tefekküre yönelir. Bu da stresi azaltır ve ruhsal dengeyi sağlar.

2. Manevî Faydaları

a) Allah’a Yakınlaştırır

Oruç, kul ile Allah arasındaki bağı güçlendirir. Bir Müslüman, oruç tutarak Allah’ın emrine itaat ettiğini gösterir ve O’nun rızasını kazanmayı hedefler. Açlık ve susuzlukla nefsini terbiye eden kişi, Allah’a olan bağlılığını derinden hisseder.

b) Takva Bilincini Artırır

Kur’an-ı Kerim’de orucun farz kılınmasının sebebi olarak “takva sahibi olmak” gösterilir (Bakara 2/183). Takva, Allah’ın emir ve yasaklarına titizlikle uyma bilincidir. Oruç, insanın bu bilinci geliştirmesine yardımcı olur.

c) Şükür ve Tevazuyu Öğretir

Günlük hayatında yiyecek ve içecek bolluğu içinde yaşayan insan, oruç tutarken nimetlerin kıymetini daha iyi anlar. Aç kalmanın ne demek olduğunu bizzat deneyimleyerek fakirlerin halini anlamaya başlar. Bu da şükür duygusunu artırır ve tevazuyu pekiştirir.

d) Günahlardan Arındırır

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kim yalan sözü ve onunla amel etmeyi bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (Buhârî, Savm, 8) buyurarak orucun sadece aç kalmaktan ibaret olmadığını belirtmiştir. Oruç, kişinin hem dilini, hem gözünü, hem de kalbini kötü işlerden uzaklaştırmasını sağlar.

3. Ahlâkî Faydaları

a) Nefsi Terbiye Eder

İnsan, günlük hayatta nefsinin isteklerine kolayca boyun eğebilir. Oruç, nefsi dizginleyerek iradeyi güçlendirir. Oruçlu insan, sadece yemekten ve içmekten değil, kötü söz, gıybet, öfke ve kibir gibi kötü ahlâkî davranışlardan da kaçınmalıdır.

b) Merhamet ve Yardımlaşma Duygusunu Artırır

Açlığın ne demek olduğunu hisseden insan, yoksulların hâlini daha iyi anlar ve onlara yardım etme isteği duyar. Bu da toplum içinde yardımlaşma ve dayanışmayı artırır.

c) Öfke Kontrolünü Sağlar

Oruç tutan kişi, sinirlendiğinde sabretmeyi öğrenir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruçlu birinin öfkelendiğinde “Ben oruçluyum!” diyerek kendisini kontrol etmesi gerektiğini söylemiştir (Buhârî, Savm, 9). Bu bilinç, insanın günlük hayatta daha sakin ve hoşgörülü olmasını sağlar.

d) Doğruluk ve Dürüstlüğü Güçlendirir

Oruç, insanın gizli bir ibadetidir. Kimse görmese bile kişi Allah için aç ve susuz kalır. Bu da insanda samimiyet ve dürüstlük duygusunu güçlendirir. Oruç tutan kişi, Allah’ın kendisini her an gördüğünü idrak ederek yalan söylemekten, hile yapmaktan ve kötü işlerden uzak durur.

Sonuç

Oruç, insanı hem ruhen hem de ahlâken eğiten bir ibadettir. Sabır, şükür, tevazu, merhamet, doğruluk ve dürüstlük gibi güzel huyları pekiştirir. Oruç sayesinde kişi, sadece aç kalmakla kalmaz, ruhunu ve ahlâkını da en güzel şekilde olgunlaştırır. Gerçek oruç, sadece mideyi değil, dili, gözü, kalbi ve tüm bedeni de kötülüklerden uzak tutarak Allah’a teslim olmaktır.

 

 




DÜNYA KURTLAR SOFRASINDA: TARİHİN TEKERRÜRÜ VE GÜÇ MÜCADELESİ

DÜNYA KURTLAR SOFRASINDA: TARİHİN TEKERRÜRÜ VE GÜÇ MÜCADELESİ


Tarih, bir av sahnesi gibidir. Kimi zaman aslanlar ve çakallar, kimi zaman ise kurtlar ve kuzular karşı karşıya gelir. İnsanlık tarihi, savaşların, entrikaların ve güç mücadelelerinin şekillendirdiği bir sahnedir. “Dünya kurtlar sofrasında” sözü, özellikle uluslararası siyasette ve ekonomik düzenlerde güçlülerin zayıfları acımasızca sömürdüğü gerçeğini özetleyen çarpıcı bir ifadedir.

Tarih Boyunca Kurtlar Sofrası

Tarihe baktığımızda, güçlü devletlerin zayıfları nasıl sömürdüğüne, zenginlerin fakirleri nasıl ezdiğine defalarca şahit olduk. İşte ibretlik birkaç örnek:

1. Roma’nın Küçük Devletleri Yutması
Roma İmparatorluğu, gücünü artırmak için diplomasi, savaş ve entrikalarla birçok küçük devleti yuttu. “Pax Romana” adı verilen barış dönemi bile, gerçekte zayıf milletlerin Roma’ya boyun eğmesiyle sağlanmıştı. Roma, askeri ve ekonomik gücüyle adeta bir kurt gibi hareket ederek, avını dikkatle seçip yok eden bir avcıydı.

2. Coğrafi Keşifler ve Sömürgecilik
15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa ülkeleri, Afrika, Amerika ve Asya kıtalarındaki zenginlikleri ele geçirmek için harekete geçti. Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basması, aslında büyük bir yağma hareketinin başlangıcıydı. İspanyollar ve Portekizliler, yerli halkları katlederek onların altınlarını ve topraklarını ele geçirdi. Ardından İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi devletler, sömürgeler kurarak küresel ekonomiyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdi.

3. Sanayi Devrimi ve Emek Sömürüsü
Sanayi Devrimi, teknolojik ilerleme sağladı ancak beraberinde büyük bir sosyal adaletsizliği getirdi. Kapitalist sistemin doğuşuyla işçi sınıfı, uzun çalışma saatleri, düşük ücretler ve insanlık dışı koşullarla karşı karşıya kaldı. Çocuk işçiliği ve ağır sanayi şartları, adeta insan emeğinin bir kurda yem edilmesi gibiydi.

4. Modern Dünya ve Ekonomik Savaşlar
Günümüzde savaşlar artık sadece topla tüfekle yapılmıyor. Ekonomik ambargolar, finansal manipülasyonlar ve jeopolitik hamlelerle ülkeler birbirlerini zayıflatıyor. IMF ve Dünya Bankası gibi küresel finans kuruluşları, bazı ülkeler için “kurtlar sofrasında sunulan birer yem” gibi işlev görüyor. Borçlandırma politikalarıyla birçok ülke bağımsızlığını fiilen kaybediyor.

Ders Alınması Gereken Gerçekler

Tarih, güçlü olanın hükmettiği, zayıf olanın ise ezildiği bir döngü içinde ilerliyor. Ancak bu döngüden ders çıkarmayan milletler, sürekli aynı akıbete uğruyor. Atalarımızın “Güçlü olan ayakta kalır” sözü, bugünün dünyasında da geçerliliğini koruyor. Ancak burada önemli olan, güçlü olmanın sadece askeri ve ekonomik anlamda değil, kültürel, bilimsel ve teknolojik alanlarda da olmasıdır.

Dünya hâlâ kurtlar sofrası… Ancak kimlerin kurt, kimlerin kuzu olacağı, tarihten ders alıp almamakla doğrudan ilgilidir.

 

 




1980 12 EYLÜL DARBESİNDE ABD; BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI, DEDİ.

1980 12 EYLÜL DARBESİNDE ABD; BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI, DEDİ.


12 Eylül 1980 Darbesi ve “Bizim Çocuklar” Meselesi: Bir Ülkenin Kaderini Kimler Belirledi?

Giriş

Tarih, toplumların hafızasıdır. Bazı tarihler vardır ki, milletlerin yönünü değiştirir, nesiller boyu sürecek etkiler bırakır. 12 Eylül 1980 de işte böyle bir tarihtir. Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısını kökten değiştiren bu askeri darbe, sadece iç dinamiklerle açıklanamaz. Çünkü bu darbenin perde arkasında uluslararası güçlerin ve özellikle ABD’nin doğrudan müdahalesinin olduğu yıllar sonra bizzat yetkililer tarafından itiraf edilmiştir. Darbenin hemen ardından ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden Washington’a geçen bir mesajda “Bizim çocuklar başardı” ifadesi kullanılmıştır.

Peki, kimdi bu “bizim çocuklar”? Neden bir başka devletin yetkilileri, Türkiye’deki bir askeri darbeyi başarı olarak görüyordu? Bu makalede, 12 Eylül Darbesi’nin iç ve dış boyutlarını, Türkiye’ye olan etkilerini ve ibretlik yönlerini ele alacağız.

1. 12 Eylül’e Giden Süreç: Karanlık Günler

1970’lerin sonlarına gelindiğinde, Türkiye ekonomik krizlerle boğuşuyor, sokaklar sağ-sol çatışmaları ile kan gölüne dönüyordu. Günde 20-30 insan öldürülüyor, kahvehaneler, üniversiteler ve sendikalar saldırıya uğruyordu. Ülkede siyasi istikrarsızlık hâkimdi ve hükümetler art arda düşüyordu.

Ancak yıllar sonra ortaya çıkan belgeler ve tanıklıklar, bu çatışmaların sadece ideolojik grupların değil, derin devlet ve istihbarat örgütleri tarafından da bilinçli şekilde körüklendiğini gösterdi. Darbe ortamı oluşturuluyor, kaos ortamı bilerek büyütülüyordu. Tıpkı 27 Mayıs 1960 ve 1971 Muhtırası öncesinde olduğu gibi…

2. “Bizim Çocuklar” Ne Demekti?

12 Eylül sabahı tanklar sokaklara çıkmış, Meclis feshedilmiş, tüm siyasi partiler kapatılmıştı. Darbe lideri Kenan Evren ve ekibi yönetime el koymuştu. Darbe sonrası Türkiye’de binlerce insan tutuklandı, işkenceler başladı, idamlar gerçekleştirildi.

Ve işte tam bu noktada, darbenin asıl arkasındaki güç açığa çıktı. CIA’nın Ankara’daki istasyon şefi Paul Henze, Washington’a bir mesaj gönderdi:

“Our boys did it!” (Bizim çocuklar başardı!)

Bu ifade, ABD’nin darbeden önceden haberdar olduğunu, hatta desteklediğini gösteriyordu. Yıllar sonra eski CIA yetkilileri de bu müdahaleyi itiraf ettiler. ABD, Türkiye’deki askeri yönetimi destekleyerek, NATO müttefikini kendi çıkarlarına uygun hale getirmişti.

3. 12 Eylül’ün Türkiye’ye Maliyeti

Darbeden sonra Türkiye tam anlamıyla bir açık hava hapishanesine döndü:

650 bin kişi gözaltına alındı,

1 milyon 683 bin kişi fişlendi,

50 kişi idam edildi,

171 kişi işkencede öldü,

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,

Tüm siyasi partiler, sendikalar, dernekler kapatıldı.

Ancak asıl büyük zarar, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığına oldu.

4. 24 Ocak Kararları ve Ekonomik Teslimiyet

Darbe öncesinde, 24 Ocak 1980’de Turgut Özal tarafından hazırlanan ve IMF destekli serbest piyasa reformları açıklanmıştı. Ancak bu kararları uygulamak için güçlü bir hükümet lazımdı. Koalisyon hükümetleri bu kararları hayata geçiremedi ve darbe tam da bu noktada devreye girdi.

Darbeyle birlikte neoliberal ekonomi politikaları, özelleştirmeler, sendikasızlaştırma ve sermayenin tekelleşmesi süreci başladı. ABD ve Batı’nın istediği şekilde Türkiye’nin ekonomik modeli değiştirildi.

Kenan Evren ve ekibi, darbeden sonra Özal’ı ekonominin başına getirdi ve 1983’te sivil yönetime geçildiğinde de Özal Başbakan oldu. Yani darbe, sadece siyasi düzeni değil, ekonomik yapıyı da küresel güçlerin lehine dönüştürdü.

5. “Bizim Çocuklar”ın Mirası: Hâlâ Devam Eden Etkiler

Bugün bile 12 Eylül’ün etkileri sürmektedir:

Darbe Anayasası (1982) hâlâ yürürlükte ve demokratik hakları kısıtlıyor.

Siyaset ve medya üzerindeki baskılar, o günlerden miras kaldı.

Ekonomik bağımsızlık kayboldu, küresel sermayeye bağımlılık arttı.

Toplum militarizme alıştırıldı, baskıcı rejimlere karşı duyarsız hale getirildi.

Tarih bize gösterdi ki, dış güçlerin desteklediği darbeler asla halkın yararına olmamıştır. 12 Eylül de bunun en açık örneğidir.

Sonuç: İbret Alınmazsa Tekrarı Kaçınılmazdır

ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediği generaller, aslında Türkiye’nin bağımsızlığını büyük güçlere teslim eden piyonlardan ibaretti.

12 Eylül’den alınması gereken en büyük ders, dış müdahalelerle yapılan darbelerin, bir milletin geleceğini ipotek altına aldığı gerçeğidir.

Eğer milletler tarihlerini unutursa, aynı oyunlar tekrar sahnelenir. Türkiye, 12 Eylül gibi karanlık günleri tekrar yaşamamak için kendi bağımsız kararlarını alabilen, demokratik ve güçlü bir hukuk sistemi inşa etmelidir.

Çünkü unutulmamalıdır ki, gerçek bağımsızlık, sadece düşman işgaliyle değil, içerden yönetilen kuklalarla da kaybedilebilir.

 

 




TÜRKİYE’Yİ BİR ASIRDIR AZINLIKLAR YÖNETTİ

TÜRKİYE’Yİ BİR ASIRDIR AZINLIKLAR YÖNETTİ


### Türkiye’yi Bir Asırdır Azınlıklar Yönetti: Bir Tarih Okuması

Tarih, bir milletin aynasıdır; geçmişi anlamak, bugünü anlamanın anahtarıdır. “Türkiye’yi bir asırdır azınlıklar yönetti” iddiası, ilk duyuşta kulağa çarpıcı, hatta provokatif gelebilir. Ancak bu ifade, tarih açısından incelendiğinde, Türkiye’nin son yüzyılına dair derin tartışmalara kapı aralar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden Cumhuriyetin kuruluşuna, oradan günümüze uzanan süreçte, güç, kimlik ve yönetim kavramları sürekli bir dönüşüm içinde olmuştur. Peki, bu iddia ne kadar gerçeği yansıtır ve bize neyi sorgulatır?

#### Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Çoğunluk ve Azınlık Kavramlarının Dönüşümü
Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu ve çok dinli bir yapıya sahipti. Türkler, nüfusun önemli bir kısmını oluştursa da, yönetimde ve ekonomide gayrimüslim azınlıkların etkisi inkâr edilemez. Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler, ticaret, sanat ve diplomaside öne çıkmış, hatta bazı dönemlerde bürokraside kilit roller üstlenmişlerdir. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile bu azınlıklara tanınan haklar, onları imparatorluğun modernleşme sürecinde önemli aktörler haline getirdi. Ancak bu durum, Türk çoğunluk arasında bir rahatsızlık oluşturmadı mı? Milliyetçilik rüzgarlarının esmeye başladığı 19. yüzyılın sonlarında, bu soru daha sık sorulur oldu.

#### Erken Cumhuriyet ve “Gizli Azınlık” İddiaları
Cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı’dan devralınan elit kesimlerin etkisi sürdü. Eğitimli, batılılaşmış ve genellikle İstanbul merkezli bu elitler, bazen “halktan kopuk” olmakla suçlandı. Özellikle tek parti döneminde, CHP’nin yönetim kadrolarında yer alan bazı isimlerin kökleri, zamanla buna malzeme oldu.
Ayrı bir azınlığa da gerek kalmayıp, onları ve Düşünce ve inançlarını devlete taşıdı adeta devlet oldu.

#### Soğuk Savaş ve Derin Yapılar
1950’lerle birlikte çok partili hayata geçiş, bu tartışmalara yeni bir boyut kattı. Demokrat Parti’nin yükselişi, halkın yönetime daha fazla katıldığı bir dönemi müjdeledi. Ancak 1960 darbesi ve sonraki askeri müdahaleler, “görünmez bir el” şüphesini güçlendirdi. Kimileri, bu eli “azınlık kökenli elitler” ya da “dış güçlerle bağlantılı unsurlar” olarak tanımladı. Soğuk Savaş’ın karmaşık atmosferinde, Türkiye’nin NATO üyeliği ve ABD ile yakın ilişkileri, bu teorileri besledi. Hatta güçlendirdi. “Devletin içinde devleti yöneten azınlıklar” fikri, halk arasında yankı buldu.

#### Günümüz: Düşünceler ve Gerçekler
21. yüzyılda, Türkiye’nin siyasi sahnesinde “azınlık” kavramı farklı bir anlam kazandı. Etnik, dini ya da ideolojik azınlıklar değil, daha çok “güç odakları” ve “derin yapılar” üzerinden bir okuma yapıldı. AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle, eski elitlerin yerini yeni bir kadro aldı. Ancak bu değişim, “azınlık yönetimi” Düşüncesini bitirmedi; sadece şekil değiştirdi. Bugün küresel sermaye ya da uluslararası aktörlerin Türkiye’yi dolaylı yoldan yönettiği iddia ediliyor. Bu, belki de modern dünyanın bir gerçeği: Ulus-devletler, artık yalnızca iç dinamiklerle değil, dış etkilerle de şekilleniyor.

#### İbret ve Düşünce
Türkiye’nin bir asırlık serüveni, “azınlık” ve “çoğunluk” kavramlarının ne kadar kaygan bir zeminde durduğunu gösteriyor. Osmanlı’da gayrimüslimler, Cumhuriyet’te elitler, Soğuk Savaş’ta derin yapılar, günümüzde ise küresel güçler… Her dönemde, “yöneteni azınlık” olarak görme eğilimi ve gerçeği, belki de halkın kendi gücüne olan inancını sorgulamasıdır. İbret şurada: Tarih, bize kimlikler üzerinden değil, eylemler üzerinden bakmayı öğretmeli. Düşündürücü olan ise şu: Yönetim, gerçekten azınlıkların elinde miydi, yoksa bu, çoğunluğun kendini yeniden tanımlama sürecinin bir yansıması mı? Ve de çoğunluğun acziyeti ve yetersizliğimidir?

Sonuç olarak, Bu gerçekle birlikte, geleceği nasıl inşa edeceğimizi düşünmek, belki de en anlamlı adımdır.

@@@@@@

### **”Türkiye’yi Bir Asırdır Azınlıklar Yönetti” İddiası: Tarih, Gerçekler ve İbretler**

#### **1. Tarihsel Arka Plan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e**
– **Osmanlı’nın Çok Kimlikli Yapısı**: Osmanlı İmparatorluğu, etnik ve dini çeşitliliğiyle bilinen bir devletti. Gayrimüslimler (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler) “millet sistemi” içinde özerk bir statüye sahipti. Ancak yönetim ve askeri elitler, çoğunlukla Müslüman ve Türk asıllıydı.

– **”Gizli El” Söylemi**: 1950’lerden itibaren sol-sağ çatışmaları döneminde, “Türkiye’yi dış güçlerin yönettiği” veya “Dönmelerin iktidarda olduğu” olduğu düşünce ve gerçeği popülerleşti. Bu söylem, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek için kullanıldı.

#### **3. Siyasi İktidarlar ve Elitler: Kim Kimi Yönetiyor?**
– **Tek Parti Dönemi (1923-1950)**: CHP’nin Kemalist kadroları, Türk milliyetçiliği ekseninde devleti şekillendirdi. Aslında bu azınlık zihniyet ve icraatları çoğunluğa baskıyla galebe çaldı.
– **Çok Partili Hayat ve Demokrat Parti**: 1950’lerde Adnan Menderes, dindar-muhafazakâr kitleyi temsil etti.
– **2000’ler ve AK Parti**: Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, Anadolu’nun dindar-muhafazakâr kesimlerini iktidara taşıdı.

#### **Sonuç: Gerçek İktidar Kimde?**
Türkiye’nin siyasi tarihi, **iktidar mücadelelerinin** ve **elit değişimlerinin** bir yansımasıdır. Ancak bu mücadelelerde “azınlıklar” la beraber, farklı siyasi-ideolojik gruplar öne çıkmıştır.
Güç mücadelesi her dönemde sürmüş, gücü elde etme uğruna her türlü gayri meşru ittifaklar yapılmıştır.
Darbeler ve özellikle 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi bunun en bariz örneğidir.




HADİSLERDE TEKRAR EDİLEN FARKLI TEKRAR SÖZLERİ

HADİSLERDE TEKRAR EDİLEN FARKLI TEKRAR SÖZLERİ


Hadislerde Veyl olsun ifadesi geçen hadisler

“Veyl olsun” ifadesi, çok şiddetli bir tehdit, pişmanlık ve azap uyarısı anlamına gelir. Hadislerde bu ifade, genellikle belirli kötü davranışları yapanlar için kullanılmıştır. İşte bazı hadislerde geçen “Veyl olsun” ifadeleri:

1. Tartıda ve Ölçüde Hile Yapanlara Veyl Olsun

Hadis:
“Ölçü ve tartıda hile yapanlara veyl olsun!” (Müslim, Îmân, 220)

Açıklama:
Bu hadis, ticarette hile yapanları şiddetle uyarır. Aynı ifade Kur’an-ı Kerim’de Mutaffifin Suresi’nin ilk ayetinde de geçer:
“Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline!” (Mutaffifin, 1)

2. Münafıkların Vasıflarını Taşıyanlara Veyl Olsun

Hadis:
“Üç şey vardır ki kimde bulunursa o kimse münafıktır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Veyl olsun o kimseye!” (Buhârî, Îmân, 24; Müslim, Îmân, 107)

Açıklama:
Peygamberimiz (s.a.v.), münafıklık alametleri taşıyan kişileri bu ifadeyle uyarmıştır.

3. Namazı Kılmayan veya Geciktirenlere Veyl Olsun

Hadis:
“Veyl olsun o kimseye ki namazını (önemsemeyip) geciktirir!” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 107)

Açıklama:
Bu hadis, namazı kılmayan veya vaktinde kılmayan kimseleri tehdit etmektedir. Aynı anlam, Maun Suresi 4-5. ayetlerinde de geçmektedir:
“Veyl olsun, şu namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar.”

4. Başkasına Kötü Örnek Olanlara Veyl Olsun

Hadis:
“İnsanları saptıran ve kötülüğe öncülük eden kişiye veyl olsun!” (Müslim, Zikir, 5)

Açıklama:
Bir insan kötü bir şeye öncülük ederse, onun işlediği günah kadar kendisi de sorumlu olur.

5. Riya Yapan ve Gösteriş İçin İbadet Edenlere Veyl Olsun

Hadis:
“Veyl olsun o kimseye ki ibadet ederken riyakârlık yapar!” (İbn Mâce, Zühd, 21)

Açıklama:
Bu hadis, insanların görmesi için ibadet edenleri ve Allah için değil, gösteriş için amel işleyenleri uyarır.

Sonuç

Hadislerde “Veyl olsun” ifadesi genellikle ahlaki zayıflıkları, haksızlıkları ve büyük günahları işleyenlere karşı bir tehdit olarak kullanılmıştır. Bu ifadeler, uyarıcı ve ibret verici bir anlam taşır ve kişinin kendini düzeltmesi için teşvik edici bir öğüttür.

@@@@@@

Hadislerde Burnu sürünsün ifadesi geçen hadisler

“Burnu sürünsün” ifadesi, hadislerde şiddetli bir pişmanlığı ve kötü bir durumu anlatan bir beddua ifadesidir. Genellikle büyük bir nimeti kaçıran veya önemli bir görevi yerine getirmeyen kişiler için kullanılmıştır. İşte bu ifadeyi ihtiva eden bazı hadisler:

1. Anne Babasına İyilik Etmeyene “Burnu Sürülsün”

Hadis:
“Anne babasından biri veya her ikisi yanında ihtiyarladığı hâlde cenneti kazanamayan kimsenin burnu sürtülsün!” (Müslim, Birr 9; Tirmizî, Deavât 110)

Açıklama:
Bu hadis, anne babasına hayattayken iyilik etmeyen ve onların rızasını kazanmayan kişiye şiddetli bir uyarıdır. Peygamberimiz (s.a.v.), böyle bir kişinin büyük bir fırsatı kaçırdığını ifade etmektedir.

2. Ramazan Ayına Ulaşıp Affedilmeyene “Burnu Sürülsün”

Hadis:
“Ramazan ayına ulaştığı hâlde günahları affedilmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” (Tirmizî, Deavât 110)

Açıklama:
Ramazan, günahların affedildiği ve bol sevap kazanma fırsatının olduğu bir aydır. Bu fırsatı değerlendirmeyen kişi büyük bir kayıp içindedir.

3. Peygamber’e Salavat Getirmeyene “Burnu Sürülsün”

Hadis:
“Yanında adım anıldığı hâlde bana salavat getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” (Tirmizî, Deavât 110)

Açıklama:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), adının geçtiği yerde salavat getirmenin Müslümanlar için bir saygı ve sevgi göstergesi olduğunu ifade etmektedir.

4. Üç Defa Beddua Edilen Kişi

Hadis:
Cebrâil (a.s.), Peygamberimize (s.a.v.) üç kişiye beddua etti:

Anne babasına iyilik etmeyen,

Ramazan ayında affedilmeyen,

Peygamber’in adını duyunca salavat getirmeyen.

Peygamberimiz (s.a.v.) de bu beddualara “Âmin” demiştir. (Müslim, Birr 9; Tirmizî, Deavât 110)

Sonuç:

“Burnu sürünsün” ifadesi, büyük bir fırsatı kaçıran ve önemli bir ibadeti ihmal eden kişilere karşı kullanılan şiddetli bir uyarıdır. Özellikle anne-babaya iyilik, Ramazan’ı değerlendirme ve Peygamber’e salavat getirme konularında dikkatli olmak gerekir.

@@@@@@

Hadislerde Beddua ifade eden sözler

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), genel olarak beddua etmekten kaçınmış, hatta düşmanlarına bile hidayet dilemiştir. Ancak bazı hadislerde, adaletsiz davrananlara, İslam’a zarar verenlere ve büyük kötülükler yapanlara yönelik beddua ifadeleri yer almıştır. İşte hadislerde geçen beddua muhtevalı sözler:

1. Üç Kişiye Cebrâil’in Bedduası (Peygamberimizin “Âmin” Dediği Beddua)

Hadis:
Cebrâil (a.s.), Peygamberimize (s.a.v.) üç kişiye beddua etti:

1. Anne babasına iyilik etmeyen kimseye,

2. Ramazan ayında affedilmeyen kimseye,

3. Peygamber’in adı anıldığında salavat getirmeyen kimseye.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu beddualara “Âmin” dedi.
(Müslim, Birr 9; Tirmizî, Deavât 110)

Açıklama: Bu hadis, büyük fırsatları kaçıran kişiler için bir uyarıdır.

2. Zulmedenlere Beddua

Hadis:
“Allah’ım! Kavmimin başına Yusuf’un başına gelen kıtlığı ver.” (Buhârî, Tefsîr, 12/5)

Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), kendisine aşırı zulmeden Kureyş müşrikleri için bu duayı yapmıştır. Ancak daha sonra onlar için hidayet dilemiştir.

3. Ticarette Hile Yapanlara Beddua

Hadis:
“Bizi aldatan bizden değildir. Allah, hilekâr ve sahtekâr tüccara lanet etsin!” (Müslim, Îmân 164)

Açıklama: Ticarette hile yapanlar için büyük bir uyarıdır.

4. Kul Hakkı Yiyenlere Beddua

Hadis:
“Ey Allah’ım! Ümmetimin zayıflarına zulmedenlere lanet et!” (İbn Mâce, Fiten 20)

Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), zayıflara zulmedenleri lanetlemiştir.

5. İnsanları Saptıranlara Beddua

Hadis:
“İnsanları sapıklığa götüren ve onlara kötü örnek olan kimseye veyl olsun!” (Müslim, Zikir 5)

Açıklama: Başkalarını günaha teşvik eden kişilere şiddetli bir uyarıdır.

6. Namazı Terk Edenlere Beddua

Hadis:
“Namazını önemsemeyen kimsenin burnu sürtülsün!” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 107)

Açıklama: Namazı ihmal edenlere yönelik bir tehdittir.

7. Yetim Malı Yiyenlere Beddua

Hadis:
“Yetim malı yiyen kimsenin karnına ateş doldurulsun!” (Nesâî, Zekât 61)

Açıklama: Yetim malına haksızlık yapanlar için büyük bir uyarıdır.

Sonuç:

Peygamberimiz (s.a.v.), genellikle affediciydi ancak zulmedenler, ticarette hile yapanlar, yetim malı yiyenler ve ibadetleri terk edenler için beddua etmiştir. Bu hadisler, insanları hatalarından döndürmek için bir uyarı niteliğindedir.

@@@@@

Hadislerde İki kere zikredilerek geçen hadisler

Hadislerde bazı ifadeler, konunun önemini vurgulamak için iki kere tekrar edilerek söylenmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir konuyu pekiştirmek, dikkat çekmek veya sahabenin daha iyi kavramasını sağlamak için bu yöntemi kullanmıştır. İşte iki kere tekrar edilen bazı hadisler:
7
1. “Dikkat edin! Dikkat edin!”

Hadis:
“Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzgün olur. O bozulursa bütün beden bozulur. Dikkat edin! O kalptir.”
(Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107)

Açıklama: Kalbin önemine vurgu yapmak için “Dikkat edin!” ifadesi iki kez tekrar edilmiştir.

2. “Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!”

Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Yanında adım anıldığı hâlde bana salavat getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün! Yazıklar olsun ona! Yazıklar olsun ona!”
(Tirmizî, Deavât 110)

Açıklama: Bu hadistei salavat getirmenin önemine dikkat çekmek için tekrar yapılmıştır.

3. “İki şey vardır! İki şey vardır!”

Hadis:
“İki şey vardır ki onları muhafaza eden kimseyi cennet garantilemiştir: Bunlardan biri namazdır, diğeri ise dili korumaktır. İki şey vardır! İki şey vardır!”
(Tirmizî, Zühd 61)

Açıklama: Namaz ve dilin korunmasının cennete götüren amellerden olduğu vurgulanmaktadır.

4. “Cennete giremez! Cennete giremez!”

Hadis:
“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez! Cennete giremez!”
(Müslim, Îmân 147)

Açıklama: Kibrin tehlikesini vurgulamak için iki kez tekrarlanmıştır.

5. “Üç şey vardır! Üç şey vardır

Hadis:
“Üç şey vardır ki kimde bulunursa Allah ona yardım eder: Allah yolunda cihat eden, borç ödeyen ve evlenmek isteyen. Üç şey vardır! Üç şey vardır!”
(Tirmizî, Nikâh 18)

Açıklama: Allah’ın yardım ettiği kimselerin önemi vurgulanmıştır.

Sonuç:

Hadislerde iki kere tekrar edilen ifadeler, konunun önemini artırmak, dikkat çekmek ve sahabenin daha iyi anlamasını sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Özellikle ahlaki konular, ibadetler ve cennet-cehennem ile ilgili uyarılar bu şekilde pekiştirilmişti

@@@@@@

Hadislerde üç kere zikredilerek geçen hadisler

Hadislerde bazı ifadeler, konunun önemini vurgulamak, sahabenin dikkatini çekmek ve mesajın iyice anlaşılmasını sağlamak için üç kere tekrar edilerek söylenmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), önemli meseleleri bu yöntemle pekiştirmiştir. İşte hadislerde üç kere tekrar edilen bazı ifadeler:

1. “Size haber vereyim mi?” (Üç kere tekrar etmiştir)

Hadis:
“Size büyük günahları haber vereyim mi? Size büyük günahları haber vereyim mi? Size büyük günahları haber vereyim mi?”
Sahabe “Evet, Ya Rasulallah!” deyince şöyle buyurdu:

Allah’a ortak koşmak,

Anne babaya isyan etmek,

Yalancı şahitlik yapmak (veya yalan konuşmak).
(Buhârî, Edeb 6; Müslim, Îmân 143)

Açıklama: Büyük günahların önemini vurgulamak için üç kere tekrar edilmiştir.

2. “Allah’ım, ümmetimi bağışla!” (Üç kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle dua etti:
“Allah’ım, ümmetimi bağışla! Allah’ım, ümmetimi bağışla! Allah’ım, ümmetimi bağışla!”
Sonra ağladı. Allah, Cebrail (a.s.)’ı göndererek sebebini sordu. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle dedi:
“Ümmetimin günahlarını düşündüm!”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/403)

Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), ümmetinin bağışlanması için üç kere dua etmiş ve bu konudaki hassasiyetini göstermiştir.

3. “Din nasihattir!” (Üç kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Din nasihattir! Din nasihattir! Din nasihattir!”
Sahabe “Kimin için Ya Rasulallah?” diye sorunca şöyle cevap verdi:

Allah için,

Resulü için,

Müminlerin yöneticileri ve halk için.
(Müslim, Îmân 95)

Açıklama: İslam’ın temelini oluşturan nasihatin önemini vurgulamak için üç kere tekrar edilmiştir.

4. “Birbirinize selâmı yayınız!” (Üç kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Birbirinize selâmı yayınız! Birbirinize selâmı yayınız! Birbirinize selâmı yayınız!”
(Buhârî, Edeb 27; Müslim, Îmân 93)

Açıklama: Selâm vermenin İslam toplumunda yaygınlaşması için üç kere vurgulanmıştır.

5. “Anne! Anne! Anne!” (Üç kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Bir adam, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

“Annen!” dedi.
Adam tekrar sordu:

“Sonra kim?”

“Annen!” dedi.
Adam tekrar sordu:

“Sonra kim?”

“Annen!” dedi.
Adam tekrar sordu:

“Sonra kim?”

“Baban!” dedi.
(Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1)

Açıklama: Annenin haklarının babadan bile önce geldiğini göstermek için üç kere “Annen!” ifadesi tekrar edilmiştir.

6. “Yalan söylemekten sakının!” (Üç kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.), şöyle buyurdu:
“Yalan söylemekten sakının! Yalan söylemekten sakının! Yalan söylemekten sakının!”
(Tirmizî, Birr 46)

Açıklama: Yalanın büyük bir günah olduğunu anlatmak için üç kere tekrar edilmiştir.

7. “Şu kişiye yazıklar olsun!” (Üç kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Yanında adım anıldığı hâlde bana salavat getirmeyen kimseye yazıklar olsun! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!”
(Tirmizî, Deavât 110)

Açıklama: Salavat getirmenin önemine dikkat çekmek için üç kere tekrar edilmiştir.

Sonuç:

Peygamberimiz (s.a.v.), önemli konuların unutulmaması ve daha iyi anlaşılması için üç kere tekrar etme yöntemini sıkça kullanmıştır. Özellikle:

Büyük günahlar,

Ana-baba hakkı,

Selâm yayma,

Yalan ve kötü alışkanlıklardan sakınma,

Salavat getirmenin önemi gibi konularda bu yöntemi kullanarak mesajlarını pekiştirmiştir.

@@@@

Hadislerde Dört kere zikredilerek söylenen kelimeler ve hadisler

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir konunun önemini vurgulamak ve sahabenin dikkatini çekmek için bazen dört kere tekrar ederek konuşmuştur. İşte hadislerde dört kez tekrar edilen bazı ifadeler ve hadisler:

1. “Allah’ım, şahit ol!” (Dört kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Veda Hutbesi’nde ashabına:
“Size tebliğ ettim mi?” diye sordu.
Sahabe: “Evet!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
“Allah’ım, şahit ol! Allah’ım, şahit ol! Allah’ım, şahit ol! Allah’ım, şahit ol!” dedi.
(Müslim, Hac 147)

Açıklama: Bu hadis, Peygamberimizin (s.a.v.), İslam mesajını insanlara tam olarak ilettiğini vurgulamak ve Allah’ı şahit tutmak için dört kez tekrar ettiğini göstermektedir.

2. “Vay o kimseye!” (Dört kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Vay o kimseye! Vay o kimseye! Vay o kimseye! Vay o kimseye! O kişi, malını haksız yollarla kazanıp harcayan kimsedir.”
(Buhârî, Büyû’ 23)

Açıklama: Haram kazancın büyük bir felakete sebep olacağını vurgulamak için dört kez “Vay o kimseye!” denilmiştir.

3. “Allah’a sığınırım!” (Dört kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazı kişilerin kötü sözler söylediğini duyduğunda şöyle buyurdu:
“Allah’a sığınırım! Allah’a sığınırım! Allah’a sığınırım! Allah’a sığınırım!”
(Müslim, Zikir 50)

Açıklama: Kötü sözlerden kaçınmak gerektiğini göstermek için Allah’a sığınma duası dört kez tekrar edilmiştir.

4. “Ümmetime merhamet et!” (Dört kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.), ümmeti için dua ederken şöyle dedi:
“Allah’ım, ümmetime merhamet et! Allah’ım, ümmetime merhamet et! Allah’ım, ümmetime merhamet et! Allah’ım, ümmetime merhamet et!”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/403)

Açıklama: Peygamberimizin (s.a.v.), ümmeti için olan merhamet ve sevgisini vurgulamak için bu duayı dört kez tekrar ettiği görülmektedir.

Sonuç:

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), önemli konulara dikkat çekmek için dört kere tekrar etme yöntemini de kullanmıştır. Özellikle:

Allah’a şahit tutma,

Haksız kazançtan sakındırma,

Allah’a sığınma,

Ümmet için merhamet dileme gibi konularda bu tekrarlar mesajın etkisini artırmak için yapılmıştır.

@@@@@@@

Hadislerde Beş kere zikredilerek söylenen kelimeler ve hadisler

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazen bir konunun önemini vurgulamak, sahabenin dikkatini çekmek ve mesajın iyice anlaşılmasını sağlamak için beş kere tekrar ederek konuşmuştur. Hadislerde beş kez tekrar edilen ifadeler nispeten daha azdır, ancak bazı örnekler bulunmaktadır. İşte bu tür hadislerden bazıları:

1. “Allah’ım, beni affet!” (Beş kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir seferinde Allah’a şöyle dua etmiştir:
“Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet!”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned 3/38)

Açıklama: Bu dua, Peygamberimizin (s.a.v.) sürekli Allah’tan af dilemesini ve ümmetine de bunu öğretmesini gösterir.

2. “Allah en büyüktür!” (Beş kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Bir savaş esnasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Müslümanlara moral vermek ve Allah’ın yardımının yakın olduğunu göstermek için:
“Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!” diye tekbir getirmiştir.
(Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20)

Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), savaşta Müslümanları cesaretlendirmek için beş kez tekbir getirmiştir.

3. “Allah’tan korkun!” (Beş kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sahabelere nasihat ederken şöyle buyurdu:
“Allah’tan korkun! Allah’tan korkun! Allah’tan korkun! Allah’tan korkun! Allah’tan korkun!”
(Tirmizî, Zühd 9)

Açıklama: Takvanın (Allah korkusunun) önemini vurgulamak için beş kez tekrar edilmiştir.

4. “Cehennemden sakının!” (Beş kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), cehennemin dehşetini anlatırken:
“Cehennemden sakının! Cehennemden sakının! Cehennemden sakının! Cehennemden sakının! Cehennemden sakının!” buyurmuştur.
(Müslim, Zekât 69)

Açıklama: Cehennemin şiddetli azabına karşı insanları uyarmak için beş kere tekrar edilmiştir.

5. “Ümmetime mağfiret et!” (Beş kere tekrar etmiştir)

Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.), ümmeti için sürekli dua ederdi. Bir defasında:
“Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et!” diye dua etmiştir.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned 4/405)

Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), ümmeti için ne kadar çok dua ettiğini göstermek için bu duayı beş kere tekrar etmiştir.

Sonuç:

Hadislerde beş kere tekrar edilen ifadeler genellikle dua, uyarı ve tekbir içeriklidir.
Özellikle:

Allah’tan af dileme,

Tekbir getirme,

Allah korkusunu hatırlatma,

Cehenneme karşı uyarma,

Ümmet için bağışlanma dileme gibi konularda bu tekrarlar mesajın gücünü artırmak için yapılmıştır.

 

 




ZİHİN ACAN DUALAR

ZİHİN ACAN DUALAR


İslam geleneğinde zihni açan, anlayışı artıran, öğrenmeyi kolaylaştıran ve hikmete ulaştıran dualar bulunmaktadır. Bu dualar, hem Kur’an-ı Kerim’den hem de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetinden örneklerle desteklenir. İşte bu konuda öne çıkan dua ve tavsiyeler:

### **1. Kur’an-ı Kerim’den Dualar:**
#### **a) “رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا” (Rabbi zidnî ilmen)**
– **Ayet:**
*”Rabbim! Benim ilmimi artır.”*
**(Tâhâ Sûresi 20/114)**
– Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayeti okumuş ve ilmin artması için dua etmiştir.
– Zihni açmak, öğrenme kapasitesini yükseltmek için sıkça okunur.

#### **b) “رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي” (Rabbişrah lî sadrî)**
– **Ayet:**
*”Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır.”*
**(Tâhâ Sûresi 20/25-28)**
– Hz. Musa’nın (a.s.) duasıdır. Zihin açıklığı ve zorlukların üstesinden gelmek için okunur.

#### **c) “رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا”**
– **Ayet:**
*”Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde bize doğruyu kolaylaştır.”*
**(Kehf Sûresi 18/10)**
– Hikmet ve doğru karar verme için okunur.

### **2. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) Dualar:**
#### **a) “اللَّهُمَّ انْفَعْنِي بِمَا عَلَّمْتَنِي وَعَلِّمْنِي مَا يَنْفَعُنِي”**
– **Anlamı:**
*”Allah’ım! Bana öğrettiğin şeylerden beni faydalandır, bana fayda verecek ilmi öğret.”*
**(İbn Mâce, Dua, 3)**
– İlim ve zihin açıklığı için sıkça okunan bir duadır.

#### **b) “اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ”**
– **Anlamı:**
*”Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.”*
**(Tirmizî, Deavât, 68)**
– Faydalı ilim talep etmek ve zihni gereksiz bilgilerden arındırmak için okunur.

#### **c) “اللَّهُمَّ لا سَهْلَ إلا مَا جَعَلْتَهُ سَهْلاً، وَأَنْتَ تَجْعَلُ الحَزْنَ إذَا شِئْتَ سَهْلاً”**
– **Anlamı:**
*”Allah’ım! Senin kolaylaştırdığın dışında hiçbir şey kolay değildir. Sen dilersen zorluğu kolaylığa çevirirsin.”*
**(İbn Hibban, Sahih)**
– Zor konuları anlamak ve zihin yorgunluğunu gidermek için okunur.

### **3. Zihin Açıklığı İçin Okunan Sure ve Âyetler:**
– **Sûratu’l-Fâtiha:** Her işin bereketi için okunur.
– **Âyetü’l-Kürsî (Bakara 255):** Hafıza kuvveti ve zihnî berraklık için.
– **Sûratu’l-İhlâs, Felak ve Nâs:** Zihnî karmaşadan korunmak için.
– **”فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ” (Fefehhemnâhâ Süleymân) Âyeti (Enbiyâ 21/79):** Hz. Süleyman’a verilen hikmete nail olmak için.

### **4. Âlimlerin Tavsiyeleri:**
1. **Sabah Namazı Sonrası İstiğfar ve Dua:**
– Sabah namazından sonra 70 defa *”Estağfirullâh el-Azîm ve etûbu ileyk”* okumak, zihnî berraklığa vesile olur.
2. **Bereket Vakitlerine Dikkat:**
– Seher vakti duaları ve Cuma günü duaları, özellikle makbuldür.
3. **Temizlik ve Beslenme:**
– Abdestli olmak ve helal lokma yemek, zihnî açıklığı artırır.

### **5. Önemli Not:**
– Dua, **niyet ve samimiyetle** yapılmalıdır.
– İlim talebi için dua ederken **çaba göstermek** (ders çalışmak, araştırmak) şarttır.
– Duaların kabulü için **salih amel, sabır ve şükür** ihmal edilmemelidir.

Allah (c.c.), Kur’an’da *”**Kullarım sana Beni sorduğunda, şüphesiz Ben onlara yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenin çağrısına karşılık veririm**”* (Bakara 2/186) buyurur. Zihin açıklığı için yapılan dualar, samimiyetle ve Allah’a tevekkülle birleştiğinde bereketli sonuçlar doğurur. 🌟

@@@@@@

Zihni açan, hafızayı güçlendiren ve ilmi artıran dualar İslam alimleri tarafından tavsiye edilmiştir. İşte bazı etkili dualar:

1. Peygamberimizin (s.a.v.) Hafıza İçin Tavsiye Ettiği Dua

“Allahümme inni eûzü bike minel hemmi vel hazeni, ve eûzü bike minel aczi vel keseli, ve eûzü bike minel cübni vel buhli, ve eûzü bike min galebetid-deyni ve kahri’r-ricâl.”

Anlamı: “Allah’ım! Gam ve kederden sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun ağırlığı ve insanların baskısından sana sığınırım.”
(Buhârî, De’avât, 24; Ebû Dâvûd, Salât, 367)

Bu dua, zihni açıp hafızayı kuvvetlendiren önemli dualardan biridir.

2. İlim ve Anlama Kabiliyeti İçin Dua

“Rabbi’şrah li sadri ve yessir li emri, vahlul ukdeten min lisâni, yefkahû kavli.”
(Tâhâ Suresi, 25-28)

Anlamı: “Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi bana kolaylaştır, dilimdeki düğümü çöz ki sözümü anlasınlar.”

Bu dua, Hz. Musa (a.s.)’ın yaptığı bir duadır ve ilmi anlamayı, kavrayışı kolaylaştırır.

3. Hafıza Güçlendiren Ayet ve Zikirler

“Rabbi zidnî ‘ilmen.” (Tâhâ, 114)

“Rabbim! İlmimi artır.”

Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) bu duayı yapması emredilmiştir.

“Sübhaneke la ‘ilme lena illa ma allemtena, inneke entel alîmül hakîm.” (Bakara, 32)

“Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki Sen her şeyi bilen ve hikmet sahibisin.”

“Hasbünallahu ve ni’me’l-vekil.”

“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.”

Zihin açıklığı ve kaygıyı azaltmak için okunabilir.

4. Hafıza İçin İmam-ı Gazali’nin Tavsiyesi

İmam-ı Gazali, hafızayı güçlendirmek için her gün 21 defa “Ya Kaviyy, Ya Metin” (يَا قَوِيُّ يَا مَتِينُ) zikrini yapmayı önermiştir.

5. Besmele ve Felak-Nas Sureleri

Sabah ve akşam Besmele çekmek ve Felak, Nas surelerini okumak, zihni berraklaştırır, unutkanlığı azaltır.

Bu duaları düzenli bir şekilde okumak, hem zihni açar hem de hafızayı güçlendirir. Özellikle abdestli bir şekilde, samimi bir kalple okumak daha faydalı olur.




Evla leke fe evla… İNKÂRCILAR KESİNLİKLE KAÇAMIYACAKLAR

Evla leke fe evla… İNKÂRCILAR KESİNLİKLE KAÇAMIYACAKLAR


Evla leke fe evla bu ayetin tefsiri konusunda ne gibi izahlar yapılmaktadır ve gramer yönüyle açıklaması nedir?

“Evla leke fe evla” (أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ) ifadesi, Kıyamet Suresi 34-35. ayetlerinde geçmektedir. Bu ifadeyle ilgili çeşitli tefsir ve gramer açıklamaları yapılmıştır:

Tefsir Açısından Açıklamalar

1. Tehdit ve Azarlama: Çoğu müfessire göre bu ifade, inkarcıları azarlayan ve onlara yönelik bir tehdit ihtiva eden bir anlam taşır. “Evla” kelimesi, “yazıklar olsun”, “sana azap daha yakışır” veya “sana uygun olan budur” anlamlarına gelir. Müfessirler, bunun özellikle Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) inkâr eden müşriklere yönelik olduğunu belirtir.

2. Tekrarın Önemi: Ayette aynı ifade iki defa tekrarlanmıştır:

“أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ”

“ثُمَّ أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ”
Bu tekrar, azarlamanın şiddetini artırır ve kıyamet gününde azaba uğrayacak inkarcıların kesinlikle kaçamayacaklarını vurgular.

3. Farklı Tefsirler:

Mücahid ve Katâde gibi bazı müfessirler, bunun kesin bir tehdit ve azap habercisi olduğunu belirtmişlerdir.

Zemahşerî, kelimenin aslında bir dua veya beddua gibi bir anlam taşıdığını ifade eder: “Helâk sana daha uygundur, sana layıktır.”

İbn Abbas ise “Evla” kelimesinin “yaklaşma” anlamına gelebileceğini söyleyerek, “Azap sana yaklaştı” şeklinde bir yorum getirmiştir.

Gramer Açısından Açıklama

1. “Evla” Kelimesi:

“Evla” (أولى) Arapçada “yaklaşmak”, “layık olmak”, “hak etmek” anlamlarına gelir.

Nekre (belirsiz) bir isim olarak kullanılmıştır ve burada azap veya tehdit içerdiği için beddua anlamında değerlendirilmiştir.

İrab açısından, mübtedâ (özne) olarak gelebilir veya fiilî bir beddua cümlesinin haberidir.

2. “Fe Evla” Yapısı:

“Fe” harfi, sebep bildiren bağlaçtır. Yani, önceki ifadeyle bağlantı kurarak bir sonuç bildirir: “Öyleyse azap sana daha uygundur.”

İkinci “Evla”, birinciyi pekiştirme amacı taşır.

3. Tekrarın Gramer Açısından Önemi:

İlk cümlede tehdit başlatılmış, ikinci cümlede ise tehdit artırılmış ve kesinleşmiştir.

Zemahşeri ve diğer dil alimleri, tekrarın vurguyu artırdığını belirtirler.

Sonuç

“Evla leke fe evla”, inkarcıları tehdit eden, azap uyarısı ihtiva eden ve kesin bir şekilde cezalarının yaklaşmakta olduğunu vurgulayan bir ifadedir. Hem beddua hem de azarlama anlamı ihtiva eder. Gramer açısından ise “Evla” kelimesi isim olarak kullanılmış ve “fe” harfi ile pekiştirilmiştir. Tekrar edilmesi, tehdidin şiddetini artırmak içindir.

@@@@@@@

**”Evla leke fe evla”** ifadesi, Kur’an-ı Kerim’in **Kıyâme Sûresi 34-35. ayetlerinde** geçen bir ifadedir. Bu ayetlerin meali ve tefsiri hakkında İslam âlimleri tarafından yapılan açıklamalar ve gramer yönüyle analizi şöyledir:

### **Ayetin Metni ve Meali:**
**”فَأَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ﴿٣٤﴾ ثُمَّ أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ﴿٣٥﴾”**
*(Kıyâme 75/34-35)*
**Meal:** “Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun! Sonra yazıklar olsun sana, yazıklar olsun!”
*(Diyanet İşleri Meali)*

Bu ifade, bazı meallerde **”Vay sana, vay! Sonra vay sana, vay!”** şeklinde de tercüme edilir. Ayetlerdeki **”evlâ”** kelimesi, “yakın olmak” veya “daha lâyık olmak” anlamındaki **”velâye”** kökünden türemiş bir üslup olup, bu bağlamda **”helâk ve azap yakınlığı”** ifade etmek için kullanılmıştır.

### **Tefsir Açıklamaları:**
1. **Konu ve Bağlam:**
– Bu ayetler, **kıyamet gününde inkârcıların durumunu** tasvir eder. Allah, insanları hesaba çekerken, dünyada hakikati reddedenlerin pişmanlık ve acı içinde olacağını vurgular.
– Bazı müfessirlere göre, bu ayetler özellikle **Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı inatla mücadele eden müşrikler** hakkında inmiştir. Onların ahiretteki perişanlığına dikkat çekilir.

2. **”Evlâ” Kelimesinin Anlamı:**
– **”Evlâ”**, Arapçada “daha lâyık, daha yakın” anlamına gelen **elife ve lâm harflerinden (أولى)** türemiş bir kelimedir. Burada **”azap ve helâkın yakınlığı”** anlamında kullanılmıştır.
– **”Evlâ leke”** ifadesi, “sana yazıklar olsun” veya “senin için kötülük yakındır” şeklinde yorumlanır. Tekrarlanması, azabın şiddetini ve kaçınılmazlığını vurgular.

3. **Tekrarın Hikmeti:**
– Ayette **”evlâ leke fe evlâ”** ifadesinin iki kez tekrarlanması, **azabın katmerliliğini ve inkârcıların durumunun vahametini** ortaya koyar.
– Bazı müfessirler, bu tekrarın **ahiretteki pişmanlığın artarak devam edeceğine** işaret ettiğini belirtir.

4. **Klasik Tefsirlerden Örnekler:**
– **İbn Kesir:** “Bu ayet, inkârcıların ahirette karşılaşacakları azabın şiddetini ve kaçınılmazlığını bildirir. ‘Evlâ leke’ ifadesi, onların dünyadaki kötü amellerinin karşılığını alacaklarını gösterir.”
– **Elmalılı Hamdi Yazır:** “Bu tekrar, azabın dehşetini ve inkârcıların içine düştüğü çaresizliği tasvir eder. Sanki her ‘evlâ’ bir darbe gibi iner.”

### **Gramer Yönüyle Açıklama:**
1. **”Evlâ” Kelimesinin Yapısı:**
– **”Evlâ” (أولى)**, Arapçada **ism-i tafdîl** (üstünlük ismi) kalıbındadır. Kökü **”veliyye”** (yakın olmak) fiilidir.
– **Tafdîl kalıbı (أفعل):** “Daha lâyık, daha yakın” anlamını verir. Burada mecazen **”azap yakınlığı”** ifade edilir.

2. **Cümle Yapısı:**
– **”Fe evlâ” (فأولى):** **”Fe”** atıf harfiyle bağlanan bu ifade, önceki cümlenin tekididir (pekiştirmesidir).
– **”Evlâ leke”** ifadesindeki **”leke”**, cer harfi **”lam”** ile muzafun ileyh olarak gelir ve **”sana ait olan”** anlamını katar.

3. **Tekrarın Gramer Analizi:**
– **”Evlâ leke fe evlâ”** ifadesindeki tekrar, Arap edebiyatında **”tekrîr-i lafzî”** (lafzen tekrar) sanatıdır. Bu, anlamı güçlendirmek ve vurguyu artırmak için kullanılır.
– **”Sümme evlâ leke fe evlâ”** (Sonra yazıklar olsun sana, yazıklar olsun!) ifadesindeki **”sümme”**, zaman veya derece bakımından bir artışı gösterir.

### **Belâğat Yönü:**
– **İltifat Sanatı:** Ayette hitap şekli, üçüncü şahıstan ikinci şahsa ani geçiş yapar (**”O, bize inanmazdı, namaz da kılmazdı”** gibi önceki ayetlerde üçüncü şahıs kullanılırken, burada “leke” ile ikinci şahsa dönülür). Bu, muhatabı şoke etmek ve dikkatini çekmek içindir.
– **Te’kid (Pekiştirme):** “Evlâ”nın tekrarı, azabın kesinliğini ve şiddetini vurgular.

### **Sonuç:**
Bu ayetler, insanı dünyadaki amellerinin ahiretteki karşılığı konusunda uyarmayı hedefler. Gramer ve belâğat açısından incelendiğinde, Arap dilinin zengin anlam derinliği ve Kur’an’ın eşsiz üslubu ortaya çıkar. **”Evlâ leke fe evlâ”** ifadesi, hem dilbilimsel incelik hem de tefsirî derinlik taşıyan bir örnektir.




TÜRKİYE’DEKİ DARBELERİ BESLEYEN İÇ VE DIŞ MİHRAKLAR VE OYNADIKLARI OYUNLARI

TÜRKİYE’DEKİ DARBELERİ BESLEYEN İÇ VE DIŞ MİHRAKLAR VE OYNADIKLARI OYUNLARI


Türkiye’deki Darbeleri Besleyen İç ve Dış Mihraklar: Oynanan Oyunlar ve Alınması Gereken Dersler

Giriş

Tarih boyunca Türkiye, darbelerle şekillendirilen bir ülke oldu. 1960, 1971, 1980, 1997 ve 2016 darbeleri, ülkenin yönetimini değiştirdiği gibi, halkın iradesini de hiçe sayan kara lekeler olarak tarihe geçti.

Ancak her darbe, sadece askerî müdahaleyle gerçekleşmedi. Arkasında iç ve dış mihrakların ortak planları, ekonomik krizler, sosyal çatışmalar ve medya manipülasyonları vardı. Bu yazıda, Türkiye’deki darbeleri besleyen iç ve dış güçleri, bu güçlerin oynadığı oyunları ve darbelerin ülkeye verdiği zararları ele alacağız.

1. Darbelerin Arka Planındaki İç Mihraklar

1.1. Siyaset İçindeki Darbe Destekçileri
Darbelerin en önemli ayağı, siyasi sistemin içinde darbe yanlısı grupların bulunmasıdır. Muhalif partiler veya bazı siyasetçiler, hükümetleri zayıflatmak için askeri müdahaleyi destekleyerek darbenin önünü açmıştır.

Örneğin:

1960 Darbesi öncesinde, muhalefet ve bazı medya organları, Demokrat Parti’yi düşürmek için orduyu harekete geçirmeye çalıştı.

1971 Muhtırası öncesinde de benzer bir baskı oluşturuldu.

28 Şubat 1997’de ise medya, yargı ve bazı siyasetçiler orduya destek vererek hükümeti istifaya zorladı.

1.2. Medya ve Kamuoyu Yönlendirmesi
Medya, darbeleri meşrulaştıran en güçlü araçlardan biri oldu. 1960, 1980 ve 1997 darbelerinde basın, sürekli olarak kaos ortamı oluşturdu ve halkı darbenin kaçınılmaz olduğu fikrine inandırdı.

Özellikle 28 Şubat sürecinde medya, İslami kesimi şeytanlaştırarak ordu müdahalesini hazırladı. 2016’daki darbe girişiminde ise sosyal medya üzerinden büyük bir propaganda savaşı yürütüldü.

1.3. Bürokrasi ve Derin Yapılar
Türkiye’deki darbeleri besleyen bir diğer iç mihrak, bürokrasi içindeki darbeci zihniyetler ve derin devlet yapılarıdır. Bunlar, siyasi iradeye karşı örgütlenerek darbeler için zemin hazırlamışlardır.

1960 ve 1980’de askeri vesayet yönetimi doğrudan devraldı.

1997 ve 2016’da ise yargı, medya ve sermaye grupları askeri vesayeti destekledi.

2. Darbeleri Destekleyen Dış Mihraklar

2.1. ABD ve NATO Destekli Müdahaleler
ABD ve NATO, Türkiye’deki birçok darbenin dolaylı veya doğrudan arkasındaki güç oldu. Soğuk Savaş döneminde ABD, NATO müttefiki olan Türkiye’nin yönünü belirlemek için askeri darbeleri destekledi.

Örneğin:

12 Eylül 1980 Darbesi sonrası, ABD yetkilisi “Bizim çocuklar başardı” diyerek darbenin arkasındaki Amerikan desteğini itiraf etti.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sırasında, ABD’nin FETÖ lideri Gülen’i koruması ve darbeden sonra sessiz kalması, doğrudan bir destek şüphesi uyandırdı.

2.2. IMF ve Ekonomik Müdahaleler
Darbeler genellikle ekonomik krizler sonrası gelir. 1971, 1980 ve 2001 ekonomik krizleri sonrası Türkiye’de büyük değişimler yaşandı.

1980 Darbesi sonrası, IMF destekli neoliberal politikalar uygulandı ve Türkiye ekonomisi küresel sermayeye bağımlı hale getirildi.

2001 ekonomik krizinden sonra ise, 2002’de yeni bir siyasi düzen kurularak ekonomi dış mihrakların kontrolüne sokulmaya çalışıldı.

2.3. FETÖ ve CIA Bağlantısı
FETÖ’nün yıllarca devletin içinde örgütlenmesine göz yuman dış güçler, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’yi işgal etmeye çalıştı.

FETÖ’nün lideri Fetullah Gülen, ABD’de koruma altında tutuldu.

CIA destekli think-tank kuruluşları, darbeden önce ve sonra Türkiye’ye yönelik yaptırım tehditleri sundu.

3. Darbelerin Oynadığı Oyunlar: Türkiye’ye Kurulan Tuzaklar

3.1. Kaos Ortamı Oluşturma

Bütün darbelerden önce Türkiye’de büyük bir kaos yapılmıştır:

1960 öncesinde sağ-sol çatışmaları körüklendi.

1971 ve 1980’de terör olayları patladı, sol örgütler ve sağ gruplar birbirine düşman edildi.

1997’de dini gruplar hedef alınarak toplum bölündü.

2016’da ise FETÖ, devletin içinde bir paralel yapı oluşturarak iç savaş çıkarmaya çalıştı.

3.2. Ekonomik Darbeler ve Yoksullaştırma

Darbelerden sonra Türkiye hep ekonomik olarak bağımlı hale getirildi.

1980 Darbesi sonrası IMF politikaları devreye girdi.

1997’de sermaye grupları darbe sürecine destek verdi.

2016 sonrası ise Türkiye, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları tarafından finansal baskıya alındı.

3.3. Milli ve Dini Değerleri Zayıflatma

Darbelerin bir diğer amacı, Türkiye’nin milli ve dini kimliğini zayıflatmaktır.

1980 sonrası İslam’ı pasif hale getiren “ılımlı İslam” projesi uygulandı.

1997’de dindar kesim sindirildi ve başörtüsü yasakları getirildi.

2016’da FETÖ gibi ihanet şebekeleri kullanılarak İslamî değerler istismar edildi.

4. Darbelerden Çıkarılması Gereken Dersler

1. Milli Birlik ve Beraberlik:

Darbelerin en büyük kaynağı, toplumun bölünmesidir. Türk milleti bir araya geldiğinde darbeler başarısız olur (15 Temmuz gibi).

2. Bağımsız Ekonomi ve Savunma Sanayii:

Türkiye, ekonomik bağımsızlığını kazandıkça, dış müdahalelere karşı daha güçlü olur. Savunma sanayi projeleri, askeri bağımsızlığı sağlar.

3. Medya Manipülasyonlarına Karşı Bilinç:

Darbeler öncesi medya algı operasyonları ile zihinler şekillendirilmiştir. Alternatif medya kaynakları güçlendirilmelidir.

4. Güçlü Bir Hukuk Sistemi:

Darbecilerin yargılanması ve cezalandırılması sağlanarak, gelecek nesillere ders verilmelidir.

Sonuç: Türkiye’nin Kendi Kaderini Çizmesi Gerekir

Türkiye, darbelerle dizayn edilen bir ülke olmaktan çıkmalıdır. İçeride işbirlikçi gruplara ve dışarıdan gelen müdahalelere karşı güçlü bir irade sergileyerek bağımsız bir devlet olma yolunda ilerlemelidir.

Tarih, ibret alınmazsa tekerrür eder. Ancak bilinçli bir millet, bir daha bu tuzaklara düşmeyecektir. Artık “Bizim Çocuklar” değil, “Milletin Çocukları” kazanmalıdır.