MEDRESELERDE OKUTULAN TEMEL ESERLER HANGİLERİDİR VE BUNLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

MEDRESELERDE OKUTULAN TEMEL ESERLER HANGİLERİDİR VE BUNLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Osmanlı ve İslam dünyasında medreselerde okutulan temel eserler, farklı ilim dallarında derinleşmeyi sağlamak için hazırlanmış olup, Kelam, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Mantık, Sarf, Nahiv ve Edebiyat gibi disiplinleri kapsıyordu. Aşağıda, medrese müfredatında okutulan başlıca eserleri ve bunların genel özelliklerini özetledim.

1. Dini İlimler (Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Tasavvuf)

a) Tefsir (Kur’an Yorum Bilimi)

1. Câmiu’l-Beyan (Tefsîru’t-Taberî) – İmam Taberî

Klasik tefsirlerin en kapsamlılarından biridir.

Ayetlerin nüzul sebepleri ve önceki yorumlarla birlikte detaylı açıklamalar sunar.

2. Kurtubî Tefsiri – İmam Kurtubî

Özellikle fıkhi yönüyle öne çıkan bir eserdir.

Hanefi mezhebine uygun yorumlar ihtiva eder.

3. Keşşâf – Zemahşerî

Dilbilgisi ve edebi yönü kuvvetlidir.

Kelam ve belagat açısından derin analizler ihtiva eder.

4. Ruhul Meani – Âlûsî

Tefsir alanında Osmanlı medreselerinde sıkça başvurulan eserlerden biridir.

b) Hadis (Peygamber Efendimizin Sözleri ve Uygulamaları)

1. Sahîh-i Buhârî – İmam Buhârî

En sahih hadis kitabı kabul edilir.

Medreselerde hadis ilminin temel kaynağıdır.

2. Sahîh-i Müslim – İmam Müslim

Hadislerin sıhhat derecesine göre tasnif edildiği önemli bir eserdir.

3. Muvatta – İmam Mâlik

Hadis ve fıkıh yönüyle önemli bir kaynaktır.

4. El-Meshâriq – Kâdı İyâz

Hadislerin gramer ve anlam açısından derinlemesine ele alındığı bir eserdir.

c) Kelam (İslam İnanç Esasları)

1. Akâidü’n-Nesefî – İmam Nesefî

Osmanlı medreselerinde temel akaid kitabıdır.

Maturidi kelam ekolünün esaslarını öğretir.

2. Şerhu’l-Mevâkıf – Seyyid Şerif Cürcânî

İslam felsefesi ve kelamın en derin eserlerinden biridir.

3. Şerhu’l-Akâid – Teftâzânî

Akaid ilmini detaylı şekilde ele alır ve mantık kurallarıyla açıklar.

d) Fıkıh (İslam Hukuku)

1. Hidâye – Burhâneddîn el-Merginânî

Hanefi fıkhının en temel eserlerinden biridir.

Osmanlı medreselerinde uzun yıllar ders kitabı olarak okutulmuştur.

2. Dürrü’l-Muhtâr – Haskefî

Hanefi mezhebinde fetvalara temel olan eserlerden biridir.

İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtâr adlı şerhiyle daha kapsamlı hale gelmiştir.

3. El-Muğnî – İbn Kudâme

Hanbeli mezhebinin önemli fıkıh kitaplarından biridir.

4. Bidayetü’l-Müctehid – İbn Rüşd

Mezhepler arası fıkhi karşılaştırmalar yaparak hukuk metodolojisini açıklar.

e) Tasavvuf

1. İhyâü Ulûmi’d-Dîn – İmam Gazâlî

Ahlak, ibadet ve tasavvufi hayatı ele alan bir eserdir.

Medreselerde ahlaki gelişim ve manevi disiplin için temel kitaplardan biri olarak okutulurdu.

2. Kuşeyrî Risalesi – İmam Kuşeyrî

Tasavvufun temel ilkelerini anlatır.

2. Dil ve Edebiyat Dersleri (Arapça ve Farsça)

a) Sarf (Morfoloji) ve Nahiv (Dilbilgisi)

1. Avâmil – Abdülkahir el-Cürcânî

Arapça gramerin temel prensiplerini öğretir.

Medreselerde giriş kitabı olarak okutulurdu.

2. İzhar – Zeynüddîn el-Mergenânî

Arapça nahiv ilmini detaylandıran bir eserdir.

3. Kâfiye – İbn Hâcib

Osmanlı medreselerinde Arapça dilbilgisi eğitiminin temel kitaplarından biri olarak okutulmuştur.

b) Mantık ve Belagat

1. Şerhu’t-Tahzîb – Teftâzânî

Mantık ve belagat kurallarını detaylı şekilde açıklar.

Osmanlı müderrisleri bu eseri mutlaka okuturlardı.

2. İsâgûcî – Ebherî

Mantık ilmine giriş kitabıdır.

3. Matematik ve Felsefe (Akli İlimler)

a) Matematik ve Astronomi

1. Cemşîd el-Kâşî’nin Risâleleri

Matematik ve geometri konularını kapsayan Osmanlı medreselerinde okutulan eserlerdendir.

2. Uluğ Bey’in Zîc’i

Astronomi ve takvim hesaplamaları üzerine yazılmıştır.

b) Felsefe ve Metafizik

1. İşârât ve’t-Tenbîhât – İbn Sînâ

Mantık ve metafizik konularını işler.

2. Mevâkıf – Adudüddin el-Îcî

İslam felsefesi ve kelam konularını ihtiva eden bir eserdir.

Sonuç: Medrese Eğitiminin Genişliği ve Derinliği

Osmanlı ve İslam medreselerinde okutulan eserler hem dini hem de akli ilimleri kapsayan geniş bir müfredata sahiptir.

Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam ilimleriyle dini bilgileri öğretirken,

Mantık, Matematik, Astronomi ve Felsefe gibi derslerle akli bilimlere de önem verilmiştir.

Arapça, Farsça ve Belagat dersleriyle edebi ve akademik yetkinlik kazandırılmıştır.

Bu müfredat İslam dünyasının ilim ve düşünce hayatına yön veren büyük âlimlerin yetişmesini sağlamış ve Osmanlı medreseleri, yüzyıllar boyunca İslam dünyasında önemli bir ilim merkezi olarak kalmıştır.




KUR’AN-I KERİM, HADİS-İ ŞERİFLER VE İSLAM DÜŞÜNCESİNDE HURİLERİN ÖZELLİKLERİ

KUR’AN-I KERİM, HADİS-İ ŞERİFLER VE İSLAM DÜŞÜNCESİNDE HURİLERİN ÖZELLİKLERİ

Cennet tasvirleri, İslam inancının önemli konularından biridir ve “hûriler”, özellikle Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde cennette müminlere verilecek nimetlerden biri olarak anlatılmıştır. Bu kavram, İslam düşüncesinde hem maddi hem de manevi bir yönüyle ele alınmış, özellikle Ehl-i Sünnet alimleri tarafından tefsirlerde detaylandırılmıştır.

1. KUR’AN-I KERİM’DE HÛRİLER

Hûrilerle ilgili ayetlerde, onların cennette müminlere sunulacak üstün nimetler arasında olduğu bildirilmiştir. İşte bazı önemli ayetler:

a) “Hûr” Kelimesinin Anlamı

Kur’ân’da hûrilerden “hûrun ‘în” (حُورٌ عِينٌ) olarak bahsedilir.

“Hûr” kelimesi, Arapça’da “beyaz tenli, parlak ve güzel gözlü” anlamına gelir.

“İn” kelimesi, büyük ve güzel gözlü anlamına gelir.

b) Kur’ân’da Hûrilerin Geçtiği Ayetler

1. “Ve yanlarında, iri gözlü hûriler vardır.” (Sâffât, 37:48)

2. “Onlar için hûrîler vardır; sedef içinde saklı inciler gibidirler.” (Vâkıa, 56:22-23)

3. “Orada, gözlerini yalnız eşlerine dikmiş hûriler vardır ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.” (Rahmân, 55:56)

4. “Cennetlikler nimetler içinde olacaklar… Tahtlar üzerine yaslanarak. Biz onları (hûrileri) iri gözlü, çok güzel yaratmışızdır.” (Vâkıa, 56:34-37)

Bu ayetlerde, hûrilerin güzellikleri, saflıkları ve eşlerine sadık oldukları vurgulanmaktadır.

2. HADİS-İ ŞERİFLERDE HÛRİLERİN ÖZELLİKLERİ

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), hûriler hakkında birçok hadis rivayet etmiştir. İşte bazı örnekler:

1. “Eğer bir hûri yeryüzüne bakacak olsa, gök ile yer arasını nurlandırır ve güzel kokularıyla doldururdu. Onun başındaki örtü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Rikâk, 51; Tirmizî, Cennet, 15)

2. “Cennette, her bir mümine yetmiş iki hûri verilir ve her biriyle vakit geçirir.” (Tirmizî, Cennet, 14)

3. “Cennet ehli, cennete girdiğinde bir münadi şöyle seslenir: ‘Siz ebedi olarak sağlıklı olacaksınız, hiçbir zaman hasta olmayacaksınız. Ebedi olarak genç kalacaksınız, asla yaşlanmayacaksınız. Sürekli nimet içinde olacaksınız, asla sıkıntı çekmeyeceksiniz.’ Cennetliklerin en önemli nimetlerinden biri de hûrilerdir.” (Müslim, Cennet, 17)

Bu hadislerde, hûrilerin dünya nimetlerinden çok üstün olduğu, cennet ehline özel olarak yaratıldığı ve onlarla olan ilişkinin yalnızca bedensel değil, aynı zamanda ruhsal ve huzur verici bir boyutta olduğu vurgulanmaktadır.

3. EHL-İ SÜNNET ALİMLERİNİN GÖRÜŞLERİ

a) İmam Mâturîdî ve İmam Eş’arî’nin Yorumu

Ehl-i Sünnet’in iki büyük kelam alimi olan İmam Mâturîdî ve İmam Eş’arî, hûrilerin gerçek bir varlık olduğunu ve onların cennetin bir mükafatı olarak yaratıldığını belirtmişlerdir.

İmam Mâturîdî, hûrileri maddi ve manevi güzelliklerin sembolü olarak açıklamış, sadece bedensel bir haz değil, ruhsal huzurun da bir parçası olduklarını söylemiştir.

İmam Eş’arî, hûrileri Allah’ın müminlere verdiği özel nimetlerden biri olarak kabul etmiş ve “hûriler mecazi değil, gerçek varlıklardır” demiştir.

b) İbn Kesîr’in Tefsiri

İbn Kesîr, Vâkıa Suresi’nin 22. ayetinde geçen “sedef içinde saklı inciler gibi” ifadesini, hûrilerin “tertemiz, el değmemiş ve özel yaratılmış varlıklar” olduğuna işaret ettiğini belirtmiştir.

Hûrilerin, kadınların en güzel halleriyle yaratıldığı ve hiçbir zaman yaşlanmadıkları tefsir edilmiştir.

c) Elmalılı Hamdi Yazır’ın Yorumu

Elmalılı, hûrilerin cennetin “sonsuz saadet ortamında, müminlere huzur veren varlıklar” olduğunu vurgulamış, bunların sadece fiziksel bir ödül olarak görülmemesi gerektiğini belirtmiştir.

4. HÛRİLERİN SIRRI VE RUHSAL YÖNÜ

Hûriler, sadece fiziksel güzellikleriyle değil, müminlere huzur ve mutluluk veren manevi varlıklar olarak da kabul edilir.

Onlar, cennetteki saadetin bir parçasıdır.

Sadece erkeklere değil, kadın müminler için de büyük nimetler vardır. Nitekim kadınlara da “dünyada eşlerinden razı olacakları eşler” vaat edilmiştir.

Cennette kıskançlık, düşmanlık ve üzüntü yoktur. Dolayısıyla hûriler, dünyevi anlamdaki kadın-erkek ilişkisi gibi değil, tamamen cennet huzuruna uygun bir şekilde yaratılmışlardır.

SONUÇ: HÛRİLER, CENNETİN MANEVİ VE MADDİ GÜZELLİKLERİDİR

Hûriler, İslam’a göre cennet nimetlerinden biri olup, hem fiziksel hem de ruhsal huzurun bir parçası olarak anlatılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de hûrilerin güzellikleri, saflıkları ve eşlerine sadakatleri vurgulanmıştır.

Hadislerde, onların dünya nimetlerinden çok üstün olduğu belirtilmiştir.

Ehl-i Sünnet alimleri, hûrilerin gerçek varlıklar olduğunu ve cennette müminlere özel yaratıldıklarını ifade etmişlerdir.

Hûriler sadece erkeklere yönelik değildir; cennette tüm müminler için en güzel nimetler sunulacaktır.

Sonuç olarak, hûriler konusu sadece bedensel hazlarla değil, cennetteki sonsuz mutluluğun bir sembolü olarak da ele alınmalıdır.

 

 




İBNİ ABİDİN KITABI HAKKINDA .

İBNİ ABİDİN KITABI HAKKINDA .

İbn Âbidîn Kitabı (Reddü’l-Muhtâr) Hakkında Geniş Bilgi

1. İbn Âbidîn Kimdir?

İbn Âbidîn, tam adıyla Muhammed Emin bin Ömer bin Abdülaziz İbn Âbidîn (1784-1836), Osmanlı döneminin önde gelen Hanefi fıkıh âlimlerinden biridir. Şam’da doğmuş ve orada yaşamıştır. Hanefi mezhebinin en önemli fakihlerinden biri olarak kabul edilir.

2. Reddü’l-Muhtâr (İbn Âbidîn) Nedir?

Reddü’l-Muhtâr alâ’d-Dürrü’l-Muhtâr, Hanefi fıkhının en kapsamlı eserlerinden biridir. İbn Âbidîn’in şerh ve açıklamalarını içeren bu eser, Hanefi mezhebindeki fetvaların en önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilir.

Eser, “Dürrü’l-Muhtâr” adlı temel Hanefi fıkıh kitabının şerhidir. Dürrü’l-Muhtâr, Allâme Haskefî (ö. 1677) tarafından yazılmıştır. Ancak bazı konular açıklamaya muhtaç olduğu için İbn Âbidîn bu eseri açıklayarak genişletmiş ve fetvalarla desteklemiştir.

3. Kitabın Muhtevası ve Kapsamı

Reddü’l-Muhtâr, Hanefi mezhebine dair ibadet, muamelat, aile hukuku, ceza hukuku ve diğer fıkhi konuları detaylandırır. Kitap, beş ciltten oluşur ve konuları şunlardır:

1. Tahâret (Temizlik) ve Namaz
2. Oruç, Zekât ve Hac
3. Ticaret, Borç, Akitler ve Muamelat
4. Aile Hukuku, Nikâh, Talak
5. Ceza Hukuku, Miras ve Vasiyet

Kitap, Hanefi mezhebinin klasik kaynaklarını tarayarak, ihtilaflı konulara da değinir. Ayrıca Osmanlı dönemindeki resmi fetvalara da yer verir.

4. Reddü’l-Muhtâr’ın Önemi

Hanefi mezhebinin en güvenilir eserlerinden biri olarak kabul edilir.

Osmanlı Devleti’nde fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

Günümüzde de Hanefi fıkhı üzerine çalışan âlimler tarafından temel referans olarak görülmektedir.

Hanefi mezhebinin sadece geçmiş görüşlerini aktarmakla kalmayıp, yaşanan dönemin şartlarına uygun fetvalar sunmasıyla dikkat çeker.

5. Reddü’l-Muhtâr’ın Kaynakları

İbn Âbidîn, bu eserini yazarken Hanefi mezhebinin en önemli kaynaklarını taramıştır. Başlıca kaynaklar şunlardır:

Hidaye (Burhaneddin el-Merginani)

Bedâyiʿu’s-Sanâyiʿ (el-Kâsânî)

el-Mebsût (Serahsî)

el-Muhtâr ve Dürrü’l-Muhtâr (Haskefî)

6. Günümüzdeki Etkisi ve Kullanımı

Bugün İslam dünyasında Hanefi mezhebine mensup fakihler, müftüler ve akademisyenler tarafından en çok başvurulan eserlerden biridir. Modern fıkıh çalışmaları ve fetva kitaplarında da Reddü’l-Muhtâr’dan sıkça alıntılar yapılır. Hanefi mezhebine göre fetva veren birçok müftü bu eseri temel alarak görüşlerini şekillendirir.

Sonuç

Reddü’l-Muhtâr, Hanefi mezhebinde fıkıh ve fetva alanında en güvenilir eserlerden biri olarak kabul edilir. Osmanlı’dan günümüze kadar birçok fıkıh âlimi ve müftü tarafından rehber olarak kullanılmıştır. Hanefi fıkhını öğrenmek isteyenler için en kapsamlı kaynaklardan biri olmaya devam etmektedir.

 

 




DAMAD MEHMET EFENDİNİN FIKIH ESERİ HAKKINDA .

DAMAD MEHMET EFENDİNİN FIKIH ESERİ HAKKINDA .

Damad Mehmed Efendi ve Fıkıh Eseri Hakkında Geniş Bilgi

1. Damad Mehmed Efendi Kimdir?

Damad Mehmed Efendi (ö. 1702), Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık yapmış önemli bir Hanefi fıkıh âlimidir. Klasik fıkıh kaynaklarına dayalı olarak Osmanlı hukuk sistemine katkılarda bulunmuş, özellikle fetvaları ve şerhleri ile tanınmıştır. “Damad” lakabı, Osmanlı padişahı IV. Mehmed’in damadı olmasından gelmektedir.

2. Damad Mehmed Efendi’nin Fıkıh Alanındaki Çalışmaları

Damad Mehmed Efendi, Hanefi mezhebinin temel eserlerine şerhler ve açıklamalar yazmış bir fakih olup, eserleri Osmanlı hukuk sisteminde uzun süre fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

a) En Önemli Fıkıh Eseri

Damad Mehmed Efendi’nin en önemli fıkıh eseri, Hanefi fıkhına dair yazdığı ve dönemin en güvenilir kaynaklarından biri kabul edilen şerhidir.

Haskefî’nin “Dürrü’l-Muhtâr” adlı eserine bir şerh yazmıştır.

Bu şerh, Osmanlı fıkıh geleneğinde önemli bir kaynak olarak kabul edilmiştir.

Daha sonra İbn Âbidîn, “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseriyle bu şerhi daha da genişletmiş ve Hanefi mezhebinin en kapsamlı fıkıh kaynaklarından biri haline getirmiştir.

b) Fetvaları ve Hukuki Etkisi

Damad Mehmed Efendi’nin fetvaları, Osmanlı hukuk sisteminde şer’i mahkemelerde ve resmi fetva mercilerinde büyük bir etki oluşturmuştur. Hanefi mezhebinde ihtilaflı meseleleri açıklığa kavuşturmuş, Osmanlı Devleti’nin resmi fetva sistemine katkıda bulunmuştur.

3. Damad Mehmed Efendi’nin Fıkıh Eserinin Önemi

Osmanlı’da fetva verme geleneğinde önemli bir yere sahiptir.

Hanefi mezhebinin klasik eserlerine dayanarak yazılmıştır.

İbn Âbidîn gibi sonraki büyük âlimlerin eserlerine kaynaklık etmiştir.

Osmanlı hukuk sisteminde mahkemelerde başvurulan temel kaynaklardan biri olmuştur.

4. Sonuç

Damad Mehmed Efendi’nin fıkıh alanındaki en önemli katkısı, Haskefî’nin Dürrü’l-Muhtâr’ına yazdığı şerh olup, bu eser daha sonra İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtâr’ı ile genişletilerek Hanefi mezhebinin en kapsamlı kaynaklarından biri haline gelmiştir.

@@@@@@

DÜRRÜL MUHTAR ADLI ESERE YAZDIĞI ŞERH HAKKINDA.

Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr adlı esere yazdığı şerh hakkında geniş bilgi sunalım.

1. Damad Mehmed Efendi ve Hanefi Fıkhındaki Yeri

Damad Mehmed Efendi (ö. 1702), Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık yapmış önemli bir Hanefi fakihidir. Osmanlı hukuk sisteminde Hanefi mezhebine dair önemli şerhler ve fetvalar yazmıştır. Özellikle Haskefî’nin Dürrü’l-Muhtâr adlı eserine yazdığı şerh, Hanefi mezhebindeki en önemli fıkıh kaynaklarından biri haline gelmiştir.

2. Dürrü’l-Muhtâr ve Şerhi

a) Dürrü’l-Muhtâr Nedir?

Müellifi: Allâme Haskefî (Ö. 1677)

Muhtevası: Hanefi mezhebine ait ibadet, muamelat, ceza hukuku, aile hukuku ve diğer fıkhi konuları ele alan özet niteliğinde bir fıkıh kitabıdır.

Özelliği: Hanefi mezhebindeki fetvaları derleyerek fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

Dürrü’l-Muhtâr’ın en önemli eksikliklerinden biri, bazı konuların fazla kısa geçilmesi ve yeterince açıklama vermemesidir. Bu nedenle Damad Mehmed Efendi ve daha sonra İbn Âbidîn bu esere şerh yazmıştır.

b) Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr Şerhi

Damad Mehmed Efendi, Dürrü’l-Muhtâr’ı daha anlaşılır hale getirmek ve eksik görülen noktaları açıklamak için bir şerh yazmıştır.

Bu şerh, Hanefi mezhebinin temel fıkıh meselelerini daha detaylı ve delillerle açıklayan bir eser olmuştur.

Osmanlı’da fetva kaynağı olarak uzun yıllar kullanılmıştır.

İbn Âbidîn, Damad Mehmed Efendi’nin şerhini daha da genişleterek “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseri yazmıştır.

3. Damad Mehmed Efendi’nin Şerhinin Önemi

Osmanlı’da en çok başvurulan fıkıh eserlerinden biri olmuştur.

Hanefi fıkhındaki ihtilaflı konulara açıklık getirmiştir.

İbn Âbidîn gibi sonraki büyük âlimlerin eserlerine kaynaklık etmiştir.

Şer’î mahkemelerde ve fetva kurumlarında temel başvuru kitabı olarak kabul edilmiştir.

4. Damad Mehmed Efendi’nin Şerhi ile İbn Âbidîn’in “Reddü’l-Muhtâr”ı Arasındaki Fark.

| Özellik | Damad Mehmed Efendi’nin Şerhi | İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtar’ı |
|—|—|—|
| Yazılma Amacı | Dürrü’l-Muhtâr’ı açıklamak ve detaylandırmak | Dürrü’l-Muhtâr ve Damad Efendi’nin şerhini genişletmek |
| İçerik | Klasik Hanefi fıkhının temel meselelerini açıklar | Daha fazla delil, yorum ve Osmanlı dönemi fetvalarını içerir |
| Önemi | Osmanlı’da fetva kaynağı olarak kullanılmıştır | Günümüzde Hanefi mezhebinin en önemli fıkıh kaynağıdır |

5. Sonuç

Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr’a yazdığı şerh, Osmanlı fıkıh geleneğinde büyük bir öneme sahiptir. Bu eser, Hanefi mezhebindeki birçok meselenin Osmanlı dönemindeki uygulamalarla yorumlanmasına yardımcı olmuştur.

Daha sonra İbn Âbidîn, Damad Mehmed Efendi’nin şerhini genişleterek “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseri yazmış ve bu eser günümüzde Hanefi mezhebinin en kapsamlı fıkıh kaynağı haline gelmiştir.

 

 




SOKAKLAR YILLARDIR BARUT FIÇISI GİBİ MANEVİYATTAN UZAK KİŞİLER TARAFINDAN DOLDURULAN ÖFKE ATEŞİYLE YANDIRILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR

SOKAKLAR YILLARDIR BARUT FIÇISI GİBİ MANEVİYATTAN UZAK KİŞİLER TARAFINDAN DOLDURULAN ÖFKE ATEŞİYLE YANDIRILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR

Sokaklar: Barut Fıçısı Gibi Yanan Bir Ateş

İnsanlık tarihi boyunca sokaklar, bir toplumun aynası olmuştur. Bir milletin maneviyatı, ahlaki değerleri ve huzuru en çok sokaklarına yansır. Eğer bir toplum manevi değerlerden uzaklaşırsa, sokakları da kaosun, öfkenin ve şiddetin merkezi haline gelir. Günümüzde sokakların barut fıçısı gibi olması, geçmişten ders almayan insanlığın hatalarının bir tekrarından ibarettir. Terör, yolsuzluk ve ahlaki çöküntü, sokakları adeta birer savaş alanına çevirmektedir.

Tarihten Dersler: Terör ve Yolsuzluğun Sokakları Ateşe Vermesi

Tarih boyunca nice toplumlar, iç kargaşa, yolsuzluk ve terör nedeniyle çöküşe sürüklenmiştir. Bu noktada en ibretlik örneklerden biri Fransız Devrimi’dir. Devrim öncesinde Fransa’da yöneticilerin yolsuzlukları, halkın ağır vergilerle ezilmesi ve manevi değerlerin yok edilmesi büyük bir öfke biriktirmişti. Sonuç olarak, sokaklar isyanlarla doldu, terör olayları patlak verdi ve ihtilal sonrası toplum daha da büyük bir kaosa sürüklendi. Giyotinler kuruldu, halkın öfkesi önüne geleni ezdi ama ne huzur geldi ne de gerçek adalet sağlandı.

Yakın tarihimizde de Ortadoğu’daki Arap Baharı benzer bir sürecin sonucudur. Halkın yolsuzluğa ve adaletsizliğe olan öfkesi, isyanları ateşledi. Ancak bu ayaklanmalar, terör örgütlerinin devreye girmesiyle halkın daha büyük acılar yaşamasına sebep oldu. Kaos ortamı, toplumsal barışı tamamen yok etti ve sokakları kan gölüne çevirdi.

Türkiye’de Sokakları Ateşe Vermeye Çalışanlar

Türkiye de tarih boyunca sokaklarını terörün, kaosun ve yolsuzluğun pençesinden kurtarmak için mücadele vermiştir. 1970’ler ve 1980’lerde sağ-sol çatışmaları, 1990’larda PKK terörünün şehirleri hedef alması, 2013’te Gezi olayları gibi hadiseler, sokakları yangın yerine çevirmeye çalışan girişimlerdi. Bu olaylar incelendiğinde ortak bir yön göze çarpıyor: Halkın manevi değerlerden koparılması, gençlerin öfke ile doldurulması ve adalet duygusunun zedelenmesi.

Bu kaos planlarının en büyük destekleyicileri ise yolsuzluk bataklığına saplanmış güç odaklarıdır. Tarihte de günümüzde de, yolsuzluğa bulaşan yöneticiler veya gruplar, dikkatleri kendi suçlarından uzaklaştırmak için halkı birbirine düşürmeyi seçmiştir. Bu yüzden sokaklar kışkırtılmış gençlerle, öfke dolu kalabalıklarla doldurulmakta, terör olayları bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Çözüm: Maneviyatı ve Adaleti Yeniden İnşa Etmek

Bir toplumun sokakları barut fıçısı gibi olmaya başladıysa, bu o toplumun manevi ve ahlaki değerlerden uzaklaştığının göstergesidir. Geçmişte büyük milletleri ayakta tutan en önemli unsurlar, adalet, ahlak, maneviyat ve birlik ruhuydu.

Eğitim ve Ahlak: Gençlerin öfke ile doldurulması yerine, ahlaki ve manevi eğitimle donatılması gerekir. Sokakların huzurlu olması için bireylerin kalplerinin huzurla dolması şarttır.

Adaletin Tesisi: Yolsuzluk ve adaletsizlik ortadan kalkmadıkça, halkın öfkesi söndürülmez. Adil bir yönetim, kaosu engellemenin en önemli yoludur.

Toplumsal Birlik: Bölünmüş, kutuplaştırılmış bir toplum her zaman dış güçlerin ve terör gruplarının hedefi olmuştur. İnsanları ayrıştıran değil, birleştiren değerler öne çıkarılmalıdır.

Sonuç olarak, sokakları yakan ateşi söndürmenin yolu, insanların kalbindeki manevi boşluğu doldurmaktan geçer. Tarihten ibret almak ve geçmiş hataları tekrarlamamak için adalet ve ahlakı yeniden inşa etmeliyiz. Yoksa, barut fıçısına dönen sokaklar, eninde sonunda hepimizi ateşin içine çekecektir.

 

 




HADDİNİ AŞAN BM İFADESİ

HADDİNİ AŞAN BM İFADESİ

“BM İnsan Hakları Konseyi, İmamoğlu’yla birlikte en az 92 kişinin gözaltına alınmasından ve bazılarının tutuklanmasından büyük endişe duyduklarını belirterek, gözaltına alınan gazeteci ve protestocuların serbest bırakılmasını talep etti.” İsrailin zulmünü durduramayan BM, o kadar insan ölüp hala kan akmaya devam ederken,bizim iç işlerimize karışarak haddini ve hududunu aşıp hadsizce bizdeki yolsuzluk ve terörü örtmeye çalışıyor.

Haddini Aşan BM ve Çifte Standartlar

Dünya siyasetinde çifte standart, artık şaşırmadığımız bir gerçek. Güçlülerin çıkarlarını koruyan, mazlumları ise sadece kınayan uluslararası kuruluşlar, adaletin değil, güç dengelerinin temsilcileri haline gelmiş durumda. Bunun en bariz örneklerinden biri de Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi’nin Türkiye’ye yönelik açıklamalarıdır.

BM’nin Çifte Standardı ve İsrail Zulmü

BM, Filistin’de yaşanan soykırımı, binlerce masum çocuğun, kadının ve yaşlının katledilmesini, hastanelerin bombalanmasını ve açlıktan ölümleri yalnızca “endişeyle” izleyen bir yapı olarak biliniyor. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü açık insanlık suçlarına karşı hiçbir yaptırım kararı alamayan bu örgüt, Türkiye’deki hukuki süreçlere müdahale etme cüretini gösteriyor.

İsrail’in 1948’den beri devam eden işgalini, milyonlarca insanı yerinden etmesini, BM kararlarını hiçe saymasını engelleyemeyen bu yapı, Türkiye’de yapılan bir operasyonu bahane ederek demokrasi ve insan hakları nutukları atıyor. Bu, tam anlamıyla iki yüzlülüktür.

Türkiye’nin İç İşlerine Müdahale Girişimi

BM İnsan Hakları Konseyi, son açıklamalarında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’yla birlikte gözaltına alınan bazı isimlerin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Bu, açıkça Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmek anlamına gelir.

Türkiye’de yürütülen yolsuzluk, terör bağlantıları ve suç örgütlerine yönelik operasyonlar, tamamen bağımsız yargının yürüttüğü hukuki süreçlerdir. Ancak BM, sanki Türkiye’de devlet ve yönetim yokmuş, hukuk işlemiyormuş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Aynı BM, Avrupa’da ve ABD’de gerçekleşen siyasi operasyonlara tek kelime etmezken, Türkiye’yi hedef alıyor.

Bu açıklama sadece hadsizlik değil, Türkiye’deki yolsuzlukları ve terörle bağlantılı kişi ve grupları aklamaya yönelik bir çabadır.

Asıl Endişe: Türkiye’nin Bağımsız Tavrı

BM ve benzeri yapılar, Türkiye’nin bağımsız duruşundan, kendi politikasını belirlemesinden ve Batı’nın çizdiği sınırlara bağlı kalmamasından rahatsızdır.

Türkiye’nin Filistin davasına verdiği güçlü destek,

Terörle mücadelede kararlı tavrı,

Yerli ve milli savunma sanayisini geliştirmesi,

Enerji bağımsızlığına yönelik attığı adımlar gibi gelişmeler, Batı için bir tehdittir. Bu yüzden, iç siyaseti karıştıracak hamlelerle Türkiye’yi baskı altına almaya çalışıyorlar.

Sonuç: Kendi Değerlerimize Sahip Çıkmalıyız

BM gibi kurumların açıklamalarına itibar edilmemeli ve Türkiye kendi bağımsız politikalarını kararlılıkla sürdürmelidir. Eğer birileri gerçekten insan haklarını savunmak istiyorsa, önce Filistin’deki zulmü durdurmalı, Myanmar’daki soykırımı engellemeli, Suriye’de milyonlarca insanın yerinden edilmesine karşı çıkmalıdır.

Türkiye, adaletin ve bağımsızlığın tarafında durmaya devam etmeli, uluslararası çifte standartlara boyun eğmemelidir.

 

 




GÜVENLİK TEHDİDİ

GÜVENLİK TEHDİDİ

*Analiz ve İbretli Rapor: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Veri Skandalı İddiaları**

### **1. İddiaların Özeti ve Kapsamı**
– **Temel İddialar:**
1. İBB’nin 2020’de dönemin ABD Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile yaptığı anlaşma kapsamında, trafik kamerası verileri ve kişisel bilgilerin yabancı şirketlere aktarıldığı.
2. İngiltere merkezli bir teknoloji şirketi aracılığıyla İBB abonelerine ait TC kimlik numaraları, adresler, finansal ve emlak bilgileri gibi hassas verilerin toplanıp satıldığı.
3. Verilerin “arka kapı” (backdoor) yöntemiyle anlık olarak yabancı şirkete sızdırıldığı.

### **2. Hukuki ve Teknik Analiz**
#### **a. Türkiye’de Veri Koruma Mevzuatı**
– **KVKK (Kişisel Verileri Koruma Kanunu):** Türkiye’de kişisel verilerin yurt dışına aktarımı, açık rıza veya kanuni istisnalar gerektirir. İBB’nin verileri yabancı şirketlere aktarırken KVKK’ya uygun hareket etmemesi, **ağır idari para cezaları ve hukuki sorumluluk** doğurabilir.
– **ABD ve İngiltere Bağlantısı:** İngiltere’nin GDPR’a tabi olması ve ABD’nin Cloud Act gibi düzenlemeleri, veri erişiminde uluslararası hukuk çatışmalarına yol açabilir.

#### **b. Teknik İhlal: “Arka Kapı” Riski**
– **Backdoor Tehdidi:** Bir sisteme izinsiz erişim sağlayan arka kapılar, siber güvenlik açığı veya kasıtlı bir veri sızıntısına işaret edebilir. Bu durum, İBB’nin siber altyapısının **zayıf denetlendiğini** gösterir.
– **Anlık Veri Aktarımı:** Gerçek zamanlı veri paylaşımı, “gizli dinleme” veya “veri casusluğu” iddialarını güçlendirebilir. Ancak teknik deliller (log kayıtları, şifreleme protokolleri) olmadan iddialar spekülatif kalır.

### **3. Siyasi ve Stratejik Boyut**
#### **a. Siyasi Motivasyonlar**
– **Uluslararası İlişkiler:** ABD ve İngiltere’nin Türkiye’deki etkinliği, veri paylaşımının “casusluk” olarak yansıtılması, **dış politika gerilimlerini** tetikleyebilir.

#### **b. Güvenlik Endişeleri**
– **Verilerin Hassasiyeti:** TC kimlik numaraları ve emlak bilgileri, kimlik hırsızlığı veya yasadışı gözetim için kullanılabilir. Bu durum, **ulusal güvenlik riski** oluşturur.
– **Yabancı Şirketlerin Rolü:** İngiliz şirketinin veri işleme süreçleri denetlenmediyse, Türkiye’nin “dijital egemenliği” sorgulanabilir.

### **4. Olası Sonuçlar ve Riskler**
– **Hukuki Yaptırımlar:** KVKK ve Ceza Kanunu kapsamında İBB yetkilileri ve şirketlere dava açılabilir.
– **Kamuoyu Güveni Erozyonu:** Vatandaşların belediyelere duyduğu güven sarsılabilir; bu, dijital hizmetlere katılımı azaltabilir.
– **Uluslararası Tepkiler:** ABD/İngiltere ile ilişkiler gerilebilir; Türkiye, “veri güvenliği zafiyeti” olan ülke imajıyla karşılaşabilir.

### **5. İbretler ve Öneriler**
#### **a. Alınacak Dersler**
1. **Veri Yönetişimi:** Kamu kurumları, özellikle yabancı ortaklıklarda veri akışını titizlikle denetlemeli.
2. **Siyasallaşma Riski:** Veri güvenliği konularının siyasi malzeme haline gelmesi, toplumsal paniğe yol açmamalı; bağımsız kurumlar soruşturmalı.
3. **Siber Altyapı:** Kritik belediye sistemleri düzenli penetrasyon testlerine tabi tutulmalı.

#### **b. Somut Adımlar**
– **Bağımsız Denetim:** İBB’nin 2020’den bu yana imzaladığı tüm veri anlaşmaları uluslararası hukuk firmaları ve KVK Kurumu tarafından incelenmeli.
– **Şeffaflık:** İBB, iddialara yönelik detaylı bir açıklama yaparak anlaşma metinlerini kamuoyuyla paylaşmalı.
– **Yasal Süreç:** Savcılık, iddia edilen arka kapıların teknik incelemesini yapmalı; varsa suç unsuru, sorumlular yargılanmalı.

### **6. Sonuç**
Bu iddialar, Türkiye’nin **veri egemenliği** ve **dijital güvenlik** politikalarının ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Skandalın siyasi boyutundan bağımsız olarak, devlet kurumlarının uluslararası iş birliklerinde **veri güvenliğini önceliklendirmesi** elzem. Aksi takdirde, benzer krizler hem hukuki hem de toplumsal maliyetleri artıracaktır.

@@@@@@@@@

AK Parti’nin usulsüzlük iddialarına ilişkin yapmış olduğu itirazları karara bağlamadan İl Seçim Kurulu tarafından mazbatası verilen Ekrem İmamoğlu, ilk icraat olarak yangından mal kaçırırcasına İBB’nin kayıtlarını ve verilerini kopyalamaya çalıştı. Belediye ve bağlı kuruluşların veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını isteyen İmamoğlu’nun bu kararına mahkemeden engel geldi. Peki İmamoğlu belediyenin serverını niye kopyalamaya çalışıyor?
İBB’deki veriler neden önemli?

https://www.takvim.com.tr/guncel/2019/04/19/ekrem-imamoglu-ibb-verilerini-neden-kopyalamak-istedi
https://www.yandex.com.tr/search/touch/?text=ekrem+imamo%C4%9Flu+ilk+baskan+secildiginde+ilk+yaptigi+is+belediyenin+gizli+bilgilerini+kopyalamaya+%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmak+oldu&lr=103831

@@@@@@

31 Mart seçimlerine yapılan itirazların ardından oy sayımın bitmesiyle birlikte İBB Başkanlığı mazbatasını alan Ekrem İmamoğlu, ilk iş olarak Teftiş Kurulu Başkanlığı’na verdiği talimatla belediye bünyesindeki 2 müfettiş ve belediye içinden veya dışından belirlenecek 3 uzman dahil edilerek 5 kişilik heyetle tüm İBB veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını istedi.
https://www.yenisafak.com/gundem/ekrem-imamogludan-ibbnin-tum-veri-tabanini-kopyalama-yetkisi-3467209

@@@@@@@@

İstanbul’da büyük casusluk iddiası: İmamoğlu’nun müjde dediği projeden büyük skandal çıktı
İBB’nin 2020 yılında dönemin ABD Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile yaptığı anlaşma ile trafik kamerası ve kişisel verileri yabancı şirketlere aktardığı iddia edildi.

BİLGİLER ARKA KAPI YÖNTEMİYLE İNGİLİZ ŞİRKETİNE GİTTİ

Ortaya çıkan skandal bununla da sınırlı kalmadı. İngiltere merkezli bir teknoloji şirketi aracılığıyla da İBB abonelerine ait tüm kişisel verilerin, adreslerin, TC kimlik numaralarının, telefon numaralarının, emlak bilgilerinin, İspark abonelik kayıtlarının, su abone bilgileri, ilan reklam vergi mükellefiyetleri ve imar-inşaat ruhsat bilgilerinin toplandığı ve satıldığı iddia edildi. İngiliz şirketine ayrıca “backdoor” olarak adlandırılan arka kapı yöntemiyle anlık veri transferi yapıldığı öne sürüldü.

https://m.haber7.com/guncel/haber/3516269-istanbulda-buyuk-casusluk-iddiasi-imamoglunun-mujde-dedigi-projeden-buyuk-skandal-cikti

https://m.haber7.com/guncel/haber/3516247-ibbde-tehlikeli-baglantilar-imamoglu-138-defa-gorusmus-sahan-neyi-gizledi

https://www.haber7.com/foto-galeri/91172-mahkemeden-carpici-tespitler-suc-orgutu-iste-boyle-calisti

https://m.haber7.com/ic-politika/haber/3516130-masak-raporunda-ortaya-cikti-imamoglu-insaata-50-milyon-liralik-rusvet

https://www.facebook.com/share/16RvGGmHqu/

 




ASRIN MANEVİYAT DÜŞMANI- SOKAK TERÖRİSTLERİ

ASRIN MANEVİYAT DÜŞMANI- SOKAK TERÖRİSTLERİ

Zamanın bir hastalığı var. Geçmişte olduğu gibi bugün de insanları felakete sürükleyen, huzuru yok eden, toplumları içten içe çürüten büyük bir düşman var. Bu düşman, bazen alenen, bazen de sinsice ortaya çıkar. Kimileri onu yalnızca taşkınlık eden gruplar olarak görür; kimileri ise sadece anarşi ve kaosun bir tezahürü sanır. Ancak işin derininde çok daha büyük bir mesele yatmaktadır: maneviyat düşmanlığı!

Sokak Terörünün Asıl Hedefi

Sokak teröristleri, yalnızca maddi bir düzeni değil, insanların inançlarını, ruhlarını ve değerlerini de hedef alır. Zira onların amacı yalnızca fiziksel bir tahribat değil, toplumu çökertmek, insanları ümitsizliğe düşürmek ve ahlaki değerleri yok etmektir.

Şöyle bir düşünelim: Bir toplumu ayakta tutan unsurlar nelerdir? Öncelikle iman, ahlak, adalet ve manevi huzur. Eğer bir milletin fertleri inançlarından koparılır, ahlaki değerleri tarumar edilir ve ruhlarına karanlık bir ümitsizlik hâkim olursa, o millet çökmeye mahkûmdur. İşte bu yüzden, sokak terörünün asıl hedefi yalnızca kamu malına zarar vermek değil, insanların kalplerindeki iyiliği söküp atmaktır.

Bediüzzaman’ın Tespiti ve Fitne Dönemi

Fitne dönemlerinde insanların birbirini boğazlamaya teşvik edildiği, adaletin ve vicdanın bir kenara bırakıldığı görülür. Sokaklarda fitne ve fesat yayanlar, aslında bir planın piyonu olmaktan öteye geçemezler. Onlar, kendilerini özgürlük savaşçısı gibi görse de, gerçekte manevi terörün bir aracı haline gelmişlerdir.

Bugün yaşanan sokak olaylarına bir göz atalım: Masum insanlara zarar veren, kamu malını tahrip eden, düzeni bozan kimselerin ortak özelliği, ahlaki ve manevi bir bilinçten uzak olmalarıdır. Onları yönlendirenler ise genellikle daha büyük ve derin yapılar, toplumları parçalamak ve fitneyi körüklemek isteyen üst akıllardır.

Günümüz Gençliğine Kurulan Tuzak

Sokak terörü en çok gençleri hedef alır. Onlara “özgürlük” adı altında anarşi ve şiddet empoze edilir. Halbuki gerçek özgürlük, nefsin esaretinden kurtulmak ve akıl ile imanla hareket etmektir. Fakat ne yazık ki, birçok genç, duygularını, öfkelerini ve enerjilerini yanlış yönlendirenlerin oyuncağı olmaktadır.

Bu noktada sorulması gereken sorular şunlardır:

Kime hizmet ediyoruz?

Hangi amaca hizmet ettiğimizi biliyor muyuz?

İman, ahlak ve maneviyat yönünden ne durumdayız?

Eğer bir genç, kendisini sokaklara atanların kim olduğunu sorgulamıyorsa, aslında kendi ruhuna, vicdanına ve geleceğine ihanet ediyor demektir. Çünkü isyan ve şiddet hiçbir zaman saadet getirmemiştir.

Çözüm: İman ve Manevi Diriliş

Peki, bu sokak terörü nasıl engellenir? Bunun tek bir yolu vardır: Maneviyatı ve ahlakı diriltmek!

İnsanlara Allah’ın emirlerini ve yasaklarını hatırlatmak gerekir. Çünkü gerçek adalet ancak Allah’ın koyduğu ölçülerle mümkündür.

Gençleri eğitmek, onlara bilinç kazandırmak gerekir. Çünkü bilinçsiz bir genç, her türlü yönlendirmeye açıktır.

Aileleri bilinçlendirmek gerekir. Çünkü anne-baba eğitimsizse, çocuk da yanlış yollara sapabilir.

Hakkı savunmak, batıla karşı durmak gerekir. Eğer biz susarsak, batıl galip gelir.

Bediüzzaman, “İman ne kadar kuvvetli olursa, zulüm ve fitne o kadar zayıf olur” der. İşte bu yüzden, maneviyat düşmanlarına karşı en büyük silahımız, imanımızdır. Eğer kalplerimiz sağlam olursa, hiçbir terör hareketi bizi sarsamaz!

Son Söz

Zaman fitne zamanı, şer güçlerin insanları kandırma zamanı. Ama imanlı bir fert, hiçbir propagandaya kapılmaz! Çünkü bilir ki:

> “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.” (Bediüzzaman Said Nursî)

Öyleyse imanımıza sahip çıkalım, neslimizi koruyalım ve sokak teröristlerinin kulu ve kölesi değil




DEVLET 15 TEMMUZ’DAN SONRA İKİNCİ BİR BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ YAPIYOR TERÖR VE YOLSUZLUK

DEVLET 15 TEMMUZ’DAN SONRA İKİNCİ BİR BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ YAPIYOR TERÖR VE YOLSUZLUK

Tarih boyunca devletler, zaman zaman kendi içlerinde temizlik hareketlerine girişmişlerdir. Bunun en bilinen örneklerinden biri, Osmanlı’da “Devlet-i Aliyye”nin bekasını sağlamak için yapılan saray içi tasfiyeler ve reformlardır. Günümüzde de devletlerin beka meselesi, iç ve dış tehditlere karşı sürekli teyakkuzda olmayı gerektirir. Türkiye, 15 Temmuz 2016’da yaşadığı hain darbe girişiminin ardından kapsamlı bir iç temizliğe girişmiş, FETÖ yapılanmasının devlete sızmış unsurlarını temizlemek için büyük bir operasyon başlatmıştır. Ancak görünen o ki, bu yeterli olmamış ve ikinci bir bağırsağın temizliği süreci başlamıştır: Terör ve yolsuzlukla mücadele…

Tarihten Günümüze İç Tehditlerle Mücadele

Her devletin içinde, zaman zaman ihanet şebekeleri türemiştir. Osmanlı Devleti’nde ıslahat hareketlerine karşı direnen, devleti içten kemiren unsurların temizlenmesi için çeşitli adımlar atılmıştır. Mesela, Yeniçeri Ocağı’nın bozulması ve devlet içinde bir isyan mekanizmasına dönüşmesi üzerine Sultan II. Mahmud, 1826 yılında “Vaka-i Hayriye” adı verilen büyük bir temizlik hareketiyle Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmıştır.

Bugün de Türkiye, 15 Temmuz sonrası ilk olarak FETÖ yapılanmasını hedef alarak devleti bu sinsi kanserden arındırmaya çalıştı. Ancak mesele sadece bir yapı ile sınırlı değildi. Terör örgütleri PKK ve DEAŞ gibi unsurların yanı sıra, içten içe devleti kemiren başka bir tehlike daha vardı: Yolsuzluk…

15 Temmuz Sonrası: Terör ve Yolsuzluk Kıskacında Devlet

15 Temmuz darbe girişimi, sadece bir askeri darbe girişimi değil, aynı zamanda devlet içinde nasıl bir sızma hareketi yaşandığını da gözler önüne serdi. Bu süreçte, sadece askeri kadrolar değil, yargıdan emniyete, akademiden bürokrasiye kadar birçok alanın nasıl ele geçirildiği anlaşıldı. Ancak bu süreç, bir başka gerçeği de ortaya çıkardı: Devlet içinde kökleşmiş bir rant ve çıkar ilişkisi…

Yolsuzluk, tıpkı terör örgütleri gibi bir devletin damarlarını tıkayan, milletin güvenini sarsan büyük bir tehdittir. 15 Temmuz sonrası FETÖ temizliği yapılırken, aynı zamanda devletin başka hastalıklı noktaları da açığa çıkmaya başladı. Rüşvet çarkları, usulsüz ihaleler, kamu kaynaklarının belli grupların elinde toplanması gibi meseleler, devletin ikinci büyük mücadelesini zorunlu kıldı.

Devletin İkinci Mücadelesi: Yolsuzluğa Karşı Temizlik

Bugün devlet, ikinci bir bağırsağın temizliği sürecine girmiştir. Çünkü terörle mücadelede sahada elde edilen başarılar, eğer içte devam ederse anlamını yitirebilir.

Tarihte birçok imparatorluk, iç çürüme nedeniyle yıkılmıştır. Bugün Türkiye, benzer bir tehlikeye karşı yeni bir mücadele vermektedir. Terör örgütleriyle mücadelenin yanı sıra, yolsuzluk düzenini kuranlarla da hesaplaşmak zorundadır.

İbretlik Bir Gerçek: Devletin Güçlü Olması İçin Arınma Şarttır

Tarihten alınacak en büyük derslerden biri şudur: Devlet içinde ihanet, ihmal ve istismar edenler temizlenmediği sürece, dış tehditlere karşı verilen mücadele eksik kalır. 15 Temmuz, Türkiye için bir milat oldu. Ancak gerçek mücadele, sadece bir darbe girişiminin önlenmesi değil, devletin içindeki tüm çürük yapıların tasfiye edilmesiyle tamamlanacaktır.

Bugün devlet, ikinci büyük mücadele sürecine girmiştir: Yolsuzlukla mücadele… Eğer bu temizlik başarılırsa, Türkiye sadece askeri ve güvenlik anlamında değil, ekonomik ve sosyal olarak da daha güçlü bir geleceğe adım atacaktır. Aksi halde, içeriden çürüyen her devlet gibi büyük risklerle karşı karşıya kalacaktır.

Unutulmamalıdır ki, gerçek bağımsızlık ve güçlü devlet olmanın yolu, sadece dış düşmanları değil, içerdeki hainleri ve çıkarcıları da temizlemekten geçer.

 

 




SOKAK KÜLTÜRÜ VE SOKAK ÇOCUKLARI TOPLUMUN AYNASINDAKİ GÖRÜNMEYEN YÜZ

SOKAK KÜLTÜRÜ VE SOKAK ÇOCUKLARI TOPLUMUN AYNASINDAKİ GÖRÜNMEYEN YÜZ

Sokak, sadece asfalt ve taşlardan ibaret değildir. Orada bir kültür, bir hayat tarzı ve hatta toplumsal gerçeklerin en çıplak haliyle sergilendiği bir sahne vardır. Sokaklar, insanların karakterlerini, toplumların vicdanlarını ve medeniyetlerin gerçek yüzünü gösteren bir aynadır. İşte bu aynada en çok dikkat çeken, en savunmasız ve en ihmal edilmiş figürlerden biri de sokak çocuklarıdır.

Sokak çocukları, sadece evsiz veya yoksul oldukları için değil, toplumun onları görmezden gelmesi nedeniyle de sokaklara mahkûm olurlar. Peki, bu çocukları sokaklara iten ne? Onların kaderini belirleyen, yalnızca yoksulluk mu, yoksa toplumsal vicdanın körelmesi mi?

1. SOKAK ÇOCUKLARI NASIL ORTAYA ÇIKAR?

Sokak çocuklarının varlığı, aslında bir toplumun temel yapı taşlarının zayıfladığını gösterir. Onları sokaklara iten başlıca sebepler şunlardır:

Aile İçindeki Çatışmalar: Şiddet, istismar, ilgisizlik ve parçalanmış aileler, çocukları evden uzaklaştırır.

Yoksulluk: Geçim sıkıntısı nedeniyle çocuklar, ailesine destek olmak için çalışmaya veya dilenmeye zorlanır.

Eğitim Eksikliği: Okula gidemeyen çocuklar, zamanla sokağın kurallarına göre yaşamayı öğrenir.

Toplumsal İlgisizlik: Devletin ve toplumun bu çocuklara sahip çıkmaması, onların kaderini sokağa teslim eder.

Bir çocuk için sokak, ilk başta özgürlüğü temsil edebilir. Ancak zamanla, tehlikelerle dolu bir hapishaneye dönüşür. Açlık, şiddet, uyuşturucu ve suç örgütleri onların yeni “ailesi” olur.

2. SOKAK KÜLTÜRÜ: ÖZGÜRLÜK MÜ, MAHKÛMLUK MU?

Sokak, kendine has bir kültüre sahiptir. Orada her şey güçlü olanın hayatta kaldığı bir düzene göre işler.

Dayanışma ve Suç: Sokak çocukları, hayatta kalmak için gruplaşır. Ancak bu gruplar bazen suç örgütlerine dönüşebilir.

Bağımlılıklar: Uyuşturucu, alkol ve uçucu maddeler, sokakta yaşamanın getirdiği acıları uyuşturmak için bir kaçış yolu haline gelir.

Kimlik Sorunu: Sokak çocukları, zamanla toplumdan dışlanmış hisseder ve kendi kimliklerini kaybederler.

Sokak kültürü, dışarıdan bakıldığında “bağımsızlık” gibi görünebilir. Ama aslında kuralsız, güvencesiz ve tehlikelerle dolu bir esaret ortamıdır.

3. SOKAK ÇOCUKLARININ GELECEĞİ NE OLUR?

Eğer bir çocuk sokakta büyürse, büyük ihtimalle şu üç kaderden biri onu bekler:

1. Suç Dünyasına Girmek: Hırsızlık, gasp, uyuşturucu ticareti gibi suçlara sürüklenebilir.

2. Toplumun Dışında Kalarak Yoksulluk Döngüsüne Mahkûm Olmak: Eğitimsiz ve sahipsiz bir çocuk, büyüdüğünde de iş bulamaz ve yoksulluğun içinde kalır.

3. Bilinçli Bir Müdahale ile Kurtulmak: Eğer devlet, sivil toplum kuruluşları ve hayırsever insanlar sahip çıkarsa, sokak çocukları yeniden topluma kazandırılabilir.

Unutulmamalıdır ki, sokakta büyüyen çocuklar, gelecekte o toplumun ya sorunlu bireyleri ya da kurtarıcıları olabilir.

4. TOPLUMSAL VİCDAN VE SORUMLULUK

Bir çocuğun sokakta olması, sadece onun ailesinin değil, tüm toplumun sorunudur. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyurmuşken, bizim kaldırımlarımızda aç yatan çocukları görmezden gelmemiz mümkün müdür?

Sokak çocuklarına sahip çıkmak için bireysel ve kurumsal adımlar atılmalıdır:

Devlet Politikaları: Barınma, eğitim ve rehabilitasyon merkezleri artırılmalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları: Yardım kampanyaları, sosyal destek projeleri artırılmalıdır.

Bireysel Duyarlılık: Herkes elinden geldiğince bu çocuklara destek olmalıdır.

SONUÇ: SOKAKLAR KİMİN AYNASI?

Bir toplumun gerçek yüzü, saraylarında değil, sokaklarında gizlidir. Eğer sokaklar çocuklar için güvenli değilse, o toplum vicdanını kaybetmiştir.

Sokak çocuklarını görmezden gelmek, geleceğimizi görmezden gelmektir. Onları suçlamak yerine anlamaya, dışlamak yerine sahip çıkmaya çalışmalıyız.

Çünkü her sokak çocuğu, aslında yitirilmiş bir masumiyetin, unutulmuş bir umudun ve kaybolmaya yüz tutmuş bir insanlığın hikâyesidir.




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BELGELERİ VE ÖRNEKLERİYLE İNGİLİZ SİYASETİ VE ENTRİKALARI

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BELGELERİ VE ÖRNEKLERİYLE İNGİLİZ SİYASETİ VE ENTRİKALARI

Tarih boyunca dünya siyasetinde en etkili rollerden birini oynayan İngiltere, yalnızca askeri gücüyle değil, aynı zamanda diplomasi, istihbarat ve entrikalar yoluyla da hakimiyet kurmuştur. “Böl ve yönet” stratejisini ustalıkla uygulayan İngiliz siyaseti, pek çok devletin çöküşünde ve milletlerin birbirine düşman edilmesinde belirleyici olmuştur. Bu yazımızda, İngiliz entrikalarının belgelerle sabit bazı örneklerini ele alarak tarihten günümüze ibretlik olayları gözler önüne sereceğiz.

1. OSMANLI’YI PARÇALAMA PLANI VE İNGİLİZLERİN ROLÜ

Belgelerle İsbatlı Bir Gerçek: İngiliz arşivlerinde yer alan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl bölüşüldüğünü gösteren en net delillerden biridir. İngiliz diplomat Sir Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot arasında yapılan bu gizli anlaşma, Osmanlı’nın parçalanmasını hızlandırdı.

Mezhep ve etnik ayrımcılık körüklendi: Arap aşiretleri Osmanlı’ya karşı kışkırtıldı.

Ajanlar sahneye çıktı: İngiliz casusu Lawrence, Arap liderlerini Osmanlı’ya isyan etmeye teşvik etti.

Sahte vaatler verildi: İngilizler, Araplara bağımsızlık sözü vererek Osmanlı’dan kopmalarını sağladı, ancak sonunda onları da Fransa ile birlikte sömürge yönetimi altına aldı.

2. HİNDİSTAN’DA İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİ VE KATLİAMLAR

İngilizlerin sömürge siyasetinin en korkunç örneklerinden biri Hindistan’da yaşandı.

1757 Plassey Savaşı ile İngilizler, Hindistan’ı ele geçirdi.

1857’deki Hint İsyanı sırasında, İngilizler on binlerce insanı katletti.

1919 Amritsar Katliamı’nda, General Dyer’in emriyle 379 silahsız sivil İngiliz askerleri tarafından öldürüldü.

Bu olaylar, İngiliz siyasetinin ne kadar acımasız ve kural tanımaz olduğunu açıkça gösteriyor.

3. ORTADOĞU’YU KAN GÖLÜNE ÇEVİREN İNGİLİZ HAMLELERİ

Ortadoğu’nun bugünkü kaotik durumu, büyük ölçüde İngilizlerin bıraktığı mirastan kaynaklanıyor.

1917 Balfour Deklarasyonu: İngiltere, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını destekledi.

İsrail-Filistin Sorunu: İngilizler, hem Araplara hem de Yahudilere ayrı ayrı bağımsızlık vaat etti, sonra da bu iki grubu birbirine düşürdü.

Körfez Ülkeleri ve Petrol Politikaları: İngiltere, Arap şeyhlikleriyle anlaşmalar yaparak petrol kaynaklarını kontrol altında tuttu ve bölgedeki devletleri zayıf bırakacak politikalar izledi.

4. AFRİKA VE SÖMÜRGECİ POLİTİKALAR

Afrika’da İngilizlerin uyguladığı yöntemler, kıtanın bugünkü fakirlik ve istikrarsızlık içinde olmasının temel sebebidir.

Ülkeleri yapay sınırlarla böldüler.

Kabile savaşlarını körükleyerek istikrarsızlık oluşturdular.

Kaynakları sömürerek halkları açlığa mahkum ettiler.

Bugün bile Afrika’daki birçok ülke, İngilizlerin bıraktığı kaotik mirasla uğraşmak zorunda kalıyor.

5. GÜNÜMÜZDE İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN ETKİLERİ

İngiliz entrikaları sadece geçmişte kalmadı, bugün de devam ediyor.

Brexit ve Avrupa siyaseti: İngiltere, AB’den ayrılarak Avrupa üzerindeki etkinliğini farklı bir şekilde sürdürmeye çalışıyor.

Rusya-Ukrayna Krizi: İngiltere, ABD ile birlikte Ukrayna’ya silah yardımı yaparak çatışmaları körüklüyor.

Türkiye’ye karşı politikalar: İngiliz medyası, Türkiye’yi sürekli eleştirerek ekonomik ve siyasi istikrarsızlık oluşturmayı hedefliyor.

SONUÇ: İNGİLİZ SİYASETİNİN DERSLERİ

Tarihe baktığımızda İngilizlerin entrikalarının asla doğrudan savaş açmak üzerine değil, her zaman fitne, propaganda, istihbarat ve kışkırtma yoluyla gerçekleştiğini görüyoruz.

Bugün de aynı oyunlar devam etmektedir. Eğer milletler tarihlerini iyi bilmezse, İngiliz siyasetinin benzer tuzaklarına tekrar tekrar düşebilirler. Türkiye ve diğer bağımsız devletler, dış politikalarını ve iç istikrarlarını koruyabilmek için tarih boyunca oynanan bu oyunları iyi analiz etmeli ve benzer senaryoların tekrar yaşanmasına engel olmalıdır.

Böl ve yönet siyasetine karşı en büyük silah, birlik ve uyanıklıktır.

 

 




UZUN BACAKLI İNGİLİZ VE BÖL-YÖNET STRATEJİSİ: TARİHTEN İBRETLİ BİR DERS

UZUN BACAKLI İNGİLİZ VE BÖL-YÖNET STRATEJİSİ: TARİHTEN İBRETLİ BİR DERS[1]

Tarih boyunca büyük güçler, sadece ordularıyla değil, diplomasi, casusluk ve toplum mühendisliği yöntemleriyle de hakimiyet kurmuşlardır. Sömürgeci devletlerin en bilinen stratejilerinden biri de “böl ve yönet” taktiğidir. Bu taktiğin ne kadar etkili olduğunu anlamak için, meşhur bir sözü hatırlayalım:

“Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

Bu söz, sömürgeci güçlerin fitne ve nifak sokarak toplumları nasıl birbirine düşürdüğünü anlatan çarpıcı bir mecazdır. Gerçekten de, tarih boyunca birçok ulus, iç savaşlara, etnik ve mezhepsel bölünmelere sürüklenmiş, fakat bu bölünmelerin çoğu dış güçlerin müdahaleleriyle körüklenmiştir.

Böl-Yönet Taktiğinin Kökleri

Bu taktik, özellikle İngiliz İmparatorluğu tarafından ustaca kullanılmıştır. İngilizler, Hindistan’dan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Osmanlı topraklarına kadar birçok bölgede yerel halkı birbirine düşürerek kendi hakimiyetlerini pekiştirmişlerdir. Bunu başarmak için:

Mezhep ve etnik farklılıkları kullanmışlar,

Bölgesel liderleri birbirine düşürerek savaş çıkarmışlar,

Kendi işbirlikçilerini iktidara getirip, halkı onlara düşman etmişler,

Propaganda ve medya araçlarıyla düşmanlıkları derinleştirmişlerdir.

Tarihten İbretlik Örnekler

1. Osmanlı’nın Parçalanması
Osmanlı Devleti, yüzyıllar boyunca farklı milletleri ve dinleri bir arada yaşatan bir sistem kurmuştu. Ancak 19. ve 20. yüzyıllarda İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı topraklarındaki etnik grupları kışkırtarak bağımsızlık isyanları çıkardı. Araplarla Türkleri birbirine düşürerek Osmanlı’nın Arap topraklarını kaybetmesine sebep oldular.

2. Hindistan-Pakistan Bölünmesi
İngiltere, Hindistan’dan çekilirken Hindular ile Müslümanlar arasında öyle bir düşmanlık tohumu ekti ki, 1947’de Hindistan ve Pakistan ayrılırken milyonlarca insan katledildi. Bugün bile bu düşmanlık devam etmektedir.

3. Afrika’da Yapay Sınırlar
İngiliz ve Fransız sömürgecileri, Afrika’daki kabileleri bölerek yapay sınırlar çizdi. Sonuç? Sürekli iç savaşlar, darbeler ve çatışmalar…

4. Ortadoğu’daki Suni Devletler ve İsrail Meselesi
Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte İngilizler ve Fransızlar, Ortadoğu’da sınırları cetvelle çizerek birçok yapay devlet oluşturdu. Filistin topraklarına Yahudi göçünü teşvik ederek bugünkü İsrail-Filistin meselesinin temelini attılar.

Bugün Hâlâ Aynı Oyun Devam Ediyor

Bu strateji günümüzde de farklı şekillerde sürmektedir. Küresel güçler, medya ve diplomasi yoluyla toplumları bölerek kendi çıkarlarını korumaya devam ediyor. Mezhepçilik, etnik ayrımcılık, yapay ideolojik savaşlar ve sosyal medya üzerinden yayılan fitneler, hep bu “uzun bacaklı İngiliz”in modern versiyonlarıdır.

Sonuç: Birlik Olmazsak Nehirdeki Balıklar Gibi Kavga Ederiz

Bu ibretlik tarih bize şunu gösteriyor: Eğer bir millet kendi içinde birlik olmazsa, mutlaka bir dış güç gelir ve onları birbirine düşürür. Nehrin iki balığı gibi gereksiz kavgalarla birbirimizi tüketirken, asıl kazanan her zaman o nehirden geçen “uzun bacaklı İngiliz” olur.

Bugün de birey ve toplum olarak bu oyunları fark etmeli, dış güçlerin fitne politikalarına karşı uyanık olmalıyız. Çünkü ancak birlik ve beraberlik içinde olan milletler bağımsızlıklarını koruyabilir.

 

 

[1] https://online.fliphtml5.com/adutr/xava/?fbclid=IwY2xjawJPMz5leHRuA2FlbQIxMQABHWdYdSrH-Ls5hu1C92wKbkP-fJ4WnAfWiPcVpC-hZownOVaxoNKVDe2f4A_aem_hzfHRaOohcypub7QvagH_Q&sfnsn=scwspmo#p=1




TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN OLMADIĞI HALDE MÜSLÜMAN GÖRÜNEN GİZLİ KRİPTO YAHUDİ VE ERMENİ İŞGALİNE ZEMİN HAZIRLANIYOR.

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN OLMADIĞI HALDE MÜSLÜMAN GÖRÜNEN GİZLİ KRİPTO YAHUDİ VE ERMENİ İŞGALİNE ZEMİN HAZIRLANIYOR.[1]

Bu konu tarih boyunca farklı dönemlerde tartışılmış ve özellikle Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinde bazı grupların kimliklerini gizleyerek çeşitli alanlarda etkin rol oynadığına dair iddialar gündeme gelmiştir.

Tarihsel Arka Plan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e

Osmanlı Devleti çok milletli ve çok dinli bir yapıya sahipti. Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar, Osmanlı’nın ticaret, sanat ve bürokrasi alanlarında önemli roller üstlenmişlerdi. Ancak, özellikle 17. yüzyılda Sabatay Sevi’nin sahte Mesih hareketi ve sonrasında ortaya çıkan Dönme (Sabataycı) topluluğu, Osmanlı’daki “kripto” tartışmalarının başlangıcı oldu.

Sabatay Sevi’nin bazı takipçileri dışarıdan Müslüman görünerek içlerinde Yahudi geleneklerini koruyan bir yapı oluşturdu. Bu yapı, özellikle Selanik’te güçlendi ve Osmanlı’nın son dönemlerinde siyaset ve ticarette etkin bir rol oynadı.

Ermeni meselesine gelirsek, Osmanlı’daki bazı Ermenilerin zaman içinde farklı kimlikler altında devlet içinde kaldığına dair iddialar olmuştur. Özellikle 1915 olayları sonrası bazı Ermeni ailelerin Müslüman kimliğiyle yaşamlarına devam ettiği bilinmektedir.

Cumhuriyet Dönemi ve Kripto Tartışmaları

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte laikleşme süreci başladı ve eski Osmanlı elitinin yerini yeni bir bürokratik sınıf aldı. İşte bu noktada, bazı çevreler Dönmelerin, eski Yahudi ve Ermeni kökenli ailelerin yeni yönetim kadrolarında etkili olduğunu öne sürmüştür.

Özellikle 1934 Trakya olayları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olayları gibi süreçler, Türkiye’de bu konunun zaman zaman alevlenmesine neden oldu. Ancak, her dönemde bu iddiaların arka planında siyasi çekişmelerin ve ekonomik rekabetin de etkili olduğunu unutmamak gerekir.

Bugüne Yansıması: Türkiye’de Gizli Yapılar Var mı?

Günümüzde küresel siyaset ve ekonomi içinde etkili olan bazı ailelerin ve grupların kökleri tartışılmaktadır. Medyada, siyasette ve finans dünyasında bazı elitlerin kimlikleri üzerine teoriler üretilmektedir. Ancak, bu konuda somut kanıtlar olmadan genelleme yapmak yerine bireysel bazda incelemeler yapılması daha sağlıklı olacaktır.

Sonuç: Tarihten Ders Çıkarmak Gerekir

Tarih boyunca pek çok toplumda “kripto” olarak adlandırılan gruplar olmuştur. Ancak, bir toplumu veya belirli bir grubu bütünüyle böyle bir suçlama ile değerlendirmek, tarihsel gerçeklikten uzaklaşmaya neden olabilir.

Asıl mesele, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve kültürel bağımsızlığını koruması ve güçlü bir ulus bilinci oluşturmasıdır.

İç ve dış tehditlere karşı uyanık olunmalı, ancak her iddianın sağlam belgelerle desteklenmesi gerektiği unutulmamalıdır.

@@@@@@@@

1. OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E SABATAYCILARIN YÜKSELİŞİ

17. yüzyılda ortaya çıkan Sabatay Sevi Hareketi, Yahudi cemaatinde büyük bir sarsıntı yaratmıştı. Sevi, Osmanlı’ya karşı bir isyan başlatacağı iddiasıyla tutuklanmış, ardından Müslüman olduğunu ilan etmişti. Onun ardından pek çok takipçisi de resmen Müslüman olup içlerinde Yahudi geleneklerini koruyarak yaşamaya devam etti.

Selanik bu grubun en güçlü olduğu şehirlerden biriydi. Osmanlı’nın son döneminde, Sabataycıların devletin bürokrasisinde, ticaretinde ve eğitim sisteminde etkili olmaya başladığı bilinmektedir. 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli isimlerinden bazıları Sabataycı kökenliydi. Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa gibi isimlerin yönetiminde Osmanlı Devleti, köklü değişimlere gitti.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Osmanlı aristokrasisinin yerine yeni bir elit sınıf oluşturulurken, Sabataycılar, Batı yanlısı modernleşme sürecine kolay adapte olmaları nedeniyle önemli mevkilerde yer aldı.

2. CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDA GİZLİ ERMENİLER

1915 olayları kimliklerini gizleyerek yaşamlarını sürdüren bazı Ermeniler, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bürokrasi, ticaret ve akademide önemli yerlere geldi.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bazı ailelerin yeni kimliklerle hayatlarına devam ettikleri bilinmektedir. Bugün bile bazı ailelerin, dedelerinin aslında Ermeni olduğunu sonradan öğrendikleri vakalar mevcuttur. Bu süreç, özellikle 1930’larda Varlık Vergisi gibi uygulamalarla daha da karmaşık bir hal almıştır.

3. CUMHURİYET’İN KURUCU KADROLARINDA KİMLER VARDI?

Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın çevresindeki bazı isimlerin Sabataycı olduğu iddiaları tarihçiler arasında ele alınmaktadır. Örneğin, Atatürk’ün eğitim aldığı Selanik’te Sabataycıların etkin olduğu bir gerçektir.

Eğitim ve basın sektöründe, Batı yanlısı modernleşme yanlısı grupların etkili olduğu bir dönem yaşanmıştır.

4. MEDYA VE EĞİTİMDE KİMİN ETKİSİ VARDI?

Cumhuriyet’in ilk yıllarında medya ve eğitim alanında Batı yanlısı bir dönüşüm yaşandı. Bu süreçte, Osmanlı’dan gelen bazı gizli Sabataycı ve Yahudi kökenli ailelerin basın ve yayın sektöründe güçlü olduğu iddia edilmiştir.

Tek Parti döneminde eğitimin sekülerleşmesi sürecinde, Osmanlı’nın geleneksel ulema sınıfı tasfiye edilirken, Batı yanlısı eğitim modeli benimsenmiştir.

Basında özellikle Yahudi kökenli gazetecilerin etkin olduğu iddia edilmiştir.

5. BUGÜNE ETKİLERİ: DEVLET İÇİNDE GİZLİ YAPILAR VAR MI?

Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devletin içinde, ekonomi ve medyada belirli grupların etkin olduğu iddiaları, zaman zaman gündeme gelmiştir.

Bugün hala Türkiye’de bazı elit ailelerin kökleri ve kimlikleri üzerine çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Ancak, asıl mesele, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını koruması ve her türlü iç ve dış tehdide karşı güçlü bir ulus bilinci oluşturmasıdır.

SONUÇ: TARİHTEN DERS ÇIKARMAK GEREKİR

Türkiye’nin geçmişinde farklı etnik ve dini köklerden gelen insanların devlet içinde ve ticarette etkili olduğu bir gerçektir.

Bugün de küresel güçlerin Türkiye’de etkili olmak için çeşitli yollar denediği bir gerçektir. Ancak, buna karşı alınacak en büyük önlem, milletin birlik içinde hareket etmesi ve dış müdahalelere karşı uyanık olmasıdır.

Geçmişin hatalarını tekrar etmemek için, tarihsel olayları araştırarak ve bilinçli bir şekilde geleceğe yön vermek en önemli adımdır.

 

 

[1] https://www.facebook.com/656108373/posts/10162384993868374/?rdid=1AptmiPBMVoExXhs




ZEHİRLİ HAYATLAR

ZEHİRLİ HAYATLAR

Dünya, insanoğluna bir imtihan yurdu olarak verilmiştir. Kimileri bu dünyada temiz ve bereketli bir hayat sürerken, kimileri de zehirli bir yaşamın içinde kaybolur. Zehirli bir hayat, yalnızca bedeni hasta eden zehirlerle değil, ruhları ve vicdanları ifsat eden manevi zehirlerle de şekillenir. Kibir, hırs, nefret, haset, haram kazanç, zulüm ve günahlarla dolu bir hayat, insanı içten içe tüketir. Oysa temiz bir hayat, huzur, adalet, merhamet ve manevi güzelliklerle doludur.

Zehir Gibi Yayılmak: Kötülüğün Bulaşıcı Etkisi

Tarihte ve günümüzde, birçok insan zehirli bir hayatın pençesine düşmüştür. Firavun, Nemrut, Ebu Cehil gibi zalimler, kendi iç dünyalarındaki zehri çevrelerine de yaymış, zulümleriyle koca toplumları çürütmüşlerdir. Günümüzde de rüşvet, haksız kazanç, adaletsizlik, ahlaksızlık, açgözlülük gibi zehirli davranışlar, bireylerden toplumlara sirayet ederek insanlığı ifsat etmektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), helal kazançla, doğrulukla ve adaletle yaşamanın, insanı maddi ve manevi olarak bereketlendireceğini defalarca vurgulamıştır. Ancak bazı insanlar, dünyaya olan tamahları nedeniyle helali haramla değiştirmekte, bu haramlar ise hayatlarını zehirlemektedir.

Manevi Zehirler: İçten İçten Tüketen Hastalıklar

1. Hırs ve Açgözlülük: Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ademoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister” buyurmuştur. Dünyalık peşinde koşarken haramı mubah gören insanlar, aslında kendi ruhlarını zehirlemektedir.

2. Gıybet ve Fitne: Dillerinden düşmeyen iftiralar, kötü sözler ve başkalarını çekiştirmeler, toplumun huzurunu bozan en tehlikeli zehirlerdendir.

3. Kibir ve Gurur: Allah, şeytanı kibri yüzünden huzurundan kovmuştur. Kibir, insanı hem Allah’tan hem de insanlardan uzaklaştıran bir hastalıktır.

4. Haram Kazanç: Haksız yoldan kazanılan mal, kişinin helakine sebep olur. Peygamberimiz (s.a.v.), haram lokmanın, insanın duasına bile engel olacağını bildirmiştir.

5. Adaletsizlik ve Zulüm: Zulüm, sadece zalimi değil, tüm toplumu çürüten bir zehirdir. Adaletin olmadığı yerde bereket, huzur ve güven de olmaz.

Çare: Arınmış Bir Hayat Yaşamak

Bir insan bedenine zehir alırsa doktora gider, tedavi olur. Peki, ruhu zehirlenmişse ne yapmalıdır?

Allah’ın bize sunduğu en büyük nimetlerden biri tövbe kapısının her zaman açık olmasıdır. Zehirli bir hayattan kurtulmanın yolları şunlardır:

Tevbe ve İstiğfar: Kötü alışkanlıkları terk edip Allah’a yönelmek, ruhu temizler.

Helal Kazanca Sarılmak: Haramdan kaçınıp, helal kazançla bereketli bir hayat yaşamak gerekir.

Adaletli ve Merhametli Olmak: Zulmü terk edip, insanların hakkını gözeten bir yaşam sürmek gerekir.

Güzel Ahlaka Sarılmak: Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ahlakını örnek alarak sabır, şükür, cömertlik, tevazu gibi güzel özelliklerle süslenmek gerekir.

Sonuç: Temiz Bir Hayatın Bereketi

Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl, 97)

Zehirli hayatlar, insanı hem dünyada hem de ahirette mahveder. Ancak temiz bir hayat, kalbe huzur, topluma barış, ahirete ise sonsuz saadet getirir.

Rabbimiz bizleri zehirli hayatlardan uzak, helal ve huzurlu bir ömür sürenlerden eylesin.

 

 




En Tehlikeli Kişi: Kurtla Birlikte Kuzu Yiyip, Çobanla Oturup Ağlayan

En Tehlikeli Kişi: Kurtla Birlikte Kuzu Yiyip, Çobanla Oturup Ağlayan


Dünyada dost görünen düşmanlardan, maskeli hainlerden daha büyük bir tehlike yoktur. Açık düşman bellidir; ona karşı tedbir alınır, savunma yapılır. Ancak içten vuran, iki yüzlü davranan, hem zalimle iş tutup hem mazlumun gözyaşına ortak olan kişi, en büyük zararı verir. İşte bu tür insanlar için denmiştir:

“En tehlikeli kişi, kurtla birlikte kuzu yiyip, çobanla oturup ağlayandır.”

Bu söz, riyakâr ve ikiyüzlü insanın hâlini en güzel şekilde anlatır. Bir taraftan zulme ortak olup, diğer taraftan adalet savunuculuğu yapmak… Bir yandan kötülüğün içinde olup, diğer yandan iyiliğin sesiymiş gibi görünmek… İşte bu, en büyük aldatmacadır.

Zulme Ortak Olup Mazlumu Savunmak

Kurtla beraber kuzuyu yiyen, yani zulme ortak olan kişi, aslında zalimden farksızdır. Ancak onun farkı, maskesini takarak kendini temize çıkarmaya çalışmasıdır. O, menfaatleri gereği hem zulüm tarafında hem de adalet tarafında görünmek ister.

Tarihte bu tür insanlara çok rastlanmıştır:

Firavun’un sarayında yaşayan, ama Musa’nın davasına destek veriyormuş gibi görünenler…

Zalim hükümdarlarla dost olup, sonra halkın arasında mazlum rolü yapanlar…

Menfaat için zalimlerin sofralarında oturup, sonra mazlumlarla birlikte gözyaşı dökenler…

Bu tür insanlar, toplumun en büyük belalarından biridir. Çünkü saf insanları kandırır, samimiyet perdesi altında sinsi planlarını yürütürler.

İkiyüzlülüğün Tehlikeleri

Bu tür insanların varlığı, toplumu içten içe çürütür. Çünkü samimiyet ortadan kalkar, insanlar birbirine güvenemez olur. Peki, neden bu kadar tehlikelidirler?

1. Gerçekle Sahteyi Ayırt Etmeyi Zorlaştırırlar

Dürüst insanı bile şüpheli hâle getirirler. Çünkü herkesin samimiyeti sorgulanır.

2. Zulme ve Adaletsizliğe Kılıf Uydururlar

Zulmü haklı göstermek için bahaneler üretirler. “Ben de mazlumun yanındayım” diyerek gerçek zalimleri perdelemeye çalışırlar.

3. Güveni Sarsarlar

İnsanlar artık kime güveneceğini bilemez. Dıştan dost, içten düşman olanlar yüzünden toplumda huzursuzluk hâkim olur.

4. Adaleti Zayıflatırlar

Haksızlıkla mücadele etmeleri gerekirken, iki tarafa da oynayarak zulmün devam etmesine sebep olurlar.

Kurtla Oturup Kuzu Yememek İçin Ne Yapılmalı?

Bu tür insanlardan korunmanın ve onları tanımanın yolları vardır:

Sözlere değil, fiillere bakılmalı. Bir insan ne söylüyorsa değil, ne yapıyorsa odur. Eğer bir kişi mazlumun yanında olduğunu söylüyor ama zalimlerle iş birliği yapıyorsa, onun samimiyeti sorgulanmalıdır.

Menfaatperestlerin dostluğu sahte olur. Kendi çıkarı için her ortama uyum sağlayan kişiler, tehlikelidir. Onlara güvenmek büyük bir hatadır.

Gerçek dostluk ve dava adamlığı sadakat gerektirir. Mazlumla gerçekten beraber olan, onun derdini kendi derdi bilir. Zalimle iş tutmaz, ne pahasına olursa olsun haktan yana durur.

Sonuç

Bir toplumun en büyük tehlikesi, düşman değil, içindeki hainlerdir. Açıkça kötülük yapan değil, kötülüğün içinde olup iyilik maskesi takanlardır. Bu yüzden uyanık olmak, insanları sözleriyle değil, amelleriyle değerlendirmek gerekir.

Zira **kurtla birlikte kuzuyu yiyip, çobanla oturup ağlayan kişi, en büyük tehlikedir.