İnsanlığın Sermayesi ve Hesabı

İnsanlığın Sermayesi ve Hesabı

İnsanlık tarihi, çağlar boyunca varoluşun ve bu varoluşun getirdiği sorumlulukların bilinciyle yoğrulmuş, ilahi bir denge üzerine kurulu bir hikayeden ibarettir. Kutsal metinler, bilgelik sözleri ve edebiyatın en derin eserleri, bu hikayeyi farklı açılardan ele alarak insanı, evrenin ve ilahi düzenin merkezine yerleştirmiştir.

Adalet Terazisi: Zerre Kadar Zulmedilmez

Enbiyâ Suresi’nin 47. ayeti, kâinatın en temel prensiplerinden birini, yani adaleti anlatmaktadır. “Kıyâmet günü için, Adâlet terazileri kuracağız. Öyle ki, hiç bir kimseye, zerre kadar zulmedilmeyecek. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak Biz yeteriz!” Bu ayet, insanın yaptığı her eylemin, en küçüğünden en büyüğüne kadar kayıt altında olduğunu ve bir gün mutlaka karşısına çıkacağını hatırlatır. Tarih boyunca, adalet arayışı insanlık mücadelesinin en temel dinamiklerinden biri olmuştur. Edebi eserler, haksızlığa karşı isyanı, zulme karşı direnişi işlemiştir. Bu ilahi adalet terazisi, sadece büyük suçları değil, aynı zamanda günlük hayatın en küçük inceliklerini, iyiliklerini ve hatalarını da tartacaktır. Birine söylenen bir güzel söz, birine atılan kötü bir bakış, bir hardal tanesi kadar da olsa, o terazide yerini alacaktır. Bu, insanı her anını dikkatle yaşamaya davet eden, düşündürücü bir prensiptir.

İnsanın Esmâ-i İlâhîyye’nin Cilvesi Olması

Risale-i Nur’dan alıntılanan metinde, insanın yaratılıştaki eşsiz konumuna işaret eder. “Makine-i insaniyede yüzer âlet var. Her birinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfatı ayrıdır. Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var.”
Bu ifade, insanı, kâinatın küçültülmüş bir modeli olarak tanımlar.
Muazzam bir doğada tecelli eden tüm ilahi isimler, insanın içinde de yansımalarını bulur. Güzelliğe hayran olma (Cemal), kudret karşısında acziyet duyma (Kadir), bilginin peşinden koşma (Alim) gibi özellikler, insanın ruhsal “aletleri”dir. Her bir duygunun, düşüncenin ve eylemin kendine özel bir acısı ve lezzeti vardır. Bu, insanın her anının, ilahi bir sanat eseri olarak şekillendiğini ve bu sanatın farkındalığıyla yaşanması gerektiğini hatırlatır. İnsan, kendi içindeki bu ilahi tecellilerin farkına vardıkça, hem kendini hem de yaratılışı daha derin bir anlamla kavrar.

Ömür: Azim Bir Sermaye
Risale-i Nur’da, insanın bu dünyadaki varoluşunun temel amacını ve elindeki en büyük sermayeyi net bir şekilde ifade eder:
“Azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.”
Bu, tarihi ve edebi bir perspektiften bakıldığında, insanın bir yolculukta olduğunu ve bu yolculuğun sonunda bir varış noktasının bulunduğunu gösterir. Tarih boyunca birçok düşünür ve mutasavvıf, hayatı bir ticaret olarak görmüştür. Bu ticaretin kârı, ebedi bir saadet, zararı ise bitmeyen bir azaptır.
Ömür, tıpkı yemyeşil bir yol gibi, ilerledikçe güzellikleri ve zorlukları barındırır. Bu sermayeyi nasıl kullanacağımız, gelecekteki ebedi hayatımızı şekillendirecektir. Bu, insanı sadece anı yaşamak yerine, her anını geleceğe yatırım yapmak amacıyla kullanmaya teşvik eden, ibret verici bir düşüncedir.

Hikmet ve İlim: Yaratılışın Anlamı, hikmet ve ilim kavramlarını anlatır. “hikmet ile iş görmek ilim ile olur… Ölçü ile, tartı ile san’atkârane yapan; elbette kuvvetli bir ilme istinaden yapar” ve “O, yarattığını bilmez mi? O, Latif’tir; Habir’dir.” Bu sözler, yaratılıştaki mükemmel düzenin, ilahi bir ilim ve hikmet eseri olduğunu anlatır. Kuşların yuva yapması, doğanın mevsimlerle değişimi gibi tüm olaylar, ilahi bir ölçü ve düzen ihtiva eder. Bu ilim, insana da verilmiştir. İnsan, ilim ve hikmetle hareket ettikçe, sadece kendi hayatını değil, çevresini de güzelleştirir. Bu, insanın varoluş bir görevi olarak, sürekli öğrenme ve kendini geliştirme çabası içinde olması gerektiğini gösterir. Bu açıdan, her eylemimizin bir bilgelik ve ilim süzgecinden geçmesi, bizi daha anlamlı bir hayata taşıyacaktır.

Sonuç: Bütünlüğün Anlamı
Bu dört farklı mesajlar, aslında tek bir bütünün parçalarıdır. İnsan, kendisine ömür adında bir sermaye verilmiş, kâinatın küçültülmüş bir modeli olan, ilahi isimlerin cilvesi bir varlıktır. Bu sermayeyi, ilim ve hikmetle kullanmalı, bu dünyanın geçici ticaretini ebedi hayatın saadetine dönüştürmelidir. Her adımı, hardal tanesi kadar küçük de olsa, ilahi adalet terazisinde tartılacağının bilinciyle atmalıdır. Bu bütünlük, insanı sadece fiziksel bir varlık olarak değil, ruhsal ve manevi derinliği olan, sorumluluk sahibi bir varlık olarak ele alır. Bu açıdan, hayat bir oyun alanı değil, ebedi bir geleceğin inşası için bir fırsattır.

Makale Özeti:
Bu makale, metinlerden hareketle, insanın varoluş yolculuğunu, sorumluluklarını ve ilahi düzen içindeki yerini ele almaktadır. Makale, Enbiyâ Suresi’ndeki adalet terazisi kavramıyla her eylemin hesabının verileceğini, insanın kâinatın küçültülmüş bir modeli olduğunu ve ilahi isimlerin tecellilerini taşıdığını, ömrün ebedi hayat için bir sermaye olduğunu ve nihayetinde hikmet ve ilimle hareket etmenin önemini anlatmaktadır. Bu kavramlar bir bütün olarak ele alındığında, hayatın amacının, bilinçli ve sorumlu bir şekilde yaşanması gereken, ebedi bir geleceğe hazırlık olduğu sonucuna varılmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




HAKKA SÛRESİ

HAKKA SÛRESİ

1) el-Hâkka(tu)

(A) “Gerçekleşmesi kesin olan (hak) vaka.” Murâdif: Vâkıa 1; Kâria 1; Gâşiye 1.
(B) Nihai evre/son durum fikri; kozmolojide evrenin sonluluğu senaryoları. RNK: Onuncu Söz (Haşir).

2) Mel-Hâkka(tu)

(A) “Hâkka nedir bilir misin?” Te’kid. Murâdif: Kâria 2–3.
(B) Epistemik sarsma: dikkat uyandırma. RNK: Âyetü’l-Kübrâ giriş.

3) Ve mâ edrâke mel-Hâkka(tu)

(A) Gerçekleşecek olan kıyametin ne olduğunu sen ne bileceksin?

“Sana ne bildirdi?” Gaybî büyüklük. Murâdif: İnfitâr 17–18.
(B) Bilgi sınırlarımızın itirafı. RNK: Otuz Birinci Söz (rububiyetin heybeti).

4) Kezzebet semûdu ve ‘âdun bil-qâria (ti)

(A) Semûd ve Âd, o çarpıcı felâketi yalanladılar. Murâdif: Hûd 50–68; A‘râf 65–79.
(B) Tarihî ibret yasası. RNK: On Birinci Söz (amel-karşılık).

5) Fe-emmâ śemûdu feuhlikû bi-ttâġiye(ti)
Derken Semud, helak edildi taşkınlığıyla.

6) Ve emmâ ‘âdun fe uhlikû bi rîhin sarserin ‘âtiyeh

(A) Âd kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.

Âd: azgın, uğultulu rüzgârla helâk. Murâdif: Kamer 18–21.
(B) Aşırı şiddetli fırtınaların yıkıcılığı (iklim hadiseleri). RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tabiat hadiseleri).

7) Sehharahâ aleyhim seb‘e leyalin ve semâniyete eyyâm husumen

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.

7 gece 8 gün sürüp kök söktüren kasırga. Murâdif: Hâkka 7; Fussilet 16.
(B) Uzayan ekstrem hava olayı. RNK: Lem’alar (hikmet-musibet).

7) Fe terâl-qavme fîhâ sar‘â ke ennehum a‘câzu nahlin hâviyeh

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
Kökü kesik hurma kütükleri gibi serilmişler. Murâdif: Kamer 20.
(B) Görsel benzetmeyle hafızaya kazıma. RNK: Mesnevî-i Nuriye (temsil dili).

8) Fe hel terâ lehum min bâqiyeh

(A) “Ardından kalan var mı?” İbret. Murâdif: Zâriyât 44–45.
(B) Toplumların sürdürülebilirliği/çöküşü. RNK: On Dördüncü Lem’a (şükür-nankörlük).

9) Ve câe fir’avnu ve men kablehu
vel mu’tefikatu bil hatıeh.
(A) Firavun ve öncekiler, mü’tefikat (altı üstüne gelenler) günah işledi. Murâdif: Zâriyât 40; Fecr 10–14.
(B) Zorbalığın tarihî döngüsü. RNK: Yirmi Beşinci Söz (mülk-hüküm).

10) Fe ‘asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten rabiyeh.

(A) Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
Peygambere isyan → yakalayı verme. Murâdif: Nahl 113; İsrâ 16.
(B) Ahlâkî bozulma → toplumsal bedel. RNK: İktisat Risalesi (nimet hukuku).

11) İnnâ lemmâ tâğa’l-mâu hamelnâkum fil-câriyeh

(A) Su taşınca (Tufan), sizi gemide taşıdık. Murâdif: Şuarâ 119; Hûd 40.
(B) Sel/taşkın afeti; Nuhî hatıra. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tarihî ibretler).

12) Li nec‘alehâ lekum tezkireh ve teıyeha uzunun vaıyeh.

(A) Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.
İbret ve kulaklara yerleşen öğüt. Murâdif: Kamer 17.
(B) Kolektif hafıza. RNK: Onuncu Söz (ibret).

13) Fe izâ nufihe fis-sûri nefhatün vâhideh

(A) Sûr’a tek üfleme. Murâdif: Zümer 68; Yâsîn 53.
(B) Kozmik faz değişimi—ani küresel hadiseler. RNK: Onuncu Söz (haşir mekanizması).

14) Ve hummilet il-ardu vel-cibâlu fedükketa dekketen vâhideh

(A) Yer ve dağlar tek darbe ile un ufak. Murâdif: Vâkıa 5–6; Tekvîr 3.
(B) Jeodinamik dengelerin çöküşü metaforu. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (arz sahnesi).

15) Fe yevme izin veka‘at il-vâqıa

(A) O gün “olması kesin olan” vuku bulur. Murâdif: Vâkıa 1.
(B) Kaçınılmaz nihai an. RNK: Onuncu Söz.

16) Ve’nşakkat is-semâu fe hiye yevme izin vahiyeh

(A) Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.
Göğün yarılması. Murâdif: İnşikâk 1; İnfitar 1.
(B) Kozmik düzenin dağılması. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (semâvât).

17) Vel-meleku alâ ercâihâ…

(A) Melekler kenarlarda; Arş’ı sekiz taşır. Murâdif: Zümer 75; Mü’min 7.
(B) Küllî nizamın idare sembolizmi. RNK: Otuz İkinci Söz (melekler).

18) Yevme izin tu‘radûne lâ tehfâ minkum hâfiyeh

(A) Arz, hiçbir şey gizli kalmaz. Murâdif: Tâhâ 7; Hâkka 25’e bağ.
(B) Kayıt prensibi—iz bırakma. RNK: On Birinci Söz (amel defteri).

19) Fe emmâ men ûtiye kitâbehû bi yemînihî feyekûlu hâumu-kraû kitâbiyeh

(A) İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”
Kitabı sağdan verilenin sevinci. Murâdif: İnşikâk 7–9.
(B) “Pozitif bilanço” psikolojisi. RNK: Yirmi Üçüncü Söz (mükâfat).

20) İnnî zanentu ennî mulâkin hisâbiyeh

Zaten ben biliyordum ki kıyamet günü kavuşacağım hesabıma.

21) Fe huve fî ‘îşetin râdıye (tin)

(A) Gönül hoşluğu içinde yaşam. Murâdif: Gâşiye 8–9.
(B) Esenlik (well-being)in manevi temeli. RNK: Yirmi Dördüncü Söz (şükür-lezzet).

22) Fî cennetin ‘âliye (tin)

(A) Yüce cennet. Murâdif: Hâkka 22; Muhammed 15.
(B) Hiyerarşik mükâfat. RNK: On Dokuzuncu Mektup.

23) Kutûfuhâ dâniye(tun)

(A) Meyveleri yakın. Murâdif: İnsân 14; Rahman 54.
(B) Erişilebilir nimetin psikolojisi. RNK: İktisat Risalesi (nimet şuuru).

24) Kulû veşrabû henî-en bimâ esleftum fî-l-eyyâmi-lḣâliye(ti)

(A) Geçmiş amellerinizin karşılığı olarak afiyetle yeyin/için. Murâdif: Tur 19.
(B) Emek-ödül ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

25) Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bişimâlihi feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
Kitabı solundan/ardından verilenin feryadı. Murâdif: İnşikâk 10–12.
(B) Suç-ceza bilişsel çöküşü. RNK: Yirmi Altıncı Söz (nefsin hilesi).

25) feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) “Keşke kitabım verilmeseydi!” Pişmanlık. Murâdif: Kehf 49.
(B) Geriye dönük pişmanlık (counterfactual). RNK: Yirmi Altıncı Mektup (muhasebe).

26) Ve lem edri mâ hisâbiyeh

(A) “Hesabımı bilmeseydim.”
(B) Yüzleşmeden kaçış. RNK: Lem’alar (nefsin mazereti).

27) Yâ leytehâ kâneti-lkâdiye(tu)

(A) “Keşke ölüm her şeyi bitirseydi!” Murâdif: Câsiye 24.
(B) Nihilizm arzusunun iflası. RNK: Onuncu Söz.

28) Mâ aġnâ ‘annî mâliyeh

(A) “Malım fayda vermedi.” Murâdif: Şuarâ 88–89.
(B) Servetin bağlama bağlı değeri. RNK: İktisat Risalesi.

29) Heleke ‘annî sultâniyeh

(A) “Nüfuzum yok oldu.” Murâdif: Mü’min 16.
(B) Sosyal sermayenin çöküşü. RNK: Yirmi Beşinci Lem’a (tevekkül).

30) Ḣużûhu feġullûh(u)

(A) “Yakalayın, zincire vurun.” Murâdif: Mü’min 71–72.
(B) Cezanın kişiye özgü icrası. RNK: On Birinci Söz.

31) Sümme’l-cehîme sallûhu

(A) Cehîme atın. Murâdif: Gâşiye 4.
(B) Karşılığın caydırıcılığı. RNK: Lem’alar (ucub-gurur).

32) Śumme fî silsiletin żer’uhâ seb’ûne żirâ’an feslukûh(u)

(A) “Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu.”
Murâdif: Mü’min 71.
(B) Vurgu: ağır yaptırım metaforu. RNK: Şuâlar (dehşet tabloları ibreti).

33) İnnehû kâne lâ yu’minu billâhi’l-azîm

(A) Büyük Allah’a iman etmiyordu. Murâdif: Mutaffifîn 36.
(B) İnanç-ahlâk bağı. RNK: Otuz Üçüncü Söz.

34) Ve lâ yahuddu ‘alâ ta‘âmi’l-miskîn

(A) Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi. Murâdif: Mâûn 1–3.
(B) Sosyal adalet: paylaşım etiği. RNK: İktisat Risalesi.

35) Fe leyse lehu’l-yevme hâhunâ hamîm

(A) Bugün burada samimi dost yok. Murâdif: Şuarâ 101.
(B) Enstrümantal ilişkilerin çöküşü. RNK: Uhuvvet Risalesi (hakiki kardeşlik).

36) Ve lâ ta‘âmûn illâ min gislin

(A) Sadece irin/kanlı artık. Murâdif: Duhân 43–46.
(B) Kötülüğün tadına dönüş metaforu. RNK: Yirmi Dördüncü Söz.

37) Lâ ye’kuluhû illâ’l-hâtiûn

(A) Onu ancak günahkârlar yer. Murâdif: Sâffât 62–68.
(B) “Amelinin mahsulü” ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

38) Felâ uqsimu bimâ tubsırûn

(A) Andolsun gördüklerinize,
Murâdif: Zuhruf 84.
(B) Duyu verisi → şehadet. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (gözlem).

39) Ve mâ lâ tubsırûn

(A) Görmediklerinize de. Murâdif: Bakara 3 (gayb).
(B) Görünmeyenin rasyonel kabulü (indüksiyon/ilke). RNK: Mesnevî-i Nuriye.

40) İnnehû le kavlu resûlin kerîm

(A) Bu, şerefli bir elçinin sözüdür (Cebrâil’le tilavet). Murâdif: Tekvîr 19–21.
(B) Vahyin aracı-kaynak ayrımı. RNK: Yirminci Mektup (vahiy).

41) Vemâ huve bikavli şâ’ir(in)(c) kalîlen mâ tu/minûn(e)

(A) Şair sözü değil—az inanırsınız. Murâdif: Yâsîn 69.
(B) Estetik retorikten ayrı ilahî hitap. RNK: Yirmi Beşinci Söz (i’câz).

42) Velâ bikavli kâhin(in)(c) kalîlen mâ teżekkerûn(e)

(A) Kâhin sözü değil—az düşünürsünüz. Murâdif: Tûr 29; Hâkka 43’e geçit.
(B) Kehanet-vahiy farkı. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

43) Tenzîlün min rabbi’l-âlemîn

(A) Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Murâdif: Secde 2.
(B) İlâhî menşe. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

44) Velev tekavvele ‘aleynâ ba’da-l-ekâvîl(i)

(A) (Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Murâdif: Şûrâ 24.
(B) Vahyin güvenlik maddesi. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

45) Le ahaznâ minhu bi’l-yemîn

(A) Sağından yakalardık.
(B) Yaptırım yetkisi. RNK: Mektubat (nübüvvetin emniyeti).

46) Śumme lekata’nâ minhu-lvetîn(e)

(A) Can damarını koparırdık.
(B) En ağır menfaat çatışması dahi engellenir. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

47) Femâ minkum min ehadin ‘anhu hâcizîn

(A) Hiç kimse engelleyemezdi.
(B) Vahyin bağımsızlığı. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

48) Ve innehû le tezkiretun lil-muttaqîn

(A) Bu, muttakîler için öğüttür. Murâdif: Zâriyât 55.
(B) Seçici dikkat—hidayetle açılan anlam. RNK: Lem’alar (ihlâs).

49) Ve-innâ lena’lemu enne minkum mukeżżibîn(e)

Ve şüphe yok ki biz, elbette biliriz, sizden, yalanlayanlar vardır.

50) Ve-innehu lehasratun ‘alâ-lkâfirîn(e)

Ve şüphe yok ki Kur’an, kafirlere adeta bir hasrettir.

51) Ve innehû le-hakku’l-yakîn

(A) O, hakku’l-yakîndir. Murâdif: Tekâsür 5–7 (ilm/ayn/hakk).
(B) Bilgi mertebeleri teorisi. RNK: Onuncu Söz (yakîn tabakaları).

52) Fe sebbih bismi rabbik el-azîm

(A) Büyük Rabbinin ismini tesbih et. Murâdif: Vâkıa 96; A‘lâ 1.
(B) Zihin-kalp hizalaması (zikir/şükür). RNK: Cevşenü’l-Kebîr meali ve şerhleri yerine Sözler – Otuz Üçüncü Söz (Esma).

Kısa Genel Netice

Kıyametin hak oluşu (1–3) → tarihî inkâr-helak örnekleri (4–12) → kıyamet sahneleri (13–18) → amel defteri ve iki akıbet (19–37) → vahyin kaynağı ve güvenliği (38–47) → öğüt ve tesbihle kapanış (48–52).

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




HAKKA SÛRESİ

HAKKA SÛRESİ

1) el-Hâkka(tu)

(A) “Gerçekleşmesi kesin olan (hak) vaka.” Murâdif: Vâkıa 1; Kâria 1; Gâşiye 1.
(B) Nihai evre/son durum fikri; kozmolojide evrenin sonluluğu senaryoları. RNK: Onuncu Söz (Haşir).

2) Mel-Hâkka(tu)

(A) “Hâkka nedir bilir misin?” Te’kid. Murâdif: Kâria 2–3.
(B) Epistemik sarsma: dikkat uyandırma. RNK: Âyetü’l-Kübrâ giriş.

3) Ve mâ edrâke mel-Hâkka(tu)

(A) Gerçekleşecek olan kıyametin ne olduğunu sen ne bileceksin?

“Sana ne bildirdi?” Gaybî büyüklük. Murâdif: İnfitâr 17–18.
(B) Bilgi sınırlarımızın itirafı. RNK: Otuz Birinci Söz (rububiyetin heybeti).

4) Kezzebet semûdu ve ‘âdun bil-qâria (ti)

(A) Semûd ve Âd, o çarpıcı felâketi yalanladılar. Murâdif: Hûd 50–68; A‘râf 65–79.
(B) Tarihî ibret yasası. RNK: On Birinci Söz (amel-karşılık).

5) Fe-emmâ śemûdu feuhlikû bi-ttâġiye(ti)
Derken Semud, helak edildi taşkınlığıyla.

6) Ve emmâ ‘âdun fe uhlikû bi rîhin sarserin ‘âtiyeh

(A) Âd kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.

Âd: azgın, uğultulu rüzgârla helâk. Murâdif: Kamer 18–21.
(B) Aşırı şiddetli fırtınaların yıkıcılığı (iklim hadiseleri). RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tabiat hadiseleri).

7) Sehharahâ aleyhim seb‘e leyalin ve semâniyete eyyâm husumen

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.

7 gece 8 gün sürüp kök söktüren kasırga. Murâdif: Hâkka 7; Fussilet 16.
(B) Uzayan ekstrem hava olayı. RNK: Lem’alar (hikmet-musibet).

7) Fe terâl-qavme fîhâ sar‘â ke ennehum a‘câzu nahlin hâviyeh

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
Kökü kesik hurma kütükleri gibi serilmişler. Murâdif: Kamer 20.
(B) Görsel benzetmeyle hafızaya kazıma. RNK: Mesnevî-i Nuriye (temsil dili).

8) Fe hel terâ lehum min bâqiyeh

(A) “Ardından kalan var mı?” İbret. Murâdif: Zâriyât 44–45.
(B) Toplumların sürdürülebilirliği/çöküşü. RNK: On Dördüncü Lem’a (şükür-nankörlük).

9) Ve câe fir’avnu ve men kablehu
vel mu’tefikatu bil hatıeh.
(A) Firavun ve öncekiler, mü’tefikat (altı üstüne gelenler) günah işledi. Murâdif: Zâriyât 40; Fecr 10–14.
(B) Zorbalığın tarihî döngüsü. RNK: Yirmi Beşinci Söz (mülk-hüküm).

10) Fe ‘asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten rabiyeh.

(A) Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
Peygambere isyan → yakalayı verme. Murâdif: Nahl 113; İsrâ 16.
(B) Ahlâkî bozulma → toplumsal bedel. RNK: İktisat Risalesi (nimet hukuku).

11) İnnâ lemmâ tâğa’l-mâu hamelnâkum fil-câriyeh

(A) Su taşınca (Tufan), sizi gemide taşıdık. Murâdif: Şuarâ 119; Hûd 40.
(B) Sel/taşkın afeti; Nuhî hatıra. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tarihî ibretler).

12) Li nec‘alehâ lekum tezkireh ve teıyeha uzunun vaıyeh.

(A) Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.
İbret ve kulaklara yerleşen öğüt. Murâdif: Kamer 17.
(B) Kolektif hafıza. RNK: Onuncu Söz (ibret).

13) Fe izâ nufihe fis-sûri nefhatün vâhideh

(A) Sûr’a tek üfleme. Murâdif: Zümer 68; Yâsîn 53.
(B) Kozmik faz değişimi—ani küresel hadiseler. RNK: Onuncu Söz (haşir mekanizması).

14) Ve hummilet il-ardu vel-cibâlu fedükketa dekketen vâhideh

(A) Yer ve dağlar tek darbe ile un ufak. Murâdif: Vâkıa 5–6; Tekvîr 3.
(B) Jeodinamik dengelerin çöküşü metaforu. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (arz sahnesi).

15) Fe yevme izin veka‘at il-vâqıa

(A) O gün “olması kesin olan” vuku bulur. Murâdif: Vâkıa 1.
(B) Kaçınılmaz nihai an. RNK: Onuncu Söz.

16) Ve’nşakkat is-semâu fe hiye yevme izin vahiyeh

(A) Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.
Göğün yarılması. Murâdif: İnşikâk 1; İnfitar 1.
(B) Kozmik düzenin dağılması. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (semâvât).

17) Vel-meleku alâ ercâihâ…

(A) Melekler kenarlarda; Arş’ı sekiz taşır. Murâdif: Zümer 75; Mü’min 7.
(B) Küllî nizamın idare sembolizmi. RNK: Otuz İkinci Söz (melekler).

18) Yevme izin tu‘radûne lâ tehfâ minkum hâfiyeh

(A) Arz, hiçbir şey gizli kalmaz. Murâdif: Tâhâ 7; Hâkka 25’e bağ.
(B) Kayıt prensibi—iz bırakma. RNK: On Birinci Söz (amel defteri).

19) Fe emmâ men ûtiye kitâbehû bi yemînihî feyekûlu hâumu-kraû kitâbiyeh

(A) İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”
Kitabı sağdan verilenin sevinci. Murâdif: İnşikâk 7–9.
(B) “Pozitif bilanço” psikolojisi. RNK: Yirmi Üçüncü Söz (mükâfat).

20) İnnî zanentu ennî mulâkin hisâbiyeh

Zaten ben biliyordum ki kıyamet günü kavuşacağım hesabıma.

21) Fe huve fî ‘îşetin râdıye (tin)

(A) Gönül hoşluğu içinde yaşam. Murâdif: Gâşiye 8–9.
(B) Esenlik (well-being)in manevi temeli. RNK: Yirmi Dördüncü Söz (şükür-lezzet).

22) Fî cennetin ‘âliye (tin)

(A) Yüce cennet. Murâdif: Hâkka 22; Muhammed 15.
(B) Hiyerarşik mükâfat. RNK: On Dokuzuncu Mektup.

23) Kutûfuhâ dâniye(tun)

(A) Meyveleri yakın. Murâdif: İnsân 14; Rahman 54.
(B) Erişilebilir nimetin psikolojisi. RNK: İktisat Risalesi (nimet şuuru).

24) Kulû veşrabû henî-en bimâ esleftum fî-l-eyyâmi-lḣâliye(ti)

(A) Geçmiş amellerinizin karşılığı olarak afiyetle yeyin/için. Murâdif: Tur 19.
(B) Emek-ödül ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

25) Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bişimâlihi feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
Kitabı solundan/ardından verilenin feryadı. Murâdif: İnşikâk 10–12.
(B) Suç-ceza bilişsel çöküşü. RNK: Yirmi Altıncı Söz (nefsin hilesi).

25) feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) “Keşke kitabım verilmeseydi!” Pişmanlık. Murâdif: Kehf 49.
(B) Geriye dönük pişmanlık (counterfactual). RNK: Yirmi Altıncı Mektup (muhasebe).

26) Ve lem edri mâ hisâbiyeh

(A) “Hesabımı bilmeseydim.”
(B) Yüzleşmeden kaçış. RNK: Lem’alar (nefsin mazereti).

27) Yâ leytehâ kâneti-lkâdiye(tu)

(A) “Keşke ölüm her şeyi bitirseydi!” Murâdif: Câsiye 24.
(B) Nihilizm arzusunun iflası. RNK: Onuncu Söz.

28) Mâ aġnâ ‘annî mâliyeh

(A) “Malım fayda vermedi.” Murâdif: Şuarâ 88–89.
(B) Servetin bağlama bağlı değeri. RNK: İktisat Risalesi.

29) Heleke ‘annî sultâniyeh

(A) “Nüfuzum yok oldu.” Murâdif: Mü’min 16.
(B) Sosyal sermayenin çöküşü. RNK: Yirmi Beşinci Lem’a (tevekkül).

30) Ḣużûhu feġullûh(u)

(A) “Yakalayın, zincire vurun.” Murâdif: Mü’min 71–72.
(B) Cezanın kişiye özgü icrası. RNK: On Birinci Söz.

31) Sümme’l-cehîme sallûhu

(A) Cehîme atın. Murâdif: Gâşiye 4.
(B) Karşılığın caydırıcılığı. RNK: Lem’alar (ucub-gurur).

32) Śumme fî silsiletin żer’uhâ seb’ûne żirâ’an feslukûh(u)

(A) “Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu.”
Murâdif: Mü’min 71.
(B) Vurgu: ağır yaptırım metaforu. RNK: Şuâlar (dehşet tabloları ibreti).

33) İnnehû kâne lâ yu’minu billâhi’l-azîm

(A) Büyük Allah’a iman etmiyordu. Murâdif: Mutaffifîn 36.
(B) İnanç-ahlâk bağı. RNK: Otuz Üçüncü Söz.

34) Ve lâ yahuddu ‘alâ ta‘âmi’l-miskîn

(A) Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi. Murâdif: Mâûn 1–3.
(B) Sosyal adalet: paylaşım etiği. RNK: İktisat Risalesi.

35) Fe leyse lehu’l-yevme hâhunâ hamîm

(A) Bugün burada samimi dost yok. Murâdif: Şuarâ 101.
(B) Enstrümantal ilişkilerin çöküşü. RNK: Uhuvvet Risalesi (hakiki kardeşlik).

36) Ve lâ ta‘âmûn illâ min gislin

(A) Sadece irin/kanlı artık. Murâdif: Duhân 43–46.
(B) Kötülüğün tadına dönüş metaforu. RNK: Yirmi Dördüncü Söz.

37) Lâ ye’kuluhû illâ’l-hâtiûn

(A) Onu ancak günahkârlar yer. Murâdif: Sâffât 62–68.
(B) “Amelinin mahsulü” ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

38) Felâ uqsimu bimâ tubsırûn

(A) Andolsun gördüklerinize,
Murâdif: Zuhruf 84.
(B) Duyu verisi → şehadet. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (gözlem).

39) Ve mâ lâ tubsırûn

(A) Görmediklerinize de. Murâdif: Bakara 3 (gayb).
(B) Görünmeyenin rasyonel kabulü (indüksiyon/ilke). RNK: Mesnevî-i Nuriye.

40) İnnehû le kavlu resûlin kerîm

(A) Bu, şerefli bir elçinin sözüdür (Cebrâil’le tilavet). Murâdif: Tekvîr 19–21.
(B) Vahyin aracı-kaynak ayrımı. RNK: Yirminci Mektup (vahiy).

41) Vemâ huve bikavli şâ’ir(in)(c) kalîlen mâ tu/minûn(e)

(A) Şair sözü değil—az inanırsınız. Murâdif: Yâsîn 69.
(B) Estetik retorikten ayrı ilahî hitap. RNK: Yirmi Beşinci Söz (i’câz).

42) Velâ bikavli kâhin(in)(c) kalîlen mâ teżekkerûn(e)

(A) Kâhin sözü değil—az düşünürsünüz. Murâdif: Tûr 29; Hâkka 43’e geçit.
(B) Kehanet-vahiy farkı. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

43) Tenzîlün min rabbi’l-âlemîn

(A) Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Murâdif: Secde 2.
(B) İlâhî menşe. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

44) Velev tekavvele ‘aleynâ ba’da-l-ekâvîl(i)

(A) (Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Murâdif: Şûrâ 24.
(B) Vahyin güvenlik maddesi. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

45) Le ahaznâ minhu bi’l-yemîn

(A) Sağından yakalardık.
(B) Yaptırım yetkisi. RNK: Mektubat (nübüvvetin emniyeti).

46) Śumme lekata’nâ minhu-lvetîn(e)

(A) Can damarını koparırdık.
(B) En ağır menfaat çatışması dahi engellenir. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

47) Femâ minkum min ehadin ‘anhu hâcizîn

(A) Hiç kimse engelleyemezdi.
(B) Vahyin bağımsızlığı. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

48) Ve innehû le tezkiretun lil-muttaqîn

(A) Bu, muttakîler için öğüttür. Murâdif: Zâriyât 55.
(B) Seçici dikkat—hidayetle açılan anlam. RNK: Lem’alar (ihlâs).

49) Ve-innâ lena’lemu enne minkum mukeżżibîn(e)

Ve şüphe yok ki biz, elbette biliriz, sizden, yalanlayanlar vardır.

50) Ve-innehu lehasratun ‘alâ-lkâfirîn(e)

Ve şüphe yok ki Kur’an, kafirlere adeta bir hasrettir.

51) Ve innehû le-hakku’l-yakîn

(A) O, hakku’l-yakîndir. Murâdif: Tekâsür 5–7 (ilm/ayn/hakk).
(B) Bilgi mertebeleri teorisi. RNK: Onuncu Söz (yakîn tabakaları).

52) Fe sebbih bismi rabbik el-azîm

(A) Büyük Rabbinin ismini tesbih et. Murâdif: Vâkıa 96; A‘lâ 1.
(B) Zihin-kalp hizalaması (zikir/şükür). RNK: Cevşenü’l-Kebîr meali ve şerhleri yerine Sözler – Otuz Üçüncü Söz (Esma).

Kısa Genel Netice

Kıyametin hak oluşu (1–3) → tarihî inkâr-helak örnekleri (4–12) → kıyamet sahneleri (13–18) → amel defteri ve iki akıbet (19–37) → vahyin kaynağı ve güvenliği (38–47) → öğüt ve tesbihle kapanış (48–52).

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İmar, İhya ve İnşa: Maddî ve Manevî Dirilişin Yolu

İmar, İhya ve İnşa: Maddî ve Manevî Dirilişin Yolu

Yılların maddi ve manevi yıkımını ayağa kaldırmak için topluca imar,ihya ve inşa faaliyetlerine girişilmeli ve ayağa kaldırılmalıdır. Bir yandan bu faaliyeti gönülden başlatırken,diğer yandan gözden kaçırdıklarımızı göz önüne almalı.
Ahlaki imar;inşa ve İhya faaliyeti bu her iki faaliyeti de kapsamaktadır.
Yıllardır tahrip edilen maddi ve manevi değerlerimiz birer birer ayağa kaldırılmalı.
Önce yıktıklarımızı imar ve tamir.
Sonra öldürdüklerimize hayat vermeli.
Öncelikle Dinde ve Dilde bu tamir gerçekleştirilmelidir.
Biri ahireti diğeri dünyayı temsil eder.
Sonra çöken  ve çökmüş eser ve değerlerimizi yükseltmeliyiz
Harcına maneviyatı eklemeyi unutmadan.
Bunu yaparken de tahrip edenlerin döküntü ve bakiyelerini süpürüp temizlemeyi de unutmamalı.
Yani önce şerler defedilmeli, sonra da hayırlar celbedilip önleri açılmalıdır.

********

İnsanoğlu, yalnızca taş ve toprakla değil; ahlak ve imanla, fikir ve irade ile de hayatını kurar. Tarih boyunca milletlerin yükselişi ve çöküşü, sadece sarayların, köprülerin, kalelerin inşasıyla değil; gönüllerin, fikirlerin ve faziletlerin ihyasıyla gerçekleşmiştir. Bir millet, eğer maneviyatı yıkılmış, ahlakı çökmüş, inancı sarsılmışsa; en yüksek binaları dahi dikse, gerçekte yıkıntılar arasında yaşamaktadır.

Bugün bize düşen vazife, yalnızca taş üstüne taş koymak değil; ruh üstüne ruh, fikir üstüne fikir, ahlak üstüne ahlak koyarak yeniden bir diriliş hareketine girişmektir.

  1. Maddî ve Manevî Tahribatın Telafisi

Yılların ihmali, zulmü ve gafleti, hem şehirlerimizi hem de gönüllerimizi tahrip etti. Tıpkı harap olmuş bir mescidin yeniden ihyası gibi, kalplerimizi de imar etmek zorundayız. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati bize şöyle bildirir:

> “Onlar yeryüzünü ıslah edildikten sonra fesada uğratmazlar.” (A’râf, 56)

Manevî fesadın en açık göstergesi ahlakî çöküntüdür. Toplumsal yozlaşmayı gidermenin yolu ise yeniden imar ve ihyadır. Önce yıkıntılar kaldırılmalı, sonra yeni bir hayat filizlendirilmelidir.

  1. Önce Yıktıklarımızı İmar, Öldürdüklerimize Hayat

Kur’an’da şöyle buyrulur:

> “Her kim bir canı diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Mâide, 32)

Bu ayet sadece fiziki hayatı kurtarmaya değil, aynı zamanda manevî ölülerin diriltilmesine de işaret eder.
İhya, yalnızca taş duvarların onarımı değil; inancın, vicdanın ve faziletin ayağa kaldırılmasıdır. Bir milletin ruhunu diriltmek, o milletin yeniden doğuşuna vesile olur.

  1. Çöken Eser ve Değerleri Yükseltmek

Bugün kütüphanelerimiz raflarla dolu olsa da, içi boşalan gönüllerimizi doldurmadıkça ilim ve hikmetten mahrum kalırız. Bu sebeple yükselişin esası değerlerin ihyasıdır.

Kur’an’da bu hakikat şöyle ifade edilir:

> “Allah, yeryüzünde kendilerine imkan verdiğimizde namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten men ederler.” (Hac, 41)

Gerçek yükseliş; adalet, takva ve fazilet ile olur. İmar edilen her taşın, harcına maneviyat katılmadıkça, bina ruhsuz bir ceset gibi kalır.

  1. Tahrip Edenlerin Döküntülerini Temizlemek

Her inşa faaliyeti, bir yıkıntının temizliği ile başlar. Gönülleri işgal eden menfî fikirler, batıl inançlar, yozlaşmış alışkanlıklar temizlenmedikçe yeni bir diriliş mümkün değildir.

> “De ki: Hak geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ, 81)

Bu ilahî beyan, dirilişin yolunu gösterir: Önce şerler defedilmeli, sonra hayırlar davet edilmelidir.

  1. Tarihî ve İbretli Bir Ders

Tarih şahittir ki, Roma en muazzam sarayları diktiği halde ahlakı çökünce yıkılmıştır. Endülüs, en büyük ilim merkezlerini kurduğu halde iman ve ihlası kaybedince tarihten silinmiştir. Osmanlı, ahlakı ve adaletiyle dünyaya nizam vermiş, bunlar sarsıldığında ise gücünü yitirmiştir.

Bu ibretli tablo bize şunu öğretir: Bir millet, önce gönlünü ve ahlakını imar etmedikçe, taş üstüne taş koyması beyhude olur.

  1. İlmî, Aklî ve Mantıkî Boyut

Toplumların yükselişi sosyolojik, psikolojik ve ahlakî temellere dayanır. Eğer temel değerler korunmazsa, modern şehirler sadece “beton ormanları”na dönüşür. Bilimsel olarak da bilinmektedir ki, sosyal dayanışma, ahlakî normlar ve manevî değerler bir toplumun sürdürülebilir gelişmesinde en belirleyici faktörlerdir.

Bir bina, temeli çürükse nasıl çökerse; bir toplum da ahlakı çürükse en parlak medeniyetler içinde bile yok olmaya mahkûmdur.

Sonuç ve Özet

İmar, ihya ve inşa sadece şehirlerimizin değil; gönüllerimizin, ahlakımızın ve değerlerimizin yeniden ayağa kaldırılmasıdır.

Önce tahrip edilmiş olanı tamir etmek,

Sonra ölmüş olanı diriltmek,

Ardından çöken değerleri yükseltmek,

Ve bütün bunların harcına maneviyatı katmak,
gerçek bir dirilişin yoludur.

Kur’an’ın bize öğrettiği gibi: “Allah, bir kavmi, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.” (Ra’d, 11)

Öyleyse diriliş, her şeyden önce kendimizi ve değerlerimizi yeniden imar ve ihya ile mümkündür.

📌 Özet:

Maddî ve manevî imar bir bütündür; biri olmadan diğeri eksik kalır.

Önce yıkıntılar temizlenmeli, sonra yeni değerler inşa edilmelidir.

Maneviyat harca katılmadıkça binalar ruhsuz, toplumlar çürük kalır.

Tarih, ahlakî ve manevî imarın medeniyetlerin temeli olduğunu göstermektedir.

Gerçek diriliş, Kur’an’ın rehberliğinde; iman, ahlak ve faziletle mümkündür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze’nin Sessiz Çığlığı: Tarihin Tekerrüründe Bir İnsanlık Dersi

Gazze’nin Sessiz Çığlığı: Tarihin Tekerrüründe Bir İnsanlık Dersi

Tarihin tozlu sayfalarında, nice medeniyetler yükseldi ve düştü; nice halklar zulmün pençesinde inledi, nice direnişler küllerinden doğdu. Bugün, 2025’in Ağustos sıcağında, Gazze Şeridi’nin daracık sokaklarında yankılanan bombalar, bu eski hikâyelerin yankısı gibi kulaklarımızı sağır ediyor.

7 Ekim 2023’ten bu yana tam 679 gün – bir yıl, on ay, dokuz gün – süren bu çatışma, sadece bir savaş değil; insanlığın vicdanını sorgulayan bir ayna. Burada, açlığın hutbeyi kısalttığı, babaların ölü çocuklarıyla selfie çektiği, askerlerin intihar ettiği bir dünya var.
Bu makale, Gazze’nin trajedisini hikmetle yoğurarak, edebi bir dokunuşla, tarihi ibretlerle, akıl ve mantığın ışığında ele alacak; okuru düşündürmek için, belki de harekete geçirmek için.

Düşünün ki, bir Cuma günü, minberde yükselen bir imamın sesi, açlığın ağırlığı altında eziliyor: “Ey insanlar, ben açım, konuşacak gücüm yok; sizler de açsınız, dinleyecek gücünüz yok. Namazı kılın.” Bu, dünyanın en kısa hutbesi; ama belki de en derin vaazı. Tarihte, kuşatılmış şehirlerin hikâyeleriyle dolu bu anekdot, Ortaçağ’ın Haçlı Seferleri’ndeki Kudüs kuşatmalarını hatırlatır. O zaman da, açlık surları aşmıştı; bugün Gazze’de, İsrail’in ablukası altında, insani yardımlar çalınan kamyonlarda kayboluyor. Filistin İçişleri Bakanlığı’nın iddiasına göre, bu hırsız çeteleri İsrail himayesinde; yardım tırları soyulurken, çocuklar susuzluktan ölüyor.
Nobel ödüllü 23 ekonomistin mektubu, bu politikaları “açlığı derinleştiren” bir strateji olarak kınıyor – akıl yürütürsek, bu sadece askeri bir taktik değil, mantıken hesaplanmış bir soykırım aracı.
Tarih, Roma’nın Kartaca’yı tuzla kapladığı gibi, topyekûn yok etmeyi öğretir; ama ibret şudur: Zulüm, zalimi de yutar.

Gazze’nin sokaklarında, ölümün adı artık sadece bomba değil; açlık ve susuzluk. Üç yaşındaki Edhem Muhammed Ebu Urmana, Nusayrat’taki bir çadırda hayata tutunmaya çalışıyor; 16 yaşındaki Mahmud ile 25 yaşındaki Hanan kardeşler, bir saat arayla ablukanın kurbanı oldular.
Sağlık Bakanlığı verileri korkunç: 76 binden fazla şehit, 154 binden fazla yaralı; binaların yüzde 90’ı yıkık. Bu rakamlar, soğuk istatistikler değil; her biri bir hikâye.
Bir babanın, İsrail saldırısında öldürülen kızıyla son selfie’si, edebi bir trajedi gibi: Bir kol cansız bedene sarılırken, diğer el kamerayı tutuyor – modern çağın acısı, dijital bir gözyaşı. Tarihsel paralellikte, II. Dünya Savaşı’nın Holokost’unda da aileler son anlarını fotoğraflamıştı; ama mantık sorar: Neden Gazze’de bu döngü tekrarlanıyor? Çünkü güç dengesizliği, aklı kör eder; İsrail’in “Meşruiyet Birimi”nin gazetecileri Hamas üyesi göstererek hedef aldığı iddiaları, medyayı savaş alanı yapar. Washington DC’de, öldürülen gazeteciler için düzenlenen anma, “Kurtla kuzuyu yiyenler, çobanla ağlıyorlar” atasözünü doğrular – hipokrasinin edebi bir portresi.

Direnişin sesi ise, Kassam Tugayları’nın “hayalet gücü” keskin nişancılarında yükseliyor. Şucaiyye ve Tuffah mahallelerinde, Yasin 105 roketleriyle vurulan İsrail araçları, demir yığınlarına dönüşüyor; Kudüs Seriyyeleri’nin patlayıcıları, milyon dolarlık teçhizatı hurdaya çeviriyor. Bu, David-Golyat hikâyesinin modern versiyonu: Zayıfın zekâsı, güçlünün teknolojisini alt eder. Tarih, Vietnam’daki tünellerden Afganistan’daki pusulara kadar, işgalcilerin ağır kayıplarını kaydeder; Gazze’de de, tüneller ve enkazlar direnişçilere avantaj sağlar. İsrail askerlerinin Gazze’den döndükten sonraki intiharları – 17. vaka – akıl sağlığını yitirmenin trajik isbatı. Mantıken, bu “virüsten hızlı yayılan” bir tahribat; zulüm, failini de zehirler. Hikmet burada yatar: Savaş, kazanan bırakmaz; İsrail’in tam işgal planı, ağır kayıplarla sonuçlanacak bir kumar.

Uluslararası arenada, sesler yükseliyor ama eylemler yetersiz. 31 İslam ülkesinin dışişleri bakanları, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Körfez İşbirliği Konseyi, İsrail’in “E1 Projesi”ni kınıyor – Doğu Kudüs’ü gasp eden, Batı Şeria’yı bölen bir plan. Danimarka Başbakanı Frederiksen’in sözleri düşündürücü: “Netanyahu bir problem haline geldi.” Yaptırımlar artmalı, diyor; ama akıl sorar: Neden daha erken değil? Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin Türkiye çağrısıyla düzenleyeceği basın toplantıları, siyasi temaslar, zulmü görünür kılma çabaları – bunlar, tarihi bir uyanışın tohumları. Ve denizden gelen umut: 44 ülkeden 50 gemiyle yola çıkacak filo, “karadan olmadı, denizden” diyor. Bu, 2010 Mavi Marmara’nın edebi devamı; Akdeniz’e insan seli akacak, yürekler Gazze ile atacak.

Sonuçta, Gazze’nin hikâyesi, Ortadoğu’nun “çıban başı” İsrail’in Suriye’yi bölme planlarıyla genişler – BM üzerinden Arap, Dürzi, Nusayri ve Kürt federasyonu kurma hayali. Tarih, Osmanlı’dan Sykes-Picot’a kadar böl-parçala stratejilerini ibretle anlatır; mantık uyarır: Bu, huzuru değil, kaosu getirir. Düşündürücü soru şudur: İnsanlık, bu döngüyü kıracak mı? Hikmet, adaletin er ya da geç galip geleceğini söyler; ama eylemsizlik, suç ortağı yapar. Gazze, bize ayna tutuyor: Açlığın hutbesi kısalsa da, vicdanın çığlığı sonsuz. Belki de, bu makalenin sonu değil; bir başlangıç – düşündürmek için, değiştirmek için.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze: İnsanlığın İmtihanı ve Tarihin Aynası

Gazze: İnsanlığın İmtihanı ve Tarihin Aynası

Minbere çıkan imamın, “Ben açım, konuşacak gücüm yok; siz de açsınız, dinleyecek gücünüz yok, namazı kılın” diyerek hutbeyi bitirmesi, aslında sadece Gazze’nin değil, bütün insanlığın halini özetliyor. Açlıkla, susuzlukla, ölümle imtihan edilen bir halk… Ve bu zulme sessiz kalan ya da yarım ağızla tepki gösteren bir dünya.

Tarihten Günümüze Zulüm Döngüsü

Tarih boyunca zalimler hep vardı: Firavun vardı, Nemrut vardı, Ebu Cehil vardı. Bugün onların yerine Netanyahu ve İsrail’in kanlı siyaseti geçti. Zulüm aynı zulüm, sadece kılıklar değişti. Ama her Firavun’un bir Musa’sı, her Nemrut’un bir İbrahim’i, her Ebu Cehil’in bir Muhammed Mustafa’sı (asm) olduğu gibi, Gazze’nin de direnişle yoğrulmuş bir halkı, imanla güçlenmiş bir sabrı var.

Akıl ve Mantığın Çığlığı

Bir tarafta 76 bin şehit, yüz elli bin yaralı, enkaz altındaki binlerce kayıp…
Diğer tarafta ise milyarlarca dolarlık silahlarla donanmış, ama üç mücahidin pususunda darmadağın olan İsrail ordusu.
Mantık şunu soruyor: Böylesi bir vahşet niçin sürdürülüyor?
Cevap açık: İsrail sadece bir toprak işgali değil, bir varlık ve kimlik savaşı yürütüyor.
Gazzeliler ise sadece hayatlarını değil, izzetlerini, imanlarını ve ümmetin onurunu müdafaa ediyorlar.

İbret Levhası

Bir baba, şehit düşen kızının cansız bedenine sarılarak selfie çekiyor. O kare, aslında yüzyıllar boyu dillerden düşmeyecek bir ibret levhası.
Bir tarafta çocuklarıyla selfie yapan İsrail askerleri; öte tarafta şehit evladı ile vedalaşan bir baba… İşte hakkın ve batılın, izzetin ve zilletin, insanlığın ve canavarlığın fotoğrafı budur.

Hikmetin Penceresi

Gazze bugün sadece bir coğrafya değildir; Gazze sabrın adıdır, direnişin adıdır, ümmetin onurudur.
Gazze, İslam dünyasının uykuda olduğunu haykıran bir ezan ve davet gibidir.
Gazze, “Daha ne bekliyorsunuz?” diye soran bir çağrıdır.

Dünya Vicdanı Nerede?

Nobel ödüllü ekonomistlerin bile “Gazze’de açlığı durdurun” diyerek mektup yazmak zorunda kalması, aslında siyasi liderlerin nasıl aciz, nasıl ikiyüzlü kaldığını gösteriyor.
İslam ülkelerinden gelen ortak kınama bildirileri ise, Filistinlilerin yarasına sadece bir damla su misali. Oysa tarih bize şunu öğretiyor: Zulmü kınamak yetmez; zulmü durdurmak gerekir.

Sonuç: İsrail’in Sonu ve İnsanlığın Geleceği

İsrail bugün dünyanın çıban başıdır. Ortadoğu’ya ve İslam dünyasına huzur gelmeyecek, ta ki bu çıban deşilip temizlenmedikçe.
Ama İsrail’in unuttuğu bir gerçek var: Zulüm ile abad olunmaz. İsrail kendi kazdığı kuyuya düşüyor; askerleri intihar ediyor, ordusu ruhen çöküyor.
Gazze ise kanla, ateşle, açlıkla yoğrulsa da dimdik ayakta duruyor. Çünkü onlar imanla direniyor, sabırla kazanıyor.

Özet

Gazze bugün insanlığın vicdan aynasıdır. Açlığın, ölümün ve zulmün en çetin hali orada yaşanıyor. Tarih boyunca her zalimin sonu geldiği gibi, İsrail’in de sonu yaklaşmaktadır. Gazze direnişi ise sabrın, izzetin ve ümmetin uyanışının sembolü olarak ebediyen yaşayacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Kıyâme Sûresi

Kıyâme Sûresi :

1) «Lâ uksimu bi‑yevmi’l‑qıyâmeh» — “Kıyâmet gününe yemin ederim.”

Tefsir yönü: Yemin, mevzunun kesinliğini ve ciddiyetini anlatır; kıyâmetin hak olduğuna dikkat çeker.
Murâdif ayetler: Hac 7; Vâkıa 1–6; Zilzâl 1–2.
Aklî‑ilmî izah: Kozmoloji ve termodinamik perspektiften bakınca evrenin “sonlu” oluşuna dair modeller (ısı ölümü, büyük yırtılma vb.) maddenin ebediyen bu formda kalamayacağını gösterir; Kur’ân’ın “büyük dönüşüm” vurgusu aklen mümkündür.
RNK yönlendirme (asıl kaynak): Sözler, “Onuncu Söz (Haşir Risalesi) — 1. ve 2. Hakikatler”; Şuâlar, “On Beşinci Şuâ (Âyetü’l‑Kübrâ) – semâvât bahsi”.

2) «Ve lâ uksimu bi’n‑nefsi’l‑levvâmeh» — “Kınayan nefse yemindir.”

Tefsir yönü: Nefs‑i levvâme, vicdanın öz eleştiri yapan merhalesidir; ahlâkî sorumluluğun iç tanığıdır.
Murâdif ayetler: Şems 7–10; Nâziât 40–41; Fecr 27–30 (mutmainne merhalesi).
Aklî‑ilmî izah: Vicdan/suçluluk duygusu ve “ahlâkî sezgi”nin evrenselliği, insanda normatif bir merkez bulunduğunu gösterir; hukuk ve psikolojide “öz‑denetim” temelidir. Bu merkez ahiret muhasebesine kapı aralar.
RNK: Mesnevî‑i Nuriye, “Habbe” ve “Zerre”; Mektubat, “Yirmi Altıncı Mektup — Nefs muhasebesi bahisleri”.

3) «E yahsebu’l‑insânu ellen necme‘a ʿızâmeh» — “İnsan, kemiklerini asla toplayamayacağımızı mı sanır?”

Tefsir yönü: Haşirde cismanî dirilişin inkârına cevap.
Murâdif ayetler: Yâsîn 78–79; İsrâ 49–51; Kaf 3–4.
Aklî‑ilmî izah: Biyolojik “kimlik” DNA ve bilgi düzenidir. Dağılmış unsurlar aynı “ilâhî plan/informasyon” ile yeniden tertip edilebilir; bilgi sahibi bir kudret için imkânsız değildir.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — 3. Hakikat (Kudret ve İhya)”; Mektubat, “Yirmi Dokuzuncu Mektup — Haşir bahsi”.

4) «Belâ qâdirîne ʿalâ en nusevviye benâneh» — “Evet; parmak uçlarını dahi aynen düzenlemeye kâdiriz.”

Tefsir yönü: Cismanî dirilişin ayrıntı vurgusu: “benân = parmak ucu/iz”.
Murâdif ayetler: Kıyâme 3’ün devamı mahiyetinde; ayrıca Nisa 56 (derilerin yenilenmesi).
Aklî‑ilmî izah: Parmak izi ve biyometrinin tekilliği; “şahsîlik” verisi. Mikro düzeyde yeniden inşa, “aynı şahsın iadesi” fikrini destekler.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — 4. ve 5. Hakikatler (İlim ve Hikmet)”.

5) «Bel yurîdu’l‑insânu li‑yefcure emâmeh» — “Hayır; insan önündekini günah sayıp (keyfine göre) yaşamak ister.”

Tefsir yönü: İnkârın epistemik değil çoğu kez ahlâkî/arzusal motivasyonla oluşu.
Murâdif ayetler: Câsiye 23; Bakara 206; Nahl 22.
Aklî‑ilmî izah: Davranış bilimleri “motivated reasoning”i doğrular: insan arzusuna uygun inancı seçmeye meyillidir.
RNK: Lem’alar, “Yirmi Altıncı Lem’a (İhlâs ve Nefs); nefsin hileleri”; Sözler, “Yirmi Dokuzuncu Söz — Ene bahsi”.

6) «Yes’elu eyyâne yevmu’l‑qıyâmeh» — “(İnatla) ‘O kıyâmet ne zamanmış?’ diye sorar.”

Tefsir yönü: İstihzâ ve erteleme psikolojisi.
Murâdif ayetler: Meâric 6; Şûrâ 18; Enbiyâ 36–38.
Aklî‑ilmî izah: “Yakın tehdit uzak algılanır” (temporal discounting). Uyarıların hafife alınması tipiktir.
RNK: Sözler, “On Dördüncü Söz — gaflet perdeleri”; Şualar, “Âyetü’l‑Kübrâ — ölüm ve haşre işaretler”.

7–9) «Fe izâ beriqal basar • ve husife’l‑kamer • ve cumi‘a’ş‑şemsu ve’l‑kamer»

— “Göz (dehşetten) donakalır; ay tutulur; güneş ve ay bir araya getirilir.” Tefsir yönü: Kozmik nizamın bozulması: kıyametin evrensel ölçekli sarsıntısı.
Murâdif ayetler: Tekvîr 1–6; İnfitar 1–3; İnşikak 1; Zilzal 1.
Aklî‑ilmî izah: Gök‑cisim dengelerinin bozulması, gravitasyonel kaos ve yıldız değişimi açısından kozmik felâket senaryoları aklen mümkün. Kur’ân’ın dili “nihai kozmik faz değişimi”ni resmeder.
RNK: Şualar, “Âyetü’l‑Kübrâ — semavî deliller”; Sözler, “Onuncu Söz — 8. Hakikat (Rububiyet ve saltanat-ı âmme)”.

10) «Yekûlu’l‑insânu yevmeizin eyne’l‑meferr» — “O gün insan: ‘Kaçıp sığınacak yer neresi?’ der.”

Tefsir yönü: Mutlak hesap karşısında kaçışsızlık.
Murâdif ayetler: Rahman 33; Secde 12; Yâsîn 52–53.
Aklî‑ilmî izah: Hukukta “kesin delil”e karşı kaçış yoktur; makro planda da ontolojik bir “kaçışsızlık” vardır: zaman‑mekânın sahibi huzuruna çıkış.
RNK: Sözler, “Yirmi Üçüncü Söz — haşir meydanı tasvirleri”; Mektubat, “On Üçüncü Mektup — hesap ve mizân telmihleri”.

11) «Kellâ lâ vezera» — “Hayır; sığınak yok!”

Tefsir yönü: İnsanın arkasına aldığı güçlerin hepsi hükümsüz kalır.
Murâdif ayetler: Şuara 88–89; Mü’min 16–17.
Aklî‑ilmî izah: Sosyolojik güçler (servet, nüfuz) bağlama bağımlıdır; kozmik mahkemede faaliyetsizdir..
RNK: Lem’alar, “Yirmi Beşinci Lem’a — şirk ve tevekkül bahisleri”.

12) «İlâ rabbike yevmeizinil‑müstakar» — “O gün varıp karar kılınacak yer yalnız Rabbinin huzurudur.”

Tefsir yönü: Nihai merci ve mülkiyet vurgusu.
Murâdif ayetler: Fatiha 4; İnfitâr 19; Nebe 38.
Aklî‑ilmî izah: “Nihai referans” meselesi: metafiziğin zorunlu ilkesi olarak “son merci” kavramı.
RNK: Sözler, “Otuz Üçüncü Söz — rububiyet ve mülkün sahipliği”; Şualar, “Âyetü’l‑Kübrâ — Rububiyet faslı”.

13) «Yunebbeu’l‑insânu yevmeizin bi‑mâ qaddeme ve ahhar» — “O gün insana, önden gönderdiği ve geride bıraktığı her şey haber verilir.”

Tefsir yönü: Amellerin tamamının bildirilmesi (kayıt).
Murâdif ayetler: Zilzal 7–8; Kehf 49; İsra 13–14.
Aklî‑ilmî izah: “Kayıt prensibi”: Fizik ve bilgi felsefesinde hiçbir etkinin bütünüyle ‘yok’ olmaması; insan fiillerinin iz bırakması (psikolojik, sosyal, ekolojik izler).
RNK: Sözler, “On Birinci Söz — amel defteri ve yazıcı melekler telmihleri”; Mektubat, “Yirmi Altıncı Mektup — muhasebe”.

14) «Belil‑insânu ʿalâ nefsihî basîrah» — “Hayır; insan kendi aleyhine (içinde) bir şâhittir.”

Tefsir yönü: Vicdan ve şuurun iç tanıklığı; öz‑şahitlik.
Murâdif ayetler: Kâf 17–18; Yâsîn 65; Nur 24.
Aklî‑ilmî izah: Bilinç‑araştırmalarında “içgözlem/öz‑farkındalık”; nörobilimde ‘benlik’ farkındalığı. Tanıklık mekanizması içsel delil olarak anlaşılır.
RNK: Mesnevî‑i Nuriye, “Âyetü’l‑Kübrâ’ya giden yol – vicdanın dört penceresi”; Sözler, “Otuzuncu Söz — ene ve vicdan pencereleri”.

15) «Ve lev elqâ meâzîreh» — “Mazeretler ileri sürse de (bu hakikat değişmez).”

Tefsir yönü: Retorik kaçışların hükümsüzlüğü; gerçeklerin mazeretle değişmemesi.
Murâdif ayetler: Nahl 111; Mü’minûn 108; A‘râf 38.
Aklî‑ilmî izah: Bilişsel çarpıtmalar (rasyonalizasyon, inkâr) kısa vadede rahatlatır; fakat gerçekliği dönüştürmez. Hukukta da “mazeret” suçu iptal etmez; olsa olsa hükmü hafifletebilir.
RNK: Lem’alar, “İhlâs ve Uhuvvet — nefsi temize çıkarmama düsturu”; Sözler, “Yirmi Altıncı Söz — nefsin desiseleri”.

16) «Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta‘cele bihî»

(Vahyi çabuk almak için dilini kımıldatma.)
Tefsir yönü: Resûlullah’a, Cebrâil’den aldığı vahyi aceleyle tekrarlamaması emri; vahyin korunacağı teminatı.
Murâdif ayetler: Tâhâ 114; A‘lâ 6–7.
Aklî-ilmî izah: “Bilişsel yük/çalışan hafıza” ilkesi: yoğun bilgi aktarımında acele etmek hatayı artırır. İlâhî garanti, metnin sabitlenmesine dair güven oluşturur.
RNK yönlendirme (asıl kaynak): Sözler, “Yirmi Beşinci Söz (Kur’ân’ın i’câzı)”; Mektubat, “Yirminci Mektup (Vahyin mahiyeti)”

17–18) «İnne aleynâ cem‘ehu ve kur’ânehu • Fe izâ qara’nâhu fettebi‘ qur’ânehu»

(Onu derleyip okutmak Bizim üzerimizedir; okuduğumuzda kıraatini takip et.)
Tefsir yönü: Kur’ân’ın hıfz ve tertibinin ilâhî teminat altında oluşu.
Murâdif ayetler: Hicr 9; Kıyâme 16’nın devamı.
Aklî-ilmî izah: Metin tenkidi açısından “orijinalin korunması” iddiası; Kur’ân’ın ezber/tilâvet kültürüyle veri tekerrürü—hata düzeltme mekanizması.
RNK: Şualar, “On Dördüncü Şuâ (İ’câz-ı Kur’ân)”; Sözler, “Yirmi Beşinci Söz”.

19) «Sümme inne aleynâ beyânehu»

(Sonra onu açıklamak da Bizim üzerimizedir.)
Tefsir yönü: Kur’ân’ın kendi kendini beyan ve tefsir eden yapısı; nüzûl seyri.
Murâdif ayetler: Nahl 89; Âl-i İmrân 7.
Aklî-ilmî izah: Bir metnin “iç referanslı” açıklama sistemi; konu içi çaprazlamalarla kavram ağı (intertext).
RNK: Mesnevî-i Nuriye, “Hubab – Kur’ân’ın beyanî üslubu”; Sözler, “Otuz Birinci Söz (Kur’ân’ın hakikatleri).”

20–21) «Kellâ bel tuhibbûne’l-âcile • ve tezarûne’l-âhireh»

(Hayır! Siz peşini seversiniz; âhireti bırakırsınız.)
Tefsir yönü: Heva ve “anlık haz”ın imanı perdelemesi.
Murâdif ayetler: A‘lâ 16–17; İsrâ 18–19; Şûrâ 20.
Aklî-ilmî izah: Davranış bilimlerinde “zaman indirgeme” (temporal discounting): kısa vadeli ödüller uzun vadeli faydaya tercih edilir.
RNK: Lem’alar, “Yirmi Altıncı Lem‘a (İhlâs ve nefs muhasebesi)”; Sözler, “On Birinci Söz (namaz–dünya–âhiret dengesi).”

22–23) «Vucûhun yevmeizin nâdırâh • ilâ rabbihâ nâzırah»

(O gün birtakım yüzler ışıl ışıl; Rablerine nazırdır.)
Tefsir yönü: Ehl-i sünnet’e göre rü’yetullah (mecaz değil, keyfiyeti meçhul bir mükâfat).
Murâdif ayetler: Yûnus 26; Mutaffifîn 22–26; Kâf 35.
Aklî-ilmî izah: Estetik/ahlâk teorisinde “nihai güzellik/kemal” arayışı; mükâfatın zirvesi olarak “mânevî müşahede”.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — Haşir Risalesi, netice; rü’yetullah telmihleri”; Mektubat, “On Dokuzuncu Mektup (Nübüvvet ve mükâfat)”.

24–25) «Ve vucûhun yevmeizin bâsirah • tezunnu en yuf‘ale bihâ fâqirah»

(Bazı yüzler ise kederli; bel kırıcı bir musîbeti bekler.)
Tefsir yönü: Kâfir ve münafıkların hesaptaki hazin akıbet beklentisi.
Murâdif ayetler: Abese 40–42; Hûd 20; Zümer 60.
Aklî-ilmî izah: Psikolojide “beklenen ceza kaygısı” ve yüz ifadesine yansıyan duygu; suç ve ceza korelasyonu.
RNK: Lem’alar, “Yirmi Dördüncü Lem‘a (Ubudiyetin lezzeti vs. isyanın elemi)”.

26–30) «Kellâ izâ beleğati’t-terâqî • ve kîle men râq • ve zanne ennehul-firâq • velteffeti’s-sâqu bi’s-sâq • ilâ rabbike yevmeizin’il-mesâq»

(Can köprücük kemiklerine dayandığında; ‘Kim şifa verecek?’ denildiğinde; ayrılığın vakti olduğu anlaşıldığında; bacak bacağa dolaştığında—o gün dönüş yalnız Rabbinedir.)
Tefsir yönü: Sekarat-ı mevt ve kaçınılmaz dönüş.
Murâdif ayetler: Kâf 19–21; Vâkıa 83–87; Mü’minûn 99–100.
Aklî-ilmî izah: Ölümün fizyolojisi (organ yetmezliği sıralaması, şuur daralması); tıbbın nihai sınırı.
RNK: Sözler, “Yirmi Beşinci Söz – İkinci Şua‘: ölümün hakikati ve mü’min için terhis”; Şualar, “On Beşinci Şuâ (Âyetü’l-Kübrâ) – ölüm penceresi.”

31–32) «Fe lâ saddaqa ve lâ sallâ • velâkin kezzebe ve tevellâ»

(Ne tasdik etti, ne namaz kıldı; bilakis yalanladı ve yüz çevirdi.)
Tefsir yönü: İmanın amele yansıması; inkarın davranışa dönüşmesi.
Murâdif ayetler: Muddessir 42–47; Mâûn 4–7; Tin 6–7.
Aklî-ilmî izah: İnanç–pratik uyumu: değer–davranış tutarlılığı; “ahlâkı ertelemek” kalpte katılık doğurur.
RNK: Sözler, “Yirmi Birinci Söz (Namazın hakikati)”; Mektubat, “On Birinci Mektup (Namazın terki ve neticeleri).”

33–35) «Sümme zehebe ilâ ehlihî yetemattâ • evlâ leke fe evlâ • sümme evlâ leke fe evlâ»

(Sonra çalımlı hâlde ehline döndü. Yazık sana, yazık! Evet, yazık sana, yazık!)
Tefsir yönü: Dünyevî konforla gurur; ilâhî ihtar (te’kîdli tehdid).
Murâdif ayetler: Alak 6–8; Hûd 10; Hadîd 20.
Aklî-ilmî izah: Refahın ürettiği “yanlış güven duygusu”; davranış biliminde “overconfidence bias”.
RNK: Lem’alar, “İktisat Risalesi (nimetin şükrü, gururun kırılması)”; Sözler, “Yirmi Dördüncü Söz (teşekkür–tevekkül).”

36) «E yahsebu’l-insânu en yutreke sudâ»

(İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?)
Tefsir yönü: Teklif ve sorumluluk; hayatın amaçsız olmadığı.
Murâdif ayetler: Mü’minûn 115; Kıyâme 13; Zâriyât 56.
Aklî-ilmî izah: Teleoloji ve ahlâk felsefesi: normların kaynağı; hukukta “hesap verebilirlik” ilkesinin kozmik izdüşümü.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz (Haşir) — maksat ve netice”; Mesnevî-i Nuriye, “Lem’aat – teklif sırrı.”

37–39) «Elem yeku nutfeten min meniyyin yumnâ • sümme kâne ʿalaqah • fe halaqa fe sevvâ • fe ceale minhu’z-zevceyni’z-zeker ve’l-ünsâ»

(Dökülen bir nutfe değil miydi? Sonra alâka oldu; derken yaratıp düzenledi; ondan iki eş—erkek ve dişiyi—var etti.)
Tefsir yönü: Yaratılış silsilesi ve ilâhî tedbir.
Murâdif ayetler: Mü’minûn 12–14; Hacc 5; İnsan 2.
Aklî-ilmî izah: Embriyoloji aşamaları (zigot–embriyo–fetus), genetik cinsiyet tayini (XX/XY) ve gelişim; “tesviye” (orantı, organogenez).
RNK: Sözler, “Yirmi Üçüncü Söz (Rububiyetin tanzimi)”; Şualar, “Âyetü’l-Kübrâ – insanın yaratılışı delili.”

40) «E leyse zâlike bi qâdirin ʿalâ en yuhyiye’l-mevtâ»

(Bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye kâdir değil midir?)
Tefsir yönü: Kıyâs-ı temsîlî: İlk yaratmaya kâdir olan, iade etmeye evlâdır.
Murâdif ayetler: Yâsîn 78–79; Rûm 27; İsra 51.
Aklî-ilmî izah: “Birinci üretim–ikinci üretim” kıyası: ilk tanzim daha zordur; muhafaza/iadeye kıyasla. Kozmosta süreklilik–yenileme örüntüsü (mevsimler, hücre yenilenmesi) iade fikrine analoji sağlar.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — 3–8. Hakikatler (Kudret, İlim, İrade, Rububiyet)”; Mektubat, “Yirmi Dokuzuncu Mektup (Haşir delilleri).”

Kısa genel sonuç

Kıyâme sûresi, vahyin teminatı (16–19), dünyevî aceleciliğin kalbi perdelemesi (20–21), mü’minin mükâfat zirvesi ve kâfirin beklediği akıbet (22–25), ölüm sahnesi ve dönüş (26–30), inkârın amele yansıması (31–35), tekellüf–sorumluluk (36) ve ilk yaratmadan haşre kıyâs (37–40) çizgisinde ilerler.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Kıyâme Sûresi

Kıyâme Sûresi :

1) «Lâ uksimu bi‑yevmi’l‑qıyâmeh» — “Kıyâmet gününe yemin ederim.”

Tefsir yönü: Yemin, mevzunun kesinliğini ve ciddiyetini anlatır; kıyâmetin hak olduğuna dikkat çeker.
Murâdif ayetler: Hac 7; Vâkıa 1–6; Zilzâl 1–2.
Aklî‑ilmî izah: Kozmoloji ve termodinamik perspektiften bakınca evrenin “sonlu” oluşuna dair modeller (ısı ölümü, büyük yırtılma vb.) maddenin ebediyen bu formda kalamayacağını gösterir; Kur’ân’ın “büyük dönüşüm” vurgusu aklen mümkündür.
RNK yönlendirme (asıl kaynak): Sözler, “Onuncu Söz (Haşir Risalesi) — 1. ve 2. Hakikatler”; Şuâlar, “On Beşinci Şuâ (Âyetü’l‑Kübrâ) – semâvât bahsi”.

2) «Ve lâ uksimu bi’n‑nefsi’l‑levvâmeh» — “Kınayan nefse yemindir.”

Tefsir yönü: Nefs‑i levvâme, vicdanın öz eleştiri yapan merhalesidir; ahlâkî sorumluluğun iç tanığıdır.
Murâdif ayetler: Şems 7–10; Nâziât 40–41; Fecr 27–30 (mutmainne merhalesi).
Aklî‑ilmî izah: Vicdan/suçluluk duygusu ve “ahlâkî sezgi”nin evrenselliği, insanda normatif bir merkez bulunduğunu gösterir; hukuk ve psikolojide “öz‑denetim” temelidir. Bu merkez ahiret muhasebesine kapı aralar.
RNK: Mesnevî‑i Nuriye, “Habbe” ve “Zerre”; Mektubat, “Yirmi Altıncı Mektup — Nefs muhasebesi bahisleri”.

3) «E yahsebu’l‑insânu ellen necme‘a ʿızâmeh» — “İnsan, kemiklerini asla toplayamayacağımızı mı sanır?”

Tefsir yönü: Haşirde cismanî dirilişin inkârına cevap.
Murâdif ayetler: Yâsîn 78–79; İsrâ 49–51; Kaf 3–4.
Aklî‑ilmî izah: Biyolojik “kimlik” DNA ve bilgi düzenidir. Dağılmış unsurlar aynı “ilâhî plan/informasyon” ile yeniden tertip edilebilir; bilgi sahibi bir kudret için imkânsız değildir.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — 3. Hakikat (Kudret ve İhya)”; Mektubat, “Yirmi Dokuzuncu Mektup — Haşir bahsi”.

4) «Belâ qâdirîne ʿalâ en nusevviye benâneh» — “Evet; parmak uçlarını dahi aynen düzenlemeye kâdiriz.”

Tefsir yönü: Cismanî dirilişin ayrıntı vurgusu: “benân = parmak ucu/iz”.
Murâdif ayetler: Kıyâme 3’ün devamı mahiyetinde; ayrıca Nisa 56 (derilerin yenilenmesi).
Aklî‑ilmî izah: Parmak izi ve biyometrinin tekilliği; “şahsîlik” verisi. Mikro düzeyde yeniden inşa, “aynı şahsın iadesi” fikrini destekler.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — 4. ve 5. Hakikatler (İlim ve Hikmet)”.

5) «Bel yurîdu’l‑insânu li‑yefcure emâmeh» — “Hayır; insan önündekini günah sayıp (keyfine göre) yaşamak ister.”

Tefsir yönü: İnkârın epistemik değil çoğu kez ahlâkî/arzusal motivasyonla oluşu.
Murâdif ayetler: Câsiye 23; Bakara 206; Nahl 22.
Aklî‑ilmî izah: Davranış bilimleri “motivated reasoning”i doğrular: insan arzusuna uygun inancı seçmeye meyillidir.
RNK: Lem’alar, “Yirmi Altıncı Lem’a (İhlâs ve Nefs); nefsin hileleri”; Sözler, “Yirmi Dokuzuncu Söz — Ene bahsi”.

6) «Yes’elu eyyâne yevmu’l‑qıyâmeh» — “(İnatla) ‘O kıyâmet ne zamanmış?’ diye sorar.”

Tefsir yönü: İstihzâ ve erteleme psikolojisi.
Murâdif ayetler: Meâric 6; Şûrâ 18; Enbiyâ 36–38.
Aklî‑ilmî izah: “Yakın tehdit uzak algılanır” (temporal discounting). Uyarıların hafife alınması tipiktir.
RNK: Sözler, “On Dördüncü Söz — gaflet perdeleri”; Şualar, “Âyetü’l‑Kübrâ — ölüm ve haşre işaretler”.

7–9) «Fe izâ beriqal basar • ve husife’l‑kamer • ve cumi‘a’ş‑şemsu ve’l‑kamer»

— “Göz (dehşetten) donakalır; ay tutulur; güneş ve ay bir araya getirilir.” Tefsir yönü: Kozmik nizamın bozulması: kıyametin evrensel ölçekli sarsıntısı.
Murâdif ayetler: Tekvîr 1–6; İnfitar 1–3; İnşikak 1; Zilzal 1.
Aklî‑ilmî izah: Gök‑cisim dengelerinin bozulması, gravitasyonel kaos ve yıldız değişimi açısından kozmik felâket senaryoları aklen mümkün. Kur’ân’ın dili “nihai kozmik faz değişimi”ni resmeder.
RNK: Şualar, “Âyetü’l‑Kübrâ — semavî deliller”; Sözler, “Onuncu Söz — 8. Hakikat (Rububiyet ve saltanat-ı âmme)”.

10) «Yekûlu’l‑insânu yevmeizin eyne’l‑meferr» — “O gün insan: ‘Kaçıp sığınacak yer neresi?’ der.”

Tefsir yönü: Mutlak hesap karşısında kaçışsızlık.
Murâdif ayetler: Rahman 33; Secde 12; Yâsîn 52–53.
Aklî‑ilmî izah: Hukukta “kesin delil”e karşı kaçış yoktur; makro planda da ontolojik bir “kaçışsızlık” vardır: zaman‑mekânın sahibi huzuruna çıkış.
RNK: Sözler, “Yirmi Üçüncü Söz — haşir meydanı tasvirleri”; Mektubat, “On Üçüncü Mektup — hesap ve mizân telmihleri”.

11) «Kellâ lâ vezera» — “Hayır; sığınak yok!”

Tefsir yönü: İnsanın arkasına aldığı güçlerin hepsi hükümsüz kalır.
Murâdif ayetler: Şuara 88–89; Mü’min 16–17.
Aklî‑ilmî izah: Sosyolojik güçler (servet, nüfuz) bağlama bağımlıdır; kozmik mahkemede faaliyetsizdir..
RNK: Lem’alar, “Yirmi Beşinci Lem’a — şirk ve tevekkül bahisleri”.

12) «İlâ rabbike yevmeizinil‑müstakar» — “O gün varıp karar kılınacak yer yalnız Rabbinin huzurudur.”

Tefsir yönü: Nihai merci ve mülkiyet vurgusu.
Murâdif ayetler: Fatiha 4; İnfitâr 19; Nebe 38.
Aklî‑ilmî izah: “Nihai referans” meselesi: metafiziğin zorunlu ilkesi olarak “son merci” kavramı.
RNK: Sözler, “Otuz Üçüncü Söz — rububiyet ve mülkün sahipliği”; Şualar, “Âyetü’l‑Kübrâ — Rububiyet faslı”.

13) «Yunebbeu’l‑insânu yevmeizin bi‑mâ qaddeme ve ahhar» — “O gün insana, önden gönderdiği ve geride bıraktığı her şey haber verilir.”

Tefsir yönü: Amellerin tamamının bildirilmesi (kayıt).
Murâdif ayetler: Zilzal 7–8; Kehf 49; İsra 13–14.
Aklî‑ilmî izah: “Kayıt prensibi”: Fizik ve bilgi felsefesinde hiçbir etkinin bütünüyle ‘yok’ olmaması; insan fiillerinin iz bırakması (psikolojik, sosyal, ekolojik izler).
RNK: Sözler, “On Birinci Söz — amel defteri ve yazıcı melekler telmihleri”; Mektubat, “Yirmi Altıncı Mektup — muhasebe”.

14) «Belil‑insânu ʿalâ nefsihî basîrah» — “Hayır; insan kendi aleyhine (içinde) bir şâhittir.”

Tefsir yönü: Vicdan ve şuurun iç tanıklığı; öz‑şahitlik.
Murâdif ayetler: Kâf 17–18; Yâsîn 65; Nur 24.
Aklî‑ilmî izah: Bilinç‑araştırmalarında “içgözlem/öz‑farkındalık”; nörobilimde ‘benlik’ farkındalığı. Tanıklık mekanizması içsel delil olarak anlaşılır.
RNK: Mesnevî‑i Nuriye, “Âyetü’l‑Kübrâ’ya giden yol – vicdanın dört penceresi”; Sözler, “Otuzuncu Söz — ene ve vicdan pencereleri”.

15) «Ve lev elqâ meâzîreh» — “Mazeretler ileri sürse de (bu hakikat değişmez).”

Tefsir yönü: Retorik kaçışların hükümsüzlüğü; gerçeklerin mazeretle değişmemesi.
Murâdif ayetler: Nahl 111; Mü’minûn 108; A‘râf 38.
Aklî‑ilmî izah: Bilişsel çarpıtmalar (rasyonalizasyon, inkâr) kısa vadede rahatlatır; fakat gerçekliği dönüştürmez. Hukukta da “mazeret” suçu iptal etmez; olsa olsa hükmü hafifletebilir.
RNK: Lem’alar, “İhlâs ve Uhuvvet — nefsi temize çıkarmama düsturu”; Sözler, “Yirmi Altıncı Söz — nefsin desiseleri”.

16) «Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta‘cele bihî»

(Vahyi çabuk almak için dilini kımıldatma.)
Tefsir yönü: Resûlullah’a, Cebrâil’den aldığı vahyi aceleyle tekrarlamaması emri; vahyin korunacağı teminatı.
Murâdif ayetler: Tâhâ 114; A‘lâ 6–7.
Aklî-ilmî izah: “Bilişsel yük/çalışan hafıza” ilkesi: yoğun bilgi aktarımında acele etmek hatayı artırır. İlâhî garanti, metnin sabitlenmesine dair güven oluşturur.
RNK yönlendirme (asıl kaynak): Sözler, “Yirmi Beşinci Söz (Kur’ân’ın i’câzı)”; Mektubat, “Yirminci Mektup (Vahyin mahiyeti)”

17–18) «İnne aleynâ cem‘ehu ve kur’ânehu • Fe izâ qara’nâhu fettebi‘ qur’ânehu»

(Onu derleyip okutmak Bizim üzerimizedir; okuduğumuzda kıraatini takip et.)
Tefsir yönü: Kur’ân’ın hıfz ve tertibinin ilâhî teminat altında oluşu.
Murâdif ayetler: Hicr 9; Kıyâme 16’nın devamı.
Aklî-ilmî izah: Metin tenkidi açısından “orijinalin korunması” iddiası; Kur’ân’ın ezber/tilâvet kültürüyle veri tekerrürü—hata düzeltme mekanizması.
RNK: Şualar, “On Dördüncü Şuâ (İ’câz-ı Kur’ân)”; Sözler, “Yirmi Beşinci Söz”.

19) «Sümme inne aleynâ beyânehu»

(Sonra onu açıklamak da Bizim üzerimizedir.)
Tefsir yönü: Kur’ân’ın kendi kendini beyan ve tefsir eden yapısı; nüzûl seyri.
Murâdif ayetler: Nahl 89; Âl-i İmrân 7.
Aklî-ilmî izah: Bir metnin “iç referanslı” açıklama sistemi; konu içi çaprazlamalarla kavram ağı (intertext).
RNK: Mesnevî-i Nuriye, “Hubab – Kur’ân’ın beyanî üslubu”; Sözler, “Otuz Birinci Söz (Kur’ân’ın hakikatleri).”

20–21) «Kellâ bel tuhibbûne’l-âcile • ve tezarûne’l-âhireh»

(Hayır! Siz peşini seversiniz; âhireti bırakırsınız.)
Tefsir yönü: Heva ve “anlık haz”ın imanı perdelemesi.
Murâdif ayetler: A‘lâ 16–17; İsrâ 18–19; Şûrâ 20.
Aklî-ilmî izah: Davranış bilimlerinde “zaman indirgeme” (temporal discounting): kısa vadeli ödüller uzun vadeli faydaya tercih edilir.
RNK: Lem’alar, “Yirmi Altıncı Lem‘a (İhlâs ve nefs muhasebesi)”; Sözler, “On Birinci Söz (namaz–dünya–âhiret dengesi).”

22–23) «Vucûhun yevmeizin nâdırâh • ilâ rabbihâ nâzırah»

(O gün birtakım yüzler ışıl ışıl; Rablerine nazırdır.)
Tefsir yönü: Ehl-i sünnet’e göre rü’yetullah (mecaz değil, keyfiyeti meçhul bir mükâfat).
Murâdif ayetler: Yûnus 26; Mutaffifîn 22–26; Kâf 35.
Aklî-ilmî izah: Estetik/ahlâk teorisinde “nihai güzellik/kemal” arayışı; mükâfatın zirvesi olarak “mânevî müşahede”.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — Haşir Risalesi, netice; rü’yetullah telmihleri”; Mektubat, “On Dokuzuncu Mektup (Nübüvvet ve mükâfat)”.

24–25) «Ve vucûhun yevmeizin bâsirah • tezunnu en yuf‘ale bihâ fâqirah»

(Bazı yüzler ise kederli; bel kırıcı bir musîbeti bekler.)
Tefsir yönü: Kâfir ve münafıkların hesaptaki hazin akıbet beklentisi.
Murâdif ayetler: Abese 40–42; Hûd 20; Zümer 60.
Aklî-ilmî izah: Psikolojide “beklenen ceza kaygısı” ve yüz ifadesine yansıyan duygu; suç ve ceza korelasyonu.
RNK: Lem’alar, “Yirmi Dördüncü Lem‘a (Ubudiyetin lezzeti vs. isyanın elemi)”.

26–30) «Kellâ izâ beleğati’t-terâqî • ve kîle men râq • ve zanne ennehul-firâq • velteffeti’s-sâqu bi’s-sâq • ilâ rabbike yevmeizin’il-mesâq»

(Can köprücük kemiklerine dayandığında; ‘Kim şifa verecek?’ denildiğinde; ayrılığın vakti olduğu anlaşıldığında; bacak bacağa dolaştığında—o gün dönüş yalnız Rabbinedir.)
Tefsir yönü: Sekarat-ı mevt ve kaçınılmaz dönüş.
Murâdif ayetler: Kâf 19–21; Vâkıa 83–87; Mü’minûn 99–100.
Aklî-ilmî izah: Ölümün fizyolojisi (organ yetmezliği sıralaması, şuur daralması); tıbbın nihai sınırı.
RNK: Sözler, “Yirmi Beşinci Söz – İkinci Şua‘: ölümün hakikati ve mü’min için terhis”; Şualar, “On Beşinci Şuâ (Âyetü’l-Kübrâ) – ölüm penceresi.”

31–32) «Fe lâ saddaqa ve lâ sallâ • velâkin kezzebe ve tevellâ»

(Ne tasdik etti, ne namaz kıldı; bilakis yalanladı ve yüz çevirdi.)
Tefsir yönü: İmanın amele yansıması; inkarın davranışa dönüşmesi.
Murâdif ayetler: Muddessir 42–47; Mâûn 4–7; Tin 6–7.
Aklî-ilmî izah: İnanç–pratik uyumu: değer–davranış tutarlılığı; “ahlâkı ertelemek” kalpte katılık doğurur.
RNK: Sözler, “Yirmi Birinci Söz (Namazın hakikati)”; Mektubat, “On Birinci Mektup (Namazın terki ve neticeleri).”

33–35) «Sümme zehebe ilâ ehlihî yetemattâ • evlâ leke fe evlâ • sümme evlâ leke fe evlâ»

(Sonra çalımlı hâlde ehline döndü. Yazık sana, yazık! Evet, yazık sana, yazık!)
Tefsir yönü: Dünyevî konforla gurur; ilâhî ihtar (te’kîdli tehdid).
Murâdif ayetler: Alak 6–8; Hûd 10; Hadîd 20.
Aklî-ilmî izah: Refahın ürettiği “yanlış güven duygusu”; davranış biliminde “overconfidence bias”.
RNK: Lem’alar, “İktisat Risalesi (nimetin şükrü, gururun kırılması)”; Sözler, “Yirmi Dördüncü Söz (teşekkür–tevekkül).”

36) «E yahsebu’l-insânu en yutreke sudâ»

(İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?)
Tefsir yönü: Teklif ve sorumluluk; hayatın amaçsız olmadığı.
Murâdif ayetler: Mü’minûn 115; Kıyâme 13; Zâriyât 56.
Aklî-ilmî izah: Teleoloji ve ahlâk felsefesi: normların kaynağı; hukukta “hesap verebilirlik” ilkesinin kozmik izdüşümü.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz (Haşir) — maksat ve netice”; Mesnevî-i Nuriye, “Lem’aat – teklif sırrı.”

37–39) «Elem yeku nutfeten min meniyyin yumnâ • sümme kâne ʿalaqah • fe halaqa fe sevvâ • fe ceale minhu’z-zevceyni’z-zeker ve’l-ünsâ»

(Dökülen bir nutfe değil miydi? Sonra alâka oldu; derken yaratıp düzenledi; ondan iki eş—erkek ve dişiyi—var etti.)
Tefsir yönü: Yaratılış silsilesi ve ilâhî tedbir.
Murâdif ayetler: Mü’minûn 12–14; Hacc 5; İnsan 2.
Aklî-ilmî izah: Embriyoloji aşamaları (zigot–embriyo–fetus), genetik cinsiyet tayini (XX/XY) ve gelişim; “tesviye” (orantı, organogenez).
RNK: Sözler, “Yirmi Üçüncü Söz (Rububiyetin tanzimi)”; Şualar, “Âyetü’l-Kübrâ – insanın yaratılışı delili.”

40) «E leyse zâlike bi qâdirin ʿalâ en yuhyiye’l-mevtâ»

(Bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye kâdir değil midir?)
Tefsir yönü: Kıyâs-ı temsîlî: İlk yaratmaya kâdir olan, iade etmeye evlâdır.
Murâdif ayetler: Yâsîn 78–79; Rûm 27; İsra 51.
Aklî-ilmî izah: “Birinci üretim–ikinci üretim” kıyası: ilk tanzim daha zordur; muhafaza/iadeye kıyasla. Kozmosta süreklilik–yenileme örüntüsü (mevsimler, hücre yenilenmesi) iade fikrine analoji sağlar.
RNK: Sözler, “Onuncu Söz — 3–8. Hakikatler (Kudret, İlim, İrade, Rububiyet)”; Mektubat, “Yirmi Dokuzuncu Mektup (Haşir delilleri).”

Kısa genel sonuç

Kıyâme sûresi, vahyin teminatı (16–19), dünyevî aceleciliğin kalbi perdelemesi (20–21), mü’minin mükâfat zirvesi ve kâfirin beklediği akıbet (22–25), ölüm sahnesi ve dönüş (26–30), inkârın amele yansıması (31–35), tekellüf–sorumluluk (36) ve ilk yaratmadan haşre kıyâs (37–40) çizgisinde ilerler.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İnsanda İlahi Emanetler ve İmanî Kullanım Hikmeti

İnsanda İlahi Emanetler ve İmanî Kullanım Hikmeti

Akıl, Göz ve Dilin İki Ayrı Yolculuğu

  1. Akıl – Kâinat Anahtarı mı, Meş’um Bir Alet mi?

Bediüzzaman Said Nursî, Sözler’de aklı şöyle tarif eder:

> “Akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek… Eğer Mâlik-i Hakikisine satılsa, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar.”

Kur’ân-ı Kerim’de aklın bu iki yönüne işaret eden pek çok ayet vardır:

“Onlar yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?” (Hac, 22/46)

“Aklını kullanmayanların üzerine Allah murdarlık kılar.” (Yunus, 10/100)

Tarih, aklını nefse satanların karanlığa gömülüşüyle doludur. Firavun’un haddi aşmış siyaseti, Nemrut’un sahte tanrılık iddiası, aklın nefsin kölesi olunca nasıl zulüm ürettiğinin ibretlik örnekleridir. Öte yandan Hz. Yusuf, Hz. Süleyman gibi peygamberler, aklını vahyin rehberliğine verdiğinde adalet ve hikmetin zirvesine çıkmıştır.

Modern bilimde akıl, bilgi işleme ve problem çözme gücü olarak tanımlanır. Fakat salt veri işleme, tek başına insanı hakikate ulaştırmaz. Einstein’ın “Bilim, din olmadan kör; din, bilim olmadan topaldır” sözü, aklın ilahi rehberlikten kopmaması gerektiğini hatırlatır.

  1. Göz – İlahi Sanat Seyircisi mi, Nefsin Pencere Kulu mu?

Bediüzzaman şöyle der:

> “Göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, nefis hesabına çalıştırsan, geçici güzellikleri şehvet ve heves-i nefsâniyeye hizmet ettirir. Eğer gözün Sâni-i Basîrine satsan, kâinatın mütâlaacısı, Rabbânî sanatın seyircisi olur.”

Kur’ân’da gözün emaneti şu şekilde anlatılır:

“Yeryüzünde bulunanlara bakmazlar mı ki onların nasıl yaratıldığını görsünler?” (Gâşiye, 88/17-20)

“Gözler onu göremez; o ise gözleri görür.” (En’âm, 6/103)

Göz, modern optik biliminin ifadesiyle, saniyede milyonlarca fotonu işleyerek beyne iletir. Ancak bu biyolojik mucize, iman perspektifinden bakılmadığında yalnızca dünyevî hazların penceresi olur. Oysa iman gözü, her bir manzarada Allah’ın sanatını okur.

Tarihî örnek olarak, Endülüs’teki Müslüman bilginler, gözün bu bakış açısını bilimle harmanlamış, optikte devrim yapmışlardır. İbnü’l-Heysem’in çalışmalarında, göz yalnız fizikî bir organ değil, hakikati temaşa aracı olarak ele alınmıştır.

  1. Dil – Rahmet Hazinelerinin Nazırı mı, Mide Kapıcısı mı?

Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

> “Dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, mide nâmına çalıştırsan, midenin tavlasına bir kapıcı derekesine iner. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, rahmet-i İlahiye hazînelerinin nâzırı ve kudret-i Samedâniye matbahlarının müfettiş-i şâkiri olur.”

Kur’ân, dilin iki boyutuna işaret eder:

“Rahmân’ın nimetini yalanlayanlara yazıklar olsun.” (Rahman, 55)

“Yalan söyleyen diller, kalplerin sakladığını gizleyemez.” (Nahl, 16/105)

Dilin tat alma hücreleri biyolojik olarak mideyi korumak için yaratılmıştır. Ancak imanî şuurla kullanıldığında, yediği her lokmada “Elhamdülillah” diyerek, nimetleri şükür köprüsüne dönüştürür.

Tarihte, tasavvuf erbabı, yeme-içmede israfı terk ederek, dilin asıl vazifesini, nimetin şükrünü dillendirmekte görmüştür. Hacı Bayram-ı Veli’nin, “Helâl lokma ile beslenen dil, zikre kolay alışır” sözü, bu inceliği özetler.

  1. Sonuç ve Genel Özet

Akıl, göz ve dil… Üçü de Allah’ın insana emanet ettiği paha biçilmez cihazlardır. İmanla kullanıldığında:

Akıl, kâinatın sırlarını açan anahtar olur.

Göz, ilahi sanatın seyircisi olur.

Dil, nimetlerin şükrünü ilan eden bir memur olur.

İmansız kullanıldığında ise:

Akıl, geçmiş ve geleceğin azabını yükleyen bir işkence aleti olur.

Göz, nefsin esiri olup fani zevklerin kölesi olur.

Dil, sadece mide kapıcılığına düşer.

Kur’ân’ın şu ayeti, bütün bu hakikati tek cümlede özetler:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar onu yüklenmekten çekindiler, insan ise yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 33/72)

Özet

Bu makale, Risale-i Nur’un akıl, göz ve dil üzerine yaptığı tahlilleri ele alarak, bu organların imanla ve imansız kullanıldığında ulaştığı iki zıt noktayı anlattı. Akıl, göz ve dil; imanla sonsuz rahmet hazinelerine açılan anahtar, iman olmadan ise nefsin kölesi olur. Ayetler, tarihî misaller ve bilimsel verilerle desteklenen bu hakikat, insana emaneti sahibinin izniyle kullanmanın gereğini hatırlatır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Musibetlerde Masumların Zarar Görmesi: Kader, İmtihan ve İlâhî Adalet

Musibetlerde Masumların Zarar Görmesi: Kader, İmtihan ve İlâhî Adalet

“Dördüncü Sual: Madem bu zelzele musibeti, hataların neticesi ve keffaretü’z-zünubdur. Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Adaletullah nasıl müsaade eder?

   Yine manevî canibden elcevap: Bu mesele sırr-ı kadere taalluk ettiği için Risale-i Kader’e havale edip yalnız burada bu kadar denildi:

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصٖيبَنَّ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً

   Yani “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.”

   Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki hakikatler perdeli kalıp tâ müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler a’lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olup mücahede ile manevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.”
Sözler

Bediüzzaman Said Nursî, zelzele gibi toplu musibetlerde “masumların” da zarar görmesi meselesini, kader ve imtihan sırrıyla açıklamaktadır. Zira bu mesele, İlâhî adalet anlayışını anlamayı gerektirir.

Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati şu ayetle bildirir:

> “Bir fitneden (bela ve imtihandan) sakının ki, geldiği zaman sadece zalimlere mahsus kalmaz; hepinize isabet eder.” (Enfâl, 8/25)

Bu ayet, toplumsal boyuttaki musibetlerin, sadece suçlulara değil, masumlara da dokunabileceğini açıkça ifade eder. Ancak bu, ilâhî adaletle çelişmez; aksine imtihanın gereğidir.

  1. Hikmet Yönü

Dünya, bir imtihan meydanıdır. İmtihanın sırrı, hakikatin kısmen perdeli olmasıdır ki insanlar iradeleriyle tercih yapabilsin. Eğer musibetler yalnız zalimlere dokunup masumlar tamamen korunmuş olsaydı, bu durum imtihanın hikmetini bozar, hak ile bâtıl arasındaki mücadelede dengeyi kaldırırdı. Böylece Ebu Cehiller bile, menfaat gereği iman eder gibi görünür, gerçek niyetler gizlenirdi.

  1. Edebi Yönü

Bediüzzaman’ın “Ebubekirler a’lâ-yı illiyyîne, Ebucehiller esfel-i safilîne” tasviri, iman ve küfür arasındaki uçurumu güçlü bir edebî kontrastla ifade eder. Burada kullanılan isimler, sadece şahısları değil, temsil ettikleri ahlakî konumları simgeler.

  1. Tarihî Yönü

Tarih boyunca felaketler, çoğu zaman hem mümin hem de kâfir toplulukları birlikte etkilemiştir. Mesela Uhud Savaşı’nda müminler içinde masum gençler de şehit olmuş, ancak bu kayıplar, İslâm toplumu için manevî bir diriliş vesilesi olmuştur. Yine, Kur’ân’da anlatılan Ashab-ı Uhdûd kıssasında, mazlum müminlerin ateşe atılması, onların şehadetle yücelmelerine sebep olmuştur.

  1. İlmî ve Bilimsel Yönü

Fiziksel açıdan doğal afetler, tabiat kanunlarının sonucu olarak belirli bölgelerde yaşayan herkese etkide bulunur. Fay hattı üzerinde olan bir şehirde, imanlı veya imansız, suçlu veya masum ayrımı fizikî kanunlar bakımından yapılmaz. İlâhî adalet ise bu maddî sonucu, ahirette farklı karşılıklarla telafi eder: Mümin için rahmet, kâfir için ikaz veya azap vesilesi olur.

  1. Akli ve Mantıki Yönü

İmtihanın geçerli olabilmesi için, sonuçların yalnızca görünen sebeplere bağlanmaması gerekir. Eğer her musibet “hemen” suçluları bulup masumları korusaydı, bu, irade ve imtihanın anlamını ortadan kaldırırdı. İnsan, başına geleni zahiren sebeplerle görmeli; iman ise gayba dayanarak tercih edilmelidir.

  1. İbret Boyutu

Masumların da musibete maruz kalması, ebedî hayat açısından kayıp değil, çoğu zaman kazançtır. Mümin masumlar için bu, şehadet veya günahlarının affı olur. Hadiste buyurulur:

> “Veba, her mümin için bir şehadettir.” (Buhârî, Merdâ 19)

Bu bakış, dünyaya odaklı bir “kaybetti” düşüncesini, ahirete bakan bir “kazandı” idrakine dönüştürür.

Müradif Ayetler

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir; Allah ise çoğunu affeder.” (Şûrâ, 42/30)

“Her birini günahları sebebiyle yakaladık…” (Ankebût, 29/40)

“Onlardan zulmedenleri helak ettik, diğerlerini sınamak için bıraktık.” (A’râf, 7/168)

Özet

Masumların da musibetlerden etkilenmesi, kaderin ve imtihanın sırrıyla ilgilidir. Dünya, irade ile hakikatin tercih edileceği bir imtihan alanıdır. Eğer musibetler sadece zalimlere dokunsa, bu imtihan bozulur, menfaat gereği iman edenler ortaya çıkar, hak ile bâtıl arasındaki perde kalkardı. Masumlar için bu musibetler, günahlarına kefaret veya şehadet vesilesidir; ahirette ise büyük mükâfat olarak karşılarına çıkar. Böylece ilâhî adalet, dünya ile sınırlı değil, ebedî bir perspektiften bakıldığında tam anlamıyla tecelli eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İnsanda İlahi Emanetler – Kulak ve Kalp

İnsanda İlahi Emanetler – Kulak ve Kalp

Hakikate Açılan Kapılar ya da Nefsin Esaret Zincirleri

  1. Kulak – Hakikatin Kapısı mı, Batılın Borazanı mı?

Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla kulak, ruhun işitme penceresidir. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satılmaz, nefis ve heva yolunda kullanılırsa, boş sözleri, gıybeti, günah çağrılarını duymakla kirlenir. Ama Hak yoluna verilirse, Kur’ân tilâveti, ilim meclisleri, nasihatler ve hikmetli sözlerle kalbi besler.

Kur’ân, kulağın bu iki halini şöyle beyan eder:

“Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar.” (Zümer, 39/18)

“Onların kalpleri vardır anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” (A‘raf, 7/179)

Tarih boyunca hakikati kabul edenlerin çoğu, önce kulaklarını açarak başlamıştır. Medine’de Hz. Mus‘ab bin Umeyr’in tebliğini duyan Sa‘d bin Muaz, sadece birkaç ay içinde bütün kavmini İslam’a davet etmiştir. Buna karşılık, Mekke müşrikleri, Resûlullah’ın sesini duymamak için kulaklarını tıkamış, hakikati reddetmiştir.

Modern psikoloji de işitmenin sadece fiziksel değil, anlam yükleme süreci olduğunu söyler. Bu yüzden hakikati duymak, sadece sesleri almak değil, niyeti ve yönelişi doğru ayarlamaktır.

  1. Kalp – Arşın Aynası mı, Hevanın Esiri mi?

Bediüzzaman, kalbi yalnızca kan pompalayan bir organ olarak değil, imanın merkezi ve manevî idrak cihazı olarak görür. İmanla nurlandığında kalp, Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan bir ayna olur. İmansız kaldığında ise, nefsin arzularına esir düşer, karanlık bir kuyuda boğulur.

Kur’ân kalbin bu iki halini çok çarpıcı biçimde anlatır:

“Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (Ra‘d, 13/28)

“Hayır! Onların işledikleri günahlar, kalplerini paslandırdı.” (Mutaffifin, 83/14)

Tarihî misallerde, kalbi imanla dolu olanlar her zorlukta metin durmuştur. Hz. Bilal’in “Ehad! Ehad!” haykırışı, işte bu nurla atan kalbin sesidir. Buna karşılık, kalbi mal sevgisiyle mühürlenen Ebu Cehil, hakikatin bütün delillerini görmesine rağmen kibirden dönmemiştir.

Modern tıpta “kalp-beyin bağlantısı” araştırmaları, duyguların ve kararların kalple de doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Manevî terbiye olmadan kalbin huzur bulmaması, sadece dini değil bilimsel bir hakikattir.

  1. Genel Kapanış – Emaneti Sahibine Teslim Etmek

Artık elimizde beş ana emanetin (akıl, göz, dil, kulak, kalp) imanla ve imansız kullanım tablosu var:

Emanet :İmanla Kullanım, İmansız Kullanım

Akıl :Kâinatın sırlarını açar ,
Geçmiş ve gelecek azabını yükler
Göz: İlahi sanatı seyreder,
Nefsin haz penceresi olur
Dil: Şükrü dillendirir,
Mide kapıcılığına düşer
Kulak: Hakikati duyar, Boş ve günah sözleri işitir
Kalp: Allah’ın zikriyle huzur bulur, Hevanın ve günahın esiri olur

Bu hakikatleri toplayan bir ayet:
“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 4/58)

Bu ayet, sadece maddî emanetleri değil, organlarımızı ve kabiliyetlerimizi de kapsar. Zira onlar da bize emanettir ve sahibinin rızasına uygun kullanılmalıdır.

Özet

Bu makale serisi, akıl, göz, dil, kulak ve kalbin imanlı ve imansız kullanımını ele aldı. İman, bu cihazları ebedî saadet anahtarlarına dönüştürürken; iman eksikliği, onları nefsin hizmetine indirir. Ayetler, tarihî ibretler ve bilimsel verilerle desteklenen bu tablo, insanın emaneti sahibine teslim etmesi gerektiğini ortaya koyar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Dil ve Tad Alma Duyusu: İlahi Bir Kapı mı, Nefsin Kapıcısı mı?

Dil ve Tad Alma Duyusu: İlahi Bir Kapı mı, Nefsin Kapıcısı mı?

“Dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
….Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?
Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min, imâniyle Hàlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.”

*******

İnsan bedenindeki her organ, Allah’ın insana verdiği bir emanet, bir imtihan vesilesi ve aynı zamanda bir nimet kapısıdır. Dil ve onun üzerindeki kuvve-i zâika (tat alma duyusu) ise, çoğu zaman fark edilmeyen ama hem maddî hem manevî anlamda insanın yolunu belirleyebilecek kadar etkili bir alettir.
Bediüzzaman Said Nursî, bu hassanın iki farklı kullanımını çarpıcı bir benzetmeyle ifade eder:

Nefis ve mide hesabına çalışırsa, yalnızca midenin deposuna hizmet eden, “bir tavla kapıcısı” derekesine düşer.

Rezzâk-ı Kerîm’in hesabına çalışırsa, rahmet hazinelerinin inceliklerini gözetleyen, kudret matbahlarının lezzetlerini tanıyıp şükreden bir “müfettiş-i şâkir” makamına yükselir.

  1. Hikmet Yönü

Tat alma duyusu, yalnızca yiyecekleri ayırt etmek için değil, aynı zamanda şükür kapısını açmak için verilmiştir. Her lokmada binlerce kimyevî olay gerçekleşir; dil, bu olayların hem sağlık açısından güvenlik kontrolünü yapar hem de nimetlerin lezzetini hissederek sahibine şükür ilham eder.
Bu yüzden Kur’ân, nimetin tadını hissetmeyi şükürle tamamlar:

> “Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31)

  1. Edebi Yönü

Bediüzzaman’ın “tavla kapıcısı” ve “rahmet hazinesi nazırı” benzetmeleri, dilin değerindeki uçurumu göz önüne serer. Bu zıtlık, tezat sanatı ile dilin, iman ve niyete göre aşağıların aşağısına veya yücelerin yücesine çıkabileceğini gösterir. Aynı organ, ya nefsin hizmetkârıdır ya da Rabbin sofrasının şükürkârı…

  1. Tarihî Yönü

Tarihte bazı toplumlar, tad alma zevkini sınır tanımaz bir şekilde putlaştırmış, gıda lüksü ve oburluk yüzünden çöküşe uğramıştır. Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde aşırı yemek kültürü, toplumsal çürümenin sembollerinden biri olmuştur. Buna karşılık, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gibi az yiyerek çok şükreden önderler, tat alma duyusunu hikmetli ve dengeli kullanmışlardır.

  1. İlmi ve Bilimsel Yönü

Modern biyoloji, dilin tat alma tomurcuklarının yalnızca tat almak için değil, aynı zamanda zehirli veya bozuk gıdaları fark ederek vücudu korumak için yaratıldığını göstermektedir. Dil üzerindeki yaklaşık 10.000 tat tomurcuğu, tatlı, tuzlu, ekşi, acı, umami yani lezzetli tuzlu tat gibi beş temel tadı farkeder.
Bu hassas sistem, tesadüfle açıklanamayacak kadar kompleks bir yaratılışın delilidir.
Kur’ân bu gerçeğe işaret eder:

> “Size gökten su indirdi; onunla çeşit çeşit bitkiler çıkardık… Onlara bakın; meyvelerine, olgunlaşmasına…” (En’âm, 6/99)

  1. Akli ve Mantıki Yönü

Mantıken, dil yalnızca bir “tat alma cihazı” değildir; insanın nimet karşısındaki tavrını belirleyen bir imtihan noktasıdır. Eğer tat alma, sadece haz alma amacıyla kullanılırsa, insan bir zevk kölesi hâline gelir. Ama tat, nimeti Yaratan’a şükür vesilesi olarak değerlendirilirse, basit bir biyolojik faaliyet, yüksek manevî bir ibadet olur.

  1. İbret Boyutu

Dünyada dilini ve tat alma duygusunu israf, hırs ve harama yönlendirenler; ahirette bu nimetin hesabını vereceklerdir. Nitekim Kur’ân, “Sonra o gün, nimetlerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Tekâsür, 102/8) ayetiyle bu gerçeği haber verir.
Diğer yandan, şükürle yaşayan mümin, hem dünyada hem ahirette ebedî sofralara davet edilecektir:

> “Cennet halkı, ‘Allah’a hamdolsun, bizden hüznü giderdi.’ derler…” (Fâtır, 35/34)

Müradif Ayetler

“O, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Mü’minûn, 23/78)

“Helal ve temiz olanlardan yiyin ve Allah’ın nimetlerine şükredin.” (Nahl, 16/114)

“İnsan, yediğine bir baksın.” (Abese, 80/24)

Özet

Dil ve tat alma duygusu, insana sadece lezzet için değil, nimeti tanıyıp şükretmek için verilmiştir. Nefis için kullanıldığında, insanı basit bir mide kapıcılığına indirir; Allah için kullanıldığında ise, rahmet sofralarının değerli bir gözcüsü ve şükürkârı yapar. Mümin, bu emaneti iman çerçevesinde kullanarak Cennet’e layık bir mahiyet kazanır; kâfir, emanete hıyanet ederek Cehennem’e uygun bir hâl alır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Göz: İlahi Bir Pencere mi, Nefsin Hizmetkârı mı?

Göz: İlahi Bir Pencere mi, Nefsin Hizmetkârı mı?

“Göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.
…..Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat nerede, kütüphâne-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede?
…Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min, imâniyle Hàlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.”

*******

İnsana verilen her duyu, İlahi bir emanet ve imtihan vesilesidir. Göz ise, bu emanetlerin en dikkat çekici ve en çok imtihan edilenlerinden biridir. Bediüzzaman Said Nursî, gözün iki yönlü kullanılabileceğini çarpıcı bir şekilde tasvir eder:

Nefis hesabına kullanıldığında, geçici güzelliklere ve heveslere bakan, şehveti besleyen bir vasıta olur.

Allah hesabına kullanıldığında ise, kâinat kitabını okuyan, sanat-ı İlahiye seyreden ve rahmet çiçeklerinden hakikat balı toplayan mübarek bir arı derecesine yükselir.

  1. Hikmet Yönü

Göz, yalnızca maddi âlemi görmek için verilmiş bir kamera değildir. Hakikatte o, insan ruhunun kâinat penceresidir. Nefis hesabına çalıştığında, gözün gördükleri insanı hem günaha hem de boş ve geçici meşgalelere sürükler. İmanla çalıştığında ise, her manzarada Allah’ın isimlerini, kudretini ve rahmetini okuyan bir tefekkür aleti hâline gelir.

  1. Edebi Yönü

Bediüzzaman’ın “adi bir kavvat” ile “kütüphâne-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı” benzetmesi, gözün değerindeki uçurumu gösterir. Burada tezat sanatı kullanılmış; aynı organ, iman ve niyete göre iki zıt noktaya ulaşır:

Biri alçaltıcı bir vasıf (kavvat = günaha aracı olan göz)

Diğeri yücelten bir vasıf (ilahi kütüphanede araştırmacı bir gözlemci)

  1. Tarihî Yönü

Tarih boyunca, gözünü Allah’ın kudretini okumaya adayanlar büyük keşifler ve sanat eserleri ortaya koymuşlardır. İbn Heysem’in optik ilmi üzerine çalışmaları, gözün ilim ve hikmete nasıl hizmet edebileceğinin en güzel örneklerindendir. Öte yandan, gözünü nefsin oyuncağı yapan toplumlar, yozlaşma ve çöküşe sürüklenmiştir. Roma’nın son dönemindeki ahlaki çürüme bunun tarihî bir delilidir.

  1. İlmî ve Bilimsel Yönü

Modern nörobilim, gözün saniyede milyonlarca bilgiyi beyne ileten muazzam bir organ olduğunu ortaya koymuştur. Retina, yaklaşık 130 milyon fotoreseptör hücre içerir. Bu muhteşem sistem, rastgele değil, son derece hikmetli bir tasarımın eseridir.
Kur’ân’da bu gerçek, “Sizi yaratan, size kulaklar, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Mülk, 67/23) ayetiyle ifade edilir.

  1. Akli ve Mantıki Yönü

Mantık açısından, göz yalnızca görme işlemi yapmaz; gördüğünü yorumlama ve anlamlandırma sürecine kapı açar. Eğer bu anlamlandırma iman perspektifi ile yapılmazsa, gözün gördüğü şeyler yanlış yorumlanır ve kişiyi hatalı sonuçlara götürür. İman, göze yalnız görmeyi değil, doğru görmeyi öğretir.

  1. İbret Boyutu

Dünyada gözünü harama kapatıp hakikate açan mümin, ahirette Cennet’in güzelliklerini görecektir. Nefsin emrine giren göz ise, dünyada süflî arzulara dalar, ahirette ise cehennem azabını görecektir.
Kur’ân, bu hakikati şöyle haber verir:

> “(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur..” (Hac, 22/46)
“Onlar dünyada körlük ettiler, biz de onları kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ, 20/124)

Müradif Ayetler

“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar…” (Nur, 24/30)

“Yeryüzünde olanlara bakmazlar mı?” (Gâşiye, 88/17)

“De ki: Gözlerinizi açın ve bakın!” (En’am, 6/46)

Özet

Göz, ruhun kâinata açılan penceresidir. Nefis için kullanıldığında, sahibini günaha ve geçici heveslere götüren düşük bir hizmetkâr olur. Allah için kullanıldığında ise, kâinat kitabını okuyan, sanat-ı İlahiye şahitlik eden ve hakikati arayan bir seyyah derecesine yükselir. Mümin, gözünü Hâlık’ın izni dairesinde kullandığı için Cennet’e layık olur; kâfir, onu nefsin emrine verdiği için Cehennem’e uygun bir mahiyet kazanır. Göz, hem dünyada hem ahirette saadetin veya felaketin kapısını açabilecek bir emanettir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Akıl: İki Uçlu Bir Kılıç – İlahi Emanet mi, Nefsin Esiri mi?

Akıl: İki Uçlu Bir Kılıç – İlahi Emanet mi, Nefsin Esiri mi?

“Akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’âc ve tâcizinden kurtulmak için gàliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikisine satılsa ve Onun hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyyâ eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.
…..İşte ey akıl, dikkat et! Meş’um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?
….Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min, imâniyle Hàlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.” Sözler.

Bediüzzaman Said Nursî’nin Sözler’de ifade ettiği üzere, akıl, insana verilen en kıymetli emanetlerden biridir. Fakat bu kıymet, onun kimin hesabına çalıştığına bağlıdır. Eğer akıl, Cenâb-ı Hakk’ın nâmına çalışırsa, kâinatın kapılarını açan bir anahtar olur; eğer nefsin emrine girerse, geçmişin acılarını ve geleceğin korkularını yükleyen, huzursuzluk kaynağı bir azap aracına dönüşür.

Kur’ân-ı Kerîm, aklın bu iki yönünü şöyle çerçeveler:

> “Onlar ki, ayakta, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.” (Âl-i İmrân, 3/191)
“Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?” (Hacc, 22/46)
“Onlar akıllarını kullanmazlar mı?” (Yâsîn, 36/68)

Bu ayetler, aklın iman penceresinden bakarak tefekkür etmesi gerektiğini açıkça ortaya koyar.

  1. Hikmet Yönü

Akıl, sahibini geçmişten ders çıkarmaya ve geleceğe hazırlanmaya sevk eder. Fakat iman olmadan, bu tefekkür, yalnızca acı ve korku doğurur. Bu sebeple, fâsık kimseler, aklın verdiği vicdan azabından kaçmak için sarhoşluğa, eğlenceye veya gaflete sığınır. İmanlı akıl ise, aynı geçmişi rahmetle, geleceği ise ümit ve ebedî saadetle yorumlar.

  1. Edebi Yönü

Bediüzzaman’ın “meş’um bir âlet” ile “kâinat anahtarı” benzetmesi, aklın iki uçlu bir kılıç gibi oluşunu çarpıcı şekilde resmeder. Aynı âlet, sahibini ya saadet-i ebediyeye ya da ebedî felakete götürebilir. Bu, kelime seçimleri ve karşıtlık sanatıyla (tezat) güçlü bir edebî tablo oluşturur.

  1. Tarihî Yönü

Tarih, aklını imanla birleştirenlerin insanlığa ilim, medeniyet ve adalet taşıdığı örneklerle doludur: İbn Sînâ, Farabî, Birunî gibi âlimler, aklı vahyin rehberliğinde kullanarak hem dünyayı hem ahireti kazandıracak eserler bırakmışlardır. Buna karşılık, aklını yalnız nefsin ve dünyevî çıkarın emrine verenler, çoğu zaman zulüm, savaş ve tahribat mirası bırakmıştır.

  1. İlmî ve Bilimsel Yönü

Modern psikoloji, insan zihninin “geçmiş” ve “gelecek” arasında sürekli gidip geldiğini, bunun ise stres ve kaygının ana kaynağı olduğunu ortaya koyar. İnanç, bu kaygıyı azaltan en güçlü faktörlerden biridir. Çünkü iman, geçmişin acılarını “takdir-i İlahi”ye, geleceğin endişesini ise “tevekkül”e bağlayarak psikolojik huzur sağlar.

  1. Akli ve Mantıki Yönü

Mantık açısından, akıl bağımsız bir amaç değil, araçtır. Araçlar, ancak doğru hedeflere yönlendirildiklerinde faydalı olur. İman, akla doğru hedefi gösterir; ahlak ise ona doğru istikameti verir. Aksi hâlde, akıl, sahibini yanlış hesaplarla en büyük zarara sürükleyebilir.

  1. İbret Boyutu

İmanla beslenen akıl, insanın mahiyetini Cennet’e layık bir seviyeye çıkarır; imansız akıl ise, Cehennem’e uygun bir hale getirir. Bu, hem bireysel hayat hem de toplum hayatı için geçerli bir yasadır. İmanlı akıl, topluma adalet, merhamet ve ilim getirir; imansız akıl, zulüm, sömürü ve kargaşa üretir.

Müradif Ayetler

“Kim Allah’ı anmaktan yüz çevirirse, ona şeytanı musallat ederiz.” (Zuhruf, 43/36)

“Şüphesiz ki akleden bir kavim için bunda ibretler vardır.” (Nahl, 16/12)

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9)

Özet

Akıl, insana verilen ilahi bir emanettir. İmanla birleştiğinde, kâinatın anlamını çözen bir anahtar ve ebedî saadete götüren bir rehber olur. İmandan koparsa, geçmişin acılarını ve geleceğin korkularını taşıyan, huzursuzluk veren bir yük haline gelir. Mümin, aklı Hâlık’ın izni dairesinde kullandığı için Cennet’e layık olur; kâfir, onu nefse hizmet ettirdiği için Cehennem’e uygun bir mahiyet kazanır. Bu yüzden akıl, doğru istikamette kullanılmadığında en büyük zararı sahibine verir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Zelzele ve İlahi İkaz: Gafletin Perdesini Yırtan Bir Hakikat

Zelzele ve İlahi İkaz: Gafletin Perdesini Yırtan Bir Hakikat

“Nasıl oluyor ki küre-i arzın benî-Âdem’den, bâhusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz, hebaen mensur gösterip müthiş bir yeise atarlar. Hem büyük bir hata hem büyük bir zulüm ederler.

   Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir. Nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle ehl-i şirki cehenneme döker. Ehl-i şükre “Haydi, cennete buyurun!” der.”
Sözler

Bediüzzaman Said Nursî’nin Sözler’de dile getirdiği bu derin hakikat, tabiî görünen felâketlerin ardındaki manevî sebepleri ve ilahî hikmetleri anlamamıza ışık tutar. Ona göre, küre-i arz, özellikle ehl-i imandan sadır olan gaflet hâllerini ve küfran-ı nimet kokan davranışları manevî bir ağırlık gibi hisseder. Bu ağırlık, yer sarsıntıları veya diğer musibetler şeklinde tecelli edebilir. Ancak bu hâdiseleri “gayesiz” veya “tesadüfî” zannetmek, hem aklî hem de dinî bakımdan büyük bir hatadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de bu hakikati teyit eden birçok ayet vardır:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Allah çoğunu da affeder.” (Şûrâ, 42/30)

“Onlara açık bir musibet gelince, ‘Bu, Allah’ın bize verdiği bir cezadır’ dediler.” (A’râf, 7/134)

“Andolsun ki biz, onlara en büyük azaptan önce yakın azaptan tattıracağız; ta ki dönerler.” (Secde, 32/21)

Bu ayetler, musibetlerin hikmet yönüne işaret eder: İlâhî ikaz, günahların kefareti ve kulları gaflet uykusundan uyandırmak.

  1. Hikmet Yönü

Musibetler, özellikle ehl-i iman için, maddî kayıplarını “sadaka” hükmüne çevirir. Yani dünya malının faniliği içinde, musibetle giden mallar, ahiret sermayesi olur. Böylece mümin, hem günahlarının affına hem de ebedî mükâfata mazhar olur. Bu, Allah’ın “Rahîm” ve “Hakîm” isimlerinin bir tecellisidir.

  1. Edebi Yönü

Küre-i arzın “omuz silkmesi” ifadesi, mecaz yoluyla dünyanın da bir canlı gibi ilâhî emre tâbi olduğunu hissettirir. İnsanların gafletle süslediği, fakat şükürden uzak kıldığı beşerî eserler, bir gün “çirkin” görülüp silinecektir. Bu, kıyamet sahnelerinin edebî bir tasviridir:

“O gün yer, Rabbinin vahyiyle haberlerini anlatır.” (Zilzâl, 99/4-5)

  1. Tarihî Yönü

Tarihte büyük felaketlerin, toplumların manevî bozulmalarıyla bağlantılı olduğuna dair çok sayıda kayıt vardır. Nuh kavmi, Lût kavmi, Âd ve Semûd gibi topluluklar, sadece tabii felaketlerle değil, aynı zamanda ilâhî gazapla helâk olmuşlardır. Bu olaylar, Kur’an’da tekrar tekrar zikredilir ki ibret alınsın:

“Her birini günahları sebebiyle yakaladık.” (Ankebût, 29/40)

  1. İlmî ve Bilimsel Yönü

Depremler, yer kabuğundaki fay hatlarının hareketiyle açıklanır. Ancak bu açıklama, olayın sadece “sebep” boyutudur. Kur’ân, maddî sebebi reddetmez; fakat sebeplerin ardında ilâhî kudretin işlediğini bildirir. Yani fizik kanunları, Allah’ın kudret kalemiyle yazdığı hikmetli kanunlardır. Bu bakış açısı, bilimi inkâr etmeden, ona anlam kazandırır.

  1. Akli ve Mantıki Yönü

Tesadüf, kör bir süreçtir; gayesi ve hesabı yoktur. Oysa musibetler, insan hayatında uyarıcı etkiler yapar, toplumsal dengeleri değiştirir, bireyi tevbe ve muhasebeye yönlendirir. Bu sonuçlar, bilinçli bir planın işareti olup, kör tesadüfle açıklanamaz.

  1. İbret Boyutu

Bediüzzaman’ın kıyamet tasviri, bugünkü modern şehirlerin, gökdelenlerin, teknolojik mucizelerin de bir gün “şükürsüzlük” ve “şirk” sebebiyle silineceğini hatırlatır. Bu, hem dünyevî hırslarımızın boşluğunu hem de ebedî yurdun değerini gösterir.

Özet

Zelzele ve benzeri musibetleri “gayesiz” görmek, hem akla hem dine zıttır. Bu hadiseler, İlâhî hikmetle, ehl-i imanın günahlarına kefaret, mallarını ebedîleştiren bir sadaka ve gaflet perdesini yırtan bir ikazdır. Kur’ân, bu hakikati defalarca bildirir; tarihteki helâk olayları da bunun canlı örnekleridir. Depremler, maddî sebeplerle açıklansa da ardındaki manevî maksat, Allah’ın kullarına olan merhamet ve uyarısıdır. Tesadüf değil, İlâhî takdirdir; bu bilinçle bakmak, hem dünyayı hem ahireti kurtarır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com