Ruhların Meclisi: Ezelden Ebede İmtihan ve Tekâmül

Ruhların Meclisi: Ezelden Ebede İmtihan ve Tekâmül

İnsan hayatının ve kainatın en esaslı sırlarından biri, ruhun varlığı ve onun yolculuğudur. Bu derûnî hakikatin pek çok bağlantısını ihtiva eden, kadim düşünce ve hikmet ekollerinin üzerinde durduğu devreleri dile getirmektedir. Bu faaliyet, bir inanç esası ile beraber, aynı zamanda tarihi süreçler boyunca büyük düşünce insanlarının zihinlerini meşgul eden ibretli bir muhtevadır.

1. 🌟 Ezeldeki Ahid ve Ruhlar Âlemi

Aslına bakılırsa, ruhların yolculuğu bu fani dünyadan çok önce, ‘Ruhlar Meclisi’ olarak da tasvir edilen Ahd-i Mîsâk (Elest Meclisi) ile başlar. Tüm ruhlar, bir küll halinde iken, Rabbimizin: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, derûnî bir idrak ile “Evet, (biz buna) şahidiz!” diye cevap vererek en esaslı sözü vermişlerdir. Bu, ruhun ilahi yapısını, yani Allah’ı tanıma ve O’na kulluk etme fıtratını gösteren cihan şümul bir sözleşmedir.
Bu alem, ruhların tasnif ve takdir edilme ihtiyacı doğana dek bir bekleyiş yeriydi. Zira yüce hikmet, nefis ile sınanacak olan insan ene’sini, yani kişiliğini, enaniyetini ve faziletini ancak seçme ve eylem imkânı olan bir dış alanda ortaya çıkarabilirdi.

2. 🌍 Dünya: Kalite Kontrol Merkezi ve İmtihan Mekânı

Ruhlar, bu sözleşmenin isbatı ve olgunlaşma süreci için, beden adı verilen kılıflar giyerek, “Kalite Kontrol Merkezi” görevini üstlenen bu tabiata, yani dünyaya gönderildi. Dünya, ruhların hakikî kimliklerini bulacakları, irade sınavına tabi tutulacakları ve verdikleri ezelî sözün gereğini yerine getirip getirmeyeceklerinin tesbit edileceği büyük bir sahnedir.
Ruhlar, bu hayat süresince derûnî yapılarına münasip, yani kendileriyle aynı açıdan ve bağlantıda olan arkadaşlarını ve yandaşlarını buldular. Bu tanışma, ruhların kategorilere ayrılışının ve nihai akıbetlerinin ilk tasnif faaliyetidir. Zira bir ruhun fazileti veya yanlış inancı, en net şekilde, kendisiyle zıt veya aykırı olanı gördüğünde ortaya çıkar.

3. ⚖️ Haşir ve Ruhlar Meclisinde Nihai Karar

Sürecin sonu geldiğinde, son ruhun da tekâmül için dünyaya gelişi tamamlanınca, Haşir adı verilen büyük toplanma başlar. Ruhlar, kılıflarından sıyrılarak, dünyadaki faaliyetlerinin ve seçimlerinin muhtevası ile Ruhlar Meclisine geri alınırlar.
Bu meclis, artık bir tasnif yeri değil, bir muhasebe ve karar mekânıdır. Dünyada gösterilen faziletler, adaletsizlikler, sadakatler veya ihânetler açısından, her ruhun sahibiyeti ve şahsiyeti kesinleşmiştir. Ruhlar, dünyadaki küllî imtihanın sonucu olarak kategorilerine ayrılırlar.
Nihayet, uzunca bir süreç sonunda, mukadder olan sonuç ile sonun ve sonsuzun başlangıcı olan Cennet ve Cehennem denilen yurtlara yerleşme kararı verilecektir. Bu, ruhun ezelden ebede uzanan hayatının nihai mekânı ve karargâhıdır.
Rabbimiz, bu cihan şümul yolculuğun hayırla ve faziletle sonuçlanmasını takdir etsin.

📖 Konuyla Alakalı Âyetler

Konunun aslını teşkil eden, Ahd-i Mîsâk ve imtihan muhtevasıyla ilgili ayetler:
1. Ruhların Ezelde Verdiği Söz (Ahd-i Mîsâk)
> A’râf Sûresi, 7/172-174:
> “Hani Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk” demişlerdi. Bu, kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. Yahut, “Daha önce babalarımız şirke düştüler, biz de onlardan sonra gelen bir kuşağız. Bizi, bâtıla dalanların yaptıkları yüzünden mi helâk edeceksin?” dememeniz için (böyle yaptık). İşte âyetlerimizi böyle ayrıntılı biçimde açıklıyoruz ki, (inkârdan) dönsünler.”
>
2. Dünya Hayatının Bir İmtihan Olduğu
> Mülk Sûresi, 67/2:
> “O, hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, üstündür, çok bağışlayandır.”
>
> Ankebût Sûresi, 29/2:
> “İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”
>
3. Ruhların Tekrar Toplanması ve Hesap (Haşir)
> Yûnus Sûresi, 10/30:
> “İşte orada, herkes daha önce yaptıklarını yoklayacak (imtihana çekilmiş olacak) ve gerçek mevlâları olan Allah’a döndürüleceklerdir. Uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gidecektir.”
>
> Tegâbün Sûresi, 64/9:
> “Toplanma (Haşir) günü için sizi bir araya getireceği gün, işte o, aldanış günüdür. Kim Allah’a iman eder ve sâlih amel işlerse, Allah onun kötülüklerini örter ve onu altından ırmaklar akan, ebedî kalacakları cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.”
>
📝 Makalenin Özeti
Bu araştırma yazısı, ruhun hayat yolculuğunu üç temel açıdan ele alır: Ezel, Dünya ve Ebed. Yolculuk, Ruhlar Meclisi denilen Ahd-i Mîsâk ile başlar; burada her ruh derûnî olarak Allah’ı Rab olarak tanıma sözü verir. Bu misakın isbatı ve ruhun tekâmülü için, dünya bir “Kalite Kontrol Merkezi” ve imtihan sahası olarak takdir edilir. Dünya hayatında ruhlar, beden elbisesi içinde seçimler yaparak ve münasip ruhları bularak kimliklerini netleştirirler.
Sonuç olarak, tüm ruhlar Haşir günü tekrar toplanıp, dünyadaki faaliyetlerinin muhtevasına göre tasnif edilerek Cennet veya Cehennem olan nihai mekânlarına gönderilirler. Küllî hikmet, ruhun fazilet ve enaniyet sınavını bu cihan şümul dönüş ile ortaya koymaktır.
Bu muhteva üzerine ek olarak Risale-i Nur

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
05/11/2025




TAKVA: KAYBETMEMENİN KAZANCI

TAKVA: KAYBETMEMENİN KAZANCI

Hayatta elbette müsbet, hayır ve güzellik gibi şeyler sevilir, tavsiye edilir ve hedeflenir. Ancak insanın asıl imtihanı; kazanmaktan ziyade kaybetmemektir. Zira kaybetmemek, çoğu zaman kazanmanın ta kendisidir.
İnsan, yaratılış itibarıyla İslâm fıtratı üzere dünyaya gelir. Bu doğuştan gelen sermaye, iman ve hidayet istidadıdır. Fakat bu sermaye, eğer korunmazsa ziyan olur. İşte takva, o ilâhî sermayeyi muhafaza etme şuuru, yani manevî kaybı önleme gayretidir.

1. Kazanmak mı, Kaybetmemek mi?

İnsanın hayatındaki her fiil bir ticarettir. Cenâb-ı Hak Kur’an’da:
“Ey iman edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?”
(Saff, 10 — Meali)
buyurarak, bu ticaretin ebedî kazanç veya kayıp getireceğini beyan eder.
Bir mümin, her anını bir ticaret bilinciyle yaşar. Ancak bu ticaretin esası “fazla kazanmak”tan önce “kaybetmemek”tir.
Zira kazanç, bir gayrettir; ama kaybetmemek, bir koruyuş, bir muhafazadır.
Birincisi amel ile olur; ikincisi takva ile.

2. Kötülük Yapmamak En Büyük İyiliktir

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurur:
“Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir.”
(Buhârî, Îmân, 4)
Bu hadis, kötülük yapmamanın, bizzat bir iyilik olduğunu gösterir.
İyilik yapmak, insanı yüceltir; ancak kötülükten sakınmak, insanı korur.
Kötülük yapmamak, sadece başkalarına değil, kişinin kendi ruhuna da iyiliktir. Çünkü her işlenen kötülük, kalpte siyah bir nokta bırakır.
O halde kötülük yapmamak, kalbin kirlenmemesini sağlar.
Ve kirlenmemek, temizlenmekten daha üstündür.

3. Kirlenmemek: Manevî Temizliğin Şartı

İslâm sadece temizlik dini değil, “kirlenmeme” dinidir.
Nitekim Kur’an’da:
“O vakit, orada temizlenmek isteyen erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever.”
(Tevbe, 108 — Meali)
buyrulmuştur.
Ancak asıl fazilet, kirlenmeden temiz kalabilmektir.
Zira: “Kirlenmemeye gayret edenin temizlenmeye ihtiyacı kalmaz.”
Zira günah, manevi kirin adıdır. Ondan uzak durmak, takvanın özüdür.

4. Günah İşlememek Vaciptir ve Takvadır

Sevap işlemek, bir yükselmedir; günah işlememek ise bir muhafazadır.
Vacip, sünnetten üstündür. Dolayısıyla günah işlememek (vacibi yerine getirmek), birçok sünnetten evlâdır.
Takva, işte bu şuuru diri tutmak demektir:
“Allah görüyor, biliyor ve hesaba çekecek.”
Bu bilinç, insanı günahın eşiğinden çevirir.
Takva, dışta bir çekinme değil, içte bir farkındalıktır.
Nitekim Resûlullah (s.a.v.) kalbini işaret ederek buyurmuştur:
“Takva işte buradadır.”
(Müslim, Birr, 32)

5. Cenneti Kaybetmemek Asıl Hedeftir

İnsan, doğuştan cennet yoluna girmiş bir varlıktır.
Fakat bu yolun üzerinde nefsin, şeytanın ve dünyanın tuzakları vardır.
Cenneti kazanmak büyük bir gaye olsa da, onu kaybetmemek daha hayati bir endişedir.
Tarih, nice âlimlerin, sultanların, zenginlerin ve güçlülerin, bir gaflet sebebiyle ebedî kayba sürüklendiğini gösterir.
Zira “cenneti kazanmak” bir gayrettir; “cenneti kaybetmemek” ise bir uyanıklıktır.
Kur’an’da Cenâb-ı Hak, takva sahiplerini şöyle müjdeler:
“Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.”
(Nahl, 128 — Meali)
Demek ki Allah’ın beraberliği, takvaya bağlıdır.
Takva, cennet kazandırdığı gibi, cehennemden de emin kılar.

6. Takva: İmandan Sonra En Üstün Amel

İman bir başlangıçtır, takva onun muhafazasıdır.
Bir mücevherin değeri, onu koruyan muhafazanın sağlamlığı kadardır.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Şüphesiz Allah katında en değerliniz, takvaca en üstün olanınızdır.”
(Hucurât, 13 — Meali)
Bu üstünlük, ne soyla ne servetle; sadece kalpteki takva ile ölçülür.
Takva, hem dünyada huzurun, hem ahirette cennetin anahtarıdır.

KONUYLA ALAKALI AYETLER

• “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”
(Âl-i İmrân, 102)
• “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.”
(Talâk, 2)
• “Allah, takvâ sahiplerini sever.”
(Âl-i İmrân, 76)
• “Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.”
(Nahl, 128)
• “Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini kötü arzulardan men ederse, şüphesiz cennet onun barınağıdır.”
(Nâziât, 40-41)
• “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O size doğruyu yanlıştan ayıracak bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar.”
(Enfâl, 29)

ÖZET

İnsan, hayatında kazanmaktan ziyade kaybetmemeye odaklanmalıdır.
Zira kaybetmemek bir kazançtır, kötülük yapmamak en büyük iyiliktir, kirlenmemek zaten temizliktir.
Günah işlememek vaciptir ve vacip, birçok sünnetten üstündür.
Takva, günahlardan sakınmak ve manen kirlenmemektir.
İmandan sonra amellerin en üstünü takvadır; çünkü takva, hem imanı korur hem de cenneti kaybetmemenin en sağlam yoludur.
Cennet kazanılmakla değil, korunmakla muhafaza edilir.
İşte asıl kazanç, kaybetmemeyi bilmektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




Allah’ım, Kızlarımızı ve Kadınlarımızı Yoldan Çıkaranları Kahreyle

Allah’ım, Kızlarımızı ve Kadınlarımızı Yoldan Çıkaranları Kahreyle

Tarih boyunca toplumların çöküşü, çoğu zaman kadının ifsad edilmesiyle başlamıştır. Çünkü kadın, bir toplumun kalbidir; kalp bozulursa, bedenin diğer azaları da ifsat olur.
Kadın, sadece bir fert değil; neslin, ailenin ve imanın taşıyıcısıdır. Onun iffeti, sadece kendi şahsına değil, bütün bir millete nur olur.

🔹 Kadını İfsad Eden, Nesli Zehirler

Firavun’un sihirbazları nasıl halkın aklını büyüyle bağladıysa, bugün de modern dünyanın büyücüleri ekranlardan, modadan, müzikten ve reklamlardan kadının ruhunu esir ediyor.
Güzel olanı süs adıyla çirkinleştiriyorlar.
Hürriyet dedikleri şey, aslında nefsin köleliğidir.
Kadının başörtüsüne, edebine, vakarına, merhametine saldıran her anlayış;
bir medeniyeti içten çürütür.
Bunu bilerek yapanlar, şeytanın yeryüzündeki memurlarıdır.
Ve her biri, kadınları yoldan çıkararak ümmetin kalbine hançer saplıyorlar.

🔹 İmanla Korumak

Kur’an’da Cenâb-ı Hak buyurur:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; dışarı çıktıkları zaman üstlerine dış örtülerini alsınlar. Bu, onların tanınması ve eziyet edilmemesi için en uygun olandır.”
(Ahzâb Sûresi, 33/59 )
Bu âyet, bir yasak değil; bir koruma kalkanıdır.
Kadın, iffetiyle bir kale olur; kalenin kapısını açan, nefsin rüzgârına kapılırsa, içeriye düşman girer.
Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Dünya bir metadır (geçimliktir) ; dünyanın en hayırlı metası, saliha kadındır.”
(Müslim, Radâ’, 64)

🔹 Tarihten İbret

Roma, Bizans ve Endülüs…
Hepsi aynı hatayı yaptı: Kadını süs ve eğlence aracı hâline getirdi.
Saraya harem girdiğinde, iman kaleden çıktı.
Ve her defasında, o toplumlar çöktü.
Zira kadın çürüyünce, nesil çürür; nesil çürüyünce medeniyet göçer.

🔹 Bugünün Fitnesi

Bugün televizyon dizileri, sosyal medya, reklamlar; kadını iffetten uzaklaştırıp “serbestlik” maskesiyle rezaleti teşvik ediyor.
Kadınlara “kendin ol” diyorlar ama aslında nefsin esiri ol diyorlar.
Yeryüzünde en ağır vebali taşıyanlar, işte bu ifsad mühendisleridir.
Eğer Allah’ın bir kahır tokadı inecekse, o tokat kadınların ahlâkını ve imanını bozanlara inecektir.

🔹 Duamız

Allah’ım, kızlarımızı ve kadınlarımızı koru.
Onları ifsad edenleri, fitne ateşiyle yak;
ümmetin namusuna göz dikenlere fırsat verme.
İffetiyle parlayan, vakar ve imanla yaşayan kadınları çoğalt.
Zira onlar, ümmetin son kaleleridir.

📜 Konuyla İlgili Ayetler

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”
(İsrâ Sûresi, 17/32 )
“İman eden erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar…
İman eden kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar…”
(Nûr Sûresi, 24/30-31 )
“O gün ne mal fayda verir ne evlât. Ancak Allah’a temiz bir kalple gelen kurtulur.”
(Şuarâ Sûresi, 26/88-89 )

🌺 Özet

Kadın, ümmetin kalbidir.
Kalp temizse ümmet diridir; kalp bozulursa ümmet ölür.
Tarihten bugüne her fitne, önce kadının iffetini hedef almıştır.
Bugün de aynı oyun sürmektedir.
Bu sebeple en büyük beddua, kadınlarımızı yoldan çıkaranlara;
en büyük dua ise, kadınlarımızı imanla koruyanlara olmalıdır.
Zira kadın iffetiyle bir kale, edebiyle bir melek, imanı ile bir nurdur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




Kudüs: Geçmişin Aynası, İbretin Şehri

Kudüs: Geçmişin Aynası, İbretin Şehri

Kudüs, sadece bir coğrafi mekân değil, hayatın ve tarihin derin katmanlarını barındıran müstesna bir açıdır. Üç semavî dinin; İslâm’ın, Hristiyanlığın ve Yahudiliğin kalbi ve mihveri olması hasebiyle, onun aslı ve yapısı, sıradan bir şehir olmanın çok ötesindedir. Kudüs, bir medeniyetler beşiği olduğu kadar, ibret alınması gereken nice hakikatin de tasvirini sunar.

Tarihin Derûnî Akışı ve Mânevî Faaliyet

Kudüs’ün tarihi, M.Ö. ikinci bin yıllarına kadar uzanır. Hz. Dâvûd’un şehri fethederek başkent yapması ve oğlu Hz. Süleyman’ın meşhur Mâbed’i inşa ettirmesi, bu mekâna derûnî bir ehemmiyet kazandırmıştır. Bu faaliyet, sadece siyasî bir hamle değil, aynı zamanda manevî bir merkez kurma gayretidir. Kudüs, peygamberlerin mirası, rüyası ve isbatı olmuştur.
Ancak bu cihan şümul ehemmiyet, aynı zamanda bitmeyen bir mücadele sahası da oluşturmuştur. Babil sürgünü, Roma istilası, Haçlı Seferleri ve nihayet Osmanlı idaresi… Her dönem, şehirde derin izler bırakmıştır. Haçlı Seferleri’nin vahşeti ve ardından Selahaddin Eyyubî’nin 1187’deki fethi, insanlık tarihine kaydedilmiş büyük bir ibret vesikasıdır. Selahaddin’in fethi, sadece askerî bir zafer değil, aynı zamanda bir fazilet ve merhamet tasviridir. Fethettiği şehirde kimsenin canına, malına dokunmayarak gösterdiği adalet, İslâm hikmetinin zahiri bir tezahürüdür.
Düşünce ve Tabiat Üzerine Bir Nazar
Kudüs’ün tarihi, bize iktidarın gelip geçiciliğini ve kuvvetin tek başına ebedî saadet getiremeyeceğini mantıklı bir biçimde gösterir. Şehri ellerinde tutan her kuvvet, bir gün muhakkak zeval bulmuştur. Bu tabiat kanunu, bize dünyevî saltanatların geçici yapısını idrak etmeyi öğretir. Bugünün müreffeh devleti, yarının mazlumu olabilir. Bu, tarihin tekerrür eden tasviridir.
Osmanlı Devleti’nin 400 yıl süren idaresi ise, bu şehir için nisbeten uzun bir sükûnet devri olmuştur. Osmanlı, farklı inançların ve kavimlerin bir arada hayat sürmesine imkân tanıyarak, İslâm düşüncesinin hoşgörüsünü ve adaletini tatbik etmiştir. Bu dönem, dinî ve kültürel çeşitliliğin barışlı bir şekilde faaliyet gösterebileceğinin en mantıklı ve edebi isbatıdır. Osmanlı, Kudüs’ü bir mücadele alanı olmaktan çıkarıp, bir himaye ve hizmet alanı olarak görmüştür.

Hikmetin Esası ve İbretin Cevabı

Kudüs, bugün de acı ve çileyle yoğrulmuş vaziyettedir. Şehir, derûnî ve zahiri ihtilafların merkezinde yer almaktadır. Bu durum, bize bir hikmet dersi vermektedir: Asıl ve kalıcı olan, maddî kuvvet değil, manevî adalettir. Kudüs’e sahip olmak, sadece topraklarına hükmetmek değil, onun cihan şümul manevî yükünü de taşımayı gerektirir.
Şehrin maruz kaldığı her zulüm, her haksızlık, insanoğlunun kibrinin ve enaniyetinin acı bir tasviridir. Kudüs’ün tarihi, bir tenkit ve nazar davetidir: Ey insanlık! Bu kutsal beldenin aslına ve manevî yapısına yakışır bir faaliyet sergilemek, bir külli vazifedir. Aksi takdirde, tarih bizi tekrar ve tekrar aynı ibretli akıbete sürükleyecektir.

📖 Konuyla Alakalı ve Müradifi Ayetler

Konumuzun muhtevası, adalet, merhamet, iktidarın geçiciliği, cihad ve imtihan gibi hususlarla bağlantılıdır. Bu hususlarla açısı olan ayetlerin mealleri aşağıdadır.

1. Adalet ve Faziletin Ehemmiyeti

> Nisâ Sûresi 4/135: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletten alıkoymasın. Adaletli olun; bu, takvaya (Allah’a karşı gelmekten sakınmaya) daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
>
2. İktidarın Geçiciliği ve İbret
> Âl-i İmrân Sûresi 3/140: “Eğer siz bir yara almışsanız, o topluluk da (Karşı taraf) benzeri bir yara almıştır. O günleri (zafer ve yenilgi günlerini) insanlar arasında döndürür dururuz. (Bu da) Allah’ın, iman edenleri bilmesi (ortaya çıkarması) ve sizden şahitler edinmesi (seçmesi) içindir. Allah, zalimleri sevmez.”
>
3. İmtihan ve Hayatın Yapısı
> Ankebût Sûresi 29/2-3: “İnsanlar, inanıyoruz demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, elbette doğruları ortaya çıkaracak, elbette yalancıları da ortaya koyacaktır.”
>
4. Kudüs ve Cihan Şümul Mânevî Merkez
> İsrâ Sûresi 17/1 (Müradif Olarak Mânevî Öneme İşaret): “Kulunu (Muhammed’i) bir gece, Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren (Allah) eksikliklerden münezzehtir. (Biz, bu gece yolculuğunu) ona âyetlerimizden bazılarını göstermek için yaptık. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”
>
📝 Özet (Hülasa)
Kudüs, üç semavî din için kutsal bir açı teşkil eden, tarihi derin ve ibretli bir şehirdir. Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman dönemlerinden, Babil sürgünü, Roma işgali ve Haçlı Seferleri’ne kadar uzanan süreç, şehrin derûnî ehemmiyetini gözler önüne sermiştir. Selahaddin Eyyubî’nin adaletli fethi, İslâm hikmetinin bir tasviridir.
Tarihî nazar, dünyevî iktidarın geçici yapısını ve kuvvetin tek başına kalıcı saadet getiremeyeceğini mantıklı biçimde isbat eder. 400 yıllık Osmanlı idaresi, farklı inançların bir arada, barışçıl bir şekilde hayat sürebileceği zahiri bir faaliyet örneği sunmuştur. Kudüs’ün mevcut durumu, insanoğlunun kibrine karşı tenkit ve düşündürücü bir davettir. Kalıcı olan, maddî kuvvet değil, cihan şümul adalettir. Şehrin aslına yaraşır bir külli adalet, hem hayatın hem de maneviyatın gereğidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




YOLU BOZANLAR VE NESLİ YOLDAN ÇIKARANLAR

YOLU BOZANLAR VE NESLİ YOLDAN ÇIKARANLAR

Eğer bana bir bedduâ hakkı verilseydi, onu sadece bir cümlede toplardım:
“Allah’ım, kızlarımızı ve kadınlarımızı yoldan çıkaranları kahreyle.”
Çünkü bir milletin temeli kadındır.
Kadın, yalnızca bir anne değildir; o, neslin mayası, inancın aynası, ahlâkın kalıbıdır.
Kadın bozulursa, aile dağılır; aile dağılırsa toplum çürür; toplum çürürse millet çöker.
İşte tarih, bu zincirin defalarca kırıldığı dönemlerin ibret levhasıdır.

🌿 Kadın; Fıtratın Mihveri

Kadın, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet tecellisidir.
Onda şefkat vardır, onda incelik, iffet, zarafet ve merhamet vardır.
Kur’an, kadını bir süs veya meta olarak değil, bir emanet olarak tarif eder.
“Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.”
(Bakara, 2/187)
Yani kadın ve erkek, birbirinin örtüsüdür.
Kadını soyundurmak, aslında erkeği de çıplak bırakmaktır.
Bugün “özgürlük” denilerek iffet zinciri koparılmıştır.
Reklam, moda, sinema ve sosyal ağlar, kadın üzerinden bir şehvet ekonomisi kurmuştur.
Oysa kadını yücelten şey süs değil, sırdır.
Kendini gizleyeni Allah korur; kendini teşhir edeni insanlar tüketir.

⚖️ Tarihten Bir Ayna

Tarih boyunca milletlerin çöküşünün en açık göstergesi, kadın terbiyesindeki çözülmedir.
• Roma, iffetini kaybettiğinde çökmüştü.
• Endülüs, kadınlar saraylarda şarkılar söylerken düşmüştü.
• Osmanlı, haremin edeple dolduğu zaman kudret bulmuş, ahlâk gevşeyince gücünü yitirmişti.
Bugün de aynı virüs, başka isimlerle karşımızda:
“modernlik”, “özgürlük”, “kadın hakları” gibi süslü başlıklar altında, aslında kadını esarete mahkûm eden bir zihin istilâsı yürütülüyor.
Kadının bedeni meta, kalbi oyuncak, ruhu reklam malzemesi hâline getiriliyor.
Ve bu tuzağı kuranlar, en büyük cürmü işliyor: bir milletin kızını yoldan çıkarmak.

🔥 Yolu Bozanlar: Asrın Firavunları

Bugün ekranlarda, dizilerde, sosyal medyada, müziklerde, reklam panolarında
hep aynı hedef gözetiliyor:
aileyi parçalamak, kadını iffetinden koparmak, nesli yönsüzleştirmek.
Firavun nasıl erkek çocukları öldürüp kadınları sağ bırakmışsa,
asrın Firavunları da kadınları manen öldürüyor, ruhlarını esir alıyor.
Kur’an, bu hâli şöyle haber verir:
“Firavun, halkını parçalara ayırdı. Onlardan bir kısmını güçsüz düşürüyordu.”
(Kasas, 28/4)
Bugünün dünyasında da aynı strateji sürüyor:
Kadın, kendi fıtratına yabancılaştırılıyor; erkek, kadın düşmanına dönüştürülüyor;
böylece toplum kendi özünü tüketen bir makineye çevriliyor.

🌙 İffet: Unutulan Kalkan

Bir kadın iffetini koruduğu sürece Allah onu korur.
Bir kadın namusunu gözettiği sürece melekler ona dua eder.
Bir kadın tesettürüne sadık kaldığı sürece, o toplumun namusu da korunur.
Ama eğer bir milletin kızları moda tapınağında secdeye kapanırsa,
ahlâk elbisesi soyunur, iman elbisesi de yırtılır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
“Ümmetimden öyle kadınlar gelecek ki, giyinik oldukları hâlde çıplaktırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Onlar cennetin kokusunu dahi alamazlar.”
(Müslim, Libâs 125)
Bu hadisin mânâsı çağımızda bütün çıplaklığıyla tezahür etmiştir.
Moda, iffet elbisesini yırtmış; medya, hayasızlığı normalleştirmiştir.

🕊️ Bedduâ mı, Feryat mı?

Bu duâ, bir nefretin değil; bir feryadın sesidir.
Çünkü yoldan çıkan bir kadının ardından, binlerce erkek, binlerce çocuk, binlerce nesil savrulur.
Bir toplumun kadınları iffetsizliğe, erkekleri umursamazlığa alışırsa,
o toplumun geleceği, iman mezarlığına döner.
Dolayısıyla “Allah’ım, kızlarımızı yoldan çıkaranları kahreyle” duası;
bir öfke değil, neslin ıslahı için bir yakarıştır.
Zira bazen bir milletin dirilişi, bir annenin gözyaşıyla başlar.

🌸 Son Söz

Kadın, rahmetin tecellisidir; onun edebi giderse, rahmet de çekilir.
Bir milletin istiklâli, toprağında değil, kadınlarının yüreğindedir.
O yürek temiz kaldıkça, o millet kirlenmez.

ÖZET

Bu yazı, kadını yoldan çıkarmanın bir milletin sonunu hazırlayan en büyük fitne olduğunu vurgular.
Kadın, neslin mayasıdır; iffetini kaybederse toplum çürür.
Tarih, bu gerçeğin sayısız misalini göstermiştir.
Modern çağın sahte özgürlük anlayışı, kadını ruhen köleleştirmiştir.
Asrın en büyük duası, “Allah’ım kızlarımızı yoldan çıkaranları kahreyle” duasıdır;
zira bu feryat, nesli kurtarma arzusunun sesidir.
Gerçek kurtuluş, iffetin yeniden ihyâsındadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




MAHŞERDE “Z RAPORU” – Ebediyetin Büyük Hesabı

MAHŞERDE “Z RAPORU” – Ebediyetin Büyük Hesabı

Her akşam esnaf, gün sonunda dükkânının kasasına oturur. Gün boyu yapılan her alış verişin, her kazancın, her kaybın neticesini görmek için “Z Raporu” alır.
O küçük kâğıtta bütün günün hikâyesi saklıdır: kimden ne alındı, kime ne satıldı, ne kazanıldı, ne kaybedildi.
Lâkin insanoğlunun en büyük “Z raporu” bu dünyada değil, mahşer meydanında alınacaktır.
O gün, her nefesin, her bakışın, her kelimenin hesabı bir tuşla değil, bir Hakikat emriyle açılacaktır.
Zira “Her şey Levh-i Mahfûz’da yazılıdır.” (Bkz. Yâsîn, 36/12)

🕊️ İlâhî Kayıt Sistemi: Levh-i Mahfûz ve Kirâmen Kâtibîn

İnsanın her hareketi, her niyeti, her söz parmak izi gibi eşsizdir ve meleklerin kaleminde yerini alır.
Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
“Üzerinizde gözetleyici melekler vardır. Kirâmen kâtibîn; onlar ne yaptığınızı bilirler.”
(İnfitâr, 82/10–12)
Bugün dünyada bilgisayarlar, yazılımlar, dijital hafızalar saniyeler içinde milyarlarca veriyi kaydedebiliyorsa, Kâinatın Sahibi’nin yarattığı manevî kayıt sistemi bundan elbette bin kat daha mükemmeldir.
İşte mahşer günü bu kayıtlar açılacak, insanoğlu kendi “dosyasını” okuyacaktır:
“Kitabını oku! Bugün hesap sorucu olarak kendi nefsin sana yeter.”
(İsrâ, 17/14)

⚖️ Mahşerin Karakolu: Münker ve Nekir’in Sorgusu

Kabirde başlayan sorgu, mahşerdeki büyük divanın ön sorgusudur.
Münker ve Nekir, birer zabit gibi sual eder: “Rabbin kim, dinin ne, peygamberin kim?”
Bu sorgu, mahkemenin ilk kapısıdır.
Ve her kul, bu sorguya hazırlığını dünyadayken yapar.
Zira mezar, âhiretin ilk durağıdır; orada rahat eden, mahşerde de kolay eder.

🧠 Organlar Konuşacak, Hafıza Şahitlik Edecek

O gün sadece diller değil, eller, ayaklar, gözler ve kulaklar da dile gelecektir.
“O gün, onların dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları işler hakkında şahitlik edecektir.”
(Nûr, 24/24)
İnsanın beynine emanet edilen hafıza, dünyada fotoğraf gibi geçmişi kaydeder.
İşte o gün, Allah Teâlâ bu hafızayı konuşturur.
Hiçbir mazeret kalmaz.
Ne “unutmuştum” denebilir, ne de “ben yapmadım”.
Çünkü bütün deliller, kendi içinde mühürlüdür.

🌅 Mahşer Gününün Süresi: “Yarım Günlük” Bir Ebediyet

Kur’ân-ı Kerîm bu büyük hesabın süresine dair şöyle buyurur:
“Kıyamet gününde onların kalacakları süre, gündüzün ancak bir kısmı kadardır. Onlar birbirlerini tanırlar.”
(Yûnus, 10/45)
“O gün, sanki akşamla kuşluk arası kadar bir vakit kaldıklarını sanırlar.”
(Nâziât, 79/46)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hakikati şöyle beyan buyurmuştur:
“Mümin kulun hesabı, Allah katında yarım gün (dünya ölçüsüyle beş yüz yıl) kadar sürecektir.”
(Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân, 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/374)
Yani o günün “yarım gün” oluşu, rahmetin tezahürüdür.
Allah, mümin kullarına kolaylık eder; onlar için o uzun bekleyiş, bir kuşluk vakti kadar görünür.

🌸 Müfessirlerin Hikmetli Yorumu

• İmam Kurtubî:
“Müminlerin hesabı hafif olur. Allah onlara rahmet eder. Onlar için o gün, yarım gün gibi gelir.”
• İmam Nevevî:
“Hadisteki yarım gün, müminin hissedeceği süredir; çünkü Allah Teâlâ onların hesabını kolaylaştırır.”
Böylece mahşer, mümin için korkunun değil; ilâhî adaletin, rahmetin ve affın tecelli sahası olur.

💎 Z Raporunun İlâhî Karşılığı

Mahşer günü herkesin “Z raporu” alınacaktır:
• Kazancın: Salih ameller, niyetler, sabır, tevazu.
• Zararın: Günah, zulüm, kibir, nankörlük.
Ve her şey “baki defterlere” işlenecektir:
“Gerçekten amel defterleri yazılmıştır. O gün ne haksızlık yapılır, ne de bir şey eksik bırakılır.”
(Kehf, 18/49)
Müminin defteri sağından verilecek, yüzü nurlanacaktır:
“Artık kitabı sağından verilen: ‘Alın, kitabımı okuyun!’ der.”
(Hâkka, 69/19)
Zalim ve inkârcının defteri ise solundan veya arkasından verilecek, yüzü kararacaktır:
“Kitabı solundan verilen ise, ‘Keşke kitabım verilmeseydi!’ diyecektir.”
(Hâkka, 69/25)

🙏 Son Dua

اللّٰهُمَّ حَاسِبْنَا حِسَابًا يَسِيرًا وَارْزُقْنَا وُجُوهًا نَاضِرَةً إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةً
“Allah’ım, bizi kolay bir hesapla hesaba çek ve yüzlerini sana yönelten nurlu kullarından eyle.”

📜 Konuyla Müradif Ayetler

• “Kitabını oku! Bugün kendi nefsin sana yeter.”
(İsrâ, 17/14)
• “O gün her nefis yaptıklarının karşılığını eksiksiz görür.”
(Âl-i İmrân, 3/25)
• “O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye bölük bölük çıkarlar.”
(Zilzâl, 99/6)
• “Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür, kim zerre kadar şer işlerse onu görür.”
(Zilzâl, 99/7–8)
• “Hiç şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”
(Hac, 22/47)

ÖZET

Bu yazıda, mahşerdeki hesabın “Z raporu” benzetmesiyle anlatıldığı gibi, her insanın hayat defteri en ince ayrıntısına kadar kayıt altındadır.
Levh-i Mahfûz, Kirâmen Kâtibîn, Münker ve Nekir, organların şahitliği ve hafızanın dile gelişi, ilâhî adaletin kusursuz sistemini gösterir.
Kur’an ve hadislerde bildirildiği üzere, müminlerin hesabı kolay ve kısa sürecektir.
O günün “yarım gün” kadar görünmesi, rahmetin büyüklüğüne işarettir.
Dünya bir ticaret yeridir; âhiret ise bu ticaretin Z raporunun alındığı mahkeme-i kübrâdır.
Gerçek akıllı, dünyadayken defterini temiz tutandır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




BİR DELİ YETER: AKL-I MELEKÛTİYİ KAYBEDENLERİN DÜNYASI

BİR DELİ YETER: AKL-I MELEKÛTİYİ KAYBEDENLERİN DÜNYASI

Tarihin sayfalarını çeviren el, çoğu zaman bir deli parmağı olmuştur.
Bir mecnunun bir tuşla bastığı düğme, bir dünyanın sonu olmuştur.
Bir kurşunla başlayan savaş, milyonların mezar taşına dönüşmüştür.
Bir “karar” adı verilen cinnetle, şehirler küle dönmüştür.
Evet, dünyayı yıkmak için bir deli yeter…
Daha önce böyle bir yazı kaleme almıştım.[1]
Çünkü delilik, aklın kaybı değil; aklın şeytanın eline geçmesidir.
Dünya, bir imtihan meydanıdır; insan da o meydanın merkezinde bir mikyastır.
Kur’ân “إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ” (Asr, 2) buyurur — insan gerçekten ziyandadır.
Zira eline verilen kudreti, şerre sarf eder; imar için verilen aklı, tahribe kullanır.
Bir deli, bir manyak, bir mecnun…
Eğer ene’sini (benliğini) ilahlaştırırsa, Firavunlaşır.
Eğer hırsını adaletin önüne geçirirse, Nemrutlaşır.
Eğer makamını kudsiyetle karıştırırsa, Deccal’in yoluna girer.
Bütün zamanların belaları, bir “büyük deliliğin” türevleridir.
Bir zamanlar bir Sırp askeri, bir kurşun sıktı — kıtalar karardı.
Bir gün bir diktatör “Alman ırkı üstün” dedi — insanlık karardı.
Bir sabah Hiroşima’da bir pilot düğmeye bastı — güneş karardı.
Şimdi bir adam çıkmış, “Dünyayı yüz elli defa havaya uçuracak kadar silahımız var” diyor.
Trump bu, belli olmaz!
Bu söz, sadece nükleer başlıklı bir tehdit değil; aynı zamanda akl-ı beşerin iflas belgesidir.
Evet, bu devirde delilik diplomalıdır, cinnet protokollüdür, mecnunluk resmîdir.
İnsanlık, ilimle kudret kazandı; fakat hikmetsiz kaldı.
İman olmadan akıl, cehennemin yolunu aydınlatan bir meşaledir.
Vicdan olmadan ilim, şeytanın elinde kılıç gibidir.
Eğer akıl, kalbin hizmetine girmezse, şeytanın aleti olur.
Bugün o hâl tam da budur:
Atom, bir nimet iken; ene’nin elinde bir lanet oldu.
Kudret, bir emanet iken; ihtirasın elinde bir tahrip âleti oldu.
Trump, Putin, Xi, Zelenski…
Hepsi aynı satranç tahtasının taşlarıdır.
Kimi beyaz oynar, kimi siyah; ama hepsi aynı masanın oyunudur.
Zira perde arkasında menfaatin ilahı oturur.
Birileri yaşamak için öldürür, kazanmak için yıkar, barış demek için bomba atar.
Bu çağda akıl, vicdanını kaybettiği için delilik sistemleşti.
Savaş artık bir cinnet değil, bir sanayi koludur.
Ve o cinnet, “ilerleme” diye alkışlanmaktadır.
Ey insan!
Kainatın nizamı senin vicdanına bağlıdır.
Bir kalp bozulsa, bir dünya sarsılır.
Bir akıl delirse, bir millet mahvolur.
Bir lider azsa, bir çağ kararır.
Kur’ân “وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ” (Tekvîr, 5) buyurur — vahşiler bir araya toplandığında…
İşte bugün o âyetin manası, nükleer düğmelerin başında bekleyen ellerde tecelli ediyor.
Delilik bir kişide zuhur eder, ama sonuç bütün insanlığı yakar.
Kıyamet, sadece semadan değil; insanın kendi elinden kopacaktır.

Sonuç:

İnsanoğlu, kendini bilmezse Rabbini de bilmez.
Rabbini bilmeyen, kudretini kudsiyet sanır.
O vakit bir delilik, bir kıyamete bedel olur.
Bir deli yeter…
Ama bir “hakîm” de yeter — hikmetiyle, merhametiyle, imanı ve aklıyla.
Dünya, mecnunların değil; melekûtî akla sahip olanların omuzunda durur.
Yoksa o akıl çekilirse, kıyamet sadece semadan değil; insanın kalbinden kopar.

ÖZET:

Bu makale, “Bir deli dünyayı yıkmaya yeter” hakikatinden hareketle; modern çağın güç, silah, ve menfaat hırsının insanlığı nasıl cinnet eşiğine getirdiğini ele alır.
Tarihten misallerle, günümüz liderlerinin nükleer tehditleri, aklın hikmetsiz kaldığında şeytanî bir kuvvete dönüştüğünü gösterir.
İman ve hikmetin insanı aklın ifsadından koruyan yegâne siper olduğu bir hakikattir.
Neticede, dünyayı yıkacak bir deli kadar, onu kurtaracak bir hakîm de yeter denilerek; insanın kendi derûnî ıslahına çağrı yapılır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
03/11/2025

[1] https://tesbitler.com/2022/03/09/bir-deli-yeter/




Sahipsiz Kalmamak: İmanın En Derûnî Hâli

Sahipsiz Kalmamak: İmanın En Derûnî Hâli

İnsanın bir sahibi olması…
Ne büyük bir şeref, ne yüce bir güven, ne derin bir huzur…
Zira iman, yalnızca bir bilgi yahut kabul değildir; iman, güvenmektir, dayanmaktır, sığınıp teslim olmaktır.
İman; insanın, bu uçsuz bucaksız kâinatta sahipsiz olmadığını bilmesidir.
İman; insanın, dünya çölünde avare bir seyyah değil, bir Rabbin himayesinde aziz bir misafir olduğunu idrak etmesidir.
Kimsesizlik: En Büyük Yalnızlık

Kâinatın sessizliğinde bir an kal, yıldızlara bak…
Her biri yerinde, vazifesine devam ediyor.
Güneş bir an şaşmaz, ay yolunu kaybetmez, ağaç dalını bilmeden uzatmaz.
Çünkü her şeyin bir sahibi, her şeyin bir Rabbi vardır.
Yalnız insan, bazen sahibini unutur.
Unuttuğu vakit, işte o zaman kimsesizliğin en koyusunu, yalnızlığın en derûnîsini yaşar.
Halbuki insanın kimsesi vardır;
O da, “Kimsesizlerin Kimsesi” olan Allah’tır.

Mensubiyetin Şerefi

İman, yalnızca inanmak değildir; mensubiyettir.
Bir yere, bir makama, bir kudrete, bir rahmete mensub olmaktır.
İnsan, Rabbine mensub olduğu nisbette şeref bulur.
Zira mahlûkat içinde en fakir, en âciz, en muhtaç olan insana, “Benim Rabbim var.” dedirten şey işte bu mensubiyettir.
Bir kölenin sultana ait olması nasıl bir vakar kazandırırsa, bir kulun Allah’a mensubiyeti de öyle bir izzet kazandırır.
Çünkü “Her şey O’nundur” hakikatine dayanmak, insanı zilletin en dibinden izzetin zirvesine çıkarır.

Aidiyetin Huzuru

Aidiyet, bir sığınaktır.
Bir çocuğun annesinin elini tutarken hissettiği huzur, kulun Rabbine yönelmesiyle kalbinde doğar.
O’na yönelen kimse, fırtınalar ortasında bile emniyettedir.
Çünkü artık dayandığı yer, kudret-i ezeliyedir.
“Allah, mü’minlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır.”
(Bakara, 2/257)
Bu ayet, sadece bir hüküm değil, aynı zamanda bir hakikattir:
İnsanın velisi Allah’tır, Rabbi Allah’tır, kimsesi O’dur.
O’nu bulan, kendisini bulur;
O’na bağlanan, asla sahipsiz kalmaz.

Kimsesizler Kimsesi

İnsan, bazen her şeyini kaybeder.
Makamını, malını, dostlarını, kudretini…
Ama bir şeyi kaybetmedikçe asla sahipsiz olmaz: İmanını.
Zira iman, insanın kalbine Allah’ın “Ben seninleyim.” hitabını duyurur.
Bu hitabı işiten kimse, kimsesizliğin karanlığında bile aydınlığa kavuşur.
Ey kimsesizim diyen insan!
Bil ki, senin bir Kimsen var.
Sana şah damarından daha yakın olan, seni senden daha iyi bilen bir Sahibin var.
Kalbini O’na çevir, gönlünü O’na aç, derdini O’na anlat.
Çünkü “Allah kimseyi sahipsiz etmez, sahipsiz bırakmaz.”

Son Söz

İmanın hakikati; sahibini bulmaktır.
Sahibini bulan insan, dünyada kaybolmaz;
dünyada kaybolmayan, ebediyette de yalnız kalmaz.
O hâlde insanın en büyük saadeti şudur:
“Benim Rabbim var.” diyebilmektir.
Bu sözü söyleyenin artık ne korkusu kalır, ne de kimsesizliği.
Çünkü iman, insanın ebedî sahibine dayanması,
ve o sahibin “Ben kulumun yanındayım.” rahmetine sığınmasıdır.

Hiç kimse yok kimsesiz
Herkesin var bir kimsesi
Ben bugün kimsesiz kaldım
Ey kimsesizler kimsesi

Allah kimseyi sahipsiz etmesin.
Sahipsiz bırakmasın.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
02/11/2025




KANALINI BULMAK: SU MU, KANALİZASYON MU?

KANALINI BULMAK: SU MU, KANALİZASYON MU?

İnsan, bu cihan denilen geniş âlemde, aslında bir kanal arayıcısıdır. Çünkü her ruh bir yere akmak, bir mecrada yön bulmak ister. Kimi saf bir su gibi dağlardan doğar, berraklığını koruyarak denize ulaşır; kimi ise kirli bir lağım gibi nefsin bataklıklarına karışır. Ama her ikisi de akmak zorundadır. Zira durmak çürümektir, beklemek kokmaktır.
İnsan, kendini bulmak için dünyada dolaşır, fakat çoğu kez kendini dünyanın gürültüsünde kaybeder. Halbuki insanın asıl aradığı, ne maldır ne makam; asıl aradığı kendi kanalını, yani Rabbine çıkan yolunu bulmaktır. Çünkü kendini bilmeyen, yönünü de bilemez. Kendini tanımayan, neye meyilli olduğunu, neye muhtaç olduğunu da fark edemez.
Zira;
“Kendini bilen Rabbini bilir.”
Zira insan, varlığının sırlarını çözmeye başlayınca, o sırların sahibini de tanımaya başlar. Kalbinde akan o gizli ırmak, İlâhî bir kaynaktan doğmuştur; menzili de yine o kaynağa döner.
Ne var ki, herkes bir kanal buluyor bu dünyada. Kimi iman kanalında akıyor, kimi inkâr bataklığında. Kimi rahmet pınarlarından içiyor, kimi nefsin karanlık çukurlarında boğuluyor. Kimi su gibi hayat veriyor etrafına, kimi kanalizasyon gibi etrafını kirletiyor.
Bir suyun kıymeti, aktığı yatağa bağlıdır. Aynı şekilde insanın değeri de yöneldiği istikamete göredir. Kalbini kirli mecralara akıtanlar, en sonunda kendilerini karanlık bir lağıma dökerler. Fakat yönünü Hakk’a çevirenler, saf bir nehrin berraklığıyla akarlar ebediyet denizine.
Şaşkınlar vardır; ne tarafa akacağını bilmez, oradan oraya savrulur. Çünkü içlerinde bir pusula yoktur. O pusula, marifet-i nefis yani kendini bilme ilmidir. Kendini bilmeyen, sahip olduğu cevheri çamura bulandırır. Lakin kendini bilen, Rabbine ayna olur.
Ve nihayet, herkes bir gün kendi kanalını bulur.
Kimi rahmet kanallarında akar,
Kimi lanet kanallarında kaybolur.
Ama unutulmamalı ki, her kanal sahibine döner.
Su, denize döner.
Kanalizasyon ise pisliğin merkezine.
İşte insanın kaderi, seçtiği kanalın yönündedir.
Kimisi arınarak gider, kimisi kirlenerek.
Ama her halükârda, herkes bir gün akar;
Ya nura, ya da karanlığa…
“Her şey aslına rücu eder.”
Ve insan da, kendi kanalında, aslını bulmak için akıp gider…

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
02/11/2025




Beş Göz İttifakı ve Gölgedeki İddia: Mossad Kontrolündeki Küresel İstihbarat Ağı

Beş Göz İttifakı ve Gölgedeki İddia: Mossad Kontrolündeki Küresel İstihbarat Ağı

1. Giriş: Beş Göz’ün Aslı ve Esası
Küresel istihbarat iş birliğinin en köklü ve gizli yapılarından (doğalarından) biri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında temelleri atılan “Beş Göz” (Five Eyes) İttifakıdır. Bu ittifak, 1946’da ABD ve Birleşik Krallık arasında imzalanan UKUSA Anlaşması ile resmileşmiş, sonrasında Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın katılımıyla bugünkü küll (bütüncül) yapısını almıştır.
* Üyeleri: ABD (NSA, CIA, FBI), Birleşik Krallık (GCHQ, MI6, MI5), Kanada (CSE, CSIS), Avustralya (ASD, ASIO), Yeni Zelanda (GCSB, NZSIS).
* Temel Faaliyeti: Başlangıçta Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’na karşı kurulan bu ittifakın temel faaliyeti, Sinyal İstihbaratı (SIGINT) paylaşımıdır. ECHELON kod adlı sistem, dünya genelindeki her türlü elektronik iletişimi (telefon, faks, internet trafiği vb.) izlemek ve dinlemek üzere tasarlanmıştır.
Resmi ve teyit edilmiş bilgi ve belgelere göre, Beş Göz; ortak dil, benzer hukuk yapıları ve derin tarihsel bağlara sahip Anglosakson ülkeler arasında kurulmuş bir teknik iş birliği mekanizmasıdır. Bu ittifakın temel amacı, üye ülkelerin ulusal güvenlik ve dış politika faaliyetlerini destekleyecek cihan şümul istihbarat toplamak ve paylaşmaktır.

2. Mossad’ın Yapısı ve Küresel Erişimi

Mossad (İstihbarat ve Özel Faaliyetler Enstitüsü), İsrail’in yurt dışı istihbarat faaliyetlerinden sorumlu gizli servisidir. Kuruluşundan itibaren derûnî ve zahiri hayatına yönelik yayılması ve işgalci faaliyetleri içinde hareket etmiştir.
* Odak Noktası: Terörle mücadele (kılıfı ile), düşman ülkelere sızma, rehine kurtarma ve Siyonist davasını destekleyecek faaliyetler yürütmek.
* Stratejik Gücü: Dünya genelindeki Yahudi cemaatlerinden sağladığı gönüllü destek ağı (Sayanim) ve yüksek teknolojik kapasitesi sayesinde cihan şümul operasyon yapabilme yeteneği.
Mossad’ın gücü, özellikle Orta Doğu bağlantılı konularda tenkit kabul etmeyecek şekilde dünya çapında kabul görmektedir.

3. Beş Göz ve Mossad: İddia Edilen Bağlantı

Kamuoyunda sıklıkla dile getirilen tez, Beş Göz’ün teknik ve lojistik gücünün, İsrail’in siyasi ve stratejik çıkarlarına hizmet edecek şekilde Mossad kontrolünde olduğu iddiasına dayanır. Bu iddia, genellikle üç temel açıdan beslenir:

A. Stratejik Hizalanma ve Çıkar Birliği İddiası
* İddia: ABD ve Birleşik Krallık’ın, Orta Doğu politikalarında İsrail’in çıkarlarını merkeze alması ve bu nedenle Beş Göz’ün topladığı devasa istihbarat muhtevasının, Mossad ile öncelikli ve ayrıcalıklı bir şekilde paylaşıldığı.
* Teyit Edilen Bilgi: ABD ve İsrail arasında derin bir istihbarat ve askerî iş birliği olduğu bilgi ve belgelerle sabittir. İstihbaratın paylaşımı, her iki ülkenin çıkarları doğrultusunda işleyen karşılıklı bir bağlantı esasına dayanır.

B. Teknolojik ve İletişimli Hakimiyet İddiası
* Küresel teknoloji ve siber güvenlik sektöründeki bazı İsrail asıllı şirketlerin, Beş Göz’ün izleme faaliyetlerinde kullanılan kritik altyapıya sızma veya bu altyapıyı Mossad lehine kullanma faaliyetini yürüttüğü.
* Analiz: Siber güvenlik dünyasında İsrail menşeli teknolojilerin önemi zıt ve aykırı olmayan bir gerçektir. Ancak, Beş Göz gibi hiyerarşik ve hassas bir yapının çekirdek sistemlerinin dış bir gücün küll (bütüncül) kontrolüne bırakıldığı iddiası, risk taşıyabilir.

C. İnkılab (Devrim) ve Komplo Teorileri

* İddia: Mossad’ın küresel olayları manipüle ederek siyasi inkılapları (tersine dönüşleri) yönlendirdiği ve bunu Beş Göz’ün verilerini kullanarak yaptığı. Bu durum, örgütlerin küresel hayatı (yaşamı) zahiren değil, derûnîden kontrol ettiğini gösterir.

4. Netice ve Değerlendirme
Bilgi ve belgelere dayalı resmi cevap şudur: Beş Göz İttifakı, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD liderliğinde işleyen, kendi aslına sadık ve bağımsız hareket eden bir sinyal istihbarat paylaşım mekanizmasıdır.
Ancak bu hakikat, ittifakın Orta Doğu’daki ve küresel politikadaki en önemli müttefiklerinden olan İsrail’in istihbarat teşkilatları (Mossad, Aman, Şin Bet) ile derin ve sürekli bir bağlantı (açı) içinde olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu faaliyet, zahiri olarak devletlerin çıkar ortaklığına dayanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
01/11/2025




Gazze’de Aranan Musa

Gazze’de Aranan Musa

Firavun’un sarayında yankılanan o korku, bugün Gazze’nin yıkılmış duvarlarında yeniden dolaşıyor.
Bir zamanlar Nil’in kıyısında “Bir Musa doğacak” diye erkek çocukları katleden zalim, bugün Akdeniz kıyısında aynı korkuyla doğmamış bebekleri hedef alıyor.
O gün kılıçla, bugün füzeyle…
O gün nehirde, bugün enkaz altında…
Değişen sadece araçlar; zulmün özü, korkunun kaynağı aynı.
Firavun, saltanatının sarsılacağından korktu;
Netanyahu ve onun şürekâsı da “hakikat”in yeniden doğmasından korkuyor.
Zira her çağın bir Musa’sı vardır; kimi zaman bir çocuk, kimi zaman bir fikir, kimi zaman bir direniş olarak doğar.
Allah, her zalimin karşısına bir Musa çıkarır.
Ve her Musa, zalimin uykusunu kaçırır.
Kur’ân’da şöyle buyrulur:
“Mûsâ’nın annesine, ‘Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğunda onu denize bırak, korkma, üzülme. Çünkü Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden yapacağız’ diye ilham ettik.”
(Kasas Sûresi, 28/7)
Mûsâ’nın annesi, evladını suya bırakırken korkmadı.
Çünkü iman edenler bilir ki, bazen “kurtuluş”, teslimiyetin içinde saklıdır.
Nil’in sularına bırakılan o bebek, sarayların duvarlarını yıkacak bir hakikat taşıyordu.
Annesi ağladı, melekler sevinçle bekledi;
Çünkü “Allah’ın muradı” o küçük sandığın içindeydi.
Bugün Gazze’de bir anne, doğmamış çocuğunun karnına inen bombalardan saklanıyor.
Bir anne, enkaz altındaki evladının ismini haykırıyor.
Bir diğeri, “Belki o da bir Musa olurdu…” diyerek gözyaşını yutuyor.
Ve dünya, Firavun’un sofrasında sessizce oturuyor.
Zulüm karşısında susmak, zulme ortak olmaktır.
Firavun, Firavun kalır;
Ama Musa’nın Rabbi, her zaman birdir, ezelîdir, bâkîdir.
Netanyahu, Firavun’un izini takip ediyor;
Ancak unuttuğu bir hakikat var:
Firavun’un cesedi, denizin dibinde ibret olarak kaldı.
O da aynı akıbetten kaçamayacaktır.
Zira tarih, zalimleri unutur gibi görünse de, Hak onları unutturmaz.
Zulüm, bir devrin değil, bir kalbin hastalığıdır.
Lâkin her zulmün sonu, her karanlığın sabahı vardır.
Gazze bugün modern Mısır’dır.
Filistinli anneler, modern Mûsâ’nın anneleridir.
Ve Nil’in sularına bırakılan sandık, bugün Filistin’in sabrıdır.
Zalim, her çağda aynı korkuyla titrer:
“Bir Musa doğmasın!”
Fakat her çağda Allah, yeniden bir Musa gönderir —
Bazen bir çocukta, bazen bir fikirde, bazen bir kıyamda…
Ve her seferinde Firavun kaybeder.
Çünkü Allah, mazlumların yanındadır.

Özet

Makale, Firavun’un Hz. Musa’nın doğumundan korkarak erkek çocukları öldürmesi ile günümüzde Netanyahu’nun Gazze’de uyguladığı zulmü kıyaslar.
Her çağda bir “Firavun” ve bir “Musa” bulunduğunu, zalimlerin hakikatten korktuğunu anlatır.
Gazze anneleri, Musa’nın annesi gibi imanla direnirken, dünya Firavun’un sofralarında sessizdir.
Ancak tarih boyunca Firavun’un akıbeti değişmemiştir:
Zalimler helâk olur, mazlumların duası galip gelir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
01/11/2025




Ateşle Oynayanlar: Zulmün Geri Dönüşü

Ateşle Oynayanlar: Zulmün Geri Dönüşü

Cenâb-ı Hakk’ın değişmeyen bir kanunu vardır: Zulüm ile abad olanın, akıbeti haraptır.
Bugün Filistin topraklarında, Gazze’nin yıkık duvarları arasında, dünyanın en eski zulmü yeniden hortladı. İsrail, mazlumların kanı üzerine kurduğu hâkimiyet sarayını, bir kez daha ateşle beslemekte; lâkin unuttuğu bir hakikat var: “Zulüm devam etmez, mazlumun âhı arşı deler.”
Asırlar önce Firavun’un saraylarında yankılanan çığlıklar, bugün Tel Aviv’in karanlık odalarında yeniden işitilmekte. O zaman Nil kanla dolmuştu; bugün Gazze’nin sokakları kanla sulanıyor. Fakat tarih tekerrür eder, çünkü insanlar ibret almaz.
Firavun’u boğan deniz, Nemrud’u yakan ateş, Karun’u yutan toprak; her biri zulmün intikamını Cenâb-ı Hakk’ın kudret eliyle almıştı. Şimdi ise aynı kudret eli, bu devrin zalimlerinin üzerine inmeye hazırlanıyor.

Gazze: Dünyanın Vicdan Aynası

Gazze, artık yalnız bir şehir değildir; insanlığın aynasıdır.
O aynada kim baksa, kendi suretini görür.
Kiminde merhamet, kiminde ihanet, kiminde ise sessiz bir ortaklık…
Ve o aynada en kirli yüz, İsrail ve destekçilerine aittir: Amerika, Batı ve sözde medeniyetin temsilcileri.
Bugün Gazze’de yakılan her çocuk, dünyanın göğsüne kazınan bir ateştir.
Her bombada parçalanan ev, onların vicdanlarında açılmış bir yaradır.
Ve o yara kabuk bağlamayacak —çünkü her sabah yeni bir zulümle kanıyor.
Onlar, Gazzelilere cehennemi yaşattılar.
Fakat o cehennemin alevi, dönüp kendilerini yakacak.
Vicdanları varsa, o vicdan artık bir yanardağ gibi patlayacak.
Uyuduklarında kabus görecek, uyandıklarında dahi o kabustan kurtulamayacaklar.
Bir ömür boyu ölecekler, her nefeste bir ölüm tadacaklar.

Tarihin Kararı: Lanetle Anılacaklar

Tarih, zalimleri yazarken sadece isimlerini değil, yüzlerini de lekeler.
Bugün Yahudiler ve onların destekçisi Batı, insanlığın vicdanında silinmez bir utanç lekesiyle mühürlendi.
Kendilerini seçilmiş zanneden bu kavim, aslında lanetlenmiş bir kavimdir.
Cenâb-ı Hakk onların kibirlerini, zulümleriyle terbiye edecek.
Çünkü “Allah zalimlere mühlet verir, fakat ihmal etmez.”
Bir gün gelecek, onların kurdukları düzen çökecek, yaptıkları tahribat kendi üzerlerine yıkılacak.
Silahları paslanacak, yalanları çökecek, dünyadan yüz bulamayacaklar.
Her biri kendi iç yangınında kavrulacak, cinnet ve intihar dalgalarıyla mahvolacak.
Onlar için kabir, dünyadan daha serin bir yer olacak.
Fakat o serinlik dahi azaptan kurtuluş olmayacak.

Eser ve İbret

Bu çağ, zalimlerin çağından ziyade, şahitlerin çağıdır.
Gazzelilerin çektiği her acı, dünya Müslümanlarının kalbinde bir mühürdür.
Bu mühür, kıyamete kadar silinmeyecek.
Bu hadiseler, filmlere, belgesellere, kitaplara geçecek.
“Zehra’nın Gözleri” gibi nice eserler ve filimler, insanlığın vicdanına şahitlik edecek.
Mazlumların gözyaşı, zalimlerin kanından daha kalıcı bir iz bırakacaktır.
Unutulmasın ki, her zulüm kendi sonunu hazırlar.
Bugün Gazzelilerin kanı, yarın zalimlerin cezası olacaktır.
Cenâb-ı Hak, mazlumun duasını geciktirse de reddetmez.
Çünkü ilâhî adaletin terazisi, ağır tartar ama şaşmaz.

Son Söz

Ey İsrail ve onun kanlı destekçileri:
Allah’ın, meleklerin, insanların, cinlerin ve bütün mahlûkatın laneti üzerinizedir.
Siz dünyada kazandığınızı zannediyorsunuz,
hâlbuki hem dünyayı hem âhireti kaybettiniz.
Kibriniz sizi yükseltti, ama o yükseklikten düşüşünüz, tarihin en ibretli düşüşü olacak.
Gazze ise, kıyamete kadar “sabır, izzet ve iman”ın adı olarak yaşayacak.
Ve her cuma, her secde, her dua; sizin lanetinizi yeniden hatırlatacak.

Özet:

Bu makale, İsrail’in Gazze’de işlediği zulmün sadece bir savaş değil, insanlığın imtihanı olduğunu vurgular. Tarih boyunca zulmeden kavimlerin akıbeti gibi, bugünkü zalimlerin de aynı ilâhî adaletle cezalandırılacağı belirtilir. Gazzelilerin sabrı ve direnişi, iman tarihine altın harflerle kazınacak; İsrail ve destekçileri ise lanetle anılacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
30/10/2025

 

 




Gazze Meselesi: Tarihin Aynasında İmtihan ve Vicdanın Zâhirî Cehennemi

Gazze Meselesi: Tarihin Aynasında İmtihan ve Vicdanın Zâhirî Cehennemi

Tarih, sadece geçmiş vakaların kuru bir nakli (aktarımı) değil, aynı zamanda beşeriyetin fasılasız (kesintisiz) imtihanının büyük bir ibret vesikasıdır. Her devir, Firavun’un kudreti, Nemrud’un kibri ve nihayetinde zulmün her daim kendi zevalini (yok oluşunu) nasıl hazırladığının destanını yazar. Bugün, Filistin coğrafyasında, bilhassa Gazze’de yaşananlar da, insaniyetin müşterek (ortak) vicdanını derin bir yara ile vurucu bir surette sarsan, tarihî bir dönüm noktasıdır.
Gazze’nin maruz kaldığı musibet, sadece siyasî yahut askerî bir hadise olmaktan çıkıp, topyekûn medeniyetimizin ahlâkî esası hakkında bir suale dönüşmüştür. Zira bir kısım kuvvetli aktörlerin, kuvveti mutlak bir hakikat gibi addedip, masumların hayatını hiçe sayması, beşerî adaletin terazisini tahrip etmiştir. Destekleyen yahut sükût eden (susan) küllî yapının mesuliyeti, ferdî günahın hudutlarını aşan, cihan şümul bir mesuliyet yüklemektedir.

📌 Zulmün Yapısı ve Derûnî Akıbet

Kadîm (eski) hikmet lisanı, zulmün neticesinin her daim bumerang tesiri yaptığını öğretir. Mâlûmdur ki, bir milletin, başka bir millete reva gördüğü illet ve zillet, zamanla o millete ve o fiile destek verenlere döner. Bu dönüş, illâ ki hemen zâhirî bir mağlûbiyetle zuhur etmez; ekseriyetle evvelâ derûnî bir tahribat ile başlar.
Zulme batanların evvelce yitirdikleri şey, vicdandır. Vicdan ki, insanın ene (benlik) ve enaniyetini (bencilliğini) hizaya getiren, Allah’ın insandaki hakîkî sesi ve hassas terazisidir. Bu sese kulak tıkayanlar, gazabı ve nefreti bir silâh gibi kuşanırlar. Ancak bu kin ve nefret, zannettikleri gibi düşmanı değil, bizzat onu taşıyanın iç dünyasını yakıp kavuran bir cehennem ateşine dönüşür.
Bugün, o zulmü icra eden ve ona destek verenlerin, Gazze’deki masumlara yaşattığı zâhirî cehennemin kabûsuyla uyanacakları, vicdanlarının azabıyla yanacakları tezi, bir nevi ilahî faziletin tecellisidir. O masumlara çektirilen her acı, o faillerin ruhunda bir leke, bir yara ve bir hastalık olarak kalmaya mahkûmdur. İntihar vakalarının artması, psikolojik buhranlar ve iç çöküşler, derûnî tahribatın apaçık ön planıdır (dışavurumudur). Bu, toprağa gömülmeden evvel, her gün ruhun ölmesidir.

📜 Tarihin Tenkit Eden Beyti

Tarih, lekeli sahifeleri affetmez. Tıpkı eskiden olduğu gibi, Bâbil’in, Firavunların yahut Haçlı Seferleri’nin acı ibretleri gibi, Gazze hadisesi de, nesilden nesile aktarılacak, yüzleşilmesi zor bir utanç tablosu olarak kalacaktır. Bu hadiseler, bir kısım kuvvetlerin kendi siyasî çıkarları uğruna, cihan şümul hukuku ve ahlâkî esası nasıl ayaklar altına aldığının en acı tasviridir.
Fazilet ve hakikat karşısında, bir kısım devletlerin aldığı tavır, onlara dünyada yüz bulamayacakları, tecrid edilecekleri ve mahcubiyet duyacakları bir durum olarak dönecektir. Zira, bu zulme tanık olan cihan Müslümanları, bu acıyı kıyamete kadar unutmayacak ve bu zıt vaziyeti nesiller boyu aktaracaktır. Bu acının muhtevası, kitaplara, filmlere ve belgesellere sızacak, her mısra ve her kare, failin ve destekçisinin utanç verici tavrını tenkit edecektir. Zehra’nın Gözleri gibi eserler, bir isbat gibi dâimâ önümüzde duracaktır.

🌟 Sonuç ve Hikmetin Nefesi

Hakikatte, kuvvetle kazanılan zannedilen zafer, aslen en büyük kayıp ve mağlubiyettir. Zira İsrail, ABD ve destekçileri, maddî kuvveti arttırmış olsalar dahi, cihanın vicdanındaki yerlerini, insanlığın ortak hafızasındaki itibarlarını kaybetmişlerdir. Aslî kuvvet, silâhta değil, hakta ve fazilettedir. Zulme batanlar, kendilerine karşı doğacak olan nefretin ateşinde yanacaklar ve hakikî kazanan, o zilletin altında dahi izzetini muhafaza eden sabır ehli olacaktır.
Küllî hikmet budur ki, zulmün neticesi sadece mazluma dönük değildir; bilâkis, zulmü icra edenin kendi nefsine yönelen en keskin silâhıdır. Dünyada başlayan bu mahcubiyetin zâhirî azabı, manevî âlemde de karşılığını bulacak bir lanet ve lanetle anılma akıbetini netice verecektir.

📝 Hülasa (Özet)
Bu makale, Gazze’de yaşanan trajediyi, zulmün evrensel neticesi ve tarihî mesuliyet açılarıyla ele almaktadır. Makalenin aslı ve esası, zulme destek verenlerin ve icra edenlerin maddî kudreti artırmış olsalar dahi, ahlâkî ve derûnî bir hezimete uğrayacakları tezine dayanır. Zulüm, failin ve destekçisinin vicdanını tahrip eden, onları zillet, illet ve mahcubiyet içinde bırakan bir iç cehenneme sürükler. Makale, bu mahcubiyetin nesiller boyu tarihî utanç olarak aktarılacağını, kitaplara ve filmlere konu olacağını ve bu durumun, cihan şümul vicdanın tenkidi ile kıyamete kadar sürecek bir lanetle anılma akıbetini getireceğini vurgulamaktadır. Hakikî faziletin ve kazancın, maddî kuvvetten ziyade, hakta ve izzette olduğunu ifade ederek, makaleyi hikmetli bir neticeye bağlamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
01/11/2025

 

 




KALEMİN NAMUSU VE SİLAHIN SUSKUNLUĞU

KALEMİN NAMUSU VE SİLAHIN SUSKUNLUĞU

(Bir vicdan muhasebesi ve tarihe not)
Kalemin namusu, silahın namusunu deldi.
Zira kalem, vicdanın sesidir; silah, öfkenin.
Kalem aklı temsil eder, silah nefsi.
Kalem hakikati yazar, silah hakikati susturur.
Bugün bir kez daha görüyoruz ki, tarihin en büyük savaşları, önce kelimelerle başlar;
Ve yine kelimelerle biter.
Silahın sustuğu yerde kalem konuşur; kalemin sustuğu yerde zulüm hüküm sürer.
Bir zamanlar kılıç, dünyayı biçen kuvvetti.
Bugün kalem, akılları biçen kudret oldu.
Artık dönem, tüfeğin değil; haberin, manşetin, başlığın, ve kelâmın dönemidir.
Bir cümle, bir kurşundan daha derin yaralar açabilir.
Bir başlık, bir bombadan daha fazla zihinleri yakabilir.
Ama bugün, kalemin namusu satılığa çıkarılmış durumda.
Bazı kalemler kanı durdurmak için değil, kanı meşrulaştırmak için yazıyor.
Bazı gazeteler hakikati değil, propaganda metinlerini manşet yapıyor.
Bazı haber merkezleri, mazlumu değil zalimi temize çıkarıyor.
İşte tam da bu karanlık vakitte, 300’ü aşkın yazar, akademisyen ve sanatkâr;
Bir tarihî duruş sergiledi.
New York Times’ın Filistin karşıtı önyargılı yayın politikalarına karşı
“Kalemimizi satmıyoruz” diyerek geri çekildiler.
Bu sadece bir protesto değil, insanlığın vicdanına düşen bir imzadır.
Zira onlar dediler ki:
“Silah üreticileri kadar medya da savaş makinesinin bir parçasıdır.”
Ne doğru söz!
Zira medya, yanlış kelimelerle bir toplumu kışkırtabilir;
Hakikati gizleyerek zulmü meşrulaştırabilir;
Bir fotoğrafı yayımlamayarak bir mazlumun çığlığını boğabilir.
“Katliam”, “işgal”, “etnik temizlik” gibi kelimeleri sansürleyen bir basın,
Hakikatin değil, zulmün hizmetindedir.
Kelimeleri susturmak, vicdanı susturmakla eşdeğerdir.
Tarih, bu tür anları unutmaz.
Bir zamanlar Galileo, hakikatini söylemek için mahkemede titrerken
Papa’nın elinde kalem vardı — ama o kalem sustu.
Bir kelâmı kibarda:
“Kalem kılıçtan keskindir.”
Ama keskinliği hak için kullanılmadıkça, o kalem sadece bir silahtır.
Bugün Gazze’deki çocuklar kan içinde yatarken,
Bir grup kalem sahibi insanlığın haysiyetini ayağa kaldırdı.
Belki onların satırları bir duvar yıkmadı;
Ama bir duvarın arkasındaki yalanı deldi.
Bir hakikat duvarı ördüler: kelimelerden, vicdandan, namustan.
Artık kalem sadece yazmaz;
Hüküm verir.
Artık haber sadece bildirmaz;
İfşa eder.
Artık dünyayı silahlar değil;
Kalem ve kelâm değiştirir.
Çünkü kalem, Allah’ın “Oku!” emrinin mirasçısıdır.
Silah, o emrin unutturulduğu karanlık çağların nişanesidir.
Kalemini kanı durdurmak için kullananlar,
Hakikatin askeridir.
Silahını masumu öldürmek için kullananlar ise
Zulüm ordusunun neferidir.
Birinin adı tarih kitaplarında anılır;
Diğerinin adı sadece lanetle hatırlanır.

Sonuç / Özet:
Bu makale, kalemin vicdani sorumluluğunu, medyanın hakikat karşısındaki imtihanını ve New York Times’a karşı 300’den fazla yazarın sergilediği onurlu duruşu ele alır.
Hakikatin, kelimelerin namusu üzerine bina edildiğini; kalemini zulmün değil, adaletin hizmetine verenlerin tarihe şerefli bir iz bıraktığını vurgular.
Bugün dünyayı değiştiren asıl güç ne silah ne para, belki de sadece namuslu bir kalemin ucundaki hakikattir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik

 www.tesbitler.com
30/10/2025




Kalemin Namusu, Silahın Zulmüne Galip Geldiğinde

Kalemin Namusu, Silahın Zulmüne Galip Geldiğinde


Tarih, iki zıt kuvvetin ebedî mücadelesine şahittir: Biri yıkan, diğeri yapan; biri kan döken, diğeri o kanı durdurmaya çalışan. Bu mücadelenin bir cephesinde kaba kuvvet, yani silah vardır; diğer cephesinde ise idrak, vicdan ve hakikat, yani kelâm ve kalem.
Kalemin gücü, kelâmın gücünden, kelâmın gücü de kişinin kişiliğinden ileri gelir.
Silahın gücü, yapıldığı çeliğin sertliğinden gelirken, kalemin kudreti, onu tutan elin vicdanından ve o vicdana istikamet veren “kişilikten” beslenir.
Ve tarih nice defalar isbat etmiştir ki; “Kalemin gücü, silahın gücünden daha güçlü ve etkisi daha kalıcıdır.”
Zira silah, bedene hükmeder; kalem ise zihne, ruha ve en nihayetinde tarihin seyrine…
Kelâmın İmtihanı: Hakikat mi, Propaganda mı?
Yaşadığımız devir, bir iletişim, medya ve reklam devridir. Gücün aslı, artık tanklardan ve füzelerden ziyade, o tankların ve füzelerin “gerekçesini” yazan kalemlerden, o zulmü “meşrulaştıran” manşetlerden alınmaktadır.
Eğer bir savaş makinesi, sadece silahla çalışsaydı, onu durdurmak nisbeten kolay olurdu. Lakin asıl tehlikeli olan, o savaş makinesinin “medya ayağıdır.” O ayak ki, katliamı “meşru müdafaa,” etnik temizliği “güvenlik operasyonu,” soykırımı ise “talihsiz bir zayiat” olarak tasvir eder. İşte bu, kalemin namusunu yitirdiği, silahın uşağı olduğu andır.
Kalemini kan akıtmak için satanlara karşı, kalemini kanı durdurmak için atanların farkı; insanlık farkıdır.
Bugün, bu “insanlık farkını” cihan şümul bir hadisede, Batı medyasının en büyük kalelerinden biri sayılan New York Times’ın (NYT) surlarında açılan gedikte müşahede ediyoruz.

Vicdanın Ayaklanması: 300 Namuslu Kalem

Haber, soğuk ve net: Aralarında yazarların, akademisyenlerin ve sanatçıların bulunduğu 300’ü aşkın vicdan sahibi, kalemlerini bir kenara koymuyor; bilakis kalemlerini en güçlü “atarak” bir tavır ortaya koyuyor.
NYT gibi devasa bir medya gücünün “Görüş” bölümüne artık yazmayacaklarını ilân ediyorlar.
Bu bir boykottan öte, bir “vicdanî ret” eylemidir. Bu, kelâmın, kendisini kirleten mürekkebe karşı isyanıdır.
İthamları, medyanın faaliyetinin nasıl bir propagandaya dönüştüğünü tasvir etmektedir:
* NYT, “savaşın medya ayağı” olmakla suçlanmaktadır.
* Haber merkezinin, “katliam”, “etnik temizlik” ve “işgal edilmiş toprak” gibi hakikati yansıtan tabirlerden “kaçının” talimatı vermesi, gerçeğin nasıl tahrif edildiğinin isbatıdır.
* Gazze’deki soykırıma ve adaletsizliğe “suç ortağı” olmamak için bu kararı almışlardır.
Bu 300’den fazla yazar, akademisyen ve sanatçı, “kişiliklerini” ortaya koymuşlardır. Onlar, “Sözsüz Çığlıklar” gibi teyitsiz ve propaganda maksatlı haberlerin geri çekilmesini talep ederek, yalanın üzerine inşa edilen bir haberciliği reddetmektedir. En vurucu talepleri ise, Yayın Kurulunun ABD’nin İsrail’e silah ambargosu uygulamasını talep etmesidir.
İşte bu nokta, makalenin başındaki hikmetin tecelli ettiği yerdir: “İsrail silahını kan dökmek için kullanırken, bir kısım şerefli kalem sahibi yazar kalemini kan dursun diye şerefli ve namuslu bir karara imza attı.”
Onlar, kalemlerini, doğrudan silaha karşı bir kalkan olarak kullanmışlardır.

Tarihe Düşülen İbretlik Not

Tarih, her zaman galipler tarafından yazılmaz. Bazen tarih, o galiplerin zulmünü yazmayı reddeden “mağlup” ama “onurlu” kalemler tarafından yazılır.
NYT’de yaşanan bu hadise, medyanın sadece bir haber verme vasıtası olmadığını, aynı zamanda bir “savaş makinesinin parçası” olabileceğini gösteren ibretlik bir vesikadır. Silah üreticileri mermiyi yapar; bazı medya kurumları ise o merminin “ahlâkî” zeminini hazırlar. 300 yazarın bu duruşu, işte bu ahlâksız zemini çökertmeye yönelik bir hamledir.
Filistinli gazetecilerin kanı ve canı pahasına dünyaya duyurmaya çalıştığı hakikatler, Batı’nın konforlu ofislerinde sansürlenirken; bu 300 kalem, o sansür mekanizmasının bir dişlisi olmayı reddetmiştir.
Unutulmamalıdır ki;
Dünyayı silahlar değil, kalem ve kelam değiştirir.
Bu 300’den fazla yazar, kelâmın gücünü ve kalemin namusunu, silahın gücüne ve zulmün propagandasına karşı kullanarak, tarihin doğru tarafına şerefli bir imza atmışlardır. Onların bu tavrı, “kalemin namusunun, silahın (ve onun uşağı olan propagandanın) namusunu nasıl deldiğinin” en parlak ve en yeni misalidir.

🖋️ Makalenin Özeti
Bu makale, kalemin gücünün ve namusunun, silahın kaba kuvvetinden ve zulmünden daha üstün olduğu ana fikri üzerine inşa edilmiştir. Günümüzün bir medya ve iletişim çağı olduğunu, bu yüzden savaşların meşruiyetinin artık silahlardan çok “kalemler” ve “manşetler” üzerinden sağlandığını vurgulamaktadır.
New York Times’da (NYT) 300’den fazla yazarın, gazetenin Filistin karşıtı önyargılı yayınlarını ve “savaşın medya ayağı” gibi faaliyet göstermesini protesto ederek yazılarını çekmesi, bu duruma somut bir misal olarak sunulmuştur. Bu yazarların, “katliam” ve “etnik temizlik” gibi ifadelerin kullanılmasını yasaklayan bir kuruma “suç ortağı” olmayı reddetmesi, kalemin namusunu korumak adına atılmış şerefli bir adım olarak tasvir edilmiştir.
Makale, bu 300 yazarın, kalemlerini kanı durdurmak için kullandığını ve dünyayı asıl değiştirecek olanın silahlar değil, hakikate hizmet eden “kalem ve kelam” olduğunu belirterek son bulmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik

 www.tesbitler.com
30/10/2025