Sumud Filosu: Denizlerde İzzetin İmtihanı

Sumud Filosu: Denizlerde İzzetin İmtihanı

Tarih, bazen birkaç geminin gölgesinde yazılır. Bugün “Sumud Filosu”nun dalgalarla mücadelesi, yalnızca Akdeniz’de yol alan bir insani yardım seferi değildir. O, mazlumların umudunu sırtlamış, mahzun çocukların gözyaşlarını dindirmek için açılmış bir rahmet kapısıdır.
Tıpkı tarihte Haçlı ordularının Kudüs surlarını zorladığı günlerde, Selahaddin’in çadırında mazlumların duası ne kadar büyük bir kuvvet olmuşsa; bugün de Gazze kıyılarında “unutulmadık” diyen masumların feryadı, bu küçük gemilerin yelkenine vurmuş bir kudret gibidir.

Denizler Üzerinde Hak-Batıl Çatışması

Gemilerin adı “Alma, Sirius, Adara…” Ama hepsinin yüreğinde tek bir isim çarpıyor: Filistin.
Bir yanda topyekûn kuşatma altına alınmış bir halk, açlığın ve susuzluğun nefesini ensesinde hisseden çocuklar… Diğer yanda yüzyıllardır zulmü bir kimlik hâline getirmiş, Allah’ın gazabına uğramış, mazlumların ahını hiçe sayan bir millet…
Denizin ortasında yan yana gelen bu iki kutup, aslında çağların ötesinden gelen ezelî mücadelenin yeni bir perdesidir. Hakkın sesini kısmak isteyenlerin gemileri, bu defa “abluğa” diye adlandırdıkları bir zulüm zinciriyle ortaya çıkıyor. Ama unuttukları bir hakikat var: Zulüm ile abad olanın sonu hüsrandır.

Bir Uygarlığın İmtihanı

Sumud Filosu’na saldırı, yalnızca birkaç geminin engellenmesi değildir. O, bütün insanlığın vicdanına indirilmiş bir darbedir. Bu tablo, bize Endülüs’ün yıkılışını, Bosna’da Srebrenitsa’da katledilenleri, Çanakkale’de zulme karşı omuz omuza verilen direnişi hatırlatıyor.
Evet, bugün Gazze kıyılarında bekleyen çocukların gözlerinde Çanakkale’nin Mehmetçiği vardır. Selahaddin’in sancağı, belki o gemilerin direklerine asılmamıştır ama ruhu orada dalgalanmaktadır.

Kardeşliğin İnşası

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle; Türk, Kürt, Arap omuz omuza vermeden, bu coğrafyada barış mümkün değildir. Çünkü mazlumun kimliği yoktur. Gazze’de ölen çocuk “Filistinli” değil, insanlığın evladıdır. O halde gemilerin yükü yalnızca un, ilaç, su değil; birlik ruhudur.

Düşündürücü Bir Sual

İnsanoğlu tarihin her döneminde zulme sessiz kalarak kendi sonunu hazırlamıştır. Endülüs düşerken Avrupa saraylarında şenlikler vardı. Srebrenitsa’da kadınlar katledilirken, Batı medeniyetinin başkentlerinde şampanyalar patlıyordu. Bugün Gazze bombalanırken, dünya yine aynı sessizliği yaşıyor.
İşte burada insana şu ibretli soru düşüyor:
“Zulme sessiz kalan bir dünya, kendi sonunu nasıl aklayacak?”

Son Söz

Sumud Filosu, belki maddeten küçük bir filo. Ama manen, dev bir destanın denizlere vurmuş yankısıdır. Bu gemiler batırılabilir, yolcuları alıkonulabilir. Ama o gemilerin yelkenine sinmiş mazlumların duasını, hiçbir donanma söndüremez.
Unutmayalım: Tarihte nice büyük imparatorluklar yıkıldı. Ama bir damla mazlum gözyaşını dindirmek için yola çıkanların hatırası, asırlara meydan okudu.
Ve bugün denizlerde süzülen bu gemiler, bize şunu hatırlatıyor:
Zulüm payidar olmaz, umut hiçbir zaman sönmez.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Haydut Devletin Zulmü ve Sumud’un İbretli Çağrısı

Haydut Devletin Zulmü ve Sumud’un İbretli Çağrısı

Tarih, zalimlerle mazlumların bitmeyen mücadelesine şahittir. Firavun ile Musa, Nemrud ile İbrahim, Ebu Cehil ile Muhammed (asm),
Ve bugün: İsrail ve hamisi Amerika ile Gazze’nin mazlumları.

Zalimlerin Tekrar Eden Yüzü

Firavun’un azgınlığı, Nemrud’un kibri, Hitler’in soykırımı bugün farklı bir yüzle sahnede: Siyonist İsrail.
Gazze semalarında patlayan bombalar, denizlerde kuşatılan yardım gemileri, insanlık onurunu ayaklar altına alan zulümler… Hepsi tarihin eski sayfalarından yeniden okunuyor.
Kur’an’ın tabiriyle:
“Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Onları sadece gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

Sumud: Karıncaların İmanı

Bugün Sumud Filosu, Nemrud’un ateşine su taşıyan karıncalar gibidir. Biliyorlar ki tek başlarına ateşi söndüremezler. Ama safını belli etmek, mazlumu yalnız bırakmamak, vicdanı hayatta tutmak için yola çıkıyorlar.
Bir tarafta atom bombaları, donanmalar, uçaklar; diğer tarafta vicdan, dua, sabır ve iman…
Allah katında tartının ağır basanı bellidir.

Hadislerin Haber Verdiği Hakikat

Rasûlullah (asm) buyuruyor:
“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)
Yine buyuruyor ki:
“Yakında milletler, yemek yiyenlerin sofralarına çağırdıkları gibi size karşı birleşecekler.” Ashab, “O gün biz az mı olacağız?” diye sordu. Efendimiz, “Hayır, çok olacaksınız. Fakat selin önündeki çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden korkuyu söküp alacak, sizin kalbinize de ‘vehn’ bırakacaktır.” dediler: “Vehn nedir Ya Rasulallah?” Buyurdu ki: “Dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmek.” (Ebu Davud, Melahim, 5)
Bugün İslam ümmetinin zayıflığının sebebi de işte budur: dünyaya aşırı bağlılık ve ölümü korkunç görmek.

Mazlumların Duası

Gazze’de yaralı bir çocuğun duası, yürekleri titretti:
“Ya Rab! Bayrağımızı yükselt, şehitlerimize merhamet et, yaralılarımıza şifa ver, esirlerimizi kurtar…”
Bu dua, tarih boyunca mazlumların ortak yakarışıdır. Musa’nın duasıdır, İbrahim’in duasıdır, Muhammed’in (asm) duasıdır.
Allah, mazlumun duasını arşın altından işitir. Zalimlerin saraylarını ise bir anda yerle bir eder.

Dünyanın Vicdanı:

Bugün Kolombiya, İrlanda, İtalya’dan yükselen sesler; meydanlara çıkan yüzbinler, Sumud için direnen yürekler… İnsanlığın vicdanının hâlâ ölmediğini gösteriyor.
Ama asıl görev, iman sahiplerinin omuzundadır. Çünkü bu sadece politik bir mesele değil, iman ve insanlık meselesidir.

Son Söz

İsrail’in ateşi büyütmesine karşı, Sumud’un su taşıyan karıncaları susmuyor. Tarih göstermiştir ki, hiçbir zalim baki kalmamıştır. Firavun’un denizi, Nemrud’un ateşi, Hitler’in mağarası, hepsi sonunda kendi zulümleriyle yok oldu.
Bugün de zalimlerin hükmü geçici, mazlumların duası ebedîdir.
“Allah, zalimleri asla sevmez.” (Âl-i İmrân, 57)
Zulüm ebedî değildir, iman ebedîdir.
Ve unutmayalım:
Mazlumların duası, Sumud’un sabrı, zalimin tankından daha güçlüdür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Yüz Yılın Tekrarı: Gazze’ye Vali Atama Planı

Yüz Yılın Tekrarı: Gazze’ye Vali Atama Planı

“Hamas’tan Trump’ın Gazze planına sert tepki:
Blair, şeytanın kardeşidir. İsrail basınına göre Trump’ın planında, Gazze’yi geçici olarak eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in yönetmesi öngörülüyor.
Hamas, bu iddiaya ateş püskürdü. “Blair, Irak’taki suçları nedeniyle yargılanmalı” diyen Hamas, kimsenin dışarıdan Filistin’e müdahale hakkı olmadığını vurguladı.”

*Ne garip tecellidir ki zaten İngiltere 1948’de İsraile Filistini altin tabakta sundu ve büyümesine de yardımcı oldu.
Her halde şimdi de hepsini İsraile katmak için eski İngiliz Başbakanı Tony Blair’i Filistin ve Gazze’ye vali atamaya çalışıyorlar.
Tıpkı yüz sene önce bize ve İslam dünyasına vali atayıp, yüz yıl boyunce istedikleri gibi ve kavgalı, birbiriyle uğraşıp enerjisini tüketen bir toplum oluşturup, Osmanlı bakiyesini bitirdiler.

****

Tarih, ibret alınmadığında tekerrür eder. 1917’de Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarını Siyonizme peşkeş çeken İngiltere, 1948’de İsrail’in kuruluşunu altın tepsiyle dünyaya takdim etti. Bugün ise aynı zihniyet, Tony Blair üzerinden yeniden sahneye çıkıyor. Dün Osmanlı topraklarını parçalayıp manda yönetimleriyle İslam coğrafyasını vesayet altına sokanlar, bugün Gazze’ye “vali” atama cüretinde bulunuyorlar.
Ne acı bir tecellidir ki, tarihin kanlı sayfalarında Irak işgalinde bir buçuk milyon Müslümanın ölümünde imzası bulunan Blair, şimdi “barış elçisi” kılıfıyla Gazze’ye tayin edilmek isteniyor. Oysa adaletin terazisinde Blair’in yeri, yargılanacaklar arasında olmalıydı. Ama dünya siyasetinin garip çarkında zalimler ödüllendirilirken mazlumlar cezalandırılıyor.
Bu tablo bize yüz yıl önceki manzarayı hatırlatıyor:
İngiliz mandası altındaki Arap coğrafyası, birbirine düşürülen kabileler, kışkırtılan ihtilaflar, yapay sınırlar ve sonu gelmeyen kan davaları…
Sonuçta Osmanlı bakiyesi paramparça oldu, ümmet enerjisini iç kavgada tüketti. Şimdi aynı oyun, Gazze üzerinden sahneye konuluyor.
Ama bir fark var: O gün ümmetin sesi kısılmıştı, bugün ise mazlumun çığlığı dünya meydanlarında yankılanıyor. Berlin’de yüz binlerce insan Gazze için yürüyorsa, Londra’da meydanlar Filistin bayraklarıyla doluyorsa, bu oyunların fark edildiğini gösteriyor.
Kur’ân, zalimlerin tuzaklarını şöyle bildirir:
“(Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 54)
Demek ki İngiltere’nin ve onun desteklediği planların neticesi, nihayetinde hüsrandır. Çünkü bu coğrafya, Allah’ın vaadine mazhar olmuştur. Zalimlerin oyunları, mazlumların duası karşısında daima eriyecektir.

İbret şudur: Yüz yıl önce ümmetin dağınıklığına oynayanlar, bugün de aynı oyunu deniyorlar. Ama her defasında unuttukları hakikat şudur: Mazlumun ahı, zalimin saltanatını yerle bir eder. Blair gibilerin tayin ettiği valiler değil, Filistin’in bağrından çıkan imanlı evlatlar, bu toprakların hakiki sahipleridir.
Tarih göstermiştir ki, işgalcilerin tayin ettiği yöneticiler, halkın iradesi karşısında asla payidar olamamıştır. Osmanlı’yı parçalayan mandacılar şimdi aynı akıbete doğru gidiyorlar. Çünkü zulüm ebedî değildir, adalet ise eninde sonunda tecelli edecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




KUR’ÂN-I KERÎM’DE ‘DEYİNİZ VE DEMEYİNİZ’ NEREDE VE NİÇİN?

KUR’ÂN-I KERÎM’DE ‘DEYİNİZ VE DEMEYİNİZ’ NEREDE VE NİÇİN?

Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz, bazı sözleri veya hitap şekillerini kullanmamamızı emretmiştir. “Lâ tekûlû / Demeyiniz” veya benzeri üsluplar, edep, inanç ve toplumsal ahlakı koruma maksadıyla zikredilir.

1. “Râinâ demeyiniz”
Bakara Sûresi 2/104:
“Ey iman edenler! ‘Râinâ!’ demeyin, ‘Unzurnâ!’ deyin ve dinleyin. Kâfirler için acı bir azap vardır.”

📌 Açıklama: Yahudiler, “Râinâ” kelimesini çirkin ve alaycı bir manada kullanıyorlardı. Müslümanlara, onlara benzememeleri ve kötü niyetli bir sözü kullanmamaları emredildi.

2. “Üç tanrı demeyiniz”
Nisâ Sûresi 4/171:

“Ey Ehl-i kitap! Dininizde aşırı gidip taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında doğru olandan başkasını söylemeyin! Şunu bilin ki, Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. O halde Allah’a ve peygamberlerine tam iman edin de “Allah üçtür” demeyin. Kendi iyiliğinize olarak bundan vazgeçin. Çünkü Allah, bir tek ilâhtır. Hâşâ O, çocuğu olmaktan pak ve uzaktır. Göklerde ne var, yer de ne varsa hepsi O’nundur. Vekîl olarak Allah yeter..”

📌 Açıklama: Hristiyanların teslis (üçleme) inancını reddetmekte ve bu sözü söylememelerini emretmektedir.

3. “Allah fakirdir, biz zenginiz demeyiniz”

Âl-i İmrân Sûresi 3/181:
“Allah fakirdir, biz zenginiz’ diyenlerin sözünü Allah mutlaka işitmiştir. Biz onların söylediklerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. ‘Yakıcı azabı tadın’ (diyeceğiz).”

📌 Açıklama: Yahudilerin hadsiz bir şekilde söyledikleri bu söz reddedilmiş, mü’minlerin asla böyle bir şey dememesi gerektiği vurgulanmıştır.

4. “Üçüncüsü Allah’tır demeyiniz”

Mâide Sûresi 5/73:
“Andolsun ki, ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir ilahtan başka ilah yoktur…”

📌 Açıklama: Yine teslis inancına dair açık bir uyarı.

Sonuç ve Hikmet

Kur’ân’da “Demeyiniz” ifadesi genellikle:
• Edep ve güzel üslup için (Bakara 104).
• İtikadı korumak için (Nisâ 171, Mâide 73).
• Allah’a karşı edepsizlikten sakındırmak için (Âl-i İmrân 181).
Demek ki, Allah Teâlâ hem iman esaslarını korumak hem de mü’minlerin dilini edeple terbiye etmek için “Demeyiniz” buyurmaktadır.

****

Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, kullarına bazen “demeyiniz” (lâ tekûlû) diyerek yanlış sözleri yasaklamış, bazen de “deyin / deyiniz” (kûlû, qālû, qul) emriyle doğru olan sözü, selamı ve hakikati öğretmiştir.
“Deyiniz” ifadelerinden belli başlılarını şöyle sıralayabiliriz:

1. Doğru söz söylemek için
Bakara 2/83:
“Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz…”

📌 Burada Allah, insanlara “güzel söz söyleyin” (قُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا) buyuruyor.

2. Selâm ve muhabbet için

Nisâ 4/86:
“Bir selâm ile selâmlandığınızda siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya aynısıyla karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını tutandır.”
📌 Mü’minler, “selâm” kelimesini dilinden eksik etmemeli, barış ve esenlik duasını yaymalıdır.

3. Allah’a teslimiyet için

Bakara 2/136:
“(Ey mü’minler!) Deyin ki: ‘Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya, İsa’ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. Onların hiçbiri arasında fark gözetmeyiz ve biz yalnız O’na teslim olmuş kimseleriz.’”
📌 Müslümanların “biz böyle inanıyoruz” diye açıkça beyan etmesi emredilmiştir.

4. Ehl-i Kitap’a hitapta

Âl-i İmrân 3/64:
“De ki: ‘Ey Kitap ehli! Gelin, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye! Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmesin.’ Eğer yüz çevirirlerse, ‘Şahit olun ki biz Müslümanlarız’ deyin.”
5. Şirkten sakındırmak için

En‘âm 6/56:
“De ki: “Sizin, Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde sapmış olurum, hidayete erenlerden olmam’”

📌 Burada “de ki” (قُلْ) şeklinde Peygamber’e, onun şahsında ümmete, doğru inancı açıklaması emredilmektedir.

6. Tövbe ve bağışlanma dilemek için

A‘râf 7/55:
“Rabbinize için için yalvararak ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.”

A‘râf 7/56 (devam): “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.’ ”

7. Doğru söz, istikametli söz için

Ahzâb 33/70:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin (قُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا).”

📌 Mü’minin dili, daima doğru ve istikamet üzere olmalıdır.

8. Güzel muamele için

İsrâ 17/53:
“Kullarıma söyle: En güzelini söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fitne sokar. Şeytan insan için apaçık bir düşmandır.”

Genel Hikmet

Kur’ân’da “Deyiniz” emri şu maksatlarla gelir:
• İman esaslarını ilan etmek (Bakara 2/136, Âl-i İmrân 3/64).
• Edep ve ahlakı korumak (Bakara 2/83, İsrâ 17/53).
• Selâmı ve barışı yaymak (Nisâ 4/86).
• Allah’a karşı teslimiyet ve doğru sözlülük (Ahzâb 33/70).
• Şirk ve küfürden sakındırmak (En‘âm 6/56).

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Bölgesel Aktörlerin Tepkileri ve Koşulları — Karşılaştırmalı Analiz

Bölgesel Aktörlerin Tepkileri ve Koşulları — Karşılaştırmalı Analiz

Ülke / Aktör Açıklama / Tavır
Öne Çıkan Çekince / Şart Anlam / Risk Notu

Türkiye : Dışişleri bakanlarıyla ortak açıklamada Trump’ın samimi çabaları memnuniyetle karşılandığı bildirildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ın “kan dökülmesini durdurma ve ateşkes” yönündeki çabalarını övdü.
Ancak geçmişte Erdoğan, Trump’ın Gazze’yi boşaltma/yerinden etme planlarını “dünya barışına tehdit” olarak nitelendirmişti.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Trump’ın Gazze’yi boşaltma planını “kabul edilemez” olarak tanımlamıştı.
Türkiye resmî açıklamalarda destek veriyor gibi görünse de, zorlayıcı yerinden etme politikalarına, Gazze’nin demografik yapısına müdahaleye ve halkın eşit temsil hakkının kısıtlanmasına karşı kesin uyarılar yapmış durumda.
Türkiye’nin desteği — planın özellikle uygulama şekline, nüfus hareketi politikalarına, temsil ve meşruiyetin korunmasına bağlı olacaktır. Türkiye, planın sınırlarını ve “zorunlu iskân” gibi unsurları izleyici konumda olabilir.

Mısır : Ortak açıklamada yer aldı, Trump’ın “West Bank (Batı Şeria) ilhakını önleme” taahhüdünün olumlu karşılandığı vurgulandı. Mısır’ın çekincesi, planın Filistinlilerin yerinden edilmesini teşvik etmemesi; egemenlik haklarına tecavüz etmemesi yönünde.
Mısır, Gazze ile Sina bölgesi arasında sınır ve nüfus hareketi risklerini yakından izler; plan eğer sınırları zorlayıcı biçimde değiştiriyorsa itiraz eder.

Katar : Ortak açıklamada Katar da yer aldı.
Katar aracılığıyla Hamas ile temas kurulduğu medyaya yansıdı; planın Hamas’a iletildiği bildiriliyor. Katar önemli bir “arabulucu” rolü üstlenmek istiyor. Planın Hamas tarafından “inceleme safhasında” olduğu yönünde açıklamalar yapılıyor. Katar’ın tavrı, planla aktif katılım talebi ve Hamas’ın görüşlerinin dikkate alınması yönünde olabilir; plan, Katar’ın rolünü sınırlarsa itiraz gelebilir.

Ürdün : Ortak dışişleri açıklamasında yer alıyor. Planın Filistin topraklarının birliği, Batı Şeria–Gazze entegrasyonu ve tam İsrail çekilmesini sağlamalı olduğu vurgulanıyor.
Ürdün, Filistin kimliği ve toprak bütünlüğü hassasiyetine büyük önem verir; plan bu çizgiyi aşarsa güçlü karşı duruş gösterecektir.

BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) : Ortak bildiride yer aldı, ayrıca ayrı haberlere göre Netanyahu’yu Trump planını desteklemeye ikna etmeye çalışıyor. Planın Filistin halkının yerinden edilmesini engelleyen bir mekanizma ihtiva etmesi, ilhak girişimlerinden kaçınılması şartı.BAE’nin bölgesel nüfuzunu kullanabileceği, planı desteklerken sınırları zorlamaya karşı kontrollü yaklaşabileceği bir aktör olarak görülüyor.

Suudi Arabistan : Ortak dışişleri bildirisinde yer alıyor. Filistin’in egemenliği, toprak birliği, İsrail’in tam çekilmesi gibi ilkeler öne çıkarılıyor.
Suudi Arabistan, hem diplomatik desteği korumak ister hem de Filistin meselesinde daha sert çizgide konumunu kaybetmemek ister; planın icrası sırasında “koşul odaklı destek” verebilir.

Pakistan, Endonezya : Ortak dışişleri açıklamasında destek veren İslam dünyası ülkeleri arasında sayıldılar. Açıklamalarda genel ifade düzeyinde “Filistin halkının zarar görmemesi”, “yerinden etme olmaması”, “barış temelli çözüm” gibi vurgular var.Bu ülkelerin dozu düşük ama sembolik desteği önemlidir; pratik uygulama sahasında etkileri sınırlı olabilir.

Hangi Noktalarda Ortak Çekince / Red Bekleniyor?

Yukarıdaki devletlerin açıklamalarından hareketle, muhtemel itiraz ya da koşul koyma eğilimlerinin yoğunlaşacağı alanlar şöyle:
• Zorunlu yerinden etme / nüfus transferi
• Türkiye, Fidan’ın “yerinden etme planlarını kabul edilemez” ifadeleriyle bu noktayı doğrudan reddetmiş durumda.
• Mısır, sınırlarını ve nüfus hareketini doğrudan etkileyebilecek unsurlara karşı hassas olacaktır.
• Temsil, meşruiyet ve katılım
• Plan, Hamas’ı tamamen dışlamayı öngörüyor; bu, devletlerin “Filistin halkının hakkının gasp edilmesi” olarak yorumlanabilir.
• Ortak bildiri “Filistin halkının yerinden edilmemesi” ve “her iki tarafa güvenlik garantisi” gibi ifadelerle şeffaf ve adil katılım istiyor.
• İsrail’in tam çekilmesi ve ilhak reddi
• Ortak bildiride “tam çekilme”, “ilhakın engellenmesi” seçenekleri vurgulanıyor.
• Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkeler, Batı Şeria’nın ilhakından güçlü şekilde kurtulmak ister.
• Denetim ve finansman mekanizmalarının adilliği
• Yardımların, yeniden inşa projelerinin hangi kuruluşlarla yürütüleceği, kim denetleyeceği, gelir paylaşımı gibi detaylar şart koşulacak.
• Şeffaflık, hesap verme mekanizması, bağımsız denetim beklentisi yüksek olacak.
• Bağımsız Filistin devleti ve birleşik kurumlar
• Ortak bildiri, Gazze ile Batı Şeria’nın tam entegrasyonu ve birleşik Filistin kurumlarının korunmasını şart koşuyor.
• Planın bu bağımsızlık vizyonuna aykırı yorumlanması güçlü itiraz alabilir.
• Pratik uygulama güvenceleri
• Planın sözde yönleri (örneğin “Hamas kabul etmezse uygulanacak alternatifler”) alanında devletler; “DAYATMA yerine rıza” ilkesini savunabilir.
• Türkiye’nin geçmiş uyarıları, “görünürde iyi, uygulamada tehlikeli” projelere dikkat edilmesi gerektiğini gösteriyor.

Değerlendirme: Bölgesel Politik Denge ve Olası Çekinceler

• Ortak bildiriyle 8 ülkenin “destek” açıklaması, planın diplomasideki ilk sınavıdır. Ama bu destek, şartlı ve temkinlidir, taslağın tamamlanmamışlığı ve uygulama riskleri nedeniyle.
• Her ülke, sınırları zorlayıcı maddelere karşı rezervleri olduğu mesajını verdi. Bu rezervler — özellikle nüfus, yerinden etme, temsil, denetim hususlarında — tali ama kritik kontrol mekanizmalarıdır.
• Eğer plan hayata geçerse, bu ülkeler (özellikle Türkiye, Mısır, Ürdün) sürekli baskı unsuru olmaya devam edecektir: denetim, hesap sorma, hukukî şartlar ve halk haklarına uyum konusunda.
• Planın “geçici” olarak tanımlanan kurumlarının kalıcı hale gelmesi, bu hükümetlerin itiraz sınırına gelir — diplomatik destek çekilebilir veya anlaşma şartlarına ek revizyon istekleri doğar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Trump’ın Gazze planı ve Analizi

Trump’ın Gazze planı ve Analizi

Özet (kısa)

Trump’ın 20 maddelik (basında 20–21 madde şeklinde yer aldı) teklifi; 1) derhal ateşkes/rehine iadesi vaadi, 2) Hamas’ın silahsızlandırılması ve yönetimden uzaklaştırılması, 3) Gazze’de geçici teknokrat bir geçiş yönetimi ve uluslararası denetim, 4) büyük yeniden inşa ve ekonomik yatırım paketleri, 5) uluslararası/çok taraflı bir istikrar gücü yerleştirilmesi — bunları ihtiva ediyor. Plan bölgesel bazı ülke dışişleri mercilerinin (Türkiye dahil) memnuniyet beyanı ile karşılandı; İsrail Başbakanı da desteğini açıkladı, ama Hamas henüz resmen kabul etmiş değil.

1) Planın açık amaçları — görünür hedef

• Ateşkes ve rehinelerin kısa sürede dönmesi sağlanacak; İsrail operasyonlarını durduracak.
• Hamas’ın askeri kapasitesi yok edilecek, siyasi rolü reddedilecek; Gazze yönetimi uluslararası denetimli teknokratlara devredilecek.
• Gazze yeniden inşa edilecek, yatırım ve ekonomik bölge/serbest bölgeler planlanıyor. Bölgesel aktörler ve uluslararası fonlarla finansman öngörülüyor.

2) “Sinsi plan” iddiası — hangi maddelerde risk/tuzağı görülebilir?

Aşağıdaki unsurlar, masum görünen hedeflerin uzun vadede Gazze’nin fiilen kontrolünün dış aktörlere (İsrail/ABD/uluslararası sermaye) geçmesine yol açabilecek yönlerdir:
• Hamas’ın tamamen dışlanması + teknokrat geçiş yönetimi: Maddeler, Hamas’ın yönetimde hiçbir rolü olmayacağını vurguluyor. Geçici teknokrat yönetim ve uluslararası “Board/authority” Gazze’nin yerel meşruiyetini zayıflatabilir; bu yeni yapı kalıcılaşırsa Filistin egemenliği zayıflar. (Bu tür bir “uluslararası otorite”nin Filistinli katılımı sınırlı bırakılacağı, eleştirildi.)
• “Demilitarizasyon / radikallikten arındırma” tanımı belirsizdir: Neyin “silah” sayılacağı, tüm sivil altyapı ve örgütlenmelerin nasıl denetleneceği belli değil; geniş yorum güvenlik gerekçesiyle sivil halk kısıtlamalarına yol açabilir.
• Geçici yardım ve yeniden inşa şartlıdır: Yardımların dağıtım mekanizması (BM/Kızılay/“bağımsız kuruluşlar”) görüntüde tarafsız olsa da pratikte hangi aktörlerin fonları kontrol edeceği önemlidir — ekonomik projeler PPP (kamu-özel ortaklığı) ağırlıklıysa, yabancı yatırımcılar ve bölgesel güçler büyük söz sahibi olur. Bu, uzun vadede ekonomik bağımlılık oluşturabilir.
• Nüfus hareketi / “insani transit alanlar” ve yerinden edilmeye yol açan dil: Planın önceki taslaklarında veya ilişkili projelerde (yaz döneminde sızan çalışmalarda) “transit alanlar” ve geçici/kalıcı yer değiştirme fikirleri tartışıldı; bu tür yapılar zorunlu veya gerçekten “gönüllü” olmayan göçlere dönüşme riski taşıyor. Bu da pratikte demografik ve siyasi mühendislik ile sonuçlanabilir.
• Güç kullanımı tehdidi: Plan kabul edilmezse ABD-İsrail ortaklığının daha sert askeri seçeneklere destek vereceği mesajı verildi; bu baskı Hamas’ı köşeye sıkıştırıp kabul ettirmeye çalışabilir — “kabul etmezseniz sonuçları” impliciti tehdit barındırır. Bu, rıza yerine dayatmaya dönüşme riskini artırır.
Özetle: Görünürdeki hedefler arasında fayda (rehine bırakılması, altyapı onarımı) olsa da, geçici yönetimin yapısı, yardımın nasıl dağıtılacağı, nüfus hareketleri ve güvenlik tanımları gibi detaylar sinsi veya uzun vadede Gazze’nin dışarıdan yeniden düzenlenmesine (içeriden “teslim alınma”) yol açabilir.
En önemlisi de, İsrail’in güvenlik problemi ve güvenilir olmaması.

3) İsrail’e güvenilir mi?

• Kısa vadede rehineler ve ateşkes için önünde bir teşvik var: Netanyahu’nun planı desteklemesi bunun bir parçası. Ancak güvenilirlik yalnızca yapılan açıklamaya değil uygulamaya bağlıdır. Tarihsel olarak güvenlik garantileri, operasyonel uygulama ve uluslararası denetim olmadan tek taraflı yorumlanabildi. Ayrıca İsrail’in güvenlik öncelikleri (Hamas’ın silahsızlandırılması, bölgesel güvenlik) ile Filistin egemenliği hedefleri çelişiyor — bu da güven problemi oluşturur.
• Önemli not: “Güvenilirlik” değerlendirmesi sadece İsrail’e değil, planın denetleyicilerine (ABD liderliği, uluslararası kurul, bölgesel aktörler) bakılarak yapılmalı. Eğer denetim gerçekten bağımsız, şeffaf, hukukî güvenceli ve Filistinli temsilciler katılımcı ise güven artırılabilir; aksi halde uygulama safhasında güven zedelenir.

4) Gazze’nin içeriden teslim alınması (içeriden ele geçirilme) riski var mı?

Evet — olası ama otomatik değil. Nasıl gerçekleşebilir:
• Siyasetin boşaltılması + teknokrat yönetim: Hamas’in tüm resmi yapı ve kamu alanlarından dışlanması, yerel topluluk liderlerinin etkisizleştirilmesi, uluslararası kurulun polisi ve güvenlik mekanizmalarını şekillendirmesiyle içeriden “yumuşak” bir devralma olabilir. (Siyasi meşruiyet kaybı
dış aktörlerin fiili idaresi.)
• Nüfusun yerinden edilmesi: Eğer geniş çaplı “transit” ya da geçici yerleşimler kurulup Gazze’nin demografik dokusu değiştirilirse, uzun vadede Gazze’nin iç dinamikleri çöker ve dış kontrol kolaylaşır.
• Ekonomik yeniden yapılanma: Büyük altyapı ve yatırım projeleri uluslararası şirketler ve bölgesel sermaye ile yürütülürse yerel ekonomik özerklik zayıflar; siyasi kontrol ekonomik bağımlılıkla pekişir.

5) Maddelerde açıkça tuzak sayılabilecek ifadeler (özete dayalı örnekler)

• “Hamas’ın hiçbir yönetim rolü olmayacak” — meşruiyet ve temsil boşluğu oluşturur.
• Yardımın „İsrail veya Hamas ile bağlantısı olmayan kuruluşlar tarafından“ dağıtılacağı vurgusu — pratikte hangi kuruluşların seçileceği ve hesap verilebilirliği belirsiz.
• “İsrail Gazze’yi ilhak etmeyecek” denmesi ancak aynı zamanda güvenlik çemberi/kontrol mekanizmalarının uzun süreli bırakılması — basit bir ‘teminat’ değil, uygulama detayları önemlidir.

6) Muhtemel senaryolar (kısa)

• Hamas kabul eder, hızla rehine takası olur, ateşkes sağlanır, sınırlı yeniden inşa başlar. (En olumlu/çabuk senaryo.)
• Hamas reddeder veya geciktirir; ABD-İsrail baskısı artar, bazı bölgelerde devam eden operasyonlar ve kademeli devralma uygulanır. (Zorla denklem)
• İnşa ve ekonomik projeler, uluslararası yatırımlar ve teknokrat yönetimle uzun süreli dış kontrole evrilir; yerel meşruiyet kaybolur. (En riskli senaryo — “içeriden teslim alınma”ya yakın)

7) Tavsiyeler — neye dikkat edilmeli / hangi kırmızı bayraklar izlenmeli

• Denetim mekanizmalarının şeffaflığı: Geçiş yönetiminin hukuki dayanağı, denetleme, hesap verme mekanizması ve Filistinli temsil oranı açıkça ilan edilmeli. (Bunlar yoksa risk büyür.)
• Nüfus hareketi ve Transit Alanlar: Herhangi bir kitlesel yer değiştirme veya “insani transit alan” kurulması teklifine karşı uluslararası hukuk ve gönüllülük ilkeleri sorgulanmalı.
• Yeniden inşa finansmanının koşulları: Hangi şirketler/ülkeler projeyi yürütecek? PPP modelleri şeffaf mı? Gelirlerin kim tarafından kontrol edildiği net olmalı.
• Güvenlik güçlerinin yapısı ve sonlandırma kriterleri: “Geçici” istikrar gücünün ne zaman ve hangi kriterle çekileceği net olmalı; aksi halde kalıcı askeri/denetim mekanizmasına dönüşür.

Sonuç — kısa cevaplar

• Sinsi bir plan var mı? Görünen amaçları arasında insani ve barışçı maddeler olsa da, geçici yönetim, demilitarizasyonun belirsiz tanımı, nüfus hareketlerine dair taslaklar ve ekonomik yeniden yapılanma unsurları uzun vadede Gazze’nin fiilen dış kontrolüne dönüşebilecek riskler taşıyor. Yani “sinsi” olarak nitelendirilebilecek potansiyel tuzaklar var — özellikle uygulama detayları belirsizse.
• İsrail’e güvenilir mi? Kısa vadede belli hedefleri gerçekleştirebilir (rehine takası, ateşkes), ama uygulama aşamasında uluslararası denetim, hukuki garantiler ve Filistinli meşruiyet sağlanmazsa güven zayıf kalır.
• Gazze içeriden teslim alınır mı? Mümkün — özellikle politik temsil zayıflatılır, nüfus hareketleri teşvik edilir ve uluslararası/şirket odaklı yeniden inşa kalıcılaşırsa. Bu bir süreç olarak (yavaş, kademeli, “içeriden”) gerçekleşebilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Hayatın Gidişatı: Dünyadaki Cennet ve Cehennem

Hayatın Gidişatı: Dünyadaki Cennet ve Cehennem

Her insan kendi gidişatında, istikametinde, yol ve yordamında ömrünün sonuna kadar sürdürdüğü ve sonunda da memnun olup sonlandırdığı hayat kendi hayatıdır.
İşte benim hayatım budur, der.
İşte gerek dünyada ve gerekse de kendisinin olan ve olacak olan cennet ve cehennemi belirlenmiş ve şimdiden de yaşanmış ve gerçekleşmiş olmaktadır.

Hayatını menfilikler içinde geçiren bir insana müsbet bir hayat cehennem gibi gelebilir.
Tıpkı cennet gibi olana cehennem gibi geldiği gibi.

*****

İnsan, dünyaya gönderildiğinde eline verilen en büyük sermaye ömrüdür. Bu ömür; yol, yordam ve istikamet üzere harcanır. Herkes kendi iradesiyle bir yol tutar, o yolun meyvelerini tadar, o yolun yükünü çeker. Neticede her bir nefes, insanın kendisine ait bir hayat hikâyesi olur. Herkes kendi yolculuğunu tamamladığında, “İşte benim hayatım budur.” der.
Lakin bu hayat yalnızca bir yaşanmışlık değil, aynı zamanda ebediyetin mukaddimesidir. Çünkü insan, bu dünyada kendi cennetini de, cehennemini de inşa etmektedir. Kalbi nurlu olan için dünya bir cennet bahçesi gibidir; fakat kalbini zulmetle dolduran için en güzel hâller bile cehennem azabı gibi görünür.

Cennet Dünyada Başlar

Kur’ân, “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz..” (Nahl, 97.) buyurur.
Demek ki mü’minin kalbinde huzur, vicdanında ferahlık, aklında sükûnet vardır. O, hayatını Allah rızasına bağladığında en zor şartlarda bile cennetin kokusunu duyar.
Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi:
“İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.”
İmanla bakıldığında dünya, bir misafirhane; olaylar bir imtihan; musibetler ise terakki vesilesidir. Bu idrak, cennetin tohumlarıdır.

Cehennem Dünyada Başlar

Öte yandan menfîliklerle hayatını örmüş bir kimse için huzur uzak bir rüyadır. Kalbi kinle, hasetle, nefretle dolu olan, sabahı karanlık, gecesi dertli geçirir. Gözünde nimet zehir, dost düşman olur. Böylece, dünya içindeyken bile cehennem azabını tatmaya başlar.
Kur’ân buyurur:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ, 124)
İşte bu ayet, kalbini Hak’tan koparan insanın kendi eliyle kurduğu cehennemi tasvir eder.

Hakikatin İnceliği

Hayatını imanla yaşayan bir insan, ölüm anında bile tebessüm eder. Çünkü o bilir ki, kabir kapısı bir yok oluş değil, ebedî saadetin anahtarıdır.
Ama küfürde ısrar eden kimse için ölüm, azapların başlangıcıdır. Çünkü onun dünyadaki sahte cennetleri dağılır, ardında kalan yalnızca pişmanlık olur.

Sonuç

İnsan, kendi istikametinin yolcusudur. O istikamet, dünyadaki hâllerini de, âhiretteki akıbetini de belirler. Kimi kendi eliyle cennetinin kapısını aralar, kimi ise kendi elleriyle cehennemin tuğlalarını dizer.
Şu halde her birimiz, kendi kendimize şu soruyu sormalıyız:
“Benim yolum, bana dünyada cennet mi yaşatıyor, yoksa cehennem mi?”
Ve bilmeliyiz ki, hakikî cennet Allah’a kullukta, hakikî cehennem ise Allah’tan uzaklıkta gizlidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Fuhşun ve lgbt’nin önündeki en büyük engel; Tesettür.

Fuhşun ve lgbt’nin önündeki en büyük engel; Tesettür.

Dün kadin hakları ve şapka ve kıyafet kanunu ve inkilaplarıyla başlayıp ve yıllarca bizde ve bugün de Kıbrıs’ta başlayan Tesettür ve örtünmenin, uyduruk bir kamusal alanla yasaklanması; hep kadını fuhşa sevkeden ve Lgbt’nin önünü açan uygulamalardandır.
Kadının itibarını ortadan kaldırıp, aileyi yıkmaya yöneliktir.
Bugünkü boşanmaların artışında önemli bir etki yaptığı gibi, aynı zamanda evlenme yaşının yükselmesi ve nüfusun düşmesinde de etki yapmaktadır.

Özgürlük adıyla güya kadını bir kocanın mahkumiyet ve bağlılığından kurtarırken, çok kocalara bağımlı ve mahkum hale getirmekte, adeta göz hapsi altına almaktadır.

Avrupa bunu teşvik edip, finansörlüğünü de yapmaktadır.

*****

Tesettür: İffetin Kalkanı, Neslin Sigortası

Tarih boyunca toplumların dirliği ve huzuru, kadının konumuna verilen değerle ölçülmüştür. Kadın, ya iffet ve vakarının muhafazasıyla neslin teminatı olmuş, ya da açılan gediklerle aile ve toplumun çöküşüne sebep edilmiştir. Bugün “özgürlük” adı altında kadının tesettüründen koparılması, gerçekte iffetin zincirlerini kırmak değil; onu esaretin en karanlık türüne mahkûm etmektir.
Dünya, ve bizde başlayan inkilaplarla “kadın hakları” maskesiyle şapka, kıyafet ve kamusal alan yasaklarını dayattı. Ama neticesi ne oldu? Kadının şeref ve haysiyetini koruyacak tesettür perde dışına atılınca; meydan, fuhşun, sefahatin ve LGBT denilen sapkınlığın istilasına kaldı. Özgürlük diye sunulan bu tuzak, kadını tek bir eşin muhabbetine bağlı olmaktan çıkarıp, çokların şehvetine esir hâline getirdi.
Oysa Kur’ân-ı Hakîm, tesettürü kadının şerefi, iffeti ve vakarının kalkanı olarak gösterir. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
“Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir.” (Ahzâb, 59)
Demek ki tesettür, kadının baskı altında tutulması değil; bilakis sokakların hoyrat bakışlarından, reklamların istismarından, sefih arzuların istihzasından korunmasıdır. Tesettür kadını zincirlemez, hürriyetini muhafaza eder. Tesettür, kadını oyuncak olmaktan kurtarıp, izzet tahtına oturtur.
Bugün boşanmaların artması, evlilik yaşının yükselmesi, doğum oranlarının düşmesi; hep tesettürün ve iffet anlayışının törpülenmesinden doğmaktadır. Aileyi ayakta tutan bağlardan biri iffettir. İffet ortadan kalktığında, yuva da dağılır, nesil de bozulur, toplum da çürür.
Avrupa’nın ve onun izinden gidenlerin maksadı açıktır: Kadını tesettüründen koparıp, pazara sürmek; aileyi parçalayarak nesli bozmak; sonra da bu enkazdan LGBT gibi sapkın oluşumlarla yeni bir “toplum modeli” inşa etmektir.
Fakat unutulmamalıdır ki, hiçbir toplumsal proje fıtrata rağmen ayakta kalmaz. Çünkü insan, yaratılışı gereği iffete muhtaçtır. Kadın, fıtratı gereği korunmaya ve saygıya muhtaçtır. Tesettür ise bu korunmanın en ulvî zırhıdır.

İbret şudur: Tesettür, kadının güzelliğini gizlemek için değil; şahsiyetini yüceltmek içindir. O, iffetin tacı, neslin sigortası, ailenin direği ve toplumun şerefidir. Bugün tesettürün ortadan kaldırılmasıyla başlayan çöküş, ancak tesettürün yeniden ihyasıyla durdurulabilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Gazze’nin Sessiz Çığlığı ve Tarihin İmtihanı

Gazze’nin Sessiz Çığlığı ve Tarihin İmtihanı

Tarih, insanın zulüm ve adalet terazisinde nasıl bir sınavdan geçtiğini gösteren en açık aynadır. Bugün Gazze’de yankılanan feryatlar, sadece bir coğrafyanın değil; insanlığın tamamının vicdanına yönelmiş sessiz çığlıklardır.
İsrail’in saldırıları, işgal ve katliamları artık sadece savaş alanında değil; sporun, siyasetin, diplomasinin ve meydanların vicdanında da mahkûm edilmektedir. Eski istihbaratçıların itirafları, “savaşın amacının iktidarı korumak” olduğunu söylerken; dünyanın dört bir yanında yükselen sesler, bu zulmün meşruiyetini her gün daha da sarsmaktadır. Gazze’nin çocukları bombalar altında “Anne yoruldum” derken, Berlin sokaklarında yüz binlerce insan “Soykırıma hayır” diye haykırmaktadır.
Tarihin ibretli sahnelerine bakıldığında görülür ki; hiçbir zulüm ebedî olmamıştır. Firavun’un ihtişamı, Nemrud’un kibrı, Roma’nın haşmeti, Haçlıların vahşeti, Moğol istilaları… Hepsi bir zamanlar insanlığı titreten, masumların üzerine zulüm yağdıran güçlerdi. Ama hepsi tarihin çöplüğüne gömüldü. Gazze’de çocukların kanını döken bugünkü zalimler de aynı akıbetten kurtulamayacaktır. Çünkü zulüm üzerine bina edilen hiçbir düzen payidar olamaz.
Bugün yaşananlar, sadece bir milletin dramı değil, insanlığın vicdan testidir. Kimi ülkeler menfaat için sessiz kalıyor, kimileri çıkar için zalime destek veriyor, ama bir avuç vicdanlı insan tüm dünyada meydanlara çıkarak, insanlığın hâlâ ölmediğini haykırıyor. Filistin, bugün zalimlerin kanlı pençesinde kıvranırken, aynı zamanda insanlığın onurunu savunan bir sancak hâline gelmiştir.
Kur’ân, “Zulmedenler nasıl bir inkılâba uğrayacaklarını göreceklerdir” diye buyurur. Bu ilâhî kanun, tarihin her döneminde tecelli etmiştir. Bugün de mazlumların gözyaşı, zalimlerin sonunu hazırlamaktadır. Bir annenin kucağındaki çocuğun “Anne yoruldum” sözü, aslında çağımızın en büyük ilamıdır: İnsanlık yoruldu, vicdanlar yoruldu, yeryüzü zalimlerin kibrinden yoruldu.
Ama ümit vardır. Gazze’nin enkazından yükselen dualar, tarihin akışını değiştirecek kudrete sahiptir. Dün Haçlı ordularına karşı Kudüs’ün kapılarını savunan yiğitler nasıl tarihe geçtiyse, bugün Gazze’de bir biberonunu sımsıkı tutan bebek, bir taşla tankın karşısına dikilen genç, bir çadırda Allah’a dua eden mazlum anne de tarihin şeref levhasına yazılmaktadır.
İbret şudur: Her zulüm kendi sonunu hazırlar. Ve her gözyaşı, rahmetin bir işaret fişeğidir. Bugün Gazze, sadece Ortadoğu’nun değil, tüm insanlığın imtihanıdır. Tarih, zalimleri yazarken lânetle; mazlumları ise rahmetle anacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




YARIM KALAN HAYATLAR – SON NEFES –

YARIM KALAN HAYATLAR – SON NEFES –

Aslında tamamlanmış olan var mı ki?
Hep yarım değil mi?
Demek burası sürekli kalma ve sonsuzu tamamlama yeri değil.
Kalıcı değil, göçücü.
Daimi değil, fani
Bekaya açılan kapı.
Yönü ve hedefi belirleyen yol ve köprü.

******

Yarım Kalan Hayatlar – Son Nefesin Sırrı

İnsan hayatına baktığımızda, aslında hiçbir şeyin tam manasıyla tamamlanmadığını görürüz. Kimisi genç yaşta hayallerini yarıda bırakır, kimisi ihtiyarlıkta projelerini bitiremeden göçer. Birinin ilmi yarım kalır, birinin hedefi, birinin yolculuğu, birinin duası… Hangi insana bakılsa, hep yarım kalmış bir hikâye vardır.
Demek ki bu dünya, tamamlanmışlık yeri değildir. Burada hiçbir şey kemâl bulmaz. Çünkü burası fânîdir, geçicidir, bir gölge ve bir misafirhanedir. İnsanın içindeki sonsuzluk arzusu, buradaki yarım kalmışlıklarla törpülenir ve ona şu dersi verir:
“Ey insan! Sen burası için yaratılmadın. Senin kalbinin ebed arzusu, ancak bâkî bir diyarla dolar.”

Kur’ân, bu hakikati hatırlatır:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa, işte o kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı ise aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185)
İnsanın son nefesi, aslında bir son değil, bir başlangıçtır. Buradaki yarım kalan her şey, orada tamam olacaktır. Çünkü burası yol, orası menzil; burası köprü, orası mekân; burası imtihan, orası mükâfat veya ceza yeridir.
Dünyada yapılan hiçbir iş, ne kadar ihtişamlı olursa olsun, tam değildir. Çünkü insanın kalbi, sınırsız bir mutluluğu, bitmez bir huzuru, ebedî bir saadeti ister. İşte bu sonsuzluk isteği, bize fânîliğin damgasını vurur. Bir çocuk oyuncağını yarım bırakır, bir genç ideallerini yarım bırakır, bir ihtiyar ömrünü yarım bırakır. Fakat iman ehli bilir ki: Ahirette yarım kalmış hiçbir şey olmayacaktır. Orada kavuşmalar tam, sevinçler tam, vuslatlar tam olacaktır.
Ölüm, bir “yarım bırakma” değil, bir “tamamlama”dır. Bir ömürlük çabanın meyvesi, son nefeste Rabbine kavuşmakla kemâle erer. Ölüm, hakikatte bir “terhis”tir; vazifeden azat edilip asıl yurda dönmektir.

İbret şudur:
Dünya, yarım kalmış hikâyelerin sergilendiği bir pazardır. Tamamını görmek isteyen, ahirete yönelmelidir. Gerçek mutluluk, son nefesi imanla verip, ebediyet yurduna yürüyebilmektedir. Çünkü asıl hayat, kabirle açılan kapının ardındadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




İnsanlık Yolculuğu: Kömür mü, Elmas mı?

İnsanlık Yolculuğu: Kömür mü, Elmas mı?

Uzun yolculuğunda insanoğlu.
Bir yandan döküle döküle, diğer yandan da seçile seçile gidiyor.
Kim kömür kim elmas?
Kim altın ve Kim kaç ayar?
Ayrılma ve ayrıştırma potasındayız.

*****

İnsanoğlunun uzun yolculuğu, doğumla başlayıp ebediyet menziline kadar devam eder. Bu yol, sıradan bir seyahat değil; ayrıştırma ve seçme potasıdır. Kimisi yolda dökülür, kimisi parıldar; kimisi kömür gibi kararıp dağılır, kimisi elmas gibi saflaşır ve baki bir kıymet kazanır.
Hayat, aslında bir imtihan ocağıdır. Madenler ateşte arındırılır; altının ayarı ateşte belli olur. İnsan da musibetlerde, sıkıntılarda, sabır ve sebatta kıymetini gösterir. Nice kimseler vardır ki rahatlıkta parlak görünür, fakat ilk fırtınada dökülür gider. Nice kimseler vardır ki zorlukta ezilmiş görünür, fakat sabrı ve metanetiyle elmaslaşır.
Kur’ân bu gerçeği şöyle haber verir:
“Gerçek şu ki biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Böylece Allah, doğru söyleyenleri de ortaya çıkaracak, yalancıları da elbette ortaya çıkaracaktır.” (Ankebût, 3)
Demek ki yolculuk, hakikatleri ortaya koyan bir süzgeçtir.
İnsanlık kervanı akıp giderken, herkes kendi değerini bu potada belli eder. Kimisi üç beş menfaat uğruna ruhunu ucuzca satar; kimisi ise iman, sabır ve fedakârlıkla altın ayarını yükseltir. Kömür, basınca dayanamayınca dağılır; elmas ise aynı basınçta kıymet kazanır. İşte dünya hayatı da böyledir. Kimisi basınca parçalanır, kimisi elmas olur.
Ayrışma, sadece dünyada değil; kabirde ve mahşerde de devam edecektir. Bir grup nura koşarken, diğer bir grup karanlığa gömülecektir. O gün, hakiki ayar belli olacak; altınla bakır, elmasla kömür birbirinden ayrılacaktır.

İbret şudur: Bugün hayat potasındayız. Dökülenlerden mi olacağız, elmaslaşanlardan mı? Altın ayarımızı yükseltenlerden mi, yoksa bakır gibi değersizleşenlerden mi? Her tercih, her sabır, her gün bu yolculukta bizim değerimizi tayin ediyor.
Unutma ki, elmas kolay olmuyor. Ateş ister, basınç ister, sabır ister. Kömür olmak kolaydır, ama değeri yoktur. Elmas olmak zordur, ama ebedîdir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




RİBA VE FAİZ ÜZERİNE BİR TAHLİL VE TENKİT – 2 –

RİBA VE FAİZ ÜZERİNE BİR TAHLİL VE TENKİT – 2 –

I. Ribâ Kelimesinin Kök Manası ve Geldiği Anlamlar
Ribâ kelimesinin Arapça kökü R.B.V.’dir.
| Kavram | Açıklama |
|—|—|
| Kök Manası | Fazlalık, artış, çoğalma, kabarma, yükselme, bir şeyin hacminin artması.
Bu kök, bir şeyin aslından fazlalaşmasını ifade eder. Kur’an’da bir ayette (Hac, 22/5) yerin yeşerip kabarmasını anlatmak için de kullanılmıştır. |
| İslam Hukukunda (Fıkıh) Anlamları |
Ribâ, İslam Hukuku terminolojisinde, iki ana kategori altında incelenen, şer’an haram kılınmış fazlalık ve artıştır: |
| 1. Ribâ’n-Nesîe (Vâde Faizi) | Câhiliye Faizi olarak da bilinir.
Borç verilen malın/paranın, vâde karşılığında ve borç sözleşmesi sırasında şart koşulan fazlalıkla geri ödenmesidir. Kuran’da mutlak olarak yasaklanan ribâ türü budur.
Günümüzdeki banka faizi de fıkhen genellikle bu kategoriye girer. |
| 2. Ribâ’l-Fadl (Fazlalık Faizi) |
Aynı cinsten olan iki malın birbiriyle peşin ve eşit olmayan miktarlarda mübadelesi (değiş-tokuşu) sonucu ortaya çıkan fazlalıktır.
Örneğin, 1 kg buğdaya karşılık 1.5 kg buğday peşin olarak satmak.
Bu tür ribâ, Sünnet ile yasaklanmıştır (altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz gibi altı “ribevî” mal için geçerlidir). |

II. Hayrettin Karaman’ın Makalesinin Ehli Sünnet Görüşüne Göre Değerlendirilmesi

Hayrettin Karaman’ın makalesi, faizin (ribâ’nın) mutlak haram olduğu yönündeki Cumhûr-u Fukahâ’nın (İslam hukukçularının büyük çoğunluğunun) görüşünü savunmakta ve faizin kapsamını daraltan, modern faizi caiz gören görüşleri eleştirmektedir.
Ehli Sünnet içerisinde dört büyük fıkıh mezhebinin (Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli) de dahil olduğu ana akım görüş, ödünç para verme (karz) karşılığında önceden şart koşulan her türlü fazlalığın (nesîe ribâsının) haram olduğu yönündedir.
Karaman’ın makalesi bu ana akım, yani Ehli Sünnet’in genel kabul görmüş fıkıh görüşü ile tamamen uyumlu bir çizgidedir. Eleştirdiği görüşler ise genellikle günümüzde ortaya çıkan ve ana akım fıkıh geleneği içinde şâzz (aykırı) sayılan veya bid’at kabul edilen görüşlerdir.

Makalenin İsabetli Görüşleri (Ehli Sünnet’in Cumhûr Görüşüyle Uyumlu Olanlar)
| Madde | Açıklama |
|—|—|
| 1. Kitap ve Sünnet Bütünlüğü | İslamî hükümlerin kaynağı olarak Kitâb (Kur’an) ve Sünnet’i bir bütün olarak kabul etmesi. Sünnet’in Kitâb’ın açıklayıcısı olduğunu belirtmesi, Usûl-ü Fıkıh (İslam Hukuku Metodolojisi) prensibine tam olarak uygundur. |

| 2. Ribâ’nın Kapsamı | Kur’an’daki yasaklamanın sadece “katlı ribâ” (tefecilik) ile sınırlı olmadığı, harf-i tarîf’in (el-ribâ) bütün ribâ çeşitlerini (istiğrak) kapsayabileceği görüşü.
Bu, cumhûr-u fukahânın Kur’an ve Sünnet nasslarını birlikte ele alarak ulaştığı temel hükümdür. |

| 3. İcma’ya Vurgu | Dört mezhep imamının da dahil olduğu büyük müctehidlerden hiç kimsenin, borç sözleşmesinde belirlenen tehir faizinin (nesîe ribâsı) helal olduğunu söylemediğini vurgulaması.
Bu, icmâ’ (görüş birliği) kuvvetinde bir delil teşkil eder. |

| 4. Zarar/Fayda Kriteri | Haram kılınan bir fiilin (faiz), “bazı faydaları var” veya “küçük tasarrufu korur” gibi ferdî menfaat gerekçeleriyle helal kılınamayacağı. Bu, İslam hukukunun seddü’z-zerâi (kötülüğe giden yolları tıkama) ilkesi ve hükümlerin genel kaidelere bağlılığı prensibine uygundur (İçki örneği isabetlidir). |[1]

| 5. Faiz ve Ortaklık Ayırımı | Faizli kredinin, kar-zarar ortaklığı (Müşâreke/Mudârebe) hükümlerine göre kar payı sayılamayacağı. İslam’da şirketin temel şartı hem kâra hem de zarara iştiraktir. Önceden belirlenmiş fazlalık (faiz) ise sadece sermaye sahibine karı garanti eder ve zararı paylaşmaz; bu, fıkhen kesin olarak faizdir. |

Makalenin Tartışmaya Açık Hususları
| Madde | Açıklama |
|—|—|
| 1. Girişteki Hoca Eleştirisi (Hissilik) | Yazarın, faiz konusunda kafa karıştıranları “Cahil, liyakatsız, menfaatinin kulu olmuş” gibi sert ifadelerle sınıflandırması, hakaret veya hissi tepki olarak algılanabilir.
Fıkıh usulü açısından bir hükmün ispatı için kişilerin vasıflarını bu şekilde ön plana çıkarmak yerine, doğrudan deliller ve argümanlar üzerinden eleştiriye odaklanmak daha akademik ve usulüne uygun olurdu.
Bu bölüm, makalenin akademik/fıkhi kısmından ziyade girişindeki sosyolojik/moral tepkisini yansıtır. |

| 2. Geçiş Dönemi ve Zaruret Bahsi |
“Geçiş döneminin de kendine mahsus zaruret hükümleri vardır” ifadesi, genel hükmün haram olduğu ilkesini korumakla birlikte, uygulamada modern faizli sisteme karşı bir geçici taviz kapısı aralayabilir. İslam hukukunda zaruret hükümleri çok dar ve kişiye özeldir. Sistemsel zarureti meşrulaştırmamak adına bu bahsin daha titiz ve sınırları çizilmiş bir şekilde ele alınması gerekirdi. (Ancak yazar, Müslümanların vazifesinin sistemi değiştirmek olduğunu belirterek bu kapıyı hemen kapatmaya çalışmıştır.) |

III. Hayrettin Karaman’ın Daha Önceki Faiz Görüşleri ve Tenkit Edilen Hususlar

Hayrettin Karaman, Türkiye’deki İslami finans ve faiz tartışmalarında uzun yıllardır önde gelen bir figürdür. Faizle ilgili genel çizgisi hep faizin mutlak haram olduğu yönünde olmuştur. Ancak, özellikle 1990’lı yıllarda ve sonrasında Türkiye ekonomisinin faizli sistem üzerine kurulu olması sebebiyle, zaruret ve ihtiyaç kavramları üzerinden bazı konulara açıklık getirmek durumunda kalmıştır.

Özet Görüşleri

* Faizin Haramlığı: Klasik fıkıh görüşüne sıkı sıkıya bağlı kalarak, faizin (hem nesîe hem fadl) Kitap ve Sünnet ile kesin ve mutlak olarak haram kılındığını savunur.
* Zaruret ve İhtiyaç: Faizin haram olmasına rağmen, modern ekonomik sistemin dayatması karşısında bireysel ve kurumsal bazı zorunluluk durumlarını (zaruret) ele almıştır.
* Zorunlu Bankacılık İşlemleri: Özellikle maaş, emeklilik, fatura ödemeleri gibi kaçınılması mümkün olmayan zorunlu bankacılık işlemlerini, bu işlemlerden faiz geliri elde edilmediği sürece zaruret kapsamında caiz görmüştür.
* Konut Kredisi (Tartışmalı): Türkiye’deki yüksek enflasyon ve faizsiz konut ediniminin zorluğu gibi sosyo-ekonomik şartlar nedeniyle, ilk kez ev alacak ve başka imkânı olmayan alt/orta gelir grubundaki kişiler için konut kredisini zaruret/ihtiyaç-ı âmme kapsamında, “büyük günahlardan sayılan ribâ” kapsamının dışında tutmaya meyilli olan, ihtiyatlı ve tartışmalı yorumları olmuştur.

Tenkit Edilen Hususlar

Karaman’ın faizle ilgili görüşleri (özellikle konut kredisi bağlamında), genel olarak “Mutlak haram” çizgisini korusa da, uygulamadaki kolaylaştırıcı yaklaşımları nedeniyle tenkit edilmiştir:
* Zaruret Sınırının Genişletilmesi: Tenkitlerin ana odağı, İslam hukukunda zaruretin “can, mal ve namusu koruma” gibi hayati tehlikelerle sınırlı olmasına rağmen, Karaman’ın “konut edinme” gibi ihtiyaç-ı âmmeyi (genel ihtiyacı) zaruret kavramına yaklaştırarak faize bir “kapı araladığı” yönündedir.
* Görüş Ayrılığı ve Fetvada İhtiyat: Mutlak haram bir konuda, toplumun geneline hitap eden bir fetvada zaruret sınırlarının bu kadar genişletilmesinin, faizli işlemlerin normalleşmesine ve haram hassasiyetinin kaybolmasına yol açabileceği eleştirisi yapılmıştır. Fıkıhta “zaruret” çok ihtiyatlı kullanılmalı, “harama ruhsat” kapısı olmamalıdır.
* Sistemle Mücadeleyi Geciktirme: Karaman’ın kendi makalesinde de belirttiği gibi, zaruret sistemden kaynaklanıyorsa çözüm sistemi değiştirmektir. Bazı tenkitler, bu tür fetvaların faizsiz bir ekonomik sistemi kurma mücadelesini zayıflattığını öne sürmüştür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

[1] Bak: https://tesbitler.com/2024/07/26/islam-hukukunda-cezanin-uygulamama-halleri-ve-sedd-i-zerai-nedir/




RİBA VE FAİZ ÜZERİNE BİR TAHLİL VE TENKİT – 1 –

RİBA VE FAİZ ÜZERİNE BİR TAHLİL VE TENKİT – 1 –

Sayın Hayrettin Karaman Hoca daha önce 2007 yılında yine Yeni Şafak gazetesindeki yazısında faiz ile ilgili biraz kapıyı aralama hissi veren yazısında hatta bazı ilahiyatçılar onun münferit içtihadina istinaden delil getirmeleri genelde münakaşayı başlatmış oldu.[1]

Aslında kendisi bazı farklı çıkışlarını ve kendisine yapılan tenkid ve reddiyeleri göz önüne alıp, bunlara bir açıklık getirmesi gerekir.[2]

Google’da; Hayrettin Karaman’ın tutarsızlıkları, aramasında epey tenkid yazıları bulunuyor.
Acaba kendileri ne kadar rahatlar?

Ve belliki kendisine özellikle faiz konusunda ferdi birazda hissi verdiği fetvadan dolayı epey tenkid gelmiş ve de hocayı iyice kızdırmış olacaklar ki, yine Yeni Şafak gazetesinde 29.09.2025 tarihli yazısını yine hissi, birilerine kızarak açıklama ihtiyacı duymuş.[3]

Belliki bu durum ve tenkidler daha hocanın yakasını pek bırakacak gibi görünmüyor.

Bende hocanın isabetli olan ve olmayan noktalarını ve görüşlerini araştırıp tesbit ettim.
Ancak değişen bir şey var mı, diye baktığımda şu tesbiti ve Sonuç kısmı isabetli ve düşündürücü oldu;

• “Geçiş dönemi vurgusu: “Geçiş döneminin zaruret hükümleri” ifadesi kapı aralık bırakıyor; bu, bazı okuyucularca “faize geçici ruhsat” gibi anlaşılabilir. Oysa klasik fıkıhta bu, çok dar bir çerçevede geçerli.”

Diğer tesbit ve görüşleri takdirinize sunuyorum;

1. “Ribâ” kelimesinin kök manası ve anlamları

• Kökü: “ر ب و / ر ب ا” (r-b-w / r-b-a).
• Lügat manaları: artmak, çoğalmak, yükselmek, fazlalaşmak, şişmek.
• Terim anlamı: karşılıksız fazlalık. Borç veya alışveriş muamelesinde taraflardan birinin haksız fazlalık elde etmesi.
• Kullanım çeşitleri:
• Ribâ’n-nesîe: Vade karşılığı fazlalık (klasik tefecilik).
• Ribâ’l-fadl: Aynı cins malların değişiminde fazlalık.
• Ribâ’l-câhiliyye: Borcun vadesi gelince “ya öde, ya ekle” denilerek katlanan faiz.[4]

2. Hayrettin Karaman’ın yazısının Ehl-i Sünnet kriterine göre değerlendirmesi
İsabetli yönleri (ehli sünnete uygun)

• Faiz-ribâ ayırımını reddetmesi: Kur’an ve sünnetin faiz yasağını tek bir bütün halinde değerlendirmesi doğru bir yaklaşımdır.
• Katlı ribâya indirgeme eleştirisi: Faizin sadece “kat kat artırılan tefecilik” olmadığını, ilk sözleşmede belirlenen fazlalığın da haram olduğunu belirtmesi isabetlidir.
• İbn Abbas’ın görüşünü bağlamına oturtması: Onun “peşin olanda faiz yoktur” ictihadının sadece sarf (döviz, altın bozdurma) işlemlerine dair olduğunu vurgulaması yerindedir.
• Hz. Ömer’in sözüne yaklaşımı: Ömer (r.a.)’in, “faiz ayeti son nazil oldu, açıklaması tam yapılmadı” sözünden yola çıkıp faizi meşrulaştırmadığını, bilakis şüpheli şeyleri bile yasakladığını belirtmesi doğru bir noktadır.
• Mezhep icmasına vurgu: Dört mezhep imamı ve müctehidlerin hiçbirinin modern bankacılık faizini caiz görmediğini ifade etmesi ehli sünnet çizgisidir.
• Zaruret yaklaşımı: Sistemi faiz üzerine bina etmenin zaruret sayılamayacağı, Müslümanların faizsiz sistem kurma çabası göstermesi gerektiği görüşü, klasik fıkıhtaki “zaruret-ruhsat” mantığıyla uyumludur.

Tartışmalı veya eksik yönleri

• Girişteki üslup: Hocaları üç sınıfa ayırıp “cahil, liyakatsız, menfaatçi” gibi sert ifadeler kullanması hissî bir üslup; akademik objektifliği zayıflatıyor. Bu, haklı tenkitlerini gölgede bırakabiliyor.
• Modern bankacılık boyutu: Faizli kredileri kâr payına benzetmeyi reddetmesi doğru olmakla beraber, İslam ekonomisinin günümüz şartlarına uygun alternatif modellerini somut olarak ortaya koymaması eleştirilebilir.
• Geçiş dönemi vurgusu: “Geçiş döneminin zaruret hükümleri” ifadesi kapı aralık bırakıyor; bu, bazı okuyucularca “faize geçici ruhsat” gibi anlaşılabilir. Oysa klasik fıkıhta bu, çok dar bir çerçevede geçerli.

3. Hayrettin Karaman’ın daha önceki faizle ilgili görüşlerinin özeti

• Genel yaklaşımı: Karaman hoca uzun yıllardır “faiz her çeşidiyle haramdır” görüşünü savunur.
• Farklılıklar / Tenkit edilen noktalar:
• Geçiş dönemi söylemi: Modern ekonomide Müslümanların tamamen faizden uzak durmalarının çok zor olduğunu, bunun için bir “geçiş dönemi zaruretleri” olabileceğini söylemiştir. Bu, bazı çevrelerce “faize ruhsat” gibi yorumlanmış ve çok eleştirilmiştir.
• Katılım bankaları konusunda: Faizsiz bankacılığı desteklemiş, ancak bu kurumların işleyişinde “gerçekte faizle benzerlik taşıdığı” yönünde yoğun eleştiriler almıştır.[5]

• Dar anlamda ribâ yorumlarına karşı çıkışı: “Faiz sadece tefecilik değildir” demesi isabetli olmakla beraber, bazı eleştirmenler ona “Batı bankacılığını reddederken alternatif model geliştirmede yetersiz kaldı” eleştirisini yöneltmiştir.

4. Sonuç

• Karaman hocanın yazısında faizin Kur’an ve sünnetteki şümulünü daraltmaya çalışan yorumlara karşı getirdiği deliller büyük oranda ehli sünnet çizgisiyle uyumlu ve isabetlidir.
• Ancak üslup, geçiş dönemi zaruretleri ve uygulama modellerine dair açıklamaları zayıf bulunmuş, bu yüzden geçmişte de eleştirilmiştir.

*******

1. Taberî (Câmi‘u’l-Beyân)

• Ribâ tanımı: Cahiliye Araplarının “borcun vadesi geldiğinde, ödemeye gücü yetmeyenlere süre verip fazlalık eklemeleri” (ribâ’n-nesîe).
• Kapsam: Ribâ sadece kat kat artırılan tefecilik değil, ilk baştan kararlaştırılan her türlü fazlalıktır.
• Delil: “Allah alışverişi helal, ribâyı haram kıldı” (Bakara 275). Alışveriş ve ribâ arasındaki fark: alışverişte karşılıklılık var, ribâda haksızlık ve tek taraflı kazanç var.

2. Fahreddin Râzî (Mefâtîhu’l-Gayb)

• Ribânın hikmeti: Faiz, insanların mallarını sebepsiz yere birbirlerinin ellerinden almak demektir. Bu, zulümdür.
• Çeşitler: Ribâ’l-fadl (mal-mal mübadelesinde fazlalık) ve ribâ’n-nesîe (vade karşılığı fazlalık).
• Yorum: Bazı sahabelerin “ribâ sadece katlı ribâdır” görüşünü zikreder, ancak cumhurun görüşü olan “ribânın her türlüsünün haramlığı”nı tercih eder.
• Gerekçe: Faizin küçük-büyük, az-çok farkı yoktur. Hepsi haramdır.

3. İbn Kesîr (Tefsîru’l-Kur’ân)

• Ayeti açıklaması: Ribâ âyetlerini açıkça tefecilikle birlikte, her türlü fazlalığa teşmil eder.
• Sahabe görüşleri:
• İbn Abbas’ın “ribâ ancak nesîedir” sözünü aktarır, fakat diğer sahabe ve icmanın “faizin her türlüsünün haram olduğu” görüşünü öne çıkarır.
• Hadis delili: “Altını altınla, gümüşü gümüşle, misliyle ve peşin” hadisi → ribâ’l-fadlın da haram olduğuna delildir.

4. Elmalılı Hamdi Yazır (Hak Dini Kur’an Dili)

• Üslubu: Ribâ konusunda çok geniş açıklamalar yapar.
• Ana vurguları:
• Faiz, toplumsal adaleti ve üretimi bozan bir sömürü aracıdır.
• Hem ferdî (bireysel borç) hem de sistemik (ekonomik düzen) yönü vardır.
• Faiz yasağını “katlı ribâ”ya indirgemek doğru değildir.
• Özel tespiti: “Bugün faizi zaruret diye kabul edenler, İslam’ın faizsiz alternatif düzenini kurmaya çalışmalıdır. Zaruret, asla daimi kural haline getirilemez.”

5. Mukayeseli Özet

• Klasik müfessirler: Ribâyı yalnızca tefeciliğe indirgemez, her tür fazlalığı kapsar (ehli sünnet görüşü budur).
• İbn Abbas rivayeti: Bazı tefsirlerde zikredilse de icmaya muhalif olduğu için tercih edilmez.
• Elmalılı: Modern çağa uygun olarak “faizsiz ekonomi kurma sorumluluğu” üzerinde durur.
• Karaman’ın paralelliği: Karaman da aynı şekilde faizi daraltma çabalarını reddeder; Elmalılı gibi “zaruret geçicidir” der.
• Farkı: Karaman modern sistem içindeki “geçiş dönemi” vurgusuyla tenkit edilmiş, Elmalılı ise daha katı bir tavırla “zaruret asla sistemleştirilmez” diyerek çizgiyi net koymuştur.

*****

Mukayeseli Tablo: Faiz / Ribâ Görüşleri

Konu Karaman’ın Görüşü
Klasik Müfessirler (Taberî, Râzî, İbn Kesîr, Elmalılı)
Faiz-Ribâ ayrımı
“Kur’an’daki ribâ ile sünnetteki ribâ farklı değildir, ikisi de aynı hükme tabidir.”
Aynı görüş: Kitap ve sünnet bir bütündür. Ribâ sadece Kur’an’daki katlı tefecilik değildir, bütün fazlalıkları kapsar.

“Kat kat ribâ”ya indirgeme
Faizi sadece tefecilikle sınırlamak yanlış. İlk sözleşmede kararlaştırılan fazlalık da haramdır.Taberî, Râzî, İbn Kesîr ve Elmalılı da aynı: ribâ sadece katlı ribâ değil, her tür fazlalıktır.

İbn Abbas’ın görüşü:
Onun “peşin olanda ribâ yoktur” sözü, sadece sarf muamelesi içindir; vadeli borçlarla ilgisi yoktur.
Aynı: Müfessirler bu sözü aktarır ama cumhurun görüşü olan “her tür ribâ haramdır”ı tercih eder.

Hz. Ömer’in sözü:
“Ayeti anlayamadık” demesi, faizi helal saymak için değildir. Bilakis şüphelileri bile haram kabul etmişlerdir.
Aynı yaklaşım: Ömer (r.a.)’in sözü, faizi hafifletme değil, ihtiyatlı olma yönünde anlaşılır.

Mezhep görüşleri:
Dört mezhep imamı dahil hiçbir müctehid modern faizi caiz görmemiştir.
İcma görüşü: Ribânın bütün çeşitleri haramdır, hiçbir mezhep “banka faizi helaldir” dememiştir.

Zaruret meselesi
Zaruret varsa bazı geçici ruhsatlar olabilir ama asıl görev faizsiz sistemi kurmaktır.
Elmalılı: Zaruret bireysel ve geçici olabilir, ama sistemin temeline zaruret oturtulamaz.
Aynı görüş fakat Elmalılı daha katı.

Üslup:
Yazıda hocaları üçe ayırıp sert ifadeler kullanıyor. Bu hissî bir yaklaşım.Klasik müfessirler daha serinkanlı, doğrudan ayet-hadis üzerinden açıklama yapar.

Modern boyut:
Faizsiz bankacılığı destekler, fakat “geçiş dönemi” söylemi kapı aralık bırakıyor.
Elmalılı: Alternatif sistem kurma görevi Müslümanlara aittir; zaruret kalıcı hale getirilemez. Daha net çizgi.

Sonuç

• Karaman’ın güçlü tarafı:
Klasik müfessirlerle aynı çizgide olarak, faizi daraltma ve tefecilikle sınırlandırma yorumlarını reddediyor.
• Zayıf tarafı: “Geçiş dönemi” söylemi, klasik ulemaya göre daha yumuşak ve belirsiz kalıyor; bu yüzden tenkit ediliyor.
• Klasik müfessirlerin tavrı: Hem ayet hem hadisleri bütün ribâ türlerine teşmil ediyorlar ve “zaruret”i bireysel, dar alanlarda sınırlı tutuyorlar.[6]

*****

📌 Ehl-i Sünnet’in Faiz (Ribâ) Hakkındaki Kesin Ölçüleri

• Faizin her çeşidi haramdır.
• Kur’an (Bakara 275-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 161, Rum 39) ve sünnet ribâyı kesin şekilde yasaklamıştır.
• Azı da çoğu da haramdır. (Hadis: “Faizin yetmiş üç kapısı vardır, en hafifi kişinin annesiyle zina etmesi gibidir.” – İbn Mâce,Hakim, Müstedrek, 2/43).
• Ribâ sadece katlı ribâ değildir.
• İlk sözleşmede kararlaştırılan fazlalık da ribâdır.
• Ribâ’n-nesîe (vade karşılığı fazlalık) ve ribâ’l-fadl (aynı cinsten malların fazlalıklı mübadelesi) haramdır.
• Kitap ve sünnet beraber alınır.
• Sünnet, Kur’an’ı açıklayıcıdır.
• Ribâ ayetleri Hz. Peygamber’in (sav) hadisleriyle tafsil edilmiştir.
• Mezhep icması:
• Dört mezhep imamı da dâhil olmak üzere, büyük müctehidlerin tamamı faizin her türlüsünü haram kabul etmiştir.
• İcma ile sabittir.
• İbn Abbas’ın görüşü istisnadır.
• Onun “ribâ yalnız nesîedir” sözü, sahabenin çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
• Cumhur, faizin her çeşidini haram kabul etmiştir.
• Zaruret (darûra) hükmü:
• Bireysel ve geçici durumlarda olabilir (mesela aç kalan kişinin haram yiyecekten hayatını kurtaracak kadar yemesi).
• Sistemik ve kalıcı hale getirilemez.
• Zaruret genel düzeni değil, şahsî halleri kapsar. Ve hayati bir durum söz konusu olmalıdır.
• Helal alternatif vardır:
• İslam ortaklık sistemleri: mudârebe, müşâreke, murâbaha vb.
• Kâr payı caizdir; ancak önceden garanti edilen faizli getiri değildir.

📊 Mukayese

Ölçü
Klasik Müfessirler
Hayrettin Karaman
Faizin her çeşidi haramdır
Kesin şekilde vurgularlar.
Aynı görüşte.
Katlı ribâ indirgemesi
Reddederler.
Reddeder.
Kitap ve sünnet bütünlüğü
Ayetleri hadislerle tafsil ederler.Sünneti açıklayıcı kabul eder, ayırım yapmaz.
Mezhep icması
Dört mezhep ittifakla faizi haram sayar.
Aynı görüşte, icmaya vurgu yapar.
İbn Abbas’ın görüşü
Çoğunluk kabul etmez, istisna olduğunu belirtirler.
Aynı şekilde istisna kabul eder.
Zaruret
Bireysel, geçici olabilir; sistemleştirilmez.
Aynı fikirde, ama “geçiş dönemi” söylemi biraz daha yumuşak.
Helal alternatif
Mudârebe, müşâreke vb. üzerinde dururlar.Faizsiz bankacılığı destekler ama uygulamalar tartışmalı görülür.
Üslup
İlmi, sakin, delile dayalı.Yazısında daha sert, hissî eleştiriler var.

Netice:
• Karaman hoca, temel esaslarda ehli sünnet çizgisiyle uyumludur.
• Ancak “geçiş dönemi zaruretleri” ve üslup konularında klasik müfessirlerden ayrışır.
• Ehl-i Sünnet ölçüsüne göre asıl eksiklik: faizin sadece haramlığını anlatmak değil, alternatif sistemin inşasına dair net çözümler ortaya koymaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

[1] Bak: https://tesbitler.com/2015/01/02/din-adamlarinin-temsiliyet-rolu/

[2] https://tesbitler.com/2015/11/14/ilahiyat-cephesindeki-tehlike/
https://tesbitler.com/2015/01/03/dine-ekilen-ayrik-otlari/

[3] https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayreddin-karaman/riba-faiz-konusu-4752910

[4] Riba ve Faiz ile ilgili bakınız:
https://tesbitler.com/index.php?s=Riba+
https://tesbitler.com/index.php?s=Faiz+

[5] Bak: https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/katilim-bankalarinin-islemlerinde-faiz-var-mi-2055575
https://www.hayrettinkaraman.net/sc/00326.htm

[6] Azamet ve Ruhsat için bakınız:
https://tesbitler.com/2015/01/01/azimet-ruhsat-zaruret/
https://tesbitler.com/2021/04/11/139-zaruret-ve-ruhsat/




Gazze ve Küresel Vicdanın Uyanışı: Bir Turnusol Kâğıdı

Gazze ve Küresel Vicdanın Uyanışı: Bir Turnusol Kâğıdı

​”Gazze’de olanlar kelimenin tam anlamıyla soykırımdır.” Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro’nun New York’ta yankılanan bu sözleri, bir coğrafyanın derin acısının küresel vicdanda nasıl bir yankı bulduğunun en çarpıcı ifadesidir. Zira Gazze, bugün sadece bir savaş alanı değil, aynı zamanda dünyanın siyasi ahlakının ve insani değerlerinin test edildiği bir turnusol kâğıdıdır.

​Tarihi Tekerrür ve “Canavarın” Durdurulması Gerekliliği

​Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle, “Canavarın durdurulmasının şart olduğu” bir döneme tanıklık ediyoruz. Tarih, bu tür vahşetlerin sadece bir bölgenin meselesi olarak kalmadığını, sessiz kalınan her zulmün er ya da geç tüm insanlığa sıçrayan bir yangına dönüştüğünü defalarca göstermiştir.
​Gazze’de yaşananlar, sadece Filistinlilerin değil, tüm uluslararası hukukun, adalet mekanizmalarının ve insan hakları söylemlerinin de enkazıdır. Birleşmiş Milletler’de dahi “boş koltuklara seslenmek zorunda kalan” katil olarak nitelendirilen bir liderin eylemleri, mevcut küresel sistemin çaresizliğini gözler önüne sermektedir. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “İsrail haydut aktör haline geldi, silah sevkiyatları durdurulmalı” çıkışı, bu çaresizliğin uluslararası arenadaki yüksek perdeden itirazıdır. Bu açıdan, Gazze’nin yeniden inşası gibi uzun vadeli hedeflerden önce, önceliğin acil ateşkesin sağlanması olduğu vurgusu, siyasetin en temel insani sorumluluğunu işaret etmektedir.

​İnsanlığın “Sumud Filosu” ve Direnişin Çığlığı

​Gazze’ye uygulanan ablukanın kırılması için yola çıkan Küresel Sumud Filosu, sadece bir insani yardım girişimi değil, aynı zamanda küresel uyanışın ve sivil itaatsizliğin sembolüdür. Ankara’da her akşam nöbet tutan gönüllülerin “Kamp sandalyesini al, gel!” çağrısı, vicdanı uyanık bireylerin tepkisinin ne denli tabana yayıldığını göstermektedir.
​Bu umut yolculuğuna karşı İsrail’in, Yunanistan ve Rum Yönetimi ile kirli bir ittifak kurarak Girit açıklarında saldırı düzenlemesi, zulmün coğrafi sınır tanımadığını ve sivil inisiyatif karşısında dahi devlet terörüne başvurulduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, Türk SİHA’larının filoyu gözetlediği haberleri, devletler düzeyinde dahi olsa insani yardımın ve barış çabasının yalnız bırakılmayacağına dair bir umut ışığı yakmaktadır.

​Siyasi Kutuplaşma ve Vicdanın İmtihanı

​Gazze krizi, Türkiye iç siyasetinde de bir turnusol kâğıdı faaliyeti görmüştür. Farklı siyasi partilerin Filistin mitinginde bir araya gelmesi, bu konunun siyasi rekabetin üstünde bir “Gündem buluşması” olabileceğini göstermiştir. Ancak bu birliktelik çabasına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin’e verdiği desteğin eleştirilmesi ve “Erdoğan düşmanlığının” zulme ortak olmaya sevk etmesi eleştirileri, ne yazık ki ulusal vicdanın dahi siyasi taraftarlık gölgesinde kaldığına dair çarpıcı bir ibret sunmaktadır.
​Filistin meselesinde taraf olmak, sadece siyasi bir tercih değil, ahlaki bir duruştur. Zulme rıza göstermek, bizzat zulmün kendisidir. Bu nedenle, kimin kimi övdüğüne ya da eleştirdiğine bakmaksızın, zulme karşı net bir duruş sergilenmesi elzemdir.

​Trump’ın Planı: Çözüm mü, Çıkmaz mı?

​ABD siyasetinin sahneye sürdüğü, Hamas’ın silah bırakması ve Gazze’nin uluslararası bir Arap askeri gücü tarafından yönetilmesini öngören 21 maddelik ateşkes planı, bölgenin geleceği için kritik bir dönüm noktası olarak sunulmaktadır. Ancak bu plan, Filistinlilere ait topraklarda “yaşayan ve yaşanan bir devlet” kurulması hedefine ne kadar hizmet edeceği konusunda derin şüpheler barındırmaktadır.
​Planın en önemli koşulunun Hamas’ın silah bırakması olması, direnişi bitirmeden barışı dayatmayı amaçladığı izlenimi vermektedir.
Kolombiya Cumhurbaşkanı Petro’nun “Artık bir ordu kurmanın zamanı geldi!” çağrısı, bu tür dayatmacı çözümlere karşı bölgedeki meşru direnişin son bulmayacağının bir yansımasıdır. Zira Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım’ın da belirttiği gibi, mücadele, bölgeyi hedef alan “Büyük İsrail” projesine karşı verilen bir varoluş savaşıdır.
Mesele silah bırakılması degil,İsrail’in güvenilir olmayışı ve ne yapacağının belirsizliği ve ihanetidir.

​Küresel Antisemitizm ve Yükselen Nefret

​Öte yandan, İsrail’in eylemlerine karşı yükselen haklı tepkilerin, küresel antisemitizm dalgasına dönüşme durumu da mevcuttur. Siyonist lobisi ADL’nin CEO’sunun 1960’tan bu yana ilk kez genç neslin yaşlılardan daha antisemitik olma eğilimine dikkat çekmesi, Gazze’deki vahşetin sadece bölgeyi değil, tüm dünyadaki Yahudi topluluklarını da hedef alan bir nefret sarmalını tetiklediğini göstermektedir.
Bu ibretlik durum, vicdanın sadece Filistin için değil, evrensel olarak insanlık için uyanık kalması gerektiğini gösterir.

​Sonuç: Cihad ve Umut

​Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Rabbim bizlere cihadı emrediyor” sözü, bu açıdan sadece askeri bir mücadeleyi değil, topyekûn bir hak ve adalet mücadelesini ifade etmektedir. Gazze’de yaşananlar, tüm dünyada vicdanlı insanlardan yükselen tepki ve çığlıklarla umut aşılamaktadır.
​Bu tarihi dönemeçte, tüm aktörlerin ve bireylerin sadece Gazze’nin acısını değil, kendi duruşlarını, siyasi körlüklerini ve ahlaki sorumluluklarını da sorgulamaları gerekmektedir. Zira tarih, zalimlerin hesaplarını değil, mazlumların ve onlara destek olanların imanını ve direncini yazacaktır. Gazze, bugün, tüm insanlık için bir uyanış ve yeniden hizalanma çağrısıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Kırılma Yılı: 2013’ten 15 Temmuz’a Uzanan Hesap

Kırılma Yılı: 2013’ten 15 Temmuz’a Uzanan Hesap

Tarih, yalnızca rakamlardan ibaret bir kronoloji değildir. Her yıl, insanlığın kaderine yön veren gizli ve açık hesapların, hayallerin ve hüsranların aynasıdır.
2013 yılı da böylesi kırılma anlarının merkezine kazınmış bir tarihtir. Hem Türkiye’de, hem Mısır’da, hem de İran’da aynı elin farklı yüzleriyle yürüttüğü satranç hamleleri sahneye konulmuştur.
Mısır’da halk iradesiyle iş başına gelen Mursî, daha bir yıl dolmadan darbeyle alaşağı edildi. Kardeş kanı akıtıldı, meydanlar tanklarla ezildi.
İran’da perde gerisinde huzursuzluk büyütüldü, siyasî fay hatları titretildi. Ve sıra Türkiye’ye geldi.
Türkiye’de ise 50 yıldır özenle beslenen, “gün gelir kullanırız” diye saklanan beslemeler devreye sokuldu. Sokaklarda masumane başlayan hareketlerin içine zehir serpildi. Oyun, tıpkı Mısır’daki gibi bir “kışla senaryosu” ile nihayete erdirilmek istendi. Fakat olmadı. Çünkü bu toprakların kaderine zincir vurmaya çalışan eller, unuttu:
Milletin hafızasında Çanakkale’nin, İstanbul’un işgal günlerinin izleri hâlâ canlıydı.
2013’te başaramadıkları oyunu, 15 Temmuz gecesi kanlı bir darbe teşebbüsüyle tekrar sahneye koydular. Bu kez bütün kozlarını masaya sürdüler. Tankları, uçakları, hainleri ve yılların emeğini. Fakat millet, imanıyla ve irfanıyla meydanlara döküldü. Onlar 50 yıllık planlarını bir gecede çöpe atarken, bu millet asırlık bir destanı yeniden yazdı.

İşte ondandır ki; İsrail’in kudurmuşluğu, Amerika’nın sinsice kalkan oluşu bundandır. Çünkü içten yıkamadıklarını gördüler. Çözemedikleri bağı koparmak için çevreyi ateşe verdiler: Gazze’yi, Suriye’yi, Irak’ı. Çemberi daraltıp içeriden teslim almak için sınırları kan gölüne çevirdiler.
Ama unuttukları bir hakikat var:
Bu millet ne zaman köşeye sıkıştırılsa, tarihin derinliklerinden bir ruh dirilir. Yüz yıllık planlar devrede olsa da, Allah’ın takdiri karşısında tüm hesaplar bozulmaya mahkûmdur.
Bugün olanlar tesadüf değil, ibretliktir. Dün Çanakkale’yi geçemeyenler, bugün de 15 Temmuz’da yenilmişlerdir. Dün Sevr’i dayatanlar, bugün farklı maskelerle aynı emeli güdenlerdir. Fakat değişmeyen bir hakikat var:
“Hesapların en hayırlısını yapan Allah’tır.”
Ve bu topraklar, bin yıldır olduğu gibi, yine imanla, sabırla, direnişle yeni bir dirilişin kapısında durmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com