Gözaltında Direniş, Kalplerde Sumud

Gözaltında Direniş, Kalplerde Sumud

Aşdod Limanı’na zincirlerle değil, iradeleriyle getirildiler. Silahları yoktu; fakat dillerinde “Özgür Filistin” nidaları, kalplerinde Kudüs sevdası vardı. Zulmün soğuk duvarları arasında yankılanan o ses, zindanı titretti, Siyonist’in yüreğine korku saldı. Çünkü hakikatin karşısında en ağır pranga bile hafif kalır.
Sumud Filosu’nun yiğitleri, denizi aşarak Gazze’ye umut taşımaya niyet etmişti. Onların yolculuğu, sadece yiyecek ve ilaç götürmek değil; insanlığın onurunu hatırlatmaktı. Fakat zalim, denizi de hapishane gibi kuşatmıştı. Uluslararası sularda yapılan bu korsanlık, bir kez daha gösterdi ki İsrail sadece Gazze’yi değil, tüm vicdanları ablukaya almaya çalışıyor.
Ama unutuyorlar:
Vicdanı kelepçeleyemezsin.
Hakikati susturamazsın.
Sumud, yani sebat, zindanın karanlığında bile çiçek açar.
Ben-Gvir gibiler, o yiğitlere hakaret ederken, onların dilinden yükselen “Özgür Filistin” sesini boğmaya çalıştı. Lakin sözün en keskin kılıç olduğunu bilmediler. Alayla, aşağılamayla bu davayı küçültmek istediler, fakat bilmediler ki her hakaret bir imanlı kalpte “direniş duası”na dönüşür.
Trump’ın sahneye sürdüğü planlar, ABD’nin kurnaz hesapları, masalarda dönen tilkilikler… Bunların hepsi tarihin çöplüğüne gidecek. Çünkü tarihte her Firavun’un karşısında bir Musa, her Nemrud’un ateşinde bir İbrahim vardır. Bugün de Gazze’nin çocukları, taşlarıyla tankları sarsarken, vicdanlı yürekler denizleri aşarak onlara omuz veriyor.
Türkiye’den yükselen ses, Roma sokaklarında dalgalanan bayrak, İtalya’daki grev… Bunlar, tek bir hakikati haykırıyor: Filistin yalnız değildir.
Zindanlarda zincire vurulmuş aktivistlerin her nefesi, aslında bir çağrıdır:
“Biz burada dayanıyoruz, siz de dışarıda unutmayın!”
Mossad’ın casusları bir bir yakalanıyor, satın alınmış kalemler ve sahte propagandalar ortaya saçılıyor. Zalimler sahte görüntülerle hakikati boğmak istiyor, fakat gerçek er geç kendi güneşiyle doğuyor.
Ve biz biliyoruz ki, bu kervanın yolcuları sadece Gazze için değil, insanlığın izzeti için mücadele ediyor. Onların sabrı, bizim imtihanımızdır; onların acısı, bizim vicdan terazimizdir.
Bugün Sumud, sadece bir filo değildir. O, bir yürek hâlidir.
Aşdod zindanında yankılanan ses, aslında insanlığın kendi kalbinden gelen sestir:
“Filistin özgür oluncaya kadar, biz susmayacağız.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Sumud Filosu: ( Teklif – Belgeseller ve Filimler)

Sumud Filosu: ( Teklif – Belgeseller ve Filimler)
Tarihe Geçen Direnişi Belgeselleştirmek ve Beyazperdeye Taşımak

Tarih, zalimlerin tank ve toplarıyla değil, mazlumların sabır ve direnişiyle yazılır. Bugün Filistin halkı, dünyanın gözü önünde bir imtihanı yaşıyor. Onlarca yıldır işgalin, ambargonun, açlığın ve bombardımanların hedefi olan Gazze, sadece bir coğrafya değil, insanlığın vicdanıdır. İşte bu vicdanı ayağa kaldıran en büyük adımlardan biri de Sumud Filosudur.

Bir İrade, Bir Umut

Sumud Filosu, yalnızca bir gemi seferi değildir. O, denize açılan bir vicdan çağrısıdır. Dünyanın dört bir yanından aktivistlerin, gazetecilerin, doktorların, insani yardım gönüllülerinin bir araya geldiği bir seferdir. Onların ellerinde silah değil, yiyecek; ceplerinde nefret değil, umut vardır.
Bu filo, kuşatma altındaki Gazze’ye insani yardım götürmekten daha öte bir anlam taşır. O, “zulme boyun eğmeyen iradenin” somut bir sembolüdür. İşte bu yüzden, bu büyük direnişin hikâyesi iki güçlü araçla ölümsüzleştirilmelidir: Belgesel ve Film.

1. Belgesel: Gerçeğin Tanıklığı

Belgesel, yaşananların yalın tanığıdır. Sumud Filosu’nun hazırlanışından son seferine kadar geçen sürecin belgelenmesi, geleceğe bırakılacak en önemli emanettir.
• Aktivistlerin hazırlık aşamasındaki umutları, endişeleri, gözlerindeki kararlılık…
• Yolculuk sırasında yaşanan gerilim, dayanışma ve insanlık dersi…
• İsrail ablukasının yaptığı baskı ve uluslararası sessizliğin utancı…
Bu belgesel, yalnızca bir tarih kaydı olmayacak; aynı zamanda gelecek nesillere “Biz o gün susmadık, denize açıldık” mesajını verecektir.

2. Film: Vicdanın Beyazperdedeki Yansıması

Sinema, insan ruhuna doğrudan dokunan bir dildir. Sumud Filosu’nun hikâyesi, beyazperdede anlatıldığında dünyaya yalnızca bir olay değil, bir destan sunulacaktır.
• Gemiye binen Türk ve yabancı aktivistlerin farklı ülkelerden gelip tek bir amaçta birleşmesi,
• Umut dolu şarkılarla başlayan yolculuğun, düşman gemilerinin gölgesinde dramatik bir hâl alması,
• Gözyaşının ve tebessümün aynı karede buluştuğu sahneler…
Bir film, bu seferi sadece belgelemeyecek, kalplere kazıyacaktır. Hollywood’un masalları yerine gerçek kahramanların hikâyesini anlatacaktır.

Neden Şimdi?

Çünkü dünya, mazlumun hikâyesini unutmamalıdır. Batı’nın kalemleri çoğu zaman işgalcilerin lehine yazsa da, kamera mazlumun gözünden bakmalıdır.

Sumud Filosu’nun hikâyesi, hem Türkiye’nin hem de insanlığın yüz akı olarak kaydedilmelidir.

Son Söz: Bir Çağrı

Sumud Filosu yalnızca Gazze’ye değil, insanlığın vicdanına da sefer yapmıştır. Bu sefer, belgesellerde gerçekliğiyle, filmlerde duygu ve etkisiyle yaşatılmalıdır.
Bugün çağrımız açıktır:
• Ey aktivistler! Hikâyenizi kameraya anlatın.
• Ey yönetmenler! Bu destanı beyazperdeye taşıyın.
• Ey vicdan sahipleri! Bu hafızaya sahip çıkın.
Çünkü tarih, ancak yazılırsa kalır, ancak kaydedilirse unutulmaz.

Sumud Filosu, insanlığın unutmaya hakkı olmayan bir mirastır.

Belgesel için bölüm başlıkları

(ör. “Hazırlık – Yolculuk – Abluka – Direniş”) veya
film için dramatik sahne önerileri ile daha da somutlaştıralım:

****

Sumud Filosu:
Belgesel ve Film İçin Yol Haritası

🎥 1. Belgesel İçin Çerçeve

Belgeselin amacı: Gerçeği tanıklıklarla, belgelerle ve görüntülerle ortaya koymak.
Bölüm bölüm ilerleyerek seyirciye hem bilgi hem de duygu vermek.

Bölüm Başlıkları

• Hazırlık
• Aktivistlerin ülkelerinden çıkışları, İstanbul ve Türkiye limanlarında buluşmaları.
• Gemiye yüklenen yardımlar: un, ilaç, oyuncak, su…
• Gönüllülerin röportajları: “Neden bu sefere katılıyorsunuz?” sorusuna cevapları.
• Yolculuk
• Denizin ortasında farklı milletlerden insanların aynı sofrada oturması.
• Okunan dualar, söylenen şarkılar, paylaşılan ekmek.
• Aktivistlerin umut dolu günlüğü.
• Tehdit ve Abluka
• İsrail donanmasının gemiye yaklaşması.
• Aktivistlerin paniğe rağmen kararlılığı.
• Uluslararası medyada çıkan haberlerden kesitler.
• Direniş ve Sonrası
• Gemilere yapılan müdahale (arşiv görüntüleri, tanıklıklar).
• Aktivistlerin gözaltı süreci, diplomatik baskılar.
• Dünyada yükselen protestolar.
• Miras
• Gazze halkının “Unutmadık” sözleri.
• Aktivistlerin “Bir daha olsa yine giderim” ifadeleri.
• Sumud’un (sabır ve direniş) ruhu.

🎬 2. Film İçin Dramatik Çerçeve

Film, bir yolculuğun hikâyesi üzerinden ilerler. Seyirci hem karakterlere bağlanır, hem de olayın büyüklüğünü hisseder.

Ana Karakterler (Örnek)

• Türk doktor: Gazze’de çocuklara şifa dağıtma hayali kuran bir gönüllü.
• İspanyol gazeteci: Gerçeği dünyaya duyurmak isteyen, ama korkuları olan bir kadın.
• Afrikalı aktivist: Yoksul bir köyden gelip Filistin’le dayanışma için sefere katılan genç.
• Yaşlı bir Filistinli sürgün: Yıllar sonra vatanına denizden kavuşmayı umut eden biri.

Önemli Sahne Önerileri

• Liman Sahnesi: Gemiler hareket ederken dualar, selamlaşmalar, gözyaşları.
• Birlik Sofrası: Farklı dillerde dualar ve şarkılar, aynı sofrada ekmek paylaşımı.
• Tehdit Anı: İsrail gemileri yaklaşırken gerilimin artışı.
• Müdahale: Sis bombaları, sirenler, bağırışlar, ama aynı zamanda aktivistlerin kararlı direnişi.
• Hapishane ve Mahkeme: Aktivistlerin sorgulanması, ama yüzlerindeki onurlu duruş.
• Son: Gemi Gazze’ye ulaşamasa da, dünya vicdanına ulaşan bir destan.

📌 Sonuç

• Belgesel: Tarihin yalın kaydı olacak. Nesiller sonra bile “ne yaşandı?” sorusuna cevap verecek.
• Film: Kalplere dokunacak, gözyaşı ve umutla izlenecek, vicdanı harekete geçirecek.
Sumud Filosu, yalnızca bir deniz yolculuğu değil, insanlığın onur yürüyüşüdür. Bu yüzden hem kamera, hem de beyazperde bu hikâyeyi dünyaya anlatmalıdır.

Belgesel senaryo taslağı
ve
film için ayrıntılı sahne planı :

*****

Sumud Filosu: Belgesel ve Film İçin Yol Haritası

🎥 1. Belgesel İçin Çerçeve

Belgeselin amacı: Gerçeği tanıklıklarla, belgelerle ve görüntülerle ortaya koymak.
Bölüm bölüm ilerleyerek seyirciye hem bilgi hem de duygu vermek.

Bölüm Başlıkları

• Hazırlık
• Aktivistlerin ülkelerinden çıkışları, İstanbul ve Türkiye limanlarında buluşmaları.
• Gemiye yüklenen yardımlar: un, ilaç, oyuncak, su…
• Gönüllülerin röportajları: “Neden bu sefere katılıyorsunuz?” sorusuna cevapları.
• Yolculuk
• Denizin ortasında farklı milletlerden insanların aynı sofrada oturması.
• Okunan dualar, söylenen şarkılar, paylaşılan ekmek.
• Aktivistlerin umut dolu günlüğü.
• Tehdit ve Abluka
• İsrail donanmasının gemiye yaklaşması.
• Aktivistlerin paniğe rağmen kararlılığı.
• Uluslararası medyada çıkan haberlerden kesitler.
• Direniş ve Sonrası
• Gemilere yapılan müdahale (arşiv görüntüleri, tanıklıklar).
• Aktivistlerin gözaltı süreci, diplomatik baskılar.
• Dünyada yükselen protestolar.
• Miras
• Gazze halkının “Unutmadık” sözleri.
• Aktivistlerin “Bir daha olsa yine giderim” ifadeleri.
• Sumud’un (sabır ve direniş) ruhu.

🎬 2. Film İçin Dramatik Çerçeve

Film, bir yolculuğun hikâyesi üzerinden ilerler. Seyirci hem karakterlere bağlanır, hem de olayın büyüklüğünü hisseder.
Ana Karakterler (Örnek)
• Türk doktor: Gazze’de çocuklara şifa dağıtma hayali kuran bir gönüllü.
• İspanyol gazeteci: Gerçeği dünyaya duyurmak isteyen, ama korkuları olan bir kadın.
• Afrikalı aktivist: Yoksul bir köyden gelip Filistin’le dayanışma için sefere katılan genç.
• Yaşlı bir Filistinli sürgün: Yıllar sonra vatanına denizden kavuşmayı umut eden biri.
Önemli Sahne Önerileri
• Liman Sahnesi: Gemiler hareket ederken dualar, selamlaşmalar, gözyaşları.
• Birlik Sofrası: Farklı dillerde dualar ve şarkılar, aynı sofrada ekmek paylaşımı.
• Tehdit Anı: İsrail gemileri yaklaşırken gerilimin artışı.
• Müdahale: Sis bombaları, sirenler, bağırışlar, ama aynı zamanda aktivistlerin kararlı direnişi.
• Hapishane ve Mahkeme: Aktivistlerin sorgulanması, ama yüzlerindeki onurlu duruş.
• Son: Gemi Gazze’ye ulaşamasa da, dünya vicdanına ulaşan bir destan.
📌 Sonuç
• Belgesel: Tarihin yalın kaydı olacak. Nesiller sonra bile “ne yaşandı?” sorusuna cevap verecek.
• Film: Kalplere dokunacak, gözyaşı ve umutla izlenecek, vicdanı harekete geçirecek.
Sumud Filosu, yalnızca bir deniz yolculuğu değil, insanlığın onur yürüyüşüdür. Bu yüzden hem kamera, hem de beyazperde bu hikâyeyi dünyaya anlatmalıdır.

*****

🎥 1. Belgesel İçin Ayrıntılı Sahne Planı
A. Giriş
• Dünya haritası üzerinde Gazze’nin kuşatılmış hâlini gösteren animasyon.
• Çocukların “Bizim hakkımız yok mu?” diyen görüntüleri.
• Arkadan anlatıcı: “Bu bir gemi yolculuğu değil, insanlığın onur seferiydi…”
B. Hazırlık Süreci
• İstanbul, Mersin, Antalya gibi limanlardan gemilerin hazırlanış görüntüleri.
• Aktivistlerin bavullarına koydukları şeylerin çekimi: ilaç, defter, oyuncak.
• Röportaj: “Ben öğretmenim, oradaki çocuklara umut götürmek için buradayım.”
C. Yolculuk
• Denizde şarkılar, dualar, aynı sofrada ekmek paylaşımı.
• Aktivistlerin günlüğünden alıntılar: “Bu gece yıldızların altında uyuduk. Ama Gazze çocuklarını düşündükçe uykum gelmedi.”
• Uluslararası sularda filonun ilerleyişi ve dünya basınında ilk haberler.
D. Tehdit ve Abluka
• İsrail gemilerinin radar görüntüleri, telsiz konuşmalarının canlandırması.
• Aktivistlerin gemi güvertesinde toplanıp dua etmeleri.
• Dramatik müzikle yaklaşan tehdit.
E. Müdahale
• Arşiv görüntüleri + canlandırma (gerekirse animasyon).
• Sis bombaları, silah sesleri, panik ve bağırışlar.
• Yaralıların görüntüleri.
• Aktivistlerin gözaltına alınışı.
F. Dünya Çapında Tepki
• İstanbul, Londra, New York ve dünya şehirlerinde yapılan protestolar.
• Gazze’de çocukların duvarlara “Teşekkürler Filo” yazması.
• Röportaj: “Onlar bize ulaşamadı, ama kalbimize ulaştılar.”
G. Kapanış
• Aktivistlerin serbest bırakıldıktan sonraki sözleri: “Bir daha olsa yine giderim.”
• Denizde boş bir güvertenin görüntüsü.
• Ekrana düşen yazı:
“Sumud Filosu, gemilerle değil, iradelerle yol aldı. Ve bu yolculuk hâlâ devam ediyor…”

🎬 2. Film İçin Ayrıntılı Sahne Planı

1. Başlangıç
• Türkiye limanında uğurlama sahnesi: dualar, bayraklar, gözyaşı.
• Aktivistlerin farklı dillerde tanışmaları.
2. Gemide Yaşam
• Bir Türk doktor, bir İspanyol gazeteci, bir Afrikalı genç, bir yaşlı Filistinli sürgün üzerinden kurgulanan ana karakterler.
• Küçük çocuklara göndermek için oyuncak paketleyen sahne.
• Gemide söylenen türküler, dualar, birlikte kılınan namaz.
3. Gerilimin Başlangıcı
• Gece vakti radar ekranında beliren noktalar.
• Aktivistlerin yüzlerindeki kaygı ama kararlılık.
• İsrail donanmasından yapılan tehdit anonsu.
4. Müdahale Sahnesi
• İsrail komandolarının inişi.
• Panik, bağırışlar, yaralanan aktivistler.
• İspanyol gazeteci kamerayı düşürür, ama kayıtta kalır.
• Filistinli yaşlı adam, “Ölsem de bu yolculuktan pişman değilim” der.
5. Gözaltı ve Sonrası
• Aktivistlerin elleri bağlanarak götürülmesi.
• Sorgu odasında yapılan psikolojik baskılar.
• Doktorun yaralıya müdahale etmeye çalışırken engellenmesi.
6. Dünya Ayağa Kalkıyor
• İstanbul’da on binlerin yürüyüşü.
• Londra’da, Roma’da, New York’ta aktivistler “Free Gaza” pankartlarıyla sokakta.
• Televizyon ekranlarında canlı yayın: “Sumud Filosu insanlık onurunun sembolü oldu.”
7. Son
• Aktivistlerin ülkelerine dönmesi. Herkesin birbirine sarılıp “bir daha olsa yine” demesi.
• Filmin son sahnesi: Gazze’de bir çocuk elindeki oyuncak gemiyi denize bırakır. Kamera yükselir, ufuk çizgisinde kaybolan küçük oyuncak, büyük bir umudu simgeler.
📌 Son Not
• Belgesel → Gerçek tanıklıkları ve belgeleri merkezine almalı.
• Film → İnsan hikâyelerini merkeze koymalı; seyirciyi kahramanlarla özdeşleştirmeli.
Bu ikisi birbirini tamamlar: Belgesel hafıza, film ise vicdan olur.

*****

🌿 Şimdi belgesel senaryosunun giriş bölümünü örnek olarak yazıyorum. Bu bölümde amaç: seyirciyi daha ilk dakikada duygusal olarak yakalamak, merak ve empati uyandırmak. Görsel ve ses unsurlarıyla birlikte kurguladım:

🎥 Sumud Filosu Belgeseli – Giriş Senaryosu (Örnek)

Açılış Sahnesi
• Görüntü: Karanlık ekran. Ardından ağır tempolu bir ney sesi duyuluyor.
• Ses (çocuk sesi): “Bizim hakkımız yok mu?”
• Görüntü: Gazze’de harabe sokaklar, duvarlara yazılmış yazılar: “Free Gaza”. Bir çocuk, yıkık bir binanın önünde elinde oyuncak gemi tutuyor.
Anlatıcı (arka ses):
“Burası Gazze. On yıllardır kuşatmanın, işgalin, açlığın ve bombaların hedefi olan bir şehir. Burada nefes almak bile direniş sayılıyor. Ama bir gün, dünyanın dört bir yanından insanlar, bu sessiz çığlığa cevap vermek için yola çıktı…”
Müzik yükselir (yaylılar, umutlu bir tema).
Görüntü:
• İstanbul’da limana yanaşan büyük bir gemi. Güvertede bayraklar dalgalanıyor.
• Türk, yabancı, genç, yaşlı insanlar kucaklaşıyor, bavullar taşıyor.
• Kadınlar, gemiye yardım kolileri yerleştiriyor: un, ilaç, oyuncak, defter.
• Bir annenin çocuğuna sarılarak vedası.
Röportaj (hızlı kesitler halinde):
• Türk doktor: “Orada çocuklara şifa götürmek için buradayım.”
• İspanyol gazeteci: “Hakikati dünyaya duyurmak istiyorum.”
• Afrikalı aktivist: “Adalet için denize açılmak zorundayız.”
• Yaşlı bir Filistinli: “Belki vatanımı göremem, ama torunlarım görsün diye bu yolculuktayım.”
Anlatıcı:
“Onlar silah değil, ekmek taşıdılar. Nefret değil, umut götürdüler. Ve tarihe geçen o yolculuk başladı…”
Görüntü:
• Gemilerin denize açılışı, arkada binlerce kişinin el sallaması.
• Ufka doğru süzülen gemiler, denizin üzerinde birleşen dalgalar.
• Gökyüzünde süzülen martılar.
Ekrana düşen yazı (beyaz harflerle):
“Sumud Filosu: İnsanlığın Onur Seferi”
(Müzik güçlü bir şekilde yükselir, ardından yavaşça azalır. Belgeselin ikinci bölümüne geçiş başlar.)
Bu giriş, seyirciye daha ilk 5 dakikada hem duygusal yoğunluğu hem de hikâyenin özünü hissettirir.
👉 Şimdi Belgeselin ikinci bölümünün (Hazırlık Süreci) senaryo taslağı:

******

Bu bölüm, seyirciye aktivistlerin heyecanını, umutlarını ve vicdan çağrısını hissettirecek.

🎥 Sumud Filosu Belgeseli – 2. Bölüm: Hazırlık Süreci

Sahne 1 – Liman Hazırlığı

• Görüntü: İstanbul limanı, sabah erken saatler. Gökyüzü hafif puslu. Gemiye yardım malzemeleri taşınıyor: un çuvalları, ilaç kutuları, battaniyeler, oyuncaklar.
• Ses (arkadan anlatıcı):
“Onlar, dünyanın farklı köşelerinden bir araya geldiler. Ellerinde silah yoktu. Çocuklar için ilaç, yaşlılar için gıda, yetimler için oyuncak getirdiler. Çünkü vicdan, en güçlü silahtır.”
Sahne 2 – Aktivist Röportajları
• Görüntü: Geminin güvertesinde farklı ülkelerden gelen aktivistler, bavullarını yerleştiriyor.
• Hızlı röportaj kesitleri:
• Türk doktor: “Gazze’deki çocuklara bir iğne bile ulaştırılamıyor. Benim buradaki valizim ilaç dolu.”
• İspanyol gazeteci: “Benim silahım kameram. Dünyaya gerçeği anlatmak için buradayım.”
• Afrikalı aktivist: “Benim köyümde insanlar aç, ama biz yine de Gazze’ye ekmek götürmek istedik. Çünkü adalet sınır tanımaz.”
• Yaşlı Filistinli: “Ben doğduğum topraklara dönemiyorum. Belki bu yolculukla torunlarımın hayalini beslerim.”
Sahne 3 – Veda Anları
• Görüntü: Aktivistlerin aileleriyle vedalaşması. Bir anne, oğluna sarılıyor; bir çocuk babasının elini tutuyor.
• Duygusal müzik eşliğinde kısa diyalog:
• Anne: “Dönünce bana Filistin’den selam getir.”
• Baba: “Oradaki çocuklara söyle, yalnız değiller.”
Sahne 4 – Gemiye Yükleme
• Görüntü: Aktivistlerin kendi elleriyle kolileri taşımaları. Kolilerin üstünde yazılar: “Children of Gaza”, “Food for Life”, “Peace”.
• Ses (anlatıcı):
“Bu sadece bir yardım yolculuğu değil, insanlığın vicdan yürüyüşüydü. Her kutu, sadece yiyecek değil, bir umut taşıyordu.”
Sahne 5 – Basın Açıklaması
• Görüntü: Limanda toplanan kalabalık, ellerinde Filistin bayrakları. Aktivistler kameraların önünde konuşuyor.
• Aktivist konuşması (gerçekten alınacak röportaj ya da canlandırma):
“Bu gemiler Gazze’ye ulaştırılacak bir parça yiyecekten fazlasını taşıyor. Onlar, özgürlüğün ve adaletin mesajını taşıyor.”
Sahne 6 – Yola Çıkış Hazırlığı
• Görüntü: Gemilerin motorları çalışıyor, halatlar çözülüyor. Kalabalık el sallıyor, gözyaşlarıyla uğurluyor.
• Ses (çocukların hep bir ağızdan bağırması): “Selam götürün Gazze’ye!”
Kapanış (Bölüm Sonu)
• Görüntü: Gemiler ağır ağır limandan ayrılıyor, martılar gökyüzünde uçuşuyor.
• Ses (anlatıcı):
“Ve yolculuk başladı… Bir milletin değil, insanlığın yolculuğu. Tarihe geçen Sumud Filosu, sadece dalgaları değil, vicdanları da harekete geçirdi.”
(Ekran kararır, ardından 3. bölüme geçiş: Yolculuk.)
👉 Şimdi üçüncü bölüm olan “Yolculuk” kısmı :

*****

🌿 Şimdi “Yolculuk” bölümü :
Bu bölüm, umut dolu bir başlangıç ile gerilimli bir bekleyiş arasında seyirciyi içine çekecek.
🎥 Sumud Filosu Belgeseli

– 3. Bölüm: Yolculuk

Sahne 1 – Açık Deniz
• Görüntü: Gemiler mavi sulara açılıyor. Ufuk çizgisinde yavaşça kaybolan İstanbul silueti.
• Ses (anlatıcı):
“Bir limandan ayrılmak, sadece coğrafi bir yolculuğun değil, aynı zamanda kalplerin ve vicdanların yolculuğunun başlangıcıdır. Bu gemiler, Gazze’ye umut taşırken, insanlığın geleceğini de omuzluyordu.”
Sahne 2 – Gemi Günlükleri
• Görüntü: Aktivistlerin güvertede vakit geçirmesi, deftere yazması, gitar çalanlar, dua edenler.
• Röportajlar (kısa kesitler):
• Genç bir aktivist: “Annem korktu ama yine de git dedi. Çünkü biz doğru olanı yapıyoruz.”
• Bir rahip: “Dinler farklı olabilir ama adalet ortaktır. Ben bu yolculuğu dua ile anlamlandırıyorum.”
• Bir kadın aktivist: “Korkuyorum, ama korkunun üstünde bir şey var: Vicdan.”
Sahne 3 – Dalgalar ve Fırtına
• Görüntü: Gemilerde sert dalgalar, sallanan çay bardakları, dalgaların güverteye vurması.
• Ses (anlatıcı):
“Denizin dalgaları bile bu yolculuğu durduramadı. Çünkü bu gemiler sadece motorla değil, dualarla ve kararlılıkla yol alıyordu.”
Sahne 4 – Gemi Üzerinde Küçük Toplantılar
• Görüntü: Aktivistler çember olmuş, haritalara bakıyorlar, strateji konuşuyorlar.
• Diyalog (canlandırma ya da belgeselde gerçek kesitlerden alınabilir):
• “İsrail donanması önümüzü kesecek, hazır olmalıyız.”
• “Bizim silahımız yok, tek gücümüz direncimiz. Kameralarımızı hazır tutun.”
• “Eğer bizi durdururlarsa bile, dünya duysun diye sesimizi kayda alın.”
Sahne 5 – Deniz Ortasında Dayanışma
• Görüntü: Aktivistlerin birlikte yemek yapması, yaralı bir martıyı tedavi etmeleri, Filistin bayraklarının geminin direklerinde dalgalanması.
• Ses (anlatıcı):
“Bir araya geldiklerinde farklı dillerde konuşuyorlardı ama kalplerinde aynı kelime yankılanıyordu: Adalet.”
Sahne 6 – Radyo Mesajları
• Görüntü: Gemide telsizden gelen kesik sesler, İsrail donanmasının uyarı anonsları. Aktivistler dikkatle dinliyor.
• Ses (telsizden): “Bu bölgeye yaklaşmanız yasaktır. Derhal geri dönün!”
• Anlatıcı:
“Deniz giderek dalgalanıyor, ufukta tehlike beliriyordu. Ama kimse geri dönmeyi düşünmedi.”
Sahne 7 – Gece Yolculuğu
• Görüntü: Gece, güvertede yıldızların altında sessizlik. Aktivistlerden biri ezan okuyor, bir diğeri İncil’den dua okuyor. Hepsi birlikte sessizce ellerini açıyor.
• Ses (anlatıcı):
“Karanlığın ortasında yıldızlara bakan bu insanlar, aslında insanlığın ortak duasını okuyordu.”
Kapanış (Bölüm Sonu)
• Görüntü: Sabah ufukta bir savaş gemisinin gölgesi beliriyor. Aktivistler telaşla ama kararlı gözlerle bakıyor.
• Ses (anlatıcı):
“Ve işte yolculuğun en kritik anı… Karşılarında sadece dalgalar değil, silahların gölgesi de belirmişti.”
(Ekran kararır, ardından 4. bölüme geçiş:

Engelleme ve Baskın.)
👉

*****

🎥 Sumud Filosu Belgeseli

– 4. Bölüm: Engelleme ve Baskın

Sahne 1 – Ufukta Tehdit
• Görüntü: Sabahın ilk ışıkları. Ufukta İsrail savaş gemilerinin siluetleri beliriyor. Güneşin kızıllığında gölgeler giderek büyüyor.
• Ses (anlatıcı):
“Barış için yola çıkan bu gemilerin karşısına savaş için hazırlanmış donanma çıktı. Vicdanla silah karşı karşıya geliyordu.”
Sahne 2 – Aktivistlerin Hazırlığı
• Görüntü: Aktivistler birbirine sarılıyor, kameralar hazırlanıyor, bazıları dua ediyor, bazıları barış işareti yapıyor.
• Kısa röportaj kesitleri:
• “Onların silahı var, bizim haklılığımız.”
• “Geri dönmeyeceğiz. Dünya duysun diye buradayız.”
Sahne 3 – Radyo Konuşmaları
• Görüntü: Telsizden gelen keskin bir ses.
• Ses (telsiz): “Buradan geri dönmezseniz zor kullanacağız!”
• Gemi kaptanı (kararlı): “Biz yardım taşıyoruz. Bu uluslararası sulardır. Hiçbir suç işlemiyoruz.”
• Anlatıcı:
“Vicdanın sesi, tehdidin gölgesinde bile susmadı.”
Sahne 4 – Helikopterlerin Gelişi
• Görüntü: Gökyüzünde helikopterler, geminin üzerine halatlar sallanıyor. Aktivistler gökyüzüne bakıyor. Kameralar titreyerek kayıtta.
• Ses: Helikopter pervanelerinin uğultusu, bağırışlar, megafon sesleri.
Sahne 5 – Baskının Başlaması
• Görüntü: Silahlı komandolar halatlardan iniyor, güvertede bağırışlar. Aktivistler ellerini havaya kaldırıyor, bazıları yere yatıyor, bazıları “Barış!” diye bağırıyor.
• Ses (anlatıcı):
“Silahsız insanlara kurşun doğrultmak, işte tarihin kaydedeceği utanç anı böyle başladı.”
Sahne 6 – Çatışma Anları
• Görüntü: Kameraların bulanık kaydı. Aktivistlerin kanlı yüzleri, gemi güvertesinde sürüklenen insanlar.
• Detaylar:
• Bir aktivist, kamerayı yere düşürüyor, kamera yerdeyken silah sesleri duyuluyor.
• Bir kadın aktivist yaralı birini sarmaya çalışıyor.
• Göz yaşartıcı gaz bombaları atılıyor.
• Ses: Ağlama, bağırış, kurşun sesleri.
Sahne 7 – Şehitler ve Yaralılar
• Görüntü: Güvertede yere düşmüş kanlı giysiler, beyaz bayrak sallayan bir aktivist, sedyede taşınan yaralılar.
• Ses (anlatıcı):
“Vicdanları öldüremediler. Ama bu baskın, tarihe kan ve gözyaşıyla yazıldı.”
Sahne 8 – Aktivistlerin Tutuklanması
• Görüntü: Eller arkadan bağlanıyor, gemi askerler tarafından kontrol altına alınıyor. Aktivistler hâlâ slogan atıyor:
• “Gazze’ye özgürlük!”
• “Zulüm varsa, direniş de var!”
Sahne 9 – Dünya Kameraları
• Görüntü: Uluslararası basının ekranları. Haber başlıkları art arda beliriyor:
• “İsrail uluslararası sularda saldırdı”
• “Yardım filosu kanla durduruldu”
• “Dünya vicdanı ayakta”
Kapanış (Bölüm Sonu)
• Görüntü: Denizin üzerinde dalgalanan bir Filistin bayrağı.
• Ses (anlatıcı):
“Gemiler susturuldu, ama vicdan asla susturulmadı. Bu baskın, insanlığın hafızasında bir yara değil, bir direniş sembolü olarak kaldı.”

(Ekran kararır, ardından 5. bölüme geçiş:

Dünya Tepkisi ve Etkileri.)
👉

*****

🎥 Sumud Filosu Belgeseli

– 5. Bölüm: Dünya Tepkisi ve Etkileri

Sahne 1 – İlk Haberler
• Görüntü: Dünyanın farklı televizyon ekranları hızla yanıp sönüyor. CNN, Al Jazeera, BBC, TRT, El Cezire ekranlarında aynı başlıklar:
• “Kanlı Baskın”
• “Uluslararası sularda saldırı”
• “Yardım gemilerine ateş açıldı”
• Ses (anlatıcı):
“O sabah dünya tek bir haberle uyandı. Silahsız insanlara yapılan bu saldırı, gezegenin dört bir yanında yankı buldu.”
Sahne 2 – Sokakların Ayağa Kalkışı
• Görüntü: İstanbul, Londra, New York, Berlin, Kahire, Kuala Lumpur… Meydanlarda yüz binlerce insan ellerinde Filistin bayraklarıyla yürüyor.
• Sesler: Kalabalıktan sloganlar:
• “Gazze’ye özgürlük!”
• “İnsanlık onuru abluka tanımaz!”
• Anlatıcı:
“Sokaklar, diller farklı olsa da aynı vicdanı haykırıyordu.”
Sahne 3 – Birleşmiş Milletler ve Diplomatik Tepkiler
• Görüntü: BM Genel Kurulu’ndan görüntüler. Diplomatik heyetler kürsüde konuşuyor.
• Ses (gerçek arşiv konuşmalarından alınabilir):
• “Bu saldırı, uluslararası hukukun açık ihlalidir.”
• “Yardım taşıyanlara silah doğrultmak insanlığa ihanettir.”
• Ses (anlatıcı):
“Devletler diplomasi diliyle konuştu, ama meydanlarda halkların dili daha gür çıkıyordu.”
Sahne 4 – Şehitlerin Anısı
• Görüntü: Baskında (hayatını kaybeden) yaralanan, eziyet edilen aktivistlerin fotoğrafları, mumlar, güller. İnsanlar ağlayarak anma törenlerinde dua ediyor.
• Ses (anlatıcı):
“Onların isimleri, sadece kayıp değil, insanlığın ortak vicdanına yazılmış şehadetler oldu.”
Sahne 5 – Küresel Medya ve Sanat Dünyası
• Görüntü: Gazetelerin manşetleri, sosyal medyada viral olan fotoğraflar. Sanatçılar sahnelerde şarkılar söylüyor, ressamlar tablolar yapıyor.
• Ses: Bir konserden: “We are all Gaza!” (Hepimiz Gazze’yiz!)
• Anlatıcı:
“Sanat bile bu baskına sessiz kalmadı. Çünkü zulüm karşısında sanat, direnişin bir başka diliydi.”
Sahne 6 – Siyasi Sarsıntılar
• Görüntü: Havalimanlarında protesto yapan aktivistler, farklı ülkelerde İsrail büyükelçilikleri önünde eylemler.
• Ses (anlatıcı):
“Bu saldırı sadece Gazze ablukasını değil, dünya siyasetine de ağır bir gölge düşürdü. İsrail’in itibarı büyük bir yara aldı, Filistin’in yalnızlığı kırıldı.”
Sahne 7 – Aktivistlerin Mesajı
• Görüntü: Baskından sağ kurtulan aktivistlerle röportajlar.
• Röportaj (gerçek ya da dramatize):
• “Biz kaybettik sandılar. Ama aslında kazanan biz olduk. Çünkü dünya artık gerçeği gördü.”
• “Şehitlerimiz, yaralılarımız insanlığın şerefi oldu.”
Kapanış (Bölüm Sonu)
• Görüntü: Dünyanın farklı meydanlarında Filistin bayrakları dalgalanıyor. Kameranın odaklandığı bir çocuk Filistin bayrağını elinde sıkıca tutuyor.
• Ses (anlatıcı):
“Bir gemi batırılabilir, ama bir vicdan asla. Sumud Filosu, denizlerde durduruldu belki, ama insanlığın kalbinde asla.”

(Ekran kararır, ardından 6. ve son bölüme geçiş: Miras ve Gelecek.)

👉

******

🎥 Sumud Filosu Belgeseli

– 6. Bölüm: Miras ve Gelecek

Sahne 1 – Sessiz Limanlar
• Görüntü: Gün doğumu, gemilerin limanda boş ve sessiz hâli. Dalgalanan bayraklar, güvertede bırakılmış bazı yardım malzemeleri.
• Ses (anlatıcı):
“Gemiler geri döndü, ama geride bıraktıkları miras, dalgalar kadar kalıcı oldu. Sumud Filosu, sadece bir yolculuk değil, bir direniş manifestosu olarak tarihe geçti.”
Sahne 2 – Aktivistlerin Dönüşü
• Görüntü: Aktivistlerin ülkelerine dönmesi, ailelerine kavuşmaları. Bazıları gözyaşlarını tutamıyor, bazıları zafer işareti yapıyor.
• Röportaj kesitleri:
• “Bir daha olsa yine giderim.”
• “Bizi durdurdular ama vicdanlarımızı durduramadılar.”
• “Dünya artık Filistin’i daha fazla görmezden gelemez.”
Sahne 3 – Gazze’de Umut
• Görüntü: Çocuklar ellerinde oyuncak gemilerle oynuyor, duvarlara yazılar yazıyor: “Teşekkürler Filo”, “Unutmadık”.
• Ses (anlatıcı):
“Gazze’de bir umut yeşerdi. Bu umut, küçük ellerde büyüyor, geleceğe ışık tutuyor.”
Sahne 4 – Küresel Vicdanın Dirilişi
• Görüntü: Dünyanın farklı şehirlerinde yapılan Filistin destek yürüyüşlerinden görüntüler. Sosyal medyada paylaşılan mesajlar, sanat eserleri, konserler.
• Ses (anlatıcı):
“Bir gemi, dünya vicdanını uyandırdı. İnsanlar artık sessiz kalmadı. Sesler birleşti, bir çığlığa dönüştü.”
Sahne 5 – Gelecek Nesillere Mesaj
• Görüntü: Aktivistler çocuklara Filistin ve direniş hikâyesini anlatıyor. Kitaplar, resimler, filoların maketleri gösteriliyor.
• Röportaj:
• “Sizler bu hikâyeyi unutmayın. Bu sadece bir gemi yolculuğu değildi; insanlığın onur yolculuğuydu.”
• Ses (anlatıcı):
“Tarih, unutulanları değil, vicdanla yazılanları hatırlar. Sumud Filosu’nun mirası, gelecek nesillere ışık olacak.”
Sahne 6 – Final Görüntüleri
• Görüntü:
• Güneşin ufukta yükselişi, denizde hafif dalgalar.
• Bir çocuk Filistin bayrağını elinde tutarken kameraya bakıyor, ufka doğru yürüyor.
• Gemilerin deniz üzerindeki siluetleri, dalgalarla birleşiyor.
• Ses (anlatıcı, epik ama umut dolu bir tonla):
“Sumud Filosu, denizleri aşsa da, engellenmiş olsa da, insanlığın vicdanında yolculuğuna devam ediyor. Çünkü onur ve adalet, hiçbir ablukayla durdurulamaz.”

Bitiş Yazısı (Ekranda)

“Sumud Filosu: Bir gemi değil, bir direnişin simgesi. Bir yolculuk değil, insanlığın vicdan yolculuğu.”
(Müzik yükselir, beyaz perde kararır ve kapanış jeneriği başlar.)

Ve;
film için dramatik sahne planı , sahne sahne diyaloglar ve dramatik vurucu anlar :

*******

🎬 Sumud Filosu – Film Dramatik Sahne Planı

1. Sahne – Limanda Buluşma (Giriş)
• Görüntü: İstanbul limanı, sabahın erken saatleri. Gemiye yardım malzemeleri yükleniyor.
• Karakterler: Türk doktor, İspanyol gazeteci, Afrikalı genç, yaşlı Filistinli sürgün.
• Diyaloglar:
• Türk doktor: “Çocuklar için buradayım. Her kutu, bir umut taşıyor.”
• İspanyol gazeteci: “Gerçeği göstermek için kameramla buradayım. Bunu kaydedeceğim.”
• Afrikalı genç: “Biz birlikteyiz. Farklıyız ama tek amaç için buradayız.”
• Yaşlı Filistinli: “Belki göremem ama torunlarımın umudu için buradayım.”
• Müzik: Hafif umut dolu tema, limanın sessizliğiyle birleşir.
2. Sahne – Gemide Günlük Yaşam
• Görüntü: Aktivistler güvertede vakit geçiriyor, yemek yapıyor, dualar ediyor.
• Diyaloglar ve Aksiyon:
• Bir grup aktivist, birlikte dua ediyor.
• Bir genç, defterine “Buraya geldim, çünkü vicdanım izin vermedi” diye yazıyor.
• Müzik: Hafif yaylılar ve doğa sesleri (dalga, rüzgar).
3. Sahne – Tehdit Başlıyor
• Görüntü: Radar ekranında yaklaşan savaş gemileri, gökyüzünde helikopterler.
• Diyaloglar:
• Kaptan: “Herkes yerini alsın. Sabırlı olun, panik yok.”
• Aktivist: “Bunlar bize silah doğrultuyor ama biz barış taşıyoruz.”
• Müzik: Gerilimi yükselten yaylılar, dramatik tempo artıyor.
4. Sahne – Gece Yolculuğu
• Görüntü: Yıldızların altında sessizlik. Aktivistler sessizce birbirlerine bakıyor.
• Diyaloglar:
• Türk doktor (fısıldayarak): “Korkuyorum ama vicdanım rahat.”
• İspanyol gazeteci: “Kamera kaydı yapıyor… Dünya duymalı.”
• Müzik: Sessiz, hafif melankolik tema.
5. Sahne – Baskın Anı
• Görüntü: İsrail komandolarının gemiye inişi. Güvertede panik. Aktivistler ellerini kaldırıyor, bazıları yere yatıyor.
• Diyaloglar ve Aksiyon:
• Komando: “Elleri havaya kaldırın!”
• Aktivist (bağırıyor): “Biz yardım taşıyoruz! Barış taşıyoruz!”
• Bir kadın aktivist yaralıya müdahale ediyor.
• Müzik: Dramatik ve hızlı, kalp atışı gibi tempo.
6. Sahne – Gözaltı ve Direniş
• Görüntü: Aktivistler elleri bağlanarak götürülüyor.
• Diyaloglar:
• Afrikalı genç: “Bizi durdurabilirler ama vicdanı durduramazlar.”
• Yaşlı Filistinli: “Torunlarım görecek, biz burada durduk.”
• Müzik: Yavaşlayan, ağır ama umutlu tema.
7. Sahne – Dünya Tepkisi
• Görüntü: Farklı şehirlerdeki protestolar, basın görüntüleri, sosyal medya paylaşımları.
• Diyaloglar / Röportajlar:
• Aktivist (telefonla konuşuyor): “Dünya gördü, artık susturamayacaklar.”
• Sokaktaki bir kadın: “Bizim sessizliğimiz bitti. Adalet sesimizi duyacak.”
• Müzik: İlham verici, birleşen temalar.
8. Sahne – Gazze ve Umut
• Görüntü: Çocuklar elinde oyuncak gemilerle oynuyor, duvarlarda “Teşekkürler Filo” yazıyor.
• Diyalog:
• Çocuk (gülümseyerek): “Onlar geldi, bizi hatırladılar.”
• Müzik: Neşeli ama duygusal tema, umut veren melodi.
9. Sahne – Final
• Görüntü: Gemiler ufukta siluet hâlinde, çocuk bayrak tutuyor. Aktivistler birbirine sarılıyor.
• Diyalog:
• Türk doktor: “Bir daha olsa yine giderim.”
• İspanyol gazeteci: “Tarih bunu unutmayacak.”

• Anlatıcı (voice-over, epik ve umutlu ton):

“Sumud Filosu, denizleri aşsa da, engellenmiş olsa da, insanlığın vicdanında yolculuğuna devam ediyor. Onur ve adalet hiçbir ablukayla durdurulamaz.”
• Müzik: Epik final teması, umut ve zafer duygusunu pekiştiriyor.
Bu sahne planı film için hem gerilim hem dram hem de umut katmanlarını taşıyor ve izleyiciyi hem kalpten hem akıldan etkiliyor.

Ve;
tam film senaryosu formatına (sahne başlıkları, kamera açıları, diyaloglar, ses efektleri ile birlikte) :

*****

🎬 Sumud Filosu – Film Senaryosu (Çekime Hazır)

SAHNE 1 – LİMANDA BULUŞMA

Mekan: İstanbul Limanı – Sabah
Görüntü: Gemiler limanda, yardım malzemeleri yükleniyor. İnsanlar bavullar taşırken bayraklar dalgalanıyor.
Kamera Açısı: Geniş açıyla liman ve gemiler, ardından yakın çekim aktivistlerin yüzleri.
Diyaloglar:
• Türk Doktor: “Çocuklar için buradayım. Her kutu, bir umut taşıyor.”
• İspanyol Gazeteci: “Gerçeği göstermek için kameramla buradayım. Bunu kaydedeceğim.”
• Afrikalı Genç: “Biz birlikteyiz. Farklıyız ama tek amaç için buradayız.”
• Yaşlı Filistinli: “Belki göremem ama torunlarımın umudu için buradayım.”
Müzik: Hafif umut dolu tema.
SAHNE 2 – GEMİDE GÜNLÜK YAŞAM
Mekan: Geminin güvertesi – Gün ortası
Görüntü: Aktivistler yemek yapıyor, gitar çalıyor, dua ediyor.
Kamera Açısı: Yakın çekim karakterlerin yüzleri, orta çekim grup aktiviteleri.
Diyaloglar:
• Genç Aktivist: “Buraya geldim, çünkü vicdanım izin vermedi.”
Ses Efektleri: Dalga sesi, rüzgar.
Müzik: Hafif yaylılar, doğa sesleri.
SAHNE 3 – TEHDİT BAŞLIYOR
Mekan: Açık deniz – Gün ortası
Görüntü: Radar ekranında yaklaşan savaş gemileri, gökyüzünde helikopterler.
Kamera Açısı: Yakın çekim radar ekranı, orta çekim aktivistlerin tepkileri.
Diyaloglar:
• Kaptan: “Herkes yerini alsın. Sabırlı olun, panik yok.”
• Aktivist: “Bunlar bize silah doğrultuyor ama biz barış taşıyoruz.”
Müzik: Gerilimi yükselten yaylılar.
SAHNE 4 – GECE YOLCULUĞU
Mekan: Geminin güvertesi – Gece
Görüntü: Yıldızlar altında sessizlik. Aktivistler birbirine bakıyor.
Diyaloglar:
• Türk Doktor: “Korkuyorum ama vicdanım rahat.”
• İspanyol Gazeteci: “Kamera kaydı yapıyor… Dünya duymalı.”
Müzik: Hafif, melankolik tema.
SAHNE 5 – BASKIN ANI
Mekan: Geminin güvertesi – Sabah
Görüntü: İsrail komandoları gemiye iniş yapıyor. Aktivistler panik içinde ellerini kaldırıyor.
Kamera Açısı: Yakın çekim panik, geniş açı komandoların inişi.
Diyaloglar:
• Komando: “Elleri havaya kaldırın!”
• Aktivist (bağırıyor): “Biz yardım taşıyoruz! Barış taşıyoruz!”
Ses Efektleri: Silah sesleri, bağırışlar, helikopter uğultusu.
Müzik: Hızlı, dramatik tempo.
SAHNE 6 – GÖZALTI VE DİRENİŞ
Mekan: Geminin güvertesi / Donanma gemisi – Sabah
Görüntü: Aktivistler elleri arkadan bağlanarak götürülüyor.
Diyaloglar:
• Afrikalı Genç: “Bizi durdurabilirler ama vicdanı durduramazlar.”
• Yaşlı Filistinli: “Torunlarım görecek, biz burada durduk.”
Müzik: Ağır, umutlu tema.
SAHNE 7 – DÜNYA TEPKİSİ
Mekan: Farklı şehirler – Günler sonra
Görüntü: Sokak protestoları, televizyon ekranları, sosyal medya paylaşımları.
Diyaloglar:
• Aktivist (telefonla konuşuyor): “Dünya gördü, artık susturamayacaklar.”
• Kadın Protestocu: “Bizim sessizliğimiz bitti. Adalet sesimizi duyacak.”
Müzik: İlham verici birleşen temalar.
SAHNE 8 – GAZZE VE UMUT
Mekan: Gazze – Gün ortası
Görüntü: Çocuklar oyuncak gemilerle oynuyor, duvarlara yazılar yazıyor: “Teşekkürler Filo”.
Diyalog:
• Çocuk: “Onlar geldi, bizi hatırladılar.”
Müzik: Neşeli ama duygusal tema.
SAHNE 9 – FİNAL
Mekan: Denizde ufuk – Gün batımı
Görüntü: Gemiler ufukta siluet hâlinde, çocuk bayrak tutuyor. Aktivistler birbirine sarılıyor.
Diyaloglar:
• Türk Doktor: “Bir daha olsa yine giderim.”
• İspanyol Gazeteci: “Tarih bunu unutmayacak.”
Anlatıcı (voice-over):
“Sumud Filosu, denizleri aşsa da, engellenmiş olsa da, insanlığın vicdanında yolculuğuna devam ediyor. Onur ve adalet hiçbir ablukayla durdurulamaz.”
Müzik: Epik final teması, umut ve zafer duygusu.

Bu senaryo, çekim direktifleri, diyaloglar, ses ve müzikle birlikte tamamen film ekibine hazır bir formatta.

04/10/2025
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Tony Blair: Kanlı Mirasın Gölgesinde Bir Tilki

Tony Blair: Kanlı Mirasın Gölgesinde Bir Tilki

Tarih, bazı isimleri kanla yazar. O sayfalarda, alın terinden çok gözyaşı vardır; umuttan ziyade ihaneti taşır. Tony Blair de bu isimlerden biridir. Onun adı anıldığında, zihinlerde Irak’ta dökülen kan, yıkılan şehirler ve yetim kalan çocuklar belirir.
Bir zamanlar İngiltere’nin parlak yüzü, genç ve enerjik başbakanı olarak sahneye çıkmıştı. Batı’nın sözde “özgürlük” ve “demokrasi” nutuklarının taşıyıcısıydı. Fakat bu parlak maskenin ardında bir sömürgeci geleneğin devamı, sahte vaatlerin tüccarı ve kan ticaretinin adamı gizleniyordu.

Irak’a Kurulan Tuzak

2003 yılında dünya, büyük bir yalanın pençesine düştü. Irak’ın “kitle imha silahları” olduğu iddiası, Blair ve ortağı George W. Bush’un dudaklarından düşmüyordu. Halbuki bunun bir masal, bir aldatmaca olduğunu bugün herkes biliyor. O yalanla kapılar aralandı, Irak işgal edildi.
Sonuç mu?
• Bir buçuk milyon insanın kanı döküldü.
• Kadim medeniyetlerin beşiği olan Bağdat, harabeye döndü.
• Irak, parçalanmış bir ülke, paramparça olmuş bir toplum, dinmeyen acılar diyarına çevrildi.
Ve Blair, bütün bunların mimarıydı.

Ortadoğu’da Ateşin Mimarı

Tony Blair yalnızca Irak’ta değil, bütün Ortadoğu’da kan ve gözyaşının izlerini bıraktı. “Demokrasi götürüyoruz” diyerek açtığı kapıdan, işgal orduları girdi; demokrasi değil kaos, özgürlük değil yıkım geldi.
Bugün Suriye’de süren yangının, Yemen’de bitmeyen gözyaşının, Filistin’de derinleşen işgalin zeminini hazırlayanlardan biri de yine oydu. Batı için sadık bir uşak, İsrail için sinsi bir dost, mazlum halklar içinse kanlı bir cellat…

Kanlı Tilkinin Yeni Oyunu

Ve bugün, tarih yine aynı oyunu sahneliyor. Gazze’de çocuklar açlıkla kıvranırken, anneler evlatlarının cansız bedenlerini kucaklarken, aynı Tony Blair bir kez daha sahneye sürülüyor. Bu kez Filistin’in yönetimine, Gazze’nin geleceğine sözde “barış elçisi” kisvesiyle getirilmeye çalışılıyor.
Oysa bu, tilkiye kümesi emanet etmektir.
Kanlı elleriyle Irak’ı harabeye çeviren, şimdi Gazze’yi de diz çöktürmek, teslim almak istiyor.

Tarihten İbret

Tarih bize gösteriyor ki; zalim, hangi maske ile sahneye çıkarsa çıksın, nihayetinde zulmünü icra eder. Firavun “ilahlık” iddiasıyla çıktı, Nemrud ateşi tutuşturdu, Hitler dünyayı kana buladı. Blair de aynı zincirin bir halkasıdır: Modern çağın tilki yüzlü Firavunu.

Son Söz

Tony Blair, ardında milyonların ahını, yetimlerin gözyaşını, yıkılmış şehirlerin enkazını bırakmış bir isimdir. Onu “barış” adına Gazze’ye getirmek, kanla yazılmış bir ismi umut defterine kaydetmek demektir.
Fakat unutulmamalı ki; zulmün ömrü sınırlıdır. Tarih, zalimleri birer ibret levhası kılar. Mazlumların duası, zalimlerin tuzaklarını boşa çıkarır.
Ve bir gün, Blair gibi isimler sadece kanla yazılmış kara sayfalarda kalacak; fakat Filistin’in sabrı ve direnişi, insanlığın onur levhasında altın harflerle yerini alacaktır.

******

Tony Blair’in Ortadoğu’daki rolünü, özellikle Irak işgali sürecinde bıraktığı kanlı mirası tarihi vesikalar, belgeler ve raporlarla destekleyerek yazayım. İşte makale:

Tony Blair: Irak’tan Gazze’ye Uzanan Kanlı Miras

Tarih, zulmün sahte gerekçelerle meşrulaştırıldığı zamanları çok gördü. 21. yüzyılın en karanlık sayfalarından biri de şüphesiz Irak işgaliydi. Bu işgalin mimarlarından biri, hatta en önde gelenlerinden biri İngiltere Başbakanı Tony Blair’di.

“Kitle İmha Silahları” Yalanı

2002–2003 yıllarında Blair ve dönemin ABD Başkanı George W. Bush, Irak’ın elinde “kitle imha silahları” bulunduğunu iddia ederek bütün dünyayı ikna etmeye çalıştı.
• Eylül 2002’de İngiliz hükümeti tarafından yayımlanan “Iraq’s Weapons of Mass Destruction: The Assessment of the British Government” adlı raporda, Saddam Hüseyin’in 45 dakika içinde kimyasal saldırı yapabileceği öne sürüldü. (Kaynak: UK Government Dossier, 2002)
• Oysa bu raporun daha sonra şişirilmiş, abartılmış ve sahte istihbarata dayalı olduğu ortaya çıktı.
2016 yılında yayımlanan “Chilcot Raporu”, Blair’in Irak işgalini gerekçelendirmek için gerçeği çarpıttığını açıkça belgeliyordu. Rapora göre:
• Blair, işgal kararını verirken hukuki zemini yok saydı.
• İngiliz kamuoyunu yanıltarak Irak’ın Batı için acil bir tehdit olduğu izlenimini verdi.
• Diplomatik yollar tüketilmeden savaş kararı aldı.
Bu, tarihe geçen bir devlet yalanıydı.

Irak’ın Bedeli: Kan ve Gözyaşı

2003 Mart’ında başlayan işgal, kısa sürede Irak’ı cehenneme çevirdi.
• Lancet Tıp Dergisi’nin 2006’daki araştırmasına göre, savaş ve şiddet nedeniyle Irak’ta 650 binden fazla insan hayatını kaybetti.
• Iraklı yetkililere göre 2003–2011 yılları arasında ölenlerin sayısı 1,2 milyonu aştı.
• Milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı, bir medeniyetin beşiği yıkıntıya dönüştü.
Irak’taki Amerikan askerleri kadar İngiliz askerlerinin de işlediği insanlık suçları bugün hâlâ uluslararası mahkemelerde tartışılmaktadır.

Ortadoğu’da Yanan Ateş

Blair yalnızca Irak’ta değil, Ortadoğu’nun geneline yayılan kaosun da sorumlularından biridir. Irak’ın işgali,
• Mezhep savaşlarının fitilini ateşledi.
• El Kaide ve daha sonra DEAŞ’ın doğuşuna zemin hazırladı.
• Suriye, Yemen ve Lübnan gibi bölge ülkelerinde domino etkisi oluşturdu.
Blair, görevinden ayrıldıktan sonra dahi “Ortadoğu Barış Dörtlüsü”nün özel temsilcisi olarak sahneye çıkarıldı. 2007–2015 yılları arasında “barış elçisi” kisvesiyle Filistin meselesine dâhil oldu. Ancak bu görevi boyunca İsrail’in çıkarlarını korumakla suçlandı. (Kaynak: Middle East Monitor, 2015)

Kanlı Tilkinin Gazze Planı

Bugün ise aynı Blair’in Filistin ve Gazze’nin geleceğinde rol alması için yeniden sahneye çıkarılması, tarihin ironisidir. Irak’ı harabeye çeviren, yüzbinlerce masumun kanına giren bir isim, şimdi Gazze’de barışın anahtarı olarak sunuluyor.
Oysa bu, tilkiye kümesi emanet etmekten farksızdır.

Tarihî İbret

Tarih bize defalarca gösterdi:
• Firavun halkını “düşman korkusu” ile kandırdı.
• Nemrud zulmünü meşrulaştırmak için tanrılık iddia etti.
• Hitler dünyayı “Alman güvenliği” yalanıyla kana buladı.
• Tony Blair ise “kitle imha silahları” yalanıyla Irak’ı yok etti.
Bugün Gazze’ye “barış” getireceğini söylemesi, tarihin en acı ironilerinden biridir.

Sonuç: Zulmün Ömrü Sınırlıdır

Tony Blair, Batı için bir “demokrasi kahramanı” gibi sunulsa da mazlum halkların hafızasında o, bir hain, bir kan tüccarı ve bir yalanın mimarıdır.
Chilcot Raporu’ndan, uluslararası insan hakları raporlarına kadar pek çok belge, onun suçlarını ortaya koymaktadır. Ve tarihin ibret levhasında Blair, adı kanla yazılmış bir figür olarak kalacaktır.
Filistin ve Gazze’nin kurtuluşu, Blair gibi tilkilerle değil; mazlumların sabrı, direnişi ve Allah’ın adaletine olan imanı ile gelecektir.
📌 Bu makale, doğrudan Chilcot Raporu (2016), İngiliz hükümetinin 2002 Irak dosyası, Lancet dergisi (2006) araştırması ve Orta Doğu raporları gibi belgelerle desteklenmiştir.

04/10/2025
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




İBRAHİM’İN ÇOCUKLARI SUMUD, FİRAVUN’UN ÇOCUKLARI İSRAİL’E KARŞI

İBRAHİM’İN ÇOCUKLARI SUMUD, FİRAVUN’UN ÇOCUKLARI İSRAİL’E KARŞI

Tarih, sadece geçmişte yaşanan hadiselerin yığınağı değildir. O, bugünü anlamlandıran ve yarına yön veren bir ayna, bir hakikat pusulasıdır. Bu aynada kimi zaman zulmün karanlık yüzünü, kimi zaman da direnişin aydınlık çehresini görürüz. İşte Gazze kıyılarında bugün yaşananlar, Firavun ile Musa’nın, Nemrut ile İbrahim’in kıyamından farklı değildir.

Zulmün Çocukları, Sabır ve Direnişin Çocukları

Gazze’nin kıyısında oturmuş küçük bir kız çocuğu… Elinde bir kalem, önünde bir kâğıt… Çizgilerinde özgürlük ve barışı resmediyor. Onun küçücük elleriyle çizdiği umut, koca koca devletlerin, küresel güçlerin vicdansızlığına tokat gibi çarpıyor. Bu çocuk, tarihin dilinden konuşuyor: “Biz bekliyoruz!”
Oysa öbür tarafta, Firavun’un çocukları gibi zulümle sarhoş olmuş bir güç var: İsrail. Abluka ile açlığa mahkûm ediyor, kimyasal sıvılarla yardım gemilerine saldırıyor, yaşlıların hastanelere ulaşmasına bile engel oluyor. Tıpkı Firavun’un doğan her erkek çocuğu öldürmek için ordularını seferber etmesi gibi, İsrail de Gazze’nin nefesini kesmeye çalışıyor. Ama ne oldu? Musa, Firavun’u denizde boğdu. İbrahim, Nemrut’un ateşini gülistan kıldı. Bugün de tarih aynı hakikati tekrar ediyor: Zulüm ile abad olunmaz.

Sumud Filosu: Vicdanın Gemileri

44 ülkeden gelen aktivist, doktor, sanatçı, gazeteci… Hepsi farklı diller konuşuyor, farklı renklere sahip, farklı coğrafyalardan geliyorlar. Ama tek bir ortak kelimeyi haykırıyorlar: “İnsanlık!”
Sumud Filosu, sadece yardım taşıyan gemiler değildir. Onlar, vicdanın dalgalara açılmış gemileridir. Onlar, insanlığın sınavıdır. Bu gemiler Gazze’ye doğru süzülürken aslında insanlığın kalbine yük taşıyorlar: Adalet, merhamet, kardeşlik…
İsrail donanması bu gemilere saldırdığında aslında sadece tekneleri değil, insanlığın umudunu hedef alıyor. Ama tarih şahittir: Zulüm ne kadar güçlü görünse de, mazlumun duası ve direnişi karşısında bir saman çöpü gibi savrulmaya mahkûmdur.

Medyanın Körlüğü, Vicdanın Çığlığı

Batı medyası üç maymunu oynuyor. Kör, sağır ve dilsiz. Onlar, adını özgürlük koydukları yalanlarının aslında nasıl bir ikiyüzlülük olduğunu bir kez daha gösteriyorlar. Ancak her susturulan haberin yerine bir Gazze çocuğunun gözyaşı, bir annenin duası, bir aktivistin haykırışı düşüyor. Bu haykırış, tarihin defterine şu satırlarla kaydoluyor: “İbrahim’in çocukları, Firavun’un çocuklarına karşı dimdik ayakta durdu.”

Çağdaş Firavunlar, Çağdaş Naziler

Bugün İsrail’in zulmüne göz yumanlar, tarih önünde Hitler’e nasıl lanet edildiyse, yarın aynı lanetle anılacaklardır. Çünkü zulmün dili, din ve ırk tanımaz. Hitler’in tankları ile İsrail’in donanması aynı zihniyetin ürünüdür. O zihniyet, insanı insan yapan değerleri yok etmeye çalışan, insanı sadece çıkarın nesnesi gören bir zihniyettir.
Ama zulüm baki değildir. Tarih bize gösterdi ki Firavunlar, Nemrutlar, Hitler hep yıkıldı. Çünkü onlar nefret ve kan üzerine bina kurdular. Oysa kan üzerine bina kuranların temeli, kendi çöküşlerini hazırlar.

Sonuç: İbrahim’in Çocukları Yeniden Ayağa Kalkıyor

Gazze’nin çocukları, Sumud’un aktivistleri, dünyanın vicdanlı insanları… Onlar, tarihin yeniden yazıldığı bu anın şahitleri ve kahramanlarıdır.
Onlar, İbrahim’in ateşe karşı imanla, Musa’nın denize karşı asa ile yürüyüşünü bugünün dünyasında yeniden hatırlatanlardır.
Ve bilinmelidir ki:
• Zulüm ebedî değildir.
• Firavunların saltanatı geçicidir.
• Zulümle dünyayı kuşatanlar, kendi zulümlerinde boğulacaklardır.
Gazze kıyılarında dalgalanan umut, insanlığın yeniden dirilişidir. Bugün Sumud Filosu’nu durdurabilirler, gemileri gasbedebilirler, aktivistleri esir alabilirler. Ama vicdanın ve hakikatin filolarını asla durduramazlar.
Çünkü tarih bir kez daha haykırıyor:
“İbrahim’in çocukları, Firavun’un çocuklarını yenecektir!”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Risale-i Nur Penceresinden İman ve Hayat Rehberi

Risale-i Nur Penceresinden İman ve Hayat Rehberi

 

Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınmış olan bu hikmetli ve düşündürücü metinler, insan hayatının temel meseleleri olan kader, ibadet, dünya hayatının geçiciliği ve ahiret konularına derin bir bakış sunmaktadır. 

 

​Hayat, insana ihsan edilmiş en büyük emanet ve aynı zamanda en çetin imtihan meydanıdır. 

Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı, bu imtihan yolculuğunda akla ve kalbe rehberlik eden, asrın hastalıklarına Kur’an’ın eczahanesinden şifa sunan bir külliyattır. 

Metinlerdeki derin manalı İktibaslar da bu rehberliğin temel taşlarını oluşturur. Her biri, insanın kendi varoluşu, Rabbi ile ilişkisi ve dünya hayatındaki duruşu hakkında kıymetli dersler ihtiva eder.

 

​1. Kader Karşısında Teslimiyet ve Gerçek Merci

 

​İktibas:

​”Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman \mathbf{“\text{İnna lillahi ve inna ileyhi raciun}”} söyle ve Merci-i Hakiki’ye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.”

 

 

​İzah ve Açıklama:

Bu metin, kader ve musibet karşısında müminin takınması gereken tavrı veciz bir şekilde ifade eder. Musibet, bir ceza değil, bazen bir uyarı, bazen de manevi bir yükseliş vesilesidir. 

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Biz şüphesiz Allah’tan geldik ve şüphesiz O’na döneceğiz) ayeti, insanın Allah’a aidiyetini ve nihai dönüş yerinin O’nun katı olduğunu hatırlatır. Musibet anında bu hakikati idrak etmek, insanı geçici dünya hadiseleri karşısında metin kılar.

​”Merci-i Hakiki” yani Gerçek Merci olan Allah’a dönmek, O’nun kudretine ve rahmetine sığınmaktır. Bu teslimiyet, kederlenmeyi, yani mükedder olmayı engeller. Çünkü metnin sonundaki derin hakikat, Allah’ın kulunu kulun kendini düşünmesinden daha ziyade düşündüğüdür. Bu, Allah’ın rahmetinin ve şefkatinin sonsuzluğunu gösteren, imanın en yüce teselli kaynağıdır. Musibetler, O’nun rahmet dairesinde bir terbiye, bir temizlik ve manevi bir yükseliş aracıdır.

 

​2. Günahın Kalpte Açtığı Yaralar

 

​İktibas:

​”İşlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar.

(Lem’alar 8.sh – Risale-i Nur)”

 

​İzah ve Açıklama:

Bu İktibas, günah ve şüphenin sadece harici bir hata değil, bilakis insanın manevi varlığı üzerinde derin ve kalıcı hasarlar bırakan dahili bir yara olduğunu vurgular. Günahlar, nefsi kirletirken, imanı zedeleyen şüpheler ise akıl ve kalbin berraklığını bozar. Bedeni kesen bir bıçağın madden acı vermesi gibi, günah ve şüphe de kalp ve ruh âleminde manevi acılar, sıkıntılar ve karanlıklar meydana getirir.

​İnsanın kalp ve ruhu, imanın, muhabbetin, huzurun ve hakikatlerin merkezidir. Bu merkezler yaralandığında, kişi kendini yalnız, huzursuz ve manen tükenmiş hisseder. Bu tespit, insanın yaptığı her eylemin ve düşündüğü her şüphenin, sadece dış dünyaya değil, en çok da kendi özüne etki ettiğini, bu yüzden manevi sağlığın korunmasının ne kadar hayati olduğunu ortaya koyar.

 

​3. Dünyayı Terk Etmenin İzzeti

 

​İktibas:

​”Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terkedecek olan dünyanın sefahetini bugün kemal-i izzet ve şerefle terkedersen pek aziz ve yüksek olursun.

Çünkü o seni terketmeden evvel sen onu terkedersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun.

Risale-i Nur Külliyatı’ndan”

 

​İzah ve Açıklama:

Bu parça, dünya ve ahiret dengesini, özellikle de dünyaya karşı takınılması gereken tavrı anlatır. Dünya hayatı ve onun cazip görünen geçici zevkleri (sefahet), bir vefa borcu olmaksızın, bir gün mutlaka sahibini zillet ve rezaletler içinde bırakarak terk edecektir; bu, ölüm gerçeğidir.

​Ancak metin, bu kaçınılmaz sona karşı bir strateji sunar: Dünyayı sen terket. Yani, nefsin geçici arzularını, günahlı eğlenceleri ve dünya sevgisini kalbinden çıkar. Bu iradeli terk ediş, kişiye kemal-i izzet ve şeref kazandırır. Dünya, seni muhtaç, yaşlanmış ve çaresiz bir halde bırakmadan önce sen ondan yüz çevirirsen, onun hayırlı (geçici, helal) yönünden istifade etmiş, şerli (haram, fani) yönünden ise kurtulmuş olursun. Bu, pasif bir terk ediş değil, aksine manevi bir üstünlük ve yüksek bir azizlik kazanma eylemidir.

 

​4. Yaratıcının Kapısında Aciz Bir Kul

 

​İktibas:

​”Ey bu yerlerin Hakîmi! Senin bahtına düştüm. Sana dahalet ediyorum ve Sana hizmetkarım ve Senin rızanı istiyorum ve Seni arıyorum.”

Risale-i Nur Külliyatından

 

​İzah ve Açıklama:

Bu ifade, insanın Yaratıcısı karşısındaki acziyetini ve teslimiyetini en içten şekilde dile getiren bir yakarıştır. Bütün yerlerin yegane sahibi ve hikmetle yöneteni olan Hakim-i Mutlak’a yöneliş vardır. “Senin bahtına düştüm,” ifadesi, acizliğini, kimsesizliğini ve tamamen O’nun himayesine sığınışını belirtir.

​Dahil olmak, O’nun kapısına sığınmak ve iltica etmektir. Bu yakarışın temelinde, sadece sığınma değil, aynı zamanda hizmetkar olma şuuru yatar. İnsanın yaratılış gayesi olan rızaya ulaşma arzusu, onu “Seni arıyorum” niyazına götürür. Bu, kulu maddi ve manevi tüm hedeflerinin merkezine Allah’ın rızasını koymaya sevk eden, hakiki kulluğun özünü yansıtan bir duadır.

 

​5. Haşri İnkar Edenin Körlüğü

 

​İktibas:

​”Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun! Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her senede bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mıdır? Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir. Bunu hiç düşünemiyorsun! Çünkü kafan boştur. Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce numuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin. Doktora git, kafanı tedavi ettir!”

Mesnevi-i Nuriye – Bediüzzaman Said Nursi

 

​İzah ve Açıklama:

Bu sert ancak uyarıcı metin, haşir (yeniden diriliş) ve neşr (yayılış) hakikatini inkâr edenlere yöneliktir ve Mesnevi-i Nuriye’nin keskin üslubunu yansıtır. Haşri inkâr eden, kendi vücudundaki değişim mucizesini göremeyen kişidir. 

Metin, insanın bedeninin, hücrelerinin sürekli yenilenmesi ve bir kısmının ölüp yerine yenilerinin gelmesi hadisesini, küçük bir haşir ve neşir numunesi olarak sunar.

​Kendi vücudunu bile baştan aşağı yenilemeye Kadir olan bir Kudret, kâinatı baştan yaratmaya elbette kadirdir. Bu apaçık delilleri görememek, sadece akıl eksikliği (kafan boştur) değil, aynı zamanda manevi bir körlüktür. Bu körlük, mantık ve delil dinlemediği için, müellif ironik bir dille “Doktora git, kafanı tedavi ettir!” diyerek, bu inkarın ne kadar büyük bir zihin hastalığı olduğunu çarpıcı bir şekilde ifade eder.

 

​Makale Özeti

 

​Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan beş ayrı İktibası inceleyerek, imanın temel prensiplerini ve mümince bir duruşu açıklamaktadır. 

İlk olarak, kader ve musibet karşısında Allah’a teslimiyetin (Merci-i Hakiki’ye dönüş ve “İnna lillah” demenin) en büyük teselli ve manevi yükseliş vesilesi olduğu anlatılmıştır. 

İkinci olarak, işlenen günahlar ve kalbe düşen şüphelerin manevi varlıkta derin yaralar açtığı ve ruh sağlığını tehdit ettiği vurgulanmıştır. 

Üçüncü kısım, ölümle kişiyi terk edecek olan dünyanın geçici zevklerini (sefaheti), izzet ve şerefle terk etmenin, yani kalben ondan yüz çevirmenin insana manevi bir yükseklik kazandıracağını ifade eder. Dördüncü İktibas, kulun Hakim-i Mutlak olan Allah’a acziyetle sığınıp, O’nun rızasını arayan bir hizmetkar olma şuurunu yansıtan içten bir duadır. 

Son olarak, haşir ve neşri inkâr edenlere, kendi vücutlarındaki sürekli yenilenme mucizesinin (küçük haşir numunesinin) kâinat çapındaki büyük dirilişe en büyük delil olduğu, bu gerçeği görememenin ise manevi bir akıl hastalığı olduğu çarpıcı bir şekilde izah edilmiştir. 

Tüm bu İktibaslar, iman, teslimiyet, kulluk ve ahiret inancı ekseninde birleşerek, insanın dünya hayatını anlamlandırmasına ve ebedi kurtuluşa yönelmesine rehberlik eder.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




“Meta Nasrullah?” – Yardım Ne Zaman Gelecek?

“Meta Nasrullah?” – Yardım Ne Zaman Gelecek?

Tarihin derinliklerinden bugüne kadar ümmetin gönlünde yankılanan bir nida vardır:
“Meta nasrullah?”
Yani, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?”
Bu soru, sadece bir sual değil, aynı zamanda bir yakarış, bir çığlık, bir feryat ve bir umut kapısıdır.

Tarih Boyunca Bir Çığlık

Müslümanların tarihi, zaferlerle olduğu kadar, zulümler ve musibetlerle de örülüdür. Bedir’de birkaç yüz iman eri müşrik ordusunun önünde dururken, onların dilinde de aynı nida vardı:
“Meta nasrullah?”
Uhud’un kanlı meydanında, Hendek’in çetin günlerinde, Moğol istilası sırasında, Haçlıların Kudüs’ü kan gölüne çevirdiği zamanlarda da aynı sual yankılandı.
Ve Allah her defasında vaadini gerçekleştirdi:
“Kesinlikle Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)

Bugünün Yarasına Dokunan Sual

Bugün de ümmet perişan…
Gazze’nin çocukları enkaz altında nefes arıyor.
Doğu Türkistan’da zulmün kara gölgesi esir ediyor.
Arakan’da, Keşmir’de, Afrika’nın nice köşesinde mazlumun gözyaşı gökyüzüne yükseliyor.
Ümmet parçalanmış, dağılmış, güçsüz ve dağınık…
Düşmanlar birleşmiş, zulümde tek yürek olmuş.
Ve mü’minlerin dilinde yine aynı feryat var:
“Meta nasrullah?”

Hikmetin
Penceresinden

Allah Teâlâ buyuruyor:
“Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutmaz. Herkesin yaptığı iyilik kendi yararına, işlediği günahlar da kendi zararınadır. O mü’minler, niyazlarına şöyle devam etiler: “Rabbimiz! Unutur veya hata edersek bizi cezalandırma! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme! Rabbimiz! Kaldıramayacağımız şeyleri de bize yükleme! Günahlarımızı affet, bizi bağışla, bize merhamet et! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın. Kâfirler gürûhuna karşı bize yardım eyle!”” (Bakara, 287)
Bu ayet, ümmete hem dua öğretir hem de yol gösterir.
Zira Allah’ın yardımı, hiçbir zaman sebepsiz inmemiştir. Bedir’de yardım, ancak sabırla, teslimiyetle ve birlikle geldi. Uhud’da ise zaaf, dağınıklık ve dünya sevgisi sebebiyle zafer nasip edilmedi.
Demek ki, yardımın vakti sabır, birlik, ihlas ve fedakârlık ile olgunlaşır.

Edebi Bir Çığlık

“Meta nasrullah?”
Bu, aslında sadece bir soru değil; aynı zamanda kulun kendi nefsine sorduğu bir muhasebedir.
Yardım gecikiyor olabilir; çünkü biz hazır değiliz.
Yardım gecikiyor olabilir; çünkü biz imtihanın içinde pişiriliyoruz.
Yardım gecikiyor olabilir; çünkü Allah’ın takdirinde daha büyük bir hayır vardır.
Ama şunu biliyoruz:
Allah zalimleri sevmez.
Allah mazlumun yanındadır.
Ve Allah’ın yardımı, güneşin doğması kadar kesin ve yakındır.

Son Söz

Ey ümmet!
Zayıflığını, çaresizliğini, günahını itiraf et, ama umudunu asla yitirme.
Zira tarihin her döneminde bu soru soruldu: “Meta nasrullah?”
Ve her defasında cevap geldi:
“İnna nasrallahi qarîb – Şüphesiz Allah’ın yardımı yakındır.”
O halde bizlere düşen: sabır, dua, ihlas, birlik ve gayretle o yardıma layık olmaktır.
Zira yardımın vakti, bizim hazır oluşumuzun vaktidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Haydutluğun Son Perdesi: Sumud’un Yolculuğu ve Tarihin Şahitliği

Haydutluğun Son Perdesi: Sumud’un Yolculuğu ve Tarihin Şahitliği

Tarih, mazlumların gözyaşıyla yazılmıştır. Bir yanda çaresizlerin duası göğe yükselir, diğer yanda zalimlerin zulmü toprağı kanla boyar. Bugün Gazze’de yaşanan, aslında tarihin hep yeniden okunmuş bir sayfasıdır.
Küresel Sumud Filosu işte böyle bir sayfaya yazıldı. Ellerinde silah değil, kalem, ekmek, ilaç ve umut taşıdılar. Ama karşılarında yine aynı yüz vardı: Haydutluğun devletleşmiş hali, insanlık kisvesi giymiş barbarlık… İsrail.

Dağdan Gelen Eşkıya

Bir Anadolu deyimi vardır: “Dağdan gelen eşkıya, bağdakini kovar.”
İşte bu eşkıya, tarihin başından beri hırsızlıkla, gaspla, işgalle beslenmiştir. Toprak gasp ettiler, insan gasp ettiler, şimdi de denizde umudu gasp etmeye kalktılar. Ama unutuyorlar: gasp eden asla kalıcı olamaz.
Çünkü tarih, mazlumların duasıyla zalimleri toprağa gömmüştür.

Duyuların Yıkılışı

Onların hesabı, Gazze’ye ilaç ve ekmek taşıyan gemileri durdurmaktı. Ama Allah’ın hesabı, zihinlerdeki zincirleri kırmaktı.
“Abluka kırılamaz” diyorlardı.
Ama Sumud’un kararlı yolcuları gösterdi ki; aslında kırılan sadece denizdeki abluka değil, aynı zamanda dünyaya örülen korku duvarıdır.
Bugün Avrupa’da öğrenciler boykot çağrısı yapıyor, Latin Amerika meydanlarında binler “Filistin yalnız değil” diye haykırıyor. Hatta büyük sermaye bile (Hollanda emeklilik fonu gibi) İsrail’in suç ortaklığından elini çekiyor.
Bu, aslında küresel vicdanın uyanışıdır.

Umut Yolcuları

Aşdod’a götürülen aktivistler, işkence merkezlerine sürüklenen gönüllüler, zincirlerle değil onurlarıyla tarihe yazıldılar. Onların bu yolculuğu, sadece bir yardım yolculuğu değil; insanlığın yüzüne vurulmuş bir tokattır.
Gazze sahilinde “Mikeno”yu gören çocukların gözyaşı, belki de bu çağın en şerefli nişanıdır. Çünkü o gözyaşında hem acı hem de umut vardı.

Hikmetin Son Sözü

Bugün dünyaya haykırıyoruz:
Zalimler, tanklarla, uçaklarla, işkencelerle ayakta duruyor.
Mazlumlar ise sabırla, dua ile ve umutla…
Ve tarih hep göstermiştir ki:
Mazlumun duası, zalimin tankından güçlüdür.
Küresel Sumud Filosu işte bu hakikati bir kez daha ispatladı.
Ve insanlığa şu soruyu bıraktı:
“Haydut İsrail mi, yoksa umut yolcuları mı tarihe kalacak?”
Cevap belli: Tarih, haydutları değil; umut yolcularını yazacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve İmtihanın Yansımaları

Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve İmtihanın Yansımaları

İnsanlık tarihi, ilâhî kudretin ve hikmetin tecellileriyle doludur. Rabbimiz, mutlak izzet ve azametiyle her şeyi doğrudan yapmaya kadirdir. Fakat imtihan sırrı, kulların gayreti, vicdanların harekete geçmesi ve duyguların uyanması için sebepleri vesile kılmıştır. Zira bu dünya, hikmet dünyasıdır. Sebepsiz yaratmaya muktedir olan Allah, hikmeti gereği her nimeti bir vasıta ile verir: Sütü hayvanlara, meyveyi ağaca, ekini toprağa, suyu buluta bağlar.
Bu hakikati Kur’ân şu şekilde bildirir:
“Allah, gökten su indirir de onunla ölümünden, kuruyup katılaştıktan sonra yeryüzünü diriltir. Elbette bunda gerçeğe kulak verecek bir toplum için açık bir işaret ve mühim bir ders vardır.” (Nahl, 16/65)

Tarihî Misaller ve İlâhî İkazlar

İlâhî sünnetin en çarpıcı örnekleri, peygamberlerin kavimleriyle olan mücadelesinde görülür.

• Nûh Peygamber (a.s.) kavminin helâkini istemiş, Allah ona gemi yapmasını emretmiştir. Kudretiyle doğrudan da helak edebilirdi; fakat insanlara bir ibret ve tarihe bir ders olarak tufanı gemi vesilesiyle gerçekleştirmiştir.
“Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift ile, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.” (Mü’minûn, 23/27)

• Mûsâ Peygamber (a.s.) asasını denize vurmuş, Allah’ın kudretiyle deniz ikiye yarılmıştır. Burada asanın maddî bir gücü yoktur; fakat Allah hikmetiyle onu bir vesile kılmıştır.
“Bunun üzerine Musa’ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.” (Şuarâ, 26/63)

• Salih Peygamber (a.s.) kavmine mucize olarak kayanın içinden deve çıkarılmıştır. Fakat kavim bu mucizeyi inkar ederek deveyi öldürdü ve helâk oldular.
“Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.” (İsrâ, 17/59)

• Lût Peygamber (a.s.)’ın kavmi, tarihte görülmemiş bir ahlaksızlığa sapmış, taş yağmuruyla helâk edilmişti.
“Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”(Zâriyât, 51/32-34)

• Şuayb Peygamber (a.s.)’ın kavmi, ölçü ve tartıda hile yaptıkları için azaba uğratılmıştı.
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (A’râf, 7/85)

• Ebrehe’nin ordusu, Kâbe’yi yıkmaya geldiğinde, ebabil kuşları vesilesiyle helâk edildi.
“Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.” (Fîl, 105/3-5)
Bu misaller, Allah’ın kudretinin mutlak olduğunu, ancak sebepler ve vesileler üzerinden hikmetini tecelli ettirdiğini gösterir.

Sebepler Dünyası ve İlâhî İmtihan

Kur’ân, sebeplerin hakikî tesir sahibi olmadığını, yalnızca bir perde olduğunu bildirir:
“Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı.” (Enfâl, 8/17)
Bu ayet, insan fiillerinin ve araçların ancak birer perde olduğunu, hakiki failin ise Allah olduğunu hatırlatır.
İnsanın görevi, dua, gayret ve tevekkülle sebebe sarılmaktır. Çünkü hikmet düzeninde Allah’ın yardımı, kulun azmiyle birleştiğinde tecelli eder. Bu yüzden Kur’ân müminlere şöyle seslenir:
“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/200)

Sosyal ve Ahlakî Boyut

Toplumların dirilişi de sebeplerle gerçekleşir. Vicdanlar ayağa kalkmadıkça, duygular uyanmadıkça, zalimlerin zulmü karşısında mazlumların feryadı dinmeyecektir. Bu yüzden Kur’ân, bireylerin değişimini toplumsal değişimin anahtarı kılar:
“Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)
Bu ayet, ilâhî yardımın gelişini insanların iradesine, gayretine ve vicdanî uyanışına bağlar. Yani dua tek başına değil; sabır, azim ve gayretle birleştiğinde netice verir.

Sonuç ve Hikmet

Allah dilerse bir anda yapar, yoktan var eder, varı yok eder. Fakat hikmet dünyasında imtihan gereği sebepleri perdedar kılar. Bu sebepler hem insanın sorumluluğunu artırır, hem de ilâhî adaletin tecellisini gösterir.
Kur’ân’ın haber verdiği helâk kıssaları, bize sebepler dünyasında Allah’ın sünnetini öğretir: Zulüm, ahlaksızlık, hile ve inkâr, her zaman ilâhî adaletin tokadına uğramıştır. Bu ilâhî sünnet, geçmişte olduğu gibi bugün de değişmez.
“Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fâtır, 35/43)

Özet

• Allah mutlak kudretiyle her şeyi sebepsiz de yapabilir; fakat hikmeti gereği sebepleri vesile kılar.
• Tarihte peygamberler ve kavimleri üzerinden bu hakikat defalarca tecelli etmiştir: Nûh’un gemisi, Mûsâ’nın asası, Lût’un kavminin taş yağmuru, Şuayb’ın kavminin tartı hilesi, Ebrehe’nin ordusunun ebabil kuşlarıyla helâki…
• Sebepler, imtihan sırrı ve insanın gayretini açığa çıkarmak için vardır.
• İlâhî yardım, ancak dua, sabır, azim ve gayretle birleştiğinde gelir.
• Sosyal ve ahlakî yozlaşma, helâki davet eder; adalet, ihlas ve gayret ise ilâhî yardımı celbeder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve Günümüz İslam Dünyası

Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve Günümüz İslam Dünyası

Geçmiş kavimlerin kıssaları yalnızca birer tarih sahnesi değildir. Kur’ân, bu kıssaları “ibret” için anlatır:
“Andolsun, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. Bu Kur’ân uydurulabilecek bir söz değildir. Aksine, kendinden öncekileri tasdik edici, her şeyi açıklayıcı ve iman eden topluluk için bir rehber ve rahmettir.” (Yûsuf, 12/111)
Bugün İslam dünyasının yaşadığı parçalanmışlık, zulüm, işgal ve perişanlık; tıpkı önceki kavimlerin zulüm, hile, nankörlük ve inkâr sebebiyle uğradıkları azapları hatırlatıyor.

Günümüzün Firavunları ve Ebreheleri

• Gazze’de mazlumların üzerine yağan bombalar, tarihte Lût kavminin taş yağmurunu hatırlatmaktadır.
• Doğu Türkistan’da inançlarından ötürü zindanlara atılan Müslümanlar, Mûsâ’nın kavminin Firavun’un zulmü altındaki hâlini yansıtmaktadır.

• Kudüs ve Mescid-i Aksâ’ya uzanan eller, Ebrehe’nin Beytullah’a saldıran ordusunu hatırlatmaktadır.
Allah’ın sünneti değişmez: Zulümle ayakta duran hiçbir güç, ebedî varlık bulamamıştır. Firavun’un denizde boğuluşu, Nemrud’un sinekle helâk edilişi, Ebrehe’nin ordusunun kuşlarla yok edilmesi bunun apaçık delilidir.

Sebepler ve Müslümanların Vazifesi

Ancak Allah’ın yardımının tecellisi için şartlar vardır. Müslümanların gafletten silkelenmesi, birlik olması, gayret göstermesi ve adaletle ayağa kalkması gerekir. Kur’ân bu hakikati şöyle bildirir:
“Allah, siz kendi içinizdekini değiştirmedikçe, bulunduğunuz hâli değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)
Demek ki zulmün ortadan kalkması için yalnızca dua yetmez. Dua, gayret ve sebebe sarılma ile birleşmelidir.
• İlmiyle, ahlakıyla, siyasetiyle, medeniyetiyle bir diriliş…
• Kendi kaynaklarına dönerek, hikmetle ve adaletle yeniden ayağa kalkma…
• Parçalanmışlığı aşarak ümmet bilinciyle birlik olma…
İşte o vakit Allah’ın yardımı gecikmez. Çünkü Kur’ân buyurur:
“Eğer siz Allah’a (dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 47/7)

Düşündürücü Bir Gerçek

Bugün Müslümanların en büyük zaafı, sebeplere sarılmada tembellik ve gayret eksikliğidir. İlâhî yardım, sadece dilde değil; ilimde, ahlakta, siyasette, ekonomide ve toplum düzeninde ciddi bir dirilişi şart koşar. Çünkü Allah, sebepler dünyasında hikmeti gereği gayreti olmayanın yardımına koşmaz.

Sonuç ve İbret

• Geçmiş kavimlerin helâki, bugün yaşayanlara bir uyarıdır.
• Zalimlerin güçleri ne kadar büyük görünürse görünsün, Allah’ın adaleti mutlaka tecelli eder.
• Müslümanlar dua ile birlikte gayret, sabır ve birlik içinde olursa, Allah’ın yardımı gecikmeyecektir.
• İlâhî sünnet birdir: “Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fâtır, 35/43)

Özet (Günümüz Boyutu ile)

• Tarihte kavimlerin helâkine sebep olan zulüm, hile, ahlaksızlık ve nankörlük, bugün de zalimlerin sonunu hazırlayacaktır.
• Gazze, Doğu Türkistan ve İslam coğrafyasındaki mazlumiyet, tarihteki ibretlerle birebir örtüşmektedir.
• Müslümanlar yalnızca dua değil, ilim, ahlak, siyaset, birlik ve gayretle sebeplere sarılmalıdır.
• İlâhî yardım, ancak gayretle birleşen dua ve vicdanî uyanışla tecelli edecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




ALLAH’IN DİLEMESİ ASIL VE ESASTIR

ALLAH’IN DİLEMESİ ASIL VE ESASTIR

Cevşenü’l Kebir – Bir Bölümün İzahı
Giriş ve Çıkış Kısımları

Ana Dualar (Münâcât)
Bu bölümde, ( 82 ) Allah’ın (c.c.) iradesinin ve kudretinin sonsuzluğunu vurgulayan on farklı cümle yer almaktadır.
| Arapça Aslı | Türkçe Okunuşu | Türkçe Anlamı ve İzahı |
|—|—|—|
| يَا مَنْ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ | Yâ men yahluku mâ yeşâ’ | Ey dilediğini yaratan! (Allah’ın mutlak Yaratıcı (Hâlık) olduğunu, var etme eyleminin sadece O’nun iradesine bağlı olduğunu ifade eder.) |
| يَا مَنْ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ | Yâ men yef’alu mâ yeşâ’ | Ey dilediğini yapan! (Allah’ın mutlak kudret sahibi olduğunu, yaptığı her şeyin hikmetli ve O’nun sonsuz iradesi dâhilinde olduğunu vurgular.) |
| يَا مَنْ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yehdî men yeşâ’ | Ey dilediğini doğru yola ileten!
(Hidayetin (doğru yolun) sadece Allah’ın lütfuyla mümkün olduğunu, kimin bu lütfa mazhar olacağına O’nun karar verdiğini belirtir.) |
| يَا مَنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yudıllu men yeşâ’ | Ey dilediğini sapıklıkta bırakan! (Sapıklığın ve şaşkınlığın da O’nun izniyle olduğunu, ancak bunun, kulun kendi cüz’i iradesini kötüye kullanması sonucu gerçekleştiğini ifade eder.) |
| يَا مَنْ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ | Yâ men yağfiru li men yeşâ’ | Ey dilediğini bağışlayan!
(Allah’ın Gafûr (çok bağışlayan) olduğunu, merhametiyle dilediği kulunun günahlarını affedebileceğini belirtir.) |
| يَا مَنْ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yuazzibu men yeşâ’ | Ey dilediğine azap eden!
(Allah’ın intikamının ve adaletinin de mutlak olduğunu, azabın da O’nun iradesinde olduğunu hatırlatır.) |
| يَا مَنْ يَتُوبُ عَلٰى مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yetûbu alâ men yeşâ’ | Ey dilediğinin tövbesini kabul eden!
(Allah’ın Tevvâb (tövbeleri kabul eden) olduğunu, kullarına af kapısını açanın O olduğunu gösterir.) |
| يَا مَنْ يُصَوِّرُ فِى الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ | Yâ men yusavviru fî’l-erhâmi keyfe yeşâ’ |
Ey rahimlerde dilediği gibi suret veren! (Allah’ın Musavvir (şekil ve suret veren) olduğunu, insanı ve diğer canlıları anne rahminde en mükemmel şekilde yaratan olduğunu vurgular.) |
| يَا مَنْ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاءُ | Yâ men yezîdu fî’l-halkı mâ yeşâ’ | Ey yarattıklarında dilediği fazlalığı veren!
(Allah’ın yaratılışa ek özellikler, güzellikler veya zenginlikler katma kudretine sahip olduğunu belirtir.) |
| يَا مَنْ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yahtassu bi-rahmetihî men yeşâ’ | Ey rahmetiyle dilediğini özel kılan!
(Allah’ın Rahmetinin sonsuz olduğunu ve kullarından dilediğini, özel bir lütuf ve ihsanla diğerlerinden üstün tutabileceğini
ifade eder.) |

Arapça Aslı:
{سُبْحَانَكَ يَا لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ الْأَمَانُ الْأَمَانُ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ}
Türkçe Okunuşu:
Subhâneke Yâ Lâ ilâhe illâ entel-emânül-emânü neccinâ mine’n-nâr.
Türkçe Anlamı:
“Seni her noksandan tenzih ederim. Ey kendisinden başka ilah olmayan! Eman ver, eman ver! Bizi cehennem ateşinden kurtar!”
* İzah: Bu ifade, duanın her bölümünün başında ve sonunda tekrarlanır. Allah’ın kutsallığını ilan edip, O’na sığınarak ateşten korunma dileğini kuvvetli bir şekilde ifade eder.

Bu dualar, insanın acizliğini ve Allah’ın mutlak gücünü, iradesini, merhametini ve adaletini kabul edip, tüm işlerde O’na sığınmasını sağlamak için okunur.

******

“İnsan her ne kadar fail-i muhtar ise de meşiet-i İlahiye asıldır, kader hâkimdir. Meşiet-i İlahiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir, hükmünü icra eder. Kader söylese, iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.”

“Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz…” (İnsan, 76/30)

****

Kaderin Sükûtu ve İnsanın İradedeki Payı

İnsanın iradesi vardır. Bu inkâr edilemez. İnsan tercih eder, diler, adımlarını atar. Fakat bu iradenin arkasında, onu kuşatan daha büyük bir irade vardır: Meşîet-i İlahiye.
Kâinatın zerresinden galaksilere kadar her şeyi tedbir eden, en küçük hadisenin bile ipini tutan bu İlahi irade, insanın sınırlı tercihlerini çevreleyen bir deniz gibidir.
İnsan bazen kendini bütünüyle bağımsız bir varlık sanır. “Ben yaptım, ben seçtim, ben başardım” der. Oysa asıl hakikat şudur: İnsan her ne kadar fail-i muhtar (seçen, yapan) ise de, asıl olan Allah’ın dilemesidir. İnsanın dilediği, ancak Allah dilerse gerçekleşir. Tohumu toprağa insan eker; fakat onun filizlenip çıkması, rüzgârın, yağmurun, güneşin ona hizmet etmesi, tamamen İlahi takdirle olur.
Kur’an bu gerçeği açıkça bildirir:
“Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz.” (İnsan, 76/30)
Bu ayet, insanın iradesini reddetmez; fakat insanın iradesini kuşatan daha yüksek bir hakikati ilan eder: Mutlak fail Allah’tır.

Tarihî Bir İbret

Tarih boyunca nice kavimler, kendi güçlerine, sayılarına, teknolojilerine güvenerek meydan okudular. Nemrut’un ateşi büyüktü; mancınıklar devasa idi. Ama Allah dilemediği için o ateş yakmadı. Firavun’un orduları sayısızdı; deniz dalgalıydı. Ama Allah dilediği için deniz Musa’ya yol verdi, Firavun’a mezar oldu.
Tarihin bu ibretli tabloları bize şunu öğretir: İnsan diler, çabalar, plan kurar. Ama sonuç, Allah’ın takdirine bağlıdır. Kader söylerse, insanın kudreti susar.

Edebi Bir Hikmet

Hayat bazen ince bir ip gibidir; insan o ipin üzerinde yürür. Kimi zaman kudretine güvenip hızlı adımlar atar, kimi zaman korkuya kapılır. Oysa ipi tutan eller, insanın değil, Allah’ın kudretidir.
İnsan, kendi iradesini sonsuz sanırsa ipten düşer; kendi aczini idrak edip Allah’a yaslanırsa o ince ip, köprüye dönüşür ve cennete çıkar.

Düşündürücü Bir Vurgu

Kaderin mutlak hâkimiyeti, insanın gayretini yok saymaz. Çünkü insanın iradesi, sınavın özüdür. İmtihan için küçük bir tercih alanı bırakılmıştır. İnsan bu dar alanda iyiliği veya kötülüğü seçer. Sonucu ise Allah yaratır. Bir tohum gibi: Tohum senindir ama onu meyveye çeviren, toprağı, güneşi, yağmuru yaratan Allah’tır.
Demek ki insan, kendi küçücük iradesiyle sonsuz bir mesuliyet kazanır. Ama sonuç daima Allah’ın kudretiyle şekillenir.

Sonuç

İnsanın payı azdır, ama sorumluluğu büyüktür. Allah dilemedikçe yaprak kıpırdamaz; ama insanın kalbindeki niyet, dilindeki dua ve iradesindeki yöneliş, İlahi rahmetin kapılarını açabilir.
O yüzden akıllı insan, iradesini Allah’ın iradesiyle hizalar; kendi dilediğini değil, Allah’ın razı olduğu şeyi diler. İşte o zaman kul, kul olur; Allah da Rab olduğunu ilan eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Kur’an’ın Şakirdlerine Verdiği İnbisat

  1. Kur’an’ın Şakirdlerine Verdiği İnbisat

    ​İktibas:
    ​”Kur’an, kendi şakirdlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki; doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şakirdlerinin ellerine verir. “Evradlarınızı bununla okuyunuz.” der.”
    BEDÎÜZZAMAN – Lemalar – 119

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu ifade, Kur’an-ı Kerim’in müminlere (şakirdlere) kazandırdığı manevi derinliği ve yüksek ufku anlatır. İnbisat, genişleme; ulviyet ise yücelik anlamına gelir. Kur’an, müminin ruhunu öyle bir genişletir ve yüceltir ki, o kişi dar bir tesbih tanesi yerine, bütün kâinatı bir tesbih olarak görmeye başlar.
    • ​Doksan dokuz Esma-i İlahiye: Allah’ın (c.c.) 99 ismi.
    • ​Doksan dokuz âlemlerin zerratı: Bu isimlerin tecellileriyle yaratılan sayısız varlık ve âlemdeki en küçük parçacıklar (atomlar).
    ​Kur’an’ın talebesi, elindeki somut tesbihi bırakıp, Allah’ın isimlerinin kâinattaki yansımaları olan tüm varlıkları birer tesbih tanesi gibi anlar. Bu bakış açısı, zikri (evradları) sadece dilde değil, bütün varlıkta aramak ve okumak demektir. Artık kâinatın her bir zerresi, Yaratıcı’yı anlatan bir ayet, bir zikir tanesi haline gelmiştir. Bu, tefekkürle zikrin en yüksek mertebesidir.

    ​II. Kâinatın İhtişamından Yansıyan Cemal ve Kemal

    ​A. Kâinatın Ayna Oluşu

    ​İktibas:
    ​”Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.”
    BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 79

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu veciz söz, tevhid (Allah’ın birliği) inancının kâinat tefekkürüyle nasıl elde edildiğini açıklar.
    • ​Kâinat: Harikalar sergisi (meşher-i acaib) ve görkemli saray (saray-ı muhteşem) olarak nitelenir.
    • ​Bu sarayın kendi başına bir amaç olmadığı; ancak bir âyine (ayna) olduğu vurgulanır.
    • ​Ayna, kendi güzelliğini değil, başkasının cemalini (güzelliğini) ve kemalini (mükemmelliğini) gösterir.
    ​Dolayısıyla kâinattaki bütün düzen, sanat ve güzellik, Yaratıcı’nın sınırsız güzelliğini ve kusursuz mükemmelliğini yansıtmak için var edilmiş ve süslenmiştir. Fani olan bu saraya saplanıp kalmak, aklı çürük ve kalbi bozuk olanın işidir; basiret sahibi ise aynanın arkasındaki asıl güzelliğe intikal eder.

    ​B. Sema Yüzündeki Saltanat ve Sanat

    ​İktibas:
    ​”semavat yüzünde, öyle bir haşmet içinde parlamak ve bir ziynet içinde bir tebessüm var ki Sâni’-i Zülcelal’ın ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösterir.”
    Risale-i Nur – Sözler/664

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, bir önceki düşünceyi gökyüzü (semavat) ve yıldızlar üzerinden somutlaştırır. Gökyüzündeki muazzam düzen, parlaklık ve süs (ziynet), sadece maddi bir olay değil, Yüce Sanatkâr’ın (Sâni’-i Zülcelal) bir tecellisidir.
    • ​Haşmetle parlamak: Gezegenlerin ve yıldızların görkemli düzeni, Allah’ın muazzam saltanatını gösterir.
    • ​Ziynet içinde tebessüm: Gökyüzünün güzelliği, ahengi ve estetiği ise O’nun güzel sanatının bir yansımasıdır.
    ​Kâinatın bu ihtişamlı durumu, gören kalplere Yaratıcı’nın sınırsız kudretini ve eşsiz sanatını ilan eden edebi bir manzaradır.
    ​III. Kudretin Sonsuzluğu ve Haşir İnancı

    ​İktibas:
    ​”(Allah) Fâil muktedirdir. Kudrette noksan yoktur. A’zam (en büyük) ve asgar (en küçük) ona nisbeten birdirler. Evet bir Kadîr ki; âlem bütün güneşleri, yıldızları, avalimi (âlemleri), zerratı, cevahiri, gayr-ı mütenahi lisanlar ile azametine, kudretine şehadet eder. Hiçbir vehim ve vesvesenin hakkı var mıdır ki, haşr-i cismanîyi (bedenin tekrardan diriltilmesi) O kudretten istib’ad (uzak görme) etsin?”
    BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 34

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, kudret kavramının mutlaklığını ve ahiret (haşr-i cismani) inancının akli temelini ele alır.
    • ​Fâil Muktedir: İşleyen, yapan ve tam güç sahibi. Allah’ın kudreti sınırsızdır.
    • ​A’zam ve Asgar’ın Birlikteliği: Allah için en büyük (güneşler) ve en küçük (zerrat – atomlar) varlıkları yaratmakta bir fark yoktur. Kudret için zorluk/kolaylık yoktur.
    • ​Kâinatın Şehadeti: Bütün evren, güneşler, yıldızlar, atomlar (gayr-ı mütenahi lisanlar), Allah’ın sonsuz azametine ve kudretine şahitlik eder.
    ​Bu sonsuz kudretin varlığı sabit olduktan sonra, insan bedenini tekrar diriltmeyi (haşr-i cismani) imkânsız veya uzak görmek (istib’ad) gibi hiçbir vesvesenin ve şüphenin yeri kalmaz. Çünkü en büyüğü kolayca yaratan, en küçüğü de aynı kolaylıkla yaratabilir; dolayısıyla ölüyü diriltmek O’nun kudretine asla ağır gelmez.

    ​IV. Rızık ve Merhametin Sürekli Tezahürü

    ​A. Rızık Veren Mâlik-i Kerim

    ​İktibas:
    ​”Sen memlukiyet (kulluk) ve ubudiyet intisabıyla öyle bir Mâlik-i Kerim’e mensub ve iaşe defterinde mukayyedsin ki; her bahar ve yazda gaybdan ve hiçten umulmadığı yerden ve kuru bir topraktan kaldırır, indirir tarzında yüz defa zemin sofrasını ayrı ayrı yemekleriyle tezyin eder, serer. Güya zamanın seneleri ve her senenin günleri, birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kap ve bir Rezzak-ı Rahîm’in küllî ve cüz’î ihsanat mertebelerine birer meşherdirler. İşte sen böyle bir Ganiyy-i Mutlak’ın abdisin (kulusun).”
    BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 65

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, insanın kulluk vasfını ve Allah’ın Rezzak (rızık veren) isminin tecellilerini anlatır. İnsan, cömert bir Mâlik’e (sahibe) mensuptur ve O’nun iaşe defterinde (rızık listesinde) kayıtlıdır.
    • ​Her bahar ve yazda: Rızkın en büyük delili, kuru topraktan her yıl hiç beklenmedik bir şekilde yüzlerce çeşit yemeğin (bitki, meyve) yaratılması ve yeryüzü sofrasının (zemin) döşenmesidir.
    • ​Zaman ve Günler: Yıllar ve günler, Allah’ın (Rezzak-ı Rahîm) kullarına gönderdiği büyük ve küçük (küllî ve cüz’î) ikram ve nimetlerin sergilendiği birer alandır (meşherdirler).
    ​Bu muazzam rızık sistemi, insanın fakirliğini ve acizliğini itiraf etmesini ve O Mutlak Zengin’in (Ganiyy-i Mutlak) kulu (abdi) olduğunu anlamasını gerektirir.

    ​B. Zemin Sofrasındaki İkram ve Kerem

    ​İktibas:
    ​”Zemin sofrasında Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine, rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk u safasına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerimiyet-i Rabbâniyenin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini gör.”
    BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 78

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, yeryüzü sofrasının yalnızca doyurmakla kalmadığını, aynı zamanda estetik ve lezzetle donatıldığını vurgular. Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm, bütün varlıkları (misafirleri) için sınırsız yiyecekler (hadsiz taamlar) hazırlamıştır.
    • ​Koku, Renk, Tat: Yiyeceklerin sadece var olması değil, aynı zamanda güzel kokular, süslü renkler, hoş tatlar taşıması, basit bir ihtiyaç gidermenin ötesinde, Allah’ın İkram ve Kerem (cömertlik) sıfatlarının tecellisidir.
    • ​Zevk u Sefa Cihazları: Her canlının tat almasını ve zevk almasını sağlayan duyu organları (cihazlar).
    ​Bu lütufkâr sofra, Allah’ın sonsuz cömertliğinin (kerimiyet-i Rabbâniye) şirin cemalini ve tatlı güzelliğini gösterir. Varlık, kuru bir ihtiyaçlar zinciri değil, lezzetli bir sanattır.

    ​V. Mücadele ve Ahlak Prensipleri

    ​A. Zalime Karşı Tavır

    ​İktibas:
    ​”Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.”
    BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 564

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, ahlak, hikmet ve siyasi realiteye dair keskin bir uyarıdır. “Aç olan canavar,” nefsinin esiri olmuş, zalim ve hırslı bir gücü veya kişiliği temsil eder.
    • ​Bu tür bir güce muhabbet (tahabbüb) göstererek, yani pasif bir iyilikle yaklaşarak onu yumuşatmaya çalışmak bir hatadır.
    • ​Böyle bir yaklaşım, zalimin merhametini değil, aksine daha da ileri gitme iştihasını artırır.
    • ​Sonuç, o zalimin geri dönüp daha büyük bir bedel (tırnağın ve dişinin kirası) istemesidir.
    ​Bu, zalime karşı duruşun kararlı, tavizsiz ve onurlu olması gerektiğini, zayıflık veya naiflik göstermenin ancak daha büyük bir zulmü davet edeceğini anlatır.

    ​B. Ümit ve Nihai Adalet

    ​İktibas:
    ​”Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!”
    Abdurrahim Karakoç

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu mısralar, sabır ve ümit ruhunun destansı ifadesidir. Tarihi ve dini olaylara atıf yapar:
    • ​Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez: Mekke’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin ordusunun (Fil) küçük kuşlar (Ebabil) tarafından yenilgiye uğratılması. En büyük gücün bile ilahi kudret karşısında aciz kalması.
    • ​Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez: Zulmün zirvesindeki Firavun’un, kurtuluşun ve helakinin kaynağı olan Nil Nehri’nde boğulması. En zor şartlarda bile kurtuluşun beklenmesi.
    • ​Azrailden umut kesilmez: Zalimlerin dünyevi ömürlerinin uzamasıyla ümitsizliğe düşülmemesi. Çünkü kaçınılmaz bir son olan ölüm meleği (Azrail) mutlaka gelip, nihai adaletin başlangıcını sağlayacaktır.
    ​Bu, zulme karşı direnenlere moral ve manevi gücün asla tükenmeyeceğini hatırlatan, ibretli ve düşündürücü bir metindir.

    ​C. Kutsal Hakikat Uğruna Fedakârlık

    ​İktibas:
    ​”Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!”

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, iman ve fedakârlık ruhunu en keskin dille ifade eder.
    • ​Dinini dünyaya satanlar: Geçici dünya menfaatleri için ebedi değerlerden vazgeçen, mutlak inkâra (küfr-ü mutlaka) düşenlerdir. Onların bu hırslarının kendilerini tüketeceği hakikati yapılır.
    • ​Kutsî Hakikat: Özellikle Kudüs gibi mukaddes değerlerin temsil ettiği hakikat davası.
    ​Hak yolunda olanlar ise, bu kutsal dava için canlarını seve seve feda etmeye hazırdırlar. Bu, maddi güce karşı manevi iradenin ve teslimiyetin nihai ilanıdır.

    ​D. Birlikteliğin Yüksek Sorumluluğu

    ​İktibas:
    ​”Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip, yüzer âyât ve ehadîs-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
    (Lemalar, Risale-i Nur)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, bir cemaatin veya milletin beka prensibini ortaya koyar.
    • ​Dahili Münakaşatın Terki: Dış tehdit (haricî düşman) varken, içerideki küçük tartışmaların ve ayrılıkların derhal bırakılması, hayati bir zorunluluktur.
    • ​Vazife-i Uhreviye: Hak ehlinin düşüşten (sukut) ve aşağılanmaktan (zillet) kurtarılması, sadece siyasi değil, en mühim manevi görev olarak görülmelidir.
    • ​İttifakın Şiddeti: Kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün) gibi ilahi emirler, geçici dünya menfaati için birleşenlerden (ehl-i dünya) daha güçlü ve samimi bir birliktelikle uygulanmalıdır.
    ​Bu, hakikat yolcularının, ayrılığa düşmeden, bütün güçleriyle birbirine kenetlenmesinin, hayatta kalmanın ve zafere ulaşmanın temel şartı olduğunu vurgular.

    ​Makale: Hakkın Yolu, Kâinatın Dili ve Beka Mücadelesi
    ​Giriş: İman ve İdrakin Bütünlüğü

    ​İnsan, kâinatın en nazik ve en manalı misafiri olarak yaratılmıştır. Yaşam serüveni boyunca, O’na sunulan sayısız nimet ve O’ndan istenen en büyük görev; iman, idrak ve sebat üçgeninde şekillenir. Karşımızdaki hikmetli sözler, bu kadim yolculuğun rehberleridir. Bediüzzaman Said Nursi’nin tefekkür derinliği ile Abdurrahim Karakoç’un mücadeleci ruhu, birbirini tamamlayarak, müminin hem iç dünyasını hem de dış dünyadaki duruşunu inşa eden bir kutsal bütünlük manifestosu sunar.

    ​I. Kâinatın Dili: Kudret ve Kerem Şahitliği

    ​”Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören… bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.” İman, evvela bu idrakle başlar. Kâinat, rastgele oluşmuş bir yığın değil, aksine Sâni’-i Zülcelal’ın ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösteren bir harikalar sergisidir. Güneşlerin haşmeti, yıldızların tebessümü, kâinatın her zerresi (a’zam ve asgar) aynı Kadîr-i Mutlak’ın sonsuz kudretine delildir.
    ​Bu kudretin en büyük şahidi, yeryüzü sofrasında her baharda kurulan, gaybdan ve hiçten yüzlerce çeşit yemekle donatılmış zemin sofrasıdır. Her koku, her renk, her hoş tat, Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine sunduğu ikram ve cömertliğin bir nişanesidir. Bu kerem ve kudretin şahidi olan bir akıl, asla şüpheye düşmez; zira haşr-i cismanîyi (bedenin tekrardan diriltilmesi) O kudretten istib’ad (uzak görme) etmeye hiçbir vehmin ve vesvesenin hakkı yoktur.
    ​Kur’an’ın şakirdi ise bu idraki en yüksek mertebede yaşar. O’nun ruhu öyle bir inbisat ve ulviyet kazanır ki, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını birer tesbih tanesi gibi eline alır ve “Evradlarınızı bununla okuyunuz.” davetine icabet eder. Bu, kuru bir zikirden tefekkürle zikre, cüz’i ibadetten külli idrake geçiştir.

    ​II. Mutlak Rehberlik ve Mücadelenin Etiği

    ​Kâinatı doğru okuyan ve Allah’ın kudretine teslim olan insan, hayatın mücadelesinde de doğru bir tavır sergilemekle yükümlüdür. Bu yolun yegâne rehberi ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. O, Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. İnsanlığın kurtuluşu, ancak O’nun caddesi haricinde gitmemekle ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.
    ​Ancak bu ulvi yolda zalimlerle karşılaşmak kaçınılmazdır. Bu karşılaşmada takınılacak tavır, acziyetten uzak, onurlu bir duruş olmalıdır. Zira hikmet bize fısıldar: “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar.” Tarih, zulme karşı pasif ve naif duruşların, zulmün iştihasını artırdığını ve sonunda zalimin geri dönüp kat be kat bedel (tırnağın ve dişinin kirasını) talep ettiğini göstermiştir.
    ​Bu nedenle, “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar!” karşısında net bir irade gerekir. Kutsal Hakikat, can dâhil her şeyden üstündür. “Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!” demenin onuru, dünyevi menfaat uğruna dinini satmanın sefaletinden fersah fersah ileridedir.

    ​III. Ümit, Sabır ve Kardeşlik: Bekanın Sırrı

    ​Mücadele ne kadar zorlu olursa olsun, ümitsizlik inananın sözlüğünde yer almaz. Abdurrahim Karakoç’un mısraları, tarihin en ibretli dersidir: “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez.” Görünürdeki devasa güce rağmen, Ebabil ve Nil mucizeleri, İlahi Kudretin en zayıf noktadan bile tecelli edebileceğini ispatlar. Zalimlerin uzun ömür sürmesi de bir imtihandır; “Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!” Nihai adalet, er ya da geç, kaçınılmaz bir şekilde tecelli edecektir.
    ​Ancak bu büyük mücadeleyi kazanmanın ve bu ümidi muhafaza etmenin yegâne teminatı birliktir. En hayati emir şudur: “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek… yüzer âyât ve ehadîs-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla… ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
    ​Hak ehlinin sukuttan ve zilletten kurtarılması, en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye olarak kabul edilmelidir. Zira iç çekişme, dış düşmandan daha yıkıcıdır. Ehl-i dünya bile kendi menfaatleri için birleşirken, kutsal bir hakikatin yolcularının, uhuvvet (kardeşlik), muhabbet (sevgi) ve teavün (yardımlaşma) ile, onlardan daha şiddetli bir surette birbirlerine kenetlenmeleri bir inanç ve beka meselesidir.

    ​Sonuç: İmanın İkiz Direkleri

    ​Bu altı hikmetli metin, mümin şahsiyetin iki temel direğini ortaya koyar: Tevhidin Külli İdrakine Ulaşmak ve Mücadelenin Ahlakını Kuşanmak.
    Kâinatı bir tesbih tanesi gibi okuyan, kudretin sonsuzluğuna teslim olan ve rızkın sahibi Kerim-i Mutlak’a güvenen bir kalp; dışarıdaki zulme karşı asla ye’se düşmez, zalime karşı onurunu korur ve en önemlisi, kardeşleriyle birleşerek davasını ayakta tutar. Bütünlük, imanın ve hayatın hem sanatı hem de zorunlu kuralıdır.

    ​Makale Özeti

    ​Sunulan metinler, tevhid, tefekkür, mücadele ve birlik konularını bütüncül bir yaklaşımla ele almaktadır.
    ​Temel Düşünceler:
    • ​Tefekkür ve İdrak: Kâinat (güneş, yıldızlar, yeryüzü sofrası) bir “meşher-i acaib” ve “âyine” olup, Allah’ın (c.c.) sonsuz kudretini, cemalini ve keremini gösterir. Kur’an’ın rehberliğiyle mümin, tüm kâinatı bir tesbih olarak anlayarak en yüce zikri gerçekleştirir. Allah’ın kudreti için “a’zam ve asgar” birdir; bu kudret, haşr-i cismanînin (yeniden diriliş) en büyük teminatıdır.
    • ​Rehberlik ve Duruş: İnsanlığın yegâne rehberi ve kurtuluş yolu, Hâtemü’l-Enbiya olan Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) caddesidir.
    • ​Zulme Karşı Ahlak: Zalim güce (aç canavar) gösterilen merhamet, onun iştihasını artırır; bu yüzden tavizsiz ve kararlı bir duruş esastır. Kutsal hakikatler uğruna (Kudüs davası gibi) can feda etme iradesi, dinini dünyaya satanların sefaletine karşı en şerefli cevaptır.
    • ​Ümit ve Adalet: Zalimlerin geçici azgınlığı karşısında ümitsizliğe düşmek küfürdür. Ebabil ve Nil örnekleriyle gösterildiği gibi, Azrail mutlak adaletin en kesin sonudur.
    • ​Birlik (İttifak): Haricî düşmanın hücumunda iç çekişmeleri (dahilî münakaşat) terk etmek, ehl-i hakkı zilletten kurtarmak için en mühim vazife-i uhreviyedir. Beka, uhuvvet, muhabbet ve teavün ile, dünya ehlinden daha güçlü bir birlikteliğin tesis edilmesine bağlıdır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




TESBİTLER

 

TESBİTLER

 

  1. Risale-i Nur Külliyatından (Mektubat – 452)
    İktibas:
    > “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.”
    > (Risale-i Nur Külliyatından – Mektubat – 452)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, İslam inancının temel direklerinden biri olan Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) evrensel ve mutlak konumunu ifade eder. “Hâtemü’l-Enbiya” tabiri, Peygamberlerin Mührü veya Son Peygamber anlamına gelir. Bu, O’nunla birlikte peygamberlik müessesesinin sona erdiğini ve getirdiği mesajın kıyamete kadar geçerli olduğunu belirtir.
    “Umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir” ifadesi, O’nun mesajının sadece belli bir topluluğa, döneme veya coğrafyaya değil, tüm insanlık (nev-i beşer) adına Allah’ın (c.c.) hitabına mazhar olduğunu, yani evrensel bir elçi olduğunu vurgular.
    Sonuç olarak, bütün insanlığın kurtuluş ve doğru yolunun ancak O’nun caddesi (yolu) üzerinden geçebileceği, O’nun gösterdiği ilkeler ve rehberlik (bayrağı) altında toplanmanın ise bir tercih değil, bir zorunluluk (zarurîdir) olduğu hikmetli bir dille belirtilmiştir. Bu, Allah’a ulaşmanın tek ve güvenilir yolunun Son Peygamber’in getirdiği şeriat ve sünnet olduğunu kesin bir dille ifade eder.
    2. Abdurrahim Karakoç
    İktibas:
    > “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!”
    > (Abdurrahim Karakoç)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Şair Abdurrahim Karakoç’un bu mısraları, ezilenlerin ve mazlumların ümitsizliğe düşmemesi için derin bir teselli ve direniş ruhu aşılar. Metin, tarihî ve dinî referanslarla doludur:
    * Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez: Bu kısım, Ebrehe’nin Filler Olayı’na atıf yapar. Güçlü ordu (Fil) ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın gönderdiği küçük kuşlar (Ebabil) bile zalim bir gücü yenmeye kâdirdir. Bu, fiziki güçten ziyade ilahi yardımın üstünlüğünü simgeler.
    * Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez: Firavun’un zulmü ve kudreti ne kadar artarsa artsın, onun sonu ve mucizelerle dolu kurtuluşun kaynağı yine Nil Nehri olmuştur. Zulmün doruk noktası aynı zamanda kurtuluşun başlangıcı demektir.
    * Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!: Burası ana mesajı ihtiva eder. Zalimlerin dünyevi hayatlarının uzun sürmesi, insanı ümitsizliğe (ye’se) düşürmemelidir. Çünkü dünyevi adalet gecikse bile, ölüm meleği (Azrail) eninde sonunda her canlının yanına varacak, ve bu, zalimler için dünyevi hayatın sonu ve ilahi adaletin başlangıcı olacaktır. Mutlak ve kaçınılmaz son, adaletin tecelli edeceğinin en büyük teminatıdır.

    3. Kudüs Temalı
    İktibas:
    > “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!”
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, son derece keskin ve mücadeleci bir ifadedir. Metin, iki zıt grubu karşı karşıya koyar:
    * Dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar: Bunlar, geçici dünya menfaatleri için inançlarından, değerlerinden ve kutsallarından vazgeçen, manen iflas etmiş kimselerdir. “Küfr-ü mutlak” ise, şüphesiz ve tam bir inkâr hâlini ifade eder. Metin, bu kişileri pervasız eylemlerinden dolayı kınayarak, dünyevi hırslarının eninde sonunda kendilerini yok edeceğini (“Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek!”) kesin bir uyarı ile belirtir.
    * Kudsî hakikate başlarını feda edenler: Bu grup, canlarından bile değerli gördükleri bir kutsal hakikat (kudsî hakikat) uğruna her şeyi göze alanlardır. Kudüs’ün manevi değeri, uğruna yüz milyonlarca kahramanın canını feda ettiği bir ideal olarak yüceltilir. Metin, bu uğurda kendi canlarını da seve seve feda edeceklerini beyan ederek, hakikate bağlılık ve fedakârlık ruhunu en yüksek mertebede ifade eder. Bu, davaya olan mutlak bağlılığın ve kutsal değerleri savunma azminin bir manifestosudur.

    4. Bediüzzaman Said Nursi (Asar-ı Bediiyye – 564)
    İktibas:
    > “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.”
    > (BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 564)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu veciz ifade, Bediüzzaman Said Nursi’nin siyaset ve sosyal hayata dair keskin bir realitesini ortaya koyar. Aç olan canavar, nefsinin arzularına, hırslarına veya zalimane eğilimlerine tabi olmuş, merhametten nasipsiz bir gücü veya kişiliği temsil eder.
    Bu canavara karşı muhabbet beslemek (tahabbüb), yani iyi niyetle yaklaşmak, onu yumuşatmaya çalışmak veya yaranmaya kalkışmak, beklenen sonucu (merhameti) getirmez. Aksine, canavarın iştihasını (daha fazla zulmetme, ele geçirme hırsını) artırır. Zalime gösterilen iyi niyet ve zayıflık, onun cüretini artırır ve onu daha da azgınlaştırır.
    Metnin devamı, bu yanlış stratejinin kaçınılmaz acı sonucunu belirtir: Canavar daha sonra geri döner ve yaptığı kötülüklerin bedelini (mecazi olarak tırnağın ve dişinin kirasını) bizzat o iyi niyetli kimseden ister. Bu, zalime karşı gösterilen tavizin, eninde sonunda tavizi verene zarar vereceği, hatta bedel ödettireceği konusunda sert bir uyarıdır. Zalime verilecek en doğru tepkinin, zaaf göstermeyen bir duruş ve hakkaniyetli bir karşı koyuş olması gerektiği ima edilir.

    5. Bediüzzaman Said Nursi (Şualar – 79)
    İktibas:
    > “Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.”
    > (BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 79)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, tefekkür (derin düşünme) yoluyla Allah’ın varlığına ve birliğine (Tevhid) ulaşmanın bir yöntemini sunar. Kâinat (evren), burada iki metaforla tanımlanır:
    * Meşher-i Acaib: Hayret verici sanat eserlerinin sergilendiği yer, harikalar sergisi.
    * Saray-ı Muhteşem: Görkemli, büyük saray.
    Evrendeki bu muhteşem güzellikleri ve harikaları gören bir insanın, eğer “aklı çürük ve kalbi bozuk” değilse, kesinlikle şu sonuca (intikal edecek) varacağı belirtilir: Bu saray (kâinat) kendi başına amaç değildir. O, yalnızca bir âyinedir (ayna/gösterge).
    Bir ayna, kendi güzelliği için değil, başkasının cemalini (güzelliğini) ve kemalini (mükemmelliğini) yansıtmak için vardır. Dolayısıyla, kâinattaki bütün sanat, intizam ve güzellikler, bizzat Kâinatın Yaratıcısı’nın sonsuz güzelliğini, mükemmel sanatını ve üstün kudretini göstermek için yaratılmış, süslenmiş ve donatılmıştır. Bu, kâinatı yaratandan bağımsız bir varlık olarak görme düşüncesini reddeden, her güzelliğin ardında Mutlak Güzellik Sahibini arayan bir bakış açısıdır.

    6. Risale-i Nur (Lemalar)
    İktibas:
    > “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
    > (Lemalar, Risale-i Nur)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, özellikle zor zamanlarda Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin hayati önemine odaklanır. Metin, temel bir strateji ve görev tanımı sunar:
    * Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek: Dışarıdan bir düşman (fikri, siyasi veya askeri tehdit) varken, içerideki küçük ve tali tartışmaları, ayrılıkları bırakmak gerekir. İç çekişmeler, düşmana karşı en büyük zaafı oluşturur.
    * Ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmak: Hak yolunda olanları düşüşten (sukut) ve aşağılanmaktan/esaretten (zillet) kurtarmak, en önemli (en birinci ve en mühim) manevi görev (vazife-i uhreviye) olarak kabul edilmelidir.
    * Uhuvvet, muhabbet ve teavün: Bu görev, kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün) prensiplerini yaşayarak yerine getirilir. Bu ilkeler, yüzlerce ayet ve hadis ile kesin bir dille emredilmiştir.
    * Ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette ittifak: Müslümanlar, geçici dünya menfaatleri için birleşenlerden (ehl-i dünya) daha güçlü, daha samimi ve daha kararlı bir şekilde, kendi dindaşları ve meslektaşları (aynı davada olanlar) ile birleşmeli (ittifak etmeli) ve ayrılığa düşmemelidir (ihtilafa düşmeyiniz). Bu, İslam toplumunun gücünü korumasının ve ayakta kalmasının temel şartıdır.
    Makale: İman, Direniş ve Kardeşlik: Bir Kutsal Bütünlük Manifestosu
    Tarihin Aynasında Sonsuzluğun Çağrısı
    İnsanlık tarihi, daima bir yol arayışının, hakikat ve batılın, zulüm ve adaletin bitmek bilmeyen mücadelesinin sahnesi olmuştur. Bu kadim mücadelede, inancın ve ahlakın rehberliği hayati bir öneme sahiptir. Karşımızdaki altı hikmetli metin, bu mücadelede birer deniz feneri gibi yol göstermekte, imanî, ahlakî ve sosyal hayatın temel dinamiklerini, birbiriyle uyum ve bütünlük içinde ele almaktadır. Bu metinler, bir yandan insanın varoluş gayesini kâinatın ihtişamıyla açıklarken, diğer yandan zulme karşı takınılması gereken tavırdan, cemaat içi birlikteliğin zorunluluğuna kadar geniş bir yelpazede derinlikli bir yol haritası sunar.

    I. Mutlak Önderlik ve Evrensel Yol: Kâinatın Tek Caddesi

    “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.”
    Bu mübarek hakikat, kâinatın kuruluşundan kıyamete kadar sürecek olan İlahi planın merkezindeki şahsiyeti işaret eder. Hazreti Muhammed (s.a.v.), insanlığın tüm zamanlar ve mekânlar için tayin edilmiş son ve en mükemmel rehberidir. O’nun getirdiği “cadde” (yol), bir ihtimal değil, aksine kurtuluş için tek bir **”zaruret”**tir. Bu zaruret, insanın cüz’i aklının dağınık keşiflerinden çok, bizzat Kâinatın Sahibinin mutlak kudret ve ilmiyle çizdiği ana yoldur. İnsanlığın huzuru, saadeti ve medeniyetinin bekası, ancak bu bayrağın altında toplanmakla mümkündür; zira bu bayrak, sadece ahlakı değil, aynı zamanda siyasetten sosyal hayata kadar her alanda denge ve adaleti tesis etme garantisidir.

    II. Zalime Taviz, Azgınlığa Davettir: Realitenin Acı Dersi

    İkinci metin, manevi hayatın ve sosyal mücadelenin en önemli derslerinden birini, acı bir realiteyle gözler önüne serer. “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.” Bediüzzaman’ın bu uyarısı, naif iyiliğin ve stratejik zaafın ayrımını yapar. Canavarlaşmış nefislere, hırslı ve azgın güçlere karşı gösterilen merhamet kisveli teslimiyet, zulmü dizginlemek yerine onu teşvik eder, iştahını kabartır. Tarih, zalime boyun eğen milletlerin, sonunda o zalimin elinde en ağır bedelleri ödediğine dair ibret dolu örneklerle doludur. Bu, adaletin tesisinde aktif ve onurlu bir duruşun, pasif bir teslimiyetten çok daha hikmetli ve doğru bir yol olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.

    III. Zulmün Karşısında İlahî Umut ve Kaçınılmaz Adalet

    Ne var ki, zulüm ne kadar azgınlaşırsa azgınlaşsın, iman ehli ümitsizliğe kapılmamalıdır. “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!” Abdurrahim Karakoç’un bu dörtlüğü, tarihi referanslarla beslenmiş bir teselli ve direniş manifestosudur. İnsanlık, bazen Ebrehe’nin fil ordularının ezici gücü altında kalmış, bazen de Firavun’un sonsuz kudretine maruz kalmıştır. Ancak her seferinde, en beklenmedik anda, en mütevazı kaynaktan (Ebabil kuşu, Nil Nehri) İlahi Kudretin tecellisi gerçekleşmiştir. Bu, mü’mine bir sabır ve metanet dersidir: Dünya adaletinin yavaş işlediği anlarda bile, en kesin ve nihai adalet Azrail suretinde tecelli edecek, her zalim, er ya da geç, yaptıklarının hesabını vereceği o mutlak sona ulaşacaktır. Ümitsizlik, kâfirlerin sıfatıdır; mü’min ise nihai zaferin ve adaletin mutlak olduğuna iman eder.

    IV. Dinini Satana Lanet, Kutsala Can Feda

    Bu mücadele ruhu, kutsal değerler söz konusu olduğunda en yüksek fedakârlık seviyesine ulaşır. “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız… Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!” Bu sözler, özellikle Kudüs gibi mukaddes mekânlar ve manevi değerler etrafında verilen varoluş mücadelesinin özünü teşkil eder. Dinini, yani ebedi saadetini geçici dünya menfaatlerine satanlar, bu tavırlarıyla kendilerini bir felakete sürüklemektedirler. Onların tehditleri ve zulümleri, hakikate bağlı olanların gözünde bir değer taşımaz. Çünkü hakiki inanca sahip olanlar, uğruna milyonlarca kahramanın can verdiği kutsal bir hakikati, kendi canlarından dahi üstün tutarlar. Bu, yalnızca bir meydan okuma değil, aynı zamanda en değerli varlıklarını feda etmeye hazır olan bir imanın ve kimliğin onur beyanıdır.

    V. Kâinat Aynasından Yansıyan Güzellik

    Bütün bu hayat ve mücadele, kâinatın temel amacını anlamakla mümkün olur. “Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.” İmanî derinliğin doruğu, kâinatı bir tefekkür laboratuvarı olarak görmektir. Evrenin her zerresindeki mükemmel sanat, intizam ve güzellik, kendi başına bir amaç olamaz. Göz kamaştıran bir saray, ancak sahibinin ihtişamını ve sanatını göstermek için kurulur. Kalbi ve aklı saf olanlar, kâinat aynasında kendi faniliklerini değil, Yaratıcı’nın sonsuz ve mutlak Güzelliğini (Cemal) ve Mükemmelliğini (Kemal) görürler. Bu idrak, insana evrendeki yerini gösterir ve hayatın asıl gayesini anlamasını sağlar.

    VI. Birlik ve Beraberlik: Varlık ve Yokluk Arasındaki Çizgi

    Nihayet, dış tehditler karşısında ayakta kalmanın yegâne yolu, iç birliği sağlamaktır. “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip… meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.” Bu, İslam toplumunun bekası için vazgeçilmez bir düsturdur. Dış düşman ne kadar tehlikeli olursa olsun, bir toplumu asıl yıkan şey içeriden gelen ayrılıktır (ihtilaf). Dışarıdaki tehlike, toplumun sinirlerini gererek birlik ruhunu güçlendirirken, içerideki küçük tartışmalar enerjiyi dağıtır ve düşmanı cesaretlendirir. Kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün); ne sadece bir ahlak kuralı, ne de bir tavsiyedir; bilakis, zilletten kurtuluşun ve hakkı ayakta tutmanın en önemli manevi görevidir. Bu, hakiki bir varoluş mücadelesinde zafere ulaşmanın temel ilkesidir.

    Makale Özeti
    Bu makalede incelenen metinler, imanın temelini (Peygamberin mutlak rehberliği ve kâinatın tevhidi göstermesi), sosyal ve siyasi hayattaki realiteyi (zalime tavizin zararı) ve büyük mücadele anındaki stratejiyi (dış düşman karşısında iç birliğin zorunluluğu) ele alarak bütüncül bir manifestoyu ortaya koymaktadır.

    Temel çıkarımlar şunlardır:
    * Mutlak Önderlik: Bütün insanlığın kurtuluş yolu, son ve evrensel rehber olan Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) caddesidir.
    * Kâinatın Gayesi: Evren, Yaratıcısı’nın sonsuz güzelliğini ve mükemmelliğini yansıtan bir aynadır; hayatın gayesi bu hakikati idraktir.
    * Zulme Karşı Duruş: Canavarlaşmış zalime karşı yumuşaklık ve taviz göstermek, onun merhametini değil, azgınlığını artırır ve sonunda taviz verene zarar verir.
    * İlahi Adalet ve Ümit: En büyük zulüm karşısında dahi ümitsizliğe düşülmemelidir. Tarihi mucizeler (Ebabil, Nil) ve kaçınılmaz son (Azrail), ilahi adaletin mutlak tecelli edeceğinin kesin teminatıdır.
    * Fedakârlık ve Onur: Kutsal hakikatler uğruna can dâhil her şey feda edilebilir; dinini dünyaya satan bedbahtların akıbeti ise kayıptır.
    * Birliğin Hayatiyeti: Harici düşmanın tehdidi altındayken, dâhili çekişmeleri terk etmek ve bütün hissiyatla dindaşlarla ittifak etmek, zilletten kurtulmanın en önemli manevi görevidir.
    Bu altı hikmet, birbirini tamamlayarak, zorlu bir çağda hem bireysel hem de toplumsal manada metanetli bir imanı, stratejik bir ahlakı ve sarsılmaz bir birliği inşa etmenin gerekliliğini vurgulamaktadır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




İçimizdeki İsrailliler: Bir Hafıza ve İbret Makalesi

İçimizdeki İsrailliler: Bir Hafıza ve İbret Makalesi

Her milletin tarih sahnesinde imtihan anları vardır. Kiminde bu imtihan işgal ordularıyla olur, kiminde ekonomik baskılarla, kiminde de kendi içinden çıkan gafillerle… Türkiye’nin son on yıllardaki yolculuğuna baktığımızda, “içimizdeki İsrailliler” denilebilecek bir güruhun daima pusuda beklediğini, milletin iradesini kırmak için her fırsatta harekete geçtiğini görürüz. Bu ifade bir şahsı veya bir kurumu değil; milletin ruh kökünü hedef alan, onun imanını, dirayetini, bağımsızlığını yıkmak isteyen zihniyeti temsil eder.

IMF Borcunun Bitmesi ve Küresel Rahatsızlık

2000’li yılların başında Türkiye, IMF’ye mahkûm, borç batağına sürüklenen, ekonomik kararlarını dahi dışarıdan telkinle almak zorunda kalan bir ülkeydi. Ancak 2013’e gelindiğinde Türkiye, IMF’ye olan borcunu tamamen ödeyerek masadan kalktı. Bu hadise sadece bir ekonomik mesele değildi; aynı zamanda küresel vesayetin iplerini koparmak anlamına geliyordu. Çünkü borç, bağımlılıktır; bağımlılık ise siyasî, askerî ve kültürel kuşatmanın kapısını aralar. Türkiye, bu zinciri kırdığı an, küresel odaklarda büyük bir rahatsızlık başladı.

Gezi Olayları: Borcun Bedeli mi?

Tam IMF defterinin kapandığı günlerde, “Gezi Olayları” adı altında sokaklar karıştırıldı. Ağaç bahanesiyle başlayan gösteriler, kısa sürede bir kaos senaryosuna dönüştü. Kaldırım taşlarıyla devletin temelleri sökülmek istendi. Asıl mesele birkaç ağaç değil, Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durmaya başlamasıydı. “Faiz lobisi” ve “küresel sermaye odakları” Gezi üzerinden Türkiye’ye mesaj veriyordu:
“Bizim iznimiz olmadan bağımsız olamazsınız!”

15 Temmuz: İçimizdeki İsrailliler’in Açık Çıkışı

2016’da ise bu rahatsızlık bir başka formatta sahne aldı: 15 Temmuz darbe teşebbüsü. Görünüşte bir grup askerî kalkışmaydı. Hakikatte ise; içerideki hainler ile dışarıdaki akıl hocalarının birleştiği bir işgal planıydı. Tanklar, uçaklar, helikopterler sadece seçilmiş hükümeti değil, milletin iradesini hedef aldı. O gece sokaklara çıkan milyonlar, sadece bir darbeyi değil, asırlardır süren esaret zincirlerini de kırdı. “İçimizdeki İsrailliler” planlarını yine milletin imanıyla, ezanıyla, salâsıyla dağıttı.

Darbeler Zincirinde Ortak Payda

Gezi’den 15 Temmuz’a kadar uzanan çizgi, aslında tek bir senaryonun farklı perdeleridir. Ortak noktaları:
• Türkiye’nin bağımsızlık yolculuğunu durdurmak,
• Ekonomik ve siyasî özgürlüğünü yeniden ipotek altına almak,
• Milleti kendi tarihine ve değerlerine yabancılaştırmak.
Dışarıda yazılan senaryolar, içeride işbirlikçi taşeronlarla uygulanmak istenmiştir. Bu taşeronlar bazen “ekonomik kriz tellalları”, bazen “sokak eylemcileri”, bazen de “askerî cuntacılar” olarak sahneye sürülmüştür.

İbret ve Hikmet

Tarih bize şunu gösterir:
Bir millet içinden “İbrahim’in yolunu tutanlar” ile “Nemrud’un ateşini körükleyenler” aynı anda çıkar. Asıl olan, bu ateşe su taşıyan karınca misali imanla, sabırla ve dirayetle safını belli etmektir.
• IMF borcunun bitmesi, milletin haysiyetini ayağa kaldırmıştır.
• Gezi, bu haysiyete atılan taş olmuştur.
• 15 Temmuz ise, taşeronların perde arkasındaki efendilerini ortaya dökmüştür.
Bugün Türkiye’nin önünde hâlâ aynı imtihan vardır:
Kendi içindeki hainlere, içimizdeki İsraillilere karşı uyanık olmak. Çünkü asıl tehlike, dışarıdaki düşmandan ziyade içerideki işbirlikçidir.

Son Söz

Her çağın bir Bedir’i, bir Uhud’u, bir Hendek’i vardır. Türkiye, kendi Bedirlerini, Uhudlarını, Hendeklerini yaşamaktadır. Ve her defasında şu hakikat ortaya çıkmaktadır:
“Allah, hakkı hak bilip ona sarılanların, batılı batıl bilip ondan kaçınanların yanındadır.”
İçimizdeki İsrailliler kaybedecek; milletin imanla beslenen iradesi galip gelecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Truva Atı ve Domuzluğun Özrü: Tarihten Günümüze İhanetlerin Aynası

Truva Atı ve Domuzluğun Özrü: Tarihten Günümüze İhanetlerin Aynası

Tarihin sahnesi, hıyanet ve hilelerin hiç eksik olmadığı bir meydandır. İnsanlığın ortak hafızasında Truva Atı, sadece bir savaş hilesi değil; dostluk perdesi altında gizlenen ihanetin sembolü olmuştur. Bugün Gazze’de, Filistin’de yaşananlar da tarihin bu ibretlik tablolarını hatırlatmaktadır.

Özür ile Aklanan Domuzluk Olmaz

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, Katar’a yönelik saldırı için özür dilemesi, “domuzun özrü” mesabesindedir. Çünkü özür, işlenen günahı ortadan kaldırmaz. Mazlumu katleden, masumu yakan bir zihniyetin özrü; ne masumların kanını geri getirir, ne de işlenen suçu temizler. Bu, ancak tarih önünde yeni bir utanç vesikasıdır.

Şeytanın Kardeşleri

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in adı yeniden Ortadoğu’da zikrediliyor. Oysa bu isim, Irak’ın işgalinde dökülen kanın, yıkılan şehirlerin ve yetim kalan çocukların sembolüdür. Hamas’ın ona “şeytanın kardeşi” demesi boşuna değildir. Çünkü şeytanın dostu ve kardeşi, ancak fitneyi büyütür, zulmü artırır.
Nitekim Blair’in “barış” adı altında önerilen planlarda adı geçmesi, Truva Atı misali, barışın değil yeni felaketlerin habercisidir. Hainin ortağı da haindir; Irak’ta ABD’nin yanında duranlar, bugün Gazze için sözde barış planı sunarken aynı kirli oyunu yeniden sahneye koymaktadır.

Sumud’un Duruşu

Gazze’ye insani yardım götüren Sumud Filosu, tarihte Haçlı seferlerine karşı koyan İslam donanmalarını hatırlatmaktadır. Bugün Türk, İtalyan ve İspanyol gemilerinin refakati, zalimin karşısında bir caydırıcılık göstermektedir. “Ebabil kuşları Ebrehe’nin fillerini nasıl taşlarla yere sermişse, mazlumların duası da zalimlerin gemilerini batırmaya muktedirdir.”

Hainlik Zinciri: Atina’dan Tel Aviv’e

Ortadoğu’da zulmün eline taş taşıyan sadece işgalci İsrail değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın istihbarat paylaşımı, tarihin şu ibretli sözünü bir kez daha doğrulamaktadır:
“Hainin ortağı da haindir.”
Tarih, kendi milletine ihanet edenlerin, dost bildiklerini de gün gelip yarı yolda bıraktığını defalarca göstermiştir.

Tarihten İbret, Bugüne Hikmet

• Roma Truva Atı ile şehri içeriden düşürmüştü.
• İngilizler Osmanlı’yı “mandater dostluk” adı altında parçalamıştı.
• Bugün ABD ve İsrail, “barış planı” adı altında Gazze’yi teslim almak istiyor.
Tarih tekerrür ediyor; fakat ibret alınmazsa tekerrür, sadece bir felaketin habercisi olur.

Sonuç: Zalimlerin Sonu

Zalimler, özürlerle, sahte planlarla, masa başı hilelerle varlıklarını sürdürmeye çalışır. Fakat her zalimin bir sonu vardır. Firavun’un denizde boğulduğu gibi, Nemrut’un sineğe mağlup olduğu gibi, Ebrehe’nin fillerinin Ebabil taşlarıyla yerle bir olduğu gibi…
Bugün Netanyahu’nun, Blair’in, Trump’ın ve onların safında yer alanların sonu da farklı olmayacaktır. Çünkü tarih, mazlumların sabrıyla yazılır, zalimlerin hilesiyle değil.
“Zalimler için yaşasın cehennem!” sözü, dün olduğu gibi bugün de adaletin en veciz hükmüdür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




NURLU HAKİKATLER

NURLU HAKİKATLER

Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilmiş derin manalar ihtiva eden, imani ve hikmetli konuları ele alan dört farklı pasajdır. Bu metinler, varlık, insan, rızık ve Allah’ın (Vâcibü’l-Vücud’un) sıfatları gibi temel konulara odaklanır.

​1. Metin ve İzahı
​Metin İktibası

​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teşhir eden, gece ve gündüzü çeviren Zât’ın elindedir. Öyle ise; bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakiki Rezzak olur.”
(Risale-i Nur – Sözler/454)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, rızık kavramını en geniş ve hikmetli manasıyla ele alır. İnsan rızkının sadece bir lokma yemekten ibaret olmadığını, aksine büyük bir kozmik düzene bağlı olduğunu vurgular.

• ​Rızkın Aslı (Yerin Hayatı): Rızık, insanın doğrudan çabasıyla değil, toprağın canlanması ile elde edilir. Toprak, cansız bir madde iken baharda binlerce hayat tohumunu sürmekle, adeta yeniden dirilir. Bu, rızık zincirinin ilk ve en büyük halkasıdır.
• ​Bahara ve Kudrete Bağlılık: Yerin dirilişi ise bahar olayına bağlıdır. Bahar ise kendi başına tesadüfen gelmez; Güneş’i (Şems) ve Ay’ı (Kamer) belirli bir düzen içinde hareket ettiren, geceyi gündüze çeviren sonsuz kudret sahibi bir Zât’ın (Allah’ın) kontrolündedir.
Metin, rızık zincirini bir elmanın yetişmesinden, galaksilerin hareketine kadar genişletir.
• ​Hakiki Rezzak (Gerçek Rızık Verici): Sonuç olarak, tek bir elmayı bile hakiki rızık olarak verebilecek olan, ancak bütün yeryüzünü o elmanın benzeri binlerce meyveyle ve rızıkla dolduran kudrettir. Bu kudret sahibi Allah (c.c.), “Hakiki Rezzak” (gerçek rızık verici) olarak nitelenir. İnsan, kendi çabasıyla sadece rızka ulaşan bir araçtır; rızkı yaratan ve veren O’dur.

​2. Metin ve İzahı
​Metin İktibası

​”İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir (yüksektir). Cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz (ihmal edilemez). Abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa (tam yokluğa) kaçamaz. Cehennem dahi ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindânesini açıp bekliyorlar.”
(BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 34)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, insanın evrendeki benzersiz konumunu ve büyük sorumluluğunu anlatır. İnsanın basit bir canlı değil, kozmik bir önem taşıyan varlık olduğu fikri işlenir.
• ​İnsanın Değeri ve Kaderi: İnsan cevheri büyük ve mahiyeti yüce bir varlıktır. En önemli vasfı ise “Ebede namzettir” ifadesiyle ebedi bir hayata aday olmasıdır. Bu, insanın yalnızca dünya hayatı için yaratılmadığını, asıl hedefinin sonsuzluk olduğunu belirtir.
• ​Sorumluluk ve Düzen: İnsanın önemi, onun fiillerinin büyüklüğüyle de (iyi veya kötü, cinayeti dahi azimdir) ilişkilidir. Ayrıca, insanın yapısındaki intizamın mühim olduğu, yani keyfi ve düzensiz bir varlık olamayacağı vurgulanır. “Abes olamaz, mühmel kalamaz” denilerek insanın yaratılışının bir hikmeti olduğu ve ihmal edilemeyeceği kesinkes belirtilir.
• ​Sonsuzluk ve Akıbet: İnsan, basit bir yok oluşa (Fena-i mutlak veya Adem-i sırf) mahkûm edilemez. Çünkü böylesine değerli ve büyük bir varlığın sonu, ya en büyük mükâfat olan Cennetin kucağına (âğuş-u nazindânesi) ya da en büyük ceza olan Cehennemin ağzına olmalıdır. Her iki ebediyet kapısının da insanı beklediği bu ifade, insanın yaptıklarının sonucunun büyüklüğünü ve ciddiyetini gösterir.

​3. Metin ve İzahı
​Metin İktibası
​”Bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemal-i san’at, faydeli bir hüsn-ü nakış göstererek Sâni’-i Zülcelal’in medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et.”
(Risale-i Nur – Sözler)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, sanat ve hikmet kavramları üzerinden Allah’ın yaratılışındaki mükemmelliği ve benzersizliği anlatır.
• ​Akılları Hayran Bırakan Sanat: Yaratılış (kâinat), “Bütün ukûlü hayrette bırakan” derecede şaşırtıcı ve derin bir “hikmetli cemal-i san’at” (sanat güzelliği) taşır. Bu sanat, sadece güzel değil, aynı zamanda **”faydalı bir hüsn-ü nakış”**tır (yararlı bir güzellikli desen). Bu, yaratılan her şeyin hem estetik hem de işlevsel bir mükemmelliğe sahip olduğu anlamına gelir.
• ​Yaratılışın Gayesi (Methiye Kasidesi): Bu eserler (yaratılanlar), “Sâni’-i Zülcelal’in” (Celal sahibi Sanatkâr’ın) övgülerine dair yazılmış bir “kaside-i medhiye” (methiye şiiri) gibidir. Yani kâinat, sessiz bir dille, her bir parçasıyla Yaratıcısını yücelten ve O’nun isimlerini ve sıfatlarını ilan eden bir övgü manzumesidir.
• ​Örnekler (Nar ve Mısır): Bu hakikate somut örnek olarak nar ve mısır gösterilir. Narın içindeki tanelerin muntazam dizilimi ve lezzeti, mısır koçanındaki yüzlerce tohumun kusursuz yerleşimi, hem sanatın faydasını hem de hikmetin güzelliğini bir arada sergileyen, akla hitap eden delillerdir.

​4. Metin ve İzahı
​Metin İktibası
​”Nasılki Vâcibü’l-Vücud’un Zât-ı Akdesi, başkalara hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemali, mümkinatın ve mahlukatın hüsnülerine (güzelliklerine) benzemez, hadsiz derecede daha âlidir. Evet koca Cennet bütün hüsn ve cemaliyle bir cilvesi bulunan ve bir saat müşahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi ve naziri ve misli olamaz.”
(BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 76)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, Vâcibü’l-Vücud’un (varlığı zorunlu olan Allah’ın) Zât (öz) ve Cemal (güzellik) sıfatlarının benzersizliğini ve sonsuzluğunu konu alır.
• ​Zât ve Sıfatlarda Benzersizlik: Metin, Allah’ın “Zât-ı Akdesinin” (Kutsal Özü) ve sıfatlarının yarattıklarına (mümkinat – var olması mümkün olanlar) hiçbir yönden benzemediğini, onlardan hadsiz derece yüksek olduğunu belirtir. Bu, “Tenzih” (Allah’ı yaratılmışların sıfatlarından uzak tutma) ilkesinin bir ifadesidir.
• ​Kutsal Güzelliğin Yüceliği: Allah’ın “kudsî cemali” (kutsal güzelliği) de böyledir; mahlukatın (yaratılmışların) güzelliklerine benzemez, onlardan hadsiz derece daha yücedir. Yani dünyadaki ve hatta cennetteki tüm güzellikler, O’nun sonsuz güzelliğinin yanında gölgeden ibarettir.
• ​Cenneti Unutturan Cemal: Bu sonsuz güzelliğin bir delili olarak, koca Cennet’in bile bütün güzelliğiyle O’nun Cemalinin sadece bir tecellisi (cilvesi) olduğu ifade edilir. Öyle ki, Cennet ehline (ehl-i Cennet) bu sonsuz, “cemal-i sermedî” (ebedi güzellik) bir saatliğine gösterilse, o anın lezzetiyle Cennet’in tüm nimetlerini unutturacak kadar muhteşemdir.
• ​Sonuç: Böylesine sonsuz (sermedî) bir Cemal’in elbette nihayeti, benzeri (şebihi, naziri) veya misli olamaz. Bu, Allah’ın eşsiz ve mutlak tekliğini (Ehad) vurgulayan yüce bir tespittir.

​Makale: Rızık, İnsan ve Vâcibü’l-Vücud’un Sonsuz Sanatında Tevhidin Dört Perdesi

​Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden süzülüp gelen bu dört hikmetli parça, kâinatı, insanı ve rızkı merkezine alarak Vâcibü’l-Vücud’un (Allah’ın) mutlak birliğini ve kemalini dört farklı açıdan ispat eden manevi bir mimari kurar. Bu metinler, birbirinden ayrı konular gibi görünse de, özünde tek bir gerçeğe işaret eder: Tevhidin (birliğin) ve Sâni-i Zülcelal’in sanatındaki muhteşem ahenk.

​I. Rızık Zincirinde Gizlenen Rezzakiyet Sırrı

​Makalemizin ilk perdesini, rızık meselesine dair derin bir tefekkür açar:
​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teşhir eden, gece ve gündüzü çeviren Zât’ın elindedir. Öyle ise; bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakiki Rezzak olur.”
​Bu pasaj, gündelik hayatın en temel ihtiyacı olan rızkı, kozmik bir operasyonun nihai sonucu olarak gösterir. Bir elmanın oluşumu, sıradan bir kimyasal süreç değil, Güneş’i ve Ay’ı bir nizam içinde döndüren, kışın ölü toprağını baharla dirilten sonsuz bir kudretin mührüdür.
Eğer o Zât olmasaydı, bir elmayı dahi gerçek rızık olarak vermek mümkün olmazdı. İşte bu zincirleme, kusursuz intizam, rızkın basit bir madde değil, kaynağı Yüce Kudret olan mukaddes bir emanet olduğunu gösterir. Bu perspektif, insanın kendisine gelen her zerrenin ardındaki Hakiki Rezzak’ı görmesini, O’na şükretmesini ve O’na güvenmesini sağlar.

​II. Ebediyete Aday İnsanın Yüce Mahiyeti

​Rızık perdesinin hemen ardından, kâinattaki bu büyük düzenin en anlamlı meyvesi olan insan gelir. İkinci metin, insanın ne kadar büyük bir sır taşıdığını haykırır:
​”İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir (yüksektir). Cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz (ihmal edilemez). Abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa (tam yokluğa) kaçamaz. Cehennem dahi ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindânesini açıp bekliyorlar.”
​İnsan, diğer varlıklara benzemeyen, ebedi hayata aday (namzet) tutulmuş yüce bir cevherdir. Bu yücelik, sadece potansiyelinde değil, aynı zamanda sorumluluğunun ağırlığında da gizlidir. Yaptığı en ufak bir yanlışın dahi “azim” (büyük) bir karşılığı olması, yaratılışının ne kadar ciddiye alındığını gösterir. Böylesine intizamlı, abes ve ihmal edilmekten uzak yaratılmış bir varlık, basitçe yok olup gidemez. Onun sonu, fani bir hiçlik değil, Cennetin kucağı veya Cehennemin ağzıdır. Bu, insanın cüzi iradesiyle dahi evrenin kaderini etkileyebilecek büyüklükte bir varlık olduğunu ve rızkın sadece bir beslenme aracı değil, aynı zamanda ebedi yolculuğun enerjisi olduğunu düşündürür.

​III. Kâinatın Sanatında Tevhidin Kasidesi

​Bu iki büyük hakikat, kâinatın nasıl bir sanat eseri olduğu sorusuna yol açar. Üçüncü metin, yaratılışın bir övgü şiiri (kasidesi) olduğunu ifade eder:
​”Bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemal-i san’at, faydeli bir hüsn-ü nakış göstererek Sâni’-i Zülcelal’in medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et.”
​Kâinat, kuru bir varlık yığını değil, akılları hayrette bırakan, hem hikmetli (amaçlı) hem de faydalı bir güzelliği (hüsn-ü nakış) bir arada barındıran muazzam bir sergidir. Narın içindeki kusursuz mimari ya da mısır koçanındaki intizam, tesadüfün işi olamaz. Her biri, Celal sahibi olan Sanatkârın (Sâni’-i Zülcelal) sınırsız gücünü ve inceliğini ilan eden birer övgü şiiridir. İnsan, bu kasideyi okumakla yükümlüdür. O, Rezzak’ın verdiği rızkı (nar ve mısırı) tüketirken, aynı zamanda bu rızkın arkasındaki sonsuz sanatı da müşahede etmelidir. Bu, sanattan Sanatkâr’a yükselen bir idrak yolculuğudur.

​IV. Vâcibü’l-Vücud’un Sonsuz Cemalinde Mutlakiyet

​Son metin, bütün bu güzellik ve düzenin kaynağı olan Zât’ın, mutlak ve erişilmez kemalini ortaya koyarak tevhidin zirvesine ulaşır:
​”Nasılki Vâcibü’l-Vücud’un Zât-ı Akdesi, başkalara hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemali, mümkinatın ve mahlukatın hüsnülerine (güzelliklerine) benzemez, hadsiz derecede daha âlidir… bir saat müşahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi ve naziri ve misli olamaz.”
​Eğer evrende Rızık O’ndan geliyorsa, eğer İnsan ebediyete namzet ve büyük bir sanat eseri ise, o zaman bu düzeni kuran Vâcibü’l-Vücud’un Zât’ı ve Cemal’i de yarattıklarının hiçbirine benzeyemez. Cennetin tüm nimetlerini ve güzelliklerini bile unutturacak kudretteki o cemal-i sermedî (ebedi güzellik), sonsuzluk mührünü taşır. Bütün bu düzenin, bütün bu rızkın, bütün bu ebedi gayenin tek bir kaynağı vardır ve o kaynak, eşsiz, benzersiz, misilsiz ve mutlak olan Allah’tır.

​Makale Özeti
​Bu makalede, dört farklı metin üzerinden İslami metafiziğin temel taşları işlenmiştir. Rızık, kozmik bir nizamın sonucu olarak Allah’ın (Hakiki Rezzak) sonsuz kudretinin delili olarak sunulmuştur. Bu rızkın muhatabı olan İnsan, basit bir fani değil, ebediyete aday, büyük bir hikmetle yaratılmış ve amellerinin karşılığı ya Cennet ya da Cehennem olan yüce bir varlık olarak tanımlanmıştır. Evren ise, nar ve mısır gibi somut örneklerle, Sâni-i Zülcelal’i öven hikmetli bir sanat eseri (kaside-i medhiye) olarak görülmüştür. Son olarak, tüm bu sanatın ve düzenin kaynağı olan Vâcibü’l-Vücud’un Zât’ının ve Cemalinin, yaratılmışların (mümkinat) güzelliklerinden hadsiz derece yüksek ve benzersiz olduğu vurgulanarak, makale Tevhidin mutlakiyetçi ispatıyla nihayetlendirilmiştir. Dört metin de, varlık zincirinin her halkasında, Allah’ın eşsizliğini ve birliğini (Tevhid) ilan eden güçlü deliller sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com