SEKTEYE UĞRATILAN İLAHİ SAHA

SEKTEYE UĞRATILAN İLAHİ SAHA

Cumhuriyetten bu yana din sürekli kösteklenmekte ve yapılan hizmetler sekteye uğratılmaktadır.Nur cemaatının,Süleyman Efendinin cemaatının ve Tarikat ehlinin hizmetlerine sürekli resmi ve gayrı resmi engellemelerle karşılık verilmiş,çoğu zamanda bu hapis,görevden alma ve eziyet edip öldürmeye varan tehditlerle caydırılmaya çalışılmıştır.Adeta devlet halkı karşısına almış,onun asırlardır temsil ettiği dinine hezimete varan uygulamalara dönüştürmüştür.

Asırlardır islamın temsil bayrağını diktiği yerlerden söktürme yoluna yönlenmiştir.

1980 yılına kadar bu şekilde devam eden katı politikalar,bu devreden sonra sefahetle altedilmeye,sekteye vurulmaya çalışılmıştır.Başarılıda olunmuştur. Geçmişinden kopuk,bilgiden uzak,zevke düşkün bir nesil üredi ve türedi.

1970’den önceki hayatın ızdırabını gören ve bilenler ise bir şeyler ortaya koymaya,eksiklikleri gidermeye çalıştılar.Bir seviye alındı.

Ancak bu da yeni yetiştirilen bir ilahiyatçı kesim ile sekteye vurulmaya çalışıldı.Bu Türkiyede böyle olduğu gibi,tüm İslam dünyasında da aynı çapta münferid müçtehidlerinde devreye girmeye çalışmasıyla farklı bir İslam imajı vermeye çalışıldı.

Ilımlı bir İslam,batı tarzı bir İslam,budanmış bir İslam idi…

Örneğin,değişen ekonomik gelişmelerden dolayı,faiz olmamalı veya cüz-isine müsaade edilmeliydi.Tesettür,Cuma namazı gibi konularda,değişen dünya şartlarında batı gibi bir reforma gidilmeliydi.

Oysa islamın bunlara bakışı ve hükmü gayet açık olup,münakaşaya mahal bırakmamaktadır.Mesela;Dar-uk harb diyerek Cuma namazı kılmayanlar şunu düşünmeli, Peygamberimiz Mekkeden Medineye hicret ettiklerinde, hem Kuba mescidinde,hem de medinede Cuma nazmı kıldı.Oysa orası daha dar-ul harp durumunda idi.

Oysa batının reformu zaruri idi.Çünki hak olmayan bir dinde reform söz konusu olurken hak ve son bir dinde bir değişiklik söz konusu değil veya yeni bir peygamberin gelmesi gerçekleşmediğinden böyle bir reformda söz konusu olamıyacaktır.

Bizdeki Yaşar Nuri Öztürk,Zekeriya Beyaz gibi sosyete tarafından desteklenen bu kişiler,dine göre bir halkın oluşumundan ziyade,halka ve zamana göre bir dini oluşturmayı hedeflemişlerdir.Aynı tarzı tüm İslam dünyasında da benzerlerini görmekteyiz.

Nitekim ABD’nin de kendi içinde başlatmış olduğu;”Virginia Commonwealth Üniversitesi’nde Teoloji bölümü öğretim üyelerinden Amina Wadud, New York’un Manhattan semtindeki İlahi Aziz John Katedrali’ndeki Synod isimli psikoposlara ait kilisede Cuma namazında imamlık yaptı.

Olay sadece bu kadarla da kalmadı ve kalmayacağı da belliydi,yeni versiyonları peşpeşe gelecekti.Bu konuda; Wadud, ‘Bu benim için yeni bir şey değil, 10 yıl önce Güney Afrika’dan böyle bir teklif aldım’ diye konuştu. Kadın ve erkeğin ruh olarak Allah tarafında eşit olduğunu belirten Wadud, daha sonra imam mahalline geçti. Cuma Namazı’nı organize eden ‘İslam Uyanış Hareketi’ üyesi, Wall Street Journal gazetesi eski yazarlarından Asra Numani ezan okuduktan sonra, Amina Wadud 2 saat süren Cuma hutbesini okuyup, namaz kıldırdı. Haremlik selamlık olarak ayrılan 100 kişilik cemaatin çoğunluğunu kadınlar oluştururken, Asra Numani’nin de aralarında bulunduğu bir grup, başı açık olarak saf tuttu.

Arkasından, kadın imam önderliğindeki namazı organize eden eski Wall Street Journal muhabiri ve yazar Esra Umani “Bu bir reform hareketi. İslami ilkelerle ilgisi olmayan Müslüman aleminin değişmesi gerek” diyor.

Ancak şunu söylemek gerektir ki;İslam alemi çapında bir heyetin olması zarureti vardır.İslamı temsil edip,islamın esaslarına sadık kalacak bir meclisin organizesi gerekmektedir.Bu Osmanlı döneminde bir Şeyhulislam iken,bugün bu bu bir heyet olmalı,bir meclis oluşturulmalıdır.Ferd bazında değil,heyet halinde gerçekleşmelidir.Belkide bugünkü oluşumlar bunu zorlamaktadır.ABD başkanı Bush bile,Müslümanları temsil eden bir halifenin olmasından söz ederken,kendileni temsil edip muhatab alınacak bir papaları varken,İslam alemini temsil edecek bir merci bulunmamaktadır.Başsız gövde gibi…

Kesinlikle yıkma ve tahrib amaçlı olmaksızın,tashih ve yapıcı olarak taşların yerinden oynatılması gerekmektedir.Elbetteki ABD-nin ırakta yaptığı gibi değil.Suya ve sabuna dokunulduğunda belki bir eskime olur ancak bir temizlikte gerçekleşmiş olmaktadır.Dokunulmadığı takdirde o kirlilik kalacak ve devam edecektir.

Şimdiye kadar ki,gil-ü kal-lere bir düzen verilip,onlarla uğraşılmamalı,neticeye varmalıdır.

Bugün gündeme getirilen olayların önemli bir kısmı,hep geçmişte konuşulup tartışılmış olan konulardır.Kadınların imameti,onların Cuma namazını kılıp kılmamaları konularında tartışılmış ve neticeye bağlanmıştır.

*Türkiyede ilahiyatçı kesim münferid ve yetersiz,bazen sessiz,issiz ve ıssız bir alemde yaşamaktadırlar.

Elbette imkansızlıklar ve maniler göz ardı edilemez.Ancak temsil yetersizliği ve toplumdaki onlara bakış açısının yeterli bir ağırlığı bulunmamaktadır.

İlahiyat sahası ağır aksak gitmekte,sürekli törpülenmektedir.Kendi içinde bir belirsizliğe ve sessizliğe itilmektedir.

1983’den itibaren Yüksek İslam Enstitüleri İlahiyatlara dönüştürülürken,önceki İslam Enstitüsündeki proğram ve öğretim üyeleri,ilahiyat statüsüne göre düzenlendi,daha doğrusu tüm ilahiyatlar Ankara İlahiyata benzetilmeye çalışıldı.

Bir örnek olarak;Şimdiki Diyanet işleri başkanı olan Ali Bardakoğlunun da tavassutuyla,Ankara İlahiyattan Hüseyin Atay sadece son sınıf öğrencilere konuşmak üzere getirtildi.Kimsenin itiraz etmeden dinlemesi de şart koşuldu.

Mutlak manada içtihad edilebileceğinden konuşulduğu gibi,bir yerinde de Riyazüs Salihin kitabının sahibi olan İmam-ı Nevevi’ye getirip,onun gibi herifler diyerek hakarat amiz ifadelerde bulunarak,yazmış oldukları eserlerle milletin araştırmasını engellediklerinden bahsetti.Oysa eser verenlerden biriside kendi olduğunun farkında değil gibiydi.

Genel bir kanaat olarak,geçmişi tamamen silip,yeni içtihadlarla geleceğe gitme hedeflenmektedir.Ancak her gelecek aynı zamanda geçmiş de olacağından böyle bir uygulama köksüzlüğü meydana getirecektir.

İlahiyatçılar dine itibar kazandırmalılar,bu da kendilerine kazandıracakları itibarla orantılıdır.Dine itibar kazandırmak ise onu törpülemekle değil,daha iyi anlamaya çalışmakla mümkün olur.

Batı sürekli islamı itibardan düşürmeye çalışmakta,islamla terörü beraber değerlendirmek için her türlü çabayı göstermektedir.

Geçmiş yıllarda bilimden uzak bir İslam alemi gösteren,daha sonra fakir bir Müslüman dünyasını nazara verip küçük göstermeye çalışan batı birkaç yıldır terörle beraber zikretmekte,şimdilerde İslam ülkelerinin demokratikleşmelerini emrederken,diğer yandan da nasıl olmaları gerektiğini bizzat uygulatarak reform niteliğindeki örnekleriyle mesajlar vermektedir.

Batı yönetmek çabasındadır.Oysa İslam yönetime değil,iyi yönetmeye talib olmuştur.

Zira Mehdi de gelse,İsa da gelse idareci,devlet başkanı olarak mı gelip iş yapacak?Elbette değil ve hayır.O halde oralarla iş bitmediği gibi,oralar ilk cezp edici yerler değillerdir.Süleymen peygamberin dışında hiçbir peygamber ve büyük zatlar bir idareci ve yönetici olarak gelmemiş ve onların içerisinden çıkmamıştır.

İslam dünyası sürekli kısa dönem idarelerle sekteye uğratılmakta,ehil olanların ise uzun süre kalmasına müsaade edilmemektedir.Mutlaka bir bahane ve karışıklıkla uygulamaya geçirilecek olan plan ve proğramların sekteye uğratılmasına çalışılmaktadır.

İslam dünyası bu olanlardan ders çıkarıp,kendi düzenlemesini kendisi yapmalıdır.Kendi dünyasını kendi düzenlemelidir.

Bir yerlerde biz ilahiyatçılar eksik ve hatalarımız var.

Nerede hata ve eksikliğimiz var?Sünnet olan teravihte o kadar insanlar şevkle gelirken,farz olan ibadete taleb gayet az olmakta.O halde 5 vakit namaz teravih gibi nasıl cazib hale getirilebilir?Camiler bir internet ortamında ilim yuvası haline,araştırma merkezi haline getirilemez mi?

Sabah ve yatsı namazının cemaatı gayet az,sonra akşam,sonra öğle ve ikindi,sonra Cuma,sonra bayram,sonra teravih..herbiri giderek artış göstermektedir.Bu artış sürekli nasıl sabit tutulabilir?Camiler bir kütüphane,bir sohbet mahalli yani vaaz makamından sohbet makamına dönüştürülerek biraz daha samimi bir ortam içerisinde,gerekirse arada bir çay ikram ederek samimi bir hava içerisinde insanlar kahve gibi yerlerden de çekilmiş olurlar.Camilerin çevreleri ve bahçeleri çocukların gezme ve dinlenme ve oyun alanı olarak düzenlenebilir…

Taviz verme ile tebliğ yöntem ve metotlarının birbirine karıştırılmadan en güzel biçimde icra edilmesi gerekmektedir.

Diyanet ve ilahiyat bir yandan pasiflikten kurtulmalı,diğer yandan da islamı en güzel manada temsil rolünü üstlenmelidir.Tüm İslam dünyasıda bunu arzulamaktadır.Bir model aranmaktadır.

Düşünmek gerek gerek.

Batı İslamlaşacak.Ancak,Hangi İslamla?Batıyı böyle bir yolu açmalı yoksa bizlermi o yolu dizayn etmeliyiz.

Eğer batı bizi kendisine veya kendisinin istediği bir islama benzemeye veya benzetmeye çalışırsa bu noktada kopukluklar meydana gelir.Böylece ne kendimize nede onlara benzemiş olmayız.

Neler yapmalı?

İslama hizmet eden ve edeceklerin en büyük gösterecekleri yararları,zarar vermemektir.Bu bile başlıbaşına bir yarar ve hizmettir.

Problemli ilahiyatçılar,ilahiyatın ve ilahiyat sahasının problemidirler.Mesela;Abdestsiz Kur’anın hükmü ayetle sabir ve açıktır.Alınır diyenler,insanların faydalanmalarını düşündüklerini,almak isterlerse abdestsizde alsınlar görüşünden hareket edebilirler.Onlarca iyi bir niyet olarak düşünülebilir.

Ancak alırken abdestinde alınması nur üstüne nur olmakla beraber bir çok faydalı uygulamayı,saygıyı,farklılığıda beraberinde getirecektir.Bu hem işin fetva,hem de takva yönüdür.

Herbir taviz başka tavizleride beraberinde getirmektedir.

İlahiyat ve Diyanet topluma eğitim ve proğramlarını kendisi vermeli.Camiler ve okullar birer aktiflik kazanmalı,yeni eğitim yöntemleriyle cazib hale getirilmeli.Okullarla beraber,Milli eğitim desteğiyle yürütülmeli..

Mesela okullarımıza baktığımızda,Bizde bilim adamı değil,bilgi adamı yetiştirilmeye çalışılıyor,tıpkı bilgisayar gibi.

Öğretmen takviye edilmeli,kitap okuma arttırılmalı,Müfettişlere ve müfettişliğe bir statü kazandırmalı,hizmetleri yeniden belirlenmeli,öğretmenlik cazib kılınmalı,düşünce ortamı oluşturulmalı,herkese bir hedef tayin ve tesbit etmeli,yatırım insana yapılmalı,gönül işi olmalı eğitim,eğitim eğitmeli üğütmemeli,bozulan yanlış havadan etkilenen insan elbet yanlış eğitimden daha fazla etkilenir,öyleki eğitim seviyesi yükseldikçe suç oranlarının artışı düşünülmelidir…

Sonuç olarak geçen bir millet kaybetti,gelecek olanlar kaybetmesin.Bir millete böylece kıyılmış oldu…Dininden uzak bırakıldı.

Dini öğretilmeyen milletten,dinini iyi yaşamaması sorgulandı.

Sultan Abdulaziz Han’in haince öldürülmesi üzerine kızkardesi Adile Sultan’ın dile getirdiği feryadındaki gibi,bir milletin ızdırabını da adeta terennüm etmekte idi:

Cihan matem tutup kan ağlasın Abdulaziz Han’a

Meded Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana!..

Nasıl hemşiresi bu Adile yanmaz o hakana,

Ki kıydı bunca zalimler karındaş-ı cihan-bana…

Mehmet ÖZÇELİK

27-03-2005




O’NUN ÂYETLERİNDENDİR…

O’NUN ÂYETLERİNDENDİR…
Kur’an-ı Kerim-de -Min âyâtihi- yani O’nun varlığının âyet,alamet ve delillerindendir,diye başlayan âyetler;
O’nun âyetlerinden,işte O’nun âyetleri;
“Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.
Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.
Geceleyin uyumanız ve gündüzün onun lütfundan istemeniz de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.
Korku ve ümit kaynağı olarak şimşeği size göstermesi, gökten yağmur indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi, onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette ibretler vardır.
Emriyle göğün ve yerin (kendi düzenlerinde) durması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra sizi yerden (kalkmaya) bir çağırdı mı, bir de bakarsınız ki (dirilmiş olarak) çıkıyorsunuz.”( Rum-20-25-)

“Rüzgarları, yağmurun müjdecileri olarak göndermesi, Allah’ın (varlık ve kudretinin) delillerindendir. O bunu, size rahmetinden tattırmak, emriyle gemilerin yol alması, onun lütfundan rızkınızı aramanız ve şükretmeniz için yapar.” Rum.46.

“Görmedin mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.”Lokman.31.

“Gece, gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.”Fussilet-37.

“Allah’ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz o, her şeye gücü hakkıyla yetendir.” Fussilet-39.

“Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun varlığının delillerindendir. O, dilediği zaman, onları bir araya getirmeye de gücü yetendir.”Şura.29.

“O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”Şura.32.

MEHMET ÖZÇELİK
03-12-2008




HAKİKATE GÖTÜREN İSİMLER

HAKİKATE GÖTÜREN İSİMLER
‘Allah Hazreti Âdeme bütün isimleri öğretti.’
İsimler Âdemle özdeşleşti.Âdem mi isimdi,isim mi Âdem?
İsimleri bir anlığına her şeyden kaldırdığımızı düşünelim.
Biz her şeyi bilebiliriz,biliriz.
Ne ile?
İsimleri ile…
Allahı,peygamberleri,kitapları,vs..hep isimleriyle tanırız.
İsim adeta zat oldu.
Zat o isme ad oldu.
Adı sanı unutulmuş..isimsiz..seni defterden silerim..ismi yok.
O insanda yok.
Çocuk dünyaya geldi.İlk iş ona bir isim vermek oldu.
Yoksa doğmuş-doğmamış fark etmeyecekti.
Varlık ve yokluk arasındaki en büyük engel,isimdir.
Nüfus cüzdanımı kaybettim,hükümsüzdür.
Ben de hükümsüz oldum.
Yeni bir hükme ihtiyaç var.
Hakim değil,mahkumum.
Var mıyım yok muyum?
Her var da var,her yokta yok muyum?
Ben kimim?
Mehmet
Hafızanın kaybında ilk kaybedilen isimdir.
İsmi belli olması halinde her şey otomatikman bağlantılı bir şekilde ortaya çıkacaktır.
İsimsiz.
İsmini bilmeyen bir çocuk bulunmuştur,sahiplerinin ilan bürosuna gelmeleri rica olunur.
İsmini bilmeyen,akli dengesi kayıp bir şahıs bulunmuştur.Sahiplerinin emniyete gelmeleri ilan olunur.
*Babanın evlat üzerindeki üç büyük hakkından birisi,birincisi,en önemlisi;ona memnun olacağı güzel bir ad,isim koymaktır.
Ahmet..Mehmet..Mustafa..Abdullah..Fatih..Ayşe..Fatma..vs…
Yılan,kaya,taş,odun,vs.. Uygun mu?
Mübaşir seslenir;Ahmet oğlu Mehmet…
Hemşire çağırır;Fatma kızı Ayşe.
Öğretmen yoklar;Mustafa,Nedim,Ubeydullah,Abdulhakim.
İsmi olup kendi olmayanlar,ya da kendi olup ismi olmayanlar…
Farkı yok gibi değil mi?
Şeyy…
Liste de öyle biri yok.
O halde sende yoksun demek.
Sizin isminiz varmış.
O halde siz varsınız…
İsminizi lütfeder misiniz.
Kaybettim!!!
Kendinizi mi???
*Tarihte Habenneka diye bilinen,ahmaklıkla nitelenip şöhret bulmuş birisi vardır.
İsmiyle şöhret bulmuş,ismi ona şöhret katmış.
Bu şahıs isimliğini boynuna asar,ismini soranlara isimliğine bakarak cevap verirdi.
Bir gün Habenneka uyurken,muzip birisi onun boynundaki isimliği çıkarıp,kendi boynuna asar.
Uyanan Habenneka ya kim olduğunu sorar.
Boynunda isimliğini göremeyen Habenneka susar,karşısındakinin boynunda görünce şu cevabı verir;
Sen Habennekasın da,ya ben kimim?
İsimsiz kahraman…
İsimsiz kahraman da,ne kadar kahraman.
İsimsiz de kahramanlık olmuyor ki!
İsmimi tarihe yazdıracağım.
İsmimi taşa kazıtacağım.
Kendim olmasam da,o kalacak.
Çünkü o isim benim..ben olmasam da.
*İnsanlar isimleriyle yaşar.isimleriyle ölürler..
İsimsiz olarak doğsalar da…
Aslında doğarken bile isimleriyle doğarlar;
Bebek.
*Kendime bir isimlik yaptırdım.
Masaya koydum..
Ben olmasam da benim ismimi görenler,beni bulmuş olurlar.
He demek ki buralardaymış,bir yerlere gitmemiş.
Kapıya astım.
-Ordünaryus Profesör Doktor Ahmet Nedim Gülsever.
Çaycı Emin Efendi.
Terzi Rıza Bey.
Sütçü imam.(Adı yok,namı var.Adıyla değil namıyla yaşamakta ve yaşatmaktadır.
Adını millete verenler,milletçe anılırlar.
Devleşen adlar,devletleşen isimlerle adlanır.
Adı büyük,kendi küçük olanlar olduğu gibi,adı küçük kendi büyük olanlarda vardır.
Olgun olmayan Kamiller.
Övülmeyen Ahmedler.
Sert olan Mülayimler.
İzzetini kaybetmiş Aziz ve Azizeler.
Zengin olan Fakirullah Hazretleri.
Medeni olan Ahmed Bedevi Hazretleri.
Toprak olan Said.
Aydınlatan Nur.
*Allah Âdeme bütün eşyanın isimlerinin kuvve ve çekirdeklerini ve hülasalarını öğretti.
Onlar ebede kadar açılıma devam etmekte,sonsuza dek talim ve ilim süre gitmektedir.
Âhirette yani cennette eşyanın isimleri sınırsızdır..son bulmaz.
İsimler hakikatlarıyla kıymetlidirler.
Eşyanın hakikatı,isimlerin hakikatlarıdır.
Efendimizin mevsuk ve meşhur dualarında;”Allahım!Bana eşyanın hakikatını göster.”
İsmin içine nüfuz etmek,hakikatın içinde gezinmektir.
*Allah ismi isimlerin şahı ve padişahıdır.
En büyük isim,ism-i âzam Allah ismidir.
İsimler hakikatlare işarettirler..onları gösterir ve onlara gider.
Mekke..Kâbe..Âdem..Muhammed isimleri;isimlerine sığmayacak büyük hakikatlardırlar.
İsmin istiab alanı geniştir.İçerisi dolduruldukça,isimde genişlenir,yayılır.
Daha Hz.Muhammedin oluşumundan önceleri,melekler O’nun ismini görmüş ve sormuşlardır.
Hz.Âdem o isim hürmetine Allah’dan affını dilemiştir.
Hz.Âdemden bu yana her şeyi ismiyle öğrendik,ismiyle hatırladık.
İsim sim gibidir..sahibini gösterir,parlatır.
Nüfus müdürlüğü,isimler müdürlüğüdür.
Market gibi alış veriş merkezleri eşyadan önce isimleri içerisinde barındırır.
Yemek gelmeden önce,menü gelir..yemeklerin isim listesi.
Yemeğin ismi,yemeğin önünde gider.
İsim başkasından çok,kendisine delalet eder.
Harf ise kendisinden ziyade,başkasına delalet eder.
Mana-yı ismi..mana-yı harfi…
Eşyaya manayı ismiyle değil,manayı harfiyle bakmalıdır.
Kendisi hesabına değil,yaratıcıları hesabına bakmaktır manayı harfi…

İsim ismini bir başkasına kaptırmaz..kendisine bağlar..onunla bağlanır.
Kitaplar isimleriyle vardır ve tanınır.
Bin sayfalık kitabı kimse bilmez ama ismi hafızalarda kaldıkça,kitabın hakikatını çözer.
Adeta kitap isimdir,isim de kitap…
İsimleri aşamayanlar,manaya ulaşamazlar.
İsimler manalar içindir.isimler manaları netice verir ve oluştururlar.
Esma-i Hüsna,en güzel isimlerdir.
Allah isimleriyle tanınır,anlaşılır.
İsmi anlamak,zatı kavramaktır.
Cennet isminin içerisinde çok hakikatler gizlidir.Gezmekle bitmez.
Cehennem ismi kendisinden önce insanı titretir ve yakar.Kendisine yaklaştırmaz,uzaklaştırır.
Cennet ise davet eder,kucak açıp sevindirir.
Cennet sonsuz isimlerin yurdudur…genel adıdır.
Cehennem isimlerin silindiği,unutulduğu,unutulmaya terk edildiği isimsizliklerin genel adıdır.
Cennet isim verir,cehennem isimleri siler.
Cennetteki isimler hakikatleriyle vardır.
Cehennemdeki isimlerin hakikatleri boş ve yoktur.
Hakikatı inkâr edenin,hakikati de silinmiş,sönmüş ve kaybolmuştur.
Cennet,ismin hakikatine nüfuz etmektir.
İmtihanlarda kaybedenlerin bir çoğu,ismi kaybetmeleri,hatırlamayıp unutmaları sonucundadır.
İsmini,o ismi hatırlayamadım!
İsmini bir hatırlasaydım!!!
İsmin kaybı,imtihanı kaybettirmektedir.
**İsminiz neydi?
Mesmuke?
What is your name?
Novitte çiye?
-Benim ismim mi?
Evet…
Mehmet…
Mehmet bey,size şunu diyecektim!!!
*Kazananların listesinde benim ismim yok.
Mefhum-u muhalifiyle;
Kaybedenlerdensin…
Kaybedenler yok ki,onların ismi olsun!
Kaybedenler listesi değil,kazananların isimlerinin yazılı olduğu liste asılır.
**Okul ismin kaydıyla başlar.Kayıd altına alınan kişi değil,onun ismidir.Kendisi daha sonra kayıd altına alınmaya çalışılır.
**Ve alleme Âdemel esmâ-e küllehâ,sümme aradehüm alel melâiketi;fe enbiûnî biesmâ-i hâ ulâ-i in küntüm sâdikîn…
-Ve Âdeme bütün isimleri öğretti.Sonra bu isimleri meleklere sundu.Ve eğer doğru iseniz;haydi bu eşyanın isimlerini bana haber veriniz…
Âdemin ve zürriyyetinin yaratılmasına taraftar olmayan melekler,isim sorusundaki yenilgileriyle ikna oldular.
Aksi takdirde yalancı sayılacaklardı.
Âdem ve zürriyyeti eşyanın isimlerini bilmekle,varlığa çıkmaya hak kazanmış oldu.
Melekler ikrarlarında;!Sübhâneke lâ ilmelenâ illâ mâ allemtena inneke entel Alimul Hakim.’
-Rabbimiz,seni tüm eksikliklerden takdis ve tenzih ederiz.
Senin bize öğrettiğinden başka bizim bilgimiz yoktur.
Sen Alim ve Hikmet sahibisin…
İlminle bildin,Hikmetinle bildirdin..Âdeme talim ettin.
Var oluşun anahtarı esma oldu.
“Ben gizli bir hazine idim,mahlukatı yarattım ta ki kendimi bileyim ve bildireyim.”
Allah kendisini isimle bildi ve bildirdi.
Esmanın hakikati,hakikatların ismi oldu.
Dünyadaki bütün atlar toplansa,,at ismini okuyamaz ve söyleyemezler.
Filler bir araya gelseler,fil ismini zikredemezler.
Hayvanlar isimleriyle değil,künyeleriyle tanındı.
Filler..balıklar..kuşlar..sürüngenler…
Köpekler..kediler..vs.
Daha sonra marifetleriyle isimlendiler;Karabaş,boncuk diye…
Çoban köpeği,çobanın köpeği oldu.Çobanıyla tanındı ve adlandı.
İsimler dünyasında yaşıyoruz..
Her tarafımızı isimler çevrelemiş…
İsimler içi dolmadıkça,doldurulmadıkça,silinirler.
Silinmemek için isimlerimizin ve isimlerin içlerini doldurmalıyız.
* Esamesi yani yani isimleri okunan ve okunmayanlar…
Doğan her kişinin bir ismi olduğu gibi,ölende ismiyle anılıyor,ismiyle telkinde bulunuluyor.Hiç olmazsa,tanınmasa bile er kişi niyetine bir isim veriliyor.
Zamanlar ismin üstünü örtünce,o kişilerde örtülüp unutuluyor.
Bir dönemde rahmetli diye anılıyor.
Aba ve ecdada katılınca Geçmişler olarak anlandırılıyor.Çoğulun içinde onun tekil ismi de müstetir hüve veya hiye olarak,o olarak isimlendiriliyor.Zamanla onlardan hüm diye bahsediliyor.
Onlar..işte onlar var ya…
Bir zamanlar onlar…
*”Kur’an besmelede yani isimde,besmele başındaki be harfinde,o da altındaki noktada…
Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla…
Herşey besmelede,besmele noktada,isimde noktada olan isimde,nokta ise bir kelime ve isim…
Nokta isimle var oldu.
Noktadan ismi çekerseniz,nokta da yok olur,her şey de yok olur.
Gerçi yok ve yoklukta bir isim.O halde Allah katında yok diye bir şey yok.
İlmi ilahinin,ilminin dışı yok ki yokluk onun dışına çıksın,dışına atılsın!
Yoklukta yokluk ismiyle var oldu,varlığa kavuştu.
Yok yok olsa var olur.
Yokun yoklukla çarpımı varlık olur.
Eksinin eksiye çarpımı artı olduğu gibi.
*Bir muhabbet kuşum vardı,öldü.
Bahçemde bir lale vardı,soldu.
Şimdi hatıralarda ve fotoğraflarda ve hayallerde varlığını sürdürmektedir.
Çünkü ismi bende mahfuz,duruyor.
Muhabbet kuşu ve lale diye…
Çok güzeldi,güzelliği devam etmekte.
Hoş kokuluydu,kokusu hala burnumda tütmekte.
Baki kalan şu kubbede,
Hoş bir sada bırakmakta;
Sonu ölmekte olsa…
Sada da bir isim,sese isim olmuş,onu kulaklara küpe yapmış.
Görünen alem göze gözlük olmuş,onunla görüyor.
Göz-lükle eş-leşip,beraber isimlenmişler.
*İsimler sadece bir isimdi,ona da lafız deniliyordu.
Lafız,ağızdan atılan şey…
Bazen bir gül,bazen bir ok..bazen bir tükürük,bazan sıcak bir söz.
Lafza herkes bir elbise giydiriyor.Ancak lafız yine lafızdır.Lafız olarak kalmaktadır.
*Ahmed-Muhammed-Mustafa lafza mana oldu.
İsim kendini onda buldu.
Övüldü,övülmüş oldu.
İsim meçhuldü,o zat ile malum oldu.
İsim kayıptı,onunla bulundu.
İsim zata ayıptı,O’nunla ar oldu,arlandı.
İsim ayn-dı yani göz onunla ayn-a ayna oldu.
Gördü ve göründü.
İsmine kurban olayım senin.
Alem o isme,onun ismine,kurban oldu.
Kurban isim oldu.
*Haramda isimdi ama ona soğuk düştüm.
Helal ismi bana ad oldu..
Helal lokma,helal süt emmiş..helal olsun..helal be…
Haram onu yiyene isim oldu;haram-zade..harami..haram lokma..haram olsun.
Cehennem ismi yaktı.
Cennet zemzem gbi aktı….

MEHMET ÖZÇELİK
30-04-2009




İLLÂ O – İLLÂ HU

İLLÂ O – İLLÂ HU
Lâ-yı hiç sevmedim,hep illâ ile olmak istedim.İllâ da kaldım..illâ da kıldım.
Ondan olsa gerek ki,hep lâ yani hayır demek ağır gelir bana.
Alışamadım..alışmakta istemiyorum.
İllâ ben..illâ da ben…
Lâ yoktu illâ vardı.İllâ lâ ile var oldu,varlığı bilindi.
Ben-deki ben ondaki ben ile var oldu,varlığa çıktı.
İllâ o..illâ huu.
La-da buldum kendimi,meğer ben oraya aidmişim..sonradan illa ki O’nun la,O’nun yardımıyla varlığa çıktım,var oldum,varlık buldum..Ben La-da idim,O illa-da idi.La O’nunla var oldu,İlla La ile bilindi..yoksa bilinmezdi,var olduğu halde.
La ne imiş ki İlla onunla varlığa çıkıyor,anlaşılıyor,biliniyor,tanınıyor.
Her şey zıddıyla bilinir kaidesi bir kere daha kendisini burada gösteriyor.
Yok yok olursa,var olur.

NOKTADAKİ EBED
Nasıl bir ben-e sahibim ki;her yönüyle sınırlı olduğum halde,sınırsızlığı zorlamaktayım..sınırsızda gezmekte,sınırsızı idrak edemesem de,onu derk etmeye yani anlamaya cesaret etmekte ve çalışmaktayım.
Sonlunun sonsuzu anlaması,sonsuzluğa aday olarak seçilmişliğin seçkinliğidir.
Sonsuz ve sonsuzluk benimle ilgileniyor.
Varlığının anlaşılmasını ben-deki ben-e yüklüyor.Büyük ve ağır bir yük.Onurlu ve şerefli bir yük ve yükümlülük.
Bir yanda ezeli ve ebedi kenz yani hazine,öbür yanda fülüs yani sönük ve silik bir para..bozuk para..hazineye azık para..hem de az para…
*Noktadan başlayan kâinat,eşya ve ilim,tekrar noktaya dönüşmektedir. Her şeyin aslına dönmesi gibi…
Nokta gibi bir çipin içerisine şimdilik dünya kadar şeyler sığdırılırken, zamanla kâinat kadar ve de kâinat noktaya sığdırılacaktır.
Aslında kıyamet her şeyin ayağa kalkıp yıkılmasından ziyade,asla dönüş işlemidir.Kâinatı yutan kıyamet noktası bir toparlanmadır..bir toplanmadır.
İnsanda anne karnına bir nokta olarak düşmüşken zamanla şimdiki halini almıştır.Toprağa nokta olarak atılan tohum,zamanla tonlarca ağırlığında bir ağaç olup,o da sonuçta meyveyi ve içinde yine aslı olan çekirdeği netice verip,neslini onunla devam ettiriyor.
Noktadan başlayan oluşum,noktayı doğuruyor,noktayla neslini devam ettiriyor ve sonuçta nokta oluyor.

ALEMLERİN ÖZÜ VE ÖZETİ İNSAN
Yaratması deneme yanılma değildi.İnsana basamak olsun diye..insan o basamaklara basıp,kendi huzuruna çıksın diye en son insanı yarattı.
Sultanlar hem sonda ve hem de sonradan gelir ya…
Diğer varlıkların en üst basamaklarından seçti,bir araya getirdi ve alemin özü,en-muzeci,sanat harikası,son fırçanın son boyasını insanda kullandı.
Levhi mahfuzdan akıl askısını ve terazisini aldı.Onunla her şeyi ölçsün,tartıp değerlendirsin,bir noktaya takılıp kalmayarak,tüm askılara asılabilecek seyyar bir askı oldu.
Arştan sultanlık gömleğini giydi,sultanlık koltuğunun bir eşini insanın içine kalb olarak koydu.Yanar döner,dönen dönek ahval ve istihaleye mahal kıldı.
Hayvanattan hayat aldı.Ruh iksirini ona üfledi.Sonsuzluğa kanat açtı.
Onu Rahman suretinde yarattı.Rahman ismine en külli ma’kes ve ayna oldu.O’nsuz olmayan O’na en fazla muhtaç O’nun varlığıyla artık o var oldu.
VACİB-ÜL VÜCUD
Gelişinden güzeller korkuyor,çirkinleşiyordu ancak tam tersi oldu.Onun güzelliğinden çirkin kaldılar.
O var idi,hiç bir şey yok idi.Ben oldum O varlığına varlık kattı..borsası yükseldi..işlemleri arttı..hep teveccüh O’na oldu..ben yine yoklukta kaldım.
O’nun varlığının yanında bana ne kadar var ve varlık denilebilir ki?
İyi ki O varmış ki,ben yoklukta var oldum,yokluktan varlığa geçtim ve göçtüm.
Bu yolculuğum varlığa geçiş yolculuğudur.Yolculuğum biterse varlığım tescillenecek.Şimdi ise varlığım sallantıda.Sözleşmeli görevdeyim.Sözleşmeli olmak,sözleşmeye muhalefet anında iptal edilebilir.En hazini de sözleşmeden haberdar olmamak veya bilerek sözünde durmamak.
Sözleşme ruhlar aleminde,herkesin huzurunda yapılmış..kimileri bunu hatırlıyor..ben ise hatırlamıyorum çünkü insanım..Nisyan yani unutma kökünden alınmış ve unutulmadan unutmaya terkedilmişim,unutmayıp hatırlamamam için…
Herkes yokluktan korkar ve kaçarken,bendeki ben kendisini O’nda yok olmakta bulmuştu.Yok olmak..okyanusta yok olan bir damlacık buz misali.
Bir damlacık su idim..deryada eridim su oldum..okyanusla doldum.Bana ben-siz O’ndan dediler.
‘Heme ost’değil,’Heme ezost’ yani O değil,O’ndan oldum..O’ndan geldim ve yine O’na döneceğim.
BENDEKİ O
Ben-i kendinden ayırmayan,ayrı tutmayan O zatı ben de kendimden ayrı tutmamaya ahdettim.Sözlerin en büyük sözünü verdim..boynumdan büyük bir riski kabul ettim.
O’da bana ikramen meleklerini huzurunda huzuruma secdeye kapattırdı.Birde onlara onaylatıp,şahitliği perçinleştirdi.Bu sözleşmeyi Allah’da onayladı..isminin yanına,yaratılmışlığın ve yaratılmışların hatırına sevdiği Zat için imzayı attı..elçilik yapacaktı O’na O zat…
Cebrailin noterliğinde;bir kelimede her şey düğümlendi..düğün gerçekleşti;”Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne MUhammeden abduhu ve rasulühü”
Her köle âzad olduğunda sevinirken,O Zat temsiliyet şerefiyle şerefi ve sevinci O’na köle olmakta yani sonsuza dek âzad olmadan kul olmakta buldu.
Âzad olan az olur,az kalır,azı da bulmaz,azıtır.
Ben kendimi O’na kölelikte buldum..oldum..adam yerine koyuldum.
Âşık oldum bir MİM-e
İnciler dizilmiş CİM-e
Cim öyle bir Cim ki
ELİF-den GAF getirir MİM-e…
Ben Mim-e aşıkım.
Cim-e bağlıyım.
Gaf-a hayranım.
Elif-e yârım…

DÖRT DİREK
Alem başlangıçta şu dört temel üzerine oturtuldu.Dördü dörtler takib etti tâ ki kırklar oluşana kadar.
Dört büyük melek;Cebrail-Azrail-Mikail-İsrafil..dört halife;Hz.Ebubekir-Hz.Ömer-Hz.Osman-Hz.Ali..dört unsur;Toprak-su-hava-ateş..dört madde; Hidrojen-oksijen-karbon-azot..dört organ;baş-gövde-kollar-ayaklar..dört varlık;cansızlar-bitkiler-hayvanlar-insanlar..gökte dört cirim;Güneş-ay-dünya-yıldızlar..İnsanda dört cevher;Ruh-kalb-akıl-beden..Dört sınıf insan;çocuk-yaşlı-kadın-erkek…
Çifte eneli,enesi çifte yani ben-iyle her önüne geleni çifteleyecekti.
Bu ben bizlere muhtar ve çavuş atanmıştı..daha da ötesi çıktı;meğer sicil amiriymiş..varlıklara müfettiş atanmış bendeki ben.Kendini teftişten aciz;künhünü bilmeyen,künhüne vakıf olmayan,varamayan bu mahluk,varlıkları teftiş yetkisiyle donatılmış..tam yetki.Cumhurbaşkanı adına..başbakan adına..herkes önünde saygı duruyor..varlıklar resmi geçitteler..hala da geçiyorlar..geçişler bitmedi..sonsuza dek de geçecekler…
Sayemizde melekler bizi seyrederken,kendilerini de seyirlerinde seyrettiler.Alemi seyre daldılar..internetle tanıştılar..her şeyle bağlantı kurdular…
İnsan tutkal oldu..tutku olarak kaldı..maya tuttu..şimdi sıra sözünü tutmaya gelmişti.
Varlıklar ben-le biz oldu..ben-liklerini biz-de buldu.
Hamdı oldu..insana saksı oldu..toprak oldu..merhamet edip rahmine aldı..emzirdi..insan pişti..piştikçe şişti..hedefe erişti..er-di sultan oldu..saltanata kondu…
İnsan büyüdükçe sahibi bilindi.İnsan kendisini bilince..Rabbisini de bilir oldu..buldu..bilindi.
İnsan bilip bilindikte Yaratan zahir oldu.Şiddeti zuhurundan gizli idi,zahir oldu.Sonsuza dek bilinmenin anahtarı oldu,bendeki ben.
Ben derinliklere doğru inince,O yükseklerden görünmeye başladı.
Benim inişim O’nun çıkışı oldu.
Ben öldüm O oldu.
Ben oldum..alem O’nunla doldu.
Artık var olan güneşler güneşi doğmuştu..esmasıyla beraber olmuştu.
Esması zata ayna,ben O’na ma’kes olmuştum.
Hâlık olmasaydı,helak olurduk…
*****
Âdeme eşyanın isimlerini öğretti..belki de ne yapacaklarını ve ne yapmayacaklarını Âdemin şahsında ve çekirdeğinde saklamış ve öğretmişti.
Bir var idi;bir-den gayrı ve gayrısı yok idi.O’nun varlığı karşısında yok-ta yoktu..yoklukta.
KÖLELİKTEN SULTANLIĞA
Sen neymişsin be..şey yani ben neymişim be!!!Yusuf misal kuyu dibinden yıldız köşküne,kölelikten sultanlığa..alınırken alan olmaya..karanlıktan nura..yokluktan varlığa…
O’nsuz iken O’nunla olmaya.
Bazen hayal meyalde olsa korkuyorum geri dönmeye..dünyaya gelen çocuğun veya büyüğün geldiği yere dönmesi gibi de hiç değil.
Yok olup,yoklukta kalıp yokluğu tatmak istemiyorum.Kavuşmak olan ölüm bile acı olup korkutursa,yokluk kim bilir neler yapar?
Yokluktan şiddetle kaçtığımdan;cehennem bile olsa ebed isterim,diye ruhum feryat etmektedir.O’na dört elle sarılıyorum.Bir anlık o nisbet kesilse yokum..yoktayım..yokluktayım.
Şaşkınım..zira ben açıldıkça açılıyorum,her ben gibi.O benler bendeki ben-e bend olmuyorlar.
Bu dünyada bile nisbi sonlar ile sonlanırken,sonsuza yelken açmış bir gemi gibi sonsuzlukta süzülmekteyim.
*****
İnsan yoklukta ve yokluktan gelişen bir varlık..tıpkı toprağın altında çürüyen tohumun ilahi emirle yer yüzüne çıkıp sümbül vermesi gibi…
Tıpkı çürüyen yumurtanın hayat sahibinin hayat vermesiyle göklerde uçması gibi…
Demek ki varlığın sırrı yok-luktan ve yok olmaktan geçmekteymiş…
Yok olmayan var olamaz..varlığın tadını bulamaz..varlığa ad olamaz ve bir ad koyamaz…
Varlığı kendinde görüp,kendinden bilen bir varlık ve insanda,yok olmaya mahkumdur.
Karanlığın şiddeti nisbetinde,nurun parlaklığı ortaya çıkmaktadır.
Nefiy nefiy isbattır..yok yok ise O vardır.
DAMLADA OKYANUS
Bir damla olan ben okyanuslarda yüzerken,bazen damlada boğulmakta, bazen alemleri yutmak isterken topuklar ıslanmamaktadır.
Ben kendimi bilemezken O’nu bilmek ne mümkün?
Seni hakkıyla bilemedim,ey Ma’ruf…
Çünkü O;Ma’rufu meçhul..bilinen bilinmez..Varlığıyla bilinmezliği bilinen ve kıyısı olmayan okyanus,sahili olmayan deniz..sonu gelmeyen,başı bitmeyen evvel ve ahir,zahir ve batın…
“Hüvel evvelü vel âhiru vez zâhiru vel bâtin”
*****
Sonu bilmek için tekrar başa dönmek gerekiyor.Hayat filmini tekrar başa sarmalı tâ ezeldeki ilmi ilâhinin yaratmayı dilemesindeki o ince sırrı çözene kadar…
“Siz benim bildiğimi bilemezsiniz sırrı…”
*****
Geç mi yaratıldık?
Sonsuz kavramının içerisindeki yaratılışımız bu gün gibidir,geç değildir.
Sonsuzluğun bir noktası ilk başlangıçtır.
Sonsuzluğun başı yoktur ki,şu kadar geç kalmışız diye bir söz söylenmiş olun…
ÂDEMİN FARKI
“Biz seni hamdinle tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz.”
Böylece Âdemin yaratılmak irade edilmesinin hikmetinin cevabını taleb ediyoruz.Zira:”Yer yüzünde fesat çıkarıp kan dökecek varlıklar mı yaratacaksın?” sorusuna Hak Taâla:”Siz benim bildiğimi bilmezsiniz”sözünün bir parçasını;Âdemin esmaya olan mazhariyetini görerek,BİLMEYE başladılar.
Bu kadar bilgi bile onlara yetmişti.Emir üzerine secdeye kapandılar,farkı fark ettiler.
Âdem ise talime mazhardı.
Fark ise;Âdemin onların bilip de anlayamadığını anlamış ve anlatmış olmasındaydı.
…………..
Şeytan mı?
O kibrinin yarışındaydı!
Ben daha oburum diyordu.
Âdemde yesin..Ben-de!!!…
Bak bakalım kim daha çok yiyecek,yediğini eritip tüketecek…
Ateş her şeyi yer ama yine de tok olmaz.
Ya toprak?
Fark ise;Ateş yer,bitirir,öldürür.
Toprak ise;yer,öldürür ancak bitirir yani inbat edip bire bin yeşertir.
Biri tokluğun,diğeri varlığın temsilcisi…
Biri kibrin,diğeri tevazuun…
Birinin zahiri şeffaf,batını kesif;toprak ise zahiri kesif,batını şeffaf…
Hayata hayat ve kaynak…
Toprak esmaya kesafetiyle ayna olurken,ateş şeffaflığıyla esmaya yani tecelliye gölge ve perde olmuştur.
O yer kabuğundandı..yer toprağı idi..aşağıdan gelme idi.
Kendine yukarılardan yer biçiyordu ancak aşağılarda bile yeri olmadı.
İşte gerçek insan ve şeytan farkı…
Biri eşyadaki ilahi perdeyi aralarken,diğeri her şeyin üzerine o perdeyi çekmekte,birde üstüne üstlük perdenin üstüne kendi büstünü koymaktadır.
İnsan ve onun temsil ettiği islam ve onu seslendiren peygamber,o büstü baş aşağı attı..perdeyi tekrar baştaki gibi açtı.
Kibir kaba bir perdedir..bir ateş..bir yokluk..bir bitişin ve silinişin adıdır.
Gerçek varın karşısında varlığını ilan eden ateş,kibir ve şeytan yok olurken;var da yok olan,varım bile demeyen toprak varlığa ad oldu..var oldu..varlık onunla oldu…
Su ile beslenerek ölümsüz oldu..sonsuz kaldı.
Su toprağın oluşacak tehlikeli ateşini de söndürdü..içine su serpti.Allah da onu ödüllendirdi..ateşe galib geldi.Onu tek susturan,bitiren ve söndüren su oldu.
“Biz sudan her şeyi diri kıldık”hakikatı,her şeyi ölü kılan ateşe bir şamar oldu..kinle doldu..önüne gelen onunla soldu..sonu oldu.
Toprakla suyun birleşmesinden nur doğdu..nur yağdı..rahmeti celbetti.
Ben yanarsam seni de yakarım;ikimizde yanarız.,dedi ve o zamandan beri yanmaya ve yakmaya devam etti.
Kibir mi ateşten çıkmıştır,ateş mi kibirden?
Her ikisi içinde yorum yapılabilir ancak her şeyin oluşumunda tohum, çekirdek,yumurta olduğundan,ateşin tohumu da kibirdir.
Ateş kibirden türemiştir.Ateşin anasıdır kibir.Babasız dünyaya gelmiş,nev-i şahsına münhasırdır.
Şeytan kendisince haklıydı.Hilafet rütbesi beklerken,sahib olduğu da elinden gitmişti.
Büyüklüğü büyüklenmeden dolayı idi.Uzun görünmek için parmak uçlarına basıyor,yapmacık bir büyüklük içerisine gizleniyordu.
İnsana düşman kesildi.Yarışın kıyamete kadar devam etmesini istedi.Son raund da da olsa Âdeme hatta onun soyuna üstün geleceğini,kendisini isbat için ek süre istiyordu.
Süre verildi..savaş başladı şey yani yarış başladı.
Şeytan başta bir sıfır galipti.Bu onu şımarttı..taşkınlığını daha da arttırdı.
Âdem ilâhi destekle desteklendi.Şeytanın öndeliği hep önde gidiyordu veya öyle görünüyordu.Âdemde bunun farkındaydı.Ancak ilâhi hikmeti biliyor,galip geleceğine inanıyordu.
Ve nihayet;
Dünya hamile olduğu alemin Efendisine hamile idi ve onu doğurdu.O alemlere rahmet oldu.Otomatikman şeytanın önüne geçildi..o da epey bir sayı fark atarak..sayılar asır be asır arttı.
İbrahim-de beraber kalınmış..Nuh da ikinci etap yarışa geçilmişti.
Âhirzaman şeytanın zamanı oldu.Kıyasıya bir mücadele..iman ve küfür mücadelesi…
Şeytan kemiyetteydi ancak keyfiyet ona ağır basıyor..şeytanda direnmeye ve bastırmaya devam ediyordu.Sürekli sayıyı ve sayısını arttırıyor ancak kalite karşısında hiç kalıyordu.
Bir kaşıkçı elmasıyla tüm dünyadaki kara elmaslar! Yani kömürler satın alınabiliyordu..hepsine bedeldi.
Son perdeye gelinmişti..son raund..son kozlar..son vuruş..ölümcül vuruş..ölümüne vuruş.
Kayıp büyük ancak kazançta büyüktü.Bir ölünüyor,bin doğuluyordu.
ÂDEMİN RAKİBİ
Her şeyin bir rakibi vardır;Âdem-şeytan,iyi-kötü,karanlık-aydınlık,aşağı-yukarı,zalim-adil,vs.
Allah rakib kabul etmez..Şeytan enaniyet ve kibriyle Allah’a rakib olmaya,rekabet etmeye yeltendi.
Aslında Âdemle olan mücadelesi,Allah ile olan rekabetinin bir sonucudur.
İnsan yani Âdem Allah’dan yana olurken,şeytan kendine taraf toplayıp,Allah’a karşı taraf oldu..karşısında kaldı…
ŞEYTANIN KALBİNDE MARİFET YOKTUR
Şeytan Allahı biliyor fakat tanımıyordu.
Dünyada Mekkeyi herkes bilir ancak herkes tanımaz.Tanımada özelliklerine vakıf olmak vardır.Şeytanında kalbinde marifet namına bir şey yoktur.Ondan dolayı iman etmesi kabil değildir.
Yinede bir gün Hz.Musa Tur-i Sinaya gideceği sırada şeytanla karşılaşır. Ona kötülüklerden vaz geçip iman etmesini teklif eder.Şeytanda;’Eğer Allah affederse tevbe edeceğini söyler.’
Hz.Musa sevinçle oradan ayrılarak tur-i sinaya doğru devam eder artık en büyük düşmanı da teslim olacaktır.Çünkü Allah’ın affedeceğinden şüphesi yoktur.
Tur-i Sinaya varır ve şeytanın affedilmesi halinde tevbe edeceğini söylediğini bildirir.
Allah affedeceğini söyler ancak;’El ceza-u min cinsil amel’ yani ceza yapılan amelin cinsindendir,kaidesinde,suçu olan Hz.Âdeme secde etmemek olduğundan,Âdemde vefat etmiş bulunduğundan,onun yerine Âdemin kabrine secde etmesi halinde affedeceğini bildirir.
Sevinçle dönen Hz.Musa bu teklifi şeytana anlatıp,ondan da tevbeyi beklerken,sinirlenen şeytanın verdiği cevabda yine kendisi gibi olur ve kendisinin gerçek özelliğini de yansıtır;
‘Ben onun dirisine secde etmedim,ölüsüne mi secde edeceğim’diyerek teklifi reddeder.
Şeytanın asıl adı Azazil-dir.Şeytanların başı olduğu için İblis denilmiş, Allahın rahmetinden de kovulmuş olmasından dolayı da şeytan adı verilmiştir.
*Şeytan sadece kendi ilahlığını ilan etmekle kalmadı;Fir’avun gibi ilahlarda yetiştirdi.
İlahlar bir tek ilaha karşı…
Bütün ilahlarını topla da gel…
Kur’anda kelamı için böyle demiyor muydu?
“Kulumuza indirdiğimiz Kuran’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.
Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kafirler için hazırlanmıştır.” (Bakara.23-24)
Hadi uzun bir sure olmasın,hadi bir ayetine dahi olsun bir nazire getirin!
Tüm ediblerinle gel…
*Herkesten esirgenen ömür ve süre ondan esirgenmedi.
Tüm zamanlarını ve zamanelerini alda gel…
*Şeytanın en belirgin ve tehlikeli özelliği,her yönden ve her yandan gelmiş olmasıdır.
Torbasında hilelerin her çeşidi mevcuttur.
Bazen de aldatmak için kendisini inkar ettirir.
Şeytan şartnameyi kendisi ve kendisine göre hazırlamış,Allaha öylece kabule çalışıyordu,inatçasına ve de direterek.
İnsanları mutlaka ve mutlaka yeneceğini Allah adına yemin verirken, adeta kalbiyle de;’Ateşlerin gücü adına’diye de gerçek yemininin altına imza atıyordu.
Çünkü onun aklında Allah kavramı olsa da,kalbinde marifetten hiç bir eser kalmamıştı.
‘Ateşlerin gücü adına!!!’
*Şeytanı rahatlatan en büyük teselli ise;cehenneme giderken yanında Âdem oğlundan bir çoğunu da beraberinde götürmesiydi.
Bu durum azabını azaltacağını düşünüyordu.Oysa;’Bir şeye sebeb olan,o şeyi yapan gibidir.’sırrınca,herkesin cezasına ortak oluyor,azabını yükleniyordu.
*Şeytana tanınan haklara karşı,insana da af ve tevbe kapılarını açıyor,insana güveniyordu,özellikle muhlislere.Onların ayakları kaysa da düşmezlerdi.
*Şeytan risklerle dolu dünyaya gönderilen insanda giriş kapıları aradı,bulduğu boşluklardan içeri girdi.
Kurulu proğramın virüsü oldu.Anti-virüsü olmayan bünyeleri çökertti.
*Şeytan hep insanın ölme korkusundan istifade etti veya hep o damarı işletti.
Cennette de öyle yapmıştı.Ölümsüzlük ağacından yemesini sağlayarak aldatmıştı.
İnsan ölmemek için her şeyini verir ve her şeyi yapardı.O şeytan bile olsa dediğini yerine getirirdi.Oysa ebedilik yurdunda bulunmaktaydı.Oysa hayatı veren ancak hayatı alabilirdi…
Âdem ve zürriyeti dünyaya geldiğinde bu sefer korkuları daha da arttı.Çünkü sahip oldukları çoğaldıkça,çokluğun kaybı belini büktü,saçlarını ağarttı,onu yaşlandırdı.
*****
Melekler masum idiler,hayvanlar ve canlılar birer musahhar memurdurlar..İnsanlar ve cinler ise birer mezundurlar yani iyiliği ve kötülüğü yapma konusunda izinlidirler…
*****
Dünya aşağı demektir çünkü yukarıdan aşağıya in emri gereği aşağıdaydı.Ancak tekrar yukarıya ve yukarılara talib idi.Gözü hep oralardaydı.Oralara gideceği günleri sayıyor ve sayıklıyordu.Buraya hiç alışamamış,alışmaya çalışıyor,başaramıyor,alışmak için kendisini çok zorluyordu.
Toprak çekmişti onu.Çünkü toprağı buradandı.

HAVVANIN KATKILARI VE KATTIKLARI
Aslında Havva,onun şahsında kadın erkeğin boşluğunu doldurup,ona katkıda bulunan;ruhuna ruh,kalbine kalb,kefaet yani denklikte denk,Kur-anın ifadesiyle;”Kendisiyle huzura kavuşacağınız eşler yarattık.”hakikatını yansıtıyordu kadın.
Dünya ve dünyadaki darlık ve huzursuzluklar açısından kadını değerlendirmemeli.Zira gerek erkek ve gerekse de kadın,-tabiri caizse-buranın malı değildir,buraya aid değillerdir.
Her yönüyle şarz olan erkeğin deşarzı,korku ve yalnızlığının sevinç ve enisi ve nefesidir.
Hep elmanın iki yarısına benzetilir ya!Her iki tarafta,biri birisiz eksiktir.
Kadın eksiktir.Erkek kadınla kıvamını bulmakta,kıvamlı olmaktadır.
Mübalağa olmasa;kadın erkeğin kendisidir veya kendisindendir,denilebilir.
Erkeğin kaba ve sertliğini yumuşatmakta ve ona zerafet katmaktadır.
Kadın bu dünyada artı ve eksi iki akım ve uca sahiptir.Öldürür de,oldurur da…Soldurur da,neşeyle doldurur da…
Devletleri erkekler idare eder,erkekleri de kadınlar kontrol eder.
Havva esmer güzeli idi,o bir ana idi,hayat onda şekillendi,erkeğin adeta bel kemiğini oluşturuyordu..ondandır ki ona Havva dendi.Erkeğin zerafet tarafını temsil ediyordu.
Aslında onlara çift deniliyordu.Buna rağmen dışarıdan tek görülüyordu..iki beden,tek ruh.Tek çiftler..bedenleri çift,ruh ve akılları tek.Birbirine münasip, mütenasip,arada tam bir tenasüp..birde Allah da etmişse nasip!
Dünyaya Havvasız gelseydi Adem,ne yapardı?
Cennette onsuz nasıl yaşardı?
Erkeğin gücü onu ayakta tutarken,kadının gücü onu daim kılıp,varlığını sürdürdü.
Erkek kaim,kadınla daim…
**Kadın erkeğin imtihanı..en büyük sınavı..sınavın en büyük sorusu…
Erkek ilk onunla olan sınavını kaybetmişti.Aradaki sınavlar ve en son sınavlar da hep kadından oldu..onun üzerine oynandı..ağır oldu..zor oldu…
Şeytanı da ümitlendiren en büyük hile,kadın idi.
*Yakup Kadri Karaosmanoğlu uzunca yazısının bir bölümünde:“Bu çirkin asrın, bu çirkin muhîtin yegane süsü, yegane güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih (huzurlu) yaşamak için bu kanaat size kifayet etmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor: Peçeniz ve çarşafınız… Bunlardır ki; bana muhabbeti öğretiyor, hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor.”

“Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhîtin ortasında, asalet (soyluluk) ve zerafete yegane dal (delil ve alamet) olarak, bunlar, sade bunlar kaldı.
Bana inanınız bütün bu evler, bu mabedler ile bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız, sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mabedler harap oldu, şehirler çöktü. Çünkü, sizin mahbesleriniz, o yerlerin surları idi, kaleleriydi.”
Tevfik Fikret de;“Elbet sefîl olursa kadın. alçalır beşer.”
Kadın hiledir yani çözüm ve çözülme…
Kadın mahrem..Kâbe gibi..Mescidi haram..harem bölge..hürmet ve saygı yeri.
Mahremiyeti dokunulmazlığından ve hürmetten dolayıdır..yoksa öcü olmasından dolayı değildir.
O hürmete layık insanların ayağını kaydıranları Allah kahretsin…
**Hayat mahremin rahminde merhametle yoğrulur,hayata kazandırılır.
Ondan dolayıdır ki;bu oluşumundan dolayı insan hürmete şayan bir varlıktır.
*İnsanlık kafilesi bir zincirler halkası gibidir.Mahremiyetsizlik o halkayı zedeler ve koparır.
Zinanın dinde büyük günahlardan sayılmasındaki sebeb;bu mahreme ve mahremiyete tecavüzden ve bağı koparıştan dolayıdır.
Zina hakka tecavüz,hukuka taarruz,insana hürmetsizliktir.
İnsan zürriyetiyle şeytan zürriyetinin arasındaki perdeyi kaldıran ve yırtan zinadır.

YASAK AĞAÇ
İnsanın mutlak hürriyetinin önüne çekilmiş bir çitti..çit ağacı..bir sınır..hudud..bir gümrük geçidi idi.
Kul ile yaratıcı arasındaki fark ve ince zar…
“Eğer insanlar günah işlemeseydi,onları helak eder,günah işleyen bir kavim yaratırdım.”sırrının tecellisi gereği,seçilmişlerden ayrıştırma yapılacaktı. Yoksa bu gün aynı makama nemrutlar,fir’avunlar ve tüm zalimlerde oturacaktı.
Reva mıydı bu?
Adaletli olur muydu?Adalet olur muydu?Allah Âdil olur muydu?
*O yasağın cennette ne işi vardı?
O kadar güzelim cennete bu yakışıyor muydu?
Kader!!!İmtihan!!!İrade!!!
“Cennet ucuz değil,cehennem dahi lüzumsuz değil.”
*********
Kadın masumdu,Âdem onun masumiyetine inandı..masumiyeti bulandı, bulandırıldı. Âdem bu bulanıklılığı,ona fısıldananı görmedi ve duymadı.
Sonunda olacak olacak ve olan olmuştu.
Şerefe,kulluğa götüren günah..işlenen günahla beraber yüklenen yükümlülük.Ardından gelen Yaradanı tanıma süreci ve O’na kulluk safhaları…
O günah bahanesi olmasaydı?
Kitaplar iner miydi?
Peygamberler gelir miydi?
Yaradana kullukta bulunulur muydu?
Bunca maddi-manevi gelişmeler ülfet perdesi altında kalır,sönük olurdu.
Dünyaya atılan şerefli bir adım..adım adım yükseliş..ebede gidiş.. ebedi, durmaksızın yükseliş…
Çıkışın ve inişin startını vermişti Yasak ağaç…

DÜNYANIN KABADAYISI ŞEYTAN
Şeytan kabadayılık yapıyordu..sürtük..sürekli sataşıyor,kavga çıkarmak istiyordu.Gökleri ve sakinlerini rahatsız ediyordu.Zorla bulaşıyordu.. bulaşık.. yılışık..külhan beyi..esrarkeş..yan kesici..adam öldürücü..kan akıtıcı.. yakıcı.. ağlatıcı..üzücü..cehennem temsilcisi..cehennem gibi belki cehennemin kendisi… zebani başı..eşşek başı..mafyanın ele başı..küfür bâz..hokka bâz..can bâz..düzen bâz..âr lanmaz…
Bunları zannetmeyin ki yüzüne söyleyemem!Gelsin vallahi yüzüne de fazlasıyla haykırırım.Zaten o hakkımı şimdilik saklı tutuyorum.
Hep gayrı meşru yollardan saldırılara geçiyordu.Allah bu işe bir son vermek amacıyla işi meşru zemine çekmeyi diledi.İkisinin de birbirini alt edebilecek özellikleri vardı.
Başlangıçta,gidişlerde kayıplar vardı ancak sonuç başarıydı..kazançtı.
“Netice,sonuç,akibet;Allahtan korkanlarındır.”diyerek Allah sonucu baştan bilmiş ve belirlemişti.
Âdem ebedi rahat etmek için,geçici bir süre rahatından olmuştu.
“O şeytan apaçık bir düşmandır.”
Şeytan düşmanlığını gizlemiyordu..açıktan sürdürüyordu.
Hep insanın gaflet,dalalet,cehaletini kolluyordu.Mutlaka bir gün yasaklayacaktı, ayağını kaydıracaktı.
Kredi kartları ne kadar cazip değil mi?İstediğin kadar harca,asgarisini öde..bir gün mutlaka ayağın kayar,fazlasıyla alırım.
Şeytan çok cazip teklifler sunuyor,her şeyi süsleyip,insanın önüne seriyor..her şey mübah,diyordu.İstediğini yap..nefsin ne istiyorsa…Şehvetinin istediğini..benim istediğimi…
Oysa ne benim istediğim ve ne de yaradanımın istediği şeyler değildi. Hayvani,nefsani,şehevani,süfli,dünyevi…
Onlar yukarılara götürmüyor hep aşağılara çekiyordu.

İNSAN UNUTAN DEMEKTİR
Âdem oldu..Beni Âdem yani Âdem oğlu doğdu..dünyaya geldi,insan oldu.O hep unutan oldu..çocukluğunu unuttu..gençliğini unuttu..yediğini unuttu.. yaptığını unuttu..sözünü unuttu..ruhlar alemindeki sözleşmeyi unuttu..daha doğrusu o,kendisini ve kendisine yükleneni unuttu.
O hep unutan oldu..unutuldu.
Dünyaya gelişiyle bu unutkanlık ona ad oldu.o insan oldu..insan diye adlandı..kendi adını kendi koydu…
“Allahım bizi unutmamızdan ve hatamızdan dolayı hesaba çekme.”
Bu ismi biz aldık..sen verdin..bunu bize günahımız yükledi.
“Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma!”(Bakara.286)
Özellikle seni kendimize unutturma.
Ya seni unutursa?
Unutuluruz.
Allah’ı akıllarından silmeye çalışanlar,ya Allah tarafından silinirlerse, halleri nice olur?
Hayattan silinirlerse,onları hayata döndürecek kimdir?
Bir günah işledik..bin gün âh çektik…
* “Hikâye edilir ki Harun er-Reşid, köle, cariye ve hizmetçilerine her yıl çeşitli hediyeler dağıtırdı. Bir yıl da, yine hepsini bir araya topladı. Çeşitli giysiler, süslemeler, altın ve gümüş eşyayı ortaya getirterek:

—Herbiriniz, beğendiği şey üzerine elini koysun, ben bunu istiyorum desin, diye emretti. Bunun üzerine herkes gözüne kestirdiği, eşyanın yanına koştu, elini onun üstüne koydu. Bu arada bir cariye de gelmiş elini Harun er-Reşid’in başına koymuştu. Harun er-Reşid şaşırarak:

— Ne yapıyorsun? dedi.

Cariye :

—Siz, herkes sevdiği şey üzerine elini koysun, buyurmuştunuz; ben ise sizin mübarek başınızı sevmekteyim, diye cevap verince Harun er-Reşid çok duygulandı ve:

— Madem ki sen de beni tercih ettin, o halde ben de, malım, mülküm de senindir, dedi. O cariyeyi derhal azad eyledi; daha birçok ihsan ve ikramlarda bulundu. Bütün diğerlerine ona saygı göstermelerini emretti.

Ey mü’min! Sen de bu dünyanın fani lezzetlerine kapılmaz, gönlünü samimi olarak Allah-u Teàlâ’ya bağlarsan, her şey senin kulun kölen olur, ahirette de Allah’ın cemalini müşahedeye erersin, inşâ.”(Mensur Yüz Hadis-Yüz Hikâye Kitabı,37. hikâye)
ŞEYTANIN DÜŞÜŞÜ
Şeytanın ısrarı onu başarıya götürüyordu..öyle görünüyordu veya istidrac gibi kendi inişini,insanoğlunun çıkışını hızlandırıyordu.
Eğer o müsbette olsaydı azim olurdu ve ona bir azametlilik kazandırırdı.
Kibri onu yendi.
-Ey çamur oğlu çamur! Şeyy yani Beni Âdem..Âdem oğlu.
Çamurun rabbi o..ben ise ateşin ve ateşliklerin rabbiyim.Ateş karışık çamurdan üstündür.Ben yalınım,sen ise,kesif ve sönük…
Ey Âdem,senin rabbin üretir,ben ise tüketirim.
Şeytanın insana olan bu kini;seviye olarak insana yetişememesinden kaynaklanıyordu.Bir de onun yüzünden mevcut seviyeyi de kaybetmişti.
Şeytan dünya ateşinden yetmiş kat daha yakıcı idi..yakıyordu..Sam yeli gibi…
“Andolsun ki biz, insanı pişmemiş çamurdan, kokuşmuş cıvık balçıktan yarattık. Cân’nı da (insandan) daha önce semûm ateşinden yarattık.”
O dumansız kor ateşten idi.
O insanın damarlarında,kanın dolaştığı gibi dolaşıyordu..
İnsanın en fazla korku damarından istifade ediyor,o damardan yakalayıp,o damardan insanda hakimiyetini,zorbalığını sürdürüyordu.
Şeytanın yani onun soyundan olan bir cinin esir aldığı bir çocuk Peygamber Efendimize getirilmişti..çocuk sürekli çırpınıyordu.
O çocuğun sırtına vurarak,üç kere;”Uhruç ya aduvvallâh”-Çık ey Allahın düşmanı-diyordu.
Çocuğun ağzından hıyar gibi bir şeyin çıkmasıyla çocuk rahatlıyor ve o hastalıktan kurtuluyordu.
BİR KEREDEN NE OLUR ALDATMACASI
Bir kerecikten ne olur ki!Haydi bir kere dene..merakını gider..hatırım için olsun..hiç mi hatırım yok..ne olur!!!
Oysa dünyadaki başımıza gelen bütün bu işler,hep o bir kerecikten oldu.Yasak meyveye bir kere yaklaştı..süsü gitti..ayıplarını örten perde kalktı..kusurları zahir oldu..Âhiretlikken dünyalık oldu.
“Helal dairesi geniştir,keyfe kâfidir.Harama girmeye lüzum yoktur.”
İnsan yapısı gereği,yasağa olan merakından 99 helali görmez,bir harama tevessül eder.
Yasak ağaca yaklaşıp meyvenin yenilmesi,aslında haramın üzerindeki perdenin açılması demekti.
Âdem ilk olarak perdeyi kaldırdı,kendi perdesini düşürdü.
Haramın üzeri kimse yaklaşmasın diye örtülmüştü.
Şeytanın o perdeyi kaldırması yasaktı..oraya giremiyordu.Aslında Âdeme kendi üzerindeki hapsolan perdesini kaldırtmıştı şeytan..kilidini kırdırtmıştı Âdeme..çıkışı,kurtuluşu olmuştu şeytanın..dolayısıyla şeytanlığını Âdem tetiklemişti.
Ancak bu seferde Âdeme zincir vurulmuştu.
O zamandan beri’Şeytana uyma’bir parola oldu..tüm kulakları doldurdu.
‘Şeytanın izine gitme’,’Şeytanın adımlarına tabi olma’emri levhalaştı.

KADERİN PROĞRAMI
Kader önceden telkini yapmış,Âdem şeytanın fısıltısının arkasına düşmüştü..kaderde peşinden geliyordu..kaza oldu..kader dondu;
‘İniniz yer yüzüne,bazınız bazınıza düşman olarak…”
Günahların kapağı açılmış,cehennemin kapısı kırılmıştı..içindekiler hep dışarıya sızdılar.Çernobil faciası gibi…
Tekrar içeriye girecekleri güne kadar cehennemliklere,açık görüş izni verilmişti.
“Her şey aslına rücu eder”
“Dönüş O’nadır”
“Yeminler olsun ki;cehennemi cinlerle,insanlarla topuyla dolduracağım.”
Oluklar çift;birinden nur akar,birinden kir…
Her şey yine kendi havuzuna doğru akmaya başladı…akış ve kalkış devam ediyor…
“Kader gelirse,göz kör olur.”
Âdem kör değildi fakat adeta kör olmuştu.
Şeytanın fısıltıları gözünde katarakt oluşturmuş,gözünü örtmüştü.
Cinlerden şeytan seçilmiş,insanlardan da Âdem seçilmişti..seçkindi o..fakat seçkini seçmedi o…
Âdemi seçen doğruyu seçmiş ama o seçkini seçmemişti..torbadan seçkin olmayanı çekmişti.
*İnsan mı kaderini yazar?
Eğer insan kendi kaderini kendisi yazmış olsaydı,her şeyi kendi lehine olarak yazardı.Ancak aleyhine olan çokça şeyler de vardır.kendisi için zenginlik, rütbe yazabilirdi.İnsan iradesiyle lehine veya aleyhine şekillendirmekte, yazılmasına neden olmaktadır.
Kader külli ve umumi neticelere bakar,hükmeder.

**Allahın Tevvab ve Ğaffar isimleri Âdeme kamçı oldu..içindeki merakı kamçıladı.
“Allah affedicidir.”
Bir kereden ne olacak ki,O affedicidir..affedecektir.
Şeytan bir kere dokundu,fısıldadı kadına,bu hale geldik..bitkin olduk.. ağladık.
Kadının örtüsü ona şeytan ve şeytanlaşmış insanlar arasında bir perde oldu.
O perdeyi kaldıranlar,insanları başlangıçtaki aynı akibete düçar ettiler.
Kadın örtüsüyle câlib değil,dâfi’ olmalıdır.
Yasaklar gibi dokunulmazlıklar da bir-le sınırlandırılmadı..sayıları arttırıldı…

BUNCA MASRAF DEĞER Mİ?
İnsan için az bir yatırım yapılmamıştır..dünyanın yatırımı yapılmıştır..çapı kâinat çapında
Kâinat çapında insana yatırım yapılmıştır.
Cansızlar,bitkiler,hayvanlar,melekler,güneş ve gezegenler hep insan için oluşturulmuştur.
Kâinattan özellikle dünyadan insanı çıkarınız,geriye bir şey kalmayacaktır.
Her şey insanla değer kazanmaktadır.
Ancak –meleklerinde tesbit ve teşhisinde belirttiği gibi -bu kadar kan döken ve fesat çıkaran insan için bunca yatırım değer mi?
Maliyetini kurtarır mı?
Harcanan bunca masrafın karşılığı alınır mı?
Soruları çoğaltabilirsiniz.
Bütün bunca olumsuzluklara rağmen esas olan kemiyet değil keyfiyettir yani sayı çokluğundan ziyade önemli olan kalitedir.
Topkapı sarayında bulunan bir kaşıkçı elmasıyla dünya dolusu bitki ve hayvanları satın alabilirsiniz.
En önemlisi de;Bir Peygamber Efendimizin varlığı tüm kâinata bedeldir.
“Ey habibim,sen olmasaydın,sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım.”
O zat bütün alemlere bedel bir şahsiyettir.
*Allah;hayatın ciddiyetini anlamamış bir insana niçin değer versin ki?
Allah;yarattığı,yaşattığı,önem verdiği bir kulunu öldürene neden göz yumsun ki?
Allah;yapanla yapmayanı,suçluyla suçsuzu,zalimle mazlumu neden aynı kefeye koysun ki?
Allah;kişinin neyi,nasıl satın alacağına itibar eder,ona göre değerlendirir. Dünya pazarında müşterinin değeri,alınan şeyin değeriyle mütenasiptir.
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”hakikatınca,kendisine merhamet etmeyene,Allah da merhamet etmez,adaletle muamele eder.
ŞEYTANIN FISILTILARI
Şeytan hep üfleyici oldu..ateşten olduğundan ateşin yanması,hiç sönmemesi için adeta hep üfledi..o üfleyici oldu.
“Min şerril vesvasil hannas.Ellezi yüvesvisu fi sudurin nas.Minel cinneti ven nas…”
“Ve min şerrin neffasati fil ukad”
Âdeme de hep üfledi,o üfleyici…
Ancak bu üfleyiş onun içindeki menfilikleri yandırmak,kandırmak içindi.
Daha doğrusu bu üfleyiş onu söndürmek içindi..söndürme üfleyişi…
Allah ise;”Hayrul mâkirin” idi.Hile yapanların hilelerini boşa çıkarmada en hayırlısı idi.
Şeytan söndürmek için üfledikçe Allah yükselişine sebeb olan ateşini yaktı.
Âdemin fanusundaki gazın emildiği fitil tutuşmuştu.Şeytan sevinmişti.. çünkü o Âdemin ebede kadar yanacağını,yanıp da tükeneceğini tahmin ediyordu.
Hiç de düşündüğü gibi olmadı.
O ateş ışık olmuş,etrafı aydınlatıyordu.Bir hayatı götüreyim derken, milyarlarca hayatın fitilini tutuşturmuş,aydınlanmaya sebeb olmuştu.
Şeytan tam bir pişmanlık içerisinde kaldı.Bu pişmanlık tevbeye değil,kin ve nefrete dönüştü.Âdeme olan kini,onun zürriyetine de intikal etti…
İnsan ve insanlık adına her şeye düşmandı.
Ancak Âdem afsunluydu..ilahi ateşin ölümsüzlüğü ona fısıldanmıştı.
Bedeni şeytana yenilmiş,ruhu yüceliklere çıkmıştı..hala da çıkmakta.. ebede kadar da çıkmaya devam edecektir.
Bu çıkış ferdi olarak gerçekleşmese de,insanlık nev-i olarak tahakkuk edecektir.
Âdeme ve Âdem oğluna büyük bir fatura çıkmıştı.
Kılınmayan beş vakit namaza mukabil beş sene dağ-bağ demeden beş sene aralıksız talim…
Tutmadığı bir aylık meşru oruca mukabil on bir ay kıtlık çekti.
Vermediği kırkta bir zekata mukabil,birikmiş zekatı kırkta otuz dokuz olarak ondan tahsil edildi.
İnsanlığı kazanmak ve insan olmak ve insan kalmak büyük bedellere mal oluyordu.İş kolay değildi.Bir çok ince eleklerden eleniyordu…
Eleğin altına dökülenler ve üstünde kalanlar..hiç de azımsanacak cinsden değildi.
-Kimler geldi kimler geçti bu felekten
Kalbur ile un elerken deve geçti bu elekten…
HARAMIN SANCISI
Çiğ köfte haram değildi ancak haram bir cihetle çiğ köfte gibiydi. Başlangıçta bir tat verir,sonrasında çıkışı zor olurdu.
Acısı aheste aheste çıkar,yedirdiğini ağzından burnundan fitil fitil getirirdi haram…
Yasak ağacın meyvesi de çiğ köfte gibi cazipti.Netice hesaplanmamıştı.
Haramın sancısı,sancıların en acısı idi.
Haramın sancısını hiçbir ilaç geçirmez,onu kendi cinsinden olan helal dindirirdi.
Haramın sancısı dünyada kabre kadar sürer,ahirette ise yolu cehennemden geçerdi.
Ölümsüzlük meyvesinden izinsiz yiyen Âdem hem ölümlü oldu hem de her gece ölümün küçük kardeşi olan uykuyu tattı.
Bir ömür boyu ölüm provası yaptı.

**Âdem ilk defa utanmayla tanışmıştı.Güzel bir hasletti..güzel bir sıfattı ancak şu mahcubiyette olmasa idi,daha güzel olacaktı.
Âdemin bu pişmanlığını iki şey söndürebilirdi;Biri kendisinden gelip akan göz yaşı veya şeytanın kendisiyle yakıp tutuşturduğu cehennem ateşi.
Nitekim şeytan içindeki ateşten Âdemin içine de atmıştı..için için yanıyordu..göz yaşları acısını bir nebze olsun söndürüyordu…
Karı-koca arasına da ilk ayrılık böylece düşmüş oldu.
Bu arada cehenneme de gün doğmuş,gün onun günü olmuştu.
Cennet yetim kaldı..adeta çürümeye terk edilmişti..derhal şenleneceği günü beklemekle avunmaya başladı.
SÜREKLİ GELİŞEN VARLIK İNSAN
Âdemin çekirdeği şeytanın ateşiyle çatlamıştı.İçindekiler bir bir dışarıya çıkmaya başladı.Kendini tanımasının,yaradanını tanımasının önü de açılmış oldu.
Tohumu çatlamıştı,geriye onu sulamak kalıyordu.
Allah Âdemin suyunu arttırdı.Önü kapanmaz bir açılımın ve tünelin içerisine girmişti.Artık Âdem tünelde seyrediyordu…seyrini sürdürüyordu.
O uzuncu bir sefere çıkmıştı.
“Bizler uzunca bir seferdeyiz.Buradan kabre,haşre,sırata ve ebede gider bir yolculuğumuz vardır.”
“Kulum benim için olursa,bende onun gören gözü,işiten kulağı,konuşan dili olurum.”
“Kulum beni nasıl zannederse,ben onun zannı üzereyim.”
“Kulum bana yürüyerek gelirse,ben ona koşarak gelirim.”diyordu Âdemin sahibi.
Ancak bir anlık O’nunla bağlantısını kesmiş,daha doğrusu kesilmiş,başına olmadık şeyler gelmişti.
Çünkü araya kaçak frekanslar girmiş,kanal değişmiş,ses cızırtılı çıkıyordu.
Şeytan frekans değiştirmiş,devreye kendisini sokmuştu.Samimiliğini tam test edemedi.
Kendisi de teste tabi tutuldu.Yaratan,donatan onu test etti..mest oldu…
********************
Sap ile samanın birbirlerinden ayrıştırılma zamanı gelmişti.
“Ey günahkârlar!Bugün birbirinizden ayrılınız.”emrine muhatab olmuştu.
Sağ yolun bahtiyar yolcuları ile,sol yolun bedbaht yolcuları kendi yollarını seçmiş,kendi yollarına koyulmuşlardı.
Herkes yolundan yordamından memnundu.
Cennete gitmem diyordu bir kısım insan.Çünkü benim istediğim kimseler ve arzuladığım yiyecek ve içecekler orada yokmuş.Orası bana göre biraz fazla sakin,bana göre değil diyebiliyordu.
********************
Bu oluşum ve gidişatta Âdem,bir yandan kelime dağarcığını genişletiyor ve en önemlisi de Esma-i İlâhiyeye mazhariyetinin alanını arttırıyordu.
Artık işlediği günahla Allahın Ğaffar ve Tevvab isimlerine sığınacaktı. Ondan günah ile kaçarken,yine O’na ve O’nun bir ismine yapışacaktı.
Hiç bir varlığın duymadığı nihayetsiz ihtiyacıyla O’nun Samed ismine bir ayine olacaktı.
Hasta olacak,Şâfi ismi onda tecelli edecekti.
Mecburen rızka muhtaç olacak;Rezzak ve Rahman isimleri onda görünecekti.
Hayat devam edecek;Hay ve Muhyi ismi,ölüm ile Mümit ismini yansıtacaktı.
Ona kitap gönderip emredecek,onunla konuşacak,hayatına kanunlar koyarak Mütekellim ve Şâri’ isimleri tahakkuk edecekti.
Hakeza.Böylece bütün isimlerinin tecellisine mazhar olmanın kapısı da Âdeme açılmış oluyordu.
Allah’ın isimlerinin farklı yer, zaman ve eşyada değişik tecellileri vardır.Mesela eğer dünyada kudretin ismi tam manasıyla tecelli etseydi,hiçbir insan Allahın rızasına zıt bir işte bulunamazdı.Burada hemen Hakim ismi devreye girerek veya öne geçerek onun adeta gücünü dengelemektedir.
Böylece bütün isimler muktezaları gereği iktiza etmekte ve farklı farklı durumlara göre tecelli etmektedir.
Şeytanın kapıyı kırması,Âdemin de kapıyı çalmasıyla…
Böylece Âdem kaderinden kaçmadı,kaderine kaçtı.
Kaderin ilim okyanusunda sürekli rotasını çeviriyor,yönünü bulmaya çalışıyordu.
Her yol O’na çıkıyordu..O’na gitmek isteyene…
“Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncaydı.”
O’ndan ayrılan Âdem,tekrar O’na dönüyor,O’na gidiyordu..uzun bir ayrılıktan sonra…

İNSAN ANAHTAR BİR VARLIK
İnsan anahtar mesabesindedir.İnsan anahtar bir kelime ve cümleydi.Kâinat kitabının çözüm sırrı ondaydı.Hazinenin anahtarı oydu.
Âdem her şeye rağmen atılamaz ve terk edilemezdi..çünkü o şifreydi..şifre oydu..ondaydı…
Onun soyunda gözleri aydın edecek,günahları affettirecek biri gelecekti.
O Muhammed’di..O’nun hatırı vardı.
Âdemin cennetten düştüğü yer Muhammed’in mekânı ve insanların düşü oldu.
Âdem de Muhammede sığınmıştı..O’nun mekanında tevbeye durmuştu. Orası bilindi arafat oldu..önceden hazırlandı..geleceklere lazım olacak her şey oraya yerleştirildi.
Tencere yuvarlandı,kapağını buldu.
“Ben yere göğe sığmam,mü’min kulumun kalbine sığarım.”
Sonsuz uyumlu cennette değil de,sonlu dünyanın,sonlu varlığı insanın kalbine,gönlüne sığdı yaradan…

TANINMAYIP ALIŞILAN YER DÜNYA
Âdem tanımadığı dünyaya gelmiş,gözleri bir tanıdık arıyordu.İsimleri kendisine talim edildiğinden yabanilik çekmedi.
Ancak enis bir dost aradı.Akşama kadar dolaştı..dolaştı.
Yorgun düşmüştü.Bu onun dünyadaki ilk gecesiydi.
Yorgunluğunda etkisiyle deliksiz bir uyku çekti.Yorgunluğu gitmişti. Uykuyla da ilk tanışmıştı.Çabucak da uykuya alıştı..ondan bir parça oldu.
Bedeninin yorgunluğu gitmiş ancak çokça yıpranan ruhu hala yorgundu.Dinlenecek gibi de değildi!
Kaybettiği Havva’sını bulunca belki ruhu dinlenir,kalbi rahatlardı!
Âdem Havvayı uzun aramalardan ve yorgunluklardan sonra bulmuş, rahatlamış gibiydi!Boşluğunu kapatmıştı.
“Kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yarattık.”
Bu da çok uzun sürmedi.
Korkulan olmuş,cennette görmedikleri kanın dökülmesine burada şahit olmuş,fesadın önü açılmış oldu.
“Dünyada rahat yoktur.”sözü gerçek oluyordu.
Rahattan da vaz geçildi.,zahmet çok olmasa…
Sayı çoğaldıkça onunla orantılı olarak suçlarda artmaya başladı.
Bir kişiyle başlayan suç ikiye,iki kişi arasındaki suçlarda sayılamaz hale gelmişti.
Kan ve fesad dünyanın amblemi oldu.Tıpkı Teksas gibi…
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Muhakkak ki, mallarınız ve evlatlarınız bir imtihan vesilesidir, Allah ise O’nun nezdinde pek büyük bir mükâfaat vardır.
Artık gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun ve dinleyin ve itaat edin ve nefisleriniz için bir hayr olmak üzere infakta bulunun ve her kim nefsini cimrilikten vikaye ederse işte onlardır muradlarına ermiş olanlar, onlardır.
Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah çok mükafat verendir, halimdir.
Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir.” Teğabün. 14-18)

YALNIZ ADAM VE YALNIZ BİR KADIN
Ben size bir durumu arz edeyim,varın sonunu siz mukayese edin;
Kendinizi evvela evde sürekli yalnız olarak hissedin ve düşünün.Yalnız her şeyin olduğu ve döşendiği ve apartman ortamı;yatacak,yiyecek,kalacak ortamının olmadığı bir halde iken…
Rüzgarın her taraftan estiği,yağmur,dolu ve karın her taraftan girdiği bir ortam…
Bunu kimsenin bulunmadığı,sadece kendinizin olduğu bir şehir,bir devlet ve sonuçta dünyada sadece siz varsınız ve de dünyaya yeni geldiniz,sizden başka insan olarak kimse bulunmamaktadır.
Kendinizi nasıl hissederdiniz?Sabahlarınız ve akşamlarınız nasıl olurdu?
Çöle atılmış yalnız bir adam,Âdem…
Sıfırdan başlayan bir hayat ve dünya…
Kurulmamış bir yaşam..fırın yok..hastane yok..konfeksiyon, ayakkabıcı, elektronik eşya,cep telefonu,bilgisayar ve internet,ulaşım araçları,insan yok.. senden başka kimse de yok…
Bir tane Havva vardı,o da kayıp…Git ki bulasın..kim bilir nerede?Dünyanın öbür ucunda..Hicaz Serendib arası…
Gözlerinizi yumun ve bir kaç dakika düşünün…
********************
Sanki dünyadaki her varlık,her şeyde ona yabani bakıyordu.
Yoksa cennette işlediği suçtan,bunlarda mı haberdardı?Yoksa bunlarda biliyorlar mıydı yasak meyveden yediğini?
Niye böyle bakıyorlar,yabani davranıyorlardı ona?
Bir şeyler mi hissetmişlerdi?
Yoksa kendisinin çekingenliğinden mi çekiniyorlardı?
Ancak yaklaşıyor,kaçıyorlardı..varıyor,uçuyorlardı..suya giriyor, durmuyorlardı.
Ne kara ne hava ne de su ona enis ve dost olmadı.
Her doğan güneşle bir ümit yaşıyor,gece yerini korkuya bırakıyordu.. büyüyor muydu yoksa yaşlanıyor muydu,pek farkında değildi.
Zaten Âdem yılları günlerde yaşıyordu..Günler yıllar gibi geçiyordu..950 yıl süren bir hayat.
Dakikalar günler gibi geçiyordu,o da delerek geçiyordu.
Dakikaları da bilmiyordu ya..zamanı ölçecek bir alete de sahip değildi.
Her yeniyi eskiten zaman,onu da yaşlandırıyor,eskilerden kılıyordu.
Eskiyor muydu,eskimiş miydi,antika mıydı bilmiyordu..bildirecek kimse de yoktu.
**Âdem dünyada sınıf atlayarak eğitimine başladı..çünkü ona eşyanın isimleri önceden öğretilmişti.
Şimdi ise sıra eşyanın ve olayların hikmetindeydi.Onların tahlilini yapmakla görevlendirilmişti.
Ancak kendisini birden bire gökten düşer gibi,dünya laboratuvarının yığınla eşyası arasında bulmuştu.
Şimdi ne giyecek,nasıl giyinecek ve ne ile örtünecekti?
Ne yiyecek,nasıl yiyecek ve ne ile yiyecekti?Neleri yiyecek,nelerden yiyecekti.Zararlı zararsızı ve zehirlisini,faydalı ve faydasızını nasıl birbirinden ayıracaktı.
Zincirleme sonu olmayan sorular?
Hepsi kendisini ayrı ayrı yaşlandırıyordu.
Tek başına bütün bunların üstesinden nasıl gelecekti?
En iyisi önem sırasına göre bir yerlerden başlamalı,şu temel ihtiyaçlarını gidermeliydi;
Yiyecek..giyecek..barınacak ve ısınacak…
Rüzgarın esintisinden,kışın soğuğundan ısınmak için ateşi elde etme düşüncesi,içerisine ateş gibi düştü.Onu önceden şeytandan tanıyordu!
O bir kere kendisini yakmış,içi yanıyor,o yangının ateşi bir müddet kendisine yeterdi!
Ancak gene de şimdilik yemeğini pişirmek için gerekliydi.
Havva ile bu iş daha güzel olacak,birbirlerine danışarak,fikir alış verişinde bulunarak,yavaş yavaş hayatlarını sürdüreceklerdi.
Onlar dünyaya ekildiler ve ektiler.
Mevcutları değerlendirdiler..deneme yanılma yoluyla öğrendiler, öğrettiler..gelen nesillere aktardılar.
Tüm bu günkü gelişmelerin tohumunu onlar attı.Şimdilerde ağaç olup, dünyaya dal budak saldı,meyveler verdi.
Hep bunlar hayatı devam ettirmek,hayatları sürdürmek içindi.
Şimdilik bedenin ihtiyacıyla meşguldü.Bedenine lazım ihtiyaçlarını tedarik etmek mecburiyetindeydi.
Ve Âdem aynı zamanda maneviyatın da temsilciliğini yapacak,peygamber olup kendisine şimdilik on sahife gönderilecekti.
Görevleri orada yazılıydı.Kendilerinden o zamandan beri hep iki temel görev beklendi;
Birisi;Dünyaya gelerek,meşguliyet ve unutma hastalığına yakalanıp da göndereni unutmamak…
İkincisi ise;O yaradana yarattıklarından ve verdiği nimetlerden dolayı teşekkür etmek.
Hayatı düzenleyecek kurallar zamana yayılmıştı.

HAMDIM..PİŞTİM..YANDIM.
İnsan Hamdı..zamanla Pişti..musibetler onu Yandırdı.
Hamdım..Piştim..Yandım.
*Hz.Âdemin cennette yediği yasak meyvenin Buğday da olduğu söylendi.
“Şu ağaçtan yemeyin yoksa zalimlerden olursunuz.”
Bu hüküm gereği Dünyaya geldi;ilk ve son hep onunla tanıştı ve onunla oldu.
Madem buğdayı yersin,haydi bakalım ömür boyu ona mahkum ol!
Sen mi onu yersin yoksa o mu seni?
Ona karşı içinde bir aşinalık ve tanışmışlık vardı..en azından yabancı değildi.
ÂDEMİN DİLİ
Âdemi en çok sıkıntıya sokan bildiği dili konuşamaması ve onu terennüm edecek bir ortamın olmamasıydı.
Kime konuşacak,neyi ve nasıl konuşacaktı?
Bilmiyordu…
Bildiğini ifade edemiyordu.
Âdem sade bir hayat yaşıyordu.
Yüklü bir fatura ödemiyordu.
Elektrik,doğalgaz,telefon,kira,taksitler,su,köprü ücreti,adsl,bakkal, konfeksiyon,fırın,postane,pastane..vs.ücretleri ve ödemeleri yoktu.
Başı rahattı.
Rahatlık onu rahatsız ediyordu…
*Âdem o kadar güçlü ve dayanıklı olmasına rağmen,işlerin üstesinden zor geliyordu.
Âdemi en çok düşündüren,zaif ve güçsüzlüğüyle,bir kadın haliyle Havva ne yapıyordu.Havvanın durumu kim bilir ne kadar iç burkucuydu!
Korku,açlık,yalnızlık onu kim bilir nasıl çepe çevre sarmıştı!
Artık kendisinden çok onu düşünür olmuş,kendi derdinden fazla onun derdi derdini daha da arttırıyordu.
Çünkü Âdem kadınının kıvamı idi..onun direği.
Direksiz Havva kim bilir ayağa ne kadar da zor kalkıyordur!
Belki bir araya gelseler uzun yıllar birbirlerine hatıralarını anlatacak, çektiklerini,sıkıntılarını nakledeceklerdi!
Askere giden bir genç bir ömür boyu onu anlatırken,ömre bedel askerliği anlatmaya ömürler yetmeyecektir.
Çocuklarına bunları anlatacak,onlarla teselli bulacaklardı.Ovunup avunacak,çocuklarını avutacaklardı.
Aah..keşke o günler bir gelseydi de..bu hasret bitse,bu ayrılık son bulsa..dere yatağına kavuşsaydı…
“Başını taştan taşa vurur âvare su…”
Başını her gün taştan taşa vuruyordu.
Yasak meyveyi yediğine mi ağlasın,dünyada yalnızlık içinde başına gelenlere mi ağlasın?
Bulutların akıttığı ile gözlerinden akanlar yarış içerisinde idiler.
Göz yaşı sular seller gibi akıyor,hayata hayat oluyordu..kendi hayatını da aklıyor,arındırıyordu.
KOCA DÜNYA
Koca dünya onlarındı ama onlar yine de yalnızlardı.
Keşke bir kümesleri olsaydı da beraber olsalardı.
Zengin dünyada fakir yaşıyorlardı.
*Âdemin Havva-ya olan hasretinin sebebi;çünkü o geleceğiydi..geleceği onun gelmesine ve geleceğine bağlıydı.
Havva-nın olmayışı onu kısır bırakmış,noksan etmişti.Onunla tamdı.. onunla tam olacak,bir bütünlük arz edecekti.
Ona olan meftuniyeti ve aşkı;onda kendisini görmesiydi..geleceğinin farkına varmasıydı.
Kendisi Allah hazinesinin anahtarı,Havva-da kendisinin anahtarıydı.
Anahtarı ondaydı..anahtarı oydu.
Dört gözle yolunu gözlüyordu.
Okyanus damlasına kavuşacak..mayalayacak..mayalanacaktı.
Cennetten niye inmiş,dünyanın eza ve cefasına niye katlanmıştı?
İşte hep bu geleceği için değil miydi?
Cennetten gelirken hazinesini de beraberinde getirmiş ancak onu şimdi kaybetmişti.
Anahtarı yitikti…
MİLYARLARCA İNSAN
Şimdiye kadar milyarlarca insan geldi,demek ki bütün bunların kabiliyeti ve gelişmişliği Âdemin sulbünde idi.Tohum halinde onda mevcuttu.Ekin alanı yoktu..onu rahmet,merhamet ve şefkatle kucaklayacak,rahmet toprağına ihtiyaç vardı.
Beraber çıkmışlardı yola..yasak ağaca bile beraber yaklaşmışlardı..her şeyleri ortaktı.Bir anlık ortaklıkları bozulmuş,belki de bu kavuşma ateşini tetikliyordu.Biri birisiz olamayacağını,birbirlerine çokça ihtiyaçlı olduklarını daha iyi anlamışlardı.
Firak olmadan visal olmuyordu.
Eşya zıddıyla biliniyordu.
Gecenin karanlığı,ışığın aydınlığını arttırıyordu.
Âdem bir tarafını kaybetmiş,eksik dolaşıyordu.
Aslında iki denizin,iki sevgilinin buluşmasını dünya da bekliyordu..o da mahzundu..o da kısır ve noksan…
Dünya kendisini ancak bu ikisiyle ifade edebilecek,bu ikisiyle kıymetlenecekti.
Onların çocukları üzerinde koşacak,oynayacaktı.
Onlar kendisini şenlendirecek,ekip biçecekti.
Onlarla yenilenecekti dünya.
İçindeki madenler ortaya çıkacak,sular coşacak,ormanlar oluşacaktı. Herkes maharetini kendisinde,kendisinden ve kendi üstünde göstereceklerdi.
Asırlardır gözlediği kimselerle buluşma anı ve zamanı gelmiş,artık taş, toprak,su ve ateşte olsa,canlı ve cansızlar olup ta insan olmasa manasız lafız gibi olurdu.
Artık ebediyyete insan sayesinde mazhar olmuştu.Ebedi manzaralarda, ebediyyen seyredilecekti.
İnsanlar kendisiyle fotoğraflar çektirip,sevineceklerdi.
Allah o kadar yıldız ve gezegen arasından kendisini seçmişti.Ne büyük bir şeref ve mutluluktu.
Allah kitaplarında kendisinden bahsediyordu.
“hak ortaya çıkıncaya kadar âyetlerimizi gerek âfakta yani dış alemlerinde,görünen dünyada ve gerekse de iç dünyalarında göstereceğiz.
Rabbin sana kâfi değil midir?
Yetmez mi O sana?
O her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
“Bakmaz mısınız deveye,nasıl yaratıldı?
Bakmaz mısınız göğe,nasıl yükseltildi?
Bakmaz mısınız dağlara,nasıl yere çakılmış?
Bakmaz mısınız yere,ayaklarınız altında nasıl serilip,döşenmiş?
Düşün ve hatırla.Muhakkak ki sen,düşünen,her şeyi inceleyip irdeleyen bir varlıksın…”
BÜYÜK BULUŞMA
Âdem ile Havva-nın buluşmalarını,birbirlerine kavuşmalarını hayal bile edemiyorum.O hal kim bilir nasıl bir haldi?
Annenin evladına kavuşmasına benzemeyen bir buluşma..iki sevgilinin uzun bir ayrılıktan sonra buluşması.
“Allah bir kulu sevindirmek için önce çölde devesini kaybettirir,sonra da buldurur.”
Bu bir çölde deve buluşması değil,bir insan parçasıydı..insanın kendisiydi.
Tüm varlıkların eksik kalan önemli bir yanı ve bölümüydü.
Kim demiş bunlar kavuşmaz ve buluşmaz diye,İlâhi irade öyle murad etmiş ise…
A’raftaydılar,arafatta buluştular..iki insanın dünya gözüyle ilk olarak birbirlerini görüşü oldu.
Epeyde değişmişler..dünya onları iyice değiştirmişti..tanınmayacak bir halde…
Âdemin saçı sakalına karışmıştı.Havva güneşten kızarmış,esmer güzeli iken,biraz daha esmerleşmiş..kararmıştı.
İkisinden de başka aday yoktu..dünyaya aday..dünyalı aday..dünyadaki aday.
Havva cennetteyken beğenip evet dediği Âdem,neredeyse evet denilmeyecek gibi idi.
Akidleri ilâhi akid idi,meleklerin şahitliğinde.
Âdemi dünya yaşlandırmış,vücudundaki kırışıklıklar belirginleşmişti.
*Mecnunla Leylanın buluşmasına da benzemiyordu.Başka Leylalarda vardı…
Âdem için tek Leyla idi Havva.
Âdem kendi Leylasına kavuşamazsa,bütün Mecnunlar Leylasız,bütün Leylalarda Mecnunsuz kalacaklardı.
*Yerlerin kıymeti,hep kıymetlilerin yeri oldu.
Filimlere sığmayan senaryo ve filim.
Bizde âhirette seyrederiz..canlı canlı..
İlk dakika haberleri olarak…
*İlk defa gecenin karanlığı onları korkutmuyordu.Olsa ne olur ki? Bulmuşken Havva-yı…
*Havva şimdiye kadar güçsüzdü.İlk defa güçlü olduğunu hissediyordu. Çünkü o artık bir anne adayı idi.
KADIN HAVVA ANNE OLUYOR
Kızlar güçsüzdür,anneler güçlüdür.
Cennet kadınların değil,annelerin ayakları altındadır.
İşte yükseklerdeki cennet,aşağıdaki Havva-nın ayakları altına serilmişti.
“Kim bir insana hayat verir,hayatına sebeb olursa,bütün hayatları kurtarmış gibi olur.”
Artık o bütün hayatların ilk hayatını çift olarak dünyaya getiriyordu.
Yılların ayrılığı ve yalnızlığı artık yerini ileride bir çok ayrılıklara terk edecek olan bir kavuşmaya kavuşuyordu.
Kolay olmuyor,çokta zor oluyordu.
Hayat kolay ve ucuz değildi.
Kâinat çapında bir hadise idi.
Bu hadiseye dünya ve içindekiler,melekler,cinler,üst kat cennetteki cennetlikler ve tüm kâinat şahitlik ediyordu.
(Tabiri caizse)Bu manada Allahın ilk göz ağrısı idi.İlk gözünü aydın eden sanat harikası idi.İlk yaratışı idi,gelişmiş bir varlık olarak…
Bir damla sudan,bir insan…
İki damla sudan,iki insan…
Dokuz damla sudan dokuz insan oluyordu..daha doğrusu olduruluyordu.
Bu demek ki suyun tümü için İlahi irade olmasını dilese ve durumda müsait olsaydı,bir seferde milyarlarca insan…
Hikmeti öyle gerektiriyordu.
Dünya ilk meyvesini vermişti.O da ne harika bir meyve.Bu meyveleri çok meyveler takip edecekti.Âdem ve Havva yeniden doğmuş gibiydiler.
*Birbirlerine daha bir sıkı bağlandılar.Bağlılıklarını sürdürmeye gayret gösterdiler.
Artık her şeyin tadı gelmiş,tadını tadıyor ve alıyorlardı.Ocağı tüter olmuştu ilk defa.Öncesinde ateş yakıyor ancak ocağı tütmüyordu.
Kalacak yeri çok,dünya onundu ancak evi yoktu.Evi oldu..evli oldu..ev-li oldu…
Kendisi için çalışmıyordu bile,ailesi için,çocukları için çalışıyor ve koşturuyordu.
Ben çektim,onlar çekmesin…
CENNETE HASRET
Geldikleri yer hiç akıllarından çıkmıyordu.Suyun kaynağına hasreti gibi oranın hasretini hep çekiyorlardı.
Bir de oranın tadı damaklarında kalmıştı.
Somon balığı gibi oraya ölesine gidiyorlardı.
Orada doğmak için,burada ölüyorlardı.
Orada Mevla vardı,burada belâ..imtihan…
Oradan Mevla-ya bakış vardı,burada düşünce..düşünmede kaldı.
Orada ölümsüz hayat vardı,burada ölüm.
Bütün vücudunu oranın coşkusu sardı.Hep ümitle sabredip kaldı.
İLK ERKEK VE İLK İMTİHAN KABİL
Havva ilk doğurduğu,kendisine doğru gelen Kabili kabul etmiş,çocuk haliyle onu çok sevmiş,sevinmişti..oda kendisinin ilk göz ağrısı idi.
Onun dünyayı ilk kana bulayan bir kimse olacağından habersizdi.Haberi olsa belki de doğurmazdı..onun yerine taş doğururdu.
Nitekim Allah hikmet lisanıyla Hz Azraile;”Ruh alma görevini yaparken, çekindiği veya yapmadığı bir durumun olup olmadığını sordu.
Azrail-de cevabında;Ya Rabbi!Bir gemiyi batırmış ve içindeki insanlar suya düşmüşlerdi.Hamile bir kadında vardı içlerinde.Ona acıdığımdan ruhunu almadım,onu suda kendi haline bıraktım.Çünkü onun mını mını bir yavrusu dünyaya gelecekti.
Her hâl-u kârda gene de boğulup ölecekti.Ondan dolayı onu kendi haline bıraktım.
Daha sonra ne olup olmadığını bilip bilmediği sorulduğunda,bilmediği cevabını vermesi üzerine cevaben;
-İşte o ruhunu almadığın kadın,bir tahtaya tutundu ve kurtuldu.
Ve doğum yaptı.
Mini mini dediğin yavrusu da büyüdü,Nemrut oldu!!!
ÂDEM İLK ADAM
Âdem ilk adam,ilk baba oldu.
Çocuğu cennet kokuyor ama bu koku büyüdükçe gidiyordu.
“Dayak cennetten çıkmış,diyenler doğru diyorlardı.Çünkü hiç iyi bir şey olsaydı,cennetten çıkar mıydı?Cennette kalırdı.
Çocuk cennet kokuyordu ama aynı kokusunu korusaydı cennetten hiç çıkar mıydı?
*Kâinat başlangıçta bir damladan,bir tohum,bir yumurta,kısaca bir noktadan çıkıyordu.Dönüşü de bir noktaya doğru idi.
“Kur’an besmelede,besmele bâ harfinde,o da altındaki noktada saklıdır.”
İnsan bir damla su..bir damla sudan insanlık..bir babayla başlayan insanlık,en sonda bir oğulla son buluyordu.
Ana rahminin tezgahında şekillenen varlık insan.
Kutsal varlık..kutsal mekân…
*Önce su toprak karışımından ona model oluştu.Ondan sonra evlat modeller peş peşe sıralandı.Hepside kusursuzdu.
Kusur insandan kaynaklanıyordu.
*Hep insanlar ilklerden oldu..sonları sona ilkler taşıdı.
Kabilin içindeki sertlik,isyan büyüyerek insanlığı peşinden sürüdü.
Damla idi,sel oldu..insanları önüne kattı,sel olup süpürdü.
Bir çoklarını içinde boğdu.
Habil teslimiyet içindeydi.Ondan İslâmiyet doğdu.
Tevekküllüydü..ihtirası kovdu.
Zıtlıklar çoğalarak birbirleriyle savaşa koyuldu.
Âdem oğulları hep savaşta oldu.
Oysa onların babaları bir idi..aynı anneden idiler..dünyaları bir..kitapları bir..peygamberleri bir..güneşleri bir..binlerce bir birleri içerisinde bir ortaklıkları varken,bir ayrılık binlerce bağı kopardı.
Savaş bir türlü bitmedi,bitirdi..gitmedi,götürdü.
“Oluklar çift;
Birinden nur akar,
Birinden kir.”
İLK İMTİHAN VE İLK SORU KADIN
Cennetteki Âdem babanın ilk sorusu ve imtihanı kadındandı.Şimdi çocuklarına da kopya verilmiş,aynı soru onlara da sorulmuştu;
Kadınla imtihan…
“Muhakkak ki biz sizi biraz korku,açlık,malların,nefislerin,meyvelerin eksilmesinden bir şeyle imtihan edeceğiz.”
Mutlaka ‘Bi şey-in’,‘Bir şey’ile imtihan olunacaktık.
Önce zaaf noktamızdan imtihan olduk..en zaaf noktamızdan yakalandık.
Verilen kopyalarda para etmiyor,aynı hataya yeniden düşülüyordu.
ALLAH KERİMDİR,AFFEDER.
Suç işlenmeden söylenen bu söz,tam bir hakikattır.Hele hele işlediği suçları Allahın üzerine ataraktan söylenen bu ifade nefis ve şeytanın aldatmacasıdır.
Babamızın bir kere ayağı kaymış,hala kaymakta ve düşmekteyiz.
Ya bundan ders alıp da vaz geçmeyenlerin durumu kim bilir nasıl olacaktır?
Kabilde o dersi çıkarmadı.
Öncesinde değil,sonrasında düşündü.
O fırtına gibi eserekten kendisini göstermeye,gücünü isbat etmeye çalışırken,Habil güneş gibi doğarak sıcaklık ve sevgiyle kendisini göstermeye çalıştı.
*Anlatıldığı üzere;Rüzgarla güneş iddiaya girerler.Her ikisi de kendisinin daha güçlü olduğunu savunur.
Rüzgar oradan geçmekte olan birisini göstererek;Bak gücümü sana göstereceğim,der.
Şiddetle esmeye başlar.O estikçe adam üzerini daha sıkıca örtmeye, düğmelerini iliklemeye,paltosunu tüm gücüyle korumaya çalışır.
Rüzgar şiddetini arttırdıkça,adam daha güçlü bir şekilde sarılır.
Rüzgar bir türlü adama etkisini gösteremez.
Güneş,birde bana bak,der.
Güneş doğdukça doğar,açtıkça açar,ısısını gönderdikçe gönderir.
Güneşin sıcaklığı arttıkça,adam üzerindekileri açmaya ve çıkarmaya başlar.
Rüzgarın çıkaramadığını,yapamadığını güneş yapmış,sıcaklığıyla adama gücünü göstermiştir.
*Kabilde Habile güç denemesi göstermiş,sadace gücünü değil;her şeyini,dünyasını ve ahiretini de kaybetmişti.
Kabil nefsini sevindirmiş,ruhunu üzmüştü.
Habil ruhunu sevindirmiş,nefsini üzmüştü.Ölse de,öldürülse de kazanan Habil oldu.
Öldürüp,zalimce yaşamaktansa,ölerek mazlumca kalmayı tercih etti Habil.
Kabil ruhunun feryadını dinlememiş,şeytanın fısıltısına kulak vermişti.
Şeytandan sana bir vesvese geldiği zaman –Festaîz billâh- ‘Allaha sığın’ emrini dinlemedi,güçsüz olan vesveseyi,Allahın kuvvetli sesine tercih etti.
*Koca ormanlar bir kıvılcımdan çıkan ateşle yok olmuştur.
Kabilde öfke kıvılcımını tutuşturdu.Hem kendini ve hem de insanlığı yaktı.
Yine aynı noktaya geliniyordu.
Şeytan;Ben ateştenim,o topraktandır,diyordu.
Ateş yine yakacağını yakıyordu.
Kabil,ilâhi takdiri çiğneyerek;O benim hakkım,diyor.Ahkem-ül Hâkimîn olan Hâkimler Hâkiminin hükmünü dinlemiyor,kendi hükmünü öne sürüyordu.
O hep şeytanın gösterdiğini gördü,nefsinin istediğine baktı.
Daha bismillâh..işin başındaydı..çok çabuk oldu bozulma,bozma.
*Kökü başı bir dakikalık memnuniyetti.Bir dakikalık rahata,milyarlarca dakikayı azab etmeye değer miydi?
Bu nasıl bir alış verişti?
Bir al,milyarlar katı öde?
*Kabil,haram suyun mahsulü müydü?
Cennetteki yasak meyvenin faturası mıydı?
Ne kadar yüklü bir faturaymış ki;insanlık suyunu hep bulanık kılmış!
Haram yiyenin Haram-zâdesi oldu Kabil.
Cehenneme boşalan oluk oldu Kabil.
Soluklar onu durduramadı,soldu..cehenneme odun oldu.
“Yeminler olsun ki,cehennemi insan ve cinlerin topuyla dolduracağım.”
‘Leemle enne’ile Allah yemin ediyordu.
Boş olan cehennem doldurulacaktı.
*Bir gün Behlül Dâna-ya nereden geldiği sorulur.
”Cehennemden”der.
Fakat üstün yanmamış,orada ateş yok muydu,derler.
Hayır hiç ateş görmedim.Benimde dikkatimi çektiğinden oradakilere neden ateşin olmadığını sorduğumda bana;
“İnsanlar gelirken kendi ateşlerini de beraberinde getiriyorlar.”dediler.
*Fir’avun Musa Aleyhisselâma:”Yâ Musa,senin Rabbin Ğafurdur, Rahimdir; beni affetse şanına noksan mı gelir?Affetsin beni.”
Musa Aleyhisselâm Fir’avunun bu dileğini Cenâb-ı Hakka arz eyleyince,şu hitaba mazhar olur:”Ya Musa,onu affedeyim,fakat azdırdıklarını ne yapayım.”
YASAK AĞAÇ-İNCE ELEK
Yasak meyve kalkmamıştı..cennetten dünyaya inmişti.Şimdi dünyada bir çoklarını eliyordu.
Yasak ağaç,ince bir elekti.Bazen bir evlat,bazen mal,bazen musibet,bazen emir,bazen de yasaklar olarak…
Bütün bu işler sadece ve sadece İhlası elde etmek içindi.
Safından tortusunu ayırmak,özünden sözünü çıkarmak,mânadan lafzını atmak,özden kabuğunu ayırmak,sırf Allah için olmak içindi.
Lillâh..Livechillâh..Lieclillâh..Rızası dairesinde hareket etmek.
“İhlaslı bir dirhem amel,batmanlarcasına tercih edilir.”
“Amellerinizde rıza-i ilâhi olmalı.O razı olsa,bütün dünya küsse ehemmiyeti yoktur.O razı olduktan sonra,isterse ve hikmeti iktiza ederse onları dahi razı eder.”
“Allah herkesi helak etse de,Muhlisleri,ihlas içerisinde olanları hariç tutar.”
Hadis-i Kudsiden:”İhlas sırrımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğimin kalbine bir vedia olarak bıraktım…”
Allah dünyaya rafineri kurmuştu.
Posaları,kışırları,kabukları ayırıyor,diğer saf ve özleri kendine,kendisi için ayırıyordu.
Anlatılır;Mekke-de bir Cuma günü imam hutbe okurken,Hızır yanında oturan kişinin uyuklaması üzerine dürterek uyumamasını,abdestinin bozulacağını hatırlatır.
O kişi başını kaldırıp Hızıra bakar ve dalar.
Hızır yine uyararak hatırlatmada bulunur.
Üç kere bu durum tekrar edildikten sonra o meçhul şahıs,Başını derinden derine kaldırarak Hızıra bakar ve;
“Bana bak,buradaki cemaate senin Hızır olduğunu söylerim.Her biri sakalından bir kıl alsa,sakalından hiç bir şeyin kalmaz”diyerek bu sefer o Hızırı uyarır.
Hızır Allaha hitaben;”Ya Rabbi!Bu kimdir ki,beni biliyor.Bende bulunan listede bu zatın ismi bulunmamaktadır.”
Allah hikmet lisanıyla;
“O sendeki listede değil,bendeki listede bulunmaktadır.”
İnsanların yanındaki veli ve Allah dostları,diğer yanda Allahın yanındaki Allah dostları..Allahın dostları.
“Allah-dan razı olanlar ve Allahın kendilerinden razı oldukları…”
Allah-ı sevenler ve Allah tarafından sevilenler…
Efendimiz-den:”Bir kimse Allah-ü Teâlâ katındaki menzilesini bilmek istiyorsa Yüce Allah’ ın kendi yanındaki menzilesini öğrensin. Çünkü Allah-ü Teâlâ kula vereceği dereceyi kulun kendi nefsinde onun için verdiği derece üzerinden tayin eder…”

SEVGİ MAYASI
Allah varlığı yaratmış,onu sevgi mayasıyla mayalamıştı.
Sevgisizler mayasızdı…
Mayasız!!!
Mayası bozuk!!!
Allah sevipte yaratmıştı.
Yaratmayı da sevmişti..yaratılanı da…
“Yaratılanı hoş gördük,
Yaratandan ötürü…”
Hangi bir şey ki içerisine sevgi mayası katılmamışsa,o tutmamış,tutarsız olmuştu.
Mayası tutan..tutkundu..tutulmuştu…
Habil varlığına maya kattı.
Kabil ise onu attı.
Mayalılarla mayasızların savaşı başlamıştı.
Onlarca kiloluk süte,bir kaşık maya yetiyordu.
İnsanların çok şeyleri vardı fakat çoku çok yapacak az bir mayaya ihtiyaç vardı…
Hadis-i Kudside: Ey Âdemoğlu, seni Kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde Kendim için yarattığımı, senin için yarattığımın ayarına düşürme.”
GÜNAH ATEŞTİR
*Şiraze bozulmuştu..ayar tutmuyordu..ayar kaydı..ayarsız-lık arttı.
Günahlar mukadder sonuca insanı sevk ediyordu.
Kader…
Başını taşa vursun ki,onu silsin.
Âdem ve Âdem oğlunun dünyadaki süresi bir imhal idi,ihmal değil.
Tanınan süre bitince hesapta başlayacaktı.
“Muhakkak ki dönüşümüz O’na sonra hesabımız da O’nadır.”
Günahlar sadece bedenin yanmasını değil;kalb,vicdan ve ruhunda ateşi olmaktadır.İçten içe onu da yakarak,hiç sönmüyordu.
Daha cehenneme gitmeden cehennemi yaşıyordu.
“Kâfirin manevi cehennemi,âsi mü’minin maddi cehenneminden daha dehşetlidir.”
Günah ateştir,yakar.
Ateşte günahı yakar.
KÖTÜ HATIRA
Kabil unutulmadı..belki de bu cürmü işlemese ne kendi,ne kardeşi Habil hiç hatırlanmayacak,kötü namı kıyamete kadar yayılmayacaktı.
Nitekim iki kız kardeşi pek bilinmemektedir.Sırf kıyamete kadar anılmak uğruna kibrine kapılan Kabil,bu cürmü işlemişti.O da zalim olarak ve zalim kalarak..zalimlerin de başında bulunarak…
İlk defa tarihe zalim ve mazlum beraber yazılıyordu.
Kabil için bir mahkeme kurulacak,inceden inceye yargılanacaktı.Sadece elinin yaptığı değil;dilinin,niyetinin,akıl,kalb ve vicdanının da sorgusu olacaktı.
O mahkemenin Hakimi de Allah olacaktır.
Allah huzurunda sorgulanacaktır.
Yüzü kızarmayacak mı?Yanıp kül olacak,toz olup buharlaşacaktır…
Hangi yüzle Allahın vechine bakacaktır?
“Küllü şey’in halikun illâ vechehu.”
“Allahın zatı hariç,her şey helak olucudur.”
Her şey gibi-yokluğa gitmese de-helak olacaktır.
Hiç bir ceza olmasa bile o mahcubiyet ona yeterdi.
Mahcubiyet hapishanesi cehennemden daha yakıcı,akıcı ve sıkıcı idi.
Allahım! Mahcubiyetle huzuruna alma,cehenneme at!!!
Bedenim yansın,ruhum o anı anmasın!!!
HAYATINI ÖLÜMDE BULANLAR
Başkasının kanının akıtılmasında hayat bulanlar,aslında hayatı olmayanlar,hayatsız kimseler..hayatı eksik kimselerdir.
Allah affeder miydi?
Benim yaşamam için senin ölmen gerek!
Bencillik…
Yerine..
Senin yaşaman için benim ölmem gerek.
Fedakârlık…
Sadakat…
*Savaşta arkadaşı yaralanmıştı.Ölümcül bir yaralanma,belki de biraz sonra şehadet şerbetini içecekti.
Aralarında hep Vefa vardı.Vefasızlık yapamazdı.Yanına mutlaka gitmesi gerekti.Kurtaramasa da son deminde vefayı kurtarmalıydı.Kurşunlarda sağnak sağnak yağıyordu..adeta imkânsızdı..imkânsızı imkâna çevirmek için yerinden kımıldadı.
Komutanı durumu fark etmişti.Bir kişinin daha kaybedilmesini istemiyordu.
Gitme,dedi.
Komutanım gitmem gerek.O şimdi beni bekliyor.
Söze ve kurşuna aldırmadan sürüne sürüne arkadaşının yanına vardı.
Arkadaşı kalan son nefesini vermek üzereydi.Ancak onu vermek istemiyor,arkadaşına,vefaya ayırıyordu.
Arkadaşını görünce tebessüm ederek;
Ben de seni bekliyordum..geleceğini biliyordum,diyerek ebediyete kanat açtı.
Eli boş dönmüştü.Komutanı kendisine;
Değdi mi?demişti…
Değdi,komutanım.
O da zaten beni bekliyormuş…
Gitmese yediği kurşundan beter olacaktı.
Sen gelmedin,vefa-ya ne oldu?
Öldü…
Şimdi ise vefa hayat buldu.
İnsanlar ölse de insanlık ölmemeliydi.
Hani anlatılır ya…
*Çölde atıyla giden bir adam,kumsalda yatan,ölü vaziyetindeki kişiyi görünce hemen atından iner ve o kişiyi kurtarma çabası içerisine girer.
Bu kişi onu kurtarmaya çalışırken,bir boşluğunu bulan yatan kişi,ölü numarası yaptığı yerden hızla doğrularak ata atladığı gibi kaçmaya başlar.
Yardım etme amacında olan kişi adeta yalvararak kaçan adama seslenir;
-Ne olur bu durumu kimseye söyleme.Belki olur ki bir gün gerçekten ihtiyaç sahibi bir kimse olur da,mahrum kalmasın.
Yoksa bir daha kimse kimseye yardım etmez.
*”Veren el,alan elden üstündür.”
Hayat veren hayat alan insandan kat be kat üstündür.
Ya verecek bir şey olmayan Kabil?
Veremiyorsan bile,alma bari!
Hem verememek,hem de verileni almak..iki kayıp..iki defa ayıp..iki defa ölmektir.
PEDER NE DER,KADER NE DER
Peder öldürme,kinini at,der.
Kader,hikmetim var,der.
Kabil,ölmemem için,öldürmem gerek,der.
Peder,şeytanla arkadaşlık etme,der.
Kader,”Festaîz billâh”-Allah-a sığın-der.
Peder,şeytandan taraf olma,tarafını belli et,der.
Tarafını değiştir.Nasıl mı;
Hadisde özetle anlatılan şu ki; 99 kişiyi öldüren kişi öldüren birisi bu durumundan vaz geçmek üzere; bir kişiye affedilip edilmeyeceğini sorar.
O da kendisine cevaben;bu kadar kişi öldürdükten sonra affedilmeyeceğini söyler.
Onu da öldürerek,seninle yüz olsun der.
Yine de içindeki istek gereği sorar.Kendisine tavsiye edilen alimin yanına giderek durumunu arz edince alim;
“Allahın rahmetinin gazabını geçtiğini,rahmetinin daha geniş olduğunu söyleyerek,affedeceğini söyler ve özellikle bulunduğu çevreyi terk ederek,falan yerdeki iyi insanların bulunduğu yere git,der.
O kişide oraya doğru giderken yolun ortalarında ölür.
Rahmet ve azab melekleri başına gelerek her biri onu kendilerinin kaldıracağını söyleyerek münakaşa ederken,Allah bir hakem melek göndererek kendilerine uzlaşacakları cevabı verir:
Ölçün,hangi tarafa daha yakın ise,o melek kaldırsın.
Gideceği yere yakınsa rahmet melekleri,geldiği yere yakınsa azab melekleri kaldırsın,der.
Ölçerler eşit gelir..en sonunda yüzü gideceği yere doğru dönük olmasından onu rahmet melekleri kaldırır.
Kişi yeter ki tarafını seçsin.
Veya;
Kimden taraf olduğunu göstersin.
Nitekim;
İbrahim Peygamberin ateşe atılması anında bir karınca ağzına almış olduğu bir damla su ile ateşe doğru gitmektedir.
Kendisine nereye gittiği ve ne yapacağı sorulur.
İbrahimin ateşini söndürmeye…
Bu ağız ve bir damla su ile mi?
Hiç olmazsa kimden taraf olduğumu göstermiş olurum.
ÂDEM OLUŞUN BABASI
Âdem var oluşun babasıydı.
Doğuşun babası olamadı..doğamadı..doğumun acısını tatmadı,sancısını tattırmadı.
Çocukluğu tatmadı..çocukluk devresini yaşamadı.
Doğan çocuk gibi ağlamadı..etrafa bakmadı..kucaklara alınıp sevilmedi,sevilemedi.
O kendisini birinci elden olgun halde buldu.Çocuklar gibi koşup oynayamadı.
Büyükler gibi büyüklük yaptı..büyük oldu.
O insan oğlu değil,insanlığın babası oldu.
O oldu…
Olduğu gibi öldü.
Ölümü tattı çünkü o da nefis sahibi idi.
“Her nefis ölümü tadacaktır.”
“Küllü nefsin…”hitabındaki nefis onda da vardı.Ancak nefsi terbiye edilmiş..terbiye etmişti..o korunmuştu.
Geriye bir çok hayatları bırakarak,o da bu dünyadan göçtü..geldiği yere geçti..gerçekten çok da güçtü…
“Ve ileyhi türceun”-Dönüş O’nadır-hakikatını,hayatını hayat sahibine vererek,emaneti emin olarak iade ederek dönüşü O’na oldu.
*Yerden göğe yücelikler yükselir,dünyanın kazuratı dünyada kalır.
“Güzel kelimeler ve salih ameller O’na yükselir”
Hadis-de.”Sema halkı,yer yüzünden ancak ezan sesini duyarlar.
Ezan okunurken şeytanın kaçması bundandır.
İlk defa ezana hücum edilip,türkçeleştirilmesi ancak şeytani bir düşüncenin mahsulüdür.
Kaçan şeytanı geri getirmedir.
Ezanı susturarak,şeytanı konuşturmaktır.
GİDENLER GELMİYOR GERİ
Gidenler dönmüyordu bir türlü.Demek ki memnunlardı yerlerinden…
İki sebebten;
Daha güzelini bulmuş dönmüyorlardı.Tıpkı anne karnından bu dünyaya gelen,ne kadar sıkıntı içerisinde de olsa geldiği yere dönmez.
Diğeri ise;hapse mahkum olduklarından döndürülmüyorlardı geri…
Zaten döndürülse idiler,aynı olacaklardı..aynı kalacaklardı.
“Ya Rabbi,bizi bir daha dünyaya döndür,bak sana nasıl iyi amelde bulunacağım!”isteği,bir şeyi değiştirmeyecekti.
Çünkü o insandı..unutandı..kendisiydi..kendisi oldu..kendisi kaldı.
Başkası olmayacaktı.O kendisini seçti..kendisinde kaldı..kendisi olarak kaldı…
Bir varmış bir yokmuş…
Bir zamanlar bir Âdem varmış…Beni Âdemin babası..babalar babası..tek baba..bir tek baba…Toprağın efendisi..toğrağın hâssı..yerin parçası..ay parçası.

SUÇLU KİM – KİM SUÇLU
İnsan oğlu hep suçlu aradı,kendi dışından.Suç kendisinde iken,suç kendisinde iken…Suç nefisti,nefisteydi..kendisiydi..kendisindeydi.
Kendisine fısıldayan ve şişiren şeytandı..şeytandaydı..şeytandandı.
Kendisi suçlu değil,Yusufu yiyen kurt suçluydu!Kurtlar baştan suçluydu. Yavrusu da babasından dolayı suçluydu!
Kabil suçlu değil,Habil suçluydu!Neden kendi kısmetine sahip çıkmış, kısmetini elinden almıştı!
Hatta kendi kısmetini ona takdim eden suçluydu!
Kendi tüm suçlardan beriydi!Beraat etmişti!
İşleyeceği tüm suçlardan daha şimdiden bile suçsuzdu!
Kuyuya Yusufu atan değil,Yusufu seven Yakub suçluydu!
Ona o güzelliği veren Güzeller güzeli Cemil-i Zül-Celal,Cemil-i Zül-Cemal suçluydu!
Niye almıştı-yı değil de,niye verilmişi sorguluyordu.
Kendisine verilmeme nedenini değil de,kendi dururken ona niçin verilir-mişi sorguluyordu.
Günahkâr günahını değil,günah keçisini hep işaret ediyor,onunla işret ediyordu.
Ben ‘Lâyüs’el’…
Sen ‘Yüs’el’…
Sende ki ben-de Lâ yüs’el ancak ben-deki sen Yüs’el-sin…
Ben sorumsuz..sorulmaz,sen sorumlu,sorulur…
Âdemle Havva suçluydu..getirmeseydin beni dünyaya!
Çıkmasaydınız cennetten!
Su mu çıktı yerinizden!
Getirmeyen anne baba suçluydu!
Neden getirmedin dünyaya!
Yapan suçlu..yapmayan suçlu!
Kim bu suçsuz?
Ben!!!
“Ene Rabbükümül a’la”
Ben sizi terbiye eden en büyük mürebbi değil miyim?
Ben sizin yiyeceğinizi,içeceğinizi vermezsem,ne yaparsınız?
Senin de sahibine döneriz,diyemiyorlardı.
Terbiyeyi veren mürebbi,hiç olur muydu mücrim?
Suç,günah değil bana,dâmenime bile ulaşamaz!
İYİ Kİ ÂHİRET VARMIŞ…
Fâş ve ifşâ yeri…
İçlerin dışa,dışların içe çevrildiği yer.
Ahkem-ül Hâkimînin Hâkimlik ve Hakemlik yaptığı yer.
Ben-deki suçun ortaya çıktığı yer.
Sen-deki masumiyet ve mazlumiyetin karşılığını bulduğu yer.
Yalan yok..yalancı yok..yalancı şahit yok..yalancılık hiç yok..yalan mumlarının yatsıya kalmadığı,mumlarının yanmayıp,eridiği yer.
Doğruluğun yalana hakim olduğu..doğruluğun yalanı doğradığı yer.
Karanlığın,karanlık işlerin,karanlık ayakların olmadığı aydınlık yer.
Allahın yeri..O’nun mahkemesi…
Benlerin ve benliklerin O’nun olmasıyla kalktığı yer.
Şeytanın zincire vurulduğu,nefsin kaynağının kuruduğu ve kurutulduğu, kurulanların yıkıldığı yer.
“El Hükmü lillâhil Vâhidil Kahhâr”
-Bu gün hüküm Bir ve Kahhar olan Allahındır.-
Din günü..’Mâliki yevmid dîn’
Hükümlerin hükümsüz kaldığı yer.
O’nun hükmünün geçtiği ve geçerli olduğu yer.
Beklenilen yer..bekleme yeri.
Müşahede odası.
Şahidle meşhudun buluştuğu yer.
Buluşma yeri..buluş yeri..umuş yeri…
Çalanla çalınanın..müfteri ile iftiranın..zorba ile zorbalığın..yılanla zehirinin beraber buluştuğu ve birbirine ulaştığı yer.
Her şeyin ve herkesin konuşup şahitlikte bulunduğu yer.
Faillerin yeri.
-‘Semenen kalîlâ’
Az bir fiyata…
Dünyalar güzeli Yusuf-un,az bir bedele satılması.
Her şeyin gerçek fiyatının verildiği yer.
Kapanan ve kapatılan defterlerin tekrar açılışı ve gözden geçirildiği yer.
Allahın adil gibi isimlerinin tam tecelli ettiği yer.
Yâr-ın yeriyle buluştuğu yer.
O yer gümrük yeridir..her şeyin indirilip incelendiği yer.
Yâr-ın yeriydi.
Yâr ile ağ-yârın,şer ile şerefin buluştuğu ve ayrıştığı yer.
Yusuf-un,Yakub-un,kuyunun,kardeşlerin,kervan ve kervancıların,Kenan ilinin,Züleyhanın,kurdun,gömleğin,tüm bağlantısı kopuk olan kopukların bağlantısının sağlandığı,bir arada olduğu yer.
Kurdun Yusuf-un kardeşlerinden hesabını sorduğu,hakkını aldığı yer.
“Allah o gün boynuzsuz koyunun hakkını boynuzlu koyundan alır….”
Aynılarla aynaların,asıllarla yansımaların,gerçeklerle gölgelerin bilindiği ve bulunduğu yer.
Acı ile sancının,somut ile soyutun sunulduğu yer.
İNSAN YÜZ KAPILI BİR SARAYDIR
Kabil Habil-in saray gibi binasının tek kapısının önünde duruyor,onu çalıyor,ona tosluyordu.
Hep aynı kapıda onu karşıladı..bekledi.
Diğer kapıların açık olduğundan,ondan girilebileceğinden habersizdi.
Hep aynı kapıya tosluyordu.
Aynı pencereden bakıyor,hep aynı şeyleri görüyordu.
Kabil kör olmuş görmüyor,topal olmuş gidemiyordu.
Habil-in kapısını değil,kendi kapısını açamıyordu.
Kabilin kapıları kapalıydı.
Kendisini aşamıyordu.
Kendisiyle kavgalıydı.
Kendisiyle barışık olmadığından,kavgasını Habille sürdürüyor,Habille bağlantılı herkesle de devam ettiriyordu.
Kabilin kabiliyeti Habili kabul etmiyordu.
Kabı dardı.
İçine kimseyi almıyordu.
Bedeni başı boş,ruhu zindeydi.
*O daha zinde iken,zindancı başı oldu.
Tüm duygularını kapatmıştı kendi zindanına…
HER BİR İNSAN BİR ALEMİN TEMSİLCİSİ
Her bir insan bir alemi temsil ediyordu.Adeta o bulunduğu özelliktekilerin bir alemi oluyor,o ve o özellikte olanları temsil ediyordu.:
Kabil kanlılar alemi.
Fir’avn zulümler alemi.
Âdem ilkler alemi
Yusuf rüyalar alemi.
Nemrut ateşler alemi
Şeytan kötülükler alemi
İbrahim yıldızlar alemi
Muhammed güneşler alemi
Musa denizler alemi
İsa hayatlar alemi
Nuh canlılar alemi
Süleyman cinler alemi
Davud güçler alemi
Deccal karanlıklar alemi
Mehdi nurlar alemi
Hızır seyyahlar alemi
Azrail ölüler alemi
Cebrail ruhlar alemi
Mikail dünyalar alemi
İsrafil surlar alemi
Karun benlikler alemi,batışın sembolü
Ebubekir sıddıklar alemi
Ömer ölçüler alemi
Osman hilim alemi
Ali ilim alemi…vs.vs…

PUTUN VE PUTPERESTLİĞİN TARİHİ
Hz.Âdem vefat etmiş,her hafta çocukları gelerek saygı ve hürmet gereği onun kabrinin etrafında dönerek saygıda bulunuyorlardı.
Çocuklarının çoğalması ve etrafa yayılmaları bu katılımı güçleştiriyordu.
Babalarının bir suretini yaparak bulundukları yerde ona hürmet gösteren çocuklarından sonra gelenler,bu vasıtayı hedef ve gaye olarak değerlendirdiler ve bizzat o sureti saygıya değer bir ilah olarak düşünüp yaşadılar.
Her batılda bir dane-i hakikat bulunmaktadır.
Masumane çıkılan yolda,yanlışa gidilmiş oldu.
Kulun icat ettiği tanrı.
Zihinlerdeki tapınak şövalyeleri.
Hamurdan ve helvadan.
Taştan ve kilden.
Neyi bulursan ve neden olursa.
İnek,fare,güneş,ateş,fir’avn,nemrut,göl,nehir,yıldız,ay…
-Kendisi muhtac-ı himmet bir dede
Nerde kaldı ğayre himmet ede.
*Her sabah evinin önündeki puta tapan kişi,bir sabah kalktığında bakar ki;bir tilki putun üzerine çıkmış pisliyor.
‘Kendisini bir tilkinin pislemesinden kurtaramayan bir put,beni nasıl kurtaracak?’diyerek önce kafasındaki putu,sonra taptığı putu kırar.
Herkesin seviyesine göre seçtiği bir put.
Çıkanların değil,inen ve düşüşlerin putu.
Tapan mı düşük,tapılan mı?
Bir birine eşit…
Masumiyetle başlayan,cehaletle süslenen ve beslenen,ülfetle büyüyen ve büyütülen hayaldeki putun yansıması…
*Hz.Âdem döneminde yere düşen kan,günahlarla beslendi.
Hz.Âdem-in yokluğundan istifadeyle puta dönüştü.
Put günahların kiri oldu.
Kirletti.
Günahların sembolü oldu.
Aydınlığı örttü.
Arkasından birbirini takiben haya gitti,namus gitti,din gitti,insanlık bitti..insan bitti.
İnsanlığın önünde bu setti.
Günahlar putlara gebe…
*Hakikatı göremeyenler zahire takılıp kaldılar.
Surete aşık olanlar,sîreti göremediler.
Züleyha öteyi göremedi,saldırdı.
Yusuf ötelerin ötesine ulaştı,aldırmadı.
*Şair nişanlısının annesini görmek istedi.Ancak görür görmez şaşkına uğradı ve hemen hiç düşünmeden nişanlısına dönerek;
Nikahı bozuyorum,seninle evlenmiyorum,dedi.
Sebebi sorulduğunda;
Büyüyünce sen de annen gibi olacaksın…
*Ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptela ve endişe-i istikbâl ile istikbâlini ve hayatını temin için çabalayan bîçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşrû dairedeki keyfe iktifâ ediniz; o, keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-i meşrû dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu sâbık beyânâtta elbette anladınız. Eğer mâzi, yani, geçmiş zamanın hâdisâtını sinema ile hal-i hazırda gösterdikleri gibi, istikbâldeki ahvâl dahi-meselâ elli sene sonraki halleri-bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefâhet, şimdiki güldüklerine yüz binlerce nefrîn ve nefret edip ağlayacaktılar.
Dünya ve âhirette ebedî ve dâimî sürûru isteyen, İmân dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) kendine rehber etmek gerektir.”
Dün yer yüzünde gezenler,bu gün üstlerinde gezilenler oldular.
Zincire vurulamıyanlar,toprağa kondu…
KADER
Kader,sonraki olayların önceki habercisi.
Rüya,kader perdesinin aralanması.
Kader,açık göz,gören ve görüntüleyen göz.
Rüya,buğulu göz.
Kader,gerçek.
Rüya,düş.
Kader,Hak-da gizli.
Rüya,hayalde sisli.
Kader,peygamberde gizli.
Rüya,tabircide saklı.
Ben kaderdeyim,rüya bende.
Hayat,şifrelerde gizli.
Şifreler,insanda saklı.
*Kaderden kaçılır mı?Kaderden kaçan yine kadere kaçar.
Kader değişir mi?Kader zorlayıcı değildir,Allah-ın ilmidir.İşimiz değişir,kader yani Allah-ın bilgisi dğişmez.
Kevnî kader ve iradi kader.Kâinata konulan kader değişmeyen kader,bazen mucize eseri olarak o da değişir.İbrahim peygamberi ateşin yakmaması gibi.İradi kader ise,insanın irade ve seçmesi sonucu oluşan kaderdir.
Bir yaprak bile onun ilmiyle düşer.Dünyaya kafir olarak gelenlerin suçu nedir?Hadisle bağlantısı.
Milyarlarca spermden biri hayat buluyor.Hayat bir müsabaka ve imtihan.
Zenginlik ve fakirlik.Rasulullahın fakirlikle iftiharı ve Sa’lebenin durumu.Şükreden fakir bir kul iken,zenginlikle küfredip nankörlük eden bir kimse olmuştur.
Allah bana danıştı mı ki beni yarattı?Ve bu organlarımı böyle yerleştirdi?
Sen kimsin ki?Nesin ki?
Allah-ın seçtiği mühendis mi?
Aleme sen mi mühendis oldun?
Senden var olan bir şey alınmış değil,verilme söz konusudur.
Alınmanın hesabı sorulur,verilmenin değil…
Bir de kendini beğenmiyorsan,kendine bir model çiz…
Organlarının yerini bir değiştir bakalım..neyi nereye koyacaksın..hangi varlıktan neyi alıp,neyi vereceksin?
Evvela ustalığını gösterecek terzi ve o işin ustasıdır.Modeli o tayin eder.Sana danışsaydı burnunu nereye koyardın?vs.vs…
Evet..evet..Verilenden hesap sorulmaz çünkü ikram ve ihsandır.Yani veren birine küstahça;
Niye veriyorsun ya hu?
Seni adam kabul ettiği ve adam olasın diye.
Birde insan nisyandan alındığı için,verdiği sözünü unutmaktadır.Ve ruhlar alemini hz.Ali gibi hatırlayanlar mevcuttur.
Nikah masasına oturan hiçbir kimse –hayır-dememiştir.Hep iyi aile olacaklarına söz vermişlerdir.Rekorlar kitabında bile hayır diyen yoktur.
Bizler ise verdiğimiz sözümüzün ne kadarını yerine getirmekteyiz..hiç olmazsa iyi olma niyetiyle…
* Adamın birisi Ebu Hanife’ye gelip onunla kader tartışmaya başladı. Ebu Hanife adama:
“Kadere çok dalan tıpkı güneşin içine baktıkça hayreti artan bir adam gibi olduğunu bilir misin?” dedi.”

*Değil bir hayat,tüm hayatlar ve dünya bir rüya gibi geldi,geçti…
“Gördüm çü Hakkın vechini aynel yakîn Ya Hû derim.
Ki,sûfi Lâ-dan dem vurur ben her dem İllâ Hû derim.”(Akşemseddin)

MEHMET ÖZÇELİK
20-03-2009




İÇ GÜDÜ – SEVKİ İLÂHİ

İÇ GÜDÜ – SEVKİ İLÂHİ

İnsanın zihin altına yerleşmiş olan not defteri..gördüğü,duyduğu hatta hissettiği şeylerin depolama sistemi…
İnsan en çok etkilenen bir varlıktır.Her gördüğü ve işittiği şeylerden hatta bakışlardan önemli çapta etkilenmekte ve bazen bu etki uzun zaman sonra da olsa kendisini göstermektedir.
Hadisde ‘Her doğan İslam fıtratı üzere doğar’hakikatı bizlere herkesin doğuştan zihin altında,ruhlar aleminde eklenmiş,kendisiyle bir sözleşme yapılmış belge ve bilgi zihnin altında mevcut olarak gönderilmiştir.
İnsanın etkilenmesinin en uzun süreni ve en kalıcı olanı ve adeta insanı köle haline getireni,korkudur.
İster başkaları tarafından ve isterse kendisi tarafından zihninin altına yerleşmiş olan o korku sürekli kendisini gölge gibi takip etmektedir.
Dünya tarihinde zalim olan kimseler sürekli insanların zihinlerinin altına yerleşerek ve kendi korkusunu yerleştirerek onlara olan hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir.
Peygamberler ise daha kalıcı olan ve uzun ömürlü devam edecek ve bir çok isteğe bağlı fedakârlıkları netice verecek sevgi yolunu takib etmişlerdir.
İnsandaki proğramlama sistemi işte bu zihin altındaki itici güç sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri Sâika ve Şâika yani sevk edici ve kamçılayıcı şevk verici duyguların insanda var olup,bunları keşfettiğini söyler.
Alem Allah’ın üç kudretinin bir sonucudur;İlim,İrade ve Kudret.
İnsandaki akıl,kalb ve ruhda bu iç güdüyle harekete geçmekte ve devreye girmektedir.
İnsandaki iç güdü doğrudan doğruya İlahi bir yönlendirme,sevk ve ilhamın sonucudur.
Elektronik bir makine içine yerleştirilen bir proğramla çalışır.
İnsanda dünyaya gelmeden önce kendisine yerleştirilen ilahi ve kaderi proğramla donatılmış olarak buraya gelir ve iradesiyle de onun yönlendirilmesinde etkili olunmuş olunur.
Hayvanlar aleminde bu durum tamamen farklıdır.Onlar yaptıkları işlerinde iradeleri olmadan ve sırf iç güdü veya hakikatta ilahi sevk ve proğramla çalıştıkları için kusursuzdurlar.
İnsan ise kendisini sorumlu kılacak cüz-i iradesini karıştırmasıyla,işleri de karıştırmaktadır.
Müslüman olmayan bir memlekette doğan bir çocuğun Müslüman olan ve namaz kılmaktaki durumunu küçük yaşta gören çocuğun,kısa bir süre sonra onları kaybetmesiyle,onlardan gördüklerini kaybetmemektedir.Elli sene sonra da olsa birinde aynı namaz hareketlerini görmesiyle zihninin altında yerleşen namaz hakikatı kendisini tetikleyecektir.
İç güdü,bir tetikleme gücüdür.İçine dolan veya doldurulan şeyi saçar veya saçmalar.
Küçük yaşta özellikle bir korku ile dehşete kapılan bir çocuk zihin altındaki bu korkunun etkisini ya hastalık olarak veya psikolojik bir rahatsızlık olarak sürdürür.
Hipnotizma bir çeşit zihin altına girip tesbitte bulunmadır.Daha öteye gidildiğinde bir tedavi yöntemidir.
Zihin altının keşfi aslında bir nevi insanlığın keşfidir.
İnsanlar birbirleriyle olan diyaloglarında bu zihin altındakileri tetiklemekle veya ortaya çıkarmakla daha fazla iletişim sağlarlar.
Şartlanmışlık zihin altının bir zorlaması ve zorlanmasıdır.
İç güdü doğru yönlendirilebilirse çok başarılı sonuçlar elde edilebilir.
Kötü yönlendirildiği takdirde de patlamaya hazır bir bombadan daha fazla etkili olur.

*Rüya alemi;zihindeki alemin,misal aleminde yansımasıdır.Tıpkı aynada görünen suretin benzeri olarak,rüyada da olacak olan şeylerin şeffaflığa,yoruma,netliğe muhtaç olarak misal aleminin aynasındaki yansımış halidir.
Bir derece olacak olan şeylerin zihnimizdeki mevcut olan ilk halinin zamanla dışa yansımadır.
Teknolojik olarak insan beynini kontrol altına alma gibi,zihin altına ve insanın rüya dünyasına girilmesiyle de bazı şeylerin açılması sağlanabilir.

“Bir bilgisayar insan üst beynini taklit edebilir, hatta daha fazla bilgi biriktirerek onu yenebilir. Fakat gerek amygdeal nükleusların bir anten gibi çalısarak duygu alıngaçları görevi yapmasıyla gerekse RNA lar kanalı ile atalarımızdan geçmis bilgi sifreleri ile(Ispatlayıcılarına 1989 yılında Nobel kimya ödülü kazandırdı) gerekse Nöro-hormono-transmitter mekanizmalarla refleksif olarak tüm organlarımızı çalıstırma yetenegi ile alt beyin sistemimizi hiçbir zaman hiçbir bilgisayar taklit edemeyecektir.
Baska bir deyisle bizi insan yapan üst beynimizden çok daha fazla alt beynimizdeki evrensel kuyruklu canlıdır. Sizleri bu canlıyı, yani içinizdeki sizi tanımaya ve bu konuda farkındalıgınızı arttırmaya davet ediyorum.
…Malum hepimizin ilk alt beyinsel ögretmeni annecigimizdir. En korunmasız ve zayıf insaat zamanlarımızı onun rahminde geçiriyoruz.
…..Sert bir alt beyin takıntısı üst beyne seksen degisik tercüme hatasıyla yansır.
…….Arastırıcılarına Nobel ödülü kazandıran bilimsel arastırmalarda; atalarımızın üst beyin
bilgileri RNA lar kanalı ile alt beynimizde depolandıgından, kastedilen alt beynimizdir.”

MEHMET ÖZÇELİK
06-10-2008




FERDİYYET-VAHİDİYET-EHADİYET

FERDİYYET-VAHİDİYET-EHADİYET

Bir,tek,yekta,eşsiz,tek ve bir,iki ve ikincisiz bir tek olan,müstakilli bizzat..bizzat müstakil,istiklal ve hakimiyet sahibi.
İki tane sonsuz düşünülemez..biri birisini sonlandıracaktır..son olan yok ve fani olmaya mahkumdur.
Ferdiyet sahibi ikinci bir teki,ferdi kabul etmez.Sonsuzlukta tek olup,bir başkasının kendisini sonlandırmasını kabul etmeyendir.
Ferdiyette nihayetsiz kemal vardır..gölge ve zgölgeliliği kabul etmez.
Ferdiyet halikiyet,uluhiyet,rububiyet gibi bütün sıfatlarda başkasının müdahalesini reddeder.
“İnnallahe vitrun,yuhibbul vitre.”’Muhakkak ki Allah tektir,teki sever.”
Ferdiyet vahidiyet ve ehadiyetle kaimdir.
Bu isme mazhar olan şahsiyetlerde Allahın izniyle eşsiz ve tek başına büyük şahsiyetlerdir.Başkasının tasarrufu altına girmezler.
Bu isme mazhar olan Muhyiddin-i Araba,Veysel Karani asırlarında tektirler.Ferdiyet ismine mazhar olup adeta başkasının hükmü altında değil,ferdiyetin hakimiyeti altında süluk etmişlerdir.
Adeta özel terbiye edilmiş,o ismin tecellisine öncelikle ve galiben mazhar olmuşlardır.
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri eşya arasındaki farklılıkları, a’yan-ı sabitelerin farklı oluşlarıyla izah eder.
Bundandır ki biraz ifratta olsa,O’nun dışındaki varlıkları kabul etmez,reddeder..kendine has makamın gereği olarak.
Muhyiddin İbnü Arabi ”Kâinatta ne varsa hepsi vehim ve hayal…yani aynalara vuran akisler veyahud gölgeler…
..” bir de riyazet halindeyken Allah a hitaben “ne kadar merhametli olduğunu halka yayarsam ibadet edecek kul bulmazsın” dediği anlatılır ve naz makamının olağanlarından addedilir ki havassa dairdir. “
“Vefat ettiğinde kabre konulup da insanlar yanından ayrılınca kendisi gibi Allah Dostu keşif ehli bir zat yanından ayrılmaz ve –Allah’ın izni ile- O’nun Münker ve Nekir ile diyaloğuna şahit olur.
“Rabbin kim?” sorusuna Muhyiddin şu cevabı verir:
“Biz bizle beraberken bizi bize sordular. Biz bizden hiç ayrıldık mı ki bizi bize sorarlar? Biz, bizden başka mıyız ki bizi bize sorarlar?”
Melekler, kaydı nasıl tutacaklarını şaşarak Allah katına başvurduklarında Cenab-ı Hak şöyle nida eder:
“Muhyiddin kulumu dünyada kimse anlamadı. Ölünce de melekler anlamadı. Onu bana bırakın. Ben anladım. Cevap tamamdır”..

Ferdiyet makamının şahsiyetlerinden olan Bediüzzaman,asırlar içerisinde gelen tarzdan farklı,fark edilen bir tarzla ortaya çıkmıştır.Öncekilere benzememektedir.Bu şahsında görüldüğü gibi,hizmetinde ve eserlerinde de kendini göstermektedir.
“Fâş etmek hâtırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki:

“Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferîd” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımağa mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum.
Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A’zam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda şâkirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.
O ferdiyet makamının sahibi kendi izni olmayan bir başkasının o zamanda tasarrufu ve revacı mümkün olmaz.
“Ben Üstadımdan işittim ki: “Hazret-i Mevlana (k.s.) Hindistan’dan tarik-ı Nakşiyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi, Şah-ı Geylani’nin (k.s.) badel-memat, hayatta olduğu gibi, tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlana’nın (k.s.) manen tasarrufu cay-ı kabul göremedi. Şah-ı Nakşibend’le (k.s.) İmam-ı Rabbani’nin (k.s.) ruhaniyetleri Bağdad’a gelip Şah-ı Geylani’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki: ‘Mevlana Halid (k.s.) senin evladındır, kabul et. Şah-ı Geylani (k.s.) onların iltimasını kabul ederek, Mevlana Halidi’ kabul etmiş. Ondan sonra birden Mevlana Halid (k.s.) parlamış. Bu vakıa ehl-i keşifçe vaki ve meşhud olmuştur. O hadise-i ruhaniyeyi o zaman ehl-i velayetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüya ile görmüşler.”
Vahidiyet;Allah’ın tüm varlıklarda umumen tekliği,hepsinde birden bir ve tek olarak görülmesidir.Tıpkı güneşin hiçbir şey hariç kalmaksızın tüm varlıklarda bir ve birden görünmesi ve onlarda bir birlik ve bütünlük içerisinde varlığını sürdürmesidir.
Vahidiyette kesretten vahdete bir gidiş vardır.Kesretin mayasını oluşturur.. kesretin tutkalıdır..vahdet gitse,kesret dağılır.
Kesrette vahdet ve vahidiyet öndedir..hakimiyet külli manada tam tecelli eder.Herkes tarafından görüşür,ihata edilemez.
Vahidiyet eşyanın ruhudur.Ruh gitse bir çok şeyden teşekkül etmiş olan cesed dağılır,ölür.
Eşyaya hayat veren vahdettir.
İslamiyet Tevhid esası üzerine kurulmuştur.

‘Ben tevhid meyveleriyle yüklü bir ağaç dalıyım. Tevhid incileriyle dolu bir denizin damlasıyım.’

Vahdette hep vahid görünür..Muhyiddin-i Arabi her şeyde vahdeti gördüğünden, kesreti inkâra kadar gitmiştir.
Kesretteki gidişler hep biri ve bir şeyi bulmak için değil midir?Biri bulan Muhyiddin,başkaları bulmaya ihtiyaç duymamıştır.
Kur’an da bazen Cenâb-ı Hak kendisini Vahidiyet kipiyle ifade edip,ben yerine biz der.Orada Vahidiyetin hakimiyeti vardır.
Bazende ben der,Orada ise ehadiyet tecellisi vardır.

Ehadiyyet ise her bir varlıkta ayrı ayrı olan hakimiyet ve terbiyedir.Umumunda birden olmayıp,teker teker her birinde ayrı ayrı görülmesidir.
Ehadiyyet sonunda vahidiyyete gider.Vahidiyyette ferdiyette son bulur.
İhlas,’Sülüsühül Kur’an’dır..Kur’anın üçte biri..üç ihlas bir Kur’an..
İhlasta Ehadiyyet sırrı vardır.
‘De ki O Allah Ehaddir,Sameddir.Ne kendisi bir başkasından doğmuştur,ne de kendisinden bir başkası doğmamıştır.Hiç bir şey de O’nun misli,meseli,küfvü,şebihi ve benzeri değildir.
Her bir varlıkta ayrı ayrı hatta her bir varlığın her bir ahvalinde ayrı ayrı tecelli eder.
Sameddir zira hiçbir varlığın,hiçbir şeyine muhtaç değildir belki her bir varlık başlı başına O’na muhtaçtır.
Varlıklardaki farklılıkla beraber bütünlük O’nun ehadiyet tecellisindendir.
Heme ost değil,heme ezost-tur.Yani her şey O değil,her şey O’ndandır.Her bir şeyde ayrı ayrı görülür,bilinir,anlaşılır.
Güneşin bir olduğu halde,ışığıyla,rengi ve özellikleriyle her bir varlıkta ayrı ayrı tecelli etmesi gibi…
Hepsinin bir kaynaktan beslenmeleri,aralarındaki uyumu da oluşturur.
Varlıklar arasında ehadiyet tecellisi azalıp gittikçe,bağlantısı kesildikçe varlıklar ölüme giderler..o bütünlüğü muhafaza edemezler.

*’ La ‘ süpürgesi ile , yolu temizlemeden,’ İllallah ‘ Sarayına varamazsın !
‘Uful edip sönenleri,kaybolup varlığını devam ettirmeyenleri sevmem’diyor İbrahim Peygamber…
Yıldız,ay,güneş hep gidip kayboluyor,demekki gidip kaybolmayan,birliğini ve tekliğini koruyan birsi var ki,işte ben ancak O’nu severim ve sevmeye ve de sevilmeye layık ancak O’dur.

Akşemseddin der:
Gördüm çü Hakkın vechini aynel yakin Ya Hu derim.
Ki,sufi La’dan dem vurur,ben herdem İlla Hu derim.

Vahidiyyet,Ehadiyyet,Ferdiyet süpürge gibi O’nun gayrını süpürüp,O’nun bir ve tekliğini şüphesiz ifade eder.Hiç bir şeyde,hiçbir şeyi O’na şerik yapmaz.
Allahın affetmediği tek suç,kendisine olan şerik ve şirktir..ortak koşulmasıdır.
‘İnnallahe lâ yağfiru en yüşreke bihi ve yağfiru ma dune zalike limen yeşâ’’Muhakkakki Allah kendisine eş ve ortak koşulmasını affetmez,onun dışında ise dilediğini bağışlar.’
Zıddı yönüyle en aşağı dereke şirk olduğu gibi,yükseklik ve yücelik yönüyle de en yüksek makam,ferdiyet,ehadiyet ve vahidiyyettir.

Kalblerde ancak O Bir-le tatmin olurlar.

Sadi-i Şirazî’nin dediği gibi,
( Uyanık ve zeki gözler nazarında, her yaprak Allah’ın marifetine dair bir delildir.)
Bir-den gelen her şey,yine Bir’e gider ve Bir’i gösterirler.

O Vahidir,Ehaddir,Ferddir.

MEHMET ÖZÇELİK
11-08-2008




FETTAHİYYET HAKİKATI VE SIRRI

FETTAHİYYET HAKİKATI VE SIRRI

Fettah;Arapça gramer olarak,Mübalağalı ismi faildir.
Çok çok,çok-ca açan,fetheden anlamınadır.Açılımları gerçekleştiren.Her şey açan,maddi manevi fetheden…
Fettahiyyet diğer isimlerin de tecellisiyle beraber tezahür eder.Yani her şeye layık bir suret açar.
Arslana verdiği kafa ve pençe ile, kediye verdiği kafa ve el bir birine mütenasib bir açılım gösterirler.
Kabağın yapraklarının açılımı ile,gülün yapraklarının açılımı farklı farklıdır.
Allah bilerek açar ve bildiği gibi açar.
Bu açılımlarda mükemmellik vardır.Eksiklik ve kusur söz konusu değildir.Her şey mükemmel olarak açar ve açılır.
Besmelenin tüm açılımların ve başlangıçların başı ve ilki olmasındaki sır;Allah adı ve müsaadesiyle olan açılımların mükemmel olmasındandır.O’nun irade ve takdiri ile olan açılım,memnun olunacak bir açılımdır.
Önce insanın ve onun duygularının fethinden başlayalım.
İnsan yani ilk tohum,yumurta ve çekirdek durumunda olan –ki tüm varlıklar için bu geçerlidir- ilk atamız ve babamız Hz.Ademin toprak unuyla hayat suyunun karıştırılmasından,varlık ateşlinde pişerek kendisine hava üflenmesiyle belli bir hava kıvamı verilmiş oldu.
O insanlığın ilk açılmamış tohumu idi.
Allah fettah ismiyle Ademi açtı ve Hz.Havva, ondan da insanlık çıktı.Ve bu açılım hala sürmekte ve öyleki dünyanın sınırsız bir ömrü olsa bu açılım sonsuza dek fettah ismiyle açıla açıla sürecektir.
Bütün varlıklar için de durum aynıdır.
Bu açılımlar kendi içinde kopyalama suretinde bir açılım olmayıp,tamamen kendi çapında ve kendi içinde de bir çok açılımları oluşturacak bir açılmadır.
Hz.Adem kendi şahsiyeti içerisinde bir açılım gerçekleştirirken,başka şahsiyetlerinde açılımında rol oynamaktadır.
Bunu bir insanın münferid olarak açılımı şeklinde ele alalım;

*Ana rahmine bir damla su ölerek düşen insan;Fettah ismiyle hem zahiri hem de batini duyguları beraber ve birbiriyle münasebettar olarak gelişime göstermektedir.
Bu açılım süreklilik gösterirken,belli bir noktaya gelerek sıkışıp kalmamaktadır.
Fettahiyyet ismi gibi,onun tezahürü de sınırsız olarak açılımı devam etmektedir.
Ana rahminde suyun açılı ile belli bir noktaya gelen insanın duyguları görevini yapmadığından bu açılım tam gerçekleşmemektedir.
Zira o duyu ve duyguların büyük bir kısmı başka aleme bakıp,orada açılımı gerekmekte ve gerçekleşmektedir.
Su açıldı göz oldu ancak o göz kendi içerisinde bir çok açılımlara muhtaçtır.
Dünyaya gelerek etrafı gören göz aynen soğanın katmanları gibi sürekli açılım göstermektedir.
Önce gülün zahirini görür,zamanla kokusunu,rengini ve araştırma sonucunu marifet ile gülün oluşumundan içerisinde onunda açılımları hakkındaki bilgisinde açılımlar olur.Göz bundan ibret ve dersler çıkarır.
Zamanla bu madde alemini de aşan göz maneviyat alemlerinin pencere ve perdesini de aralar.Şöyleki;
Talebeleriyle bir mezardan geçen Bediüzzaman hazretleri talebelerine ayrılmalarını söyler.Sadece kendisinden iki yaş büyük olan Molla Resul adındaki talebesi nazdarlığından ayrılmaz.Bir müddet sonra mezara bakan Bediüzzaman tebessüm eder.Molla resul ısrarla sebebini sorunca cevaben;
Bu yeni gömülmüş bir kadın mezarı idi.Kadın ölmeden önce elinde ipe boncuk saplamakta idi.Ve şu anda mezarda da ipe boncuk saplamakla meşgul.Öyle ki kıyamet kopunca kadın diyecek ki;Ya Rabbi,kıyamet ne de çabuk koptu,daha ipe boncuklarımı bile saplamadım.
Bu Fettah isminin gözdeki açılımı olup,onu müşahede etmekte,kulağıyla söylediğini ve söyleyeceğini duymaktadır.
Bediüzzamanın o tebessümü,yüzün fettah ismiyle ayrı bir açılımıdır.

O göz peygamber gözü olduğunda cennet ve cehennemi görür,Allah’ı müşahede eder.Tüm perdeler fettah isminin şiddetli tezahürüyle ve parlamasıyla parlaklığı nisbetinde önünü açar,görür ve gösterir.
Fettah ismiyle o peygamber zamanın açılmasıyla kıyamete kadar olacak işlerin kendisine fettah simiyle bildirilmesi ve gösterilmesiyle görür ve haber verir.
Fettah ismiyle Kur’an-ın açılımı onun içerisindeki tüm sırların zahir olmasıdır.
Ve hakeza,göz fettah isminin insanlarda farklı tezahürleri sonucu farklı görmeler ve görüşler meydana getirir,isme mazhariyet ve ismin o insandaki inkişafı nisbetinde,eşyada da açılımlar olur.

*Anne karnında kulak açılımı ile başlayan fettah hakikatı sadece annenin kalb sesini işitmekle sınırlıdır.
Dünyaya gelen o çocuk önce yakındakilerinin,daha sonra tanıdıklarının ve zaman içerisindeki açılımın artmasıyla sesler dünyasını keşfeder.
20 desibelin altındaki ve üstündekileri duymayıp yine sınırlı sesleri duyan o insan;hayvanların seslerini,bitkilerin,rüzgarın,başlı başına bir alem olan sesler dünyası fettah isminin kulaktaki inkişafı ve mazhariyeti nisbetinde açılımları gerçekleştirir.
İlim ile,teknoloji ile bu sefer düşük sesleri de cihazlarla keşfetmeye,sesleri ayrıştırmaya ve kaydetmeye başlar.Sesler dünyasına hükmederek,kontrol etmeye başlar
Bütün alemlerden alınan çekirdeklerle bir bütün olan insan,fettahiyyet hakikatının inkişafıyla bütün duyguları alındığı alemin büyüklüğü nisbetinde açılmaya başlar.Böylece o alemin bütün özellikleri o insanda görünür ve o alemin özelliklerine ve zenginliklerine o insan sahib olmuş olur.

Fettah ismiyle burun kokular dünyasını,dil tatlar dünyasını,vücut hisler dünyasını,akıl kayıtlar alemini açar ve o ismin onda inkişafı ve mazhariyeti nisbetinde kendisine keşfolunmuş ve görünmüş olur.
Tüm dışımızda sahib olduğumuz duygularımız gibi,içimizde olan ruh,vicdan,kalb ve sırlar alemi de o nisbette inkişafa başlar.
Duygular inkişaf ettikçe,alemler de inkişaf eder.Birbiriyle orantılı olarak açılımlar gerçekleşir.

*Yarı ölüm olan uyku ile kapanan duygulara karşı bu sefer başka alemin yani misal aleminin kapıları açılır.Suretleri görür,hafızasında depolananların kaydıyla uğraşır.
Her bir alemin kapanışı,yeni alemlerin açılışına kapı açar.
Ölüm ile zahiren kapanan duyguların yerine başka alemlerin perdeleri ve kapıları aralanırken,o alemin şartları ve yaşantısına bir geçiş olmuş olur.Tıpkı ölümle biraz daha hür olan vücut kabir aleminde müsaadesi nisbetinde daha geniş alemlere bir açılış ve açılımı gerçekleştirmiş olur.

Allah zatı itibarıyla ezeli ve ebedi olduğu gibi,sıfatları itibarıyla da ezeli ve ebedidir.
Fettahiyyet hakikatının açılımının da sınırı yoktur.Bu açılım insan kabiliyetinin açılımıyla orantılıdır.

*”Meselâ: – – âyet-i kerimesi, beşerin birinci tabakasına şu mânâyı ifham ve ifade ediyor:
Semâvat, ayaz, bulutsuz, yağmuru yağdıracak bir kabiliyette olmadığı gibi, arz da kup kuru, nebatatı yetiştirecek bir şekilde değildir. Sonra ikisinin de yapışıklıklarını izâle ve fetk ettik. Birisinden sular inmeye, ötekisinden nebatat çıkmaya başladı. Mezkûr âyetin ifade ettiği şu mânâya delâlet eden – – âyet-i kerimesidir. Çünkü, hayvanî ve nebatî olan hayatları koruyan gıdalar ancak arz ve semânın izdivacından tevellüd edebilir.
Mezkûr âyetin tabaka-i avâma ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki, nur-u Muhammediyeden (a.s.m.) yaratılan madde-i acîniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun mâcun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir. Bu safhayı delâletiyle teyid eden – – olan hadis-i şerifidir. “
Kâinatta başlangıçta bir acin yani hamur halinde idi.Allah o kâinat hamurunu fettah ismiyle açtı,içine tüm varlık tohumlarını ekti.

“Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, genişleticileriz”

Fettah ismiyle bu açılım hala sürmekte..hamur genişlemektedir.

İşte Efendimizi farklı kılan en önemli nokta burada devreye girmektedir;
Efendimizde tüm varlıkların hamurunu,çekirdeğini,tohumunu oluşturmakta,Allah Fettah isminin gereği olarak onun açılımından kâinatı meydana getirmektedir.
Nasıl ki Hz.Âdem insanlığın ilk hamurunu oluşturup,o hamurun açılımıyla insanlık oluşmuşsa,o hamurun da hamuru olan Efendimizin fettah isminin açılmasıyla da Allah kâinatı oluşturmuştur.
Efendimiz;”Âdem su ile toprak arasında yani daha balçık halinde iken Allah benim ruhumu yaratmıştı.”buyurarak kendisinin kâinatın ruhu mesabesinde olduğunu ifade etmektedir.

Kur’an-ı fettah isminin tezahürü olan Fatiha ile açan Allah,Kâinat kitabının Fatihası olan Efendimiz ile de varlıklar alemini açmıştır.
Kur’an için Fatiha ne ise,kâinat için Efendimiz de odur…

Kâinatta bütün isimlerin belirtilerini görebiliriz.Ancak kâinat ve tüm alemler fettah isminin bir tezahürüdür desek,mübalağa etmiş olmayız.

Fettah hakikatını her şey de görebiliriz.Hiç bir şey yoktur ki fettah isminin haricinde kalsın,açılımı söz konusu olmasın!

*”Nasıl toprak suya, havaya, ziyâya nisbeten kesâfetli, karanlıklıdır; fakat, masnuât-ı İlâhiyenin bütün envaına menşe’ ve medâr olduğundan bütün anâsır-ı sâirenin mânen fevkıne çıktığı gibi; hem, kesâfetli olan nefs-i insaniye, sırr-ı câmiiyet itibâriyle, tezekkî etmek şartıyla bütün letâif-i insaniyenin fevkıne çıktığı gibi; öyle de, cismâniyet, en câmi’, en muhît, en zengin bir âyine-i tecelliyât-ı esmâ-i İlâhiyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharâtını tartacak ve mîzana çekecek âletler, cismâniyettedir. Meselâ, dildeki kuvve-i zâikâ, rızık zevkinde enva-ı mat’umât adedince mîzanlara menşe’ olmasaydı, herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı.”
Allah her şeye fettahiyyet hakikatının açılımını yerleştirmiştir.sadece onu tetikleyecek diğer bir hakikata muhtaçtır.

Birinci Hakikat: “Fettâhiyet” hakikatıdır.
Yani Fettâh isminin tecellîsiyle, basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılmasıdır.
Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı, çiçekler misilli, Fettâh ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir şahsiyet-i mümtâze kudret-i fâtıra açmış, vermiş. Aynen öyle de, fakat daha mu’cizâtlı olarak, zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi, her birisine gayet san’atlı ve hikmetli bir suret-i mevzune ve müzeyyene ve mümtâze vermiş.

âyetlerin ifadesiyle, tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en hayretli mucizesi, suretleri açmasıdır. Bu hikmete binaen, feth-i suver hakikati tekrarla birkaç suretlerde Risaletü’n-Nur’da ve bilhassa bu risalenin İkinci Makamının Birinci Babında, Altıncı ve Yedinci Mertebelerinde ispat ve beyan edilmesinden, onlara havale edip, burada bu kadar deriz ki:

Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şehadetiyle ve tetkikat-ı amîkasıyla, bu feth-i suverde öyle bir ihata ve şümul ve san’at var ki, birtek Vâhid-i Ehadden ve herşeyde herşeyi görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlaktan başka hiçbir şey bu cemiyetli ve ihatalı fiile sahip olamaz. Çünkü, bu feth-i suver fiili ise, her yerde ve her anda bulunan, nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir kudret ise, ancak bütün kâinatı idare eden birtek Zâtta bulunabilir.
Evet, meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi üç karanlık içinde bütün validelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettâhiyet; ve umum rû-yi zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı san’atla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikatı, vahdâniyetin en kuvvetli bir bürhanıdır.
Çünkü, ihata etmek bir vahdettir; şirke yer bırakmaz. Ve Birinci Babda vücub-u vücuda şehadet eden on dokuz hakikat, nasıl ki vücutlarıyla Hâlıkın vücuduna delâlet ederler; öyle de ihatalarıyla da vahdete şehadet ederler.”
“ihatalı olan fettâhiyet hakikatiyle bütün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle ispat eder.”

“Ya Müfettihal ebvab!İftah kulûbena ya hayrel bâb.”
“Ey kapıları açan Müfettih!Kalblerimizi ve kalblerimize hayırlı kapıları aç.Kalblerimiz sonsuz açılımlara mazhar olsun.Önünde kapalı bir şey olmasın,önü kapalı olmasın.”
Ey kapıları açan Allahım!Bizimde tüm duygularımızın kapılarını fettah ismin hürmetine aç.
Ey her şeye layık kapıları açan Allahım!Bize layık ve layık gördüğün kapıları da aç.

Mehmet ÖZÇELİK
06-09-2008




ŞİRKİN HEDEFİ;ALLAH’I ACİZ BIRAKMAK

ŞİRKİN HEDEFİ;ALLAH’I ACİZ BIRAKMAK
Müşrikler Allahı sürekli taciz etmişlerdir.Ta’ciz,aciz bırakmak demektir.
Allahın acziyyetini ifade edip kabul etmek için Allah’a çocuk isnad etmişlerdir.Öyle ki bunu yaparken de kendilerini güçlü,Allah’ı ise güçsüz göstermek amacıyla,Allaha kızlar ve kendilerine ise oğlanlar isnad etmişlerdir.”
Allaha inanıp,putlara ise kendilerini Allaha ulaştıran bir vasıta olarak gördüklerini söylemişlerdir.
Bunu yapmalarındaki önemli sebeplerden biri de;Allahı bilip sıfatlarında hataya düşmelerindendir.Allahın sıfatlarını anlayamadıklarından dolayı,kolay gördükleri inkâr yoluna girmişlerdir.
“Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.”
Oysa tüm” Mevcudat, Cenab-ı Hakkın vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettiği gibi, celâlî, cemalî, kemalî olan cemî sıfâtına da delâlet etmekle, Hâlıkın zatında naks ve kusur olmadığını ve şuûnatında, sıfâtında ve esmâsında ve ef’âlinde de naks ve kusur bulunmadığını ilân ediyor.”
Kendilerinin bir evi idare etmekten aciz kalmalarına rağmen,Allah nasıl oluyor da bütün bu kâinatı birden,hiç yorulmadan,kolaylıkla idare edebiliyor?
Bundan olsa gerek ki;Yahudiler Allahın kâinatı altı günde yarattığını,yedinci günde ise yorulup dinlendiğine inanmışlardır.
Cumartesi gününü kendilerine tatil ve dinlenme günü yapmaları bu düşünceden kaynaklanmaktadır.
Müşrikler Allaha çocuk isnad etmişlerdir.Bir yandan cinleri Allaha ortak kabul etmişler,diğer yandan da kız ve erkek evlat isnadında bulunmuşlardır.Yani hoşa gidenlerini kendilerine,hoşa gitmeyenleri de Allaha vermişlerdir.
Rabbimiz bu konuda:’Em lehul benât ve lekümül benûn.’,”Yoksa kızlar Allahın,erkekler sizin mi?”
*Yahudilerde melekler Allahın kızlarıdır,diyerek O’na evlat ve çocuklar isnad etmişlerdir.
*Hristiyanlar da Hz.İsa’nın Allah’ın oğlu ve hatta daha da ileri giderek,Allah’ın Hz.Âdemin işlemiş olduğu suçtan dolayı,bunu affettirmek amacıyla İsa’nın bedenine hulul edip girmiştir,diyerek Allah’a bir de cesed isnad etmişlerdir.
İsa ibnullah yani Allah’ın oğludur,demişlerdir.
Ehli Sünnet Allahı tüm beşeri sıfatlardan tenzih ederek,tevhide safiyeti esas almış,tüm yaratılmışlardan tecrid ve tenzih etmiştir.
Hatta öyle ki,sebepleri bile devre dışı bırakarak, Mehmet Feyzi Efendi-nin ifadesiyle;”Allah Taala ef’alini bil-esbab değil,indel esbab halk buyurur.”
Yani sebeplerle,sebepler vesilesi ile değil,onların yanında,oluşumu esnasında onlarında yanında bulunmasıyla yaratır.
Yani sebeplere cüz-i bir ücret verilmiştir.
“Hem siz, ne yerde ne de gökte Allah’ı âciz bırakacak kimseler değilsiniz. Ve sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
-Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler yok mu; işte onlar, benim rahmetimden ümîdi kesmişlerdir; işte onlar için (pek) elemli bir azab vardır.”

31-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




TARİH BOYU ARANAN İLÂH

TARİH BOYU ARANAN İLÂH

Allah insanlık tarihi boyunca hep aranır olmuştur.
O’nu kaybetmekten korkulmuş,korkmakta da haklı olduğu anlaşılmıştır.Zira kaybedenlerin akibetlerinin korkunç olarak sonlandığını görmüşlerdir.
Allah-da bu hikmet ve ihtiyaca binaen sürekli kendisiyle irtibatın sağlanması için din bağlantısı,peygamber elçisi ile o irtibat sağlanmıştır.
Zaman içerisinde O’nu gerçek mânada bulamayanlar bu ihtiyacını gidermek için farklı yollara baş vurmuşlardır.
Tevfik Fikret’in “Beşerin böyle dalâletleri var/Putunu kendi yapar, kendi tapar”der.
İlk put perestlikte öyle olmuştur.
Bu da iki sebebten ağırlıklı olarak gerçekleşmiştir;
Korkudan veya aşırı sevgi ve menfaattan dolayı….

*Kimisi de inanmayışını idrak edemeyip anlayamayışına bağlamıştır.
Nihal Atsız;Allaha inanmadığını şöyle dile getirir;İnanamıyorum.
Bir sebebi ise,Kafatascıdır.

*Kimileride aradaki bağlantıların yetersizliğinden hedefe yanlış yoldan gitmeye başlamışlardır.Nitekim;
*Baba İlyas-ın müridi Baba İshak müridleri tarafından son peygamber olarak kabul edilmeye kadar varmıştır.
Baba ishak ise;Şamlı kabul edilip,Adıyaman yöresinde yaşamış ve propağandalarını yürütmüştür.
*Bedreddin,kominizmdeki ortaklığı savunmuştur.
-Akıl ve iradeyi yanılmaz kabul eder.
-İnsanın tanrıyla birliği,vahdeti vücudu kabul eder.
-İnsan tanrıdan parçadır,der.
-İbadette kural kabul etmez.

*O’nu bulma ve buldurma uğruna bazı yanlışlara da tevessül edilmiştir.
* …Ancak O’nun hedefi, öncelikle bütün insanları rahmet ve şefkatle kucaklayıp, ümmeti arasında da, kelime-i tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçınarak kendisini kabul etmese bile “La ilâhe illallah” diyen herkesi buraya getirmekti. Çünkü O, “Kim, Lâ ilâhe illallah derse, cennete girer.” buyuracaktı. Daha baştan O (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bunun için yaratılmış ve onun için de, ilk yaratıldığı hâlde gelişi sona denk getirilmiş; peygamberlik güftesine kafiye koyacak Son Sultan olduğu için de, bedeniyle ruhunun buluşması risâlet açısından en sona bırakılmıştı.”

Bazen de inanmamak için veya şeytani bir vesveseden dolayı olmayacak bir hedef gösterilmiştir.
Bu inanmak için ve tatmin olma amacıyla sorulmuşsa,faydalı neticeler alınabilir. İnanmamaya bir mesned oluşturmak amacıyla sorulmuşsa,cevabı imkânsız değildir.
-Birisi soruyor,Allah kendinden daha büyük bir taş yaratabilir mi?
Buna evvela şöyle cevap vermeli.Böyle bir taş niçin yaratılsın ? Buradaki büyükten kasıt nedir?
Mesela,iki sonsuz düşünülemez.Eğer bir sonsuz,bir diğer sonsuz tarafından sonlandırılıyorsa,o takdirde öncekine sonsuz denilemez.
Madem Allah zatında ve sıfatlarında sonsuzdur,elbette kendisini sonlandıracak ikinci bir varlık düşünülemez,düşünüldüğü takdirde O’nu sonlandırmak demek olur ki,bu durumda O’nun sonsuzluğundan bahsedilemez.
Hem sonsuz olan O zatı,sonlandırmaktaki amaç,O’ndan daha büyük birini devreye koymanın sebebi nedir?
Bir rakib mi aranmaktadır?

*Kendimize kimi daha yakın hissediyoruz;Allah-ı mı,Rasulullahı mı,her ikisini mi?
Yoksa bunların ötesinde tabiatta korktuğumuz veya sevip fayda gördüğümüz bir şeyi mi?
Allah rasulüne olan sevgi,Allah-a olan sevgiyi azaltmamakta,tam tersine arttırmaktadır.
Her şeyin ifratı zararlı iken,Rasulullaha olan aşırı sevgi,Allah-a olan sevgiyi de arttırmaktadır.

*Allah Teala ef’alini bil-esbab değil,indel esbab halk buyurur.” Mehmet Feyzi Efendi.
Sebeblere kendi yerine geçecek büyük bir rol biçmez,belki sebeblerin oluşumunun yanında olarak var eder.
İnanmayan kişi ise esbabı görüp,onun arkasındaki kudreti görmemekte ve de görememektedir.

*Sofestailer her şeyi Hâlıkı bulamadıklarından dolayı inkâr etmekle kalmaz, kendi varlıklarından daha kesin olan Allah-ın varlığını inkâr etmeye mecal bulamadıklarından dolayı,O’nun karşısında kendilerini inkâr ederler.
Bir Osmanlı paşasının oğlu sürekli hiçbir şeyin var olmadığını ve de kendisinin de olmadığını söyleyince,sofrada yemek yerken bu duruma dayanamayan baba,tabağı alarak oğlunun kafasına vurur.
Büyük bir bağırtıyla acısından feryad eden oğluna;
Madem yoksun,tabakta yok,olmayan şeyden neden elem ve acı duymaktasın?

*Eğer siz ve eşya yok iseniz,ben size ve değer verdiğiniz eşyalarınıza,söylemiş olduğunuz;”Hiçbir şey yoktur,ben de yokum’gibi olumsuz sözünüze neden itibar edeyim.
Bu durumda,siz,sözünüz ve eşyalarınız muteber değilsiniz!demektir.

*Muhyiddin-i Arabî Hazretleri eşya arasındaki farklılıkları, a’yan-ı sabitelerin farklı oluşlarıyla izah eder.

*Batıl dinlerin çoğunda sapkın bir inanış olarak bedene zarar vermek makbuldür.Bazen bu kızların kurban edilmesi,bazen kurbanların putlara adanması şeklinde olur.

*Bilimin sahibinden ve proğramlayıp yaratanından uzaklaşması ve sonuçları neticesiz kalmaktadır.
Her şey yaratanla değerlendirilirse bir kıymet,değer alır ve ilim adı verilebilir.

*Öyle bir yâr ile yâr ol yâr ola her dü serâ
Hurşid-âsâ her zamanda eyleye irşâd seni**

*Geminin Tek Kaptani Olur,
Gerisi Murettebatir…
Yüreğin Tek Sahibi Olur,
Diğerleri Teferruattir…!
MEHMET ÖZÇELİK
12-12-2012




NUR İSMİ

NUR İSMİ
Allahın bin bir isminden biri de Nur ismidir.
Nur madde ve maddi olanın zıddıdır.
Nur,nuraniyet,şeffafiyet ve parlaklığı ifade eder.
Nur her yere ve her şeye nüfuz eder.
Allahın ismi nur,Kur’an-ın bir adı nur, Kuran nur diye isimlendirildiği gibi,Tevrat,İncil-de nur diye isimlendirilmiştir.
Kur’an-ın bir suresi nur suresi,bir âyeti de nur âyetidir.
Nur ismini Tevhid delilleri içerisinde zikreden Bediüzzaman,Nur ismi benim bir çok müşkilimi halletmiştir,demiştir.
Hele hele böyle madde-perest bir asır ve zamanda nura ve nur ismine sarılmayan ve dayanmayan bir insan maddede boğulur.
Bu asır nur asrıdır.Maddi ve manevi nuru elinde bulunduran kazanır.
İletişim dünyası nur ismine dayanır.
Sanal dünyada yer darlığı ve sıkışıklığı olmaz.Sanal dünya kopyala yapıştır,dünyasıdır.
Aynı asıldan bir çok fasıl üretilebilir,türetilebilir.
*Nur isminin inkişafı maddeyi aradan kaldırır.Ulaşılamaz ve kavuşulamaz olanları birbiriyle buluşturur.
Bu durum maneviyat kesbeden evliyanın hallerinde olduğu gibi,maddi olarak nur ismine dayanmakla da mümkündür.
* Kuran-ı Kerim-de ortalama nur ile ilgili 36 âyet geçmektedir.
Bunlar;
*Allahu nurus-semâvati vel ard-,-Allah yerlerin ve göklerin nuru, münevviri, nurlandıranıdır.
*Allah,müminleri karanlıktan nura çıkarır.
*Kâfirler,Allahın nurunu söndürmek ister.-li yutfiu nurallahi bi efvâhihim.
*Nurla zulmet bir olmaz.
*Kıyamet günü müminlerin nuru önlerini aydınlatır.
*Allah nurunu tamamlar.-ve yütimmu nurehu velev kerihel kâfirun-

*Hadiste;”Evvelu mâ halakallâhu nuri”,-Allahın yarattığı şeyin ilki,benim nurumdur.”
Allah kâinatı Peygamber Efendimizin nurundan yarattı.
Her şeyin aslı nurdur.
-Nur isminin küçük bir tecellisi olan güneş,eğer nurunu çekse dünya yok olacaktır.

*Allahın değer verdiği nurlar;imanın nuru,marifetin nuru,muhabbetin nuru, ibadetin nuru,hidayetin nuru,basiretin nuru,şehadetin nuru,nübüvvetin nuru,kitabın nuru, dinin nuru,inancın nuru,ameli salihin nuru,insaniyetin nuru,cennetin nuru,ihlasın nuru,uhuvvetin nuru,gözün nuru gibi hakikatlardır.

-O nuru gönder ilahi asırlar oldu yeter
Bunaldı milletin âfakı,bir sabah ister.

*Teknoloji ve asrımız nur isminin inkişafıdır.
Bu inkişaf hem ateizmi ve hem de materyalizmi bitirecektir.
Teknoloji, peygamber mucizelerinin nurundan süzülen,nurun maddeye galibiyeti ve hakimiyetidir.
Nurun bir yansıması olan televizyonda bir kişi,seyredenler sayısınca nuraniyet kesbetmektedir.
Konuşanın görüntüsü gibi,bir olan sesi kulaklar sayısınca çoğalmaktadır.
Tüm iletişim araçları bu manada nur isminin bir tezahürüdür.Maddi şekle girmiş bir halidir.
Süleyman peygamberin Belkıs-ın -aynen,mislen ve cismen- tahtını getirdiği gibi,yapılacak olan ışınlama ile de,nurun letafeti ve inceliği nisbetinde bir çok şey aynen peygamber mucizesi gibi görülecektir.
Evliyanın kerameti bu nevidendir.
Maddenin kendi içerisinde nasıl ki incelik ve kalınlığı varsa,nurda kendi içerisinde farklılık arz etmektedir.Sesin inceliği,görüntünün,kokunun,fikrin, hayalin, bakışın,ruhun,Cebrailin,Azrailin,genel olarak nurdan yaratılan meleklerin,vs farklı farklıdır.
O Nuraniyet sırrıyla Cebrail bir anda Rabbimizin huzurunda olduğu gibi, Peygamberimizin huzurunda da olmaktadır.
O nuraniyet sırrıyla Azrailin bir kişinin ruhuyla milyarlarca kişinin ruhunu alması arasında bir fark yoktur.

*Cennet nur üstüne nurdur.Orada nur yenilecek,nur koklanacak,nur konuşulacak,nur içilecek,nur okunacak,her şeyi nur olacak

*Kâinatın başlangıcı nur ile başlamış,nur ile sonlanacaktır.
Kıyametin kopması o nurun çıkması ile ve insanlardan mü’min olanların ruhunun kabzedilmesi ve o nurdan nasibi olmayan kâfirlerin başına kıyametin kopmasıyla gerçekleşecektir.

*Mü’mini Allah ile bir arada tutan ve rabteden işte o iman nurudur.O’nunla varlığını devam ettirecek olan da o nurun varlığı ve devamıdır.

1-Ey nurların nuru,
2-Ey nurları nurlandıran,
3-Ey nurlara suret ve şekil veren,
4-Ey nurları yaratan,
5-Ey nurları takdir eden,
6-Ey nurları idare eden,
7-Ey bütün nurlardan evvel olan Nur,
8-Ey bütün nurlardan sonra da var olan nur,
9-Ey bütün nurların üstünde olan nur,
10-Ey hiçbir nurun kendisine benzemediği nur,
Kurtar bizi ateşten (zulmetten-nursuzluktan) ey Rabb’im!
08-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




O’NDAN UZAKLAŞMAMAK

O’NDAN UZAKLAŞMAMAK
Evet, O’ndan uzaklaşmamak,diğer bir ifadeyle;O’na yaklaşmak.
Tüm emirler hep O’na yaklaşma amaçlı,tüm nehiy ve yasaklarda O’ndan uzaklaşmama amaçlıdır.
İslâm’ın imandan sonra en üstün mertebesi olan Takva,O’na yaklaşmayı değil,O’ndan uzaklaşmamayı esas alır.
İnsan yani dedemiz Âdem,cennette O’na çok yakın idi.Hemen tüm kâinatın idare mekanizması olan arşın altında bulunuyordu.
Oraya cenneti A’la ve ulyâ, yüksek ve yüce cennet deniyordu.
Oradan meleklerin kalemlerinin cızırtısı bile duyuluyordu.
Varlıklar için alınan kararların bir altında,ikinci sırada bulunuyordu.
Cennetteki yasak ağaç,O’ndan uzaklaşmaya sebeb oluşturacak bir günah idi.
Her günah kişiyi O’ndan uzaklaştıracak bir yapı içerisindedir.
Allah kulunun kendisinden uzaklaşmasını istemiyordu.
Bir anlık uzaklaşma isteme hatası,O’nu ve zürriyetini uzun süre O’ndan uzak tuttu.Adeta çöllere sürüldü.
Dünya zaten kelime anlamı itibariyle de aşağı,düşük manasınadır.
İnsan yüksekten aşağıya düştü.
Allah ise onun aşağıların aşağısı olan esfel-i safiline düşmekten korumak için kendisine yakınlık sebebleri öne sürdü.
Kurban kelime anlamıyla da yakınlığı ifade edip,Allah için ciğer –pâresini bile feda etmeyi ifade ederken,zekât mali,hac mali ve bedeni,namaz bedeni ibadetlerle O’na yaklaşmayı sağladı.
Allah rahmetiyle Âdem ve zürriyetini tamamıyla düşmekten korudu. Ara noktada tekrar bir imtihana tabi tuttu.
Artık insan kendisini isbat etmekle,O’na yakınlaşma isteğini ortaya koymakla karşı karşıya kaldı.
Bu bize verilmiş ikinci ve son haktır.
Alemdeki her şey O’na yaklaştırıcı birer vasıtadır.
O’ndan uzaklaştıran ise hariçteki şeytan ile,dahildeki nefistir.
Her şey mi yoksa iki şey mi?
Tercih sana aid.
Bu da ya O’na yaklaşmayı veya O’ndan uzaklaşmayı netice verecek bir hal ve bir iştir.
O’ndan uzaklaşanı şeytan ve nefis kapar.
Mü’min-de bu uzaklaşma durumu gaflet adımlarıyla,inanmayan kâfirde ise dalalet koşmalarıyla gerçekleşir.
Hayattaki tüm meseleler,O’na yaklaşmak ve O’ndan uzaklaşmamak üzerine cereyan etmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
28-10-2012




O NERDE ?

O NERDE ?
O sende bende
Gökte yerde
İçte ser’de
Hem her yerde

Maddede değil,manada
Zulmette değil,nurda
Halkta değil,Hakta
Serada değil,Süreyyada

Göze inmişse perde
O nerde?
Kapanmışsa kalb de
Bulunmaz elbet kalbde

O’nu ara Ben-de
Düşün! O ser’de
Şeytan şerde
Çeker perde

Görünmez! O zâhir.
Görünür! gayet bâhir
Her yeri kuşatmış Kâhir
Nefis ve şeytan sâhir

O ikisiz Bir-dir
Hem de Tek-tir
Bir,tek ve Yek-tir.
O’na getir Tekbir

Damlasın! Derya nerde?
Maddesin! Mana nerde?
Işıksın! Güneş nerde
Arama bir yerde
O her yerde…
MEHMET ÖZÇELİK
13-07-2014




KAYYUM İSMİ

KAYYUM İSMİ
Allah bi-zâtihi kâim ve kayyumdur.
O’nun varlığı,bir başka varlığın varlığına bağlı olmayıp,tüm varlıklar O’nun varlığı ile var olmakta,ayakta durmaktadır.
Kayyum ismi Kur’an-ı Kerim-de 3 yerde geçer;
Bakara.255,Âl-i İmran.2,Taha.111.
Kur’an-da Hayy yani hayat ismiyle beraber zikredilir.
Âyet-el Kürsiyi öne çıkartan en önemli faktör,Kayyum ismiyle beraber tevhidin on tabakasını zikretmiş olmasıdır.
Âyet-el Kürsideki Kayyum ismini,devam eden ayet açıklamaktadır.
Yani Kayyum olan Allah-O’nu ne uyuklama ve ne de ondan daha ağır olan uyku tutmaz,yerde ve gökte olan her şey O’nundur ve O’nun kontrolündedir.
Kayyum ismi,Arapçada mübalağalı ismi fail olarak isimlendirilir.
Yani fazlasıyla,sonsuza dek var olup varlığı devam etmekte ve varlıkları devam ettirmektedir.
Büyük ve küçük her şeyin kıyamı O’nun iledir.
Yer yüzünde hareket eden hiçbir varlık yoktur ki,O’nun Kayyumiyetinin haricinde bulunmuş olsun!
Allah zatıyla ezeli ve ebedi olduğu gibi,sıfatlarıyla da ezeli ve ebedidir.
Mahlukatın sıfatlarıyla kıyasa girmez.
Sınırsız ve sonsuz olan,sınırlı ve sonlularla nasıl kıyasa girer,ölçülebilir?
Kayyum ismi Allahın zati sıfatlarındandır.
Hz.Ali-nin zikrettiği altı isimden biridir.
Hadis-i şerifte, (Her namazdan sonra, üç kere, Estağfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel-hayyel-kayyume ve etubü ileyh okuyanın, bütün günahları afv olur)”

Yatağa girince 3 defa “Estağfirullah el azim ellezi lâ ilahe illâ hüvel hayyel kayyum ve etubü ileyh” okuyan kimsenin günahları, deniz köpüğü kadar pek çok olsa da, affolur. [Tirmizi] buyurulur.
-Enes bin Malik,Efendimizin Hayy ve Kayyum isimleriyle dua ettiğini nakleder.
-“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.”
-“Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.”
Bütün isimleri bulunup,Kayyum ismi olmasa,varlıklar varlıklarını devam ettiremezler.
Her bir ismin tasarrufu Kayyum ismine bakar.
Her şey Kayyumiyete sunulmaktadır.
-Hayy ve Kayyum isimleri,ismi âzamdır.
-Buhari-de,bu isimlerle isteneni Rabbimizin verdiği belirtilir.
-İnsanın küçük dünyasında ruh ne ise,büyük alemde de Kayyum ismi odur.
Vücutta bulunan trilyonlarca hücre,atom ve farklı duygular tek bir ruh tarafından kontrol edilir,ayakta tutulur,varlığını devam ettirir.
Kayyum ismi de bir ruh gibi alemi ayakta tutar.
-Her bir şeyin oluşumunda üç şey devreye girer;
Var oluş – Devam – Kıyam.
Yani her bir şeyin yaratılışında Allahın üç ismi devreye girer;
İrade-Kudret ve Halk yani Yaratma.
Kayyum ismi ise bu isimlerin ortaya koyduğu oluşumun ayakta kalışını ve devamını sağlar.
Allah Yahudilerin dediği gibi;Allahın alemi altı günde yaratıp yedinci günde dinlenmesi veya varlıkları kendi haline bırakması söz konusu değildir.
-Kıdemi zatın taaddüdüne sebeb olduğunu öne sürerek Allahın sıfatlarını inkâr edenler,kendi sahib oldukları sıfatlardan dolayı kendilerinin birkaç kişi olarak bulunduğunu söyleyebilirler mi?
Bir şeyin sıfatının çok olması,zatının da çok olmasını gerektirmez.
Tıpkı gök yüzünde bir olan güneşin,eşyadaki yansımalarıyla bir çok özelliğe sahip olması,onun birkaç tane olmasını gerektirmediği gibi.
Allah eşyaya tecellisi nisbetinde isimleriyle bilinir.
MEHMET ÖZÇELİK
08-05-2014




FETTAHİYYET

FETTAHİYYET
Eğer Allahın Fettah ismi olmasaydı,her şey kapalı bir halde kalacak,açılma gerçekleşmeyecekti.
Bir tohum başak vermeyecek,bir yumurtadan canlı çıkmayacak,bir çekirdek ağaç olmayacak,bir sperm insan olarak ortaya çıkmayacaktı.
Gelişme kabiliyeti olan her şey,bu Fettahiyyet hakikatı doğrultusunda sonsuza dek uzanıp gitmektedir.
Açılamama veya dar ve sınırlı kalma eşyanın kabiliyetindendir.
Hareket halindeki her şey bu ismin tezahürü olarak açılır.
Fettah ismi maddi manevi,dünyevi uhrevi her şey için geçerlidir.
İnsanın sonsuza namzed olması,Fettah ismiyle önünün açılmasıyla gerçekleşir.
Efendimiz duasında;”Ya müfettihal ebvab,iftah kulubena ya hayrel bab”
“Ey kapıları açan Allahım!Kalbimize de hayırlı kapıları aç.”
Özellikle kalbin açılması,otomatikman diğer organlarında açılmasını sağlamaktadır.
Kalb duyguların ana şartelidir.
Hem Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellîleriyle başta insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan pek çok mânidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar simalarına bak, fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin mu’cizâtlı cemâlini gör.
İşte, bu mezkûr misallere kıyasen, Esmâ-i Hüsnânın herbirisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemâli var ki, birtek cilvesi koca bir âlemi ve hadsiz bir nevi güzelleştiriyor.
Birtek çiçekte bir ismin cilve-i cemâlini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir. Ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cenneti İmân gözüyle görebilirsen bak, gör, cemâl-i sermedînin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı İmân güzelliğiyle ve ubudiyet cemâliyle mukabele etsen çok güzel bir mahlûk olursun. Eğer dalâletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahlûk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın mânen menfurları olursun. “
*Şu kâinat yüzünde, hususan zeminin sayfasında, gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Ve gayet hikmetli bir hâllâkıyet müşahede ediyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettâhiyet, yani herşeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek, aynelyakîn görüyoruz. Hem gayet şefkatli, keremli, rahmetli bir vehhâbiyet ve ihsânât görüyoruz. Öyleyse, bizzarure, şu hâl ve şu keyfiyet, Fa’âl, Hallâk, Fettah, Vehhab bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücudunu ve vahdetini ispat eder, belki ihsas eder.
Birinci Hakikat: “Fettâhiyet” hakikatıdır.
Yani Fettâh isminin tecellîsiyle, basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılmasıdır.
Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı, çiçekler misilli, Fettâh ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir şahsiyet-i mümtâze kudret-i fâtıra açmış, vermiş. Aynen öyle de, fakat daha mu’cizâtlı olarak, zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi, her birisine gayet san’atlı ve hikmetli bir suret-i mevzune ve müzeyyene ve mümtâze vermiş.
1- Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor. İşte Rabbiniz olan Allah Odur; bütün mülk Ona âittir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yüzünüz nasıl haktan çevrilir?
2- Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. Annelerinizin rahimlerinde size dilediği gibi bir suret veren Odur. Ondan başka ilâh yoktur. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır.”
âyetlerin ifadesiyle, tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en hayretli mucizesi, suretleri açmasıdır. Bu hikmete binaen, feth-i suver hakikati tekrarla birkaç suretlerde Risaletü’n-Nur’da ve bilhassa bu risalenin İkinci Makamının Birinci Babında, Altıncı ve Yedinci Mertebelerinde ispat ve beyan edilmesinden, onlara havale edip, burada bu kadar deriz ki:
Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şehadetiyle ve tetkikat-ı amîkasıyla, bu feth-i suverde öyle bir ihata ve şümul ve san’at var ki, birtek Vâhid-i Ehadden ve herşeyde herşeyi görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlaktan başka hiçbir şey bu cemiyetli ve ihatalı fiile sahip olamaz. Çünkü, bu feth-i suver fiili ise, her yerde ve her anda bulunan, nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir kudret ise, ancak bütün kâinatı idare eden birtek Zâtta bulunabilir.
Evet, meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi üç karanlık içinde bütün validelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettâhiyet; ve umum rû-yi zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı san’atla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikatı, vahdâniyetin en kuvvetli bir bürhanıdır.
Çünkü, ihata etmek bir vahdettir; şirke yer bırakmaz. Ve Birinci Babda vücub-u vücuda şehadet eden on dokuz hakikat, nasıl ki vücutlarıyla Hâlıkın vücuduna delâlet ederler; öyle de ihatalarıyla da vahdete şehadet ederler. “
“- Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, fenn-i nebatat ve hayvanatın şehadetiyle, dört yüz bin nevi zîhayatın suretlerinin mükemmel ve kusursuz şekilde açılmasında görünen fettahiyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bilmüşahede ve açıkça görünen vüs’atli ve intizamlı Rahmâniyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bütün zîhayatlara şâmil, hatasız ve noksansız, muntazam idare-i muhîta hakikatinin azametinin müşahedesi, kezâ rızık isteyen herkesin birden her hâcet vaktinde sehivsiz ve nisyansız, şümullü bir şekilde rızıklandırılmasında görünen rahîmiyet ve iaşe-i şâmile hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, Onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delâlet eder. Onun şânı herşeyden yücedir. Bütün onları rızıklandıran, o Rahmân-ı Rahîm, o Hannân-ı Mennândır. Onun in’âmı herşeyi muhît, ihsanı herşeye şâmildir. Ve Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur.”
*”Elhâsıl, nasıl ki ihatalı olan fettâhiyet hakikatiyle bütün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle ispat eder. Öyle de, herşeyi ihâta eden Rahmâniyet hakikatı dahi, vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zîhayatları ve bilhassa yeni gelenleri kemâl-i intizamla beslemesi ve levazımatını yetiştirmesi ve hiçbirini unutmaması ve aynı rahmet her yerde, her anda ve her ferde yetişmesiyle, bedahetle hem vahdeti, hem vahdet içinde ehadiyeti gösterir. Risale-i Nur ism-i Hakîm ve ism-i Rahîm’in mazharı olduğundan, Risale-i Nur’un birçok yerlerinde, hakikat-i rahmetin nükteleri ve cilveleri izah ve ispat edildiğinden, burada, bu katre ile o bahre işaret edip o pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.”
MEHMET ÖZÇELİK
06-02-2014




AŞK-I HAKİKİ VE AŞK-I MECAZİ

AŞK-I HAKİKİ VE AŞK-I MECAZİ
*Aşk; kişinin herhangi bir şey hakkında kalbinde ona karşı oluşan bir bağ,bir bağlantı,bir mıknatıs,bir cazibe ve cazibe merkezi oluşturmasıdır.
İnsanın kapsam alanında olan her şey bir derece aşkın çerçevesindedir.
*Hakiki aşk Bir’e aid ve Bir ile bağlantılı olan şeylere karşı kişinin teveccühü,bağlanması ve bağlanılmasıdır.
Her şey gibi en çok kirletilen şeylerden birisi de aşk olmuştur.Onu gerçek yerinden farklı basit,bayağı,ayağa düşürülerek,geçici şeylere hasredilmiştir.
Bulunduğu ulvi makamdan indirilerek,cennet olan yüksek ve yüce makamdan indirilen insan yani Adem gibi,o da gerçek makamından indirilmiş aşağıda ve aşağı şeylerde değerlendirilmiştir.
*Kâinatın yaratılışının ana maddesi ve mayasıdır aşk.
*Habbe-hub-muhabbet-habib-mahbub hepsi aynı köktendir.
Tohum ve meyvenin neslinin devamında işte bu muhabbet vardır.
Toprakla sarmaş dolaş olan tohum,ana kucağındaki anne bağrına ve ana cidarına yapışan çocuk gibi bir bütünlük arz etmiştir.
Adeta ben mi senim yoksa sen mi ben-sin,der gibi,iki cesed bir ruh olmuştur.
*Allah ismi mabud anlamına olmakla beraber,sevgi anlamına da gelmektedir.
Böylece aşk ve sevginin kaynağı Allahtır.
Allah önce Habibi olan mahbubu Habibullahı sevdi ve sonra o sevgiden kâinatı oluşturdu,alem ve alemler oldu.
Nasıl bir sevgi ve aşk ki,o oluş ve olma hâla olmaya ve oldurmaya devam etmektedir!
İlk inen âyet olan alâka suresinde insanın bir alâka yani kan pıhtısından biyolojik olarak yaratılmasıyla beraber,bir alaka ve ilgi anlamına da gelmektedir.
Aynı zamanda talik etmek,asmak anlamına olup,spermin annenin rahim cidarında bir alaka ve ilgi ile asılmış olmasından çocuk dünyaya gelmektedir.
Böylece çocuk da bir muhabbet ve aşkın eseridir.
Kur’an-da:” Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.”
“Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.”
Aşk kalb gözünün açılmasıdır.Akıl gözü açık olup kalb gözü kapalı olan aşkın mu’tezilesidir.
*Mevlana Mu’tezile hakkında:”Mezheb-i i’tizal his gözünün mezhebidir.Akıl gözü visalde olan (gerçek) sünnidir.Mutezileler hislerinin maskarası olmuşlardır.Dışı Sünni görünse de (gerçekte) sapıklıktadır.Kim ki,histe kalmıştır,(gerçekte)o,mutezilidir. Her ne kadar sünniyim dese de,cahildir.(farkında değildir.”
Mecazi aşk,hissi aşktır.
*Hafız-ı Şirazi,sevgilinin yüzündeki ben için Buhara ve Semerkandı veririm,der.
Timur onu huzuruna çağırıp,daha vergisini bile vermeyen Şirazi-ye;Sen bu memleketleri kolay mı elde ediliyor, zannediyorsun?deyince;
40 yamalı bir elbise giyen Şirazi korkuyla karışık cevaben;
Efendim,zaten hep vere vere bu hale geldik ya!
*Aşk hakikatte sevdiğinin dışındakileri terk etmekle beraber,sevdiğini ve sevdiği için her şeyi terk etmesi daha da ötesinde ona feda etmesidir.
*”Buda (Budistlerin buda putu) sizin kalbinizdeyse,bu gibi şeyleri yapmanız (mesela et yemeniz,köpek eti yemeniz,günah işlemeniz) tesir etmez,zarar vermez.”
Buradan çıkarılması gereken ölçü şu olmalıdır;
Gerçek sevgilinin gerçek muhabbetini bir kişilik koltuk olan kalbe oturttuktan sonra,diğer şeylere sahip olmanın kişiye zarar vermeyeceğidir.
Gerçek manada bir kalpte iki mahbub olmaz,iki sevgili bulunmaz.Birisi bulunursa,diğeri çıkar gider.
*Atomlar arasındaki hareketler bir aşkın ürünü,ilahi emrin onlara verdiği aşk ve şevkin ölümüne,ölümcül bir sonucudur.
Bu durumda atomlar için yapamama ve hele hele yapmama gibi bir durum söz konusu değildir.
*Aşk;Allah korkusundan parçalanıp,dağdan yuvarlanarak toprağa dönüşen taşın aşkıdır.
“Taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor…”
Aşk;Kıtmirin Dakyanusun zulmüne,kurtların sürüye saldırısına aldırmadan, Allah aşıklarının peşine düştüğü aşktır.
Aşk;sönmemek,sürekli yanmak için,yanıcı ve yakıcı kumun alevlerinde yanarak, rasule kadar gelerek,ateşini daha da ateşlendirmek için görmeden dönülen aşktır.
*Aşk;hiç durmadan çekirdeğin etrafında dönmektir.Öyle ki durmak,yok olmak demek,patlamak demektir.
Olmak ve yanmak için dönmektir aşk.
Aşk;güneşin etrafındaki gezegenlerin aşkıdır.
Aşk;maşuku tarafından yanmak,maşukunu ateşlendirmektir aşk.
Aşk;hem yanmak ve hem de yakmaktır.Yanmayan ve yakmayan aşık değildir,onunki de aşk değildir.
* “Koca hünkâr ağlamış” ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına, şu dörtlüğü kazdırarak, dünyaya aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen Padişah Yavuz şöyle haykırmış:
*Türkmen kızının Yavuz-un otağına yazdığı:
Türkmen kızı :derdi olan neylesin.
Yavuz:Hemen derdin söylesin.
Türkmen kızı ::Ya korkarsa neylesin.
Yavuz :Hiç korkmasın söylesin.
Yavuzun huzuruna bu cesaretle çıkar ancak bir bakışta kalbi durur,vefat eder.
Ve Yavuz bunun üzerine O Türkmen kız için yazar;
“Merdüm-i dideme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kıldı hûn eşkimi füzûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek”
*Aslında aşkta korku değil sevgi vardır.Korkunun ağır bastığı sevgide ölmek vardır.
*Aşk; lafza değil manaya,cesede değil ruha,aza değil çoğa,aynaya değil aynada görülenin kendisine ve aslına,mecaza değil hakikisine bağlanması ve sevmesidir.
Şiirde ve manada ısrar etmek,bülbülü eti için kesmeye benzer.Ötmesi gider eti kalır.
Mevlana:” Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
Bülbüle sırf eti için aşık olan bir kere doyar,açlığı bir öğünlük gidermiş olur. Ancak ondan sürekli ayrılmış,ayrılık ateşine düşmüş olur.Buda zaten aşk değildir. Hayvani bir istektir.Hayvani doyumluktur.
*Divan şiirinde hiçbir kelime asıl manasında,lugat karşılığında kullanılmaz, arkasında başka mazmun bir manası vardır.
Mesela Mevlana;”Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç. “
Sarhoşluk manevi sarhoşluğu,kendinden geçmeyi ifade ederken,Leyla Mevlayı ifade etmektedir.
*İnsan soğana benzermiş.ateş görür tatlanır.
Aşk da bir ateş olup,kişiyi olgunlaştırır.Bu aşkında aşk olması gerek.
Gerçek aşk,Allah ve rasulüne olan aşktır.
Mevlana;Hamdım-Yandım-Piştim,der.
Mevlanayı pişiren,Vedud ismine mazhar olduğu aşktır.
Ve;”Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler.”
“İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana. “der.
*Samimi aşıklar vuslattan korkarlar çünkü kavuşmanın sonu yokluktur.
Kavuşmadıkça veya kavuşamadıkça maşuklarının ateşi ve aşkıyla sürekli yanar,yanmanın lezzetini tadarlar.
*Aşkta kavuşmak caiz değildir.Kavuşunca yanması söner.artık yanmaz,yakmaz, aydınlanmaz,aydınlatmaz.
*Aşk yanmaktır.aşk yakmaktır.
*Daha aşkı anlamadım,anlayamadım.Dost ve dostluk aşktan önce geliyor.Yıllar sonra ilk defa bir-iki kişinin dostluğuyla tanıştım.Dostun ve dostluğun tadına vardım. Arkadaşım çok,tanıdığım çok,meğer dostumun farkına bir-iki kişilik dost ve dostlukla vardım.daha var mı pek kavrayamadım.
Dostlukların üst basamağı aşk olsa gerek.Daha aşka çıkamadım,aşka varamadım.
*Nabi sevgiliye mektub yazacağını fakat üç sebepten dolayı yazamadığını söyler:
1-Kalem eğri çünkü kamıştan,Ona güvenemiyorum.
2-Mürekkep kara yüzlü.
3-Kağıt ise iki yüzlü…
*Kadında o teslimiyet ve fedakârlık ve aşkın kırpıntısı,kırıntısı olmamış olsaydı,insan oğlu ve bu gün insanlık diye bir şey olmazdı.
İşte aşıkla maşuk arasında ilk meyve yavrudur.
Aşk nice ürünlere ve yavrulara gebedir!
*Bir sarhoş Mevlânâ’nın dergâhına girip patavatsızlık etmesi üzerine, müridler sarhoşu tartaklar. Mevlânâ ise müridlere çıkışır: “Şarabı o içmiş ama siz sarhoş olmuşsunuz.”
Aşkı bilmeden aşık olanlar ve aşktan dem vuranlar!
* Mevlana-dan; İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.”
Aşk,gözün görmesi ve çakmağı çakmasıyla yanmaya başlar.
*” Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.” İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.
*” Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de. “
*” İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.”
“Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?”
Aşk bir tohumdur,şüphe ve samimiyetsizlik onu öldürür.
*” Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur, kavunun, karpuzun lezzetini arttırır. “
*”Avlanmak istedik mi uçup gittiğimiz yer Kafdağı’dır. Akbaba gibi leş avlamayız biz.”
Aşık avladığı maşuk kıymetindedir.
*” Kadınlar, aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince, onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları.”
*” Aşk, davaya benzer. Cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.”
*” Eğer parça buçukta bütünle beraberdir, ondan ayrılmaz diyorsan, diken ye, diken de gülle beraberdir.”
26-11-2011
MEHMET ÖZÇELİK