Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.
Bu ifade, toplumların ilerlemesinin önündeki üç temel engeli ve bu engellerle mücadele yollarını özetleyen önemli bir ilkedir. Sözü Said Nursî’ye ait olan bu cümle, toplumsal dönüşüm ve kalkınma için bir rehber niteliğindedir. Bu çerçevede, cehalet, zaruret ve ihtilaf gibi sorunlarla nasıl mücadele edilebileceği üzerinde durulmaktadır:
1. Cehalet (Bilgisizlik)
Problem: Cehalet, bireylerin ve toplumların doğru bilgiye ulaşmasını engelleyerek, yanlış kararlar almalarına ve geri kalmalarına neden olur. Cehalet, bireysel ve toplumsal ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biridir.
Çözüm: Cehaletle mücadele için marifet (bilgi ve eğitim) silahını kullanmak gereklidir. Eğitimin yaygınlaştırılması, insanların bilgiyle donatılması ve bilinçlendirilmesi bu sorunu çözmek için atılacak en önemli adımlardır.
2. Zaruret (Fakirlik ve İhtiyaç)
Problem: Zaruret, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamaması, ekonomik sıkıntılar ve yoksulluk anlamına gelir. Fakirlik, bireyleri ve toplumları zayıflatır, maddi ve manevi sorunlara yol açar.
Çözüm: Zaruretle mücadelede sanat (üretim ve çalışma) silahı kullanılmalıdır. Sanat burada geniş anlamda alınarak, üretkenlik, meslek edinme, ekonomik kalkınma ve iş birliğiyle fakirliğin önüne geçmeyi ifade eder.
3. İhtilaf (Anlaşmazlık ve Bölünme)
Problem: İhtilaf, toplum içindeki bölünmeler, anlaşmazlıklar ve çatışmaları ifade eder. Toplumun birliğini ve beraberliğini zedeleyerek gücünü zayıflatır.
Çözüm: İhtilafı ortadan kaldırmak için ittifak (birlik ve dayanışma) silahı gereklidir. İnsanların ortak değerlerde buluşması, birbirine hoşgörüyle yaklaşması ve iş birliği yapması ihtilafların çözümüne katkı sağlar.
Sonuç
Bu ilke, toplumsal kalkınmanın ve huzurun yol haritasını çizer. Cehalet, zaruret ve ihtilaf gibi sorunlar karşısında eğitim, üretim ve birliktelik silahlarıyla mücadele etmek, bireysel ve toplumsal dönüşüm için hayati öneme sahiptir. Bu mücadele, toplumun her kesiminde benimsenerek, daha adil, huzurlu ve gelişmiş bir gelecek inşa etmeye yardımcı olur.
“Hayat ittihattadır” ifadesi, hayatın özünün birlik, dayanışma ve iş birliğinde yattığını vurgulayan derin bir hakikati dile getirir. Bu söz, bireylerden topluma, doğadan evrene kadar her seviyede geçerli olan bir gerçeği işaret eder: Birlik ve dayanışma olmadan hayatın sürekliliği ve gelişimi mümkün değildir. Bu ifade, sosyal, manevi ve doğal alanlarda anlam kazanır.
1. Bireysel ve Toplumsal Hayatta İttihat
İnsan, toplumsal bir varlıktır ve hayatta kalabilmek, gelişebilmek ve mutluluğa ulaşabilmek için diğer insanlarla bir arada yaşamak zorundadır.
Birlik (ittihat): Toplum bireylerinin iş birliği içinde olması, sosyal düzenin temel taşıdır.
Dayanışma: İnsanlar birbirlerine yardım ederek ve ortak hedefler doğrultusunda çalışarak hayatlarını daha anlamlı ve kolay hale getirebilirler.
Bölünme ve çatışma: Toplum içinde birlik yoksa, kaos, çatışma ve zayıflık ortaya çıkar.
2. Doğada İttihat
Doğada da hayatın sürekliliği, farklı unsurların bir arada çalışmasına bağlıdır. Örneğin:
Ekosistem: Bitkiler, hayvanlar ve diğer canlılar, bir denge ve iş birliği içinde varlıklarını sürdürürler.
Organizmalar: İnsan bedeni gibi canlı organizmalarda, organların uyumlu çalışması hayatı mümkün kılar.
Doğadaki bu birlik bozulduğunda, yaşam dengesi tehlikeye girer.
3. Manevi ve İslamî Hayatta İttihat
İslam’da da birlik ve beraberlik önemli bir esas olarak kabul edilir. Müslümanların kardeşliği ve dayanışması, ümmetin güçlenmesi ve huzuru için gereklidir.
Birlikte kuvvet vardır: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin” (Al-i İmran, 103) ayeti, birlik ve beraberliğin önemine işaret eder.
Müslümanların, kardeşlik hukuku içinde, ortak hedefler doğrultusunda hareket etmeleri, İslam toplumlarının başarısı için hayatîdir.
4. İttihat ve Hayatın Sürekliliği
Birlikte güç vardır: Birlik ve dayanışma, bireylerin ve toplumların zorluklara karşı direnç göstermesini sağlar.
Dağınıklık zayıflıktır: Ayrılık ve bölünme, bireyleri ve toplumları zayıflatır, gücü boşa harcar.
Ortak hedefler: Ortak bir amaç doğrultusunda hareket eden bireyler veya toplumlar, daha güçlü ve etkili olabilir.
Sonuç
“Hayat ittihattadır” sözü, her seviyede iş birliğinin ve dayanışmanın önemini vurgulayan evrensel bir prensiptir. Birlik içinde hareket etmek, sadece insan toplumu için değil, tüm canlılar için hayatın kaynağıdır. İnsanlar ve toplumlar bu gerçeği anladıklarında, barış, huzur ve gelişim mümkün olacaktır.
Bediüzzaman: Dünya için din feda olunmaz, milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin bu sözleri, toplumların manevi ve ahlaki değerlerinin korunmasının ve dinin hayattaki yerinin önemini vurgulamaktadır. Bu ifadeleri şu şekilde açıklayabiliriz:
1. “Dünya için din feda olunmaz”
Anlamı: Dünya nimetleri, makam, mevki veya maddi çıkarlar için dinin değerlerini, prensiplerini ve hükümlerini terk etmek doğru değildir.
Din, insanın sadece bireysel hayatını değil, toplumsal yapısını da şekillendiren temel bir rehberdir. Bu rehberi dünya menfaatlerine kurban etmek, manevi çöküşe ve ahlaki yozlaşmaya yol açar.
Mesaj: Maddi kazançlar geçicidir; din ve ahlak gibi manevi değerler ise insanın hayatına anlam katar ve ebedi saadeti sağlar.
2. “Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir”
Anlamı: Bir milletin manevi ve ahlaki zayıflığı, dinî bağlılığının ve iman gücünün zayıflamasından kaynaklanır.
Dini değerlerin zayıflaması, bireylerin vicdan, ahlak ve sorumluluk duygularını kaybetmesine; toplumun da çözülmesine neden olur.
Zaaf-ı Diyanet: İnanç ve ibadetlerin terk edilmesi, dini emirlerin yerine getirilmemesi, ahlaki erozyon ve bireysel bencilliğin artmasıdır.
3. Toplum İçin Dinin Önemi
Din, bireylerin vicdanını ve toplumun adalet duygusunu güçlendirir. Dini inançlar, toplumu bir arada tutan bağlardır.
Ahlaki ve manevi değerler, bireylerin daha erdemli ve sorumlu olmasını sağlar. Dini bağlılık zayıfladığında, toplumda huzursuzluk, ayrışma ve kaos ortaya çıkar.
Bediüzzaman’ın bu vurgusu, İslam toplumlarının karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden birine dikkat çeker: Manevi zayıflık ve ahlaki çözülme.
4. Dünya-Din Dengesi
Dünya hayatı, dinin rehberliğinde anlam kazanır. İnsan hem maddi hem de manevi hayatını dengede tutmalıdır.
Dinin esaslarını koruyarak dünya işlerinde çalışmak, insanı hem bu dünyada hem de ahirette mutlu eder. Ancak maddi çıkarlar uğruna dini değerlerden ödün vermek, insanı yalnızca dünya için çalışmaya iter ve manevi tatmini yok eder.
Sonuç
Bediüzzaman Said Nursî’nin bu ifadeleri, dünya ve ahiret dengesini korumanın, dini değerlere bağlı kalmanın ve toplumsal ahlakın güçlendirilmesinin önemine işaret etmektedir. Din, bireysel hayatın yanı sıra toplumsal düzenin de temel taşıdır. Bu nedenle, dünya hayatı için dinin feda edilmemesi gerektiği ve milletlerin manevi gücünü koruyarak kalkınabileceği mesajı verilmiştir.
4.2.2. Dua ve Teslimiyet
4.3. Rubûbiyyetin Ahlâkî ve Sosyal Boyutları
4.3.1. Sorumluluk ve İhsan Bilinci
4.3.2. Toplum Hayatında Adalet ve Merhamet.
İbadet ve Şükür Bilinci
4.2.2. Dua ve Teslimiyet
Dua:
Dua, insanın Allah’a yönelerek O’ndan yardım dilemesi ve Rubûbiyyetine teslimiyetin bir göstergesidir. Dua, insanın acziyetini kabul edip, Allah’ın kudretine sığınmasıdır. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mümin, 40:60).
Dua, insan ile Rabbi arasındaki bir bağdır ve insanın Rubûbiyyeti idrak etmesini sağlar.
Teslimiyet:
Allah’ın Rubûbiyyetini tanıyan insan, O’na teslimiyetle yönelir ve hayatını O’nun emirlerine göre şekillendirir. Teslimiyet, insanın Allah’a olan güveninin bir yansımasıdır. Rubûbiyyeti idrak eden bir kul, zorluklar karşısında sabırlı, nimetler karşısında ise şükredici olur.
“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak, 65:3).
4.3. Rubûbiyyetin Ahlâkî ve Sosyal Boyutları
4.3.1. Sorumluluk ve İhsan Bilinci
Sorumluluk Bilinci:
Allah’ın Rubûbiyyetini tanıyan bir insan, yeryüzünde bir emanetçi olduğunun farkındadır. Bu sorumluluk bilinciyle, Allah’ın verdiği nimetleri korur, çevresine zarar vermekten kaçınır ve adaletli bir yaşam sürer.
“İnsan, yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 59:18).
Bu ayet, insanın hem bu dünyadaki hem de ahiretteki sorumluluklarını hatırlatır.
İhsan Bilinci:
İhsan, “Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmek” anlamına gelir. İnsan, Allah’ın her şeyi görüp bilmesi gerçeğiyle hareket ederek işlerini en güzel şekilde yapar ve hem bireysel hem de toplumsal hayatta ahlaki bir duruş sergiler.
4.3.2. Toplum Hayatında Adalet ve Merhamet
Adalet:
Allah’ın Rubûbiyyetinin bir tecellisi olarak, adalet toplumsal düzenin temel taşıdır. Adalet, her hak sahibine hakkını vermek ve zulümden uzak durmaktır. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder.” (Nahl, 16:90).
Bu emir, bireyler ve toplumlar için adaletin önemini vurgular.
Merhamet:
Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarının yansıması olan merhamet, toplum hayatında insanlar arası ilişkilerin temelinde yer alır. Rubûbiyyeti idrak eden bir insan, Allah’ın mahlukatına merhametle yaklaşır, yardıma muhtaçlara destek olur ve toplumsal dayanışmayı güçlendirir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhari, Edeb 27).
Sonuç
Allah’ın Rubûbiyyetini tanıyan bir insan hem bireysel hem de toplumsal hayatında ahlâkî bir duruş sergiler.
Dua ve teslimiyet ile Allah’a yönelir, O’na güvenip dayanır.
Sorumluluk ve ihsan bilinci ile işlerini en güzel şekilde yapar.
Adalet ve merhamet ile toplumsal barışa katkıda bulunur.
Rubûbiyyet bilinci, insanı hem Allah’a yakınlaştırır hem de yeryüzünde O’nun rızasına uygun bir hayat sürmeye teşvik eder.
**************
Melekler ve İlâhî Yönetim
3.3.2. Ruhlar ve Gayb Âlemi
4. Allah’ın Rubûbiyyetinin İnsana Bakan Yönleri
4.1. İnsan ve Rubûbiyyet Bağı
4.1.1. İnsan Fıtratında Rubûbiyyet Bilinci
4.1.2. İnsan Aklı ve Rubûbiyyeti Kavrama
4.2. Rubûbiyyetin İnsan Üzerindeki Tesirleri.
Melekler ve İlâhî Yönetim (3.3.2. Ruhlar ve Gayb Âlemi)
Ruhlar ve Gayb Âlemi
Allah’ın Rubûbiyyeti, yalnızca görünen fiziksel âlemde değil, gayb âleminde (görünmeyen âlemde) de tecelli eder. Bu boyut, melekler, ruhlar ve insan idrakinin ötesindeki varlıklarla ilgilidir.
Ruhların Yaratılışı:
Allah, her insana özel bir ruh bahşetmiştir. Ruh, insanın varlığının özüdür ve Allah’ın yaratıcı kudretinin bir tecellisidir. Kur’an’da ruhun Allah tarafından üflenerek insana verildiği şöyle ifade edilir:
“Ona kendi ruhumdan üfledim…” (Hicr, 15:29).
Ruh, insanın bedeni aşan bir yönüdür ve Allah’ın Rubûbiyyeti ile sürekli bağlantı hâlindedir.
Gayb Âlemi:
Gayb, insanın bilgisi ve kavrayışının ötesinde olan âlemleri ifade eder. Allah’ın Rubûbiyyeti bu âlemleri de kuşatmıştır. Meleklerin, cinlerin ve diğer metafizik varlıkların yaratılışı ve görevleri gayb âlemine dâhildir.
“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez.” (En’am, 6:59).
Melekler ve Ruhlar Arasındaki İlişki:
Melekler, Allah’ın emirlerini yerine getiren nurani varlıklardır. Ruhlar ise insanların İlâhî kaderle bağlantısını sağlar. Melekler, insan ruhunu korumak, kayıt altına almak ve İlâhî emirleri ruhlara ulaştırmak gibi görevlerle Rubûbiyyetin bir parçasıdır.
4. Allah’ın Rubûbiyyetinin İnsana Bakan Yönleri
4.1. İnsan ve Rubûbiyyet Bağı
4.1.1. İnsan Fıtratında Rubûbiyyet Bilinci
Fıtrî İnanç:
İnsan, yaratılışında Allah’ı tanıma ve O’na yönelme yeteneğiyle donatılmıştır. Bu, insanın fıtratında (yaratılışında) bulunan Rubûbiyyet bilincidir. Kur’an’da bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediklerinde onlar, ‘Evet, (buna) şahidiz.’ dediler.” (Araf, 7:172).
Bu ayet, insanın yaratılıştan gelen bir Allah bilinciyle doğduğunu ifade eder.
Allah’a Yönelme:
İnsan, ihtiyaç duyduğunda, çaresiz kaldığında ya da büyük bir nimetle karşılaştığında, içgüdüsel olarak Allah’a yönelir. Bu, insanın Rubûbiyyet bilinciyle doğrudan bağlantılıdır.
4.1.2. İnsan Aklı ve Rubûbiyyeti Kavrama
Akıl ve Tefekkür:
İnsan aklı, Allah’ın Rubûbiyyetini kavramak ve bu düzeni anlamak için en önemli araçtır. Kur’an, insanları kainatı ve yaratılışı tefekkür etmeye davet eder:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için deliller vardır.” (Al-i İmran, 3:190).
İrade ve Sorumluluk:
İnsan, aklı ve iradesiyle Allah’ın Rubûbiyyetine teslimiyet göstermek ve O’nun rızasına uygun yaşamakla sorumludur. Bu, insanın yeryüzünde bir halife olarak yaratılmasının bir gereğidir.
4.2. Rubûbiyyetin İnsan Üzerindeki Tesirleri
Tevekkül ve Teslimiyet:
İnsan, Allah’ın Rubûbiyyetini idrak ettikçe, hayatındaki olayların İlâhî hikmete uygun olarak gerçekleştiğini anlar ve tevekkül eder. Bu, insana huzur ve güven verir.
“Allah, kuluna yeter.” (Zümer, 39:36).
Şükür ve İbadet:
Allah’ın Rubûbiyyetini fark eden insan, nimetlerin Allah’tan geldiğini idrak eder ve O’na şükreder. Bu bilinç, ibadet ve kulluk şuurunu artırır.
Sorumluluk Bilinci:
Rubûbiyyet bilinci, insana yeryüzündeki nimetleri koruma, adaletle hükmetme ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşama sorumluluğu yükler. İnsan, Allah’ın verdiği emaneti korumakla yükümlüdür.
Sonuç
Allah’ın Rubûbiyyeti, hem gayb âlemindeki ruhlar ve melekler üzerinde, hem de insanın fıtratında, aklında ve hayatında derin bir şekilde tecelli eder. İnsan, Rubûbiyyeti kavradıkça hem dünya hem de ahiret saadetine ulaşır. Bu bilinç, insanı Allah’a yakınlaştırır ve O’nun huzurunda tevazu sahibi yapar.
5.1. Peygamberlerin Tebliğinde Rubûbiyyet
5.2. İlâhî Kitaplarda Rubûbiyyet Mesajları
5.3. Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar Açısından Rubûbiyyet
Rubûbiyyetin Tarihsel ve Evrensel Yansımaları
Allah’ın Rubûbiyyeti, tarih boyunca peygamberlerin tebliğlerinde, İlâhî kitaplarda ve insanlığın düşünce dünyasında farklı şekillerde yansımış ve anlaşılmıştır. Bu bölümde, Rubûbiyyetin tarihsel süreçte nasıl tecelli ettiği ele alınacaktır.
5.1. Peygamberlerin Tebliğinde Rubûbiyyet
Peygamberlerin temel mesajı, Allah’ın birliğini (tevhid) ve Rubûbiyyetini insanlara bildirmek olmuştur. Bu tebliğ, her peygamberin ümmetine yönelik davetinde ortak bir tema olarak karşımıza çıkar.
Tevhid ve Rubûbiyyet:
Peygamberler, Allah’ın Rab olduğunu, tüm mahlukatın O’nun tasarrufu altında bulunduğunu vurgulamışlardır. Bu mesaj, insanları putperestlikten, şirke dayalı inançlardan ve Allah’a ortak koşmaktan uzaklaştırmayı amaçlamıştır.
Örneğin, Hz. İbrahim’in (a.s.) kavmine olan tebliği:
“Ben, gerçekten yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’am, 6:79).
Kulluk ve İtaat:
Peygamberler, insanların yalnızca Allah’a kulluk etmelerini ve O’nun emirlerine itaat etmelerini istemiştir. Bu davet, Rubûbiyyetin insana yöneltilmiş bir çağrısıdır.
Hz. Musa’nın (a.s.) Firavun’a olan daveti de Rubûbiyyet bilincini ifade eder:
“Eğer iman edecekseniz bilin ki, O sizin Rabbiniz ve atalarınızın Rabbidir.” (Şuara, 26:26).
5.2. İlâhî Kitaplarda Rubûbiyyet Mesajları
Allah’ın Rubûbiyyeti, gönderilen İlâhî kitaplarda açıkça yer almıştır. Bu mesaj, insanların Allah’ın birliğini anlaması ve O’nun Rubûbiyyetine teslim olması için temel bir öğreti olarak sunulmuştur.
Kur’an’da Rubûbiyyet:
Kur’an, Allah’ın Rubûbiyyetini vurgulayan birçok ayeti içermektedir. Allah, kainatın yaratıcısı, düzenleyicisi ve hükümranı olarak tanıtılır:
“Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Her şey O’na boyun eğmiştir.” (Bakara, 2:116).
Bu, Allah’ın Rubûbiyyetinin evrenselliğini ifade eder.
Diğer İlâhî Kitaplarda Rubûbiyyet:
Tevrat, Zebur ve İncil gibi önceki İlâhî kitaplar da Allah’ın Rubûbiyyetini insanlara anlatmıştır. Örneğin, Tevrat’ta Allah, tüm kâinatın Rabbi olarak tanıtılır ve insanlara O’nun buyruklarına itaat etmeleri emredilir. Zebur’da Allah’ın kudreti ve yaratışı övülürken, İncil’de de Rabbin merhamet ve sevgisi işlenmiştir.
5.3. Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar Açısından Rubûbiyyet
Rubûbiyyet anlayışı, farklı felsefi ve ideolojik yaklaşımlarda farklı şekillerde ele alınmıştır. İlâhî bir bakış açısıyla net bir şekilde kabul edilen bu kavram, bazı ideolojilerde farklı şekillerde yorumlanmış, bazı felsefi yaklaşımlar ise tamamen reddetmiştir.
Teistik Yaklaşımlar:
Teistik (Allah’ın varlığını kabul eden) felsefi yaklaşımlar, Rubûbiyyeti Allah’ın varlığının en açık göstergesi olarak ele alır. Örneğin, İslam felsefesinde Allah’ın yaratıcı ve yönetici sıfatları üzerinde durulmuş, Rubûbiyyetin evrendeki düzenle bağlantısı kurulmuştur.
Deizm:
Deizm, Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul etmekle birlikte, O’nun evrene müdahil olmadığını savunur. Bu anlayış, Rubûbiyyeti eksik ve yetersiz bir şekilde ele alır, çünkü Allah’ın yaratıcı kudretini kabul etmekle birlikte, O’nun sürekli hükümranlığını ve idaresini reddeder.
Ateizm:
Ateist yaklaşımlar, Rubûbiyyeti tamamen reddeder ve kainatın kendi kendine var olduğunu iddia eder. Bu görüş, İlâhî bir düzeni ve hikmeti inkâr eder, ancak evrendeki düzen ve yaratılışın delilleri karşısında tatmin edici bir açıklama sunamaz.
Sekülerizm:
Seküler ideolojiler, Rubûbiyyeti hayatın manevi boyutundan soyutlayarak, Allah’ın hâkimiyetini toplumsal ve bireysel alanlardan uzak tutmaya çalışır. Bu, Allah’ın Rubûbiyyetini kavrayamamanın bir sonucudur.
Sonuç
Rubûbiyyetin tarihsel ve evrensel yansımaları, insanlığın her döneminde Allah’ın birliğini ve hâkimiyetini vurgulayan bir mesaj olarak var olmuştur.
Peygamberlerin tebliğlerinde, Rubûbiyyet insanları tevhid inancına çağıran bir davet olarak öne çıkmıştır.
İlâhî kitaplarda, Allah’ın yaratıcı, rızık verici ve yöneten sıfatları açıkça işlenmiştir.
Felsefi ve ideolojik yaklaşımlarda, Rubûbiyyet çeşitli şekillerde ele alınmış, ancak bu anlayışlarda eksiklikler görülmüştür.
Bu süreçler, Rubûbiyyetin her zaman insanlık için evrensel bir gerçek olduğunu göstermektedir.
– Bir fırıncı ekmeği, bir terzi elbiseyi, bir taş ustası taşı, bir mobilyacılar odunu vs nasıl terbiye ediyorsa, Allah da varlıkları öyle terbiye diyor.
-Rubûbiyyet ve Modern İnsan
6.1. Modern Dünyada Rubûbiyyet Anlayışının Değişimi
6.2. Sekülerizm ve Rubûbiyyetin İnkârı
6.3. Rubûbiyyetin İnsan Ruh Sağlığı ve Maneviyat Üzerindeki Etkisi
7.1. Rubûbiyyetin Bütüncül Anlamı
7.2. İnsan ve Evren Üzerinde İlâhî Hükümranlık.
Rubûbiyyet ve Modern İnsan
6.1. Modern Dünyada Rubûbiyyet Anlayışının Değişimi
Modern dünya, bilimsel gelişmeler, teknolojik ilerlemeler ve toplumsal dönüşümlerle şekillenmiştir. Bu değişim, Rubûbiyyet anlayışında da farklılaşmalara yol açmıştır.
Bilimsel Gelişmeler ve Rubûbiyyet:
Bilim, evrenin işleyişine dair detayları açıklama konusunda büyük ilerleme kaydetmiştir. Ancak, modern insan bu bilgileri kimi zaman Rubûbiyyeti kavramaktan uzaklaşarak değerlendirmiştir.
Oysa Kur’an, bilimsel gerçeklerle Rubûbiyyeti bağdaştırır:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde, akıl sahipleri için deliller vardır.” (Al-i İmran, 3:190).
Bireyselcilik ve Dünyevileşme:
Modern çağın bireyselcilik ve dünyevileşme anlayışı, insanı Allah’ın Rubûbiyyetinden uzaklaştırarak kendine yeterli görmesine neden olmuştur. Bu durum, insanın manevi boşluğa düşmesine ve İlâhî bir rehberliğe ihtiyaç duymasına yol açmıştır.
6.2. Sekülerizm ve Rubûbiyyetin İnkârı
Sekülerizm, dinin bireysel ve toplumsal hayattan soyutlanması gerektiğini savunan bir anlayıştır. Bu bakış açısı, Rubûbiyyetin inkârını veya göz ardı edilmesini beraberinde getirmiştir.
Seküler Dünyanın Etkisi:
Seküler düşünce, Allah’ın evrendeki hâkimiyetini ve yaratıcı sıfatlarını bir kenara bırakıp, tüm sorumluluğu insana yüklemiştir. Bu, insanın hayatını anlamlandırma çabasında ciddi boşluklara yol açmıştır.
Rubûbiyyeti Reddetmenin Sonuçları:
Rubûbiyyetin inkârı, insanın yaratılış amacını unutmasına ve manevi bir rehbersizlik içine düşmesine sebep olmuştur. Bu durum, ahlâkî yozlaşma, adalet eksikliği ve toplumsal sorunların artması gibi sonuçları beraberinde getirmiştir.
6.3. Rubûbiyyetin İnsan Ruh Sağlığı ve Maneviyat Üzerindeki Etkisi
Allah’ın Rubûbiyyetini kabul etmek, insanın ruh sağlığı ve manevi huzurunda olumlu etkiler bırakır.
Manevi Huzur:
Rubûbiyyeti idrak eden bir insan, hayatındaki olayların bir hikmet ve düzen çerçevesinde gerçekleştiğini anlar. Bu bilinç, sıkıntılar karşısında sabırlı olmayı, nimetler karşısında şükretmeyi ve tevekkül etmeyi sağlar.
“Kalpler, Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13:28).
Ruh Sağlığına Etkisi:
Rubûbiyyet bilinci, insanın kaygı, depresyon ve umutsuzluk gibi sorunlarını hafifletir. Çünkü kişi, Rubûbiyyeti kabul ederek her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu ve İlâhî hikmetin her işte galip olduğunu bilir.
Rubûbiyyetin Evrensel Anlamı ve İlâhî Hükümranlık
7.1. Rubûbiyyetin Bütüncül Anlamı
Rubûbiyyet, Allah’ın evreni yaratması, yönetmesi, düzenlemesi ve mahlukatını rızıklandırması gibi İlâhî fiillerin tamamını ifade eder. Bu kavram, tüm varlıkları kuşatan bir anlam taşır.
Bütüncül Bir Perspektif:
Rubûbiyyet, insanın hem bireysel hem de toplumsal hayatını şekillendiren bir hakikattir. İnsan, bu gerçeği idrak ettiğinde, Allah’a teslimiyet, ibadet ve şükür bilinciyle hareket eder.
“O, göklerin, yerin ve bunların içindekilerin Rabbidir.” (Zuhruf, 43:85).
Evrendeki Düzen:
Allah’ın Rubûbiyyeti, evrendeki kusursuz düzen ve hikmetle anlaşılır. Güneşin, ayın, yıldızların hareketi ve doğanın işleyişi, Allah’ın Rubûbiyyetinin birer delilidir. Bu bütüncül düzen, Rubûbiyyetin evrenselliğini ortaya koyar.
7.2. İnsan ve Evren Üzerinde İlâhî Hükümranlık
Allah’ın Rubûbiyyeti, hem insanın hayatında hem de tüm evrende açıkça tecelli eder.
İnsanın Rubûbiyyete Teslimiyeti:
İnsan, Allah’ın yarattığı en üstün varlık olarak, İlâhî hükümranlığı kabul etmekle yükümlüdür. Bu, yalnızca ibadet ve şükürle değil, aynı zamanda adaletli, ahlâklı ve sorumlu bir hayat sürmekle gerçekleşir.
Evrensel Hükümranlık:
Evrenin tüm işleyişi, Allah’ın Rubûbiyyetinin bir göstergesidir. Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’a boyun eğmiştir.
“Görmüyor musun ki, göklerde ve yerde kim varsa Allah’a secde ediyor.” (Hac, 22:18).
Sonuç
Modern insan, Rubûbiyyeti anlamakta zorluk çekse de, bu bilinç insanın hem bireysel hem de toplumsal sorunlarını çözmesinde rehberlik edebilir.
Sekülerizmin etkileri Rubûbiyyeti zayıflatsa da, insanın manevi huzuru ve ruh sağlığı Allah’a bağlılıkla sağlanabilir.
Rubûbiyyet, İlâhî hükümranlığın evren ve insan üzerindeki tezahürüdür ve insanın hayatını anlamlandıran en temel gerçeklerden biridir.
Rubûbiyyeti kavramak, insanın hem dünya hem de ahiret saadeti için vazgeçilmezdir.
Cemel ve Sıffin Savaşlarında Liderlik.
İlim ve Hikmetle Devlet Yönetimi.
Hz. Ali (r.a.), İslam’ın dördüncü halifesi ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hem kuzeni hem de damadı olarak İslam tarihinde önemli bir liderlik sergilemiştir. Halifeliği sırasında karşılaştığı zorluklara rağmen adalet, ilim ve hikmetle devlet yönetimini yürütmeye çalışmıştır. Ancak onun dönemi, özellikle Cemel ve Sıffin Savaşları gibi iç karışıklıklarla anılır. İşte Hz. Ali’nin dönemi ve liderliği hakkında detaylar:
1. Cemel ve Sıffin Savaşlarında Liderlik
Cemel Savaşı (656)
Sebebi:
Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ardından halife seçilen Hz. Ali, devleti yeniden düzenlemeye çalıştı. Ancak Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması konusu gündeme geldi.
Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr gibi önde gelen sahabeler, Hz. Osman’ın katillerinin hemen cezalandırılmasını talep ediyordu.
Hz. Ali ise önce devletin birliğini sağlamanın daha önemli olduğunu savundu.
Savaşın Gelişimi:
İki taraf arasında görüşmeler yapılmasına rağmen aradaki fitne unsurları çatışmayı kışkırttı.
656 yılında Basra yakınlarında gerçekleşen savaşta Hz. Ali’nin ordusu galip geldi.
Sonuçları:
Hz. Aişe savaş sonrası Medine’ye gönderilerek onurlandırıldı.
İslam toplumunda ilk ciddi iç savaş yaşandı ve siyasi bölünme başladı.
Sıffin Savaşı (657)
Sebebi:
Şam valisi Muaviye bin Ebu Süfyan, Hz. Osman’ın kanını dava ederek Hz. Ali’nin halifeliğine biat etmeyi reddetti.
Muaviye, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını şart koşarak isyan etti.
Savaşın Gelişimi:
Hz. Ali’nin ordusu ve Muaviye’nin ordusu Sıffin’de karşı karşıya geldi.
Çatışmalar şiddetlendiği sırada Muaviye tarafı, mızrakların ucuna Kur’an sayfaları bağlayarak hakem teklifinde bulundu.
Hz. Ali barışı tercih etti ve hakem heyeti oluşturuldu.
Sonuçları:
Hakem olayı, İslam toplumunda yeni bir fitnenin doğmasına neden oldu.
Hz. Ali’nin bazı taraftarları (Hariciler) onun bu kararını eleştirerek ayrıldı.
İslam devleti içinde siyasi ve dini ayrışmalar derinleşti.
2. İlim ve Hikmetle Devlet Yönetimi
Hz. Ali, adaleti ve hikmetiyle tanınmış, İslam toplumunda ahlaki ve dini değerleri korumaya önem vermiştir.
İlim ve Hikmette Öne Çıkışı:
İslam Fıkhına Katkıları:
Hz. Ali, Kur’an ve sünnet bilgisindeki derinliğiyle İslam hukukuna önemli katkılarda bulundu.
Adalet anlayışı, sonraki nesillere ilham kaynağı oldu.
Hikmetli Sözleri:
Hz. Ali’nin sözleri (Nehcü’l-Belağa) İslam dünyasında hikmetin ve bilginin sembolü haline gelmiştir.
Savaşlarda ve zor dönemlerde bile daima sabır ve adaleti ön planda tutmuştur.
Devlet Yönetimi:
Hz. Ali, halk arasında ayrım yapmadan adaleti sağlamaya çalıştı.
Valilerin kontrolünü sıkı tuttu ve halktan gelen şikayetleri dikkate aldı.
Yönetimde ilahi hükümlere bağlı kalarak İslam devleti içinde birliği korumaya çalıştı.
3. Hz. Ali’nin Yönetiminin Genel Özellikleri
Pozitif Yönler:
İslam ilmine ve ahlakına büyük katkılarda bulunmuştur.
Adaleti ve hikmetiyle, İslam yönetiminde örnek bir lider olmuştur.
Devlet işlerini kişisel menfaatlerden üstün tutarak ümmetin geleceğini düşünmüştür.
Zorluklar:
Cemel ve Sıffin gibi savaşlar, İslam toplumunda bölünmelere neden olmuştur.
Hariciler gibi muhalif gruplarla mücadele etmek zorunda kalmıştır.
İç karışıklıklar nedeniyle fetih hareketleri durmuş, İslam devletinin sınırları genişlememiştir.
Genel Değerlendirme
Hz. Ali’nin halifelik dönemi, İslam tarihi açısından oldukça zorlu bir dönem olmasına rağmen, onun hikmetli liderliği, ilmi derinliği ve adalet anlayışı ümmete rehberlik etmiştir. Siyasi karışıklıklar nedeniyle döneminde tam anlamıyla istikrar sağlanamasa da Hz. Ali, İslam toplumunda bilgelik ve cesaretin simgesi olmuştur.
Deniz Kuvvetlerinin Kurulması ve İslam’ın Yayılması.
Yönetimde İstikrar ve Diplomasi.
Hz. Osman (r.a.), İslam’ın üçüncü halifesi olarak hem İslam devletinin sınırlarını genişletmiş hem de yönetimde bazı yenilikler yapmıştır. Onun dönemi, İslam dünyasında ilk deniz kuvvetlerinin kurulması ve İslam’ın yeni bölgelere yayılmasıyla dikkat çeker. İşte Hz. Osman döneminin önemli başlıkları:
1. Deniz Kuvvetlerinin Kurulması ve İslam’ın Yayılması
Hz. Osman döneminde, İslam devleti ilk kez denizcilik alanında önemli adımlar atmış ve deniz gücü oluşturulmuştur.
Deniz Kuvvetlerinin Kurulması:
İslam devleti, Hz. Osman dönemine kadar daha çok karasal bir güç olarak büyümüştü. Ancak Akdeniz’de Bizans İmparatorluğu’nun deniz gücüne karşı durmak için deniz kuvvetleri oluşturulması gerekti.
Muaviye bin Ebu Süfyan’ın Suriye valiliği sırasında önerisiyle deniz kuvvetleri kuruldu.
İslam donanması, ilk büyük başarısını Zatü’s-Savari Savaşı (655) ile elde etti. Bu savaşta Bizans donanması büyük bir yenilgiye uğratıldı.
İslam’ın Yayılması:
Hz. Osman döneminde İslam devleti, doğuda İran ve Horasan’a, batıda Kuzey Afrika’ya kadar genişledi.
Doğu Seferleri: Horasan, Sistan ve çevresi fethedilerek İslam’ın Asya içlerine yayılması sağlandı.
Batı Seferleri: Kuzey Afrika’daki Bizans varlığına son verilerek bölgenin İslam hâkimiyetine geçişi hızlandı.
Bu fetihlerle birlikte İslam’ın ticaret yolları üzerindeki etkisi de arttı.
2. Yönetimde İstikrar ve Diplomasi
Hz. Osman, yönetiminde istikrarı sağlamak ve devletin birliğini korumak için çeşitli yöntemlere başvurmuş; diplomasi yoluyla sorunları çözmeye çalışmıştır.
Yönetimde İstikrar:
Kuran’ın Çoğaltılması: Hz. Osman, İslam toplumunun farklı bölgelerinde Kur’an’ın farklı lehçelerde okunmaya başlanması nedeniyle Kur’an’ı çoğaltma kararı aldı. Bu amaçla Mushaf-ı Şerif çoğaltıldı ve büyük şehirlere gönderildi.
Aile Atamaları: İstikrarı sağlamak amacıyla bazı kritik mevkilere kendi akrabalarını atadı. Ancak bu, sonraki dönemde tepkilere yol açtı.
Diplomasi ve Barışçıl Yaklaşım:
Fethedilen bölgelerde halkın İslam’a geçişini teşvik etti, zorlamadan uzak bir yöntem izledi.
Bölgesel liderlerle iyi ilişkiler kurarak fethedilen yerlerde halkın direniş göstermemesini sağladı.
3. Hz. Osman Döneminin Özellikleri
Pozitif Yönler:
İslam dünyasının denizcilik alanında güçlenmesi.
İslam devletinin sınırlarının genişlemesi ve ekonomik gücün artması.
Kur’an’ın standart bir metin haline getirilmesiyle ümmetin birliğinin korunması.
Zorluklar:
Aile atamaları ve ekonomik politikalardan kaynaklanan eleştiriler, halk arasında huzursuzluğa yol açtı.
Bazı valilerin uygulamaları, halkın Hz. Osman’a karşı muhalefet etmesine neden oldu.
Bu huzursuzluklar, Hz. Osman’ın şehit edilmesine kadar varan bir krizle sonuçlandı.
Genel Değerlendirme
Hz. Osman döneminde, denizcilik alanındaki başarılar ve İslam’ın yayılması önemli gelişmelerdir. Ancak yönetimde yaşanan iç karışıklıklar, Hz. Osman’ın son dönemini zorlaştırmış ve İslam toplumunda ilk ciddi fitne olaylarının başlamasına zemin hazırlamıştır. Buna rağmen Hz. Osman, İslam’ın uzun vadeli başarısına önemli katkılar sağlamıştır.
Adaletli Yönetim ve İslam Devletinin Teşkilatlanması.
Kadisiye ve Yermük Zaferleri.
Hz. Ömer (r.a.), İslam tarihindeki en önemli halifelerden biridir. Yönetimi sırasında hem İslam devletinin sınırlarını genişletmiş hem de devlet yönetiminde köklü reformlar yaparak adalet ve teşkilatlanmayı sağlamıştır. İşte Hz. Ömer döneminin öne çıkan yönleri:
1. Adaletli Yönetim ve İslam Devletinin Teşkilatlanması
Hz. Ömer’in yönetimi, adalet ve iyi bir teşkilatlanma modeli ile tanınmıştır. Onun döneminde İslam devleti sadece askeri başarılarla değil, aynı zamanda kurumsal yapıların geliştirilmesiyle de güçlenmiştir.
Adalet Anlayışı:
Hz. Ömer, yönetiminde adaleti esas almış, halkın her kesimine eşit davranmıştır.
Halka açık bir yönetim sergileyerek, devlet yönetiminde şeffaflığı sağlamıştır.
Zayıf veya güçlü ayrımı yapmaksızın her bireyin hakkını koruma prensibi benimsenmiştir.
Teşkilatlanma ve Yenilikler:
İdari Teşkilatlanma: İslam devletini vilayetlere ayırarak her vilayete bir vali atamıştır. Valilerin görevlerini kontrol etmek için sıkı denetim mekanizmaları kurmuştur.
Mali Teşkilatlanma: Beytü’l-Mal (devlet hazinesi) kurarak devlet gelir ve giderlerini düzenli bir şekilde yönetmiştir.
Ordu Teşkilatı: Düzenli bir ordu sistemi kurmuş ve askerlerin maaşlarını devlet hazinesinden ödemiştir.
Takvim Sistemi: Hicri takvimi resmi takvim olarak kabul etmiştir.
Yargı Sistemi: Kadılar tayin ederek adaletin hızlı ve doğru bir şekilde uygulanmasını sağlamıştır.
2. Kadisiye ve Yermük Zaferleri
Hz. Ömer döneminde İslam devleti büyük askeri zaferler kazanarak sınırlarını genişletti ve İslam’ın hâkimiyetini önemli bölgelere yaydı.
Kadisiye Zaferi (636)
Yeri ve Önemi:
Kadisiye Savaşı, Sasanilerle yapılan ve İslam ordusunun büyük bir zafer kazandığı savaştır.
Irak’ın kapıları Müslümanlara açılmış ve Sasani İmparatorluğu’nun çöküş süreci hızlanmıştır.
Komutan:
İslam ordusunun başında Sa’d bin Ebi Vakkas bulunuyordu.
Sonuçları:
Sasani ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı.
Bölgedeki şehirler birer birer İslam ordusunun kontrolüne geçti.
Nihavend Zaferi’nin önünü açan stratejik bir başarı oldu.
Yermük Zaferi (636)
Yeri ve Önemi:
Bizans İmparatorluğu’na karşı yapılan bu savaş, Şam ve çevresinin Müslümanların kontrolüne geçmesini sağlamıştır.
İslam ordusunun en büyük zaferlerinden biri kabul edilir ve Bizans İmparatorluğu üzerindeki İslam etkisini artırmıştır.
Komutan:
Halid bin Velid, savaşın kilit isimlerinden biridir.
Sonuçları:
Bizans İmparatorluğu Ortadoğu’daki etkisini büyük ölçüde kaybetmiştir.
Suriye ve Filistin toprakları Müslümanların eline geçmiştir.
Hz. Ömer’in Yönetiminin Genel Özellikleri
Siyasi ve Askeri Güç: İslam devleti, hem Sasani hem de Bizans gibi büyük imparatorlukları karşısına alabilecek güce ulaşmıştır.
Halkla İç İçe Yönetim: Hz. Ömer, halkın problemlerini birebir dinleyip çözüm arayan bir lider olmuştur.
Devlet Reformları: Yaptığı reformlar, sonraki dönemlerde de İslam devletlerinin yönetimine model oluşturmuştur.
Hz. Ömer’in adalet ve teşkilatlanma anlayışı, İslam devletini güçlü bir yapıya kavuşturmuş; Kadisiye ve Yermük zaferleri ise İslam’ın siyasi sınırlarını genişletmiştir. Bu başarılar, Hz. Ömer’in İslam tarihindeki özel yerini pekiştirmiştir.
Ridde Savaşları ve İslam Devletinin Birliği
Kur’an’ın Mushaf Haline Getirilmesi.
Hz. Ebubekir (r.a.), İslam tarihinde önemli bir dönemde halife olarak görev yapmış ve İslam devletinin birliği için birçok kritik adım atmıştır. İşte Hz. Ebubekir dönemindeki önemli olaylardan biri olan Ridde Savaşları ve Kur’an’ın Mushaf Haline Getirilmesi hakkında detaylı bilgi:
1. Ridde Savaşları ve İslam Devletinin Birliği
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatının ardından, bazı kabileler İslam’dan dönmeye (irtidat) başladı ve zekât vermeyi reddettiler. Bu olaylar, İslam toplumunda birliğin bozulma tehlikesi doğurdu. Bu durumu düzeltmek ve İslam devletinin birliğini sağlamak amacıyla Hz. Ebubekir, kararlı bir şekilde hareket etti.
Ridde Savaşlarının Nedenleri:
Bazı kabilelerin İslam’dan dönmesi.
Hz. Muhammed’in vefatını takiben siyasi ve dini otoriteye karşı başkaldırılar.
Zekât vermeyi reddeden kabilelerin ekonomik bir tehdit oluşturması.
Ridde Savaşlarının Seyri: Hz. Ebubekir, Halid bin Velid gibi güçlü komutanları görevlendirerek bu isyanları bastırdı. Bu savaşlar sonucunda:
İslam devletinin merkezi otoritesi yeniden sağlandı.
İslam’ın siyasi ve dini birliği pekiştirildi.
Müslüman toplumu güçlenerek ilerleyen fetihlere hazır hale geldi.
2. Kur’an’ın Mushaf Haline Getirilmesi
Ridde Savaşları sırasında birçok hafızın (Kur’an’ı ezberlemiş kişi) şehit olması, Kur’an ayetlerinin korunması konusunda endişelere yol açtı. Bu durum, Hz. Ebubekir döneminde Kur’an’ın yazılı bir metin haline getirilmesini gündeme getirdi.
Kur’an’ın Derlenme Süreci:
Hz. Ömer’in önerisi üzerine, Hz. Ebubekir, Kur’an ayetlerini bir araya getirmek için Zeyd bin Sabit’i görevlendirdi.
Zeyd bin Sabit, hafızların ezberlerinden ve yazılı kaynaklardan Kur’an ayetlerini titizlikle toplayarak derledi.
Bu süreçte ayetlerin doğruluğu, şahitlerin ve mevcut yazılı metinlerin karşılaştırılmasıyla teyit edildi.
Mushaf Haline Getirilmesinin Önemi:
Kur’an ayetleri ilk kez bir kitap haline getirildi ve korunması garanti altına alındı.
Bu mushaf, daha sonraki dönemlerde Hz. Osman zamanında çoğaltılarak farklı bölgelere gönderildi.
İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in tahrif edilmeden günümüze ulaşması sağlandı.
Hz. Ebubekir’in bu iki önemli konuda aldığı kararlar, İslam devletinin temel yapısını korumuş ve İslam’ın uzun vadeli başarısına katkıda bulunmuştur.
Zulüm, insanlığın vicdanına saplanmış bir hançerdir. Zulmü yapanlar, yani zulmün “leş” ve “leşkerleri”, yalnızca mazlumlara değil, tüm insanlığa karşı suç işlerler. Bu insanlar, güç ve iktidar uğruna adaleti çiğner, insan haklarını yok sayar ve masumların acı çekmesine neden olurlar. Ancak unutulmamalıdır ki, zulümle yükselenlerin sonu daima karanlık bir çukura düşmektir.
Zulmün Yüzleri
Zulmün bir yüzü, savaş meydanlarında masum kanı döken zalim liderlerdir. Bir diğer yüzü, ekonomik çıkarlar için toplumları açlığa ve yoksulluğa mahkûm eden sistemlerdir. Ancak zulüm sadece bu kadar değildir; aile içi şiddetten sosyal ayrımcılığa, çevre tahribatından ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına kadar her yerde karşımıza çıkar.
Zulmün leş ve leşkerleri, kendilerini meşru göstermek için farklı maskeler takarlar. Bazen bir ideoloji, bazen bir çıkar, bazen de dini veya milli söylemlerle zulmü haklı göstermeye çalışırlar. Ancak ne maskeleri ne de bahaneleri, yaptıkları adaletsizlikleri örtbas edebilir.
Zulüm Edenler Nasıl Boğulacak?
Zulmedenler, kendi zulümlerinde boğulmaya mahkûmdur. Tarih, bunun sayısız örneğiyle doludur. Firavunlar, zalim hükümdarlar, diktatörler ve sömürü düzenlerini kuranlar, bir süre için başarılı gibi görünseler de, sonunda zulümleri onları yok etmiştir. Zulüm, sürdürülemez bir yalandır; çünkü adalet er ya da geç yerini bulur.
Bu boğulma, yalnızca fiziki bir yıkım değildir. Zulmedenler, vicdanlarının sessiz çığlıklarıyla da boğulurlar. Her ne kadar kendilerini haklı görseler de, zulümlerinin sonuçları karşısında kalpleri taşlaşmış olsa da, tarihin terazisi onların aleyhine döner.
Mazlumların Direnişi
Mazlumlar, tarih boyunca zalimlere karşı direnmiştir. Direniş, yalnızca fiziksel mücadeleyle değil; aynı zamanda ahlaki bir duruşla, sabırla ve hak arayışıyla gerçekleşir. Zulmün leşkerleri, ne kadar güçlü görünürse görünsün, mazlumların kararlılığı karşısında er ya da geç yenik düşer.
Bugün de dünyanın her yerinde mazlumlar, haklarını savunmak ve zulme karşı durmak için mücadele etmektedir. Bu mücadele, insanlığın onurunu ve vicdanını ayakta tutan en önemli güçtür.
Ey Zulmün Leş ve Leşkerleri!
Sizler, masumların üzerine basarak yükseldiğinizi zannediyorsunuz. Ancak unutmayın ki, zulümle yükselen, adaletle yıkılır. Mazlumların ahı, sizin sonunuzun habercisidir. Siz kendi çıkarlarınız için insanlık onurunu hiçe sayarken, aslında kendi sonunuzu hazırlıyorsunuz.
Adaletin ışığı er ya da geç doğacaktır. Mazlumların duası ve direnişi, zalimlerin karanlığını delip geçecektir. O gün geldiğinde, zulmünüzde boğulacak ve tarihin tozlu sayfalarında unutulmaya mahkûm olacaksınız.
Sonuç
Zulmün leş ve leşkerlerine bu dünyada yer yoktur. İnsanlık, adalet, merhamet ve barış temelinde bir araya geldiğinde, zulmün hükmü sona erecektir. Bu yüzden, zulme sessiz kalmamalı, mazlumların yanında yer almalı ve adalet için mücadele etmeliyiz. Çünkü zulmün karanlığında boğulanlar, sonunda yalnızca zalimlerin kendisi olacaktır.
Adalet, insanlığın en büyük umududur. Ve unutulmamalıdır ki, zulümle abat olan, zulümle helak olur.
Zulüm, insanlık tarihinin her döneminde var olmuş bir olgudur. Ancak asrımızda, teknolojinin ve medyanın gelişmesiyle birlikte zulmün gerçek yüzü daha görünür hale geldi. Dünya, savaşlar, ekonomik eşitsizlikler, insan hakları ihlalleri ve çevresel felaketlerle sarsılırken, zulüm her zamankinden daha açık bir şekilde kendini göstermektedir.
Asrımızdaki Zulüm Biçimleri
Günümüzde zulüm, geçmişten farklı olarak daha karmaşık ve geniş çaplı bir hal almıştır. Modern çağın zulüm biçimlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Savaş ve İşgaller: Dünyanın çeşitli bölgelerinde süregelen çatışmalar, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine ve milyonlarcasının evsiz kalmasına neden oluyor. Savaşlar sadece bir tarafın diğerine üstün gelme çabasından ibaret değil; aynı zamanda masum sivillerin hayatlarını alt üst eden büyük bir zulüm aracıdır.
2. Ekonomik Eşitsizlik: Küresel kapitalizm, zengin ve fakir arasındaki uçurumu daha da derinleştirirken, birçok insan açlık, yoksulluk ve kötü yaşam koşullarıyla mücadele ediyor. Dünyanın bir kısmı bolluk içinde yaşarken, diğer kısmı temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Bu, ekonomik adaletsizliğin ve sosyal zulmün açık bir göstergesidir.
3. İnsan Hakları İhlalleri: Asrımızda baskıcı rejimler, azınlık gruplarına yönelik şiddet ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi birçok insan hakları ihlali yaşanmaktadır. İfade özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve kadın hakları gibi temel haklar hala birçok yerde çiğnenmektedir.
4. Çevresel Tahribat: Doğaya karşı işlenen suçlar, dolaylı olarak insanlığa karşı işlenen zulmün bir parçasıdır. İklim değişikliği, ormanların yok edilmesi, su kaynaklarının tükenmesi ve çevre kirliliği, özellikle savunmasız toplumlar üzerinde büyük bir yıkım oluşturmaktadır.
5. Teknolojik Baskı: Dijital çağda, bireylerin mahremiyeti ve özgürlüğü büyük tehdit altındadır. Sosyal medya manipülasyonları, kitlesel gözetim ve yanlış bilgilendirme, modern zulmün yeni yüzleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Zulmün Görünürlük Kazanması
Günümüzde zulüm, medya ve sosyal ağlar sayesinde daha görünür hale gelmiştir. Artık bir olay, dünyanın diğer ucundaki bir birey tarafından saniyeler içinde kaydedilip paylaşılabiliyor. Bu görünürlük, bir yandan zulme karşı farkındalık yaratırken, diğer yandan bireylerin bu tür olaylara duyarsızlaşmasına neden olabiliyor.
Ancak zulmün daha fazla görünür olması, toplumlara bu adaletsizliklerle mücadele etme sorumluluğunu da yüklemiştir. İnsanlar artık zulme tanık olduklarında sessiz kalmak yerine, seslerini duyurabilecekleri bir platforma sahiptir.
Zulme Karşı Durmanın Önemi
Zulmü ortadan kaldırmanın yolu, bireylerin ve toplumların birlikte hareket etmesinden geçer. Sessiz kalmak, zulmü meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu nedenle:
1. Bilgilenmek ve Farkındalık Oluşturmak: İnsanlar, zulmün nerede ve nasıl gerçekleştiğini öğrenmeli ve bu konuda çevresini bilinçlendirmelidir.
2. Adalet İçin Mücadele Etmek: Bireyler, zulüm karşısında yerel ve küresel platformlarda adalet için mücadele etmeli, hak savunuculuğu yapmalıdır.
3. Dayanışma ve Yardımlaşma: Zulme uğrayan gruplara destek olmak, onların seslerini daha güçlü duyurmalarına yardımcı olur.
4. Eyleme Geçmek: Sadece izlemek ve konuşmak yerine, somut adımlar atarak zulmün son bulması için aktif çaba harcanmalıdır.
Sonuç
Asrımız, teknolojik ve sosyal ilerlemelerin yanı sıra, zulmün daha açık ve geniş çaplı bir şekilde kendini gösterdiği bir dönem olmuştur. Ancak bu durum, aynı zamanda zulme karşı mücadele etmek için daha fazla fırsat ve araç sunduğu bir dönemdir. İnsanlık, zulme karşı birlikte hareket ettiği sürece, daha adil ve barışçıl bir dünya inşa edebilir.
Unutulmamalıdır ki, zulme sessiz kalmak, onun bir parçası olmak demektir. Asrımızdaki zulmün gerçek yüzünü görmeli, onu değiştirmek için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü adalet, ancak zulme karşı verilen mücadeleyle kazanılır.
Sessiz çığlık, duyulmayan bir acının, fark edilmeyen bir mücadelenin ve göz ardı edilen bir gerçekliğin sembolüdür. Her gün çevremizde, gözlerimizin önünde ya da uzak diyarlarda, insanlar sessiz çığlıklar atmaktadır. Bazen bu çığlık, bir çocuğun şiddet gördüğünde içine attığı korku; bazen bir kadının haksızlık karşısında sustuğu an; bazen de toplumun sessizce görmezden geldiği bir grubun yardım çağrısıdır.
Sessiz Çığlık Nedir?
Sessiz çığlık, fiziksel bir ses çıkarmaz; ama ruhun derinliklerinden yankılanır. Bu, dile getirilemeyen, ifade edilemeyen bir çığlıktır. İnsanlar çoğu zaman korku, utanç, çaresizlik ya da toplumsal baskı nedeniyle bu çığlığı gizler. Ancak bu, onların hissetmediği anlamına gelmez. Sessiz çığlıklar, çoğu zaman bir toplumun vicdanında derin yaralar bırakır.
Sessiz Çığlıkların Sebepleri
Sessiz çığlıkların arkasında genellikle şu nedenler yatar:
1. Toplumsal Baskı: İnsanlar, toplumun kendilerini yargılayacağından ya da dışlayacağından korkarak sorunlarını dile getirmez.
2. Korku ve Tehdit: Şiddet gören bir birey, daha büyük bir zarar görmemek için sessiz kalabilir.
3. Çaresizlik: Bazı insanlar, sorunlarını dile getirseler bile bir değişiklik olmayacağını düşündükleri için sessiz kalmayı tercih eder.
4. Sıkılma ve Utanç: Ruhsal sağlık sorunları, istismar ya da ayrımcılık gibi konular, mağdurların utanmasına ve sessiz kalmasına neden olabilir.
Sessiz Çığlıkları Duyabilmek
Sessiz çığlıkları duymak, yalnızca kulaklarımızla değil, kalbimizle ve vicdanımızla mümkündür. Bunun için empati, dikkat ve farkındalık gerekir. İnsanlar genellikle acılarını doğrudan ifade edemez; ancak davranışları, duruşları ya da sessizlikleriyle yardım çağrısında bulunurlar. Bu çağrıyı fark etmek, toplumsal sorumluluğumuzdur.
Sessiz Çığlıkları Susturmak
Sessiz çığlıkları susturmanın tek yolu, bu çığlıkları görmezden gelmek değil; onları anlamak, dile getirmek ve çözümler üretmektir. Bunun için:
1. Empati Kurmak: İnsanların ne hissettiğini anlamaya çalışmak ve onlara destek olmak, sessiz çığlıkları duyurmanın ilk adımıdır.
2. Farkındalık Oluşturmak: Toplumda sessiz kalan gruplar hakkında bilinçlenmek ve bilinçlendirmek gerekir.
3. Adaletin Sağlanması: Zulüm, haksızlık ya da şiddet gören bireylerin adalete erişimi sağlanmalı ve hakları korunmalıdır.
4. Dayanışma: İnsanların yalnız olmadığını hissetmeleri için onlarla dayanışma içerisinde olmak önemlidir.
Sessiz Çığlıklar Geleceğimizi Belirler
Bir toplum, sessiz çığlıkları ne kadar duyabiliyorsa, o kadar güçlü ve adil olur. Çocukların, kadınların, yaşlıların, engelli bireylerin, mültecilerin ve tüm mazlumların sessiz çığlıkları duyulmadıkça, dünya daha karanlık bir yer olur. Ancak bu çığlıklar duyulduğunda ve hak ettikleri şekilde karşılık bulduğunda, umut yeniden doğar.
Sonuç
Sessiz çığlıklar, duyulmayan acıların en derin ifadesidir. İnsanlık, bu çığlıkları duyup harekete geçtiğinde, daha adil, daha eşit ve daha merhametli bir dünya mümkün olacaktır. Unutulmamalıdır ki her sessiz çığlık, duyulmayı ve anlaşılmayı bekleyen bir hikayedir. Bu hikayelerin farkında olmalı, insanlara yalnız olmadıklarını hissettirmeliyiz. Çünkü bazen en büyük iyilik, sadece bir çığlığı duymakla başlar.
Zulüm, insanlık tarihinin kara lekelerinden biridir. Nerede bir birey, topluluk ya da millet haksızlığa uğruyorsa, orada zulüm vardır. Zulüm, bir insanın ya da bir grubun başka bir insan ya da gruba karşı adaletsizce, acımasızca ve ahlaka aykırı şekilde güç kullanmasıdır. Bu, yalnızca fiziksel şiddeti değil; ekonomik sömürüyü, sosyal dışlamayı ve hakların gaspını da içerir.
Bu nedenle, “Zulüm zulümattır” ifadesi, zulmün her türlüsünün karanlık bir gerçek olduğunu vurgular. Adına ne derseniz deyin, hangi bahaneyle meşrulaştırmaya çalışırsanız çalışın, zulüm asla kabul edilemez. İnsanlık, tarih boyunca zulme karşı direniş göstermiş, özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadele etmiştir.
Zulmün Sebepleri
Zulmün kökünde genellikle güç ve iktidar arzusu yatar. Bir kişi ya da grup, gücünü korumak ya da artırmak adına diğerlerini ezmekten çekinmez. Çoğu zaman bu zulüm, farklılıkların hoşgörüsüzlüğünden, korkudan veya çıkar çatışmalarından kaynaklanır. Ancak zulmün hiçbir gerekçesi, insanlık onuruna zarar veren bu davranışı haklı çıkaramaz.
Zulme Karşı Duruş
Zulmü ortadan kaldırmanın ilk adımı, ona karşı bilinçli bir duruş sergilemektir. Sessizlik, çoğu zaman zulmün devam etmesine imkan sağlar. Bir zulmün farkında olup ona ses çıkarmamak, o zulmün bir parçası haline gelmek anlamına gelir. Bu nedenle, bireyler ve toplumlar, adaletsizliğe karşı seslerini yükseltmeli, mazlumların yanında yer almalı ve her türlü baskıya karşı direnmelidir.
Tarihten Dersler
Tarih, zulmün bir gün mutlaka sona erdiğini ve adaletin galip geldiğini gösteren örneklerle doludur. Firavunların baskısı altında ezilen halkların direnişi, sömürgecilik karşısında bağımsızlık hareketleri ve ırkçılığa karşı verilen mücadeleler, zulmün karanlığının sonunda mutlaka aydınlığa yerini bıraktığını kanıtlar. Ancak bu, kolay kazanılmış bir zafer değildir. Zulümle mücadele, kararlılık ve dayanışma gerektirir.
Sonuç
“Zulüm zulümattır” ifadesi, bizlere insanlığın ortak değerlerini hatırlatır. Adalet, özgürlük ve insan hakları, hiçbir şekilde ihlal edilemeyecek evrensel değerlerdir. Zulmün olduğu yerde adaletten, barıştan ve insanlık onurundan söz edilemez. Bu nedenle, zulme karşı durmak sadece bir seçenek değil, bir zorunluluktur.
Her bir birey, kendi çevresinde adaleti savunarak zulme karşı koyabilir. Çünkü unutulmamalıdır ki, karanlık ancak ışıkla dağılır, zulüm ancak dirençle son bulur.
Ey her şeyi gören, bilen ve merhameti sonsuz olan Allah’ım,
Bu dilekçe, Senin adaletine ve merhametine sığınan bir kulun aciz kalemiyle yazdığı bir feryattır. Yeryüzünde masumların çığlıkları yükselirken, zalimlerin eli kolu serbestçe dolaşıyor. Biz, unuttuğumuz vicdanımızla, terk ettiğimiz kardeşlerimizle Sana sığınıyoruz.
Ey Rabbimiz, Bizi Affet.
Biz, zalimi durdurmadığımız için suçluyuz.
Biz, mazluma el uzatmadığımız için sorumluyuz.
Gazze’de bombalar altında ezilen çocuklar, Yemen’de açlıktan ölen bebekler, Halep’te enkaz altında kalan analar… Her biri bizim utancımızdır.
> “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun!” (Tahrim Suresi, 6)
Ama biz kendimizi bile koruyamaz haldeyiz, Allah’ım. Dünyanın nimetlerine dalmış, kardeşlerimizi unutmuşuz. Bizi bu gafletten uyandır!
Zalimlere Dur De, Mazlumlara Umut Ol.
Ey Rabbimiz, zulüm topraklarımızı kasıp kavuruyor.
Güçlü olan haklı sayılıyor, mazlum olan eziliyor.
Bir yetimin gözyaşı, tüm insanlığın utancıdır. Ama biz o gözyaşını görmezden geldik.
> “Zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur!” (Hud Suresi, 113)
Biz zalime dur diyemedik. Onlara meyletmedik belki, ama susarak ortak olduk. Bu suskunluğumuzu bağışla, Rabbim!
Masumların Feryadını Duy.
Ey Rabbimiz,
Gazze’de soğuktan donan çocuklar,
Afrika’da açlıkla sınanan analar,
Doğu Türkistan’da özgürlüğe hasret kardeşlerimiz…
Hepsi Sana sığınıyor.
Onların dualarını kabul et, Allah’ım.
Onların acılarını dindir. Bizleri, onların yardımına koşanlardan eyle.
Bizleri Bağışla, Bize Güç Ver.
Ey Rabbimiz,
Biz kendimizi kaybettik.
Bizi, Senin yoluna döndür.
Bizi, zalime karşı mazlumun yanında duracak bir ümmet eyle.
Bizim kalplerimizi merhametle, elimizi kardeşlerimize yardım ulaştırma gayretiyle doldur.
Son Söz: Adaletinle Bizi Yargıla.
Ey Allah’ım,
Biz bu dilekçeyi aciz kulların olarak Sana sunuyoruz.
Adaletinle, merhametinle bizleri yargıla.
Mazlumların şikâyetinden, zalimlerin cezalandırılmasından korkuyoruz.
Bizi, zulmü bitirenlerden, mazlumu ayağa kaldıranlardan eyle.
> “Ve de ki: ‘Rabbim, beni gireceğim yere doğrulukla girdir, çıkacağım yerden doğrulukla çıkar, ve bana tarafından yardımcı bir güç ver.'” (İsra Suresi, 80)
Amin…