İhanetin Bedeli: Osmanlı’da Hainliğin Hükmü ve Hikmeti
İhanetin Bedeli: Osmanlı’da Hainliğin Hükmü ve Hikmeti”
GİRİŞ
Devletin kalbi adalettir. Adaletin en büyük düşmanı ise ihanettir. Osmanlı, içten vurulmanın ne demek olduğunu sadece savaş meydanlarında değil, saray koridorlarında, kalem odalarında ve halk arasında da acı tecrübelerle öğrenmiştir. Hainlik; sadece bir vatana değil, bir millete, bir inanca, hatta bir asırlık emanete darbedir. Bu yüzden Osmanlı’da ihanete verilen ceza yalnızca bir hüküm değil, bir mesajdı: “Emanet sahibinindir; hain emanete el süremez.”
1. İHANETİN TANIMI VE TÜRLERİ
Osmanlı hukukunda “hainlik” çoğunlukla “hıyanet, fitne, gizli düşmanlık” gibi kavramlarla anılır. Hainliğin birçok şekli mevcuttu:
Devlet sırrını düşmana vermek (casusluk)
İsyan çıkarmak
Padişaha, orduya, devlete sadakat yemini bozmak
Ticaret yoluyla düşmana hizmet etmek
Müslüman cemaati içeriden ifsat etmek
2. KADI DEFTERLERİNDE HİYANET HÜKÜMLERİNDEN ÖRNEKLER
A. Devlet Sırrını Düşmana Veren Bir Kâtip (İstanbul, 1589)
> “Divan-ı Hümayun kâtibi Ali bin Mehmed’in, Lehistan sefiriyle sır görüşmeler yaptığı, Osmanlı sefer güzergâhlarını fâş ettiği sabit olmuş; cemaat-i ulemadan fetva alınarak idam olunmasına karar verilmiştir.”
(İstanbul Kadı Sicili, Defter no: 1342, s. 278)
B. İç İsyana Öncülük Eden Kadızâde Takipçisi (Manisa, 1654)
> “Mehdi olduğunu iddia eden Mustafa, halkı ‘Padişah zalimdir, şeriat bizdedir’ diyerek isyana teşvik etmiş, 37 kişilik bir grupla zâviyeleri basmıştır. Kadı, fermanla cezalandırılmasını emretmiş; halka ibret olması için asılarak cezalandırılmıştır.”
(Manisa Kadı Sicili, Defter no: 1010, s. 116)
C. Düşmanla Ticareti Bilerek Yürüten Tüccar (Edirne, 1712)
> “Sultan’ın seferde olduğu dönemde, Ruslarla kara yoluyla zahire ticareti yapan Hayreddin’in malları müsadere olunmuş, kendisi sınır dışına sürülmüştür. Kadı, ‘Devlete sırt çeviren, rızkı da hürmeti de kaybeder’ diyerek hüküm vermiştir.”
(Edirne Kadı Defteri, No: 241, s. 89)
3. CEZALARIN UYGULANMASI
İdam:
En sık uygulanan ceza idi. İhanet sabit olursa özellikle devlet görevlileri için hemen uygulanırdı.
Genellikle padişah fermanı ile olurdu. Bazı durumlarda mahkeme fetvası da aranırdı.
Sürgün veya Kalebentlik:
Doğrudan savaş dışı fakat zararlı işlerde bulunanlar kalelere sürülürdü.
Kalebent, zincirli olarak kalelerde angarya ile cezalandırılan kişiydi.
Müsadere:
Hainin malları kamuya devredilirdi. Hatta bazen ailesi bile devletten maaş alamazdı.
4. HİKMETLİ VE İBRETLİ HADİSELER
Sadrazam Sokullu’nun Uyarısı (1570):
> “Bir devlet dış düşmanla yıkılmaz; asıl tehlike, içteki hainin kalemidir.”
Sokullu Mehmet Paşa, kendisine getirilen bir casusluk haberinde ceza yerine “Ona bilgiyi sızdıran içeridekini bulun” demiştir. Çünkü en büyük hain, içeridekidir.
İç İsyanla Gelen Son (Patrona Halil İsyanı, 1730):
> Kıyafetle meyhanelerde halkı kışkırtan Halil, halkı kandırmış, yeniçerileri ayaklandırmıştı. Padişah III. Ahmed tahttan indirilmişti. Fakat kısa sürede hainlerin kendi kuyusuna düştüğü görülmüş; Halil halk önünde ibretlik şekilde idam edilmiştir.
5. ADALET Mİ, İNTİKAM MI?
Osmanlı, hainliğe karşı sert ama ölçülü davranmıştır. Suç sabit değilse infaz edilmezdi. Birçok olayda sorgu, şahit, hatta halkın görüşü alınırdı. Çünkü padişahlar bile şu ilkeyle hareket ederdi:
> “Zulm ile abad olunmaz; adaletle hükmedilmeyen devlet, saltanat değildir.”
SONUÇ: BİR HAİN BİR ÜMMETİ YIKABİLİR
Osmanlı arşivleri, hainliğin yalnızca bir kişinin meselesi değil, bir ümmetin imtihanı olduğunu anlatır. Kadı defterleri, her hükümde şu dersi verir:
> “Hainler eliyle gelen bela, adaletle def edilir. Fakat adalet zayıflarsa, hainler hüküm sürer.”
Osmanlı, hainleri yalnız cezalandırmadı; onların ardında bıraktığı fitneyi de söndürmeye çalıştı. Bugün hâlâ bize düşen ders şudur:
> “Bir millet, düşmandan korkmaz; ama içindeki hainleri tanımazsa, geleceğini karanlığa gömer.”