EY ZULMÜN LEŞ VE LEŞKERLERİ, ZULMÜNÜZDE BOĞULUN!

EY ZULMÜN LEŞ VE LEŞKERLERİ, ZULMÜNÜZDE BOĞULUN!


Zulüm, insanlığın vicdanına saplanmış bir hançerdir. Zulmü yapanlar, yani zulmün “leş” ve “leşkerleri”, yalnızca mazlumlara değil, tüm insanlığa karşı suç işlerler. Bu insanlar, güç ve iktidar uğruna adaleti çiğner, insan haklarını yok sayar ve masumların acı çekmesine neden olurlar. Ancak unutulmamalıdır ki, zulümle yükselenlerin sonu daima karanlık bir çukura düşmektir.

Zulmün Yüzleri

Zulmün bir yüzü, savaş meydanlarında masum kanı döken zalim liderlerdir. Bir diğer yüzü, ekonomik çıkarlar için toplumları açlığa ve yoksulluğa mahkûm eden sistemlerdir. Ancak zulüm sadece bu kadar değildir; aile içi şiddetten sosyal ayrımcılığa, çevre tahribatından ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına kadar her yerde karşımıza çıkar.

Zulmün leş ve leşkerleri, kendilerini meşru göstermek için farklı maskeler takarlar. Bazen bir ideoloji, bazen bir çıkar, bazen de dini veya milli söylemlerle zulmü haklı göstermeye çalışırlar. Ancak ne maskeleri ne de bahaneleri, yaptıkları adaletsizlikleri örtbas edebilir.

Zulüm Edenler Nasıl Boğulacak?

Zulmedenler, kendi zulümlerinde boğulmaya mahkûmdur. Tarih, bunun sayısız örneğiyle doludur. Firavunlar, zalim hükümdarlar, diktatörler ve sömürü düzenlerini kuranlar, bir süre için başarılı gibi görünseler de, sonunda zulümleri onları yok etmiştir. Zulüm, sürdürülemez bir yalandır; çünkü adalet er ya da geç yerini bulur.

Bu boğulma, yalnızca fiziki bir yıkım değildir. Zulmedenler, vicdanlarının sessiz çığlıklarıyla da boğulurlar. Her ne kadar kendilerini haklı görseler de, zulümlerinin sonuçları karşısında kalpleri taşlaşmış olsa da, tarihin terazisi onların aleyhine döner.

Mazlumların Direnişi

Mazlumlar, tarih boyunca zalimlere karşı direnmiştir. Direniş, yalnızca fiziksel mücadeleyle değil; aynı zamanda ahlaki bir duruşla, sabırla ve hak arayışıyla gerçekleşir. Zulmün leşkerleri, ne kadar güçlü görünürse görünsün, mazlumların kararlılığı karşısında er ya da geç yenik düşer.

Bugün de dünyanın her yerinde mazlumlar, haklarını savunmak ve zulme karşı durmak için mücadele etmektedir. Bu mücadele, insanlığın onurunu ve vicdanını ayakta tutan en önemli güçtür.

Ey Zulmün Leş ve Leşkerleri!

Sizler, masumların üzerine basarak yükseldiğinizi zannediyorsunuz. Ancak unutmayın ki, zulümle yükselen, adaletle yıkılır. Mazlumların ahı, sizin sonunuzun habercisidir. Siz kendi çıkarlarınız için insanlık onurunu hiçe sayarken, aslında kendi sonunuzu hazırlıyorsunuz.

Adaletin ışığı er ya da geç doğacaktır. Mazlumların duası ve direnişi, zalimlerin karanlığını delip geçecektir. O gün geldiğinde, zulmünüzde boğulacak ve tarihin tozlu sayfalarında unutulmaya mahkûm olacaksınız.

Sonuç

Zulmün leş ve leşkerlerine bu dünyada yer yoktur. İnsanlık, adalet, merhamet ve barış temelinde bir araya geldiğinde, zulmün hükmü sona erecektir. Bu yüzden, zulme sessiz kalmamalı, mazlumların yanında yer almalı ve adalet için mücadele etmeliyiz. Çünkü zulmün karanlığında boğulanlar, sonunda yalnızca zalimlerin kendisi olacaktır.

Adalet, insanlığın en büyük umududur. Ve unutulmamalıdır ki, zulümle abat olan, zulümle helak olur.

 

 

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

ZULMÜN ASRIMIZDAKİ GERÇEK YÜZÜ KENDİNİ GÖSTERDİ

ZULMÜN ASRIMIZDAKİ GERÇEK YÜZÜ KENDİNİ GÖSTERDİ


Zulüm, insanlık tarihinin her döneminde var olmuş bir olgudur. Ancak asrımızda, teknolojinin ve medyanın gelişmesiyle birlikte zulmün gerçek yüzü daha görünür hale geldi. Dünya, savaşlar, ekonomik eşitsizlikler, insan hakları ihlalleri ve çevresel felaketlerle sarsılırken, zulüm her zamankinden daha açık bir şekilde kendini göstermektedir.

Asrımızdaki Zulüm Biçimleri

Günümüzde zulüm, geçmişten farklı olarak daha karmaşık ve geniş çaplı bir hal almıştır. Modern çağın zulüm biçimlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Savaş ve İşgaller: Dünyanın çeşitli bölgelerinde süregelen çatışmalar, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine ve milyonlarcasının evsiz kalmasına neden oluyor. Savaşlar sadece bir tarafın diğerine üstün gelme çabasından ibaret değil; aynı zamanda masum sivillerin hayatlarını alt üst eden büyük bir zulüm aracıdır.

2. Ekonomik Eşitsizlik: Küresel kapitalizm, zengin ve fakir arasındaki uçurumu daha da derinleştirirken, birçok insan açlık, yoksulluk ve kötü yaşam koşullarıyla mücadele ediyor. Dünyanın bir kısmı bolluk içinde yaşarken, diğer kısmı temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Bu, ekonomik adaletsizliğin ve sosyal zulmün açık bir göstergesidir.

3. İnsan Hakları İhlalleri: Asrımızda baskıcı rejimler, azınlık gruplarına yönelik şiddet ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi birçok insan hakları ihlali yaşanmaktadır. İfade özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve kadın hakları gibi temel haklar hala birçok yerde çiğnenmektedir.

4. Çevresel Tahribat: Doğaya karşı işlenen suçlar, dolaylı olarak insanlığa karşı işlenen zulmün bir parçasıdır. İklim değişikliği, ormanların yok edilmesi, su kaynaklarının tükenmesi ve çevre kirliliği, özellikle savunmasız toplumlar üzerinde büyük bir yıkım oluşturmaktadır.

5. Teknolojik Baskı: Dijital çağda, bireylerin mahremiyeti ve özgürlüğü büyük tehdit altındadır. Sosyal medya manipülasyonları, kitlesel gözetim ve yanlış bilgilendirme, modern zulmün yeni yüzleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Zulmün Görünürlük Kazanması

Günümüzde zulüm, medya ve sosyal ağlar sayesinde daha görünür hale gelmiştir. Artık bir olay, dünyanın diğer ucundaki bir birey tarafından saniyeler içinde kaydedilip paylaşılabiliyor. Bu görünürlük, bir yandan zulme karşı farkındalık yaratırken, diğer yandan bireylerin bu tür olaylara duyarsızlaşmasına neden olabiliyor.

Ancak zulmün daha fazla görünür olması, toplumlara bu adaletsizliklerle mücadele etme sorumluluğunu da yüklemiştir. İnsanlar artık zulme tanık olduklarında sessiz kalmak yerine, seslerini duyurabilecekleri bir platforma sahiptir.

Zulme Karşı Durmanın Önemi

Zulmü ortadan kaldırmanın yolu, bireylerin ve toplumların birlikte hareket etmesinden geçer. Sessiz kalmak, zulmü meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu nedenle:

1. Bilgilenmek ve Farkındalık Oluşturmak: İnsanlar, zulmün nerede ve nasıl gerçekleştiğini öğrenmeli ve bu konuda çevresini bilinçlendirmelidir.

2. Adalet İçin Mücadele Etmek: Bireyler, zulüm karşısında yerel ve küresel platformlarda adalet için mücadele etmeli, hak savunuculuğu yapmalıdır.

3. Dayanışma ve Yardımlaşma: Zulme uğrayan gruplara destek olmak, onların seslerini daha güçlü duyurmalarına yardımcı olur.

4. Eyleme Geçmek: Sadece izlemek ve konuşmak yerine, somut adımlar atarak zulmün son bulması için aktif çaba harcanmalıdır.

Sonuç

Asrımız, teknolojik ve sosyal ilerlemelerin yanı sıra, zulmün daha açık ve geniş çaplı bir şekilde kendini gösterdiği bir dönem olmuştur. Ancak bu durum, aynı zamanda zulme karşı mücadele etmek için daha fazla fırsat ve araç sunduğu bir dönemdir. İnsanlık, zulme karşı birlikte hareket ettiği sürece, daha adil ve barışçıl bir dünya inşa edebilir.

Unutulmamalıdır ki, zulme sessiz kalmak, onun bir parçası olmak demektir. Asrımızdaki zulmün gerçek yüzünü görmeli, onu değiştirmek için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü adalet, ancak zulme karşı verilen mücadeleyle kazanılır.

 

 

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

SESSİZ ÇIĞLIK

SESSİZ ÇIĞLIK


Sessiz çığlık, duyulmayan bir acının, fark edilmeyen bir mücadelenin ve göz ardı edilen bir gerçekliğin sembolüdür. Her gün çevremizde, gözlerimizin önünde ya da uzak diyarlarda, insanlar sessiz çığlıklar atmaktadır. Bazen bu çığlık, bir çocuğun şiddet gördüğünde içine attığı korku; bazen bir kadının haksızlık karşısında sustuğu an; bazen de toplumun sessizce görmezden geldiği bir grubun yardım çağrısıdır.

Sessiz Çığlık Nedir?

Sessiz çığlık, fiziksel bir ses çıkarmaz; ama ruhun derinliklerinden yankılanır. Bu, dile getirilemeyen, ifade edilemeyen bir çığlıktır. İnsanlar çoğu zaman korku, utanç, çaresizlik ya da toplumsal baskı nedeniyle bu çığlığı gizler. Ancak bu, onların hissetmediği anlamına gelmez. Sessiz çığlıklar, çoğu zaman bir toplumun vicdanında derin yaralar bırakır.

Sessiz Çığlıkların Sebepleri

Sessiz çığlıkların arkasında genellikle şu nedenler yatar:

1. Toplumsal Baskı: İnsanlar, toplumun kendilerini yargılayacağından ya da dışlayacağından korkarak sorunlarını dile getirmez.

2. Korku ve Tehdit: Şiddet gören bir birey, daha büyük bir zarar görmemek için sessiz kalabilir.

3. Çaresizlik: Bazı insanlar, sorunlarını dile getirseler bile bir değişiklik olmayacağını düşündükleri için sessiz kalmayı tercih eder.

4. Sıkılma ve Utanç: Ruhsal sağlık sorunları, istismar ya da ayrımcılık gibi konular, mağdurların utanmasına ve sessiz kalmasına neden olabilir.

Sessiz Çığlıkları Duyabilmek

Sessiz çığlıkları duymak, yalnızca kulaklarımızla değil, kalbimizle ve vicdanımızla mümkündür. Bunun için empati, dikkat ve farkındalık gerekir. İnsanlar genellikle acılarını doğrudan ifade edemez; ancak davranışları, duruşları ya da sessizlikleriyle yardım çağrısında bulunurlar. Bu çağrıyı fark etmek, toplumsal sorumluluğumuzdur.

Sessiz Çığlıkları Susturmak

Sessiz çığlıkları susturmanın tek yolu, bu çığlıkları görmezden gelmek değil; onları anlamak, dile getirmek ve çözümler üretmektir. Bunun için:

1. Empati Kurmak: İnsanların ne hissettiğini anlamaya çalışmak ve onlara destek olmak, sessiz çığlıkları duyurmanın ilk adımıdır.

2. Farkındalık Oluşturmak: Toplumda sessiz kalan gruplar hakkında bilinçlenmek ve bilinçlendirmek gerekir.

3. Adaletin Sağlanması: Zulüm, haksızlık ya da şiddet gören bireylerin adalete erişimi sağlanmalı ve hakları korunmalıdır.

4. Dayanışma: İnsanların yalnız olmadığını hissetmeleri için onlarla dayanışma içerisinde olmak önemlidir.

Sessiz Çığlıklar Geleceğimizi Belirler

Bir toplum, sessiz çığlıkları ne kadar duyabiliyorsa, o kadar güçlü ve adil olur. Çocukların, kadınların, yaşlıların, engelli bireylerin, mültecilerin ve tüm mazlumların sessiz çığlıkları duyulmadıkça, dünya daha karanlık bir yer olur. Ancak bu çığlıklar duyulduğunda ve hak ettikleri şekilde karşılık bulduğunda, umut yeniden doğar.

Sonuç

Sessiz çığlıklar, duyulmayan acıların en derin ifadesidir. İnsanlık, bu çığlıkları duyup harekete geçtiğinde, daha adil, daha eşit ve daha merhametli bir dünya mümkün olacaktır. Unutulmamalıdır ki her sessiz çığlık, duyulmayı ve anlaşılmayı bekleyen bir hikayedir. Bu hikayelerin farkında olmalı, insanlara yalnız olmadıklarını hissettirmeliyiz. Çünkü bazen en büyük iyilik, sadece bir çığlığı duymakla başlar.

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

ZULÜM ZULÜMATTIR

ZULÜM ZULÜMATTIR


Zulüm, insanlık tarihinin kara lekelerinden biridir. Nerede bir birey, topluluk ya da millet haksızlığa uğruyorsa, orada zulüm vardır. Zulüm, bir insanın ya da bir grubun başka bir insan ya da gruba karşı adaletsizce, acımasızca ve ahlaka aykırı şekilde güç kullanmasıdır. Bu, yalnızca fiziksel şiddeti değil; ekonomik sömürüyü, sosyal dışlamayı ve hakların gaspını da içerir.

Bu nedenle, “Zulüm zulümattır” ifadesi, zulmün her türlüsünün karanlık bir gerçek olduğunu vurgular. Adına ne derseniz deyin, hangi bahaneyle meşrulaştırmaya çalışırsanız çalışın, zulüm asla kabul edilemez. İnsanlık, tarih boyunca zulme karşı direniş göstermiş, özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadele etmiştir.

Zulmün Sebepleri

Zulmün kökünde genellikle güç ve iktidar arzusu yatar. Bir kişi ya da grup, gücünü korumak ya da artırmak adına diğerlerini ezmekten çekinmez. Çoğu zaman bu zulüm, farklılıkların hoşgörüsüzlüğünden, korkudan veya çıkar çatışmalarından kaynaklanır. Ancak zulmün hiçbir gerekçesi, insanlık onuruna zarar veren bu davranışı haklı çıkaramaz.

Zulme Karşı Duruş

Zulmü ortadan kaldırmanın ilk adımı, ona karşı bilinçli bir duruş sergilemektir. Sessizlik, çoğu zaman zulmün devam etmesine imkan sağlar. Bir zulmün farkında olup ona ses çıkarmamak, o zulmün bir parçası haline gelmek anlamına gelir. Bu nedenle, bireyler ve toplumlar, adaletsizliğe karşı seslerini yükseltmeli, mazlumların yanında yer almalı ve her türlü baskıya karşı direnmelidir.

Tarihten Dersler

Tarih, zulmün bir gün mutlaka sona erdiğini ve adaletin galip geldiğini gösteren örneklerle doludur. Firavunların baskısı altında ezilen halkların direnişi, sömürgecilik karşısında bağımsızlık hareketleri ve ırkçılığa karşı verilen mücadeleler, zulmün karanlığının sonunda mutlaka aydınlığa yerini bıraktığını kanıtlar. Ancak bu, kolay kazanılmış bir zafer değildir. Zulümle mücadele, kararlılık ve dayanışma gerektirir.

Sonuç

“Zulüm zulümattır” ifadesi, bizlere insanlığın ortak değerlerini hatırlatır. Adalet, özgürlük ve insan hakları, hiçbir şekilde ihlal edilemeyecek evrensel değerlerdir. Zulmün olduğu yerde adaletten, barıştan ve insanlık onurundan söz edilemez. Bu nedenle, zulme karşı durmak sadece bir seçenek değil, bir zorunluluktur.

Her bir birey, kendi çevresinde adaleti savunarak zulme karşı koyabilir. Çünkü unutulmamalıdır ki, karanlık ancak ışıkla dağılır, zulüm ancak dirençle son bulur.

Adaletin hâkim olduğu bir dünya dileğiyle…

 

 

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

ALLAH’A VERİLEN DİLEKÇE

ALLAH’A VERİLEN DİLEKÇE


Bu bir Allah’a Verilen Dilekçe Örneğidir.

Ey her şeyi gören, bilen ve merhameti sonsuz olan Allah’ım,
Bu dilekçe, Senin adaletine ve merhametine sığınan bir kulun aciz kalemiyle yazdığı bir feryattır. Yeryüzünde masumların çığlıkları yükselirken, zalimlerin eli kolu serbestçe dolaşıyor. Biz, unuttuğumuz vicdanımızla, terk ettiğimiz kardeşlerimizle Sana sığınıyoruz.

Ey Rabbimiz, Bizi Affet.

Biz, zalimi durdurmadığımız için suçluyuz.
Biz, mazluma el uzatmadığımız için sorumluyuz.
Gazze’de bombalar altında ezilen çocuklar, Yemen’de açlıktan ölen bebekler, Halep’te enkaz altında kalan analar… Her biri bizim utancımızdır.

> “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun!” (Tahrim Suresi, 6)

Ama biz kendimizi bile koruyamaz haldeyiz, Allah’ım. Dünyanın nimetlerine dalmış, kardeşlerimizi unutmuşuz. Bizi bu gafletten uyandır!

Zalimlere Dur De, Mazlumlara Umut Ol.

Ey Rabbimiz, zulüm topraklarımızı kasıp kavuruyor.
Güçlü olan haklı sayılıyor, mazlum olan eziliyor.
Bir yetimin gözyaşı, tüm insanlığın utancıdır. Ama biz o gözyaşını görmezden geldik.

> “Zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur!” (Hud Suresi, 113)

Biz zalime dur diyemedik. Onlara meyletmedik belki, ama susarak ortak olduk. Bu suskunluğumuzu bağışla, Rabbim!

Masumların Feryadını Duy.

Ey Rabbimiz,
Gazze’de soğuktan donan çocuklar,
Afrika’da açlıkla sınanan analar,
Doğu Türkistan’da özgürlüğe hasret kardeşlerimiz…
Hepsi Sana sığınıyor.

Onların dualarını kabul et, Allah’ım.
Onların acılarını dindir. Bizleri, onların yardımına koşanlardan eyle.

Bizleri Bağışla, Bize Güç Ver.

Ey Rabbimiz,
Biz kendimizi kaybettik.
Bizi, Senin yoluna döndür.
Bizi, zalime karşı mazlumun yanında duracak bir ümmet eyle.
Bizim kalplerimizi merhametle, elimizi kardeşlerimize yardım ulaştırma gayretiyle doldur.

Son Söz: Adaletinle Bizi Yargıla.

Ey Allah’ım,
Biz bu dilekçeyi aciz kulların olarak Sana sunuyoruz.
Adaletinle, merhametinle bizleri yargıla.
Mazlumların şikâyetinden, zalimlerin cezalandırılmasından korkuyoruz.
Bizi, zulmü bitirenlerden, mazlumu ayağa kaldıranlardan eyle.

> “Ve de ki: ‘Rabbim, beni gireceğim yere doğrulukla girdir, çıkacağım yerden doğrulukla çıkar, ve bana tarafından yardımcı bir güç ver.'” (İsra Suresi, 80)
Amin…

 

 

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

ALLAH’A ÜMMETİ VE İNSANLIĞI ŞİKâYETE GİDEN ÇOCUKLAR

ALLAH’A ÜMMETİ VE İNSANLIĞI ŞİKâYETE GİDEN ÇOCUKLAR


Ağır bir yük.

Allah’a Ümmeti ve İnsanlığı Şikâyete Giden Çocuklar.

Onlar küçücük bedenleriyle dünyanın en ağır yüklerini taşıyan çocuklar… Bombalar altında, açlığın, soğuğun ve korkunun gölgesinde büyüyemeyen, büyüyemeden yok olan masumlar… İnsanlığın vicdanını her gün mahkemeye çıkaran çocuklar…

Her biri, Allah’a şikâyetle gidiyor. Ümmetin suskunluğunu, insanlığın duyarsızlığını, zalimlerin bitmek bilmeyen zulmünü O’na anlatıyorlar. Onlar mahşer gününde sessiz kalmayacaklar; yeryüzünde bırakıldıkları yalnızlığın hesabını soracaklar.

Çocukların Şikâyeti.

Ey Allah’ım,
Bizi neden korumadılar?
Güzel bir geleceği hak etmiyor muyduk? Annemizi kollarımızdan, babamızı dualarımızdan aldıklarında neden kimse ses çıkarmadı?

Kardeşlik, merhamet, adalet dediler. Ama bize bunlardan hiçbiri gelmedi. Açlığın bizi bitirdiği gecelerde, bombaların gökyüzünü aydınlattığı sabahlarda sadece Sana sığınabildik. Bize merhamet etmesi gerekenler bizi unuttu, bizi savunması gerekenler yüzlerini çevirdi.

Biz suçlu muyduk, Allah’ım? Çocuk olmak, oyunlar oynamak, hayal kurmak suç muydu?

Mazlumların Feryadı.

Onlar, yetim kaldıklarında ümmetin onları bağrına basacağını sandılar. Evleri yıkıldığında bir elin uzanacağını düşündüler. Ancak ne bir el geldi ne de bir ses duyuldu. Ümmet sustu, insanlık sustu. Sessizlik, zulmün en büyük ortağı oldu.

Her gün Gazze’de, Halep’te, Yemen’de ve dünyanın dört bir yanında Allah’a yükselen çocuk çığlıkları, insanlığın en büyük utancı oldu. O çığlıklar, mahşerde tanıklık edecek:

> “Ey Rabbimiz, bizi koruyamayan ümmeti ve insanlığı Sana şikâyet ediyoruz. Onlar kardeşlikten söz ettiler ama bizi yalnız bıraktılar. Biz ölürken onlar sustular, gözlerini kapattılar. Zalime dur demediler.”

Sorumluluğumuz.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

> “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Bu hadis, bize sadece coğrafi komşuluk değil, ümmetin her ferdine karşı sorumluluklarımızı hatırlatıyor. Bugün Gazze’nin, Yemen’in, Suriye’nin çocukları bizim kardeşlerimizdir. Ve biz, onların şikâyetleri arasında olmamak için harekete geçmek zorundayız.

> Bir yetimin gözyaşı, insanlığın utancıdır. Bir çocuğun feryadı, Allah’a açılan bir davadır. Bu dava bizim de kaderimizi belirleyecek.

Vicdanları Uyandırmak.

Her çocuk doğduğu anda masumiyetin sembolüdür. Ama bugün, zulmün altında ezilen çocuklar, bizim eksikliğimizi ve duyarsızlığımızı gösteriyor. Allah’a gidip ümmeti ve insanlığı şikâyet eden o masum çocukların sessizliğini bozması gerekir.

Onları yalnız bırakmayalım. Dua ile, yardım ile, dayanışma ile bu çığlıklara karşılık verelim. Çünkü bir çocuğun Allah’a şikâyeti, sadece zalimi değil, sessiz kalanları da mahkûm eder.

Son Söz.

O çocuklar Allah’ın huzurunda durduklarında, bizi de şikâyet edenler arasında saymasınlar. Onların duasında, gözyaşında, feryadında bir umut olalım. Vicdanlarımızı uyandıralım, kardeşliğimizi hatırlayalım.

> “Ey Allah’ım,
Masumların gözyaşıyla yargıla bizi.
Çocukların mahşerdeki şikâyetinden koru.
Onlara huzur dolu bir dünya sunmayı bize nasip et.”

 

 

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

DÜN BOĞULAN AYLİN BEBEK, BUGÜN DONAN GAZZE.

DÜN BOĞULAN AYLİN BEBEK, BUGÜN DONAN GAZZE.


Bakıp görmediğimiz Aylin, duyup anlamadığımız Gazze.

Dün Boğulan Aylin Bebek, Bugün Donan Gazze.

Aylin bebek… Küçücük bedeniyle denizin soğuk sularında hayallerini kaybetti. Gözlerini bu dünyaya açan ama ne sevgiyle büyüyebilen ne de güvenli bir geleceğe ulaşabilen bir masum. Aylin’in cansız bedeni sahile vurduğunda insanlığın vicdanı bir kez daha yara aldı.

Bugün o sahilden kilometrelerce uzakta, Gazze’de çocuklar soğuktan, açlıktan, korkudan ölüyor. Dün denizde boğulan Aylin bebek, bugün Gazze’nin sokaklarında donuyor. Dünyanın sessizliği, Aylin’in çığlığı kadar yankılanıyor.

Aylin’in Çığlığı ve Gazze’nin Sessizliği.

Aylin, savaşlardan, yoksulluktan, zulümden kaçmaya çalışırken boğuldu. O küçücük bedeni, insanlığın ne kadar çaresiz olduğunu gösterdi. Gazze’deki çocuklar ise hiçbir yere kaçamıyor. Evlerinde bombalar altında, sokaklarda ise soğukta ölümü bekliyorlar.

Dün sahile vuran Aylin’in cansız bedeni, insanlığa “Artık dur” dedi. Ama durmadık. Bugün Gazze’deki çocuklar bize aynı haykırışı yapıyor. Ancak bu kez ne onları görebiliyor ne de duyabiliyoruz.

Masumiyetin Ölümü.

Bir çocuğun ölümü, masumiyetin ölümüdür. Dün Aylin bebek denizde boğulurken, Gazze’nin çocukları da gözyaşlarında boğuluyordu. Bugün, Gazze’de soğuktan donan bir çocuk, insanlığın utancını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bu çocuklar suçlu değil. Onlar sadece sıcak bir ev, bir parça ekmek, korkusuz bir hayat istiyor. Ama onlara bunu çok gören bir dünya var. Sessizliğiyle zulme ortak olan bir dünya…

Dün ve Bugün Aynı Acı.

Dün Aylin’in acısı hepimizi sarstı. Onun sahile vuran bedeni, savaşın gerçek yüzünü gösterdi. Ama ders aldık mı? Hayır. Bugün Gazze, Aylin’in hikayesinin devamıdır. Donan bedenler, açlıktan zayıf düşen çocuklar, annesiz kalan yavrular…

Aylin, Gazze’nin çocukları için bir semboldü. Onun ölümünden sonra dünya daha adil olabilirdi. Ama olmadı. Aynı acıyı tekrar tekrar yaşamak zorunda kalan bir insanlık olduk.

Bir Çocuk Gülerken Ölmemeli.

Gazze’nin çocukları bir gün gülebilecek mi? Aylin bebek gibi bir kıyıya savrulmadan, sıcak bir yatağa uzanabilecekler mi? Bu sorulara cevap veremiyoruz. Çünkü dün Aylin’i koruyamayan dünya, bugün Gazze’yi de koruyamıyor.

> “Bir çocuk gülerken ölmemeli,” diyor yüreğimiz. Ama Gazze’nin çocukları gülmeye bile cesaret edemiyor. Çünkü gökyüzü onlar için güven değil, ölüm anlamına geliyor.

Son Söz: Aynı Acıya Bir Daha İzin Verme.

Aylin bebek, insanoğlunun en acı hikayelerinden biriydi. Gazze’nin donan çocukları ise bu hikayenin devamı. Dün Aylin’i kurtaramadık, bugün Gazze’ye el uzatmazsak yarın yine aynı acıyı yaşayacağız.

> “Dün boğulan Aylin bebek, bugün donan Gazze. Peki yarın ne olacak? İnsanlık bir kez daha sessiz kalacak mı?”

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

GAZZEYE BORCUMUZ VAR

GAZZEYE BORCUMUZ VAR


O da çok…

Gazze: Yüreğimizin Kanayan Yarası.

Gazze… Adını her duyduğumuzda içimizde bir yerler kanar. Bir coğrafyadan fazlasıdır Gazze; insanlığın vicdanını sorguladığı bir sınavdır. Acının, gözyaşının ve direnişin kenti… Tarih boyunca mücadeleyle anılmış bu topraklar, bugün de ateşin ve zulmün altında inlemeye devam ediyor.

Çocukların Susturulan Çığlıkları.

Gazze’nin sokaklarında bir zamanlar çocuk sesleri ve kuş cıvıltıları yankılanırdı belki. Ancak bugün bu seslerin yerini korku dolu çığlıklar almış durumda. Bombaların gökyüzünden düşerken çocukların oyunlarını yarıda kesmesi, insana derin bir hüzün bırakıyor.

Her kaybolan can, bir hikâyenin sonu demek. Gazze’de bir çocuğun dünyası, diğer çocuklar gibi oyunlarla, hayallerle değil; enkazlarla, dumanlarla dolu. Bir annenin yıkılmış evin önünde feryadı, bir babanın cansız bedenini kucaklayan elleri… Bu görüntüler yalnızca Gazze’ye değil, insanlığın ruhuna da ağır bir yara bırakıyor.

Acı ve Direnişin Şehri.

Gazze’nin hikayesi, acıyla yoğrulmuş bir direniş destanıdır. Her bomba, halkı yıldırmak için düşerken Gazze’nin insanları, her seferinde küllerinden yeniden doğmayı öğrenmiştir. Gazze’nin enkaz yığınları arasında filizlenen umutlar, dünyanın dört bir yanına bir mesaj taşır: “Biz buradayız. Yaşıyoruz. Direniyoruz.”

Gazze’nin insanları, dünyaya ders veren bir sabırla hayata tutunmaya çalışır. Su, elektrik, yiyecek gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılan bu insanlar, yine de umutlarını kaybetmez. Ancak o umut, bazen acının ağırlığı altında ezilir. Gözlerdeki ışık, her geçen gün biraz daha sönmeye başlar.

Sessiz Kalan Dünya.

Belki de Gazze’nin acısını en derinleştiren şey, dünyanın sessizliği. Gazze bombalanırken, anneler çocuklarını kaybederken, evler yıkılırken dünya sadece izliyor. Sessiz kalmak, acının bir parçası olmaktır. Gazze’nin çığlıkları, tüm insanlığa yapılmış bir çağrıdır. Ancak bu çağrı çoğu zaman cevapsız kalıyor.

Gazze’nin çocukları bir savaşın kurbanı değil, insanlığın sessizliğinin kurbanıdır. Bombaların değil, sessiz kalan vicdanların yıktığı bir şehirdir Gazze.

Gazze’nin Hikayesi Bizim Hikayemizdir.

Gazze’yi anlamak, insanlığı anlamaktır. Bu toprakların acısı, sadece orada yaşayanların değil, tüm dünyanın ortak acısıdır. Gazze’nin yaraları, insanlığın yaralarıdır. Onlar, bizim kardeşlerimizdir. Ve bir gün bu acının dinmesi için harekete geçmezsek, insanlığımızı da kaybedeceğiz.

Sonuç: Gazze’ye Borcumuz.

Gazze, yalnızca bir şehir değildir. O, tüm dünyaya insanlığın sınırlarını sorgulatan bir aynadır. Bu aynaya baktığımızda, kendi çaresizliğimizi ve sessizliğimizi görürüz. Ancak Gazze’nin insanları hâlâ direniyor, hâlâ yaşıyor.

Bir gün Gazze’nin sokaklarında yeniden çocuk sesleri ve kuş cıvıltıları duyulacak mı? Bir gün anneler evlatlarını korkusuzca kucaklayabilecek mi? O günü görmek için mücadele etmek, insanlık olarak bizim görevimizdir.

“Ey Gazze, yüreğimiz seninle. Acın bizim acımızdır. Ve bir gün, elbet bir gün adalet seninle buluşacak.”

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

DÜN ÇANAKKALEDE OLAN GAZZEDE, BUGÜN BEN YOKUM

DÜN ÇANAKKALEDE OLAN GAZZEDE, BUGÜN BEN YOKUM


Evet, Gerçekten Dün Çanakkale’de Olan Gazze’de, Bugün Ben Yokum.
Neden?

Tarihin tozlu sayfaları, zulme direnen yiğitlerin destanlarıyla doludur. Bir zamanlar Çanakkale’de, Anadolu’dan Filistin’e kadar uzanan bir kardeşlik vardı. Gazze’nin çocukları, Çanakkale’nin toprağına kanlarını dökerek o toprakları savundular. O gün, Çanakkale’de Filistin vardı; kardeşlik vardı, fedakârlık vardı.

Ama bugün Gazze’de zulüm var, gözyaşı var, feryat var. Ve maalesef, bu feryada yeterince kulak veren bir Çanakkale yok. Ben yokum, biz yokuz. İnsanlık yok…

Bir Kardeşlik Destanı: Dün Çanakkale

Çanakkale Savaşı, sadece Türk milletinin değil, ümmetin de bir sınavıydı. O günlerde Gazze’den, Kudüs’ten, Şam’dan gençler, hiç tereddüt etmeden Çanakkale’ye koştu. Ellerindeki silahlar belki eskimişti, ama kalplerindeki iman taptazeydi. Onlar, “Birimiz hepimiz için,” diyerek bu toprakları savundular.

Gazze’nin evlatları, Çanakkale’nin topraklarına gözlerini kırpmadan düştü. Şehitler listesinde Gazze’nin adını görmek, bize kardeşliğin ne demek olduğunu anlatıyor. Peki ya şimdi? Biz, onların yanında aynı kararlılıkla durabiliyor muyuz?

Bugün Gazze’de.

Bugün Gazze’de her gün Çanakkale gibi bir mücadele var. Ancak bu kez düşman, daha zalim, daha acımasız. Bombaların, ambargoların, açlığın ve susuzluğun ortasında bir halk hayatta kalmaya çalışıyor. Ve biz, onların bu direnişine ne kadar ortak olabiliyoruz?

Her bomba Gazze’nin bir evini yıktığında, aslında bizim insanlığımızın bir parçası yok oluyor. Ama biz sustukça, dünya daha da sağırlaşıyor. Çanakkale’nin ruhu, bugün Gazze’nin sokaklarında yankılanmalıydı. Ama bugün o sokaklarda bizim izimiz yok.

Neden Yokuz?

Ey vicdanlar, neden Gazze’de yokuz? O gün Çanakkale için kendini feda eden Gazze’nin çocukları, bugün bizden sadece dua değil, dayanışma bekliyor. Biz ise onları izlemekle yetiniyoruz.

> “Kardeş, kardeşin derdiyle dertlenir,” diyor Peygamber Efendimiz. Ama biz, kardeşimizin derdiyle dertlenmek yerine kendi rahatımıza çekilmiş durumdayız. Çanakkale’de omuz omuza duran ümmet, bugün neden sessiz?

Gazze İçin Bir Sözümüz Var mı?

Çanakkale ruhu, sadece geçmişin bir hikayesi değil; bugün de yaşatmamız gereken bir mirastır. Eğer Çanakkale’nin çocuklarıysak, Gazze için de bir şeyler yapmalıyız. Onların acısını yüreğimizde hissetmeli, dualarımızı eksik etmemeli ve elimizden gelen ne varsa yapmalıyız.

> “Dün Çanakkale’de olan Gazze’de, bugün ben yokum” demek, tarihe ve insanlığa karşı en büyük borcumuzdur.

Birlikte Direnelim.

Gazze, sadece bir şehir değil; tüm ümmetin onurudur. Onların direnişi, bizim de direnişimizdir. Onların acısı, bizim de acımızdır. Çanakkale ruhunu bugün Gazze’de yeniden canlandırmalı, kardeşlerimizin yanında olmalıyız. Çünkü yarın tarih bize soracak:

“Gazze’nin yarasını sararken sen neredeydin?”

 

 

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

HÜZNÜN HÜZNÜMDÜR GAZZE

HÜZNÜN HÜZNÜMDÜR GAZZE


Evet, Gerçekten Hüznün Hüznümdür, Gazze.

Ey Gazze,
Her sabah adını duymak, yüreğimde bir yara gibi sızlıyor. Senin acın, sadece seninle sınırlı değil; dünyanın dört bir yanına yayılan bir hüzün denizidir. Yıkılmış duvarların, savrulan toprakların, paramparça umutların, gözyaşına boğulmuş çocukların… Hüznün, hüznümdür Gazze.

Bir Şehrin Sessiz Çığlığı.

Senin sokakların, bir zamanlar Kuran okuyan, ilahi söylenen, ninniler terennüm eden rüzgarlarla doluydu belki. Ama şimdi her köşe başında bir çığlık var. Topraklarında kan izleri, gökyüzünde kara dumanlar… Senin çığlığın duyulmuyor Gazze. Dünya sağır olmuş, vicdanlar kör. Sen sustukça, biz eksiliyoruz.

Bir annenin enkaz altındaki çocuğuna uzanışını izlemek, insanlığın üzerine bir gölge gibi çöküyor. Bir babanın ellerinde küçücük bir bedenle sessizce ağlaması… Bu, bir insanın yüreğinde taşınması mümkün olmayan bir acı.

Mazlumluğun ve Direnişin Adı.

Ama sen yalnız acıyla değil, direnişle de anılıyorsun Gazze. Bombaların altında bile dimdik durmayı, enkazların arasında bile hayata tutunmayı öğretiyorsun. Herkes seni düşürmeye çalışırken, sen inadına yükseliyorsun.

> “Zulmün karşısında susan, dilsiz şeytandır,” der Hz. Muhammed (s.a.v). Ve sen, susmayarak dünyaya insanlık dersi veriyorsun. Her yıkıntında bir umut, her gözyaşında bir direniş saklı.

Hüznün Evlatlarına Selam Olsun.

Gazze, senin çocukların başka hiçbir çocuğun taşımadığı yükler taşıyor omuzlarında. Savaşın ağırlığı, onların minik omuzlarına erken çökmüş. Kimi yetim, kimi öksüz… Ama hepsi de dünyaya inatla bakmayı öğrenmiş.

Bir çocuğun gözyaşı, dünyanın en ağır yüküdür. Ama Gazze’nin çocukları, gözyaşlarını göğe bir dua gibi savuruyor. Belki de bizler için… Belki insanlığın uyanması için…

Ey Gazze, Sesin Bizim Sesimizdir.

Gazze, senin acın sessiz bir feryat gibi yankılanıyor. Her bomba düştüğünde sadece senin toprağın değil, bizim insanlığımız da parçalanıyor. Sadece senin evlerin değil, bizim vicdanlarımız da yıkılıyor. Senin hüznün, bizim hüzünlerimizden daha ağır. Çünkü biz uzaklarda, çaresizce izliyoruz.

> “Bir mümin diğer müminin derdiyle dertlenmedikçe, gerçek mümin olamaz,” der Peygamber Efendimiz. Ve işte bu yüzden senin hüznün, hüznümdür Gazze.

Bir Gün Elbet…

Bir gün Gazze, kanlı ellerin çekileceği o günü görecek. O gün, senin çocukların özgürce koşacak. Anneler evlatlarını korkusuzca bağrına basacak. Gökyüzünde kara dumanlar değil, mavi huzur dalgalanacak.

O güne kadar, senin yaraların bizim utancımızdır. Ama o gün geldiğinde, senin sevincin de bizim sevincimiz olacak.

> “Hüznün hüznümdür Gazze. Acının sesiyim, gözyaşının şahidiyim. Ve bir gün, adaletle huzur bulacağın o günün hayaliyle bekleyişteyim.”

Loading

No Responsesيناير 3rd, 2025

İŞTE O GÜN

İŞTE O GÜN[1]

 

O GÜN

Abese.33-42.
33﴿ Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,
﴾34-36﴿ İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.
﴾37﴿ O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.
﴾38﴿ O gün birtakım yüzler parıldar;
﴾39﴿ Güleçtir, müjde almıştır.
﴾40﴿ Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş;
﴾41﴿ Kapkara kesilmiştir.
﴾42﴿ İşte bunlar inkârcılardır, günahkârlardır.

“Kıyametin Dehşeti ve Yüzlerin Ahiretteki Hali”

Bu ayetlerde kıyamet günü sahneleri ve o gün insanların yüzlerinde beliren ifadeler çok etkileyici bir şekilde anlatılmaktadır.

1. Kıyamet Günü: İnsanlığın Büyük Hesabı.

“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde…” (Abese, 33)
Kıyamet günü, dünyada bildiğimiz düzenin bozulduğu, insanların dünyadaki amelleriyle baş başa kaldığı büyük bir gündür. Allah Teâlâ başka bir ayette bu günü şöyle tarif eder:

> “O gün yer, kendisine has şiddetli bir sarsıntı ile sarsılır.” (Zilzal, 1)

Bu büyük olay, insanların tüm dünya meşguliyetlerini unutturacak bir olaydır. İnsan o gün, servetini, makamını, hatta sevdiklerini dahi hatırlamaz. Ayette belirtildiği gibi:

> “O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” (Abese, 34-36)

2. Herkesin İşi Başından Aşkın

“O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.” (Abese, 37)
Kıyamet günü herkesin kendi hesabını verme telaşı vardır. İnsan sadece kendini düşünecek ve başkalarıyla ilgilenmeyecektir. Allah Teâlâ bu durumu başka bir ayette şöyle ifade eder:

> “Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.” (Müddessir, 38)

Bu dünyada önemsediğimiz pek çok şey, o gün anlamını yitirir. O yüzden dünya hayatında geçici şeylere bağlanmak yerine, ahiret için hazırlık yapmak gerekir.

3. Parıldayan Yüzler ve Kararan Yüzler.

“O gün birtakım yüzler parıldar; güleçtir, müjde almıştır.” (Abese, 38-39)
İman eden ve salih amel işleyenlerin yüzleri o gün nurlu ve sevinçlidir. Çünkü onlar dünyada Allah’a kulluk etmiş, ahiret için hazırlık yapmışlardır. Allah, onların ödüllerini cennetle müjdelemiştir:

> “O gün yüzler vardır ki sevinçle ışıldar. Rablerine bakar.” (Kıyamet, 22-23)

Ancak diğer tarafta, inkar edenlerin ve günahkârların yüzleri kararmıştır:
“Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş; kapkara kesilmiştir. İşte bunlar inkârcılardır, günahkârlardır.” (Abese, 40-42)

Bu insanlar, dünya hayatında Allah’ı ve ahireti inkar etmiş, O’nun emirlerini hiçe saymış kimselerdir. Onların akıbetini Allah Teâlâ şöyle bildirir:

> “O gün birçok yüz, zillete bürünmüş, yorgun ve bitkin bir haldedir.” (Gaşiye, 2-3)

4. Hesap Gününe Hazırlık.

Kıyamet gününün dehşeti, herkes için bir uyarıdır. O gün, herkes dünyada yaptıklarının karşılığını eksiksiz alacaktır:

> “Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görür.” (Zilzal, 7-8)

Bu nedenle, hepimiz dünya hayatında Allah’ın emirlerine uygun yaşamaya çalışmalıyız. Şu ayeti daima hatırlayalım:

> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. Herkes, yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 18)

Sonuç ve Dua:
Kıyamet günü herkesi bekleyen bir gerçektir. O gün, yüzlerin nurlu veya kararmış olması bizim bugün yaptıklarımıza bağlıdır. Gelin, Rabbimizin rahmetini kazanmak için imanımızı güçlendirelim, günahlardan kaçınalım ve salih ameller işleyelim. Unutmayalım ki Rabbimiz çok bağışlayıcıdır. Yeter ki biz samimiyetle O’na yönelip tövbe edelim.

Dua:
“Allah’ım! Bizleri yüzleri nurlu olanlardan eyle. İmanımızı artır, amellerimizi bereketli kıl. Bizleri kıyametin dehşetinden muhafaza buyur ve cennetinde cemalinle müşerref eyle. Amin.”

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=nmbILPy5Mgs

Loading

No Responsesيناير 1st, 2025

KIYAMETİN O DEHŞET ANI

KIYAMETİN O DEHŞET ANI[1]

 

Kıyamet ve O Günün Dehşeti


Kur’an-ı Kerim’in bizlere sıklıkla hatırlattığı kıyamet gününden, onun dehşetinden ve bizlere verdiği önemli mesajlarda,
Kıyamet günü, Allah’ın vaadidir ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gerçekleşecektir. Kur’an-ı Kerim’de kıyamet günüyle ilgili pek çok ayet vardır. Bu ayetlerde, o günün şiddeti, insanın yaşayacağı korku ve panik detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.

1. Kıyamet Gününün Kesinliği.

Allah Teâlâ, kıyamet gününün mutlaka geleceğini şu şekilde ifade eder:

> “O saat mutlaka gelecektir, bunda hiçbir şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmaz.” (Mümin, 59)

Kıyamet, dünya hayatının sona erdiği, Allah’ın düzeni yeniden kurduğu ve herkesin hesaba çekileceği büyük bir gündür. Bu olay, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda Allah’ın adaletinin tecellisidir.

2. Kıyamet Gününün Dehşeti.

Kıyamet günü, öyle bir gündür ki insanlar daha önce benzerine asla şahit olmamıştır. Kur’an bu günü tasvir ederken insanların yaşayacağı korkuyu şöyle ifade eder:

> “O saat geldiği zaman, hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan konuşamaz. O gün, kimi mutsuzdur, kimi mutlu.” (Hud, 105)

Başka bir ayette kıyametin şiddeti şöyle anlatılır:

> “O gün dağları yürütürüz; yeri dümdüz görürsün. Onları bir araya toplarız ve hiçbirini bırakmayız.” (Kehf, 47)

Bu ayetler, kıyametin sadece insanları değil, tüm evreni etkileyeceğini göstermektedir. O gün, dağlar savrulacak, gökler yarılacak ve yıldızlar dökülecektir.

3. İnsanların Durumu.

Kıyamet günü, herkesin kendi derdine düştüğü bir gündür. Abese Suresi’nde şöyle buyurulur:

> “O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.” (Abese, 34-37)

Bu ayetler, kıyamet gününün insanda oluşturacağı dehşeti açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. İnsan, en sevdiklerinden bile kaçacak kadar çaresiz bir hale düşecektir.

Allah, başka bir ayette insanların dehşetini şu şekilde ifade eder:

> “O gün herkes kendi derdiyle meşguldür.” (Müddessir, 38)

4. İki Farklı Akıbet.

Kıyamet günü, iman edenler ve inkar edenler için farklı sonuçlar doğuracaktır. Salih amel işleyen ve Allah’a itaat edenlerin yüzleri sevinçten parlayacak:

> “O gün birtakım yüzler parıldar; güleçtir, müjde almıştır.” (Abese, 38-39)

Ancak Allah’ı inkar eden ve O’nun emirlerini hiçe sayanların yüzleri kararmış olacak:

> “O gün birtakım yüzler de toza toprağa bürünmüş; kapkara kesilmiştir.” (Abese, 40-42)

Bu iki grup arasındaki fark, dünyada yaptıkları amellerle belirlenir. Allah şöyle buyurur:

> “Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görür.” (Zilzal, 7-8)

5. Kıyamet Gününe Hazırlık.

Kıyamet günü herkesin karşılaşacağı bir gerçektir. O günün dehşetinden kurtulmanın yolu, dünya hayatında Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde yaşamaktır. Rabbimiz bizleri şöyle uyarır:

> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 18)

Bu ayeti düşünerek kendimize sormalıyız: Kıyamet günü için ne hazırlıyoruz? Amellerimiz, o gün yüzümüzü güldürecek mi yoksa utandıracak mı?

Sonuç ve Dua:

Kıyamet günü, Allah’ın adaletinin tam anlamıyla ortaya çıkacağı bir gündür. O günün dehşetini düşünerek, hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için hazırlık yapmalıyız. Namazlarımızı aksatmadan kılmalı, Allah’ın kitabını okumalı ve O’nun rızasını kazanacak işler yapmalıyız. Unutmayalım ki Rabbimizin rahmeti büyüktür.

Dua:
“Allah’ım! Bizleri kıyametin dehşetinden koru. Yüzleri nurlu olanlardan, cennetine kavuşanlardan eyle. Amellerimizi hayır üzere kıl ve bizleri hesaba kolay çek. Amin.”

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=8m4uD7uqYbM

Loading

No Responsesيناير 1st, 2025

Maneviyat Öncüsü Hasan-ı Basri

Maneviyat Öncüsü Hasan-ı Basri


İslam düşünce tarihinde derin izler bırakan Hasan-ı Basri (642-728), zühd, takva ve manevi derinlik açısından İslam’ın en önde gelen şahsiyetlerinden biridir. Tabiîn neslinin büyük âlimlerinden olan Hasan-ı Basri, İslam ahlakının özümsenmesi ve manevi olgunluğun yaygınlaştırılmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Yaşadığı dönemde ve sonrasında, tasavvuf ve maneviyat hareketlerinin şekillenmesinde büyük etkisi olmuştur.

Hayatı ve Dönemi

Hasan-ı Basri, hicretin 21. yılında (642) Medine’de doğmuş, sahabe neslini görme şerefine erişmiş bir Tabiîndir. Babası Zeyd, Hz. Peygamber’in sahabelerinden biriydi ve Hz. Ali’nin azatlı kölesiydi. Annesi Hayre ise Hz. Peygamber’in hanımlarından Ümmü Seleme’nin hizmetindeydi. Bu nedenle Hasan-ı Basri, çocukluk yıllarında sahabelerin sohbetlerine tanıklık ederek İslam ahlakını derinlemesine öğrenme fırsatı bulmuştur.

Hasan-ı Basri, Basra’da yetişmiş ve burada İslam’ın manevi ve ahlaki ilkelerini insanlara öğretmekle meşgul olmuştur. Hayatı boyunca zühd ve takva ile öne çıkmış, devlet yöneticilerine dahi adalet ve ahlak konularında cesur nasihatlerde bulunmuştur.

Maneviyat Önderliğindeki Rolü

1. Zühd ve Takva Önderi
Hasan-ı Basri’nin hayatında zühd (dünyadan uzaklaşma) ve takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) merkezi bir yer tutar. O, dünya nimetlerine fazla değer vermemiş, insanları ahiret hayatını ön planda tutmaya davet etmiştir. Şu sözü, onun zühd anlayışını özetler:

> “Dünya bir hayaldir, peşinde koşan aldanır; ahiret ise bir gerçektir, ona yönelen kazanır.”

2. Tasavvufun Temelini Atması
Hasan-ı Basri, tasavvufun öncülerinden biri olarak kabul edilir. Onun manevi derinliği ve ahlak anlayışı, sonraki tasavvuf ekollerine ilham kaynağı olmuştur. Gönül terbiyesi, nefis muhasebesi ve Allah’a yakın olma bilinci, onun düşüncesinin temel taşlarıdır.

3. İlmi ve Hikmeti
Hasan-ı Basri, ilmiyle de devrinin en saygın âlimlerinden biri olmuştur. Tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında derin bilgiye sahipti. Ancak onun asıl etkisi, insanları kalbi olgunlaşmaya yönlendiren hikmet dolu sözleriydi. Şu sözü, onun manevi olgunluğunun bir yansımasıdır:

> “Mümin, Allah’tan ümit eder ama aynı zamanda korkar; günah işler ama hemen tövbe eder.”

4. Adalet ve Cesareti
Hasan-ı Basri, sadece manevi konularda değil, toplumsal adalet ve ahlak meselelerinde de cesur bir önder olmuştur. Zalim yöneticilere karşı hakkı savunmaktan çekinmemiş, insanları adaletli bir hayat yaşamaya teşvik etmiştir.

Öne Çıkan Özellikleri

1. Samimiyet ve İçtenlik
Hasan-ı Basri’nin en dikkat çeken özelliklerinden biri, samimi ve içten bir dindarlığa sahip olmasıdır. Amellerin Allah rızası için yapılması gerektiğini vurgular ve gösterişten uzak bir ibadet hayatını savunurdu.

2. Nefs Muhasebesi
Hasan-ı Basri, insanlara sürekli olarak nefislerini sorgulamalarını ve manevi olgunluğa ulaşmak için gayret göstermelerini tavsiye etmiştir. O, şu sözüyle nefis muhasebesinin önemini ifade eder:

> “Nefsini sorgulayan kurtulur, sorgulamayan helak olur.”

3. Sabır ve Şükür
Onun hayatında sabır ve şükür önemli bir yer tutar. O, her durumda Allah’a tevekkül etmeyi ve şükretmeyi öğütlemiştir.

4. Merhamet ve Şefkat
Hasan-ı Basri, insanlara ve tüm canlılara karşı derin bir merhamet ve şefkat beslerdi. Toplumun zayıf ve muhtaç kesimlerine yardım etmeyi bir müminin asli görevi olarak görürdü.

 

 

Loading

No Responsesيناير 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden İsmail Hakkı Bursevi.

Maneviyat büyüklerinden İsmail Hakkı Bursevi.


İsmail Hakkı Bursevî: Osmanlı’nın Manevi ve Fikri Rehberi

İsmail Hakkı Bursevî (1653-1725), Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yetişen büyük bir mutasavvıf, alim ve müfessirdir. Celvetiyye Tarikatı’nın önde gelen isimlerinden biri olan Bursevî, özellikle Ruhul-Beyan adlı tefsiriyle İslam dünyasında büyük bir şöhrete kavuşmuş ve tasavvuf alanında derin etkiler bırakmıştır.

Hayatı

İsmail Hakkı Bursevî, 1653 yılında Aydın’ın Aydınoğulları beldesinde doğmuştur. Küçük yaşlardan itibaren dini ilimlere ve tasavvufa yönelmiş, bu alanda derin bir öğrenim görmüştür. İlk eğitimini memleketinde aldıktan sonra çeşitli alimlerin ve mutasavvıfların yanında yetişerek ilmini artırmıştır.

Genç yaşında Bursa’ya yerleşmiş ve burada Celvetiyye Tarikatı’na intisap etmiştir. Özellikle Aziz Mahmud Hüdayi’nin manevi öğretisine dayanan Celvetiyye’nin esaslarını hayatında rehber edinmiştir. Bursa’da uzun yıllar hem eğitim hem de manevi irşad faaliyetlerinde bulunmuş, halk arasında derin bir sevgi ve saygı kazanmıştır.

İlmi ve Tasavvufi Görüşleri

İsmail Hakkı Bursevî’nin tasavvuf anlayışı, Allah’ın birliği (tevhid) ve insanın bu birliğe yönelişi üzerinde temellenir. Ona göre, hakikat, Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde tefekkür ederek ve nefs terbiyesiyle elde edilir.

Temel İlkeleri

1. Tevhid: Bursevî’nin düşüncesinde, tüm varlıklar Allah’ın birliğini yansıtır. Evren, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisidir.

2. Nefs Terbiyesi: İnsan, nefsini arındırmadan hakikate ulaşamaz. Bu sebeple, zikir ve ibadet tasavvuf yolunun temel taşlarıdır.

3. Zahir ve Batın İlmi: Bursevî, hem zahiri ilimlere hem de batıni (manevi) ilimlere önem vermiştir. Ona göre, hakikati kavramak için her iki ilimde derinleşmek gerekir.

4. İrfan ve Tefekkür: İnsan, evrendeki olayları ve varlıkları düşünerek Allah’a yakınlaşabilir. Tefekkür, manevi yükselişin bir anahtarıdır.

Eserleri

İsmail Hakkı Bursevî, ardında zengin bir ilmi ve edebi miras bırakmıştır. Yazdığı eserler, tefsir, tasavvuf, ahlak ve irfan alanlarında önemli birer kaynak niteliğindedir. Başlıca eserleri şunlardır:

1. Ruhul-Beyan: Tasavvufi bir Kur’an tefsiri olan bu eser, Bursevî’nin en tanınmış eseridir. Ayetlerin derin manevi ve sembolik anlamlarını açıklar.

2. Şerh-i Nutk-ı Yunus Emre: Yunus Emre’nin tasavvufi şiirlerinin açıklamasını içerir.

3. Tuhfetü’s-Safiyye: Manevi eğitim ve nefis terbiyesi üzerine yazılmış bir eserdir.

4. Ferahnâme: Manevi huzur ve saadetin yollarını anlatır.

5. Kitabü’n-Netice: Tasavvufun temel esaslarını ele alan bir kitaptır.

Bursa ve İsmail Hakkı Bursevî

Bursa, İsmail Hakkı Bursevî’nin hayatında önemli bir yer tutar. Bu şehir, onun irşad faaliyetlerinin merkezi olmuş ve tasavvufi öğretilerini geniş kitlelere yaydığı bir mekan haline gelmiştir. Bugün Bursa’daki türbesi, hala manevi bir ziyaret yeri olarak kabul edilmektedir.

Mirası

İsmail Hakkı Bursevî’nin etkisi, yalnızca Osmanlı dönemiyle sınırlı kalmamış, eserleriyle İslam dünyasında derin bir iz bırakmıştır. Onun yazıları, tasavvufun derinliklerini anlamak isteyenler için eşsiz bir rehber niteliğindedir. Ayrıca, modern dönemde de tasavvuf ve İslam düşüncesi üzerine çalışan akademisyenlerin temel başvuru kaynaklarından biri olmuştur.

Sonuç

İsmail Hakkı Bursevî, Osmanlı’nın manevi rehberlerinden biri olarak, ilim ve tasavvuf arasında bir köprü kurmuş; hem zahiri hem de batıni ilimlere yaptığı katkılarla anılmıştır. Onun hayatı, Allah’a yakınlaşma yolunda ilim, ibadet ve nefis terbiyesinin nasıl birleştirileceğine dair örnek bir model sunar.

“Hakikate giden yol, tefekkürle başlayıp, teslimiyetle tamamlanır.” – İsmail Hakkı Bursevî

 

 

Loading

No Responsesيناير 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden Aziz Mahmud Hüdayi.

Maneviyat büyüklerinden Aziz Mahmud Hüdayi.


Aziz Mahmud Hüdayi: Osmanlı’nın Manevi Mimarlarından Biri

Aziz Mahmud Hüdayi (1541-1628), Osmanlı Devleti’nin en önemli tasavvuf ehli ve manevi önderlerinden biridir. Üsküdar’da yaşamış olan Hüdayi Hazretleri, engin bilgisi, tasavvufi derinliği ve halkın her kesimine hitap eden hikmetli öğütleriyle hem Osmanlı padişahları hem de sıradan halk arasında büyük saygı görmüştür. Günümüzde de türbesi, İstanbul’un manevi merkezlerinden biri olarak ziyaret edilmeye devam etmektedir.

Hayatı

Aziz Mahmud Hüdayi, 1541 yılında Şereflikoçhisar’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren medrese eğitimi alarak İslami ilimlerde derinleşti. Bursa’daki dönemin önemli alimlerinden olan Abdülmecid Sivasi’nin derslerine katıldı ve burada hem zahiri hem de batıni ilimlerde yetkinleşti.

Medrese eğitimini tamamladıktan sonra bir süre kadılık yaptı. Ancak bu süreçte adaletin sadece hukuk ile değil, manevi bir anlayışla da uygulanması gerektiğini idrak ederek tasavvuf yoluna yöneldi. Üsküdar’a gelerek Celvetiyye Tarikatı’nın kurucusu olan Üftade Hazretleri’nin müridi oldu.

Şeyhi Üftade’nin gözetiminde nefis terbiyesinden geçip manevi olgunluğa erişen Aziz Mahmud Hüdayi, şeyhinin vefatından sonra İstanbul’a döndü ve Üsküdar’da kendi dergahını kurdu. Buradan hem halkı irşad etti hem de devletin manevi rehberlerinden biri olarak padişahlara öğütlerde bulundu.

Tasavvufi Anlayışı

Aziz Mahmud Hüdayi’nin tasavvuf anlayışı, Celvetiyye Tarikatı’nın esaslarına dayanır. Celvetiyye, halkın içinde Allah’a kulluğu esas alan bir tarikattır. Aziz Mahmud Hüdayi’nin temel görüşleri şunlardır:

1. Tevhid: Allah’ın birliği, tasavvufun merkezinde yer alır. Tevhid, insanın hem zihninde hem de kalbinde yerleşmelidir.

2. Hizmet: Halk içinde Hakk’a hizmet anlayışını benimseyen Hüdayi, insanlara faydalı olmayı ibadetin bir parçası olarak görmüştür.

3. Nefs Terbiyesi: İnsan, kendi nefsini terbiye ederek manevi olgunluğa ulaşabilir. Bu süreçte ibadet, zikir ve hizmet temel unsurlardır.

4. Zühd: Dünyaya bağımlı olmamak, ancak dünyayı terk etmeden yaşamak gerektiğini savunmuştur.

Halka ve Devlete Rehberliği

Aziz Mahmud Hüdayi, sadece bir manevi rehber değil, aynı zamanda Osmanlı padişahlarının danışmanıydı. Özellikle Sultan I. Ahmed ve Sultan IV. Murad gibi padişahlar üzerinde büyük etkisi olmuştur. Savaşlar ve devlet meselelerinde, manevi öğütleriyle padişahlara yol göstermiştir.

Bunun yanı sıra, halkın manevi eğitimine büyük önem vermiş ve yazdığı eserlerle geniş kitlelere hitap etmiştir. Dergahında her kesimden insanı ağırlamış, onların sorunlarına çözüm bulmaya çalışmıştır.

Eserleri

Aziz Mahmud Hüdayi, tasavvuf edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Hem manzum hem de mensur eserleri, derin bir hikmet ve manevi öğreti içerir. Başlıca eserleri şunlardır:

Divan: İlahi aşkı ve manevi hakikatleri anlatan şiirlerden oluşur.

Nefâisü’l-Mecâlis: Sohbetlerinde ele aldığı konuları içerir.

Tarikatnâme: Tasavvufun esaslarını açıklayan bir eserdir.

Vâkıât: Manevi tecrübelerini ve hatıralarını anlattığı bir eserdir.

Manevi Mirası

Aziz Mahmud Hüdayi, Osmanlı toplumunda derin bir iz bırakmıştır. İnsanlara yalnızca dini bilgi değil, aynı zamanda hayata dair hikmetler sunmuş, ilmiyle halkın gönlünde taht kurmuştur. Üsküdar’daki dergahı, günümüzde de bir ziyaret ve ibadet merkezi olarak önemini korumaktadır. Türbesi, manevi huzur arayanların uğrak yeridir.

Onun öğretileri, sadece Osmanlı toplumu için değil, günümüz insanı için de evrensel niteliktedir. Sevgi, merhamet ve hizmet anlayışıyla insanlığa rehberlik etmeye devam etmektedir.

Sonuç

Aziz Mahmud Hüdayi, Osmanlı’nın manevi mimarlarından biri olarak, ilmiyle, tasavvufi öğretileriyle ve halka olan hizmetiyle yüzyıllar boyunca örnek alınan bir şahsiyettir. Onun hayatı, iman, ilim ve hizmetin bir araya geldiği bir derviş modelinin simgesidir.

“Hak yolunda insanlara hizmet, Hakk’a yapılan en büyük ibadettir.” – Aziz Mahmud Hüdayi

Loading

No Responsesيناير 1st, 2025