İSLÂMIN FAİZİ YASAKLAMASINDAKİ SOSYAL VE EKONOMİK HİKMET YÖNLERİ VE DE EKONOMIK HAYATTAKİ ÖRNEKLERİ NELERDİR?

İSLÂMIN FAİZİ YASAKLAMASINDAKİ SOSYAL VE EKONOMİK HİKMET YÖNLERİ VE DE EKONOMIK HAYATTAKİ ÖRNEKLERİ NELERDİR?


İslam’ın faizi yasaklamasındaki sosyal ve ekonomik hikmetler oldukça geniştir. Faiz, bireyler ve toplumlar üzerinde olumsuz etkiler oluşturan bir uygulama olarak görülmüş ve bu nedenle İslam’da kesin bir şekilde yasaklanmıştır. Bu yasağın hikmet yönleri ve ekonomik hayattaki örnekleri şu şekilde açıklanabilir:

1. Sosyal Hikmetler

Toplumsal Adaleti Sağlama: Faiz, sermaye sahiplerini daha da zenginleştirirken, borç alanları fakirleştirir. Bu durum gelir dağılımında adaletsizliğe yol açar. Faizin yasaklanması, sermayenin toplum içinde daha adil bir şekilde dağılmasını teşvik eder.

Ahlaki ve Vicdani Değerleri Koruma: Faiz, ihtiyacı olan insanları zor durumda bırakabilir. Özellikle borçlu kişilerin ödeyemediği faizler katlanarak artar ve kişiyi daha büyük bir çıkmaza sokar. İslam, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu teşvik ederek insanların birbirlerine faizsiz borç vermesini önerir.

Toplum İçinde Kin ve Nefreti Önleme: Faizli işlemler nedeniyle borçlular, alacaklılarına karşı zamanla öfke ve nefret besleyebilir. Bu durum sosyal huzursuzluklara neden olabilir. Faizsiz sistemde ise insanlar birbirlerine destek olur ve güven ortamı oluşur.

2. Ekonomik Hikmetler

Üretkenliği ve Yatırımı Teşvik Etme: Faiz sistemi, sermayeyi sadece faiz geliri elde etmek için kullanılmaya yönlendirir. Yatırımcılar, risk almadan kazanç elde edebileceği için üretime yönelmek yerine paralarını faizle değerlendirme yoluna giderler. Oysa faizsiz ekonomi, girişimciliği ve yatırımı teşvik eder.

Ekonomik Krizleri Önleme: Tarih boyunca birçok ekonomik kriz, faizli sistemin tetiklediği borçlanma krizleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. Faiz sistemi, borçların sürekli artmasına neden olur ve bu da ekonomik balonların oluşmasına yol açar. 2008 küresel finans krizi, bu durumun en büyük örneklerinden biridir. Faizsiz sistemde ise borçlanma daha sürdürülebilir hale gelir.

Enflasyonu ve Gelir Dağılımındaki Dengesizliği Azaltma: Faiz, zengin ile fakir arasındaki uçurumu artırır. Çünkü sermaye sahipleri faiz getirisiyle daha çok kazanırken, dar gelirli kesimler daha fazla borçlanmak zorunda kalır. Faizsiz sistemde ise sermaye, üretken alanlara yönlendirilerek istihdam ve gelir dağılımı daha dengeli hale getirilir.

Gerçek Ekonomiye Dayalı Büyüme: Faizsiz ekonomi modeli, reel varlık ve ticarete dayalı olduğu için sürdürülebilir büyümeyi destekler. Faizli sistemde ise genellikle sanal ekonomiler ve spekülasyonlar ön plana çıkar.

3. Ekonomik Hayattaki Örnekler

İslami Bankacılık: Faizsiz finans sistemini benimseyen bankalar, kâr-zarar ortaklığına dayalı işlemler yaparak hem yatırımcıları hem de girişimcileri destekler. Örneğin, “Murabaha” (kâr paylı satış), “Mudaraba” (sermaye-emek ortaklığı) gibi yöntemler faizsiz kazanç sağlamaya yöneliktir.

Karz-ı Hasen (Faizsiz Borç): İslam toplumlarında ihtiyaç sahiplerine faizsiz borç verilmesi teşvik edilir. Bugün birçok vakıf ve İslami finans kurumu bu tür borçlanma sistemleriyle topluma destek olmaktadır.

Faizsiz Finans Kuruluşları: Katılım bankacılığı, sigorta sistemleri (tekâfül) ve mikro finans uygulamaları faizsiz ekonominin modern dünyadaki örnekleri arasındadır.

Sonuç olarak, İslam’ın faizi yasaklamasının temel amacı, ekonomik adaleti sağlamak, sömürüyü engellemek ve toplumda dayanışma ruhunu artırmaktır. Faizsiz bir ekonomi modeli, üretime dayalı büyümeyi teşvik eder, ekonomik krizleri önler ve gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltır. Bu nedenle, modern dünyada da faizsiz finans sistemleri giderek daha fazla ilgi görmektedir.

@@@@@@

FAİZİN TOPLUMDAKİ OLUMSUZ ETKİLERİ VE AÇTIĞI MADDİ VE MANEVİ ZARARLARI NELERDİR?

Faiz (interest), toplumsal ve ekonomik sistemlerde çeşitli maddi ve manevi zararlara yol açar. Bu etkileri maddi ve manevi boyutlarıyla şöyle özetlemek mümkündür:

### **MADDİ ZARARLAR (EKONOMİK VE SOSYAL ETKİLER)**
1. **Borç Kısır Döngüsü ve Yoksullaşma**
– Bireyler, şirketler veya devletler yüksek faizli borçlara mahkûm olduğunda, ödemeler anapara yerine sürekli faize gider. Bu, borçlunun iflasına veya kemer sıkma politikalarına yol açarak yoksulluğu derinleştirir.
– Örneğin, mikro kredilerle borçlanan yoksul kesimler, faiz yükü altında daha da yoksullaşabilir.

2. **Ekonomik Eşitsizliğin Artması**
– Faiz, sermaye sahiplerinin (bankalar, yatırımcılar) servetini artırırken, borçluların gelirini azaltır. Bu, zengin-fakir uçurumunu büyütür.
– Dünya Bankası verilerine göre, küresel borç stokunun %70’i gelişmekte olan ülkelerde ve bu borçların faizi kamusal hizmetleri kısıtlıyor.

3. **Ekonomik İstikrarsızlık**
– Faizli krediler, gayrimenkul veya borsa balonları oluşturabilir. Balon patladığında (2008 mortgage krizi gibi) ekonomik çöküş yaşanır.
– Faiz, üretim yerine spekülatif yatırımları teşvik ederek reel ekonomiyi zayıflatır.

4. **İşsizlik ve Üretim Düşüşü**
– KOBİ’ler Faiz nedeniyle kredi bulamaz veya borçlarını ödeyemez. Bu, işyeri kapanmalarına ve istihdam kaybına yol açar.
– Üretim azalınca ekonomide durgunluk başlar.

5. **Enflasyon ve Para Değer Kaybı**
– Merkez bankalarının Faizle enflasyonu düşürme çabası, tersine tüketimi ve yatırımları kısarak ekonomiyi yavaşlatır.
– Bazı durumlarda faiz artışları, döviz kurlarını istikrarsızlaştırarak enflasyonu tetikler.

### **MANEVİ ZARARLAR (AHLAKİ VE TOPLUMSAL SONUÇLAR)**
1. **Ahlaki Çöküntü ve Sömürü**
– Faiz, borç verenin risksiz kâr elde etmesine dayanır. Bu, özellikle yoksulların sömürülmesine yol açarak toplumsal adaleti zedeler.
– İslami talimlerde faizin (riba) haram sayılmasının temel nedeni de bu adaletsizliktir.

2. **Bencillik ve Dayanışma Eksikliği**
– Faiz sisteminde ilişkiler “çıkar” odaklıdır. Karşılıksız yardım, dayanışma ve infak gibi değerler zayıflar.
– Örneğin, faizle borç vermek yerine ihtiyaç sahibine destek olma kültürü geriler.

3. **Tüketim Çılgınlığı ve Manevi Boşluk**
– Kredi kartları ve tüketici kredileri, insanları ihtiyaç dışı harcamalara yönlendirir. Bu, manevi tatminsizliği artırır.
– “Daha çok tüketmek” için çalışan bireyler, anlam arayışından uzaklaşabilir.

4. **Toplumsal Güvenin Azalması**
– Borçlu-alacaklı ilişkisindeki çatışmalar (icralar, hacizler) toplumda güvensizlik ve stres oluşturur.
– İnsanlar arası ilişkiler maddiyat odaklı hale gelir.

5. **Dini ve Kültürel Değerlere Zarar**
– Faizin yasak olduğu inanç sistemlerinde (İslam, bazı Hristiyan mezhepleri) faize bulaşmak, kişide vicdani rahatsızlık ve dini aidiyet zedelenmesine yol açar.
– Toplumsal düzeyde ise faiz, geleneksel yardımlaşma kurumlarını (vakıflar, imece) zayıflatır.

### **SİSTEMİK RİSKLER**
– **Küresel Borç Krizi**: Ülkelerin borç faizlerini ödeyememesi, kamu hizmetlerinin kesilmesine ve sosyal patlamalara neden olabilir (Sri Lanka örneği).
– **Çevresel Tahribat**: Faiz odaklı finans sistemleri, kısa vadeli kâr için doğal kaynakların sömürülmesini teşvik eder.

### **ÇÖZÜM ÖNERİLERİ**
– Faizsiz finans modelleri (katılım bankacılığı, kar-zarar ortaklığı).
– Borç erteleme/affı gibi sosyal politikalar.
– Tüketim yerine üretimi destekleyen ekonomik sistemler.
– Toplumsal dayanışma ağlarının güçlendirilmesi (vakıflar, kooperatifler).

Faizin zararları, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumun ahlaki dokusunu da tahrip eden bir unsurdur. Dengeli ve adil bir finans sisteminin inşası, hem maddi hem manevi refah için kritiktir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 6th, 2025

Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir.

Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”


İLİM VE HAKİKATİN İKİ KANADI: DİNİ VE FEN BİLİMLERİNİN BİRLİKTE YÜKSELİŞİ

İslam’ın ve medeniyetin en temel dayanaklarından biri, ilimdir. Bediüzzaman Said Nursî’nin şu sözü, ilmin iki yönünü ve bu iki yönün birbirinden ayrıldığında doğabilecek tehlikeleri çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir:

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”

Bu söz, insanı ve toplumu aydınlatan iki temel ilim kaynağını ortaya koymaktadır:

1. Dini ilimler (ulûm-u diniye): İnsan ruhunu, ahlakını, vicdanını ve maneviyatını besler.

2. Fen ve medeniyet ilimleri (fünun-u medeniye): Akıl, teknoloji, bilimsel keşifler ve medeniyetin gelişimini sağlar.

Bu iki ilim bir arada olduğunda, insan ve toplum hakikate ulaşır, medeniyet gelişir ve ilim ışığında adaletle yükselir. Ancak biri diğerinden koparsa, dengesiz ve zararlı sonuçlar doğar:

Sadece dini ilimlere yönelmek: Bilimi ve aklı ihmal eden kör bir taassuba yol açabilir.

Sadece fen bilimlerine yönelmek: Maneviyattan kopuk, ahlaki ve vicdani değerleri hiçe sayan hile, şüphe ve materyalist düşüncenin yayılmasına neden olabilir.

Bu makalede, İslam’ın ilme bakışı, dini ve fenni ilimlerin birlikte geliştiği dönemler, ayrıldıkları zaman yaşanan çöküşler ve günümüz Müslüman toplumları için çıkarılacak dersler ele alınacaktır.

1. İslam ve İlim: Oku, Düşün, Araştır

İslam, ilmi en yüce değerlerden biri olarak görür. Kur’an’da ilk inen emir “Oku!” (Alak, 1) ayetidir. Bu okuma, sadece kutsal metinleri okumak değil, aynı zamanda kâinatı, doğayı ve bilimi anlamak için de bir davettir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), ilmin önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:

“İlim öğrenmek, her Müslüman erkek ve kadına farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17)

“İlim Çin’de bile olsa gidip alınız.” (Beyhaki, Şuabü’l-İman, 2/254)

Bu teşvikler, Müslümanları her alanda ilme yöneltmiş ve tarihte büyük bir medeniyetin doğmasına sebep olmuştur.

2. Tarihte İslam Medeniyeti: İlim ve Hakikatin Bütünleştiği Çağlar

İslam dünyasında 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar ilim ve maneviyat birlikte yükselmiş, Endülüs, Bağdat ve Semerkand gibi ilim merkezleri kurulmuştur.

Harezmi (780-850): Cebiri sistematik hale getirerek matematiğin temelini attı.

İbn Sina (980-1037): Tıbbın Kanunu adlı eseriyle modern tıbbın gelişimine katkıda bulundu.

El-Biruni (973-1050): Dünya’nın döndüğünü ve yerçekimini Newton’dan 600 yıl önce dile getirdi.

İbn Rüşd (1126-1198): Aristo’nun felsefesini Batı’ya taşıdı ve akıl-vahiy dengesini savundu.

Bu dönemde ilim adamları hem dini hem fenni ilimlerle uğraşıyor, ikisini birleştirerek hakikate ulaşmaya çalışıyorlardı.

Ancak zamanla bu denge bozuldu…

3. Ayrışma ve Çöküş: Bilimin ve Maneviyatın Kopması

İslam dünyasında bilim ve din arasındaki denge bozulduğunda, medeniyet de çöküşe geçti:

Tasavvufi düşüncenin aşırı şekillere kayması ve akılcı ilmin ihmal edilmesi: Bilimsel çalışmalar ikinci plana atıldı.

Siyasi istikrarsızlıklar ve mezhep savaşları: Birlik ve beraberlik kayboldu.

Batı’nın İslam bilim mirasını devralması: Avrupa, Endülüs ve Haçlı Seferleri aracılığıyla İslam’ın bilimsel mirasını alıp ilerlerken, Müslüman dünyada duraklama yaşandı.

Sonuç:

Müslümanlar, vicdanı güçlü ama bilimden uzak bir toplum haline geldi.

Batı dünyası, bilimi geliştirdi ama ahlaki ve manevi boşluk içinde kaldı.

İşte Bediüzzaman’ın uyardığı noktaya tam burada geliyoruz:

Dini ilim akıldan koparsa: Kör bir taassup doğar.

Fen bilimleri ahlaktan koparsa: Şüphe, hile ve materyalist düşünce hâkim olur.

4. Çıkış Yolu: Hakikatin İki Kanadını Yeniden Birleştirmek

Müslüman dünyasının yeniden yükselişe geçmesi için, ilim ve maneviyatın bir araya getirilmesi gerekmektedir:

a) Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması

Medreseler ve modern üniversiteler arasında bir köprü kurulmalı.

Hem fen bilimleri hem dini ilimler dengeli şekilde öğretilmeli.

b) Bilimsel Araştırmalara Önem Verilmesi

Müslüman ülkeler bilim, teknoloji ve inovasyona yatırım yapmalı.

Müslüman bilim insanları desteklenmeli ve teşvik edilmeli.

c) Ahlaklı ve Bilgili Nesiller Yetiştirmek

Bilim ve teknolojiyi geliştirirken ahlak, vicdan ve maneviyat unutulmamalı.

Hz. Peygamber’in “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız” düsturuyla hareket edilmeli.

Sonuç: Kanatsız Uçamayız!

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, insan ve toplum hakikate ulaşmak için iki kanada ihtiyaç duyar:

1. Vicdan ve ahlak için dini ilimler.

2. Akıl ve teknoloji için fen bilimleri.

Bu iki kanat birleştiğinde, Müslüman dünyası yeniden yükselir, bilim ve ahlak bir araya gelerek hakikatin kapısını aralar.

Tarih, bu iki kanadın ayrıldığı toplumların çöküşe geçtiğini, birleştirenlerin ise medeniyet kurduğunu göstermektedir. Öyleyse gelecek nesillere ilim ve maneviyatı birlikte vermek, en büyük sorumluluğumuzdur.

Bilgi ışığında yükselen, ahlak rehberliğinde ilerleyen bir toplum, hem dünyada hem de ahirette saadete ulaşır!

@@@@@@

**Vicdan ve Aklın Sentezi: Bediüzzaman’ın İlim Tasavvurundan İbretler**

Bediüzzaman Said Nursi’nin yukarıdaki sözü, insanlığın en kadim iki gerçeğini özetler: *Vicdan* ve *akıl*. Ona göre, vicdanın aydınlığı dini ilimlerle, aklın ışığı ise modern bilimlerle beslenir. Bu iki kanat birleştiğinde hakikat ortaya çıkar; ayrıldığında ise bir tarafta **taassup** (bağnazlık), diğer tarafta **şüphe** ve **hile** doğar. Bu ifade, yalnızca bir felsefi önerme değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin yükseliş ve çöküşünün de anahtarıdır. Peki tarih, bu sentezin önemini nasıl ispatlıyor?

### **Altın Çağ: Din ve Bilimin Kucaklaşması**
8. ile 13. yüzyıllar arasındaki İslam medeniyeti, Nursi’nin idealize ettiği “**imtizac**” (uyum) dönemine ışık tutar. Abbasi halifeleri, antik Yunan, Hint ve Pers bilimini Arapçaya çevirirken, Kur’an’ın *“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”* (Zümer, 9) ayetini rehber edinmişti. **Beytü’l Hikme**, bu sentezin sembolüydü: Astronomi, tıp ve matematik çalışmaları, kelam ve fıkıhla iç içe ilerliyordu.

– **İbn Sina**, hem filozof hem hekimdi. *El-Kanun fi’t-Tıb* adlı eserinde hastalıkları madde ve mananın dengesiyle açıklarken, *“Ruh bedenin reisidir”* diyerek tıbbı metafizikle buluşturdu.
– **Harezmi**, cebiri keşfederken, Allah’ın kainattaki düzenini matematikle anlamaya çalışıyordu.
– **İbn Heysem**, optik çalışmalarında ışığın yansımasını incelerken, bunu “ilahi nur”un bir tezahürü olarak yorumladı.

Bu dönemde dini ilimler, aklı körelten bir dogma değil, bilimi motive eden bir “vicdan ziyası”ydı.

### **Ayrılığın Bedeli: Taassup ve Şüphenin Doğuşu**
Ancak 13. yüzyıldan itibaren bu uyum bozuldu. Moğol istilaları ve siyasi çöküşle birlikte, medreselerde **nakil-akıl dengesi** kayboldu. Dinî ilimler, sorgulamayan bir ezberciliğe; pozitif bilimler ise “**felsefesiz bir teknik**”e dönüştü. Nursi’nin deyimiyle, iki kanat birbirinden ayrıldı:

1. **Ulûm-u Diniyede Taassup:**
– Gazali’nin *“Filozofların Tutarsızlığı”* eseri, bazı çevrelerde felsefeyi “küfür” ile eşitledi. Oysa Gazali, aslında aklı değil, Aristo’yu mutlaklaştıran yaklaşımı eleştiriyordu.
– Zamanla medreseler, İbn Rüşd’ün akıl-vahiy sentezini dışladı. İçtihat kapısının kapanması, dini düşüncede donukluğa yol açtı.

2. **Fünun-u Medeniyede Şüphe:**
– Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanma yaşanırken, İslam dünyası bilimsel mirasına yabancılaştı. Batı’nın teknolojik üstünlüğü, bir “şüphe” doğurdu: *“Acaba din bilimle çelişir mi?”*
– Pozitivizmin etkisiyle, bazı aydınlar dini “akıl dışı” addederek reddetti. Nursi’nin tabiriyle, “hile” (ideolojik saptırma) ve “şüphe” toplumu sardı.

### **Endülüs’ten Günümüze İbretler**
Endülüs İslam Medeniyeti, bu iki kanadın uyumunun neler başarabileceğini gösterdi. **Kurtuba Ulu Camii**, hem sanat hem ibadetin sembolüydü. **İbn Rüşd**, Aristo’yu İslami perspektifle yorumlayarak Avrupa’yı aydınlattı. Ancak 1492’de Gırnata düştüğünde, engizisyon hem Müslümanları hem Yahudileri yok etti. Bu trajedi, Nursi’nin uyardığı “**iftirak**”ın (ayrılık) sonucuydu: Dinî bağnazlık ve bilimsel gerileme, medeniyeti çökertti.

### **Bugünün Sınavı: Nursi’nin Çağrısına Kulak Vermek**
Nursi’nin sözleri, bugün de geçerliliğini koruyor:

– **Eğitimde Sentez:** Medreselerde dinî ilimlerin yanında fen bilimleri öğretilmezse, gençler ya “eleştirel düşünceden yoksun” yetişir ya da dini tamamen reddeder.
– **Bilimde Ahlak:** Modern teknoloji, vicdani bir rehberlik olmazsa, insanlığı nükleer silahlar veya yapay zeka tehlikeleriyle baş başa bırakır.
– **Toplumsal Barış:** Din ve bilim çatıştığında, toplumlar ya dinci radikalizmle ya da seküler nihilizmle parçalanır.

### **Sonuç: İki Kanatlı Kuş Misali**
Bir kuşun uçabilmesi için iki kanadı nasıl gerekiyorsa, insanlığın ilerlemesi için de vicdan ve aklın birlikteliği şarttır.

Bu barış, yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlığın kurtuluş reçetesidir…

Loading

No Responsesمارس 5th, 2025

ZEKERİYA PEYGAMBER’İN SUSMA ORUCU VE HİKMETLERİ

ZEKERİYA PEYGAMBER’İN SUSMA ORUCU VE HİKMETLERİ


### **Kıssanın Özeti:**
Hz. Zekeriya (a.s.), yaşlılığında ve çocuksuzken Allah’a yönelerek kendisine hayırlı bir evlat vermesi için dua etti. Allah, onun samimi niyetini kabul edip Yahya (a.s.)’yı müjdeledi. Bu müjde sonrasında, Zekeriya Peygamber’e üç gün boyunca insanlarla konuşmama orucu (savm-ı kelâm) emredildi. Bu sürede sadece işaretlerle iletişim kurdu ve sürekli Allah’ı zikretti.

**Ayet Kaynağı:**
*“Zekeriya: ‘Rabbim! Bana bir alamet ver’ dedi. Allah da: ‘Senin için alamet, üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşamamandır. Rabbini çok an, akşam sabah tesbih et’ dedi.”*
**(Meryem Suresi, 19:10)**

### **Hikmetleri ve İbretler:**

1. **Allah’ın Kudretine Şahitlik:**
– Zekeriya Peygamber’in yaşlılık ve eşinin kısırlığına rağmen çocuk sahibi olması, Allah’ın doğa yasalarını aşan mucizevi gücünü gösterir. Bu, insanın acizliğini ve Allah’ın her şeye kadir olduğunu hatırlatır.
– **“Allah dilediğine hesapsız rızık verir.”** (Âl-i İmrân, 3:37)

2. **Sabır ve Teslimiyetin Sınavı:**
– Üç gün boyunca konuşmamak, Zekeriya Peygamber’e sabrı ve Allah’a tam teslimiyeti öğretmiştir. Bu durum, insanın nefsini kontrol etme ve irade gücünü geliştirme konusunda önemli bir örnektir.

3. **Dilin Terbiyesi:**
– Susma orucu, dilin kötü sözlerden korunması gerektiğini vurgular. Günümüzde bu, dedikodu, yalan ve gereksiz konuşmalardan uzak durma şeklinde yorumlanabilir.
– **“Ya hayır söyleyin ya da susun.”** (Buhârî, Edeb 31)

4. **Zikir ve Şükür:**
– Allah, Zekeriya Peygamber’e susma süresince sürekli tesbih ve zikretmesini emretmiştir. Bu, nimetlere şükrün ve Allah’a yakınlaşmanın bir yoludur.
– **“Beni anın ki Ben de sizi anayım.”** (Bakara, 2:152)

5. **Mucizenin Teyidi:**
– Susma orucu, insanların Zekeriya Peygamber’in mucizesini görmesini sağlamıştır. Konuşamaması, Allah’ın ona verdiği mucizenin somut bir işareti olmuştur.

### **Günümüze Yansımaları:**
– **Dil Orucu:** Gereksiz, yaralayıcı veya boş sözlerden uzak durmak, modern insan için bir nevi “susma orucu” sayılabilir.
– **Duanın Gücü:** Zekeriya Peygamber’in duası, samimiyetle yapıldığında Allah’ın icabet edeceğinin kanıtıdır.
– **Manevi Arınma:** Susarak geçirilen zaman, kalbin ve zihnin Allah’a odaklanması için bir fırsattır.

**Sonuç:**
Zekeriya Peygamber’in susma orucu, sadece bir mucize değil, aynı zamanda insana **sabır, teslimiyet ve dil terbiyesi** konusunda derin dersler veren bir ibret tablosudur. Bu kıssa, Allah’ın hikmetine güvenmenin ve O’nun emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğmenin önemini hatırlatır.

*“En hayırlı amel, dilini tutmandır.”*
**(Tirmizî, Zühd 61)**
🌙

Loading

No Responsesمارس 5th, 2025

SAHABENİN HAYATINDA ORUÇ

SAHABENİN HAYATINDA ORUÇ


**SAHABENİN HAYATINDA ORUÇ: BİR İMAN VE İHLAS DESTANI**

Sahabe-i Kiram (r.a.), orucu sadece bir ibadet değil, nefis terbiyesi, Allah’a yakınlaşma ve Peygamber (s.a.v.) sevgisini kanıtlama vesilesi olarak görürdü. İşte onların hayatından oruçla örülü unutulmaz sahneler:

### **1. Hz. Ebû Bekir (r.a.): “Açlıkla Arınan Yürek”**
– Hz. Ebû Bekir, nafile oruçlarda öne çıkardı. Öyle ki, “Sıddîk” lakabına layık bir sadakatle, Pazartesi-Perşembe oruçlarını asla terk etmezdi.
– Bir gün evine misafir geldiğinde, “Bugün oruçluyum” diyerek sofraya oturmamış, sonradan ev halkı, “Aslında o gün oruçlu değildi, sadece misafire ikram edecek yiyeceği yoktu” diye anlatmıştı. Oruç, onun için **iffet** ve **tevazu** demekti.

### **2. Hz. Ömer (r.a.): “Adalet ve Açlık Arasındaki Denge”**
– Hz. Ömer, halifeliği döneminde bile Ramazan’da halkla birlikte teravih kılar, gündüzleri divan kurup halkın problemlerini dinlerdi. Oruç, onun adalet terazisini asla bozmazdı.
– Bir Ramazan günü, susuzluktan bayılan bir kadının çocuğuna süt bulmak için orucunu bozduğunu duyunca, “Keşke ben de senin gibi insanlara yardım edebilmek için orucumu bozsaydım” diyerek gözyaşı dökmüştü.

### **3. Hz. Osman (r.a.): “Cömertliğin Oruçla Buluşması”**
– Hz. Osman, iftar sofralarını yoksullarla paylaşmakla meşhurdu. Ramazan gecelerinde Mescid-i Nebevî’nin kandillerini kendi malıyla yağlattığı gibi, oruçlulara hurma ve su dağıtırdı.
– Uhud Savaşı’nda yaralıyken bile orucunu bozmamış, “Allah yolunda aç kalmak, bedenimi doyurmaktan daha tatlı” demişti.

### **4. Hz. Ali (r.a.): “İlimle Terbiye Olmuş Nefis”**
– Hz. Ali, “Oruç, sadece mideyi değil, dili, gözü ve kalbi de aç bırakmaktır” sözüyle nefsin her zerresini terbiye etmenin önemini vurgulardı.
– Savaş meydanlarında bile oruç tutar, “Düşmanla savaşırken bile Allah’ın rızasını kaybetmemek gerek” diye buyururdu.

### **5. Ebu Hureyre (r.a.): “Açlığın İlme Dönüşen Hikâyesi”**
– Ebu Hureyre, açlıktan karnına taş bağladığı günlerde bile Peygamber’in (s.a.v.) yanından ayrılmaz, hadisleri ezberlerdi. Bir gün Rasulullah (s.a.v.) ona, “Ey Ebu Hureyre! Açlık, seni hadislerimi nakletmekten alıkoymasın” diyerek dua etmişti.
– Oruç, onun için **sabır** ve **ilim** kapısıydı.

### **6. Hz. Aişe (r.anha): “Kadın Sahabelerin Oruç Aşkı”**
– Hz. Aişe, nafile oruçlarda örnek bir hayat sürerdi. Şevval orucunu hiç kaçırmaz, “Ramazan’ın ardından 6 gün oruç, yılın tamamını oruçlu geçirmek gibidir” hadisini yaşatırdı.
– Peygamber (s.a.v.), onun bu hassasiyetini görünce, “Aişe’nin Allah yolundaki gayreti, erkeklerin çoğunu geride bırakır” diye övmüştü.

### **SAHABENİN ORUÇ ANLAYIŞINDAN ÇIKARILACAK DERSLER:**
1. **Niyetin İhlası:** Onlar için oruç, gösteriş değil, sadece Allah rızasıydı.
2. **Sosyal Sorumluluk:** İftar sofralarında yoksulları unutmaz, orucu paylaşım ile taçlandırırlardı.
3. **Nefis Terbiyesi:** Orucu, sadece yemek içmekten değil, kötülüklerden uzak durma bilinciyle tutarlardı.
4. **Fedakârlık:** Savaş, yolculuk veya hastalıkta bile orucu terk etmemek için çaba gösterirlerdi.

**BİR HADİS VE SAHABE YORUMU:**
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
*“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ettiğinde, diğeri de Rabbine kavuşup orucunun karşılığını aldığında.”* (Buhârî, Savm 9)

**Hz. Abdullah bin Mesud (r.a.)** bu hadisi şöyle yorumlardı:
*“Oruçlu, dünyada iftar vaktiyle sevinirken, ahirette ise mahşerde ‘Oruçlular nerede?’ denildiğinde saf tutarak sevinecek. İşte asıl mutluluk o andır!”*

**SON SÖZ:**
Sahabe, orucu bir yaşam felsefesine dönüştürdü. Açlığı, merhamete; susuzluğu, şükre; iftarı ise kardeşliğe vesile kıldılar. Bugün onların mirasını, sadece mideyi değil, kalbi de oruçlu tutarak sürdürebiliriz.
🌙✨

*”Sahabe, oruçla göklerin kapısını çalanlardı. Biz de o kapıyı dualarımızla tıklatalım…”*

 

 

Loading

No Responsesمارس 5th, 2025

CENNET VE CEHENNEM ELAN MEVCUTTUR.

CENNET VE CEHENNEM ELAN MEVCUTTUR.[1]

 

Kuran-ı Kerim’de geçen uiddet kelimeleri


Kur’an-ı Kerim’de “ُأُعِدَّتْ” (u’iddet) kelimesi, genellikle “hazırlandı”, “hazır edilmiştir” anlamlarında kullanılır. Daha çok ahiret hayatıyla, özellikle cennet ve cehennemin insanlar için hazırlandığını ifade eden ayetlerde geçer. İşte bazı örnekler:

1. Cehennem İçin Kullanımı

Bazı ayetlerde, cehennemin inkarcılar ve zalimler için hazırlandığı belirtilir:

Ali İmran Suresi, 131. ayet:
“Ve o kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakının!” (وَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ)

Tevbe Suresi, 73. ayet:
“Ey Peygamber! Kafirler ve münafıklarla cihad et, onlara karşı sert ol. Onların varacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”

Ahzab Suresi, 64-65. ayetler:
“Şüphesiz ki Allah, kafirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır.”

2. Cennet İçin Kullanımı

Öte yandan, cennetin de Allah’a itaat eden müminler için hazırlandığı bildirilir:

Ali İmran Suresi, 133. ayet:
“Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış cennete koşun.” (وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ)

Bu ayetlerde “u’iddet” kelimesi, Allah tarafından bir şeyin özel bir kitle için hazırlandığını ifade etmek için kullanılmıştır. Cennet, müminler için hazırlanırken, cehennem kafirler

[1] https://www.youtube.com/watch?v=7bXfKxCJ2yE

Loading

No Responsesمارس 5th, 2025

ALLAH KULUNA KÂFİ DEĞİL MİDİR?

ALLAH KULUNA KÂFİ DEĞİL MİDİR?[1]

 

فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ

Bakara.137.
أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ
Zümer.36
Bela.
Her şeye karşı o, her şeyin sahibi olan Allah kafi değil midir.
Bela
*harun reşidin cariyesinin elini başına koyması.
Allah Best, gayri heves.
Eğer o yar ise herşey insana yardır. O yar değilse herşey kalbe birdir,yüktür.
Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir. Her şey onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
Madem O var,herşey var.
Maza vecede men fegadehu
Hz. Osman’ın şehadeti.
@@@@@

Allah’ın Kulluğuna Yetmesi ve Koruması Üzerine Bir Tefekkür

Giriş

Kur’an-ı Kerim, insanın hayat yolculuğunda karşılaşabileceği zorluklar, fitneler ve düşmanlıklar karşısında ona sarsılmaz bir dayanak sunar: Allah’ın yeterliliği ve himayesi. Bu bağlamda Bakara Suresi 137. ayeti olan “Feseyekfîkehumullâh” (Allah onlara karşı sana yetecektir) ve Zümer Suresi 36. ayeti olan “Eleyse’llâhu bikâfin abdah” (Allah, kuluna yetmez mi?) ayetleri, müminin güven kaynağını açıkça beyan etmektedir.

Bu makalede, bu iki ayetin nüzul sebeplerini ele alarak, İslami ve tasavvufi perspektiften ayetlerin derin anlamlarını ve hayatımıza sunduğu ibretli dersleri inceleyeceğiz.

1. Ayetlerin Nüzul Sebepleri

1.1. Bakara Suresi 137. Ayetin Nüzul Sebebi

“Feseyekfîkehumullâh. Ve huve’s-semîu’l-alîm.”
(Allah onlara karşı sana yetecektir. O, hakkıyla işiten ve hakkıyla bilendir.)

Bu ayet, Kur’an’ın hakikatine iman etmeyen ve özellikle de Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e düşmanlık edenlerin tutumları karşısında, müminlere verilen bir güvence niteliğindedir.

Nüzul sebebi olarak bazı rivayetlerde, Yahudi ve Hristiyanların, özellikle de Medine’deki Yahudi âlimlerinin Hz. Peygamber’e (s.a.v.) karşı cephe almaları ve ona tuzak kurma girişimlerinde bulunmaları gösterilir. Müslümanların onlara karşı endişe taşıdığı bir dönemde bu ayet nazil olmuş ve Peygamber Efendimiz’e şu mesaj verilmiştir: “Senin düşmanlarına karşı korunman için Allah sana yeter!”

Bu, bir bakıma İslam davetinin ilahi bir teminat altında olduğunu gösteren güçlü bir hitaptır.

1.2. Zümer Suresi 36. Ayetin Nüzul Sebebi

“Eleyse’llâhu bikâfin abdah. Ve yuhavvifûneke billezîne min dûnih.”
(Allah, kuluna yetmez mi? Oysa onlar seni, Allah’tan başkalarıyla korkutuyorlar.)

Bu ayet, Mekke döneminde nazil olmuştur. Rivayete göre, müşrikler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i putlarına zarar vermesi hâlinde başına büyük belalar geleceğiyle korkutuyorlardı. Onlara göre, Lat, Uzza ve Menat gibi putlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e zarar verebilir ve onu felakete sürükleyebilirdi. Ancak bu ayetle Allah Teâlâ, Peygamber’ine ve tüm müminlere şu gerçeği hatırlatıyordu:

“Allah kuluna yetmez mi?”

Bu ayet, sadece bir soru değil, aynı zamanda derin bir tefekkür çağrısıdır. Şirk içindeki insanların korkularını ve Allah’ın kudretini karşı karşıya getirerek, müminlere güçlü bir iman mesajı vermektedir.

2. İslami ve Tasavvufi Bakış Açısıyla Ayetlerin Yorumu

2.1. Allah’a Güvenin Önemi

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a güvenmenin, tevekkül etmenin ve sadece O’nu vekil edinmenin üzerinde sıkça durulmuştur. “Feseyekfîkehumullâh” ayeti, müminlere, Allah’ın onların düşmanlarına karşı yegâne koruyucu olduğu bilincini kazandırır.

Tasavvufta “kâfi” ismi, Allah’ın kuluna yetmesi anlamına gelir. Bu bağlamda, ayetler bizlere, kalbi dünya korkularından ve vehimlerinden arındırıp sadece Allah’a teslim olmanın önemini hatırlatmaktadır.

Şeyh Şibli der ki: “İnsan Allah’ı tanırsa, O’ndan başka kimseden korkmaz.”
Bu söz, ayetlerin ruhunu anlamak açısından derin bir hakikati içinde barındırır.

2.2. Allah’a Dayanarak Korkudan Kurtulmak

Müminin en büyük dayanağı, Allah’ın onunla beraber olmasıdır. Zümer 36. ayette müşriklerin putlarla korkutma çabalarına karşı şu hakikat öne çıkar: Korkulması gereken yalnızca Allah’tır.

Tasavvufi literatürde, korku (havf) ve ümit (recâ) dengesi önemli bir konudur. Ancak Allah’a gerçek anlamda güvenen kişi, korkularını terk eder ve yalnızca O’na yönelir.

Rabiatü’l-Adeviyye’nin şu duası bu noktada anlamlıdır:
“Ya Rab! Sen bana yetersin, ben Sana dayandım. Beni nefsime bırakma!”

Bu dua, ayetlerin ruhuna uygun bir tevekkül örneğidir.

3. İbretler ve Düşündürücü Dersler

3.1. Hayatta Karşılaştığımız Zorluklar ve Allah’a Sığınma

İnsanoğlu hayatında türlü zorluklarla karşılaşır: düşmanlıklar, iftiralar, korkular ve belalar… Ancak, Bakara 137 ve Zümer 36 ayetleri, bu sıkıntılar karşısında sarsılmaz bir imanla dimdik durmayı öğütler.

Şöyle düşünelim: Gerçekten Allah kuluna yetmiyor mu? Eğer bir kul, Allah’ın gücüne inanıyor ve O’na dayanıyorsa, hangi korku onu sarsabilir?

İmam Şafiî der ki:
“Allah bana yeter! O var oldukça, halkın beni sevip sevmemesi umrumda değil.”
Bu söz, müminin yalnızca Allah’a yönelmesi gerektiğini en güzel şekilde ifade eder.

3.2. İnsanlardan Değil, Allah’tan Medet Beklemek

İnsan bazen haksızlığa uğrar, bazen düşmanlarıyla yüzleşir, bazen de iftiraya maruz kalır. İşte böyle anlarda, Allah’ın kuluna yeteceğini unutmamak gerekir.

Hz. Musa’nın (a.s.) Firavun’a karşı duruşu, Hz. İbrahim’in (a.s.) Nemrut’un ateşine atıldığı an, Ashab-ı Kehf’in mağaraya sığınması… Hepsi, “Allah kuluna yetmez mi?” hakikatinin canlı örnekleridir.

Mümin, Allah’a dayanırsa, hiçbir dünya gücü onu sarsamaz. Çünkü Allah’ın himayesinde olan, asla zelil olmaz.

Sonuç: Allah Bize Yeter!

Bakara 137 ve Zümer 36 ayetleri, Allah’ın müminleri koruduğunu, onlara yettiğini ve hiçbir düşmanlığın Allah’ın iradesine galip gelemeyeceğini hatırlatır.

Bu ayetler sadece tarihî olaylara değil, günümüz insanının psikolojik, sosyal ve ruhsal sıkıntılarına da cevap verir. Hayatın çalkantıları içinde olan her insan, bu ayetlerin ruhuna sarılmalı ve şunu kendine düstur edinmelidir:

“Allah bana yeter! O ne güzel Vekil’dir!” (Âl-i İmrân, 3:173)

Unutma! Allah kuluna yeter! Sen yeter ki O’na teslim ol…

@@@@@@@@

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=uPaWlHLGS9w

Loading

No Responsesمارس 5th, 2025

TÜM GIZLI HESAPLARIN FAŞ OLUP AÇILDIĞI O MAHŞER GÜNÜ

TÜM GIZLI HESAPLARIN FAŞ OLUP AÇILDIĞI O MAHŞER GÜNÜ


Tüm Gizli Hesapların Açıldığı O Mahşer Günü

Giriş

İnsan, dünyada yaptığı her şeyi unutabilir. İnsanlar da birbirlerine dair pek çok şeyi unutabilir. Ancak Allah’ın unutması diye bir şey söz konusu değildir. Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği gibi, insanın yaptığı her şey kaydedilir ve ahirette önüne konulur. İnsanların gizlediği niyetler, sakladıkları hesaplar, üzerini örtmeye çalıştıkları günahlar, haksızlıklar ve zulümler, o büyük Mahşer Günü’nde açığa çıkarılacaktır.

Dünya, insanın amellerinin sahnelendiği bir yerdir. Ancak Mahşer, bu amellerin karşılığının görüleceği ve herkesin yaptıklarıyla yüzleşeceği bir gündür. İşte bu yazıda, hesap gününün büyüklüğünü, gizli kalan sırların nasıl açığa çıkacağını ve insanın kendi kitabıyla nasıl karşılaşacağını ele alacağız.

1. Mahşer Günü: Hiçbir Şeyin Gizli Kalmayacağı Gün

Kur’an-ı Kerim’de, Mahşer’in büyük bir toplanma ve hesap günü olduğu bildirilmiştir:

> “O gün, insanların amelleri kendilerine gösterilir. Artık kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar şer işlemişse onu görür.” (Zilzal, 7-8)

Bu ayet, insanın en küçük bir iyiliği bile unutulmayacağını, en küçük kötülüğünün bile açığa çıkacağını bildirir. Dünya hayatında insanların gözünden kaçan, gizli kapılar ardında işlenen günahlar ve kimseye fark ettirilmeden yapılan haksızlıklar, o gün ilahi bir mahkemede delilleriyle ortaya konulacaktır.

> “O gün sırlar ortaya çıkarılacaktır.” (Târık, 9)

Dünyada kurulan tuzaklar, gizli entrikalar, zulümler, yalanlar, aldatmalar… Hepsi ama hepsi ortaya çıkacak.

2. Kişinin Kendi Defteriyle Yüzleşmesi

O gün, herkesin dünyada yaptığı her şeyin yazılı olduğu bir amel defteri vardır. İnsan, bu defteri okuyacak ve onda hiçbir eksiklik veya fazlalık olmadığını anlayacaktır.

> “Kitap ortaya konulmuştur. Suçluların, onun içindekilerden korkarak, ‘Eyvah! Bu nasıl bir kitapmış ki, küçük büyük hiçbir şeyi bırakmadan hepsini saymış!’ dediklerini görürsün. Onlar, işlediklerini karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 49)

İnsan, dünyada unuttuğu günahlarını bile o gün hatırlayacak. Çünkü amel defteri, bir kamera kaydı gibi, insanın hayatının her anını gözler önüne serecektir.

O gün kişi, gözleriyle, elleriyle ve derisiyle bile sorgulanacak.

> “O gün onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları ise işlediklerine şahitlik eder.” (Yâsîn, 65)

İnsan yalan söyleyemeyecek, inkâr edemeyecek, kaçamayacak. Çünkü şahit kendi bedenidir!

3. O Günün Dehşeti: Adaletin Tecelli Edişi

Mahşer günü, insanın dünyada yaptığı her şeyin karşılığını eksiksiz alacağı bir gündür. İnsan, haksız yere aldığı tek bir kuruşun bile hesabını verecektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Haksızlık yapmaktan sakının! Çünkü kıyamet günü zulüm karanlıkları olacaktır.” (Müslim, Birr 56)

Dünyada zulmeden, adaletsizlik yapan, insanları aldatan, hakkını gasp eden herkes, Mahşer’de adalet terazisinin başına getirilecektir. O gün, güçlü ile zayıf, zengin ile fakir, yönetici ile halk, herkes eşittir.

Herkesin terazisi kurulacak ve kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyecektir:

> “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmez.” (Enbiya, 47)

4. Dünyada Unutulan Günahların O Gün Hatırlatılması

İnsan bazen kendini kandırarak, yaptığı kötülüklerin üstünü örttüğünü sanır. Ama o gün, unuttuğunu sandığı her şey önüne getirilecektir.

Peygamberimiz (s.a.v.), kıyamet günü bir kişinin getirilip önüne amel defterinin konulacağını anlatmıştır. O kişi “Ben bunları yapmadım!” diyecek, ancak Allah, ‘Yaptın! Ve şu gün, şu saatte yaptın’ diyerek şahitleri getirecektir.” (Tirmizî, Kıyamet 3)

Dünyada yapılan rüşvetler, haksız kazançlar, yalanlarla kazanılan makamlar, iftiralar… Hepsi ilahi kayıtlarla insanın önüne sunulacaktır.

5. Mahşer’de En Büyük Şok: Allah’ın Unutmadığını Anlamak

Dünyada insan, yaptıklarını bazen unutsa da Allah asla unutmaz.

> “Bugün size karşılık vereceğimiz gündür. Zira biz yaptıklarınızı kaydediyorduk.” (Câsiye, 28-29)

Mahşer günü, insanların en büyük şoku yaşayacağı an, Allah’ın unutmadığını anladıkları an olacaktır.

O gün, kimsenin torpili işlemeyecek.

O gün, kimse yalan söyleyemeyecek.

O gün, paranın, mevkinin, gücün hiçbir anlamı olmayacak.

O gün, sadece iman, takva ve salih ameller kişinin kurtuluşu olacak.

Sonuç: O Gün Gelmeden Hazırlık Yapmalı

Mahşer günü, herkesin yapıp ettikleriyle yüzleşeceği gündür. Hiçbir şey gizli kalmayacak, hiçbir sır saklanamayacak. O yüzden, daha dünyadayken hesap vermeye hazır olmak gerekir.

İki önemli kurtuluş yolu vardır:

1. Tövbe ve İstiğfar:

O gün gelmeden önce yapılan hatalar için samimi bir tövbe edilmelidir. Çünkü Allah tövbeleri kabul edendir.

2. Hakkı Gözetmek:

Hiç kimsenin hakkına girmemek, kul hakkından kaçınmak gerekir. Çünkü kul hakkı, Mahşer’de en zor hesap verilen konudur.

Dünyadayken hesap vermeye razı olanlar, ahirette kolay hesap verirler. Ama dünyada haksızlığa bulaşıp, unuttuğunu sananlar, o büyük Mahşer günü unutmadıklarını göreceklerdir.

O halde, o gün gelmeden önce kendimizi hesaba çekelim. Çünkü gerçek adalet, o gün yerini bulacaktır!

 

 

Loading

No Responsesمارس 4th, 2025

ORUCUN SOSYAL HAYATA KAZANDIRDIKLARI

ORUCUN SOSYAL HAYATA KAZANDIRDIKLARI


Orucun Sosyal Hayata Kazandırdıkları

Oruç, bireyin sadece ruhunu ve bedenini değil, aynı zamanda toplum içindeki ilişkilerini de olumlu yönde etkileyen bir ibadettir. Oruç tutan kişi, sosyal hayatta daha bilinçli, paylaşımcı ve anlayışlı bir birey haline gelir. İşte orucun sosyal hayata kazandırdığı başlıca faydalar:

1. Yardımlaşma ve Dayanışma Duygusunu Güçlendirir

Oruç, insanı açlık ve susuzlukla sınayarak yoksulların halini anlamasını sağlar. Bu sayede:

Kişi, fakirlerin yaşadığı zorlukları bizzat tecrübe eder ve onlara karşı duyarlılığı artar.

Sadaka, zekât ve iftar verme gibi yardımlaşma duyguları güçlenir.

Toplumda paylaşma bilinci artar, sosyal dayanışma kuvvetlenir.

2. Ahlâkî Güzellikleri Yaygınlaştırır

Oruç, bireyin kötü alışkanlıklarını ve kötü sözleri terk etmesini teşvik eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruçlunun kötü söz ve davranışlardan kaçınması gerektiğini vurgulamıştır:
“Oruç, bir kalkandır. Oruçlu kişi, kötü söz söylemesin ve cahillik edip kavga etmesin.” (Buhârî, Savm, 9)

Bu sayede:

Toplum içinde hoşgörü, nezaket ve saygı artar.

Dedikodu, yalan, öfke ve kırıcı sözler azalır.

Daha huzurlu ve güvenilir bir sosyal ortam oluşur.

3. Toplumsal Bütünleşmeyi ve Birlik Ruhunu Güçlendirir

Ramazan ayı ve oruç, tüm Müslümanları ortak bir amaç etrafında birleştirir.

Aynı saatte iftar açmak, sahura kalkmak ve ibadetleri birlikte yapmak, toplumsal bütünleşmeyi artırır.

Akrabalık bağları güçlenir, iftar davetleri ile dostluklar pekişir.

Camilerde cemaatle yapılan teravih namazları, toplumu bir araya getirir ve birlik ruhunu pekiştirir.

4. Sabır ve Empati Yeteneğini Artırır

Oruç, insanın sabır ve öz disiplin kazanmasına yardımcı olur. Sabırlı bir insan, toplum içinde daha olumlu ve sağduyulu ilişkiler kurar.

Kişi, açlık ve susuzlukla sabretmeyi öğrenerek günlük hayattaki sıkıntılar karşısında daha dayanıklı olur.

Başka insanların hatalarına karşı daha hoşgörülü davranır.

Empati yeteneği geliştiği için insan ilişkilerinde daha anlayışlı ve merhametli olur.

5. Toplumsal Adalet ve Eşitlik Bilincini Geliştirir

Oruç, insanlara farklı sosyal sınıflardan insanların aynı duyguları paylaşabileceğini gösterir.

Zengin ile fakir aynı açlığı ve susuzluğu yaşar, böylece insanlar arasındaki sosyal farklar azalır.

Bireyler, Allah’ın nimetlerini daha iyi anlar ve israfı önlemeye yönelir.

6. Toplumsal Barışı ve Güveni Artırır

Oruçlu bir toplum, daha huzurlu ve barışçıl bir yapıya sahip olur.

İnsanlar arasındaki kin ve düşmanlık duyguları azalır.

Tartışma ve kavgalar yerine, sevgi ve saygıya dayalı ilişkiler gelişir.

İftar sofraları, farklı sosyal grupları bir araya getirerek toplum içinde barışı destekler.

Sonuç

Oruç, bireyi eğiten ve dönüştüren bir ibadet olduğu gibi, toplumu da güzelleştiren bir sosyal dinamiktir. Yardımlaşma, dayanışma, sabır, empati ve birlik ruhu gibi değerleri güçlendirerek daha sağlıklı ve huzurlu bir toplumun oluşmasına katkı sağlar.

 

 

Loading

No Responsesمارس 4th, 2025

İNSANIN HER BİR DUYGUSU BİR ANAHTAR OLUP BULUNDUĞU ALEMIN KAPILARINI AÇIYOR

İNSANIN HER BİR DUYGUSU BİR ANAHTAR OLUP BULUNDUĞU ALEMIN KAPILARINI AÇIYOR[1]


İnsanın Duyguları: Alem Kapılarını Açan Anahtarlar

İnsan, sadece akıl ve bedenden ibaret bir varlık değildir; duygularıyla, hisleriyle ve gönül dünyasıyla tamamlanan bir kudret harikasıdır. Rabbimiz, insana hissetme yeteneğini vermiş, böylece onu canlılar arasında eşsiz bir konuma yerleştirmiştir. Kuran-ı Kerim’de de insanın kalbi, duyguları ve iç dünyası üzerinde sıkça durulmuş, bu yönüyle onun manevi yolculuğu şekillendirilmiştir.

Duygular: Alem Kapılarını Açan Anahtarlar

Her duygu, aslında bir anahtardır. Bu anahtarlar, insanın içinde bulunduğu manevi, ruhani ve dünyevi alemlerin kapılarını açar. Sevinç, insanı şükre götürür; hüzün, tefekkür ettirir; korku, Allah’a sığınmaya vesile olur; merhamet, kullar arasında rahmeti yayar. Bu duyguların her biri, insanın nerede durduğunu ve hangi kapıyı açacağını belirleyen ilahi işaretlerdir.

Korku ve Takva Kapısı

Kur’an’da “Onlar, gayba inanırlar ve namazı dosdoğru kılarlar…” (Bakara, 2/3) buyurularak iman edenlerin bilinmeyen karşısındaki duruşlarına vurgu yapılır. Korku, insanı Allah’a yaklaştıran bir anahtar olduğunda, takva kapısını açar. Korku, sadece dünyevi anlamda bir endişe değil, Allah’ın azabından sakınma ve O’nun rızasını kaybetmekten duyulan derin bir hassasiyettir.

Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Gerçek akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrası için hazırlık yapandır” (Tirmizi, Kıyamet, 25) buyurarak bu duygunun insanı doğru kapılara yönlendirdiğini ifade etmiştir. Eğer korku insanı Allah’a sığınmaya, O’nun rahmetine yaklaşmaya yönlendiriyorsa, kişi için hayırlı bir anahtar olur.

Sevgi ve Muhabbet Kapısı

İslam, sevgiyi ve muhabbeti insanın yaratılışındaki temel unsurlardan biri olarak kabul eder. “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…” (Maide, 5/54) ayeti, sevginin iki yönlü bir kapı olduğunu gösterir.

Allah sevgisi, insanı ibadete, iyiliğe ve merhamete yönlendirir. Peygamberimiz (s.a.v.), “Sizden biri, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olamaz” (Buhari, İman, 7) buyurarak, sevginin bir anahtar olduğunu ve bu anahtarın ümmet bilincini, kardeşliği ve insanlığa fayda kapısını açtığını belirtmiştir.

Ancak sevgi yanlış yerde kullanılırsa, insanı dünyevileşmeye, nefsin peşinde koşmaya ve heva-heves kapısına sürükleyebilir. Bu yüzden duyguların yönü çok önemlidir; her duygu insana bir kapı açar ama o kapının nereye çıktığını bilmek gerekir.

Hüzün ve Tefekkür Kapısı

İnsan, zaman zaman hüzünle imtihan edilir. Kimi zaman kayıplarla, kimi zaman hayal kırıklıklarıyla karşılaşır. Ancak hüzün, bir kapanış değil, aksine bir idrak kapısıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” (Buhari, Rikak, 29) buyurmuş, dünya hayatının faniliğini ve bu hüzünlü bilincin insana tefekkür kapısını açacağını göstermiştir.

Hazreti Yakup’un (a.s.), oğlu Yusuf için duyduğu hüzün, aslında bir sabır ve teslimiyet kapısını açmış; Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) Taif’te yaşadığı acılar, O’nu daha büyük bir tebliğ gücüne ulaştırmıştır. Dolayısıyla hüzün, insanı Rabbine yaklaştıran bir anahtar olarak değerlendirilmelidir.

Sonuç: Hangi Kapıyı Açacağımızı Bilmeliyiz

Her duygu insana bir yön çizer. Önemli olan, bu duyguları hangi kapıyı açmak için kullandığımızdır. Korku, bizi Allah’tan uzaklaştırıyorsa yanlış bir anahtar kullanıyoruz demektir. Sevinç, bizi gaflete sürüklüyorsa kapıyı yanlış yere açmışız demektir.

Bu nedenle insanın her hissiyatı bir fırsattır. Allah, bizlere duygularımızı hikmetle kullanmayı, bizi O’na yaklaştıracak kapıları açmayı ve yanlış kapılardan uzak durmayı nasip etsin. Çünkü her anahtarın bir kapısı vardır; önemli olan o kapının cennete açılan bir kapı olmasıdır.

@@@@@@

BAZEN BİR SÖZ VE HAL İNSANİN DUYGU KAPILARINI KAPATAN BİR ANAHTAR OLURKEN, BAZEN DE AÇAN OLUR. BAZEN DE BİR KAPININ KAPANIP FARKLI KAPILARIN AÇILMASINA VESİLE OLUR.

Söz ve Hal: Kalp Kapılarını Açan ve Kapatan Anahtarlar

İnsan ruhu, sonsuz kapılarla çevrili bir saray gibidir. Her kapının ardında farklı bir âlem, farklı bir hakikat saklıdır. Kimi kapılar insanı huzura, aşka, ilahi hakikate açarken, kimi kapılar gaflete, hüzne ve manevi karanlığa götürebilir. Bazen bir söz, bazen bir hal bu kapıları açan ya da kapatan bir anahtar olur. Bazen de bir kapının kapanması, hiç umulmadık güzellikte yeni kapıların açılmasına vesile olur.

Tasavvuf ehline göre, insanın gönül dünyasını şekillendiren en önemli unsurlardan biri sözdür. Çünkü söz, sadece bir ifade değil, aynı zamanda bir enerjidir; insanın ruhunu yükseltebildiği gibi, onu aşağıya da çekebilir.

Söz: Açan ve Kapatan Anahtar

Yunus Emre’nin dediği gibi:

“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.”

Bir söz, insanın içindeki güzellikleri ortaya çıkarabilir, onu hakikate yönlendirebilir. Ama aynı söz, kötü niyetle söylendiğinde, insanın ruhunu karartıp gönlünü daraltabilir.

Mesela, İmam-ı Gazali’nin bir sözü, bir insanın imanını kuvvetlendirirken, alaycı ve küçümseyici bir söz, bir başkasının kalbini katılaştırabilir. Allah dostları, bu yüzden söze çok dikkat ederler. Onların kelamı, hakikat kapılarını açan bir anahtar gibidir.

Mevlâna’nın hayatını değiştiren bir söz, Şems-i Tebrizi’den gelen bir soruydu:

“Ey Mevlâna! Sen mi Allah’ı arıyorsun, yoksa Allah mı seni arıyor?”

Bu tek cümle, Mevlâna’nın iç dünyasında bir değişimve dönüşüm olusturdu. Çünkü bazen bir tek söz bile, insanın mana kapılarını açmak için yeterlidir.

Ama unutulmamalıdır ki, sözün etkisi, onu söyleyenin haline bağlıdır. İçinde samimiyet olmayan, kalpten çıkmayan bir söz, kuru bir kelimeden ibarettir. Bu yüzden büyük mutasavvıflar, önce sözlerinden önce hallerini terbiye etmeyi esas almışlardır.

Hal: Sessiz Ama Etkili Bir Anahtar

Tasavvufta bir hakikat vardır: Hal, sözden daha etkilidir. Çünkü insan bazen bir nasihatten etkilenmez ama güzel bir halin etkisiyle iç dünyasında bir dönüşüm yaşar.

Buna en güzel örneklerden biri İbrahim Edhem Hazretleri’nin hikâyesidir. O, bir padişahken, sarayında bir gece ansızın bir ses işitti:

“Burada kaybolan develerimi arıyorum!”

İbrahim Edhem, şaşkınlıkla dışarı çıkıp sesin sahibine şöyle dedi:

“Bu bir saraydır! Burada deve bulunur mu?”

O ses ona şu ibretlik cevabı verdi:

“Öyleyse senin bu tahtında Allah bulunur mu?”

Bu söz, İbrahim Edhem için dünya kapılarını kapattı ama hakikat kapısını açtı. Tüm ihtişamı geride bırakarak bir derviş olarak yeni bir yolculuğa başladı.

Bazen suskunluk, bazen bir bakış, bazen bir hâl, insanın iç dünyasında öyle bir kapı açar ki, o kapıdan geçildiğinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

Kapanan Kapılar, Açılan Yeni Ufuklar

Hayatta bazı kapılar kapanır ve insan bunu büyük bir kayıp zanneder. Oysa bir kapının kapanması, insanı başka bir gerçeğe yönlendiren ilahi bir işarettir. Hazreti Yusuf’un kuyudan çıkarılıp zindana atılması, onu Mısır’ın sultanlığına götüren bir sürecin başlangıcıydı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Mekke’den çıkarılmak zorunda kaldığında, Medine’de İslam’ın en parlak döneminin kapıları açıldı.

Mevlâna, Şems’ten ayrıldığında büyük bir hüzne düştü ama bu hüzün, ona Mesnevi gibi bir şaheseri yazdırdı. Eğer Şems gitmeseydi, belki de Mevlâna’nın gönül dünyası böylesine zenginleşmeyecek, milyonlara ışık tutan bu eser ortaya çıkmayacaktı.

Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi:

“Başa gelen her musibet, içinde binlerce rahmet saklar.”

O yüzden insan, kapanan kapılar karşısında sabretmeli ve açılacak yeni kapıları beklemelidir. Çünkü Allah bir kapıyı kapatıyorsa, çok daha güzel bir kapıyı açmak içindir.

Sonuç: Söz ve Halin Hikmetini Bilmek

Söz ve hal, insanın iç dünyasını şekillendiren iki büyük unsurdur. Bunlar bazen kalp kapılarını açan bir anahtar, bazen de insanı gaflete düşüren bir kilit olabilir.

O yüzden kişi hangi sözleri dinlediğine, hangi haller içinde olduğuna dikkat etmelidir. Allah dostlarının sohbetleriyle, güzel ahlak sahiplerinin hallerinden feyz alarak kalp kapılarımızı hayra açmalıyız. Ve unutmamalıyız ki, bazen kapanan bir kapı, Allah’ın bize açacağı çok daha büyük bir kapının müjdecisidir.

Rabbimiz, bizleri hakikate açılan kapılarla buluştursun, kalbimizi rahmetin ve hikmetin anahtarlarıyla süslesin.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=Qii_8za9fBM

Loading

No Responsesمارس 4th, 2025

YAPAY DEPREM MÜMKÜN MÜ? MARMARA DEPREMİ VE 6 ŞUBAT DEPREMİ BİR YAPAY DEPREM Mİ? ABD’NİN BURADA BİR ROLÜ VAR MIDIR? BU KONUDA TESBİT EDİLMİŞ BIR DEPREM VAR MIDIR?

YAPAY DEPREM MÜMKÜN MÜ? MARMARA DEPREMİ VE 6 ŞUBAT DEPREMİ BİR YAPAY DEPREM Mİ? ABD’NİN BURADA BİR ROLÜ VAR MIDIR? BU KONUDA TESBİT EDİLMİŞ BIR DEPREM VAR MIDIR?


### **YAPAY DEPREM MÜMKÜN MÜ?**
İnsan faaliyetlerinin küçük ölçekli depremleri tetiklemesi (**indüklenmiş sismisite**) bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Ancak bu depremler genellikle **4.0 büyüklüğün altında** ve yıkıcı olmayan seviyededir. Örneğin:
– **Petrol ve gaz çıkarma** (özellikle kuyuya atık su enjeksiyonu),
– **Büyük barajların oluşturduğu basınç** (1967 Hindistan Koyna Depremi, 6.3 büyüklüğünde),
– **Jeotermal enerji projeleri**.

Ancak **7.0+ büyüklüğündeki yıkıcı depremler** doğal tektonik hareketlerle açıklanır. İnsanların bu ölçekte deprem üretme teknolojisi **yoktur**.

### **MARMARA DEPREMİ VE 6 ŞUBAT DEPREMLERİ YAPAY MI?**
1. **Marmara Depremi (Beklenen)**:
– Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın Marmara Denizi altındaki segmenti, **yüzyıllardır biriken tektonik stres** nedeniyle büyük bir deprem riski taşır. Bu tamamen doğal bir süreçtir. Bilimsel veriler, yapay bir tetikleyiciye işaret etmez.

2. **6 Şubat 2023 Depremleri (Kahramanmaraş)**:
– 7.8 ve 7.5 büyüklüğündeki bu depremler, **Arap ve Afrika levhalarının Anadolu levhasını sıkıştırması** sonucu oluştu. Depremin merkez üssü, bilinen bir fay hattı (Doğu Anadolu Fay Hattı) üzerindedir.
– Bu büyüklükteki bir depremi tetikleyebilecek **insan yapımı bir teknoloji mevcut değil**.

### **ABD’NİN ROLÜ VAR MI?**
– **Komplo Teorileri**: Bazı iddialar, ABD’nin **HAARP** (Yüksek Frekanslı Etkin Güneşsel Araştırma Programı) gibi projelerle depremleri tetiklediğini öne sürer. Ancak HAARP, **iyonosfer araştırmaları** için kullanılan bir sistemdir ve deprem yapma kapasitesi **bilimsel olarak reddedilmiştir**.
– **Jeopolitik Analiz**: Depremlerin “yapay” olduğu veya ABD’nin böyle bir operasyon yürüttüğüne dair **hiçbir somut kanıt yoktur**.

### **TESBİT EDİLMİŞ YAPAY DEPREMLER**
1. **Oklahoma, ABD (2011-2016)**: Petrol endüstrisinin atık su enjeksiyonu, **5.8 büyüklüğüne** varan depremlere yol açtı.
2. **Koyna Barajı, Hindistan (1967)**: Barajın su tutmasıyla **6.3 büyüklüğünde** deprem meydana geldi.
3. **Jeotermal Projeler, İsviçre (2006)**: Basel’de yeraltına su enjekte edilmesi **3.4 büyüklüğünde** depremi tetikledi.

### **SONUÇ**
– **Doğal vs. İnsan Kaynaklı**: Yıkıcı depremler (7.0+) **doğal tektonik süreçlerle** ilişkilidir. İnsan faaliyetleriyle tetiklenen depremler ise **nadir, küçük ölçekli** ve genellikle kazara gerçekleşir.
– **Marmara ve 6 Şubat Depremleri**: Bu depremlerin yapay olduğuna dair **bilimsel bir kanıt yoktur**. Her ikisi de bölgenin jeolojik yapısıyla açıklanabilir.

Bilimsel veriler, depremleri “yapay” olarak nitelendiren iddiaları desteklemiyor. Riskli bölgelerde **deprem hazırlığı** ve **zemin etüdü** odaklanılması gereken gerçek çözümlerdir. 🌍🔬

 

 

Loading

No Responsesمارس 4th, 2025

ORUCUN DÜNYEVİ VE UHREVİ FAYDALARI.

ORUCUN DÜNYEVİ VE UHREVİ FAYDALARI.


Orucun Dünyevî ve Uhrevî Faydaları

Oruç, sadece bireyin sağlığını koruyan ve toplumsal barışı güçlendiren bir ibadet değil, aynı zamanda insanın ahiret hayatına da doğrudan etki eden bir ibadettir. Bu yönüyle oruç, hem dünyada hem de ahirette insana büyük kazançlar sağlar.

1. Orucun Dünyevî Faydaları

a) Beden Sağlığını Korur ve Güçlendirir

Orucun tıbbi faydaları bilimsel olarak ispatlanmıştır.

Sindirim sistemini dinlendirir ve yeniler.

Hücrelerin kendini temizleme süreci olan otofajiyi tetikler.

Bağışıklık sistemini güçlendirir, yaşlanmayı geciktirir.

Metabolizmayı düzenler, kilo kontrolüne yardımcı olur.

b) Ruhsal ve Zihinsel Arınma Sağlar

Stresi ve kaygıyı azaltır.

Sabır ve irade gücünü artırır.

Zihinsel berraklık sağlar, dikkati güçlendirir.

c) Toplumsal Barışı ve Dayanışmayı Güçlendirir

Zengin ve fakir arasındaki farkı hissettirerek sosyal adalet bilincini artırır.

Yardımlaşma ve paylaşma duygusunu pekiştirir.

Aile ve dostluk ilişkilerini kuvvetlendirir.

d) Ahlâkî ve Manevî Olgunlaşmayı Sağlar

Öfke, kıskançlık ve kötü alışkanlıklardan arınmaya yardımcı olur.

Güzel ahlâkı teşvik eder, sabır ve hoşgörüyü artırır.

2. Orucun Uhrevî Faydaları

a) Allah’a Yakınlaştırır ve Takvayı Artırır

Kur’an’da orucun farz kılınma sebebi olarak “takva sahibi olmak” gösterilir. (Bakara 2/183)

Oruç tutan kişi, Allah’ın rızasını kazanır ve O’na olan bağlılığını güçlendirir.

b) Günahlara Kefaret Olur

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim iman ederek ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6)

c) Ahirette Büyük Mükâfatlara Vesile Olur

Cennette “Reyyan” adlı özel bir kapı, yalnızca oruçlular için açılacaktır. (Buhârî, Savm, 4)

Orucun sevabı Allah katında sınırsızdır ve Allah, oruç tutan kulunu bizzat ödüllendireceğini bildirmiştir. (Müslim, Siyam, 30)

d) Kıyamet Gününde Şefaatçi Olur

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Oruç ve Kur’an, kıyamet günü kişiye şefaatçi olur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Sonuç

Oruç, insanın hem dünyadaki hayatına hem de ahiret hayatına büyük faydalar sağlar. Dünyada beden sağlığını, ahlâkî olgunluğu ve toplumsal barışı artırırken, ahirette Allah’ın rızasına ve büyük mükâfatlara ulaşmanın bir vesilesidir. Bu nedenle oruç, yalnızca aç ve susuz kalmak değil, aynı zamanda insanın ruhunu ve ahiretini kazandıran kutsal bir ibadettir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 4th, 2025

KURAN-I KERİM ÜZERİNE FARKLI BIR ARAŞTIRMA VE KİTAP YAZMAK İÇİN ŞİMDİYE KADAR YAPILMAMIŞ VE YAPILMASI GEREKLİ AHİRET EKSENLİ VE AĞIRLIKLI BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ .

KURAN-I KERİM ÜZERİNE FARKLI BIR ARAŞTIRMA VE KİTAP YAZMAK İÇİN ŞİMDİYE KADAR YAPILMAMIŞ VE YAPILMASI GEREKLİ AHİRET EKSENLİ VE AĞIRLIKLI BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ .


Ahiret Eksenli Kur’ân Araştırması İçin Özgün Bir Çalışma Önerisi

Kur’ân-ı Kerîm, dünya ve ahiret dengesini kuran bir hidayet rehberidir. Ancak Kur’ân çalışmalarında genellikle ahiret konusu ya genel çerçevede ele alınmakta ya da farklı disiplinler içinde parçalı şekilde incelenmektedir. Bu nedenle, “Kur’ân’da Ahiret: Ölümden Sonsuz Hayata Geçiş” başlıklı derinlemesine bir araştırma ve kitap çalışması, şimdiye kadar eksik kalmış bir alanı doldurabilir.

Çalışmanın Amacı ve Kapsamı

Bu araştırma, Kur’ân’ın ahiret tasavvurunu, ölümden dirilişe, mahşerden cennet ve cehenneme kadar bütün boyutlarıyla, sistematik ve derinlemesine bir şekilde ele almayı amaçlamaktadır. Çalışma şu sorulara cevap arayacaktır:

1. Ahiret hayatı nasıl bir realitedir? Kur’ân’da geçen ahiret tasvirleri gerçek mi, sembolik mi?

2. Kur’ân, dünya ve ahiret dengesini nasıl kurar? İnsan neden sürekli dünya hayatına yönelme eğilimindedir?

3. Ölüm, kabir hayatı, kıyamet ve diriliş süreçleri Kur’ân’da nasıl anlatılmıştır?

4. Cennet ve cehennem kavramları nasıl anlaşılmalıdır? Kur’ân’daki ahiret sahneleri nasıl yorumlanmalıdır?

5. Ahiret inancı, bireysel ve toplumsal ahlâkı nasıl şekillendirir?

Bölüm Planı

1. Bölüm: Ahiret İnancının Kur’ân’daki Temelleri

Kur’ân’da ahiret inancının temel dayanakları

Ahirete iman: İmanın şartları içinde yeri ve önemi

Ahiret inancının tarihî gelişimi: Önceki ümmetler ve ahiret tasavvurları

Dünya ve ahiret arasındaki ilişki: “Dünya ekin yeri midir?”

2. Bölüm: Ölüm, Kabir Hayatı ve Berzah Alemi

Ölüm, ruhun bedenden ayrılması ve Kur’ân’daki ifadeleri

Kabir hayatı ve berzah alemi: Bir bekleyiş mi, farklı bir varoluş mu?

Kabir azabı ve nimeti: Kur’ânî deliller ve tefsir yorumları

3. Bölüm: Kıyamet Günü: Kur’ân’ın Kıyamet Tasvirleri

Kıyametin büyük alametleri ve süreci

Sûr’a üfürülüş ve evrenin sarsılması

Yeryüzünün yeni şekli: “Yeryüzü başka bir yeryüzüyle değiştirildi” (İbrahim, 48)

Mahşer günü: İnsanların toplanışı ve hesap verme sahnesi

4. Bölüm: Mizan, Amel Defterleri ve Sırat Köprüsü

Kur’ân’da amel defterlerinin verilmesi: Sağdan ve soldan alma

Mizan (ilahi terazi) nasıl bir mahiyet taşır?

Sırat köprüsü Kur’ân’da var mı? Kur’ânî deliller ve farklı yorumlar

5. Bölüm: Cennet ve Cehennem: Sonsuz Hayatın Gerçekliği

Cennet ve cehennem sembolik mi, gerçek mi?

Cennette müminleri bekleyen ödüller

Cehennem azabı: Sürekli mi, geçici mi? “Rahmetin her şeyi kuşatması” meselesi

Kur’ân’da cehennemden çıkış var mı? (İbn Teymiyye ve diğer farklı yorumlar)

6. Bölüm: Ahiret İnancının Bireysel ve Toplumsal Etkileri

Ahiret inancı bireyin ahlâkını nasıl şekillendirir?

Sosyal adalet ve ahiret inancı

Ahiret bilinci ile yaşamak: Kur’ân’daki “ölmeden önce ölmek” ilkesi

Günümüzde ahiret inancının zayıflamasının topluma etkileri

Çalışmanın Özgünlüğü ve Önemi

1. Tamamen ahiret eksenli bir Kur’ân araştırması:

Mevcut Kur’ân çalışmalarında ahiret genellikle tefsirler içinde sınırlı bir konu olarak ele alınmaktadır. Bu çalışma, ilk kez sadece ahireti merkeze alan bir Kur’ân analizi sunacaktır.

2. Sistematik ve bütüncül bir bakış açısı:

Ahiret sürecinin tüm aşamalarını (ölümden cennete/cehenneme kadar) bütüncül bir perspektifle ele alacaktır.

3. Modern yorumlar ve geleneksel tefsirlerin sentezi:

Klasik İslam âlimlerinin yorumları ile modern ilahiyatçıların yaklaşımlarını karşılaştırmalı olarak ele alacak, yeni yorumlar getirecektir.

4. Toplumsal ve ahlaki analiz:

Ahiret inancının sadece bireysel bir mesele olmadığı, toplumsal düzen üzerindeki etkileriyle ele alınacaktır.

Sonuç

Bu çalışma, ahiret inancını Kur’ân’ın rehberliğinde derinlemesine inceleyen özgün bir eser olacaktır. Ahireti anlamak, insanın dünyadaki hayatını şekillendiren en büyük etkenlerden biridir. Çünkü Allah, Kur’ân’da bizlere sürekli olarak “dünya hayatının geçici, ahiret hayatının ise ebedî olduğunu” hatırlatmaktadır (Ankebût, 64).

Bu araştırma, Kur’ân’ın ahiret anlayışını sadece bir inanç unsuru olarak değil, bireysel ve toplumsal yaşamı dönüştüren bir güç olarak ele alacak ve okura ahiret bilinciyle nasıl yaşaması gerektiğini gösterecektir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 3rd, 2025

KURAN-I KERİM VE HADİSİ ŞERİFLERDE AKLİ VE NAKLİ DELİLLERLE KADER ÜZERİNE FARKLI BIR ARAŞTIRMA VE KİTAP YAZMAK İÇİN ŞİMDİYE KADAR YAPILMAMIŞ VE YAPILMASI GEREKLİ BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ.

KURAN-I KERİM VE HADİSİ ŞERİFLERDE AKLİ VE NAKLİ DELİLLERLE KADER ÜZERİNE FARKLI BIR ARAŞTIRMA VE KİTAP YAZMAK İÇİN ŞİMDİYE KADAR YAPILMAMIŞ VE YAPILMASI GEREKLİ BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ.


Kur’ân-ı Kerîm ve Hadislerde Aklî ve Naklî Delillerle Kader: Özel Bir Araştırma Önerisi

Çalışmanın Konusu ve Önemi

Kader, İslâm inancının en karmaşık ve derin meselelerinden biridir. İnsan iradesi ile Allah’ın takdiri arasındaki ilişki tarih boyunca felsefi, kelâmî ve tasavvufi açılardan tartışılmıştır. Ancak bu tartışmalar genellikle birbirinden kopuk şekilde ele alınmış, Kur’ân ve hadis merkezli bir bütün analiz olarak ortaya konmamıştır.

Bu çalışma, Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde kader anlayışını sistematik bir şekilde ele alarak, aklî ve naklî deliller ışığında yeni bir bakış açısı sunmayı amaçlamaktadır. Çalışmada şu sorulara cevap aranacaktır:

Kur’ân’da kader nasıl tanımlanmıştır?

Peygamber Efendimiz’in (sav) kader anlayışı nasıldı?

İnsan iradesi ile ilahi takdir nasıl dengelenir?

Kaderin felsefi ve bilimsel boyutları nelerdir?

Tasavvufî ve kelâmî yaklaşımlar nasıl farklılaşır?

Günümüz insanı için kader anlayışının pratik anlamı nedir?

Bu çalışma, Kur’ân ve hadislerdeki kader anlayışını modern bilim, felsefe ve İslâm düşüncesi ile harmanlayan, kapsamlı ve özel bir eser olacaktır.

Bölüm Planı

1. Bölüm: Kaderin Kur’ân ve Hadislerdeki Temelleri

Kader Kavramı: Kur’ân’daki anlamları (kader, kaza, meşîet, irade)

Kaderin iman esasları içindeki yeri

Kur’ân’da kaderle ilgili temel ayetler

Hadislerde kader anlayışı ve sahabe soruları

2. Bölüm: Kaderin Aklî Delilleri: Felsefi ve Kelâmî Tartışmalar

1. Cebrîlik ve Kader (Determinizm – Zorunluluk Problemi)

Cebriye ve kader anlayışı

Modern bilimde determinizm: Fiziksel evrenin kaderi var mı?

Kur’ân, insanın iradesini nasıl tanımlar?

2. Kader ve Hür İrade (İnsan Seçimleri Gerçek mi?)

Mutezile’nin özgür irade yaklaşımı ve eleştirisi

*Kur’ân’da sorumluluk ve irade ilişkisi: “İnsan ancak çalıştığının karşılığını alır.” (Necm, 39)

Modern psikoloji ve nörobilim açısından özgür irade

3. Kader ve Zaman Problemi

Allah’ın zamansızlığı: Her şeyi baştan mı biliyor, yoksa belirliyor mu?

Kur’ân’da Allah’ın ilmi ve zamansızlık vurgusu

Modern fizikte zaman kavramı ve Kur’ân’daki yansıması.

3. Bölüm: Kaderin Naklî Delilleri: Kur’ân ve Hadisler Işığında

Kur’ân’da “levh-i mahfuz” kavramı ve ilahi takdir.

Hadislerde kaderin açıklamaları: “Levh-i mahfuz değişir mi?”

Dua ve ibadet kaderi değiştirir mi?

Peygamberimizin (sav) kaderle ilgili duaları ve sahabelerin soruları

4. Bölüm: Kaderin Pratik Hayata Etkisi

Kader inancı, psikolojik ve toplumsal etkiler

İslam toplumlarında kader anlayışının tarihsel gelişimi

Kadercilik ile tevekkül arasındaki fark

Modern dünyada kader inancı nasıl yorumlanmalı?

Çalışmanın Özgünlüğü

1. Kur’ân ve hadis merkezli sistematik analiz

Kader konusu genellikle kelâmî tartışmalarda ele alınmış olup, bu çalışma ilk kez tamamen Kur’ân ve hadis perspektifinden sistematik olarak ele alınacaktır.

2. Aklî ve naklî delillerin sentezi

Klasik felsefi ve kelâmî argümanlar Kur’ân ve hadisler ışığında yeniden yorumlanacaktır.

3. Modern bilim ve kader ilişkisi

Fizik, psikoloji ve nörobilimdeki özgür irade tartışmaları Kur’ân’ın kader anlayışıyla karşılaştırılacaktır.

4. Kaderin pratik hayata etkileri

Kader inancının bireysel ve toplumsal psikolojiye etkileri ele alınacak, modern insan için anlamı vurgulanacaktır.

Sonuç: Kaderi Anlamak, Hayatı Anlamaktır

Bu çalışma, kader konusunu sadece teorik ve kelâmî bir tartışma olarak değil, insanın dünya ve ahiret hayatını anlamlandırmasına yardımcı olan bir rehber olarak ele alacaktır.

Kur’ân ve hadisler, kaderi bir teslimiyet veya zorunluluk olarak değil, ilahi ilmin ve insan iradesinin iç içe geçtiği bir sistem olarak sunmaktadır.

Bu kitap, hem akademik dünyada hem de geniş okuyucu kitlesinde, kader konusunda yeni bir bakış açısı sunan önemli bir kaynak olacaktır.

 

 

Loading

No Responsesمارس 3rd, 2025

KURAN-I KERİMDE AKLİ VE NAKLİ DELİLLERLE ALLAH’IN VARLIĞI ÜZERİNE FARKLI BIR ARAŞTIRMA VE KİTAP YAZMAK İÇİN ŞİMDİYE KADAR YAPILMAMIŞ VE YAPILMASI GEREKLİ BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ.

KURAN-I KERİMDE AKLİ VE NAKLİ DELİLLERLE ALLAH’IN VARLIĞI ÜZERİNE FARKLI BIR ARAŞTIRMA VE KİTAP YAZMAK İÇİN ŞİMDİYE KADAR YAPILMAMIŞ VE YAPILMASI GEREKLİ BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ.


Kur’ân-ı Kerîm’de Aklî ve Naklî Delillerle Allah’ın Varlığı: Özel Bir Araştırma Önerisi

Çalışmanın Konusu ve Önemi

İnsanlık tarihi boyunca Allah’ın varlığı ve birliği üzerine birçok felsefi ve dini argüman ortaya konmuştur. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in sunduğu hem aklî hem de naklî deliller genellikle ya kelâm ilmi bağlamında ele alınmış ya da klasik tefsirlerde dağınık şekilde incelenmiştir.

Bu çalışma, Kur’ân’ın Allah’ın varlığını ve birliğini temellendirme yöntemlerini, felsefi ve bilimsel yaklaşımlarla karşılaştırarak, ilk kez Kur’ân merkezli bir metodolojiyle sistematik hale getirmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda şu sorulara cevap aranacaktır:

Kur’ân’da Allah’ın varlığı hangi aklî ve naklî delillerle açıklanır?

Kur’ân, Allah’ın varlığını ve birliğini ispat ederken hangi yöntemleri kullanır?

Kur’ân’ın getirdiği deliller, modern bilimsel ve felsefi argümanlarla nasıl örtüşmektedir?

Kur’ân’ın sunduğu Allah inancı, klasik kelâm ve felsefi argümanlardan nasıl farklıdır?

Modern ateizm ve deizm karşısında Kur’ân’ın Allah tasavvuru nasıl savunulabilir?

Bu araştırma, Kur’ân’ın Allah’ın varlığını ispat eden yöntemlerini derinlemesine analiz eden ve bunu modern bilim, felsefe ve kelâm ilmiyle ilişkilendirerek özgün bir perspektif sunan ilk çalışma olacaktır.

Bölüm Planı

1. Bölüm: Allah’ın Varlığını İspatta Kur’ân’ın Metodu

Kur’ân’ın Delillendirme Yöntemleri: Aklî, fıtrî ve naklî deliller

Kur’ân’da Tevhid Öğretisi: Vahdaniyet ve ulûhiyet kavramları

Kur’ân’da Akla Hitap Eden Ayetler: Düşünmeye, sorgulamaya teşvik

2. Bölüm: Kur’ân’da Aklî Deliller ve Felsefi Karşılıkları

Bu bölümde Kur’ân’daki aklî delillerin klasik felsefi argümanlarla nasıl örtüştüğü incelenecektir.

1. Kozmolojik Delil (Evrenin Varlığından Allah’ın Varlığına)

Kur’ân’da Evrenin Yaratılışı: “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’tır.” (En’âm, 101)

Big Bang ve Kur’ân: “Göklerle yer bitişik haldeyken biz onları ayırdık.” (Enbiyâ, 30)

Evrenin sonlu olması ve ilk neden argümanı

2. Teleolojik Delil (Düzen ve Tasarım Delili)

Kur’ân’da Tabiattaki Düzen: “Üzerinizde yedi kat göğü birbiriyle uyum içinde yaratan O’dur.” (Mülk, 3)

Altın oran, DNA, ince ayar argümanı

Kur’ân’ın evrendeki düzene dair verdiği örneklerin modern bilimle ilişkisi

3. Ontolojik Delil (Allah’ın Varlığının Zorunluluğu)

Kur’ân’da Allah’ın zorunlu varlık oluşu: “Allah her şeyden müstağnidir, her şey O’na muhtaçtır.” (İhlâs, 2)

İbn Sînâ’nın Vacibü’l-Vücud (Zorunlu Varlık) Teorisi ile Kur’ân’ın bağlantısı

Modern felsefede ontolojik delilin yeniden değerlendirilmesi

4. Ahlâkî Delil (Vicdan ve Adalet Delili)

Kur’ân’da adalet ve vicdan kavramı: “Zerre kadar iyilik yapan karşılığını görür.” (Zilzal, 7)

İnsan fıtratındaki adalet duygusu ve Allah inancı

Ateist ahlakın çıkmazları ve Kur’ân’ın ahlak anlayışı

3. Bölüm: Kur’ân’da Naklî Deliller ve Teolojik Yorumları

Bu bölümde Kur’ân’ın Allah’ın varlığını ispat etmek için sunduğu naklî (vahiy kaynaklı) deliller incelenecektir.

Peygamberlerin tevhid mücadelesi

Kur’ân’ın meydan okuması: “Eğer doğru sözlüyseniz onun benzeri bir sure getirin.” (Bakara, 23)

Kur’ân’ın bilgi kaynağı ve gaybî haberler

4. Bölüm: Modern Bilim ve Kur’ân’ın Allah Delilleri

Kuantum fiziği ve Allah’ın varlığı meselesi

Zaman kavramı ve Kur’ân’ın zamansızlık vurgusu

Evrim teorisi ve Kur’ân’daki yaratılış anlayışı

5. Bölüm: Ateizm ve Deizme Karşı Kur’ânî Deliller

Kur’ân, ateizmi nasıl eleştirir?

Deizm ve Kur’ân: Allah var ama müdahale etmiyor mu?

Modern materyalizm ve Kur’ân’ın metafizik perspektifi

Çalışmanın Özgünlüğü

1. Kur’ân merkezli sistematik analiz:

Daha önceki kelâm çalışmalarında Allah’ın varlığı genellikle felsefi akıl yürütmelerle açıklanmışken, bu çalışma tamamen Kur’ân’ın delillerini esas alarak özel bir yaklaşım geliştirecektir.

2. Modern bilim ve Kur’ân ilişkisi:

Çalışma, Kur’ân’ın Allah’ın varlığını ispat eden delillerini modern bilimsel ve felsefi perspektiflerle ele alarak geleneksel argümanları günümüz bilgisiyle yeniden yorumlayacaktır.

3. Ateizm ve deizme karşı Kur’ânî savunma:

Günümüz inanç krizlerine karşı Kur’ân’ın nasıl bir cevap sunduğu detaylı bir şekilde incelenecektir.

Sonuç: Allah’ı Kur’ân’la Bilmek

Bu çalışma, Allah’ın varlığını ve birliğini Kur’ân’ın kendi iç dinamikleriyle açıklayan ve bunu modern bilim ve felsefe ışığında değerlendiren ilk kapsamlı eser olacaktır. Kur’ân, Allah’a inanmayı sadece bir iman meselesi olarak değil, aklî ve mantıkî bir zorunluluk olarak sunar.

Bu kitap, imanını aklî delillerle güçlendirmek isteyenler, ateizm ve deizmle mücadele edenler ve Kur’ân’ın tevhid anlayışını modern dünyada yeniden yorumlamak isteyenler için önemli bir kaynak olacaktır.

Loading

No Responsesمارس 3rd, 2025

OSMANLIDA HAMAM KÜLTÜRÜ – TEMİZLİK İMANDANDIR.

OSMANLIDA HAMAM KÜLTÜRÜ – TEMİZLİK İMANDANDIR.


Temizlik, insanlık tarihinin en önemli medeniyet göstergelerinden biridir. Ancak İslam, temizliği sadece maddi bir zorunluluk olarak değil, aynı zamanda manevi bir ibadet ve imanın bir parçası olarak görmüştür.

“Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Tahâret 1) hadisi, İslam toplumlarında temizliğe verilen önemi en açık şekilde ifade etmektedir. Bu anlayış, Osmanlı Devleti’nin şehircilik anlayışına, mimarisine ve özellikle hamam kültürüne büyük bir etki yapmıştır.

Osmanlı’da hamamlar sadece yıkanma mekânı değil, sosyal yaşamın, sağlık anlayışının ve dini değerlerin bir parçası olmuştur. Bu yazıda, Osmanlı hamam kültürünün köklerini, İslam’ın temizlik anlayışıyla olan bağlantısını ve modern dünyaya bıraktığı mirası ele alacağız.

1. İSLAM’DA TEMİZLİĞİN ÖNEMİ VE HAMAM KÜLTÜRÜ

İslam’da hem maddi hem manevi temizlik esastır. Kur’an’da “Şüphesiz ki Allah, çokça tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara, 222) buyrularak temizlik bir fazilet olarak sunulmuştur.

İslam’da temizlik sadece bedensel hijyenle sınırlı değildir:

Gusül abdesti: Cünüplükten arınmak için farzdır.

Abdest: Namaz öncesi zorunlu bir temizliktir.

Çevre temizliği: Müslüman toplumlarda temiz bir çevre oluşturma sorumluluğu vardır.

Bu temizlik anlayışı, Osmanlı’nın şehir planlamasına da yön vermiş ve hamam kültürünü geliştirmiştir.

2. OSMANLI’DA HAMAM KÜLTÜRÜ: TEMİZLİK VE SOSYAL HAYAT

Osmanlı’da hamamlar sadece yıkanma yerleri değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel hayatın önemli merkezleri olmuştur.

a) Hamamların Fonksiyonları

1. Dinî ve Bedenî Temizlik:

Gusül ve abdest için uygun mekânlardı.

Temizlik, ibadete hazırlığın bir parçasıydı.

2. Sosyal Hayatın Merkezi:

Kadınlar ve erkekler için ayrı günlerde açık olan hamamlar, bir araya gelip sohbet etme fırsatı sunardı.

Düğün, sünnet ve doğum gibi önemli günlerde hamam eğlenceleri düzenlenirdi.

3. Sağlık ve Şifa Merkezi:

Buhar ve sıcak suyun vücut üzerindeki faydaları biliniyor, hamamlar bir tür doğal terapi olarak görülüyordu.

Osmanlı doktorları hamamların şifalı etkilerini anlatan eserler yazmıştır.

b) Osmanlı Hamam Mimarisi

Osmanlı hamamları, büyük bir mimari titizlikle inşa edilmiştir. En meşhur Osmanlı hamamlarından bazıları şunlardır:

Haseki Hürrem Sultan Hamamı (İstanbul)

Çemberlitaş Hamamı (İstanbul)

Tarihi Karacabey Hamamı (Bursa)

Bu hamamlar estetik, işlevsellik ve temizlik anlayışını bir araya getiren muhteşem eserlerdir.

3. TEMİZLİĞİN İHMALİ VE MEDENİYETİN ÇÖKÜŞÜ

Tarih boyunca, temizlik ve hijyenin ihmal edilmesi medeniyetlerin çöküşüne neden olmuştur.

Avrupa’da Orta Çağ boyunca halk temizliği ihmal ettiği için veba salgınları yaşanırken, Osmanlı hamamları halk sağlığını korumuştur.

Osmanlı şehirleri temizliğiyle ünlü iken, Batı’da kötü hijyen hastalıkların yayılmasına sebep olmuştur.

Günümüzde hijyen kurallarına uyulmaması, salgın hastalıkların yayılmasını hızlandırmaktadır.

Bu nedenle, temizlik sadece bireysel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir görevdir.

4. GÜNÜMÜZDE TEMİZLİK VE HAMAM KÜLTÜRÜNÜN YERİ

Günümüzde hamam kültürü modern SPA merkezlerine dönüşmüş olsa da, Osmanlı hamamlarının ruhu hâlâ yaşamaktadır.

Ancak modern dünyada temizlik bilincinin azalması, tüketim çılgınlığı ve çevre kirliliği büyük sorunlar oluşturmaktadır.

İslam’ın temizlik anlayışı, sadece bireysel hijyenle değil, çevreyi temiz tutmakla da ilgilidir.

Plastik atıklar, hava kirliliği ve su israfı, modern dünyanın temizlik anlayışına zarar vermektedir.

Bugün Müslüman toplumlar olarak, temizlik konusunda ecdadımızın mirasını sürdürmeli ve gelecek nesillere sağlıklı bir çevre bırakmalıyız.

SONUÇ: TEMİZLİK, SADECE BİR ALIŞKANLIK DEĞİL, İNANCIN BİR GEREĞİDİR

Osmanlı hamamları, İslam’ın temizliğe verdiği önemin bir göstergesidir.

Temizlik, sadece bedenin değil, ruhun da arınmasıdır.

Hamam kültürü, İslam medeniyetinin sağlığa ve hijyene verdiği önemin bir yansımasıdır.

Günümüzde de bu anlayışı sürdürmek, sağlıklı bir toplum inşa etmek için gereklidir.

“Şüphesiz Allah, temiz olanları sever.” (Tevbe, 108)

Bu ayet, Müslümanların temizliğe verdiği önemi en güzel şekilde ifade eder. Ecdadımızın hamam kültüründe yansıyan bu anlayışı, modern dünyada da yaşatmalıyız. Çünkü temizlik imanın yarısıdır ve medeniyetin temelidir!

 

 

Loading

No Responsesمارس 3rd, 2025