Aynı Şehirde, Farklı İnançlarda: Osmanlı Müslümanlarının Gayrimüslimlere Bakışı ve Birlikte Yaşama Ahlâkı
Aynı Şehirde, Farklı İnançlarda: Osmanlı Müslümanlarının Gayrimüslimlere Bakışı ve Birlikte Yaşama Ahlâkı
Giriş
Osmanlı Devleti sadece bir siyasi organizasyon değil, aynı zamanda İslam hukukuna dayalı bir medeniyet tasavvuruydu. Bu medeniyetin temelinde, farklı inançlara sahip toplulukların birlikte barış içinde yaşayabileceği bir düzen tasarımı yer alıyordu. Müslümanların gayrimüslimlere bakışı, sadece bir inanç meselesi değil; adalet, merhamet, sorumluluk ve sınır bilinciyle örülmüş derin bir ahlaki anlayışın da tezahürüydü.
I. Kur’an ve Sünnet Işığında Bakış: “Dinde Zorlama Yoktur” İlkesinin Tezahürü
Müslümanların gayrimüslimlere bakışı, Kur’an’ın şu ayetiyle şekillenmiştir:
> “Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır.” (Bakara, 256)
Bu ayet, Osmanlı uygulamasının temel ilkesiydi. Hiçbir gayrimüslim zorla Müslüman yapılmamış; bilakis inançlarına saygı gösterilmiş, ibadetlerini özgürce yerine getirmeleri sağlanmıştır. Camilerin yanı başında kiliseler, havralar inşa edilmiş; bazen Müslümanlar gayrimüslim ustalara cami yaptırmış, gayrimüslimler Müslüman vakıflarına bağışta bulunmuştur.
II. Müslümanların Gayrimüslimlere Yaklaşımı: Koruyucu, Ama Ayırıcı
Müslümanlar, gayrimüslimleri “zımmi” olarak kabul ederdi. Bu statü, onları aşağı görmek değil; onları korumak, hukuklarını güvence altına almak anlamına geliyordu. Bir Müslüman, zımmiye zarar veremez, zulmedemezdi. Hatta Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şu hadisi Osmanlı hukuk sistemine yön vermiştir:
> “Kim bir zımmîye zulmederse, kıyamet günü onun hasmı ben olurum.” (Ebu Davud)
Bu anlayış, Osmanlı’da hukukla somutlaşmış ve birçok kadı siciline yansımıştır.
III. Kadı Sicillerinden Uygulama Örnekleri
1. Zımmiye Zarar Veren Müslümana Ceza
17. yüzyıl İstanbul Kadı Sicilinde yer alan bir olayda, bir Müslüman pazarcı, Rum bir zımmiye haksız yere borç isnadında bulunur. Delil getiremeyince kadı tarafından hem tazir cezası verilir hem de özür dilemesi emredilir. Bu örnek, zımmî haklarının titizlikle korunduğunu gösterir.
2. İbadethane Hürmeti
18. yüzyıl Üsküdar sicillerinde, bazı gençlerin bir kilise önünde yüksek sesle gülüşüp eğlenmeleri sebebiyle kilise cemaati kadıya şikâyette bulunmuş; kadı, Müslüman gençleri huzuruna çağırıp, ibadet mekânlarına saygı göstermelerini emretmiştir.
3. Kilise Onarımı İçin İzin
16. yüzyılda Halep Kadı Sicilinde, Müslüman mahallenin sakinleri, mahallelerindeki kilisenin harabe haline gelmesinden rahatsız olup gayrimüslim cemaatin onarım talebine izin verilmesini desteklemişlerdir. Bu durum, birlikte yaşama bilincinin ne derece kökleştiğini gösterir.
IV. Münasebetlerin Temel Prensipleri: Sınır, Saygı, Sorumluluk
Osmanlı’da Müslümanlar, gayrimüslimlerle komşuluk, ticaret, sağlık gibi pek çok alanda ilişkiler kurmuş, ancak dini sınırlar belirgin şekilde korunmuştur. Evlenme, miras, velayet gibi meselelerde şer’î hükümler gözetilmiş; ancak ticarette güven, komşulukta nezaket, insanî ilişkilerde saygı hep ön planda tutulmuştur.
Bir kadı sicilinde şu ifade yer alır:
> “Zımminin malı, onun kanı gibi mukaddestir. Kim onun hakkına el uzatırsa, Allah katında sorumludur.”
V. Hikmetli ve İbretli Bir Vaka: Mahalledeki Tek Cenaze
18. yüzyıl Bursa’sında bir Yahudi vatandaş vefat eder. Ailesi cenazeyi kaldırmakta zorluk çeker. Mahalledeki Müslümanlar, “O bizim komşumuzdu” diyerek tabutu omuzlar. Yahudi cemaati şaşkınlıkla sorar: “Siz onun dininden değilsiniz.”
Mahalle imamı şu cevabı verir:
> “Doğru, biz onun dininden değiliz; ama biz onunla aynı sokakta aynı havayı soluduk. O bizim zimmetimizdeydi. Bu bizim dinimizin emridir.”
Bu vak’a, Osmanlı’nın birlikte yaşama ahlakını tek cümlede özetler: “Dini farklı olan, insanlığı farklı değildir.”
Sonuç: Osmanlı’da Adalet, İnanca Saygının Teminatıydı
Osmanlı’da Müslümanlar, gayrimüslimlere hâkimiyet psikolojisiyle değil, eman sorumluluğu ve adalet bilinciyle yaklaşmıştır. İnancını yaşayana engel olmamış; ibadetini küçümsememiş; ama kendi inancından da taviz vermemiştir.
Bu yaklaşım, bugünün çoğulcu toplumlarına da bir ders niteliğindedir: Farklılıkları inkâr etmek değil, adaletle dengelemek; barışın anahtarı budur.