GEÇMİŞİMİZİ YIKANLAR GELECEĞİMİZİN GEÇİŞ KÖPRÜSÜNÜ DE ENGELLEDİLER

GEÇMİŞİMİZİ YIKANLAR GELECEĞİMİZİN GEÇİŞ KÖPRÜSÜNÜ DE ENGELLEDİLER

Geçmişimizi Yıkanlar, Geleceğimizin Geçiş Köprüsünü de Engellediler

İnsanlık tarihi, büyük medeniyetlerin yükselişine ve çöküşüne tanıklık etmiştir. Her bir medeniyet, ardında sadece taş ve topraktan ibaret şehirler bırakmaz; kültürü, bilgiyi ve insanlığın ortak hafızasını da geleceğe taşır. Ancak geçmişimizi yıkmaya çalışanlar, aslında sadece bir dönemin eserlerini değil, aynı zamanda geleceğe uzanan yolları da tahrip ederler. Çünkü geçmişin birikimi, geleceğin köprüsünü inşa eden en önemli malzemedir.

Geçmişi Yıkmak Ne Anlama Gelir?

Bir milletin veya toplumun geçmişini yok etmek, sadece fiziksel yapıları yıkmakla sınırlı değildir. Daha derin ve tehlikeli olan, o toplumun hafızasını silmek, kültürel değerlerini yok etmek ve tarihi mirasını unutturmaktır. Bunun en büyük örneklerinden biri, savaşlarla yıkılan şehirler, yakılan kütüphaneler ve yok edilen tarihi eserlerdir.

Ancak tarih bize gösteriyor ki geçmişin yıkımı yalnızca bir fiziksel eylem değil, aynı zamanda düşünce ve kültürel bir müdahaledir. Geleneklerin, dilin, sanatın ve bilimin yok edilmesi, toplumların gelecek nesillere aktaracağı bilgelik köprüsünü de ortadan kaldırır.

Geçmişini Bilmeyen, Geleceğini İnşa Edemez

Bir birey veya toplum, köklerinden koparıldığında yönünü bulamaz. Tıpkı bir ağacın kökleri olmadan ayakta kalamayacağı gibi, geçmişini unutan bir millet de savrulmaya mahkûmdur. Tarihini bilmeyen toplumlar, aynı hataları tekrar yapmaya meyillidir.

Eğer geçmişi yok edenler başarılı olursa, gelecek için bir bağ kurmak imkânsız hale gelir. Çünkü tarih, toplumların kendilerini anlamalarını, hatalarından ders almalarını ve ilerlemelerini sağlayan en önemli öğretmendir.

Tarih Bize Ne Öğretmeli?

Tarih sadece savaşlar ve krallıklarla dolu bir anlatım değildir. Aynı zamanda bilgelik, deneyim ve insanlığın ortak hafızasının birikimidir. Eğer geçmişimize sahip çıkmazsak:

Kültürel mirasımızı kaybederiz: Bir milletin sanatı, dili ve gelenekleri, onun kimliğinin temel taşlarıdır. Eğer bu taşlar yerinden oynarsa, kimlik bulanıklaşır.

Aynı hataları tekrar ederiz: Geçmişte yaşanan hatalardan ders çıkarmayan toplumlar, benzer hatalara düşmeye devam ederler.

Yeni nesillere aktarılacak bir miras kalmaz: Her nesil, kendisinden sonra gelecek olanlara bir köprü bırakmalıdır. Bu köprü tarih bilinciyle, bilgiyle ve tecrübeyle inşa edilir.

Sonuç: Geçmişimize Sahip Çıkalım

Geçmişimizi yıkanlar, sadece bir dönemin eserlerini yok etmiyorlar; geleceğe uzanan geçiş yollarımızı da kesiyorlar. Tarihine sahip çıkmayan milletler, gelecekte kendi kimliklerini inşa etmekte zorlanırlar. Bu yüzden geçmişimizi öğrenmeli, korumalı ve ondan ilham alarak geleceğimizi inşa etmeliyiz.

Unutulmamalıdır ki köprüleri yıkılan toplumlar, karşıya geçmenin yolunu kaybederler. Ancak bizler, geçmişimizi unutmadan, ondan ders çıkararak ve geleceğe sağl

Loading

No Responsesفبراير 8th, 2025

DÜNYAYA DEMOKRASİ GETİRECEĞİNİ SÖYLEYEN ABD, GİTTİĞİ YERDE GÖZ YAŞI VE KAN BIRAKTI -2-

DÜNYAYA DEMOKRASİ GETİRECEĞİNİ SÖYLEYEN ABD, GİTTİĞİ YERDE GÖZ YAŞI VE KAN BIRAKTI -2-

**ABD’nin “Demokrasi” Maskesi Altındaki Kanlı Tarihi: Bir İbret ve Uyanış Çağrısı**
ABD, Soğuk Savaş’tan bu yana kendini “dünyanın demokrasi jandarması” olarak pazarlıyor. Ancak bu iddianın ardında, milyonlarca insanın hayatını karartan bir gerçek yatıyor: ABD’nin demokrasi götürdüğü coğrafyalar, kaos, gözyaşı ve kanla dolu bir enkaz haline geliyor. İşte bu çelişki, tarihin tozlu raflarından günümüze uzanan ibretlik örneklerle gözler önüne seriliyor.

### 1. **Demokrasi Adı Altında Yürütülen Emperyalist Politikalar**
ABD’nin dış politikası, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana “demokrasi” kavramını bir silah gibi kullanarak şekillenmiştir. William Blum’un *Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı* adlı kitabı, ABD’nin 50’den fazla hükümeti devirdiğini, 30 ülkede seçimlere müdahale ettiğini ve 50’yi aşkın lideri öldürttüğünü belgeliyor . Vietnam’da 70 bin, Irak’ta 1 milyon 300 bin masumun hayatını kaybetmesi, Afganistan’ın parçalanması veya Latin Amerika’daki darbeler, bu politikaların bedelini gösteriyor .

**İbretlik Soru:**
> “Demokrasi için kaç çocuk öldü? Kaç ülke harabeye döndü?”

### 2. **ABD’nin Kendi İçindeki Demokrasi Krizi**
ABD, dışarıda demokrasi vaaz ederken, içerideki zaaflarıyla yüzleşmekten kaçınıyor. 2016’da Hillary Clinton, Donald Trump’tan 3 milyon fazla oy almasına rağmen seçimi kaybetti. 2024’te ise Trump’ın seçimlere katılımı engellenmeye çalışıldı; Maine ve Colorado eyaletleri onu aday listesinden çıkardı . 6 Ocak 2021’deki Kongre baskını ise ABD’nin demokrasi iddiasını yerle bir etti: Kendi halkı, “demokrasinin kalbi”ni işgal etti .

**Düşündürücü Gerçek:**
ABD’nin “örnek demokrasi” söylemi, içerideki kutuplaşma, ırkçılık ve seçim sistemi kusurlarıyla çürüyor.

### 3. **Suriye ve Irak: Demokrasi Yalanının En Taze Kurbanları**
ABD, Irak’ı 2003’te “demokrasi getirme” vaadiyle işgal etti. Sonuç: 1 milyon ölüm, mezhep çatışmaları ve DAEŞ’in yükselişi. Suriye’de ise PKK/PYD’yi silahlandırarak “demokratik özerklik” adı altında ülkeyi böldü. Beşar Esad’ın devrilmesiyle başlayan iç savaş, 500 binden fazla cana mal oldu .

**Çarpıcı İddia:**
ABD’nin bölgedeki asıl hedefi, İsrail’in güvenliği ve enerji kaynakları üzerinde kontrol sağlamaktı. “Demokrasi” ise bu planın paravanıydı .

### 4. **İki Yüzlü Diplomasi: Demokrasi Zirvesi ve Çifte Standartlar**
ABD’nin 2021’de düzenlediği “Demokrasi Zirvesi”, çıkar odaklı politikalarını açığa vurdu. Türkiye, Çin ve Rusya davet edilmezken, insan hakları ihlalleriyle suçlanan Filipinler ve Hindistan listeye alındı . Bu tutum, ABD’nin demokrasiyi araçsallaştırdığını kanıtlıyor.

**Tarihsel Bağlam:**
ABD, Soğuk Savaş döneminde de demokrasiyi “komünizmle mücadele” için kullandı. Şili’de Allende’nin devrilmesi veya İran’daki Muhammed Musaddık darbesi, bu stratejinin parçasıydı .

### 5. **Türkiye’ye Yansımalar: “Özgün İhtiyaç” ve Pragmatizm Tuzağı**
MİT Akademisi’nin 2024 ABD seçim analizi, Trump’ın “demokrasiyi yayma” hedefi olmamasını Türkiye için “fırsat” olarak görüyor. Ancak raporda demokrasi kelimesi yalnızca bir kez geçiyor; vurgu, “pragmatik çıkar” ilişkilerinde . Bu, Türkiye’nin kurumsal yapılar yerine lider odaklı politikalara bel bağlaması riskini doğuruyor.

### Sonuç: Gerçek Demokrasi İçin Yerel ve Küresel Uyanış
ABD’nin demokrasi retoriği, emperyal çıkarların kılıfından ibaret. Irak’tan Suriye’ye, Vietnam’dan Latin Amerika’ya, kanla sulanan bu politikaların bedelini masumlar ödüyor. Türkiye gibi ülkeler ise “pragmatizm” tuzağına düşmek yerine, kurumsal işleyişi güçlendirmeli. Unutulmamalı ki gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü ve toplumsal adaletle inşa edilir .

**Çağrı:**
Dünya, ABD’nin “demokrasi” yalanına kanmamalı. Tarih, emperyalizmin maskesini düşürdü; şimdi gerçek özgürlük mücadelesini yerel değerlerle harmanlama zamanı…

Loading

No Responsesفبراير 8th, 2025

DÜNYAYA DEMOKRASİ GETİRECEĞİNİ SÖYLEYEN ABD, GİTTİĞİ YERDE GÖZ YAŞI VE KAN BIRAKTI -1-

DÜNYAYA DEMOKRASİ GETİRECEĞİNİ SÖYLEYEN ABD, GİTTİĞİ YERDE GÖZ YAŞI VE KAN BIRAKTI -1-

ABD ve Demokrasi: Gözyaşı ve Kanın Gölgesinde Bir Söylem

Amerika Birleşik Devletleri, uzun yıllardır kendisini “özgürlüğün ve demokrasinin savunucusu” olarak tanıtıyor. Ancak tarih gösteriyor ki, ABD’nin “demokrasi götürme” iddiasıyla girdiği birçok ülkede geriye kalan şey, çoğu zaman gözyaşı, kaos ve kan olmuştur.

Demokrasinin Maskesi Altında Müdahaleler

ABD’nin dış müdahaleleri, genellikle insan hakları, özgürlük ve demokrasiyi koruma iddialarıyla başlatılmıştır. Ancak bu müdahalelerin temelinde çoğu zaman jeopolitik çıkarlar, enerji kaynaklarına erişim ve küresel nüfuz mücadelesi yatmaktadır.

Vietnam Savaşı (1955-1975): Komünizmle mücadele bahanesiyle Vietnam’a giren ABD, milyonlarca insanın ölümüne ve büyük bir yıkıma neden oldu. Sonuç? ABD çekildi ve Vietnam kendi kaderini tayin etti.

Irak İşgali (2003): Kitle imha silahları bulunduğu iddiasıyla başlatılan savaşta yüz binlerce Iraklı hayatını kaybetti. Saddam Hüseyin rejimi devrildi ama ülke bir türlü istikrara kavuşamadı. ABD’nin çekilmesinin ardından ortaya çıkan otorite boşluğu, terör örgütlerinin yükselmesine yol açtı.

Afganistan (2001-2021): 20 yıl boyunca süren işgal, Taliban’ın ABD’nin çekilmesinden hemen sonra yeniden iktidara gelmesiyle sonuçlandı. On binlerce sivil öldü, ülke harap oldu ama demokrasi asla kök salmadı.

Küresel Çıkarlar ve Çifte Standartlar

ABD’nin demokrasi söylemi çoğu zaman seçici bir şekilde işlemektedir. Kimi ülkelerde insan hakları ihlalleri gündeme getirilirken, ABD’nin müttefiki olan birçok otoriter rejime göz yumulur. Örneğin, Venezuela veya İran gibi ülkeler “özgürlük ve insan hakları ihlalleri” bahanesiyle ağır yaptırımlara ve siyasi baskıya maruz kalmaktadır.

Sonuç: Demokrasi mi, Kaos mu?

ABD’nin müdahaleleri sonucunda hedef ülkelerde genellikle demokrasi değil, daha büyük bir istikrarsızlık ortaya çıkmıştır. Zengin kaynaklara sahip ülkeler, bu müdahalelerden sonra uzun yıllar süren iç savaşlara sürüklenmiş, milyonlarca insan yerinden edilmiştir.

Tarih, dışarıdan dayatılan demokrasinin çoğu zaman başarısız olduğunu göstermektedir. Bir ülkenin demokratikleşmesi, o toplumun kendi iç dinamikleriyle, kendi halkının talepleri doğrultusunda gerçekleşmelidir. Aksi halde, adına “demokrasi götürme” denilen süreç, sadece kan ve gözyaşı üretmeye devam edecektir.

Bu yüzden, ABD’nin müdahalelerini değerlendirirken, gerçek amacı iyi analiz etmek gerekir: Gerçekten demokrasiyi mi yaymak istiyorlar, yoksa kendi çıkarlarını mı koruyorlar? Tarih, bu sorunun cevabını bize açıkça vermektedir.

Loading

No Responsesفبراير 8th, 2025

Risale-i Nur Külliyatı’nda Ruhani ve Ruhaniyat kelimelerinin izah ve anlatımı.

Risale-i Nur Külliyatı’nda Ruhani ve Ruhaniyat kelimelerinin izah ve anlatımı.

Risale-i Nur Külliyatı’nda “Ruhani” ve “Ruhaniyat” kavramları, genellikle maddi âlemin ötesinde, metafizik ve manevi varlıkları ifade etmek için kullanılır. Bediüzzaman Said Nursî, bu kavramları özellikle melekler, cinler, ruhanî varlıklar ve ruhun mahiyetiyle ilgili bahislerde ele alır.

1. Ruhani Kavramı

“Ruhani” kelimesi, genellikle maneviyatla ilgili, ruhani varlıklar veya ruhla ilgili hususlar anlamında kullanılır. Risale-i Nur’da şu bağlamlarda geçer:

Melekler ve ruhani varlıklar:
Melekler ve diğer ruhani varlıklar, fiziksel âleme bağlı olmaksızın yaşayan, Allah’ın emirlerini yerine getiren ve insanlarla belirli şartlarda irtibat kurabilen varlıklar olarak tanımlanır.

İnsanın manevi boyutu:
Ruhun bedenden bağımsız bir varlık olduğu, ölümle yok olmadığı ve ahiret âleminde de varlığını sürdüreceği anlatılır.

Ruhun gıdası:
Risale-i Nur’da ruhun da bir gıdaya ihtiyacı olduğu, bu gıdanın ise iman, ibadet ve tefekkür olduğu ifade edilir.

2. Ruhaniyat Kavramı

“Ruhaniyat” kelimesi ise genellikle manevi âlem, ruhların varlığı ve bu âlemdeki varlıklar için kullanılır. Risale-i Nur’da şu anlamlarda geçer:

Manevi âlem ve ruhani varlıklar:
Ruhaniyat, dünya hayatına sıkışmış maddi varlıklarla sınırlı olmayan, metafizik boyutta var olan ruhlar, melekler, cinler ve diğer manevi varlıkları içine alan bir kavramdır.

Ruhun ebediliği:
Ruhun ölümle yok olmadığı, ahiret âleminde de varlığını sürdüreceği, ruhaniyetin hakikatiyle anlaşılır.

Allah’ın emirleriyle hareket eden ruhani varlıklar:
Melekler ve diğer ruhani varlıklar, Allah’ın emirlerine uygun olarak hareket eder ve insanlara bazı manevi yönlendirmeler yapabilirler.

Örnek Bir Bölüm:

Bediüzzaman, Sözler adlı eserinde ruhani varlıkların varlığını ve tesirini anlatırken şöyle der:

> “Nasıl ki beşer içinde insanlarla beraber cin taifesi de var. Öyle de, melaike ve ruhaniyat taifeleri dahi vardır.” (29. Söz, 2. Maksat)

Bu ifade, ruhani varlıkların insanlarla beraber farklı boyutlarda var olduğunu gösterir.

Sonuç

Risale-i Nur’da “ruhani”, daha çok manevi varlıklar veya ruh ile ilgili meseleler, “ruhaniyat” ise manevi âlem ve bu âlemdeki varlıklar anlamında kullanılır. Bediüzzaman, bu kavramları özellikle Allah’ın varlığı ve ahiret inancı çerçevesinde ele alır ve ruhani âlemin, maddi âlem kadar gerçek olduğunu vurgular.

@@@@@@@@

**Risale-i Nur Külliyatı’nda “Ruhani” ve “Ruhaniyat” Kavramlarının İzahı**
Risale-i Nur’da “ruhani” ve “ruhaniyat” terimleri, maddi varlıkların ötesindeki varlık âlemine işaret eder ve genellikle melekler, cinler, şeytanlar ve diğer mânevî varlıkları kapsar. Bu kavramlar, Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinde derinlemesine ele alınarak hem ontolojik hem de teolojik boyutlarıyla açıklanır. İşte bu kavramlara dair temel açılımlar:

### 1. **Ruhaniyatın Tanımı ve Kapsamı**
– **Ruhaniyat**, maddi bedeni olmayan, ruh ve şuur sahibi varlıklar için kullanılır. Bu terim; melekler, cinler, şeytanlar, vefat etmiş insanların ruhları ve henüz şehadet âlemine gelmemiş ruhları içine alır .
– Bediüzzaman, bu varlıkların “ruha mensup” olduğunu ve “cismanî” (maddi) varlıkların zıddı olarak tanımlar. Örneğin, “ruhaniyun” (ruhaniler) terimi, bu varlıkların çoğulunu ifade eder .

### 2. **Ruhaniyatın Sınıflandırılması**
Bediüzzaman, ruhaniyatı üç ana kategoriye ayırır:
1. **Hayırlı Ruhaniyat**: Melekler bu gruba girer. Allah’ın emirlerine tam itaat eder, insanları aldatmaz ve yalnızca iyilik için çalışırlar .
2. **Şerli Ruhaniyat**: Şeytanlar ve kötü cinler bu sınıftadır. İnsanları saptırmaya ve kötülüğe yönlendirmeye çalışırlar .
3. **Karma Tabiatlı Ruhaniyat**: Hem iyilik hem kötülük yapabilen cinler bu kategoridedir. İnsanlarla etkileşimleri daha karmaşıktır .

Ayrıca Bediüzzaman, ruhaniyatın **”nur, ateş, hava, elektrik gibi latif maddelerden yaratıldığını”** belirterek, onların fizikötesi yapılarını vurgular .

### 3. **Ruhaniyatın Risale-i Nur ile İlişkisi**
– **Mütalaa ve Takdir**: Risale-i Nur, yalnızca insanların değil, ruhaniyatın da “mütalaagâhı” (inceleme ve düşünme alanı) olarak tanımlanır. Ruhaniyat, bu eserdeki iman hakikatlerini hüsn-ü kabulle karşılar, takdir eder ve kendi aralarında bu konuları tartışır .
– **Kur’an ile Paralellik**: Nasıl ki cinler ve melekler Kur’an’ı dinleyip hayran kalıyorsa (Cin Suresi 72:1-2), Risale-i Nur’un da ruhaniyat nezdinde benzer bir etkiye sahip olduğu belirtilir. Bu durum, eserin “ruhanî ve ilahî hakikatlerle” uyumundan kaynaklanır .

### 4. **Ruhaniyatın Vazifeleri ve Âlemdeki Rolü**
– **Kâinatın İdaresi**: Ruhaniyat, kâinattaki ilahî düzenin işleyişinde aktif rol alır. Bediüzzaman, “her bir cihazat-ı âlemde melâike ve ruhaniyatın bir taifesi, bir vazife-i ubudiyetle muvazzaf” olduğunu söyler .
– **İnsanla Etkileşim**: İnsanın imanî mücadelesinde melekler destek verirken, şeytanlar ve kötü cinler nefsi saptırmaya çalışır. Risale-i Nur, bu mücadelede insana rehberlik ederek ruhaniyatın olumlu etkisini güçlendirmeyi hedefler .

### 5. **Ruhaniyatın Varlığının Delilleri**
– **Kur’an ve Hadis Referansları**: Cinlerin Kur’an’ı dinlemesi (Cin Suresi) ve meleklerin Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yanında Kur’an okunurken hazır bulunması (Tecrid-i Sarih) gibi referanslar, ruhaniyatın varlığını ve manevi eserlerle ilişkisini ispatlar .
– **Kâinattaki İşaretler**: Bediüzzaman, “kâinatı bir kitap gibi okuyarak” ruhaniyatın varlığını ve faaliyetlerini tefekkür etmeyi öğütler. Örneğin, bir çiçeğin yaratılışındaki sanat, meleklerin ve ruhaniyatın mütalaasına konu olur .

**Sonuç**
Risale-i Nur’da “ruhani” ve “ruhaniyat”, hem metafizik bir gerçeklik hem de insanın manevi yolculuğunda etkileşimde olduğu varlıklar olarak ele alınır. Bu kavramlar, insanın imanını derinleştirmek ve kâinatın ilahî düzenini anlamak için kritik bir öneme sahiptir. Bediüzzaman, bu varlıkları Kur’anî perspektifle yorumlayarak, modern insanın materyalist şüphelerine karşı ruhani bir bakış açısı sunar.

Loading

No Responsesفبراير 8th, 2025

KURAN-I KERİM’DE GALİLEN MA İLE İLGİLİ AYETLER

KURAN-I KERİM’DE GALİLEN MA İLE İLGİLİ AYETLER

Kur’an-ı Kerim’de “Galîlen Mâ” ile Gelen İbretli Mesajlar

Kur’an-ı Kerim’de geçen “Galîlen mâ” (قَلِيلًا مَا) ifadesi, “Ne kadar da az!”, “Ne kadar da az düşünüyorsunuz!”, “Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” gibi anlamlara gelir. Bu ifade, insanların az düşünmesi, az ibret alması veya az şükretmesi gibi durumları eleştiren ve uyarıda bulunan ayetlerde geçer.

Allah, bu ifadeyle insanın gaflete düşme eğilimine dikkat çeker ve onun daha bilinçli, daha şükredici ve daha fazla ibret alan bir varlık olması gerektiğini hatırlatır.

1. İnsan Ne Kadar da Az Düşünüyor!

“Galîlen mâ tezekkerûn”
“Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (Hâkka Suresi, 69:42)

Kur’an, insana defalarca düşünmeyi ve aklını kullanmayı tavsiye eder. Ancak insanlar çoğu zaman yüzeysel yaşar, hayatın anlamı üzerine derinlemesine düşünmez. Oysa kâinatın düzeni, insanın yaratılışı ve ölümden sonraki hayat, üzerinde tefekkür edilmesi gereken büyük gerçeklerdir.

Bu ayet, gaflet içinde yaşayan ve öğütleri göz ardı eden insanlara güçlü bir uyarıdır. Gerçekleri görmek için daha fazla düşünmeliyiz!

2. Ne Kadar da Az Şükrediyorsunuz!

“Galîlen mâ teşkurûn”
“Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” (A’raf Suresi, 7:10)

İnsan, sahip olduğu nimetleri çoğu zaman fark etmez ve şükretmeyi unutur. Oysa her nefes, her lokma, her sağlık anı Allah’ın bir lütfudur.

Bu ayet, insanın nankörlüğüne dikkat çeker. Zorluklarla karşılaşınca isyan eden, nimet içindeyken şükretmeyi unutan insan, aslında büyük bir yanılgı içindedir. Oysa şükreden bir kalp, nimetleri artırır ve huzuru yakalar.

Şükürsüzlük, insanı hem dünyada hem de ahirette kaybettirir. O halde, şükretmeyi unutmamalıyız!

3. Ne Kadar da Az İman Ediyorsunuz!

“Galîlen mâ tu’minûn”
“Ne kadar da az iman ediyorsunuz!” (A’raf Suresi, 7:3)

Kur’an, insanları iman etmeye ve Allah’ın ayetlerini takip etmeye çağırır. Ancak bazı insanlar, apaçık deliller karşısında bile iman etmekte tereddüt eder veya iman etse bile samimi bir bağlılık göstermez.

Bu ayet, insanın iman konusundaki zayıflığını eleştiren bir uyarıdır. İman sadece sözde değil, kalpte ve davranışlarda da olmalıdır. İman eden bir insan, Allah’ın emirlerine uymalı ve hayatını bu doğrultuda şekillendirmelidir.

Öyleyse, imanımızı güçlendirmek için daha fazla çaba göstermeliyiz!

Sonuç: Daha Fazla Düşünmeli, Şükretmeli ve İman Etmeliyiz

Kur’an-ı Kerim’de “Galîlen mâ” ifadesinin geçtiği ayetler, insanın gaflet içinde olduğunu, az düşündüğünü, az şükrettiğini ve zayıf iman gösterdiğini anlatan önemli uyarılardır.

Allah, insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona akıl, düşünme yeteneği ve sayısız nimetler vermiştir. Ancak insan çoğu zaman:

Az düşünür.
Az şükreder.
Zayıf iman gösterir.

Bu ayetler bizlere, gafletten uyanmamız ve daha bilinçli bir şekilde Allah’a yönelmemiz gerektiğini hatırlatır. O halde:

Daha fazla tefekkür edelim.
Daha çok şükredelim.
İmanımızı güçlendirelim.

Çünkü dünya hayatı geçicidir ve asıl kazanç, Allah’a yönelmek ve O’nun rızasını kazanmaktır.

Loading

No Responsesفبراير 7th, 2025

KURAN-I KERİM’DE EFELA İLE İLGİLİ AYETLER

KURAN-I KERİM’DE EFELA İLE İLGİLİ AYETLER

Kur’an-ı Kerim’de “Efela” ile Gelen Uyarılar ve İbretler

Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “Efela” kelimesi, “Hâlâ…?”, “Acaba…?”, “Neden…?” gibi sorgulayıcı bir anlam taşır. Allah, bu kelimeyi kullanarak insanları düşünmeye, akletmeye ve gerçeği görmeye davet eder. Çünkü insan, çoğu zaman gaflete düşer, etrafındaki işaretleri görmezden gelir ve kendini hataya sürükler.

Kur’an’da “Efela” ifadesiyle başlayan veya içinde geçen ayetler, özellikle tefekkür (derin düşünme), ibret alma ve doğru yolu bulma konularında önemli mesajlar verir.

1. Akletmiyor musunuz?

“Efela ta’kilun?”
“Hâlâ akletmiyor musunuz?” (Bakara Suresi, 2:44)

“De ki: “Eğer Allah dileseydi, ben size onu okumazdım, Allah da size onu bildirmezdi. Ben sizin aranızda bundan (Kur’an’ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?” Yunus.16.

Bu ayet, özellikle insanların tezat davranışlarını sorguluyor. Kendi iyiliği için başkalarına doğruyu tavsiye eden ama kendisi buna uymayan insanlar için bir uyarıdır. İnsan, kendisini kandırmadan, samimi bir şekilde doğrulara yönelmelidir. Çünkü akıl, sadece bilgi sahibi olmak için değil, doğruyu yaşamak için verilmiştir.

2. Allah’ın Ayetlerini Görmez misiniz?

“Efela yanzurune ilâl ibil keyfe hulikat?”
“Onlar deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmıştır?” (Gaşiye Suresi, 88:17)

Bu ayet, insanın doğaya bakarak Allah’ın kudretini anlaması gerektiğini hatırlatır. Allah, deveyi örnek vererek insanların yaratılış mucizesi üzerine düşünmesini ister. Gökyüzü, dağlar, yeryüzü… Tüm bunlar, bir tesadüf sonucu değil, büyük bir ilahi sanatın eseridir. İnsan, etrafındaki işaretleri görmeli ve bunlardan ders almalıdır.

3. Kalpleriniz Kilitli mi?

“Efela yetedebberunel Kur’an? Em ‘ala kulubihim akfaluhâ?”
“Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed Suresi, 47:24)

Bu ayet, insanların Kur’an’ı sadece okumakla yetinmeyip, onun üzerinde düşünmesi gerektiğini vurgular. Kur’an, bir rehberdir ama sadece açık olan kalplere yol gösterir. Kalplerin kilitli olması, gaflet içinde olmak ve hakikate gözleri kapamak anlamına gelir. İnsan, bu kilitleri açmalı ve Kur’an’ın ışığını hayatına yansıtmalıdır.

4. Öncekilerden İbret Almıyor musunuz?

“Evelem yesirû fil ardı fe yenzurû keyfe kâne âkibetullezîne min kablihim?”
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce yaşayanların sonlarının nasıl olduğuna bakıp ibret alsınlar?” (Rum Suresi, 30:9)

Tarih, ibretlerle doludur. Firavun’un saltanatı, Nemrut’un kibri, Karun’un serveti… Hepsi bir gün yok olup gitti. Kur’an, insanlara geçmiş kavimlerin sonunu hatırlatarak, aynı hatalara düşmemeleri için uyarıda bulunur. Ancak insan, bazen dünyanın geçici olduğunu unutup, kalıcıymış gibi yaşamaya devam eder.

Sonuç: Hâlâ Düşünmeyecek misiniz?

Kur’an-ı Kerim’de “Efela” kelimesiyle başlayan ayetler, düşünmeyi, aklı kullanmayı ve ibret almayı emreden çok önemli uyarılardır. Allah, insanlara şu soruları yöneltiyor:

Akletmeyecek misiniz?

Doğanın yaratılışındaki hikmeti görmeyecek misiniz?

Kur’an’ı anlamak için çaba göstermeyecek misiniz?

Önceki kavimlerin başına gelenlerden ibret almayacak mısınız?

Düşünen ve ibret alan bir insan, yanlışlardan dönüp doğru yolu bulabilir. Ancak gaflet içinde olanlar, hakikati göremez ve pişman olacakları bir sona doğru sürüklenirler.

O halde hâlâ düşünmeyecek miyiz?

@@@@@@@@

“Evela ya’lemune” ifadesi, Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 77. ayetinde geçmektedir. Ayetin Arapça orijinali ve Türkçe meali şu şekildedir:

> Arapça:
> أَوَلَا يَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
> Okunuşu:

> Eve lâ ya’lemûne enne Allâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn.

> Türkçe Meali:

> “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de, açıkladıklarını da bilmektedir?”

Bu ayet, insanların gizli veya açık yaptıkları her şeyi Allah’ın bildiğini hatırlatarak, O’nun ilminin her şeyi kuşattığını vurgulamaktadır.

Loading

No Responsesفبراير 7th, 2025

KURAN-I KERİM’DE ELA ILE İLGİLİ AYETLER

KURAN-I KERİM’DE ELA ILE İLGİLİ AYETLER

Kur’an-ı Kerim’de “Ela” ile Gelen İbretli Mesajlar

Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “Ela” kelimesi, Arapça’da “Dikkat edin!”, “Bilin ki!” gibi anlamlara gelir. Bu kelime, önemli bir uyarıyı veya büyük bir gerçeği vurgulamak için kullanılır. Allah’ın, kullarına seslenirken “Ela” ile başlaması, o ifadenin altını çizmek, insanları uyandırmak ve düşündürmek içindir.

Ela ile Başlayan Ayetlerde Verilen Mesajlar

Kur’an-ı Kerim’de “Ela” kelimesiyle başlayan birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler genellikle, insanların gafletten uyanmasını sağlayan ve üzerinde düşünülmesi gereken hakikatleri hatırlatır. İşte bazı önemli örnekler:

1. Gerçek Mutluluk Allah’ın Yanındadır

“Ela bi zikrillahi tatmainnul kulub.”
“Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad Suresi, 13:28)

İnsan dünyada mutluluğu servette, makamda, şöhrette arar ama asıl huzur, Allah’ı anmakla elde edilir. Günümüz insanı bu gerçeği unuttuğu için içsel bir boşluk içinde kıvranmaktadır. Bu ayet, asıl huzurun dünya nimetlerinde değil, Allah’a yakınlıkta olduğunu hatırlatmaktadır.

2. Asıl Hüküm Allah’ındır

“Ela lehul halku vel emr.”
“Dikkat edin! Yaratma da emir de yalnızca O’na aittir.” (A’raf Suresi, 7:54)

İnsan bazen gücü elinde tuttuğunu zanneder, olayları kendi iradesiyle yönlendirdiğine inanır. Ancak bu ayet, tüm düzenin Allah’a ait olduğunu, her şeyin O’nun kudretiyle var olduğunu hatırlatıyor. Gerçek otorite O’ndadır, insana düşen ise teslimiyet ve şükürdür.

3. Allah’ın Dostları Korkmaz ve Üzülmez

“Ela inne evliyaallahi la havfun aleyhim ve la hum yahzenun.”
“Dikkat edin! Allah’ın dostları için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus Suresi, 10:62)

İnsan, korkularıyla ve endişeleriyle yaşar. Gelecek kaygısı, hastalık, ölüm ve geçim sıkıntısı gibi birçok mesele insanın zihnini meşgul eder. Ama Allah’ın dostları, O’na güvenen ve O’nun yolunda yürüyenler için korku yoktur. Onlar, her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğunu bilir ve teslimiyetle yaşarlar.

4. Dünyanın Geçici Olduğunu Unutmayın

“Ela inne va’dallahi hakkun.”
“Dikkat edin! Allah’ın vaadi haktır.” (Fatır Suresi, 35:5)

Allah’ın vaadi, ahiret hayatı ve hesap günüdür. Dünya hayatı, aldatıcı bir süs ve imtihan yeridir. İnsan, ebedi olmayan bu hayata fazla bağlanarak kendini kaybeder. Oysa gerçek olan, Allah’ın vaat ettiği sonsuz hayattır.

Sonuç: “Ela” ile Gelen Mesajlara Kulak Vermek

Kur’an-ı Kerim’de “Ela” kelimesiyle başlayan ayetler, insanın gafletten uyanması, asıl gerçekleri görmesi ve Allah’a yönelmesi için güçlü birer hatırlatmadır.

Gerçek huzur Allah’ı anmakla mümkündür.

Hayatı yöneten mutlak güç Allah’tır.

Allah’a yakın olanlar korku ve hüzne kapılmazlar.

Dünya geçicidir, asıl olan ahiret hayatıdır.

Bu ayetler üzerinde derin derin düşünmek ve hayatımıza tatbik etmek, bizleri gerçek anlamda kurtuluşa ve huzura götürecektir. Öyleyse dikkat edin! Çünkü Allah’ın sözleri haktır ve O’nun uyarılarına kulak vermek, en büyük kazançtır.

Loading

No Responsesفبراير 7th, 2025

NETANYAHU’NUN GAZZE İŞGALİNDEN, TRUMP’IN GAZZE İŞGAL VE TEHCİRİNE. -2-

NETANYAHU’NUN GAZZE İŞGALİNDEN, TRUMP’IN GAZZE İŞGAL VE TEHCİRİNE. -2-

**NETANYAHU’NUN GAZZE İŞGALİNDEN TRUMP’IN TEHCİR PLANINA: İNSANLIĞIN SINANDIĞI AN**
*Zulmün Küresel Sessizliği ve Filistin Direnişinin İbret Dolu Hikâyesi*

İsrail’in Gazze’yi yerle bir eden işgali ile Trump’ın Filistinlileri topraklarından sürmeyi öngören “tehcir” teklifi, insanlık tarihine kazınan bir utanç belgesidir. Bu süreç, yalnızca bir halkın varlığını silme girişimi değil, aynı zamanda Batı’nın ikiyüzlü politikalarının ve İslam dünyasının pasifliğinin de bir yansımasıdır.

### **1. İşgalin Arka Planı: Siyonist Yayılma ve Doğalgaz Rezervlerinin Rolü**
Netanyahu yönetiminin Gazze’yi 7 Ekim 2023’ten bu yana sistematik bir şekilde bombalayarak 100 bine yakın insanı katletmesi, “güvenlik” kisvesi altında saklanan bir ekonomik sömürü projesine işaret ediyor. Gazze açıklarında keşfedilen **4 milyar dolarlık doğalgaz rezervleri**, bu işgalin temel motivasyonlarından biri. İsrail, 1999’dan beri Filistin’in bu kaynaklara erişimini engelleyerek Gazze’yi enerji ve su konusunda kendine bağımlı hale getirdi. Trump’ın “Gazze’yi devralma” planı ise bu rezervlerin İsrail-ABD ortaklığıyla sömürülmesini kolaylaştırmayı hedefliyor.

Bu durum, 1948’deki *Nakba* (Büyük Felaket) ile benzerlik taşıyor: Filistin halkının tarih sahnesinden silinerek, kaynakların gasp edilmesi… Ancak bu kez hedef, Gazze’yi boşaltmak ve “Büyük İsrail” projesini tamamlamak.

### **2. Trump’ın Tehcir Planı: Emperyalizmin Yeni Yüzü**
Donald Trump’ın “Gazze Şeridi’ni devralacağız” açıklaması, uluslararası hukukun çöktüğü bir dönemin sembolü haline geldi. Trump, Filistinlilerin Mısır ve Ürdün’e sürgün edilmesini önerirken, bölgeyi “Orta Doğu’nun Rivierası” olarak pazarlıyor. Bu plan, yalnızca demografik temizlik değil, aynı zamanda Gazze’yi küresel sermayenin kontrolüne açan bir **modern sömürgecilik** projesi.

Ancak unutulmamalıdır ki Trump’ın bu fikri, İsrail’in aşırı sağcı politikacıları tarafından coşkuyla karşılandı. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, “İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesi” için fırsat doğduğunu belirtirken, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Filistinlilerin “gönüllü göçünü” teşvik etmeyi savunuyor.

### **3. Küresel Sessizlik ve İkiyüzlü Diplomasi**
Batı dünyası, insan hakları nutukları atarken İsrail’in soykırımına sessiz kaldı. BM’nin acizliği, ABD ve Avrupa’nın açık desteği, uluslararası sistemin çifte standartlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Trump’ın planına Türkiye, Suudi Arabistan ve Fransa gibi ülkeler tepki gösterdi, ancak İslam İşbirliği Teşkilatı’nın etkisizliği dikkat çekici.

Öte yandan, İspanya ve Almanya gibi ülkelerin “iki devletli çözüm” vurgusu, Filistin halkının meşru haklarını korumakta yetersiz kalıyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bu teklif tartışmaya bile açılamaz” sözleri, ancak eyleme dönüşmediği sürece anlamını yitiriyor.

### **4. Filistin Direnişi: Toprağa Kök Salmış Bir İrade**
Gazze halkı, Trump ve Netanyahu’nun planlarına rağmen “Bu topraklardan gitmeyeceğiz” diyerek direnişini sürdürüyor. Hamas’ın 7 Ekim operasyonu, 56 yıllık işgale karşı bir **özsavunma hakkı** olarak okunmalı. Filistinliler, 1948’deki Nakba’nın torunları olarak, topraklarına dönüş hakkından vazgeçmiyor.

Ancak direniş yalnızca silahlı mücadele değil; uluslararası hukuk arenasında verilen mücadele de kritik. Filistin Yönetimi’nin Gazze’deki doğalgaz hakları için uluslararası platformlarda sürdürdüğü diplomatik çabalar, İsrail’in ablukası nedeniyle sonuçsuz kaldı.

### **5. İnsanlığın Vicdan Sınavı: Adalet mi, Sessizlik mi?**
Trump’ın “tehcir” teklifi, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek. Ancak bu plan, aynı zamanda dünya kamuoyunun vicdanını test ediyor:
– **Uluslararası hukuk nerede?** Gazze’nin işgali ve Filistinlilerin zorla nakli, Cenevre Sözleşmeleri’nin açık ihlalidir.
– **Enerji sömürüsü ne zaman son bulacak?** Gazze’nin doğalgazı, Filistin halkının refahı için kullanılmalı, İsrail’in kontrolüne bırakılmamalı.
– **İslam dünyası ne yapıyor?** Türkiye ve Katar’ın arabuluculuk çabaları değerli olsa da, ümmetin birliği somut adımlarla desteklenmeli.

**Sonuç: Tarih Tekerrür mü Ediyor?**
Netanyahu’nun işgali ve Trump’ın tehcir planı, insanlığın ortak hafızasında **Nakba’nın ikinci perdesi** olarak anılacak. Ancak unutulmamalıdır ki Filistin direnişi, zulmü yenme iradesini asla kaybetmeyecek. Bugün Gazze, yarın başka bir mazlum halk… Adalet için **ayağa kalkma zamanı!**

*”Zulme karşı susan, dilsiz şeytandır.” – Hz. Muhammed (s.a.v.)*

Loading

No Responsesفبراير 7th, 2025

NETANYAHU’NUN GAZZE İŞGALİNDEN, TRUMP’IN GAZZE İŞGAL VE TEHCİRİNE. -1-

NETANYAHU’NUN GAZZE İŞGALİNDEN, TRUMP’IN GAZZE İŞGAL VE TEHCİRİNE. -1-

Netanyahu’nun Gazze İşgalinden, Trump’ın Gazze İşgal ve Tehciri Planına: İnsanlık ve İslam Dünyası İçin İbret Dolu Bir Süreç

Filistin topraklarında yıllardır devam eden İsrail işgali, Netanyahu’nun yönetiminde eşi benzeri görülmemiş bir vahşet seviyesine ulaştı. Gazze’deki katliamlar, yıkım ve soykırıma varan saldırılarla milyonlarca insan evsiz, aç ve susuz bırakıldı. Ancak İsrail’in işgal politikası, sadece Netanyahu’nun eseri değil. ABD başkanlarının desteği olmadan İsrail’in bu kadar pervasız davranması mümkün değil. İşte tam bu noktada, Donald Trump’ın adı devreye giriyor.

Bugün Gazze’nin işgali ve tehciri gündemdeyse, bunun temelleri Trump’ın başkanlığı döneminde atılmıştır. Trump, Netanyahu ile birlikte “Yüzyılın Anlaşması” adı altında Filistin’i tamamen yok etmeye yönelik bir proje başlattı. Bugün gelinen noktada ise Gazze’nin tamamen boşaltılması ve Filistinlilerin sürgüne zorlanması, işte bu politikanın bir devamıdır.

Netanyahu’nun İşgal Stratejisi: Filistin’i Haritadan Silme Planı

Netanyahu, yıllardır İsrail siyasetinde “Güçlü İsrail” söylemiyle ayakta durdu. Ancak bu güç, Filistin’in topraklarını işgal ederek, masum sivilleri bombalayarak ve Filistin halkının varlığını yok sayarak elde edildi. Netanyahu’nun stratejisi üç temel üzerine kurulu:

1. Gazze’yi Açık Hava Hapishanesi Haline Getirmek: İsrail, Gazze’yi uzun yıllardır kuşatma altında tutarak orayı yaşanmaz hale getirdi. Gıda, su, ilaç ve temel insani yardımların girişini engelleyerek insanları yavaş yavaş ölüme mahkûm etti.

2. Sürekli Askerî Saldırılarla Halkı Yıldırmak: 2008’den beri İsrail, Gazze’ye düzenli olarak ağır bombardımanlar gerçekleştiriyor. Netanyahu’nun en büyük silahı, Gazze’yi sürekli korku içinde tutarak direniş ruhunu kırmak.

3. Filistin’i Böl-Parçala-Yönet Politikası: İsrail, Filistin’i Batı Şeria ve Gazze olarak ikiye ayırarak, halkın bir araya gelmesini engelliyor. Aynı zamanda Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerini artırarak, Filistin’i tamamen haritadan silme planını uyguluyor.

Netanyahu’nun Gazze’yi tamamen işgal etme planı, uzun yıllardır süregelen bir süreçti. Ancak bu sürecin en tehlikeli aşamasına Trump döneminde girildi.

Trump ve Tehcir Planı: Filistin Halkını Sürgüne Zorlama Girişimi

Donald Trump, başkanlığı döneminde İsrail’e koşulsuz destek verdi ve Netanyahu ile birlikte Filistin’e yönelik en büyük ihanetlerden birine imza attı: Yüzyılın Anlaşması.

Bu planın temel amacı, Filistin’i küçük parçalara ayırıp, Gazze’yi tamamen etkisiz hale getirmekti. Trump’ın planı, Filistinlileri Ürdün, Mısır ve başka Arap ülkelerine sürerek, İsrail’in Filistin topraklarını tamamen ilhak etmesini sağlamaktı.

Trump’ın başlattığı bu süreç, Biden döneminde bile durdurulmadı. Bugün Netanyahu’nun Gazze’yi tamamen boşaltmayı gündeme getirmesi, Trump’ın başlattığı bu büyük planın bir devamıdır. Trump, böylece Gazze’nin tehciri konusunda İsrail’e daha büyük destek vereceğini açıkça beyan etti.

İslam Dünyası ve İnsanlık İçin Büyük Bir İmtihan

Gazze’nin işgali ve tehciri, sadece İsrail’in değil, aynı zamanda ABD’nin ve Batı’nın ortak bir planıdır. Ancak en büyük sorumluluk İslam dünyasınındır.

Eğer Müslüman ülkeler sessiz kalırsa, Gazze halkı sürülecek ve Filistin davası yok olacaktır.

Eğer dünya bu zulme göz yumarsa, gelecekte başka halklar da benzer kaderi paylaşacaktır.

Eğer Müslümanlar ve insanlık şimdi ayağa kalkmazsa, bir daha asla adaletten bahsetmeye hakları kalmayacaktır.

Bugün Gazze için ayağa kalkmak, sadece bir insanlık görevi değil, aynı zamanda tarihsel bir sorumluluktur. Netanyahu’nun işgal planı ve Trump’ın tehcir politikası, ancak güçlü bir direnişle durdurulabilir.

Sonuç: Direniş ve Birlik Olmazsa, Tüm Dünya Kaybedecek

Netanyahu ve Trump gibi liderler, sadece Filistin’i değil, tüm insanlığı tehdit eden siyasetçilerdir. Onların politikaları sadece Filistin halkını değil, tüm bölgeyi istikrarsızlığa sürüklüyor.

Eğer bu plan gerçekleşirse, İsrail’in Filistin üzerindeki zaferi, insanlığın adalet duygusunun sonu anlamına gelecektir. Ancak unutulmamalıdır ki, Filistin halkı direnmekten asla vazgeçmedi ve vazgeçmeyecek.

Bugün Gazze için ayağa kalkmak, sadece Filistin halkı için değil, tüm insanlık için bir zorunluluktur. Aksi takdirde, tarih bizi affetmeyecek.

Loading

No Responsesفبراير 7th, 2025

DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -2-

DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -2-

**DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR: TARİH, AHLAKİ VE DİRENİŞ ARASINDA BİR İBRET HİKÂYESİ**
*Trump’ın “Tehcir Planı” ve Filistinlilerin Toprağa Kök Salan İradesi*

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ocak 2025’te Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin Mısır ve Ürdün’e yerleştirilmesi yönündeki açıklamaları, uluslararası kamuoyunda şok etkisi yarattı. Bu öneri, yalnızca siyasi bir hamle değil, aynı zamanda tarihin tekerrür etme riskini taşıyan ve insan hakları açısından derin sorular doğuran bir teklif olarak karşımıza çıkıyor. Peki bu planın arka planı ne? Neden bu kadar tepki çekti? Ve en önemlisi, Gazze halkı bu teklife nasıl cevap veriyor?

### **1. Trump’ın “Turistik Cennet” Hayali ve Tehcir Fikrinin Asılları**
Trump’ın Gazze’yi “Orta Doğu’nun Rivierası” olarak tanımlaması ve bölgeyi turizme açma planı, aslında İsrail’in aşırı sağcı politikacılarının uzun süredir savunduğu “nüfus transferi” stratejisiyle örtüşüyor. Önerinin aslı, Trump’ın damadı Jared Kushner’in 2024’te yaptığı açıklamalara kadar uzanıyor. Kushner, Gazze’nin “sahil mülkünün” değerini vurgulayarak, İsrail’in bölgeyi “temizlemesi” gerektiğini ve sivillerin Necef Çölü’ne taşınmasını önermişti. Bu fikir, Trump’ın “yeniden inşa” söylemiyle birleşince, Gazze’yi turistik bir merkeze dönüştürme hedefi, Filistinlilerin yerinden edilmesini meşrulaştırma aracı haline geldi.

Ancak bu plan, insani boyutuyla ele alındığında kabul edilemez: 1,5 yıldır süren savaş ve İsrail saldırıları nedeniyle evlerini kaybeden 2,3 milyon Filistinli, “gönüllü göç” adı altında anavatanlarından koparılmak isteniyor.

### **2. Tepkiler: Uluslararası Reddiye ve İki Devletli Çözüm Vurgusu**
Trump’ın teklifi, Mısır ve Ürdün başta olmak üzere birçok ülke tarafından kesin bir dille reddedildi. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, “Filistinlilerin sürgün edilmesinin bir zulüm olduğunu” belirterek, ulusal güvenliklerini tehdit edecek bu plana dahil olmayacaklarını açıkladı. Ürdün Dışişleri Bakanı ise “Filistin’in bağımsızlığının tanındığı iki devletli çözüm” dışında bir seçeneğin kabul edilemeyeceğini vurguladı.

Türkiye’den Suudi Arabistan’a, İspanya’dan Çin’e kadar pek çok ülke, Filistinlilerin topraklarından zorla çıkarılmasını “insanlık dışı” buldu. İspanya, UNRWA’ya yaptığı yardımı 50 milyon euroya çıkararak pratik bir adım attı ve “Gazzeliler Gazze’de kalmalı” çağrısı yaptı. BM ise bu planın “insan hakları ihlali” anlamına geleceğini belirterek karşı çıktı.

### **3. İsrail’in Aşırı Sağı ve Tarihin Tekerrürü Riski**
Trump’ın açıklamaları, İsrail’in aşırı sağcı kabine üyeleri Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich tarafından coşkuyla karşılandı. Ben-Gvir, “Trump’ın fikri akıllıca, göçü şimdi teşvik edin” diyerek Netanyahu’yu harekete geçmeye çağırdı. Bu ikilinin 2017’de kaleme aldığı ve Gazze halkına üç seçenek sunan makale (askerlik, ikinci sınıf vatandaşlık veya tehcir), Trump’ın planıyla adeta örtüşüyor.

Ancak bu durum, tarihteki zorunlu göçlerin (Nekbe gibi) izlerini taşıyor. Filistinliler, 1948’de yaşanan toprak kaybının tekrarlanmasından korkuyor. Hamas ve İslami Cihat Hareketi, “Soykırıma direnen halkımız bu plana izin vermeyecek” diyerek direniş iradesini gösterdi.

### **4. Gazze Halkının Direnişi: Toprakla Kurulan Varoluş Bağı**
Trump’ın “Gazze cehennem çukuru” benzetmesine karşı, Filistinlilerin evlerine dönüş görüntüleri, vatanlarına olan bağlılıklarını gözler önüne seriyor. 2025 Ocak’ta ateşkes sonrası 100 binden fazla Filistinli, harabe halindeki evlerine dönmek için yollara düştü. Bu tablo, toprağın yalnızca coğrafi bir parça değil, kimlik ve direniş sembolü olduğunu ispatlıyor.

Kur’an-ı Kerim’deki “yurtlarından çıkarılmama” ilkesine atıf yapan Filistinliler, Trump’ın “havuç göstererek” topraklarını terk ettirme çabasını reddediyor. Mısır ve Ürdün’ün reddi de bu direnişe uluslararası destek sağlıyor.

### **5. İbret ve Düşündürdükleri: Barış Nerede?**
Trump’ın planı, iki devletli çözümü tamamen göz ardı ediyor. Oysa Suudi Arabistan, “Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişki kurmayacağız” diyerek meşruiyetin yolunu gösteriyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bunu düşünmek bile abesle iştigal” sözleri, meselenin ahlaki boyutunu özetliyor.

Bu süreç bize şunu hatırlatıyor: Tarih, güçlünün zayıfı ezdiği bir hikâyeler dizisi değil, insanlığın ortak hafızasıdır. Gazze halkının direnişi, toprağa kök salmış bir halkın iradesinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Trump’ın “dağdan gelip bağdakini kovma” çabası, insanlık tarihinin karanlık sayfalarına eklenmek yerine, barışın ancak adaletle mümkün olduğunu bir kez daha isbatlıyor.

**Son Söz:**
*”Bir halkın toprağı, onun hafızasıdır. Bu hafızayı silmeye çalışanlar, tarihin tekerrür etme gafletine düşer.”*

Loading

No Responsesفبراير 7th, 2025

DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -1-

DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -1-

Dağdan Gelen Trump, Bağdaki Gazzelileri Kovuyor: Zorbalığın ve Adaletsizliğin Hikâyesi

Tarih boyunca güç sahipleri, zayıf olanı ezme eğiliminde olmuşlardır. Güçlü olanın hukuku, adaletin yerini almış; hak, kuvvetlinin elinde bir oyuncak hâline gelmiştir. Bugün dünya sahnesinde yaşanan birçok olay, bu kadim hikâyenin yeni bir versiyonundan ibarettir. Bu açıdan, “Dağdan Gelen Trump, Bağdaki Gazzelileri Kovuyor” ifadesi, sadece bir politik figürü değil, bir zihniyeti temsil etmektedir.

Dağdan Gelenin Özgüveni ve Sahiplik İddiası

“Dağdan gelenin bağdakini kovması” atasözü, haksız bir şekilde güç kazananın, yerleşik düzeni bozanın, hak sahibini yurdundan edenin hikâyesidir. Burada “dağdan gelen” figürü, güç kullanarak kendi çıkarlarını empoze edenleri; “bağdaki” ise hakkını ve varlığını korumaya çalışan mazlumları simgeler. Günümüzde Gazze’de yaşananlar da tam olarak budur: Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürülen, zulme uğrayan, açlık ve ölümle sınanan bir halk; karşısında ise onların kaderini belirlemeye çalışan kibirli ve acımasız bir dünya düzeni.

Donald Trump, İsrail-Filistin meselesinde taraflı ve şiddet yanlısı politikalarıyla bilinen bir liderdir. Başkanlığı döneminde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve Büyükelçiliği taşıması, Ortadoğu’daki dengenin daha da bozulmasına neden oldu. Onun başlattığı bu süreç, Filistinlilerin daha da yalnızlaşmasına, İsrail’in saldırgan politikalarının meşrulaştırılmasına yol açtı.

Bağda Emek Verenin Çilesi: Filistin Gerçeği

Filistin halkı, yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşamaktadır. Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’te nesiller boyunca süren bir yaşam kültürü vardır. Ancak, Batı’nın desteğini arkasına alan İsrail, bu halkın varlığını silmeye, onları tarih sahnesinden yok etmeye çalışmaktadır. Trump gibi liderlerin desteğiyle hız kazanan bu süre, “bağda yıllardır çalışan ve emek veren” Filistinlilerin, zorbalıkla yerlerinden edilmesine dönüşmüştür.

Bugün, Gazze’de çocuklar açlıktan ölüyor, hastaneler bombalanıyor, insanlar evlerinden koparılıyor. Uluslararası toplum ise ya sessiz ya da ikiyüzlü açıklamalarla günü kurtarmaya çalışıyor. Trump gibiler, siyasi çıkarlarını korumak için zulmü desteklerken, Filistinliler hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Zorbalığın Sonu ve Tarihin Öğrettikleri

Tarih, adaletsizliğin ve zorbalığın sonsuza dek süremeyeceğini göstermiştir. Bağdaki mazlum, sonunda hakkını alır; dağdan gelenin zorbalığı bir gün son bulur. Ancak, bu süreçte yaşanan acılar ve kayıplar, insanlığın vicdanında derin yaralar açar.

Bugün Trump gibiler, Filistin’i haritadan silmeye çalışsa da, bu halkın direnci, tarihi gerçekler ve adalet arayışı, er ya da geç kazanacaktır. Çünkü tarihin en büyük dersi şudur: Zalimler geçici, adalet ise kalıcıdır.

 

 

Loading

No Responsesفبراير 7th, 2025

RUHUN YOLCULUĞU

RUHUN YOLCULUĞU

Ruhun Yolculuğu: Ezelden Ebediyete Uzanan Hakikat

İnsanın varlığı, sadece maddeden ibaret değildir. Asıl varlığımız, bedenin ötesinde yer alan ve ebedi olan ruhta saklıdır. Ruh, Allah’ın bir lütfu olarak yaratılmıştır ve dünya hayatından çok önce başlayan, ölümle sona ermeyen bir yolculuğun sahibidir. Bu yolculuk, insanın yaratılış gayesini anlaması ve hakikat arayışında doğru yolu bulması için büyük bir anlam taşır.

1. Ruhun Yaratılışı ve Ezeli Alem

Kur’an-ı Kerim’de ruhun yaratılışı hakkında Allah şöyle buyurur:
“Ona (insana) ruhumdan üfledim.” (Hicr, 29)

Ruhun yolculuğu, ezelde Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna verdiğimiz “Evet!” cevabıyla başlar. (Araf, 172) Bu söz, ruhumuzun Allah’ı tanıdığı ve O’na bağlılık sözü verdiği anlamına gelir. İşte bu söz, ruhun dünya hayatındaki sorumluluğunu ve ahiret yolculuğundaki kaderini belirler.

2. Dünya Hayatı: Ruhun İmtihanı

Dünya, ruhun ebedi hayat için hazırlandığı geçici bir duraktır. Ruh, bu dünyada bedene bürünmüş olarak yaşamını sürdürür ve bu süreçte çeşitli imtihanlarla karşılaşır. Dünya hayatı, ruhun nefsani arzular ve manevi sorumluluklar arasında yaptığı tercihlerin bir yansımasıdır.

Kur’an, dünya hayatını bir oyun ve eğlenceye benzetir (Ankebut, 64), ancak insan için burada ebedi yurdu olan ahiret adına bir kazanç elde etme imkânı vardır. Ruh, bu süreçte Allah’a yakınlaşmaya çalışır ve O’nun emirlerine uygun bir hayat yaşarsa kurtuluşa erer.

3. Ölüm: Ruhun Yeni Bir Kapısı

Ölüm, ruh için bir son değil, yeni bir âleme geçiştir. Ruh, ölümle birlikte bedeninden ayrılır ve berzah âlemine girer. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ölümün “küçük kıyamet” olduğunu ifade ederek, bunun bir yok oluş değil, ruhun ebedi âleme doğru ilerlemesinin bir aşaması olduğunu belirtmiştir.

Berzah âleminde ruh, dünyada işlediği amellere göre ya bir huzur ve nimet hâlinde bekler ya da sıkıntı ve azap çeker. Bu dönem, ruhun mahşer meydanındaki hesap gününe hazırlık yaptığı bir süreçtir.

4. Mahşer ve Sonsuz Hayat

Mahşer günü, ruhun bedenle yeniden birleştiği ve tüm insanlığın hesap verdiği büyük buluşma yeridir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilir:
“Her nefis, kazandıklarıyla karşılaşacaktır.” (Zilzal, 7-8)

Bu hesap gününde, ruhun dünyadaki tüm tercihlerinin ve amellerinin sonuçları ortaya çıkar. İnsan, ya Allah’ın rahmetine kavuşup cennete gider ya da cehenneme gönderilerek azap çeker.

5. Cennet veya Cehennem: Ruhun Son Durağı

Cennet, Allah’a yakın olmanın verdiği sonsuz huzur ve mutluluğun mekânıdır. Ruh, burada hiçbir sıkıntı yaşamadan, ebediyen nimetler içinde yaşar. Kur’an-ı Kerim’de cennet, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akılların hayal edemediği güzelliklerle dolu bir yer olarak tarif edilmiştir (Secde, 17).

Cehennem ise Allah’tan uzak kalmanın ve dünya hayatındaki kötü amellerin cezasıdır. Ancak Allah’ın rahmeti geniştir; O dilerse cezalarını çeken kullarını affederek cennete alabilir.

Ruhun Yolculuğundan İbretler

Yaratılış Gayesi: Ruhumuzun Allah’a verdiği sözü unutmamalı, dünya hayatını bir imtihan olarak görerek O’nun rızasına uygun yaşamaya çalışmalıyız.

Geçici Dünya: Dünya, sadece ruhun ebedi hayata hazırlanması için bir vesiledir. Bu hayatın geçici olduğunu unutmamalı ve ebedi hayat için azık hazırlamalıyız.

Ölüm ve Sonrası: Ölümden korkmak yerine, ona hazırlıklı olmalı; salih amellerle ruhumuzu temizlemeli ve Allah’ın huzuruna yüz akıyla çıkmalıyız.

Sonuç: Hakiki Yolculuğu Anlamak

Ruhun yolculuğu, ezelden ebediyete uzanan bir arayış ve imtihan sürecidir. Bu yolculukta insanın hedefi, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasına kavuşmaktır. Hayatı anlamlı kılan şey, ruhun bu yolculukta karşılaştığı her durumdan ibret alması ve doğru yola yönelmesidir.

Dünya hayatı, ruhun sonsuz yolculuğunda sadece bir duraktır. Bu durakta yaptığımız tercihler, ebedi yurdumuzu belirler. Öyleyse bu yolculukta, Allah’ın emirlerine sarılarak, ruhumuzu arındırmalı ve sonsuz huzura kavuşmanın yollarını aramalıyız.

Loading

No Responsesفبراير 6th, 2025

KIYAMETIN KOPUŞUNDA GÖRÜLEN DEHŞET SAHNELERİ

KIYAMETIN KOPUŞUNDA GÖRÜLEN DEHŞET SAHNELERİ

Kıyametin Kopuşunda Görülen Dehşet Sahneleri

Kıyamet, Allah’ın takdir ettiği vakitte, dünya hayatının ve evrenin son bulduğu andır. Bu gün, tüm varlıkların son bulduğu, hesap gününün başlangıcı olan büyük bir olaydır. Kur’an-ı Kerim, kıyametin dehşetini sıkça dile getirir ve insanları o güne hazırlıklı olmaya davet eder. O günün tasvirleri, insanı derin bir ibret almaya sevk eder ve dünya hayatının geçiciliğini güçlü bir şekilde hatırlatır.

Kıyametin Dehşetini Anlatan Ayetler

Kur’an’da kıyamet günü ile ilgili pek çok ayet vardır. O gün, evrenin tüm düzeni bozulur ve korkunç olaylar gerçekleşir. İşte Kur’an-ı Kerim’in kıyameti tasvir eden bazı dehşet sahneleri:

1. Dağların Yok Oluşu:
Dağlar, insanlara sarsılmaz bir güç ve sabitlik hissi verir. Ancak kıyamet günü, bu sarsılmaz yapılar bile yerle bir olacak ve yok olacaktır:
“O gün dağlar yürütülür, bir serap haline gelir.” (Nebe, 20)
“Dağlar un ufak olur, savrulmuş yün gibi olur.” (Karia, 5)

2. Denizlerin Alevlenmesi:
Normalde sakin ve huzur veren denizler, kıyamet günü alev alev yanacaktır:
“Denizler ateş haline getirildiğinde.” (Tekvir, 6)

3. Göklerin Çatlaması ve Yıldızların Dökülmesi:
Evrenin düzeni tamamen bozulacak, yıldızlar sönüp yere dökülecek, gökyüzü yarılacak ve darmadağın olacaktır:
“Gökyüzü çatlayıp yarıldığı zaman.” (İnfitar, 1)
“Yıldızlar döküldüğü zaman.” (Tekvir, 2)

4. Yer ve Gök Titreyecek:
Yeryüzü ve gökyüzü büyük bir sarsıntıya uğrar. İnsanlar ve tüm canlılar bu büyük korkuyu hisseder:
“O büyük sarsıntının olduğu gün.” (Hac, 1)
“Yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı atar.” (Zilzal, 2)

5. Anne ve Çocukların Durumu:
İnsanlar arasındaki en güçlü bağlardan biri anne ile çocuk arasındaki bağdır. Ancak kıyametin dehşeti öyle büyüktür ki, anneler çocuklarını unutacak, hamile kadınlar bebeklerini düşürecektir:
“Hamile kadınlar yüklerini bırakır, her emziren kadın emzirdiğini unutur.” (Hac, 2)

6. İnsanların Halet-i Ruhiyesi:
İnsanlar, kıyametin korkusundan akıllarını kaybeder, sağa sola koşuşturur ve kendi yakınlarını bile unutur. Kur’an, o günü şöyle anlatır:
“O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” (Abese, 34-36)

Kıyametin Dehşetinden Alınacak İbretler

Kıyamet sahneleri, insana birkaç önemli gerçeği hatırlatır:

1. Dünyanın Geçiciliği:
İnsan, dünya nimetlerine aldanmamalı ve bu dünyanın sonsuz olmadığını bilmelidir. Kıyamet günü, en sağlam zannedilen şeylerin bile yok olacağını gösterir. Bu da dünya hayatına gereğinden fazla bağlanmanın anlamsızlığını ortaya koyar.

2. Hesap Günü Yakındır:
Kıyametin ardından herkes diriltilecek ve Allah’ın huzurunda hesap verecektir. İnsan, her an kıyamet günüyle yüzleşecekmiş gibi hazırlıklı olmalı, hayatını Allah’ın emir ve yasaklarına uygun şekilde yaşamalıdır.

3. Allah’ın Kudreti:
Kıyametin kopuşu, Allah’ın sonsuz kudretini ve büyüklüğünü gözler önüne serer. Göklerin, dağların ve denizlerin bile O’nun emriyle yok olması, insanın Allah’ın azameti karşısındaki acizliğini gösterir.

4. İbret Almak:
Kıyamet tasvirleri, sadece korkutmak için değil, insanları uyarıp doğru yola sevk etmek için yapılmıştır. Kur’an’ın bu öğütleri, insanların dünya hayatını düzenlemeleri ve ahirete hazırlık yapmaları için bir rehberdir.

Sonuç: Kıyamete Hazırlıklı Olmak

Kıyamet, insanların ve evrenin son bulacağı, ebedi hayatın başlayacağı büyük bir olaydır. Bu dehşet dolu gün, insanı dünya nimetlerinin geçici olduğunu anlamaya ve Allah’ın rızasını kazanmaya yönlendirmelidir. Kur’an-ı Kerim, bu günü hatırlatarak insanlara hayatlarını daha bilinçli ve ahirete yönelik şekilde yaşamaları gerektiğini öğütler.

Son nefesimizi verip ölümle yüzleşmeden önce, kıyametin o büyük gününe hazırlık yapmalıyız. İman, ibadet ve güzel ahlakla dolu bir hayat sürerek, Allah’ın huzuruna yüz akıyla çıkmanın yollarını aramalıyız. Çünkü kıyametin dehşeti, ancak Allah’a sığınanlar için bir kurtuluş fırsatına dönüşecektir.

Loading

No Responsesفبراير 6th, 2025

BİR ŞEHİDİN ÖLÜM HALİ

BİR ŞEHİDİN ÖLÜM HALİ

Bir Şehidin Ölüm Hali: Sonsuzluğa Açılan Kapı

Şehitlik, İslam’da en yüksek mertebelerden biridir. Bu mertebe, Allah yolunda canını feda edenlerin ulaştığı bir makamdır. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, şehitlerin ölüm hâlleri ve ahiretteki durumları hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Şehit, dünya hayatında ölümü tadan ancak asıl hayatı ahirette başlatan özel bir kuldur.

Şehitlik ve Kur’an-ı Kerim’de Şehitlerin Makamı

Kur’an-ı Kerim, şehitlerin ölmediğini, onların Rabb’leri katında diri olduklarını bildirir:
“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz bunu anlayamazsınız.” (Bakara, 154)

Bu ayet, şehitlik makamının ne kadar yüce olduğunu ve şehitlerin Allah katında ne denli değerli olduklarını gösterir. Onların ölüm anları, dünya gözünde bir son gibi görünse de aslında ebedi bir hayata kavuşmanın başlangıcıdır.

Şehidin Ölüm Hâli: Acısız Bir Ayrılık

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şehitlerin ölüm anlarını tarif ederken onların büyük bir acı çekmediklerini belirtmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:
“Şehit, ölüm acısını yalnızca bir iğne batması kadar hisseder.” (Tirmizî)

Bu durum, şehitlerin Allah yolunda verdikleri canlarının ne kadar değerli olduğunu ve Allah’ın onlara özel bir rahmet sunduğunu gösterir. Onlar, ölüm korkusunu hissetmeden, huzur ve iman dolu bir şekilde son nefeslerini verirler.

Şehitler İçin Özel Vaadler

Şehitlere ölüm anında ve sonrasında sunulan nimetler, onların bu yüce makama olan teveccühlerini artırır:

1. Ölüm Meleği Onlara Müjde Verir:
Şehit, ölüm anında ölüm meleğinin kendisine cennetle ilgili müjdeler verdiğini görür. O an, şehidin dünyadan ayrılma korkusu yerine, Rabb’ine kavuşma sevinci gelir.

2. Cennette Yüce Makamlar:
Şehitlere, cennetteki en yüksek mertebelerden biri vaat edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şehitlerin cennette Allah’a yakın bir yerde olacağını ve onların cennet nimetlerinden istedikleri gibi yararlanacaklarını belirtmiştir.

3. Şehidin Günahlarının Bağışlanması:
Hadis-i şeriflerde, şehitlerin ölümle birlikte bütün günahlarının bağışlanacağı müjdelenmiştir:
“Şehidin, borç dışında bütün günahları affedilir.” (Müslim)

4. Ruhlarının Özgürlüğü:
Şehitlerin ruhları, yeşil kuşlar suretinde cennet ağaçlarında dolaşır. Onlar, dünya sıkıntılarından ve dertlerinden tamamen arınmış bir hâlde, Allah’ın lütfuyla huzur içinde yaşarlar.

Şehitlikte İbret Alınacak Dersler

Şehidin ölümü, sadece bir ferdin değil, tüm insanlık için derin ibretler taşır:

1. Allah Yolunda Fedakârlık:
Şehit, Allah’ın rızası uğruna en değerli varlığı olan canını feda eder. Bu, imanının derinliğini ve Allah’a olan teslimiyetini gösterir.

2. Dünya Hayatının Geçiciliği:
Şehitler, dünya hayatının geçici olduğunu bilir ve ebedi hayat için en büyük fedakârlığı yaparlar. Onların bu tutumu, insanlara ahiret bilincini hatırlatır.

3. Toplum İçin Birlik ve Güç:
Şehitlik, bir toplumun manevi direncini artırır. Onların ölümü, insanlara cesaret ve fedakârlık duygusu aşılar.

Sonuç: Şehitlik Makamına Özlem

Şehitlik, insanın Allah’a olan sevgisinin ve O’nun yolunda yaşama azminin bir göstergesidir. Onların ölümü, sıradan bir ölüm değildir; aksine sonsuz bir hayatın kapısını aralamaktır. Şehitlerin ölüm anındaki huzurları ve cennetteki yüksek makamları, dünya hayatının fani olduğunu ve asıl hedefin Allah’ın rızası olduğunu bizlere hatırlatır.

Rabb’imiz, hepimize şehitlerin imanıyla bir hayat sürmeyi ve onların huzuruyla bir son nefes vermeyi nasip eylesin. Çünkü şehitlik, sadece bir son değil, sonsuzluğa açılan bir kapıdır.

Loading

No Responsesفبراير 6th, 2025

ÖLMEDE ZORLUK ÇEKEN GÜNAHKÂR BİR KİŞİNİN SEKERAT HALİ

ÖLMEDE ZORLUK ÇEKEN GÜNAHKÂR BİR KİŞİNİN SEKERAT HALİ

Ölümde Zorluk Çeken Günahkâr Bir Kişinin Sekerât Hâli

Ölüm, insanın dünya hayatını geride bırakarak ahirete adım attığı kaçınılmaz bir hakikattir. Ancak bu yolculuk herkes için aynı kolaylıkta ve huzurda gerçekleşmez. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, özellikle günahkârların ölüm ânında çekecekleri zorlukları ve sekerât (ölüm anı) hâlini açıkça dile getirmiştir. Bu hâl, bir uyarı niteliği taşır ve insanlara, dünya hayatını nasıl yaşamaları gerektiği konusunda dersler verir.

Sekerât Hâli Nedir?

“Sekerât” kelimesi, şiddetli zorluk ve sarhoşluk anlamına gelir. Ölüm anında insanın ruhunun bedenden ayrılması sırasında yaşadığı acılar ve zorluklar, bu hâl ile tanımlanır. Günahkâr bir kişinin sekerâtı, yaşadığı hayatın bir yansıması olarak büyük sıkıntılarla geçer.

Allah Teâlâ, ölüm anını şöyle tarif eder:
“Sekerât-ül mevt (ölüm sarhoşluğu) gerçekten gelir. İşte bu, senin kaçtığın şeydir.” (Kaf, 19)

Bu ayet, ölüm anının zorluğunu ve kaçınılmazlığını hatırlatır. Günahkârlar için bu süreç, dünya hayatında işledikleri kötülüklerin karşılığını hissetmeye başladıkları ândır.

Günahkârların Ölüm Anındaki Durumu

1. Ruhun Bedenden Zorlukla Çıkması:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir günahkârın ölüm anını şöyle tarif etmiştir:
“Günahkâr kimsenin ruhu, dikenli bir dalın içinden çıkarılmaya çalışan bir parça yün gibi bedenden ayrılır.” (Müslim)
Bu tasvir, ruhun bedenden çıkışındaki acıyı ve zorluğu gözler önüne serer.

2. Meleklerin Sert Muamelesi:
Kur’an-ı Kerim, günahkârların ruhlarının azap melekleri tarafından şiddetle çekilip alınacağını belirtir:
“Yüzlerine ve sırtlarına vura vura, ‘Haydi, çıkın!’ derler.” (Enfal, 50)
Bu durum, dünya hayatında Allah’ın emirlerini hiçe sayanların ahiretteki ilk karşılaşmalarında nasıl bir azapla karşılaşacaklarını göstermektedir.

3. Korku ve Pişmanlık:
Günahkâr bir kişi, sekerât hâlinde yaptığı hataları ve kaybettiği fırsatları anlar. Ancak artık tövbe etme şansı yoktur. Kur’an, bu pişmanlığı şöyle anlatır:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki: ‘Rabbim! Beni geri döndür, ta ki geride bıraktığım şeylerde iyi işler yapayım.’ Hayır! Bu, sadece onun söylediği bir sözdür.” (Müminun, 99-100)

4. Karanlık ve Azap Dolu Bir Başlangıç:
Günahkâr kişi, ölüm anında kendisini bekleyen zorlukların farkına varır. Meleklerin azarlamaları ve dünyadan ayrılmanın verdiği korku, onun ruhunda büyük bir acı bırakır.

Sekerât Hâlinden İbret Alınacak Dersler

1. Dünya Hayatının Geçiciliği:
Günahkârların sekerât hâlinde çektikleri zorluklar, dünya hayatının geçici olduğunu ve insanın ahireti unutmaması gerektiğini hatırlatır.

2. Tövbeyi Geciktirmemek:
Ölüm ânında tövbe etmek fayda vermez. Bu nedenle, insanın her an Allah’a yönelmesi ve günahlarından arınmaya çalışması gerekir. Allah Teâlâ, tövbenin önemini şöyle belirtmiştir:
“Allah, ancak cahillikle kötülük yapıp sonra hemen tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Nisa, 17)

3. İmanla Ölmek İçin Hazırlık:
İnsanın hayatı nasıl yaşadığı, ölüm anını ve ahiretteki durumunu belirler. Salih amellerle dolu bir hayat, sekerât hâlinde kolaylık sağlar ve cennet müjdesine vesile olur.

4. Allah’ın Rahmetine Sığınmak:
Günahlar ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Ancak bu rahmetten faydalanmak için kişi samimi bir şekilde tövbe etmeli ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmelidir.

Sonuç: Sekerât Hâlini Unutmadan Yaşamak

Sekerât hâli, her insanın er ya da geç yaşayacağı bir süreçtir. Günahkâr bir kişinin ölüm anındaki zorlukları, dünya hayatında Allah’a uzak yaşamış olmasının bir sonucudur. Bu hâl, insanlara hayatlarını yeniden gözden geçirme fırsatı sunar.

Öyleyse, ölüm anında huzurlu bir şekilde Allah’a kavuşmak için imanımızı güçlendirmeli, günahlarımızdan arınmalı ve Allah’ın emirlerine uygun bir hayat sürmeliyiz. Çünkü Allah’a teslim olarak yaşayanlar için ölüm, bir son değil, sonsuz rahmete açılan bir kapıdır.

Loading

No Responsesفبراير 6th, 2025