DİNÎ VE TARİHİ TAHRİF EDEN BOZUK ZİHNİYET
DİNÎ VE TARİHİ TAHRİF EDEN BOZUK ZİHNİYET
Ehli sünneti temsil etmeyip Şia temsilciliğini yürüten ve Hadislere saldırarak,
Allâh Rasûlünün;“Kim bilerek bana yalan bir söz isnad ederse cehennemdeki yerini hazırlasın” hadisinin mefhum-u muhalifi olan;
‘Kim bilerek bana ben söylediğim halde söylemedi derse, oda cehennemdeki yerini hazırlasın” sözüne masadak olmuş oluyor.
Mustafa İslamoğlu kimi temsil edip,kimin temsilciliğini yapıyor: “Osmanlıdan geriye kanlı bir mazi kaldı, bizi utandıran şeyler kaldı” diyor.
https://www.facebook.com/share/v/1Ft7JZPJ1K/
Konuyu tahlil edecek olursak;
DİNÎ VE TARİHÎ TAHRİFATA KARŞI UYANIK OLMAK
Hakikat, tahrif edildiğinde, sadece dinî değerler değil, tarih de çarpıtılır. Dinî ilimlerde Ehl-i Sünnet çizgisinden saparak, hadislere saldıran, sahih İslâm anlayışını tahrif eden zihniyetler, ümmetin birliğini ve İslâm’ın sahih bilgisini hedef almaktadır. Bu açıdan, hadis inkârcılığı, Şia propagandası ve Osmanlı tarihine yönelik çarpık değerlendirmeler, ortak bir noktada buluşmaktadır: İslâm’ın temel kaynaklarını ve tarihî mirasını itibarsızlaştırma çabası.
HADİSLERİ HEDEF ALAN TEHLİKELİ YAKLAŞIM
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sahih hadisler ile ümmete rehberlik etmiş, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması ve yaşanması noktasında sünnet-i seniyyesiyle bir yol göstermiştir. Hadisleri itibarsızlaştırmaya çalışanlar, doğrudan Peygamber Efendimiz’in talim ve talimatlarını hedef almış olmaktadırlar. Oysa Peygamberimiz’in şu uyarısı, bu tür girişimlerin ne kadar tehlikeli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:
“Kim bilerek bana yalan bir söz isnad ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.” (Buhârî, İlim 38; Müslim, Mukaddime 2)
Bu hadisin mefhum-u muhalifi ise şöyledir: “Kim bilerek, benim söylediğim bir sözü yalanlarsa, yani ben söylediğim hâlde, ‘Peygamber bunu söylemedi’ derse, o da cehennemdeki yerini hazırlasın.” Bu açıdan, hadislere yönelik inkârcı tutum, sadece bir ilmi hata değil, aynı zamanda büyük bir vebal ve tehlikedir.
TARİHİ TAHRİF EDENLERİN MAKSADI NE?
Osmanlı Devleti, İslâm ümmetinin son büyük sancaktarlığını yapmış, İ’lâ-yı Kelimetullah uğruna mücadele etmiş ve İslâm medeniyetinin en parlak dönemlerinden birine imza atmıştır. Osmanlı’nın cihad anlayışını, adaletini ve ilmi mirasını göz ardı edenler, onun yalnızca “kanlı bir mazi” bıraktığını söyleyerek bu büyük medeniyeti karalamaya çalışmaktadırlar. Oysa tarih şahitlik etmektedir ki Osmanlı, sadece kılıçla değil, ilim, sanat, hukuk ve medeniyetle dünyaya hükmetmiştir.
Osmanlı’yı “utandıran bir miras” olarak göstermek, ya bilgisizlikten ya da kasıtlı bir tahrifattan kaynaklanmaktadır. Zira Osmanlı, üç kıtaya adaletle hükmetmiş, sayısız ilim insanı, sanatkâr ve devlet adamı yetiştirmiş, İslâm dünyasını Haçlı saldırılarına karşı korumuş ve ümmetin birliğini asırlarca sağlamıştır. Osmanlı’ya yönelik bu tür ithamlar, emperyalist güçlerin ve İslâm düşmanlarının tarih boyunca sürdürdüğü bir propagandanın devamıdır.
BU ZİHNİYETİN AMACI NEDİR?
Mustafa İslamoğlu ve benzeri söylemler, aslında iki ana hedefe hizmet etmektedir:
1. Hadisleri itibarsızlaştırarak Ehl-i Sünnet’in köklerini kurutmak: Eğer hadisler devre dışı bırakılırsa, sünnet yok olur, sünnet yok olursa İslâm’ın yaşanabilirliği zayıflar. Böylece, tahrif edilmiş bir din anlayışı ortaya çıkar.
2. Tarihî mirası tahrif ederek ümmeti köksüz bırakmak: Osmanlı’ya saldırmak, sadece bir devletin tarihine saldırmak değildir; ümmetin son büyük birliğini ve İslâmî medeniyetin zirvesini itibarsızlaştırma çabasıdır. Osmanlı’yı kötülemek, Müslümanları tarihinden utandırarak geleceğe dair ümitlerini kırmak demektir.
SONUÇ: DİKKATLİ OLMALIYIZ!
Bugün, hem dinî hem de tarihî değerlerimiz çeşitli fikir akımları tarafından hedef alınmaktadır. Hadis inkârcılığı, tarih çarpıtmacılığı ve Ehl-i Sünnet çizgisinden sapma gibi hareketler, ümmetin temel taşlarını sarsmayı amaçlayan sinsi girişimlerdir. Bu yüzden, sahih bilgiye ve ilmî ölçülere sadık kalarak, geçmişimize sahip çıkmalı ve geleceğimizi bu sağlam temeller üzerine inşa etmeliyiz. Tarihten ve sünnetten koparılan bir ümmet, savrulmaya mahkûmdur. Hakikatin yanında durmak, her müminin görevidir!