KÂİNATLA BERABER DEVAM EDEN VAR OLUŞ SÜRECİMİZ
KÂİNATLA BERABER DEVAM EDEN VAR OLUŞ SÜRECİMİZ
İnsan, kâinatın içinde bir damla kadar görünse de, hakikatte bir âlem gibidir. Kâinat nasıl ki sonsuz bir nizam ve intizamla hareket ediyor; her zerresi ilahi bir plana göre işliyor, insanın varlığı da bu büyük sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Biz farkında olalım ya da olmayalım, var oluş sürecimiz kâinatla beraber yürümekte; onunla başlamakta, onunla devam etmekte ve onunla nihayete ermektedir.
Bir tohumun toprağa düşmesi gibi düştük bu dünyaya. Annemizin rahminde başlayan serüvenimiz, tıpkı kâinattaki ilk kıvılcım gibi bir “ol” emriyle şekillendi. O tohum, toprakla, suyla, ışıkla nasıl gelişip ağaç oluyorsa, biz de rahmetle, hikmetle ve ilimle yoğrularak insan suretine büründük. Her nefes, bizi bu büyük sistemin içinde var eden kudreti hatırlatıyor.
Kâinat dönüyor, yıldızlar yer değiştirmekte, galaksiler hareket halinde; aynı şekilde biz de içimizdeki âlemlerle dönüyor, gelişiyor, değişiyoruz. Bu değişim bazen fark edilir, bazen derinden ve sessizce olur. Her hücremiz yenileniyor; her düşüncemiz, her hissimiz bir anlık da olsa varlığımıza yeni bir katman ekliyor.
İbret verici olan şudur ki, bu süreklilik içinde bir anlık gaflet bile insanı kendi var oluş hikmetinden uzaklaştırabilir. Tıpkı Güneş’in bir anlık ışık vermemesiyle dünyanın karanlığa gömülmesi gibi, kalbin bir an gaflete düşmesi insanın iç dünyasında fırtınalar koparabilir. Bu yüzden, var oluş sürecimizi yalnız biyolojik bir gerçeklik olarak değil, aynı zamanda ruhsal ve hikmetli bir yolculuk olarak görmek gerekir.
Allah’ın isimleri kâinatta tecelli eder; Er-Rahman, Er-Rahîm, El-Hakîm… Her bir isim, varlığımıza ayrı bir anlam katar. Merhametle yaşamak, hikmetle düşünmek, adaletle hükmetmek… Bunlar, sadece ahlaki görevler değil; aynı zamanda kâinata ayak uydurmanın, onunla birlikte var olmanın gereğidir. Çünkü kâinat boşluk kabul etmez, hikmetsiz hiçbir şey yaratılmamıştır.
İnsan, bu büyük varlık zincirinin hem bir halkası, hem de halifesidir. Yeryüzünün imarından, kalbinin ihyasına kadar birçok sorumluluk ona verilmiştir. Her davranışı, her niyeti, onun bu sürece ne kadar uyumlu olduğunu ya da ne kadar savrulduğunu gösterir. Varlığını Allah’a bağlayan bir insan, kâinatla barış içinde olur; kendini Yaratan’a unutan ise kâinatla çatışmaya başlar, hem içi bozulur, hem dışı.
Düşünmeliyiz: Biz bu kâinatta misafiriz ama boşuna değil. Her nefes, her an, bize bu var oluş sürecini hatırlatmakta. Gözümüz gökyüzüne her döndüğünde, kalbimiz “Ben neredeyim, nereye gidiyorum?” sorusunu sormalı. Zira bu soru, insanı insan yapar; gafletten hakikate geçişin ilk kapısını aralar.
Unutmayalım, kâinatla beraber akan bu var oluş nehrinde sürüklenmek değil, yön bulmak için yaratıldık. Akıntıya kapılıp gitmek değil, o akıntının kaynağını ve menzilini anlamak için buradayız. Ve her anlayış, bizi hakikate bir adım daha yaklaştırır.