DÜNYA FABRİKASININ MAKİNALARININ DİŞLİLERİ BOZULMUŞ: BOZUK VE DEFOLU ÜRÜN ÜRETİYOR

DÜNYA FABRİKASININ MAKİNALARININ DİŞLİLERİ BOZULMUŞ: BOZUK VE DEFOLU ÜRÜN ÜRETİYOR

Dünya, insanı yetiştiren büyük bir fabrika gibidir. Toplumlar bu fabrikanın bölümleri, aileler üretim hatları, eğitim sistemleri ise kalibrasyon merkezleridir. İnsan bu fabrikanın en kıymetli ürünüdür; ham olarak gelir, şekillendirilir, eğitilir, olgunlaştırılır. Ama bugün, bu dünya fabrikasında ciddi bir arıza var. Makinaların dişlileri bozulmuş; artık düzgün insan değil, bozuk ve defolu nesiller üretiliyor.

Bir zamanlar bu fabrika, ahlakla işliyordu. Takva, sabır, şükür, kanaat gibi değerler bu makinanın yağlarıydı. Fıtratla uyum içinde çalışan sistem, insana hakikati, sorumluluğu, merhameti öğretiyordu. Fakat şimdi bu değerler atıl duruma düşmüş, yerlerine yapay, geçici ve plastik prensipler gelmiştir: Ego, gösteriş, çıkarcılık, hazcılık…

Dişli bozulunca çark dönmez. Çark dönmeyince üretim durmaz belki, ama üretim kalitesizleşir. Bugün insanlık dış görünüşe odaklı, iç boş, yönsüz ve değersiz bireyler üretmektedir. Eğitimi olan ama hikmeti olmayan, bilgisi çok ama feraseti olmayan, gücü çok ama merhameti olmayan insanlar…

Bakınız etrafa: Sevgi mekanikleşmiş, dostluk menfaat üzerine kurulmuş. Anne-baba evlat ilişkileri çözülmüş, öğretmen-öğrenci bağları kopmuş. Eskiden bir insan yetiştirmek yirmi yıl emek isterdi, şimdi ekranların önünde üç ayda bir nesil “formatlanıyor.” İdealler değil, influencer’lar yön veriyor.

Çünkü makinanın merkezi yazılımı değiştirildi. Bu yazılım artık insanı insan yapmak için değil, insanı nesneleştirmek, tüketiciye çevirmek ve kalabalıklar içinde yalnızlaştırmak için çalışıyor. Kalite kontrol sistemi iptal edildi. Eskiden toplumun vicdanı olan dinî ve ahlaki ölçüler üretimi denetlerdi. Artık neyin doğru, neyin yanlış olduğu algoritmalara göre belirleniyor.

Bu arızalı sistem, sürekli bozuk ürünler veriyor: Vicdansız yöneticiler, merhametsiz zenginler, amaçsız gençler, duyarsız ebeveynler… Ve sonra herkes şikâyet ediyor: “Neden bu kadar adaletsizlik, huzursuzluk, ahlaksızlık var?” Cevap açık: Fabrikanın dişlisi bozuk, üretim de bozuk olur.

Ama her fabrikanın bir ustası vardır. Her sistemin bir sıfırlama tuşu… Bu fabrikanın ustası, Rabbü’l-Âlemîn’dir. Bu düzenin asıl ayarları Kur’an’da, sünnette, hikmetli alimlerin sözlerinde mevcuttur. Geri dönmek mümkündür. Çarkların eski ayarlarına dönmesi, ancak değerlerin aslına rücu etmesiyle olur.

Öyleyse önce yağlayalım o paslı dişlileri: Tevbe ile, dua ile, ihlas ile… Sonra yeniden kuralım ölçüleri: Hakkaniyet, adalet, sabır ve güzel ahlak ile… O zaman bu dünya fabrikası tekrar insan gibi insanları, hakikatle barışık nesilleri, gönül ehli toplulukları üretmeye başlar.

Çünkü fabrika bozuksa ürün değil, sistem sorgulanmalıdır. Ve unutulmamalıdır ki, en büyük ıslahat, bireyin kendi nefsini onarmasıyla başlar.

 

 

Loading

No Responsesمايو 1st, 2025

Servet, Rahat ve Gaflet: Hakikatin Ters Yüzü

Servet, Rahat ve Gaflet: Hakikatin Ters Yüzü

“Servet ile sanırdık ki rahat artar, rahat ile umardık ki taat artar… Ama gaflet artar, illet artar, hastalık artar.” — Şeyh Edebali

İnsanlık tarihi boyunca servet, rahatlık ve refah; başarı ve saadet ölçüsü olarak görülmüştür. Oysa bu bakış açısı, sadece zahiri bir değerlendirmedir. Gerçek mânâda hikmeti ve hakikati arayanlar için servet ve rahat, çoğu zaman birer imtihan vesilesidir. Şeyh Edebali’nin yukarıdaki sözü, bu çarpıcı gerçeği veciz bir şekilde ortaya koyar.

Zannedilir ki servet insanı dertten, sıkıntıdan azade kılar. Oysa çoğu zaman servet; insanın gönlünü Allah’tan uzaklaştıran, kalbini dünya ile dolduran bir meşgale halini alır. Nice insanlar vardır ki serveti arttıkça ibadetten uzaklaşmış, kulluk şuurunu yitirmiştir. Çünkü servet, kalbi doyurmaz; aksine iştahı kabartır, arzuları azdırır.

Rahatlık ise bir başka tuzaktır. Elbette bedenin dinlenmeye hakkı vardır. Fakat sürekli konfor arayışı, ruhu uyuşturur. İnsan rahatladıkça gaflete düşer; gaflet ise kalbin nurunu söndürür. Kalp uyanık olmazsa, taat da ibadet de şekilden öteye geçmez. Oysa ibadet; ancak ihtiyaç, acz ve fakr hissiyle derinleşir. Rahatlık bu hissi törpüler; insanı kendine yeter zannına sürükler.

Bu yüzden hakiki arifler, dünyaya dair serveti ve rahatı bir ganimet değil, birer sınav olarak görmüşlerdir. Zira “Servetle gaflet artar, rahatla illet artar, hastalık artar.” sözünde olduğu gibi; servet insanı meşgul eder, rahatlık rehavete sürükler, her ikisi de kalp hastalıklarını doğurur: kibir, haset, hırs, tembellik…

Oysa sıkıntılar, yoksunluklar, hastalıklar; insanı Allah’a yaklaştıran, dua ve niyazı artıran vesilelerdir. Bediüzzaman Said Nursî, hastalıklar için “manevi bir ihtar-ı rahmanî” der. Çünkü musibetler kalbi ayıltır, gözleri semaya çevirir. Rahatın değil, rahmetin peşinden koşmak gerekir.

Netice itibariyle, zenginlik ve rahatlık kötü değildir; lakin gafletle birleştiğinde insanı helake götürür. Asıl olan; serveti, rahatlığı ve sıhhati Allah’a kulluğu artıran bir vesileye dönüştürebilmektir. Bu da ancak tahkik ehli, basiret sahibi bir gönülle mümkündür.

Şeyh Edebali’nin işaret ettiği hakikat budur: Servetle gelen rahat, rehavet doğurur; rehavet gafleti, gaflet illeti… Ve bu zincir, ruhu esir alır. Kurtuluş ise, servetle değil, takva ile mümkündür.

 

 

Loading

No Responsesمايو 1st, 2025

KURAN-I KERİM’DE “em” (أم) edatının geçtiği ayetler, anlam ve Hikmetleri.

KURAN-I KERİM’DE “em” (أم) edatının geçtiği ayetler, anlam ve Hikmetleri.

Kur’an-ı Kerim’de **”em” (أَمْ)** edatı, çeşitli anlamlarda kullanılan bir bağlaçtır. Genellikle **”yoksa, veya, şüphesiz, hatta”** gibi manalara gelir ve soru cümlelerinde tercih, şüphe veya karşılaştırma ifade eder. Ayrıca, bazı ayetlerde **inkâr veya istifham (soru)** anlamı taşır.

İşte **”em”** edatının geçtiği bazı ayetler ve anlamları:

### 1. **Yoksa, Yoksa Şüphen mi Var? (Tercih veya Şüphe İfadesi)**
**Örnek:**
– **”أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ”**
*”Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”* (Bakara, 2:214)
– Burada **”em”**, bir beklentinin yanlış olduğunu ifade ediyor.

### 2. **”Yoksa Onlar mı?” (İnkâr veya Karşılaştırma)**
**Örnek:**
– **”أَمْ لَهُمْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ”**
*”Yoksa onların Allah’tan başka bir ilahı mı var?”* (Tûr, 52:43)
– Bu ayette **”em”**, inkâr ve tevhid vurgusu yapıyor.

### 3. **”Veya, Yoksa?” (Seçenek Sunma)**
**Örnek:**
– **”اَمْ تَأْمُرُهُمْ اَحْلَامُهُمْ بِهٰذَٓا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَۚ

Türkçe Transcript (*)
Em te/muruhum ahlâmuhum bihâżâ.em hum kavmun tâġûn(e)(“**
*”Bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
“* (Tûr, 52:32)
– Burada **”em”**, bir seçenek veya alternatif sunuyor.
** Tur, 52:33)
اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَۚ

Türkçe Transcript (*)
Em yekûlûne tekavvelehu bel lâ yu/minûn(e)
Yoksa “O Kur’an’ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar.

### 4. **”Hatta, Şüphesiz” (Pekiştirme)**
**Örnek:**
– **”أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَىٰ مَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ”**
*”Yoksa Allah’ın lütfundan insanlara verdiğini mi kıskanıyorlar?”* (Nisâ, 4:54)
– **”em”** burada bir pekiştirme ifade ediyor.

### **Diğer Önemli Ayetler:**
-** Nisa 4:53** “Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.”
– **Yunus 10:35** – *”Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl (böyle yanlış) hükmediyorsunuz?”*
– **Enbiya 21:24** – *”Yoksa ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: “Haydi getirin delilinizi! İşte benimle beraber olanların kitabı ve işte benden öncekilerin kitabı (Hiçbirinde birden fazla ilâh olduğuna dair hiçbir delil yok). Şüphesiz çokları hakkı bilmezler de bu sebeple yüz çevirirler.?”*
– **Enbiyâ 21:43** – *”Yoksa onların, bizi yenilgiye uğratacak ilahları mı var?”*

### **Sonuç:**
“**Em**” edatı, Kur’an’da **inkâr, soru, şüphe, karşılaştırma veya pekiştirme** gibi farklı anlamlarda kullanılır. Ayetin bağlantısına göre manası değişebilir.

@@@@@@@@

*İşte, şu âyâtın binler hakikatlerinden yalnız beyân-ı ifhâmiyeye misâl için bir hakikatini beyân ederiz. Şöyle ki:
-2- lâfzıyla on beş tabaka istifham-ı inkârî-i taaccübî ile ehl-i dal aksâmını susturur ve şübehâtın bütün menşe’lerini kapatır. Ehl-i dal için, içine girip saklanacak şeytânî bir delik bırakmıyor, kapatıyor. Altına girip gizlenecek bir perde-i dal bırakmıyor, yırtıyor. Yalanlarından hiçbir yalanı bırakmıyor, başını eziyor. Herbir fıkrada bir tâifenin hulâsa-i fikr-i küfrîlerini ya bir kısa tâbir ile iptal eder, ya butlânı zâhir olduğundan sükûtla butlânını bedâhete havale eder veya başka âyetlerde tafsîlen reddedildiği için, burada mücmelen işaret eder.

1 Sen öğüt vermeye devam et. Rabbinin sana verdiği peygamberlik nimeti hakkı için, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun. • Yoksa onlar “O bir şâirdir; biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? • Sen “Bekleye durun,” de. “Ben de sizinle beraber bekliyorum.” • Onlar akıllarını kullanarak mı bunu söylüyorlar, yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? • Yahut Kurân’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların imân etmeye niyetleri yoktur. • Eğer doğru söylüyorlarsa, Kur’ân’ın benzeri bir söz getirsinler. • Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar? • Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp imân etmeye niyetleri yoktur. • Yoksa Rabbinin hazîneleri onların yanında mı? Veya kâinatın tedbîr ve idaresini onlar mı ele geçirdi? • Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri, işittiklerine dâir açık bir delil getirsin. • Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi? • Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? • Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar? • Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. • Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. (Tûr Sûresi: 29-43.)

 

 

 

*Meselâ, birinci fıkra -1- âyetine işaret eder. On beşinci fıkra ise -2- âyetine remzeder. Daha sâir fıkraları buna kıyas et. Şöyle ki:
Başta diyor: “Ahkâm-ı İlâhiyeyi tebliğ et. Sen kâhin değilsin. Zîrâ kâhinin sözleri karışık ve tahminîdir; seninki hak ve yakînîdir. Mecnun olamazsın; düşmanın dahi senin kemâl-i aklına şehâdet eder.
” -3- âyâ, acaba muhâkemesiz, âmî kâfirler gibi, sana şâir mi diyorlar? Senin helâketini mi bekliyorlar? Sen, de: ’Bekleyiniz, ben de bekliyorum.’ Senin parlak, büyük hakikatlerin şiirin hayalâtından münezzeh ve tezyinâtından müstağnîdir.
” -4- Yahut, acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, ’Aklımız bize yeter’ deyip sana ittibâdan istinkâf mı ederler? Halbuki, akıl ise sana ittibâı emreder. Çünkü bütün dediğin mâkuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez.
” -5- Yahut, inkârlarına sebep, tâğî zâlimler gibi, Hakka serfürû etmemeleri midir? Halbuki, mütecebbir zâlimlerin rüesâları olan Firavunların, Nemrudların âkıbetleri mâlûmdur.
” -6- Veyahut yalancı, vicdansız münâfıklar gibi, ’Kur’ân senin sözlerindir’ diye seni ittiham mı ediyorlar? Halbuki, tâ şimdiye kadar ’Muhammedü’l-Emîn’ diyerek içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imâna niyetleri yoktur. Yoksa Kur’ân’ın âsâr-ı beşeriye içinde bir nazîrini bulsunlar.
” -7- Veyahut, kâinatı abes ve gàyesiz îtikad eden felâsife-i abesiyyun gibi, kendilerini başıboş, hikmetsiz, gàyesiz, vazifesiz, hàlıksız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya

1 Biz Peygambere şiir öğretmedik; bu ona yakışmaz da. (Yâsin Sûresi: 69.)

2 Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi. (Enbiyâ Sûresi: 22..)

3 Yoksa onlar “O bir şâirdir; biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? (Tûr Sûresi: 30.)

4 Onlar akıllarını kullanarak mı bunu söylüyorlar? (Tûr Sûresi: 32.)

5 Yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? (Tûr Sûresi: 32.)

6 Yahut Kurân’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların imân etmeye niyetleri yoktur. (Tûr Sûresi: 33.)

7 Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? (Tûr Sûresi: 35.)

 

*” -1- Veyahut, cin ve şeytana uyup, kehânetfüruşlar, ispirtizmacılar gibi, âlem-i gayba başka bir yol mu bulunmuş zannederler? Öyle ise, şeytanlarına kapanan semâvâta, onunla çıkılacak bir merdivenleri mi var tahayyül ediyorlar ki, senin semâvî haberlerini tekzib ederler? Böyle şarlatanların inkârları, hiç hükmündedir.
” -2- Veyahut, ukùl-u aşere ve erbâbü’l-envâ nâmiyle, şerikleri itikad eden müşrik felâsife gibi ve yıldızlara ve melâikelere bir nevi ulûhiyet isnad eden Sâbiiyyun gibi, Cenâb-ı Hakka veled nisbet eden mülhid ve dâllînler gibi, Zât-ı Ehad ve Samedin vücûb-u vücuduna, vahdetine, samediyetine, istiğnâ-i mutlakına zıd olan veledi nisbet ve melâikenin ubûdiyetine ve ismetine ve cinsiyetine münâfi olan ünûseti isnad mı ederler? Kendilerine şefaatçi mi zannederler ki, sana tâbi olmuyorlar? İnsan gibi mümkîn, fânî, bekà-i nevine muhtaç ve cismânî ve mütecezzî, tekessüre kàbil ve âciz, dünyaperest, yardımcı bir vârise müştak mahlûklar için, vâsıta-i tekessür ve teâvün ve râbıta-i hayat ve bekà olan tenâsül, elbette ve elbette vücudu vâcib ve dâim, bekàsı ezelî ve ebedî, zâtı cismâniyetten mücerred ve muallâ ve mahiyeti tecezzî ve tekessürden münezzeh ve müberrâ ve kudreti aczden mukaddes ve bîhemtâ olan Zât-ı Zülcelâle evlât isnad etmek; hem, o âciz, mümkîn, miskin insanlar dahi beğenmedikleri ve izzet-i mağrurânesine yakıştıramadıkları bir nevi evlât, yani hadsiz kızları isnad etmek, öyle bir safsatadır ve öyle bir divânelik hezeyanıdır ki, o fikirde olan heriflerin tekzibleri, inkârları hiçtir. Aldırmamalısın. Herbir sersemin safsatasına, her divânenin hezeyânına kulak verilmez.
” -3- Veyahut, hırsa, hıssete alışmış tâğî, bâğî dünyaperestler gibi, senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki, senden kaçıyorlar? Ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah’tan istiyorsun? Ve onlara Cenâb-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin hased ve bedduâlarından kurtulmak için, ya ondan veya kırktan birisini kendi fakirlerine vermek ağır bir şey midir ki, emr-i zekâtı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzibleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır, cevap vermek değil.
” -4- Veyahut, gaybâşinâlık dâvâ eden Budeîler gibi ve umûr-u gaybiyeye dâir tahminlerini yakîn tahayyül eden akılfüruşlar

1 Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri, işittiklerine dâir açık bir delil getirsin. (Tûr Sûresi: 38.)

2 Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi? (Tûr Sûresi: 39.)

3 Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? (Tûr Sûresi: 40.)

4 Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar? (Tûr Sûresi: 41.)

 

*gibi, senin gaybî haberlerini beğenmiyorlar mı? Gaybî kitapları mı var ki, senin gaybî kitabını kabul etmiyorlar? Öyle ise, vahye mazhar resûllerden başka kimseye açılmayan ve kendi başıyla ona girmeye kimsenin haddi olmayan âlem-i gayb kendi yanlarında hazır, açık tahayyül edip ondan mâlûmât alarak yazıyorlar hülyâsında bulunuyorlar. Böyle haddinden hadsiz tecavüz etmiş mağrur hodfüruşların tekzibleri sana fütur vermesin. Zîrâ az bir zamanda senin hakikatlerin onların hülyâlarını zîr ü zeber edecek.
” -1- Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münâfıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidâyetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desîselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyâde gayret et. Çünkü, onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler. Ve onların fenalıkta muvaffakıyetleri, muvakkattır ve istidrâcdır, bir mekr-i İlâhîdir.
” -2- Veyahut, hàlık-ı hayır ve hàlık-ı şer nâmiyle ayrı ayrı iki ilâh tevehhüm eden Mecûsiler gibi ve ayrı ayrı esbâba bir nevi ulûhiyet veren ve onları kendilerine birer nokta-i istinad tahayyül eden esbâbperestler, sanemperestler gibi, başka ilâhlara dayanıp sana muârazamı ederler? Senden istiğnâ mı ediyorlar? Demek, -3- hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicâm-ı ecmeli kör olup görmüyorlar. Halbuki, bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vâli, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zîr ü zeber olur ve insicam herc ü merce düşer. Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvât kandillerine kadar, o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Mâdem bunlar bu derece hilâf-ı akıl ve hikmet ve münâfi-i his ve bedâhet hareket ediyorlar; onların tekzibleri seni tezkirden vazgeçirmesin.”
İşte, silsile-i hakàik olan şu âyâtın yüzer cevherlerinden, yalnız ifhâm ve ilzama dâir birtek cevher-i beyânîsini icmâlen beyân ettik. Eğer iktidarım olsaydı, birkaç cevherlerini daha gösterseydim, “Şu âyetler tek başıyla bir mu’cizedir” sen dahi diyecektin.

1 Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. (Tûr Sûresi: 42.)

2 Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. (Tûr Sûresi: 43.)

3 Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi. (Enbiyâ Sûresi: 22.)

 

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-besinci-soz/349

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-besinci-soz/350

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-besinci-soz/352

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-besinci-soz/353

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

KURAN-I KERİM’DE KİME VE NELERE KARŞI VAHİY VE İLHAMDA BULUNULMAKTADIR?

KURAN-I KERİM’DE KİME VE NELERE KARŞI VAHİY VE İLHAMDA BULUNULMAKTADIR?

Vahiy ve İlhamın Sırları: Kur’ân’ın Gösterdiği Yollar

Kur’ân-ı Kerîm, insanın hem zihin hem de kalp dünyasına nur saçan bir kitaptır. Onun satır aralarında yalnızca insanlığa değil; meleklere, peygamberlere, hatta hayvanlara ve tabiata bile yönelen bir vahiy ve ilham ağı vardır. Çünkü bu âlem, başıboş değil; Rabbin sürekli müdahalesi, yönlendirmesi ve eğitimi altındadır.

Vahiy Kime Gelir? İlham Kime Ulaşır?

Kur’ân bize öğretir ki, vahiy yalnızca peygamberlere gönderilmez. Bazen bir meleğe, bazen bir annenin kalbine, bazen de bir hayvanın ilahi sevkine vahiy ve ilham ulaşır. Bu, Allah’ın kudretinin ve rububiyetinin kapsamını gösterir.

İşte Kur’ân’ın beyan ettiği vahiy ve ilham örnekleri:

1. Peygamberlere Gelen Vahiy:
Vahyin en açık ve büyük tezahürü peygamberler üzerindedir. Onlar aracılığıyla insanlığa hidayet yolları gösterilmiş, hakikat açıklanmıştır.

> “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.” (Fetih, 1)

2. Meleklere Vahiy:
Allah, meleklerine de vahiyde bulunur. Savaşta melekleri müminlere destek için görevlendirirken onlara emretmiştir.

> “Hani Rabbin meleklere vahyediyordu: ‘Ben sizinleyim, müminlere sebat verin.'” (Enfal, 12)

3. Hz. Meryem’e İlham:
Bir peygamber olmayan Meryem validemiz de ilahî bir ilham ve yönlendirme almıştır.

> “Biz ona ruhumuzu gönderdik…” (Meryem, 17)

4. Hz. Musa’nın Annesine Vahiy:
Allah, Musa (as)’ın annesine kalbine doğan bir ilhamla vahyetmiş ve onu yönlendirmiştir:

> “Musa’nın annesine: ‘Onu emzir. Ona zarar geleceğinden korktuğun zaman, onu suya bırak. Korkma ve üzülme. Çünkü Biz onu sana geri vereceğiz…’ diye vahyettik.” (Kasas, 7)

5. Hayvanlara Vahiy:
Allah arıya bile vahyetmiştir:

> “Rabbin arıya şöyle vahyetti: ‘Dağlarda, ağaçlarda ve insanların kurdukları kovanlarda kendine yuva edin.'” (Nahl, 68)

Vahiy ve İlhamın Hikmeti Nedir?

Yol Göstermek: İnsan, melek, hayvan; hepsi Allah’ın kudretiyle idare edilir. Vahiy ve ilham, doğru yolu bulmaları için birer ışık olur.

İmtihan Düzeninin Kurulması: Kulların serbest iradeleri içinde hidayeti talep etmeleri için vahiylerle yol işaretleri konulmuştur.

Merhametin Tecellisi: Allah, kullarını kendi haline bırakmaz; rahmetiyle onlara fısıldar, yollarını aydınlatır.

Rububiyetin İlânı: Her şeyin Allah’ın mülkü, yönetimi ve tasarrufu altında olduğunu gösterir.

İlham ve Vahiy Bugün Bize Ne Söyler?

Bugün doğrudan bir vahiy kapısı kapanmış olsa da (çünkü Hz. Muhammed’le (sav) peygamberlik tamamlanmıştır), kalplere hâlâ ilhamlar ulaşır. Temiz bir kalp, doğru yolda bir akıl hâlâ fıtrî bir ilham alabilir. Rabbimizin fısıltısı, hâlâ vicdanlarımızda yankılanır.

İlhamı almak için şart temiz bir kalp, uyanık bir ruh ve sadık bir niyettir.
Kalbini kirlerden arındıran, niyetini doğrultan kişi, ilhama açık bir hale gelir. Çünkü Allah hâlâ “hakkı isteyenlere” kapılarını açmaktadır.

Son Söz:
Vahiy bir nurdur. İlham bir rüzgâr. Her ikisi de Rabbimizin bize uzanan sessiz elleridir.
Önemli olan, o eli tutacak temiz bir vicdana, açık bir kalbe sahip olabilmektir.

> Çünkü Rabbimiz hâlâ konuşuyor… Lâkin duyan kaç kul var?

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

İkindi Vaktinden Batıma: Ümmet-i Muhammed’in Zamanı ve Mesuliyeti

İkindi Vaktinden Batıma: Ümmet-i Muhammed’in Zamanı ve Mesuliyeti

1. Zamanın Akışı ve İnsanlık Tarihi

Allah Teâlâ’nın kâinatta takdir ettiği zaman, insanlar için bir imtihan ve sorumluluk sahasıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de zamanın kıymetine şöyle dikkat çekilir:
“Vel asr! İnsan gerçekten ziyan içindedir.”
(Asr Suresi, 103/1-2)

Bu ayet gösteriyor ki, zamanın değerini bilmeyen, onu iman, salih amel ve hakkı tavsiye için kullanmayan herkes kayıptadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Abdullah İbn Ömer’den gelen bir rivayette, kendi ümmetinin zamanını şöyle tarif etmiştir:
“Sizden evvel geçen ümmetlerin dünyadaki müddetlerine nisbetle sizin müddetiniz ancak ikindi namazıyla Güneş’in batmasına kadar olan müddet gibidir…”
(Buhârî, İcare 1; Müslim, Fezâil 210)

Bu benzetme, ümmetimizin insanlık tarihindeki yerinin kısa olduğunu ama aynı zamanda son derece kritik ve ehemmiyetli olduğunu anlatır.

2. İkindi Vaktinin Hikmeti

İkindi vakti, günün sonlarına yaklaşmasıdır; Güneş batmaya meyletmiş, gölgeler uzamış, vakit daralmıştır.
Aynı şekilde Ümmet-i Muhammed de insanlık tarihi içinde “son ümmet”tir.
Bundan sonra artık başka bir ümmet gelmeyecek, başka bir kitap inmeyecek.
Kıyamet, bu ümmetin üzerinden kopacaktır.
Bu büyük vazife ve sorumluluk sebebiyle, Kur’an da şöyle ihtar eder:
“İşte böylece sizi vasat (orta ve dengeli) bir ümmet kıldık ki insanlar üzerine şahitler olasınız ve Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.”
(Bakara Suresi, 2/143)

Vasat ümmet olmak, hem insanlara adaleti ve hakkı ulaştırmak hem de Allah’a karşı şahitliği en güzel şekilde yerine getirmek demektir.

3. Bilimsel Bir Bakış: Zamanın İzafiliği

İlmi bir nazarla bakıldığında da zamanın göreceli olduğu anlaşılır.
Einstein’ın izafiyet teorisine göre zaman, hız ve kütle gibi etkenlere bağlı olarak değişir.
Kur’an’da da zamanın farklı boyutlara göre değiştiği haber verilir:
“Melekler ve Ruh (Cebrâil), O’na süresi elli bin yıl olan bir günde çıkar.”
(Meâric Suresi, 70/4)

Bu hakikatler gösteriyor ki, bizim anladığımız zaman parçası, mutlak bir sabite değildir.
Dünya tarihi içinde Ümmet-i Muhammed’in süresi kısa gibi görünse de Allah katında bu süre çok daha derin bir mana ve ehemmiyet taşır.

4. İbret ve Sorumluluk: Son Devirde Olmanın Anlamı

Son ümmet, son imtihan, son fırsat demektir.
İkindi vaktinden sonra nasıl ki akşam karanlığı çöküyorsa, insanlık da büyük bir karanlığa doğru yaklaşmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ben ve kıyamet şu iki parmak gibi birbirine yakınız.”
(Müslim, Fiten 132)

Bu hadis-i şerif, yaşadığımız zamanın ne kadar nazik ve önemli olduğunu anlatır.
Bir tüccar, dükkânın kapanmasına az kala kalan vakti daha kıymetli bilir; çünkü son müşteriler, son kazançtır.
Aynı şekilde Ümmet-i Muhammed de, kapanış vaktinde olduğunun bilinciyle çalışmalı, tebliğ etmeli, dua etmeli, ahireti için hazırlık yapmalıdır.

5. Son Çağrılar ve İman Tazelemesi

Gün batmadan önceki son ışıklar gibi, insanlığa da son defa Kur’an ile ışık gönderildi.
Artık bu ışıktan nasiplenen kurtulur; yüz çeviren, karanlıkta kaybolur.
Kur’an şöyle uyarır:
“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine iman edin ve O’nun size indirdiği kitaba sarılın!”
(Nisâ Suresi, 4/136)

Bugün müminlere düşen görev; ikindi vaktinin son demlerinde olduğumuzu bilerek daha büyük bir gayretle imanlarını tazelemek, salih amellerle hayatlarını süslemek ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaktır.

@@@@@@

https://www.google.com/amp/s/sorularlaislamiyet.com/insanligin-yasi-ile-ilgili-hadisler-sahih-mi%3famp
https://www.google.com/amp/s/sorularlaislamiyet.com/benim-ummetimin-omru-1500-seneyi-pek-gecmeyecek-ifadesi-hadis-midir-bu-hadis-sahih-ise-kiyamet%3famp
https://tesbitler.com/index.php?s=K%C4%B1yamet+
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/dokuzuncu-soz/70
https://tesbitler.com/index.php?s=zaman

@@@@@@@

Önerilen format:
Video Serisi Başlığı:
⮕ “İkindi Vaktinin Son Işıkları: Ümmet-i Muhammed’in Vakti ve Mesuliyeti”

Seri 3 kısa bölümden oluşacak:
Her bölüm 4-5 dakika sürecek şekilde planlanabilir.

1. Bölüm: Zamanın Son Dilimi: İkindi Vakti Misali

Giriş (Kısa Ayet ve Hadis Alıntısı):
“Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir.” (Asr 1-2)

Hadis rivayeti anlatılır: Abdullah İbn Ömer rivayeti.

İkindi vaktinin manası:
Günün son dilimi. Gölgeler uzar, hava serinler, günün bitiş habercisi.

Ümmet-i Muhammed’in insanlık tarihindeki yeri.

Vurucu mesaj:
“Bizler artık son nöbeti tutan askerleriz!”

⮕ Görsel önerisi: Batan Güneş, uzayan gölgeler.

2. Bölüm: Son Ümmet, Son Mesuliyet

Vasat ümmet olmak ne demektir? (Bakara 2/143)

Ümmetin vazifeleri: Tebliğ, şahitlik, adalet, hakkı temsil.

İlmi bir bakış: Zamanın izafiliği ve Kur’ân’daki zamanın farklı boyutları (Meâric 70/4).

İkindi vaktinde çalışmanın kıymeti: Son fırsatlar değerlendirilir.

⮕ Vurucu mesaj:
“Her nefes, ebedî âlem için bir yatırım fırsatıdır.”

⮕ Görsel önerisi: Akşam vakti bir pazarın kapanışı, son alışverişler.

3. Bölüm: Gün Batmadan Önce Son Çağrı

Efendimiz’in uyarısı: “Ben ve kıyamet şu iki parmak gibiyiz.”

Ümmetin ahir zaman belirtileriyle yüzleşmesi.

Bugünün çağrısı:

İmana sarılmak (Nisâ 4/136)

Salih amel işlemek.

Dua ve istiğfarı çoğaltmak.

Dünya kapanışa giderken müminin vazifesi.

⮕ Vurucu mesaj:
“Şimdi iman etme, amel etme ve Allah’a dönme zamanıdır.
Çünkü ikindi bitmek üzere, güneş batmakta.”

⮕ Görsel önerisi: Yavaşça kaybolan Güneş ve yükselen yıldızlar.

@@@@###

Video Anlatım Metni:

Başlık: İkindi Vaktinin Son İşıkları: Ümmet-i Muhammed’in Vakti ve Mesuliyeti

Giriş:

“Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edenler, salih ameller işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Suresi)

Kâinatın ilahi takviminde bizler, ikindi vaktinin insanlığa denk gelen son nesilleriyiz. Güneşin batmasına az bir vakit kalmışken, Efendimiz (asm) büyük bir gerçeği bildiriyor:

“Sizden evvel geçen ümmetlerin dünyadaki müddetine nisbetle sizin ümmetinizin müddeti, ikindi namazı ile Güneş’in batması arasındaki zamana benzer.”

1. Bölüm: Zamanın Son Dilimi: İkindi Vakti Misali

Günde beş vakit namaz, hayatımızın ve insanlığın tarihini özetler. Sabah: Doğum, öğle: Gençlik, ikindi: Yaşlılık ve ömrün sonu…

Bugün ümmet-i Muhammed, insanlık tarihinin ikindi vaktindedir. Artık güneş, batışa meylediyor.

Allah Resulü (asm) bu vakte dikkat çekiyor: “Güneşin batışına doğru o son ışıkları toplamak, kalan son şansları değerlendirmek zamanıdır.”

Gölgeler uzuyor, ölüm, kıyamet, hesap gündemi yaklaşıyor. O halde her nefes, ebedi bir sermayedir.

2. Bölüm: Son Ümmet, Son Mesuliyet

Kur’an buyuruyor: “Böylece sizi vasat bir ümmet yaptık ki, insanlar üzerinde şahitler olasınız.” (Bakara 2/143)

Ümmet-i Muhammed, adaletin, hakkın ve rahmetin şahidi olarak seçilmiştir.

İlmî olarak da biliyoruz ki, zaman izafidir. Allah’ın katında bir gün, bin yıl gibidir. (Meâric 70/4)

Bu son vakitte iman etmek, salih amel işlemek, günahlardan uzak durmak en önemli azıktır.

Her gün, ikindi vaktini çağrıştırır bize: “Bitmeden, değerlendir!”

3. Bölüm: Gün Batmadan Önce Son Çağrı

Rasûlullah (asm) buyurdu: “Benimle kıyamet arasında bu iki parmağın aralığı gibi kısa bir mesafe kaldı.” (Buhari)

Dünya kapanışa doğru giderken, ümmetin vazifesi açıktır:

Allah’a imanı tazelemek,

Salih amellerde bulunmak,

Tevbeyi, duayı, istiğfarı çoğaltmak,

Namaza, Kur’an’a sarılmak,

Hakkı tavsiye etmek, sabra davet etmek.

Çünkü şu an göklerin üzerinde ikindi vaktinin son ışıkları titriyor.

Ey ümmet-i Muhammed! Ey ikindi vaktinin yolcuları!

Gün batmadan önce son çağrıya kulak verelim.

Kapanış:

Ömür sermayesi azalıyor. Zaman, ışığın son kırpıntıları gibi tükeniyor. Gelin, şu an, bu anı bir başlangıç yapalım.

“Yarın diyenler helak oldu” dememiş miydi Sevgili Peygamberimiz (asm)?

O halde bugün imanımızı tazeleyelim, bugün salih amellere sarılalım, bugün Allah’a dönelim.

Çünkü ikindi bitmek üzere, güneş batmakta…

 

 

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

AHİRETTE KURTARACAK ESERLER: FANİYİ BAKİYE ÇEVİRMEK

AHİRETTE KURTARACAK ESERLER: FANİYİ BAKİYE ÇEVİRMEK

İnsan, dünyada iz bırakmak ister. Bir eser, bir yazı, bir bina, bir servet, bir unvan… Geride kalan şeyler bir bakıma insanın devamı gibi görünür. Fakat asıl mesele şudur:
“Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!”

Bu söz, kalplere derin bir ölçü veriyor. Zira dünya eserleri, âhiret sermayesi olmadıkça, insanın yükü olur; kurtuluş vesilesi değil, vebal sebebi olur.

Fani Olanın Arkasından Koşmanın Boşluğu

Dünya, aldatıcı bir pazar yeridir. Burada elde edilen şöhretler, servetler, başarılar; ölümün nefesiyle bir anda yok olur. İnsan, ölüm anında sahip olduğu her şeyden koparılır. Ne bir makam, ne bir servet, ne de şan-şöhret kabir kapısından içeri girer.

Kalır geride süslü mezartaşları, unutulan isimler, bir zaman sonra tozlu sayfalarda silinip giden hatıralar…

Asıl Eser: Kalıcı ve Kurtarıcı Ameller

Gerçek eser, kalpteki iman, dildeki zikir, eldeki hizmettir. Kur’an buyurur:

> “Mal ve çocuklar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalan ise salih amellerdir; Rabbinin katında sevapça daha hayırlı, ümit bakımından da daha hayırlıdır.”
(Kehf, 18/46)

İnsanın ahirette işe yarayacak tek eseri, Allah için yaptığı işlerdir. Bir kişinin hidayetine vesile olmak, bir yetimi sevindirmek, bir kalbi Allah’a yaklaştırmak, bir damla ilim, bir zerre takva… İşte bunlar, insanı ölümden sonra bile ayakta tutan eserlerdir.

Dünya Eserleri Nasıl Baki Olur?

Dünya işleri tamamen boş değildir. Eğer bir eser, bir hizmet Allah rızası için yapılmışsa; o fâni iş, birden bâki bir hazineye dönüşür. Bir cami inşa etmek, bir ilim meclisi kurmak, bir insanın duasına sebep olmak… Eğer niyet doğruysa, dünya işi bile âhiret nuru olur.

Bu yüzden niyetler, kalbimizin gizli mimarlarıdır. Bazen bir küçük hareket, sırf Allah için yapılırsa dağlar kadar sevap getirir; bazen büyük görünen işler, riya ve gösterişle heba olur.

İbret: Mezar Taşlarına Yazılan İsimler Değil, Kalplere Kazınan İyilikler Kurtarır

Tarihte nice sultanlar, krallar, zenginler gelmiş, büyük eserler bırakmışlardır. Saraylar, kaleler, kütüphaneler… Bugün onların çoğunun ismini kimse hatırlamıyor. Ama bir yetimin duasını almış bir garibanın ismi, Arş-ı Âlâ’da anılıyor.

Demek ki mesele, insanların gözünde büyük görünmek değil; Allah katında makbul olmaktır.

Sonuç: Bir Davet

Ey gönül!
Kendine şu soruyu sor:
“Bugün yaptığım hangi iş, hangi söz, hangi eser beni kabirde ışıklandıracak?”

Öyleyse dünya eserlerine değil, âhiret azığına çalış.
Öyle bir eser bırak ki, zamanla eskimesin, ölümle sönmesin, ebedi âlemde yüzünü ak etsin.

Unutma:
“Allah için yapılmayan her eser, fanilerle birlikte toprak olur. Allah için yapılan bir damla iyilik ise, ebedi bir yıldız gibi parlar.”

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

BELA VE İMTİHAN: HAK YAZMADIKÇA GELMEZ, KUL AZMADIKÇA YAZILMAZ

BELA VE İMTİHAN: HAK YAZMADIKÇA GELMEZ, KUL AZMADIKÇA YAZILMAZ

İnsanın dünya hayatı, bir imtihan meydanıdır. Bu imtihanda sevinçler kadar kederler de vardır. Bazen başa gelen belalar, musibetler insanı sarsar, düşündürür. İşte tam burada kadim bir hakikat kendini gösterir:
“Kula bela gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz kul azmadıkça.”

Bu söz, kader ve sorumluluk gerçeğini, hikmet dolu bir terazide dengeler. Ne bela gelişi tesadüftür, ne de insan tamamen masumdur. Her şey, bir hikmetle vuku bulur.

Hak Yazmadıkça Bela Gelmez

İnsanın başına gelen her musibet, ezelden takdir edilmiştir. Allah’ın izni ve ilmi dışında bir yaprak dahi düşmezken, insanın başına gelen bela nasıl olur da başıboş olabilir? Kur’an buyurur:

> “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız şeyler yüzündendir. (Fakat Allah) çoğunu affeder.”
(Şûrâ, 42/30)

Her bela, ya bir günahın kefareti, ya bir makamın terfisi, ya bir gafletin ikazı, ya da bir sabrın meyvesidir. Hak Teâlâ kulunu bazen sevdiği için imtihan eder; belalarla onu arındırır, pişirir, olgunlaştırır.

Kul Azmadıkça Bela Yazılmaz

Öte yandan insanın kendi eliyle çağırdığı belalar da vardır. Nimetin kadrini bilmeyen, azgınlık eden, isyana sapan toplumlar ve bireyler, kendi felaketlerini hazırlamış olurlar. Tıpkı Kur’an’da bildirildiği gibi:

> “Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”
(Ra’d, 13/11)

Azgınlık, nimetlerin kıymetini bilmemek, şükürsüzlük ve isyan; belaların en büyük davetiyesidir. Kul, kendini bozdukça, düzenini de bozar. Ve sonunda bela, kendi eliyle hazırladığı bir mektup gibi kapısını çalar.

İbret ve Hikmet: Bela Bir Ceza mı, Bir Lütuf mu?

Her bela sadece bir ceza değildir. Bazen bir temizliktir, bazen bir terfi vesilesidir. Hastalık, sabrın meyvesini vermek için gelir. Fakirlik, kanaatin tatlı lezzetini tattırmak için iner. Ayrılık, dünya sevgisinin pasını silmek için musallat olur.

Bela, şikâyet değil, sabır ve teslimiyet ile karşılanmalıdır. Her bela, altında saklı bir rahmet mührü taşır. Yeter ki kul, gözyaşlarıyla değil, basiret gözüyle bakabilsin.

Sonuç: Bir Öğüt

Başımıza gelen her şeyin bir hikmeti var. Tesadüf yok, haksızlık yok.
Allah kullarına zulmetmez. Kul da kendine yazık etmedikçe, Hak’tan bela yazılmaz.

Ey gönül!
Başına gelen her zorluğu bir hesap vesilesi bil.
Kendini sorgula, sabrını kuvvetlendir, şükrünü artır.
Unutma:
Bela, bazen bir affın başlangıcı,
Bazen bir yükselişin eşiğidir.

Ve unutma:
“Bela Hak’tandır; sabır kuldandır. Sonunda ise rahmet ve lütuf ikisinden doğar.”

 

 

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

Fıtratın Sesi: Hakkı Arayan Ruhun Hikayesi

Fıtratın Sesi: Hakkı Arayan Ruhun Hikayesi

Fıtrat fıtri olmayanı reddeder atar.
Fıtrat yalan söylemez.
Esas olan fıtri olandır.

İnsan, yaratılışı gereği hakikate yönelir. Her çocuk, tertemiz bir fıtrat üzere dünyaya gelir; batılı tanımaz, yalanı bilmez, kötülüğü işlemez.
Kur’an-ı Kerim, bu hakikati şöyle dile getirir:

> “Öyle ise hakka yönelmiş olarak yüzünü dosdoğru dine, Allah’ın insanları onun üzerine yarattığı fıtrata doğrult. Allah’ın yaratmasında bir değişiklik yoktur. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
(Rûm Sûresi, 30/30)

Fıtrat, Allah’ın insana yerleştirdiği değişmeyen kodlardır: Adalet sevgisi, merhamet arzusu, doğruya meyil, hakikate iştiyaktır.
Ve bu fıtrat, bâtılı asla içine sindiremez.
Zulüm görünce isyan eder.
Yalan işitince ruhu daralır.
İhaneti gördüğünde kalbi burkulur.

Çünkü fıtrat yalanı tanımaz.
Çünkü esas olan fıtrî olandır.
Ve fıtrat, fıtri olmayanı önce reddeder, sonra atar.

Nitekim başka ayetlerde de fıtratın bu sesi işaret edilmiştir:

> “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”
(Kâf Sûresi, 50/16)

İnsan bazen dünyalık arzuların peşine düştüğünde, bu saf fıtratı perdeler.
Ama derinlerde bir yerde, sesi kısılsa da fıtrat fısıldamaya devam eder:
“Bu yol yanlış!”
“Bu söz yalan!”
“Bu eylem haksızlık!”

İşte o zaman, ya insan tövbe ederek aslına rücu eder ya da bu sesi susturmak için kalbini karartır.

Bu sır, başka bir ayette şöyle bildirilir:

> “Hayır! (Onların söyledikleri doğru değildir.) Bilakis onların kazandıkları günahlar kalplerini karartmıştır.”
(Mutaffifîn Sûresi, 83/14)

Kalp, ya fıtratıyla ahenk içinde parlar, ya da onu bastırdıkça katılaşır, taşlaşır.

Fıtratı örtenler, kendi elleriyle kendilerini hüsrana sürüklerler.
Çünkü fıtrat, güneş gibidir; üstünü ne kadar örtersen ört, bir gün mutlaka ışığını bir yerden sızdırır.

Ve her insan, fıtratın bu iç sesiyle bir gün yüzleşecektir:

> “O gün, biz onların ağızlarını mühürleriz, elleri bize konuşur, ayakları işledikleri şeylere şahitlik eder.”
(Yâsîn Sûresi, 36/65)

Hikmetli bir ders şudur:
İnsan kendi içindeki hakikate ne kadar sadık kalırsa, Rabbiyle o kadar yakınlaşır.
Fıtratına ihanet eden ise, kendi cehennemini kendi elleriyle hazırlar.

Son söz:
Fıtrat, insanın öz yurdudur.
Yoldan çıkanlar için fıtrat, daima susmayan bir çağrıdır:
“Gel! Aslına dön!”

 

 

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

ARŞTAN ARZA İNEN RAHMET VE ARZDAN ARŞA YÜKSELEN NUR

ARŞTAN ARZA İNEN RAHMET VE ARZDAN ARŞA YÜKSELEN NUR

İnsanoğlu, dünya sahnesinde küçücük bir misafir, kısacık bir ömür sahibidir. Fakat bu küçüklüğüne rağmen, Arş-ı Âlâ ile, yani en yüce âlemlerle bağlantısı olan bir varlıktır. Gökyüzünden yeryüzüne inen rahmetler ve yeryüzünden semaya yükselen nurlar, insanın bu iki âlem arasındaki kıymetli köprüsünü temsil eder.

Arştan Arza İnen Rahmet

Rahmet, Allah’ın kullarına olan sonsuz merhametinin tecellisidir. Göklerden yere inen her yağmur damlası, her güneş ışığı, her sabahın ferahlığı birer rahmettir. Kur’an-ı Kerim’de buyurulur ki:

> “Ve O, kendi rahmetinin önünden rüzgarları müjdeci olarak gönderendir. Nihayet ağır bulutlar yüklendiğinde, biz onu ölü bir beldeye süreriz ve oraya su indiririz. Böylece her türlü meyveyi çıkarırız…”
(A’râf, 7/57)

Arştan arza inen rahmet, sadece fiziki nimetlerle sınırlı değildir. Asıl büyük rahmet, insanın kalbine inen ilhamlar, gönlüne gelen hidayet ışıklarıdır. Peygamberler, ilahi rahmetin en yüksek temsilcileridir. Onlar, karanlıkta yolunu kaybetmiş insanlığa gökten inen birer nur gibi gelmişlerdir.

Arzdan Arşa Yükselen Nur

İnsanın yeryüzündeki varlığı sadece almak üzerine değildir; vermek, sunmak ve yükseltmek de vardır. Kulun ihlâsla yaptığı dua, şükürle sunduğu hamd, sabırla sergilediği teslimiyet, arzdan arşa yükselen nurlar gibidir. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyurur:

> “Kulun duası göğe yükselir, kapı açılıncaya kadar kapıda bekler. Kapı açılırsa dua kabul edilir.”
(Taberânî)

İnsanın salih amelleri, gözyaşları, sabırla çektiği sıkıntılar ve sessizce katlandığı musibetler birer nur gibidir. O nurlar semaya doğru yükselir ve Allah katında mükâfat bulur.

Rahmet ve Nurun Buluşması

Arştan inen rahmet ile arzdan yükselen nur, insanın kader yolculuğunda birbirini tamamlar. Rahmet olmasa insan hayatta kalamaz, nur olmasa yolunu bulamaz. Her nimet bir imtihan, her sabır bir mükafattır. Dünya sahnesinde yaşanan her acı, her sevinç, ya bir rahmetin yankısı ya da bir nurun habercisidir.

İnsanın görevi, gökten inen rahmeti değer bilmek, onu israf ve nankörlükle kirletmemek; yerden arşa yükselen nuru ise karartmadan, ihlas ve samimiyetle çoğaltmaktır.

Sonuç: Bir Davet

Bu hayat, göklerden inen rahmetle dirilmek ve arşlara yükselen bir nur olmaya çalışmak için verilmiştir. Her an, ya bir rahmet ya bir nur fırsatıdır. İnsan, bu dünyada adımlarını rahmetin izinde, gönlünü nurun rehberliğinde atarsa, bir gün asıl vatanına, Rahman’ın arşına, ebedi saadet yurduna kavuşacaktır.

Ey gönül!
Ne kadar aciz, ne kadar fakir olduğunu unutma.
Sana inen rahmetin kıymetini bil,
Ve Rabbine yükselen bir nur olmaya çalış.
Çünkü dünya, rahmetle başlar, nurla tamamlanır.

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

Geçmişten Günümüze İznik Konsilinin Önemi ve Günümüze Yansıyan Yönleri

Geçmişten Günümüze İznik Konsilinin Önemi ve Günümüze Yansıyan Yönleri

Giriş

Tarih boyunca bazı toplantılar sadece dönemlerini değil, gelecek yüzyılları da etkileyen kararlar üretmiştir. İznik Konsili de bu anlamda bir dönüm noktasıdır. 325 yılında Roma İmparatoru I. Konstantin’in himayesinde toplanan bu konsil, yalnızca Hristiyanlık tarihini değil, batı medeniyetinin düşünce ve siyasal yapısını da kökten etkilemiştir. Konsilin sonuçları, bugün bile dünya siyasetine, din anlayışına ve toplumsal anlayışlara derinden yansımaktadır.

Bu makalede, İznik Konsili’nin tarihi bağlantısı, alınan kararların mahiyeti, doğurduğu etkiler ve günümüze yansıyan yönleri ele alınacaktır.

1. Tarihî Arka Plan: İznik’e Giden Yol

İznik Konsili’nin toplanmasının başlıca sebebi, Hristiyan dünyasında büyüyen Ariusçuluk (Arianizm) tartışmasıydı. Arius adlı bir din adamı, İsa’nın (a.s) Tanrı olmadığını, Tanrı tarafından yaratıldığını ve dolayısıyla “ezelî” olmadığını savunuyordu. Bu görüş, Kilise’nin büyük kısmı tarafından sapkınlık olarak görülmüş, derin çatışmalar doğurmuştu.

İmparator Konstantin, hem dini birlik sağlamak hem de politik bütünlüğü korumak için 325 yılında Bithynia bölgesindeki İznik’te (günümüzün Bursa ili sınırları) 300’den fazla piskoposun katılımıyla ilk ekümenik konsili topladı. Bu, sadece teolojik bir tartışmayı çözme çabası değil, imparatorluğun bütünlüğünü garanti altına alma girişimiydi.

Belge: İznik Konsili tutanakları, dönemin tarihçileri olan Eusebius ve Athanasius tarafından kaydedilmiştir. Ayrıca, konsil kararları daha sonra “İznik İnancı” (Nicene Creed) olarak derlenmiştir.

2. İznik Konsilinde Alınan Temel Kararlar

Konsilde şu temel kararlar alındı:

İsa Mesih’in Tanrısal Doğası: İsa’nın “Tanrı’dan Tanrı, nurdan nur, gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı” olduğuna karar verildi. Arius’un görüşleri reddedildi.

İznik İnanç Bildirgesi: Bugün hâlâ birçok kilisede okunan “İznik İnancı” hazırlandı.

Paskalya Tarihi: Paskalya’nın kutlanma tarihi sabitlendi.

Bazı Disiplin Kuralları: Din adamlarının yaşam tarzlarına ilişkin düzenlemeler yapıldı.

Bu kararlarla birlikte, dinî doktrin tek bir merkezî anlayışa bağlandı; farklı görüşlere karşı sert bir mücadele başlatıldı.

3. Hikmet ve İbret: Birlik Arayışı mı, Dayatma mı?

İznik Konsili’nin hikmeti, parçalanmakta olan bir inanç yapısının korunmak istenmesinde yatıyordu. Ancak ibret alınacak yönü de şudur: İnanç, baskı ve siyasetin aracı haline geldiğinde özünden uzaklaşabilir. İznik Konsili sonrası, farklı inanç yorumlarına sahip kişiler ağır baskılara maruz kaldı, hatta sürgün ve idamlar yaşandı.

Bugün de görüyoruz ki, fikir ve inanç birliğini sağlamak için zorlama yöntemlere başvurmak, uzun vadede ayrılıkları daha da derinleştirir. İnsan vicdanının özgürlük ihtiyacı bastırıldığında, bu bastırılan enerji bir gün daha güçlü bir şekilde patlak verir.

4. Günümüze Yansıyan Yönler

İznik Konsili’nin kararları, zamanla şu şekilde günümüze yansımıştır:

Teolojik Merkezileşme: Hristiyanlık içinde farklı mezhepler (Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık) zamanla yine ayrılmış olsa da, merkezi doktrin anlayışı büyük ölçüde konsilin çizdiği hatlar üzerinde ilerlemiştir.

Devlet-Din İlişkisi: İznik Konsili, dini meselelerin devlet müdahalesiyle nasıl şekillendirilebileceğinin en erken örneklerindendir. Bu, bugün de birçok ülkede din ile siyasetin iç içe geçmesine bir model oluşturmuştur.

İnanç ve Güç İlişkisi: İznik sonrası süreçte dinî liderlik, dünyevî güçle kaynaşmıştır. Bugün birçok tartışmada dinî kurumların siyasi etkisi bu tarihsel gelişmelere dayanır.

Farklı Görüşlere Tahammülsüzlük: Günümüzde çeşitli dinî ve ideolojik tartışmalarda farklı görüşlere karşı gösterilen tahammülsüzlük, temelde tarih boyunca yanlış yönetilmiş birlik arayışlarının bir uzantısıdır.

5. Derin Bir Düşünce: “Hakikat, Zorla Eğilip Bükülmez”

İznik Konsili’nin ardından, Hristiyanlık belli bir kalıba sokulmuş, farklılıklar bastırılmaya çalışılmıştır. Ancak bu, zamanla daha büyük bölünmelere sebep olmuştur (örneğin 1054’teki Katolik-Ortodoks ayrılığı, 16. yüzyıldaki Protestan Reformu).

Bu bize şunu düşündürmelidir:
Hakikat, kalıplara sığmaz; zorlama ile tek tipleştirilemez. Gerçek birlik, gönüllerde doğan imanda ve samimi kabullerde filizlenir.

Sonuç

İznik Konsili, hem dönemi hem de geleceği şekillendiren bir tarihi hadise olarak insanlığa büyük dersler bırakmıştır. Din ve devlet ilişkilerinde, fikir ve inanç hürriyetinde, birlik ve farklılıklar arasında denge kurmada alınacak çok ibretler mevcuttur.

Bugün de birey ve toplum olarak şu soruyu sormalıyız:
Birlik adına ne kadar hakikati feda ediyoruz? Ve hakikat uğruna ne kadar bedel ödemeye razıyız?

Tarih bize gösteriyor ki:
Zorla inşa edilen birlikler yıkılır; ama hakikatin üzerine kurulan kardeşlikler ebedîdir.

@@@@@

İznik Konsili’nden Sonra Ortaya Çıkan Bölünmeler ve Mezhepler

1. Konsil Kararlarına Tepkiler ve İlk Bölünmeler

İznik Konsili’nde Arius’un görüşleri mahkûm edilse de, Ariusçuluk kısa sürede ortadan kalkmadı. Özellikle Doğu Roma’da (Bizans’ta) ve Germen kavimleri arasında Arius’un öğretileri taraftar buldu. Bazı imparatorlar Ariusçuluğu destekledi. Böylece, Hristiyanlık içinde ilk ciddi resmî ayrışmalar başladı.

Özellikle şu iki ana koldan bahsedebiliriz:

Ariusçular (Arianlar): İsa’nın ezelî olmadığına inanan bu grup uzun süre etkili oldu. Bugünkü bazı Hristiyan anlayışlarında (örneğin Unitarianizm gibi) Arius’un etkileri hâlâ hissedilir.

Ortodoks Hristiyanlar: Konsilin çizdiği “İsa hem tam Tanrı hem tam insan” anlayışına sadık kalan grup.

Bu çatışmalar, sadece dini değil, aynı zamanda siyasi mücadelelere de sahne oldu. Dinî görüş ayrılıkları, zamanla kavimlerin kimliklerini belirleyecek kadar derinleşti.

2. 1054 Büyük Ayrılık: Katoliklik ve Ortodoksluk

İznik Konsili ile başlayan merkeziyetçi din anlayışı, Batı ve Doğu arasında gerilimi artırdı. 1054 yılında, Papalık (Roma) ile Konstantinopolis Patriği (İstanbul) karşılıklı olarak birbirlerini aforoz ettiler.
Bu olay tarihe “Büyük Ayrılık” (Schisma) olarak geçti ve Hristiyanlık iki büyük kola ayrıldı:

Katolik Kilisesi (Batı): Papa’yı tartışmasız otorite olarak kabul etti.

Ortodoks Kilisesi (Doğu): Papa’nın üstünlüğünü reddederek her ulusun kendi patrikliği olmasını savundu.

Bu bölünmenin kökünde dini talimler kadar İznik sonrası oluşan güç dengeleri, kültürel farklılıklar ve siyasi çıkarlar da vardı.

3. 16. Yüzyıl: Protestan Reformu

İznik Konsili’nin oluşturduğu katı doktrinler ve Kilise’nin zamanla yozlaşması, 16. yüzyılda büyük bir kırılmaya sebep oldu: Protestan Reformu.

Martin Luther, 1517’de 95 Tez’ini yayımlayarak Katolik Kilisesi’ni ağır şekilde eleştirdi.

Bu eleştiriler dinî ve siyasi bir devrime dönüştü.

Protestanlık, bireysel vicdanın ve kutsal metinlerin doğrudan okunmasının ön plana çıktığı yeni bir anlayış getirdi.

Böylece Hristiyanlık artık üç ana kola ayrılmış oldu: Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık.

4. Günümüze Yansıyan Mezhep Çeşitliliği

Bugün Hristiyan dünyasında, İznik Konsili’nden doğrudan veya dolaylı şekilde şekillenmiş yüzlerce mezhep vardır:

Katolikler (yaklaşık 1.3 milyar kişi)

Ortodokslar (yaklaşık 260 milyon kişi)

Protestanlar (çeşitli mezhepleriyle yaklaşık 900 milyon kişi)

Anglikanlar, Baptistler, Metodistler, Lutheranlar gibi alt gruplar

Monofizitler, Nesturîler gibi İznik sonrası doğan farklı eski gruplar

Ayrıca Jehovah Şahitleri, Mormonlar, Unitarianlar gibi çağdaş akımlar

Hepsi temelde İznik Konsili’nde belirlenen veya tartışılan esaslar etrafında kendi yorumlarını inşa etmişlerdir.

Düşündürücü Sonuçlar

İznik Konsili’nin amacı birliği sağlamakken, süreç daha büyük parçalanmalar doğurmuştur.

Zorla birleştirilen fikirler zamanla doğal ayrışmalar üretmiştir.

Her bir ayrılık, insanlığın hakikati arama çabasının başka bir boyutunu temsil eder.

İbretlik bir ders:
İnançta birlik, zorlama ile değil; hakikate açık kalple ve hikmetle mümkündür.

@@@@@@

İznik Konsili’nin İslami Perspektiften Değerlendirilmesi

1. Kur’an’da Hristiyan İnançlarına Bakış

Kur’an-ı Kerim, Hristiyanların zamanla dinî inançlarında sapmalar yaşadığını açıkça bildirir. İsa (a.s)’ın Allah’ın oğlu olduğu veya ilah olduğu inancı, Kur’an’da şirk (Allah’a ortak koşmak) olarak tanımlanır:

> “Allah üçün üçüncüsüdür.” diyenler kesinlikle inkâr etmiştir.
Oysa tek bir ilâhtan başka ilâh yoktur.
(Maide, 5/73)

Ayrıca İsa’nın doğrudan ilahlaştırılması, Allah tarafından reddedilmiş bir hurafe olarak sunulur:

> “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler.
Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzer bir sözdür.
(Tevbe, 9/30)

Bu ayetler, İznik Konsili’nde şekillenen “İsa’nın Tanrı olduğu” doktrininin İslam nazarında tevhid inancına aykırı olduğunu göstermektedir.

2. İslami Kaynaklarda Konsil Eleştirileri

Bazı klasik İslam âlimleri (özellikle tarihçi ve müfessirler), Hristiyanlıktaki bu bozulmanın insan eliyle gerçekleştiğini vurgularlar:

İbn Hazm (994-1064) gibi âlimler, Hristiyan kutsal metinlerinin tahrif edildiğini ve özellikle konsillerde ilahi metinlerin insan görüşleriyle değiştirildiğini detaylı şekilde anlatmıştır.

İmam Rabbani de mektuplarında Hristiyan akidesinin, insanlar tarafından bozulduğunu ve hak dinin özünün kaybolduğunu belirtir.

Özetle:
İslam’a göre İznik Konsili ve benzeri toplantılar, ilahi mesajı korumaktan çok, beşerî ihtirasların ve siyasi hesapların dini şekillendirdiği süreçlerdir.

3. Tevhid ile Teslis Arasındaki Fark

İslam’da iman, tam bir tevhid (Allah’ın birliği) üzerine kuruludur:

Allah birdir, tektir, benzersizdir.

Hiçbir mahluk, ilahlık vasfına sahip olamaz.

Hristiyanlık ise İznik sonrası süreçte teslis (Üçleme: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) inancını esas almıştır. Bu üç unsurun tek bir Tanrı olduğuna inanılır.
İslam bu üçlemeyi açık bir sapkınlık olarak değerlendirir:

> De ki: “O Allah birdir. Allah Samed’dir (hiçbir şeye muhtaç değildir). Doğurmamış ve doğurulmamıştır. O’na denk hiçbir şey yoktur.”
(İhlas, 112/1-4)

Bu ayet, İznik Konsili’nde resmileştirilen İsa’nın ilahi kimliği görüşünü kesin şekilde reddeder.

4. İbretlik Yorum: Dinî Değiştirenler ve İlahi Cezalar

İslam’da önemli bir ilke vardır:
İlahi dinler, insanlar tarafından değiştirildiğinde o dinlerin koruyuculuğu ilahi korumadan çıkar.

Nitekim Kur’an, Hristiyan ve Yahudilerin dini metinleri kendi çıkarlarına göre değiştirdiklerini belirtir:

> “Yazıklar olsun o kimselere ki, kitabı elleriyle yazarlar ve sonra ‘Bu Allah katındandır’ derler.”
(Bakara, 2/79)

İznik Konsili ve benzeri olaylar, bu ayetin tarih içindeki pratik yansımalarından biridir. Bu, insanlık için büyük bir ibret vesikasıdır:
Hakikati tahrif eden toplumlar, sonunda hem dünyevi hem uhrevi azapla karşılaşırlar.

Sonuç: Dünden Bugüne Değişmeyen Hakikat

İznik Konsili, insanın kutsalı siyasallaştırmasının ve dini dünyevi çıkarlar uğruna şekillendirmesinin en dramatik örneklerinden biridir.
İslam nazarında gerçek din; tahrif edilmemiş, Allah’ın saf kelamına sadık kalan, tevhide dayalı bir iman sistemidir.

Günümüzde de inançlar ve ideolojiler üzerinde yapılan her türlü siyasi manipülasyon, tarihten ibret almayı bilmeyenlerin yeni İznik Konsilleri gibidir.

Şu cümle ile bitirebiliriz:

“Hakikat; insanlar bir araya gelip değiştirse de değişmez. Yüzler döner, devirler değişir, ancak Allah’ın nuru hep parlamaya devam eder.”

@@@@@@@

Bak.

https://tesbitler.com/2025/04/01/teslis-inancinin-dineaklabilgi-ve-belgeye-aykiri-oldugunun-delil-ve-isbatlari-nelerdir/
https://tesbitler.com/2021/08/13/hristiyanligin-cokusu-kiliseden-olacak/
https://tesbitler.com/2015/01/03/hristiyanligin-dogum-sancilari/
https://tesbitler.com/index.php?s=Hristiyan+

 

 

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

RİSALE-İ NUR: KALPLERE KANAT, FİKİRLERE UFUK, RUHLARA YOL

RİSALE-İ NUR: KALPLERE KANAT, FİKİRLERE UFUK, RUHLARA YOL

Risale-i nurlar kişinin kalben,fikren hatta hayalen tıkanıklığını gideriyor. Ufkunu açıyor. Fikir ve duygularına kanatlar takıp manen havalandırıyor.
Yollar ve kanallar açıyor.
Sürekli akan bir su gibi, bazen bir kelime ve cümleyle önünü açıyor.

İnsanın en büyük sermayesi, kalbi, aklı ve hayalidir. Ancak zaman zaman bu üçü de daralır, bocalar, tıkanır. Kalp sıkılır, fikir dağılır, hayal bulanır. İnsanoğlu böylesi anlarda kendini dipsiz bir kuyuda hisseder; ne ileri adım atabilir ne de geriye dönebilir. İşte böyle anlarda, bir rehbere, bir ışığa, bir nefese ihtiyaç vardır. İşte Risale-i Nur bu noktada devreye girer.

Tıkanan Yolları Açan Bir Kudret Eli

Risale-i Nur, insanın kalbine adeta bir dokunuş yapar. O sıkışmış, daralmış, nefes alamaz hale gelmiş kalp, bir anda ferahlar, genişler. Zira her kelimesi ilahi rahmetin ve hakikatin bir tercümanıdır. Kur’an’ın feyzinden süzülmüş bu eserler, kalbe su serper gibi serinlik verir; donmuş hisleri çözerek yeniden hayat bahşeder.

Tıkanmış bir su yolunun, küçücük bir dokunuşla şırıl şırıl akmaya başlaması gibi, insanın aklı ve kalbi de bazen sadece bir cümleyle açılır. Bir hakikat işareti, bir kelime parıltısı, fikirlerin önündeki setleri yıkar, insanı adeta fikir âleminde bir nehir gibi coşturur.

Fikirlere Ufuk Açan Bir Pencere

Risale-i Nur, sadece kalbi değil, fikri de diriltir. Dar kalıplara sıkışmış, zayıflamış düşünceleri genişletir; “Ben ne için varım? Bu âlem nereye gidiyor? Benim vazifem nedir?” gibi büyük sorulara büyük cevaplar sunar.

Bediüzzaman, insanın fikrine bir ufuk açar ki, insan artık yalnız kendi küçük dünyasına bakmaz; yıldızlara, galaksilere, Arş-ı Âlâ’ya kadar nazarını genişletir. Zihin, sadece dünyayı değil, ahireti de, melekleri de, kaderi de düşünmeye başlar. Her düşünceye kanat takılır; her tefekkürde ruh biraz daha yücelir.

Hayallere Kanat Takan Bir Hakikat

İnsan hayalsiz yaşayamaz. Ancak çoğu zaman hayaller bulanır; boş, beyhude, manasız şekillere dönüşür. Risale-i Nur, hayali de terbiye eder, ona istikamet verir. Hayali, boş heveslerin peşinden sürüklemek yerine, onu en yüce hedeflere yönlendirir: Allah’ın rızasına, cennet nimetlerine, ebedi saadete…

Hayal, artık miskin bir serap değil, gerçek bir menzilin işaretçisi olur. Böylece insan, hayal âleminde de Allah’a doğru uçar; hayalleri bile ibadet olur.

Akan Bir Su Gibi Ruh

Bazen insanın ruhu, susuz kalmış bir vaha gibidir. Kurur, çatlar, hayattan lezzet alamaz hale gelir. Risale-i Nur, bu kurumuş ruhlara âb-ı hayat sunar. Bir cümle, bir bahis, bir temsil; insanın ruhundaki durgunlukları çözer, harekete geçirir. O su gibi akmaya başlayan ruh, hem kendini hem etrafını hayatlandırır.

Sonuç: Bir Davet

Risale-i Nur, Allah’ın kelamından süzülen bir rahmet şebnemidir. Kalbi sıkanlar, aklı daraltanlar, hayali karartanlar için bir kurtuluş kapısıdır. İsteyen herkes, bu kapıyı çalabilir; bu ışığa yüzünü dönebilir.

Ey arayan gönül!
Tıkanmış yolların mı var?
Daralmış bir kalbin, dağılmış bir zihnin mi var?
Gel, Risale-i Nur’un nuruna sarıl.
Kalbine kanat tak, fikirlerine ufuk aç, hayaline istikamet ver.
Ve ruhunu su gibi akıtarak, Rabbine doğru yol al…

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

Psikolojik Tedavide Üç Şifa Kapısı: Umre (Hac), Hastalar Risalesi ve Kedi Beslemek

Psikolojik Tedavide Üç Şifa Kapısı: Umre (Hac), Hastalar Risalesi ve Kedi Beslemek

İnsanoğlunun beden sağlığı kadar ruh sağlığı da hayatın devamı için elzemdir. Günümüzde birçok psikolojik rahatsızlığın altında, sadece kimyasal dengesizlikler değil; manevi boşluklar, yalnızlık, amaçsızlık ve anlam kaybı da yatmaktadır. İşte bu noktada, klasik tıbbi yöntemlere destek olacak manevi ve doğal reçeteler gündeme gelmektedir. Bunlardan üçü dikkat çekicidir: Umre ziyareti, Hastalar Risalesi okumak ve kedi beslemek.

Bu üç uygulama, bilimsel verilerle de desteklenen, insan ruhunu derinden tedavi eden şifa yollarıdır.

1. Umre: Ruhun Tazelenmesi ve Anlamın Yeniden Bulunması

Umre, sadece bir ibadet değil, aynı zamanda insan ruhunun derin bir arınma sürecidir. Psikoloji bilimi, anlam odaklı terapilerin (Logoterapi gibi) bireyin psikolojik sağlığını korumada ne kadar etkili olduğunu ortaya koymuştur.
İnsan, hayatının merkezine sevgi ve derin bir anlam yerleştirdiğinde; depresyon, kaygı ve boşluk duygularıyla daha güçlü mücadele edebilir.

Bilimsel Destek: Araştırmalar, manevî ibadetlerin serotonin ve dopamin seviyelerini artırarak mutluluk hissi oluşturduğunu göstermiştir.

Hikmet: Umre, insanı kendisinden, dünyadan ve meşguliyetlerden çıkarıp Allah’a yöneltir. Kâbe’nin huzuru, kalbi “dünya kirlerinden” arındırır.

İbret: Mekke’de saf niyetlerle yapılan bir secde, insanın yıllardır taşıdığı psikolojik yükleri hafifletebilir.

Umre, adeta ruhun resetlenmesidir. Bir ruhsal yenilenmedir.

2. Hastalar Risalesi: Sabır ve Teslimiyetle İyileşme

Bediüzzaman Said Nursî’nin kaleme aldığı Hastalar Risalesi, hastalık karşısında insan ruhunun nasıl bir tavır alması gerektiğini hikmetli bir dille öğretir.
Modern psikolojide bu yaklaşımın karşılığı **kabul ve kararlılık terapisi (ACT)**dir: Acıyı inkâr etmek yerine, onunla anlamlı bir bağ ve bağlantı kurarak yaşamaya devam etmek.

Bilimsel Destek: Kabullenme temelli terapiler, depresyon ve anksiyeteyi azaltmada klasik yöntemlerden daha etkili bulunmuştur.

Hikmet: Hastalıklar, insanı zayıflatarak değil, aslında ruhunu olgunlaştırarak ona gerçek güç kazandırır.

İbret: İnsan bazen sağlığını kaybetmeden ruhunun kıymetini anlayamaz. Hastalık, bir musibet değil; bir uyarıdır, bir ruhsal eğitimdir.

Hastalar Risalesi, psikolojik acıları dindiren bir sabır ve teslimiyet ilacıdır.

3. Kedi Beslemek: Sevginin ve Şefkatin İyileştirici Gücü

Hayvanlarla temas, özellikle kedi gibi sevimli hayvanlarla yakınlık kurmak, modern psikolojide “pet terapi” olarak adlandırılmaktadır.
Özellikle yalnızlık, travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon gibi durumlarda hayvan destekli terapiler büyük başarı sağlamaktadır.

Bilimsel Destek: Kedi mırlamasının insan kalp ritmini düzenlediği, stres hormonlarını azalttığı ve oksitosin (bağlılık hormonu) salgılanmasını artırdığı bilimsel olarak ispatlanmıştır.

Hikmet: Kedi gibi saf ve minnet duygusu taşıyan bir varlıkla ilgilenmek, insanın sevgi rezervlerini yeniden doldurur.

İbret: Bir kedinin masum bakışı, en katı kalpleri bile yumuşatabilir. Allah, bazen bir hayvan aracılığıyla insana merhamet öğretir.

Kedi beslemek, hem şefkati diri tutar hem de iç huzurun kapılarını açar.

Sonuç: Manevi Tedavi Bilimle Buluşuyor

İnsan sadece maddeden ibaret değildir; ruhu, duyguları ve kalbiyle bir bütündür. Modern bilim, artık bu gerçeği kabul etmekte ve sadece ilaçlarla değil, anlam, şefkat ve teslimiyet gibi manevi araçlarla da hastalıkların tedavi edilebileceğini göstermektedir.

Umre, insanı Allah’a bağlar.

Hastalar Risalesi, hastalığı bir bela değil, bir terbiye olarak gösterir.

Kedi beslemek, ruhun yumuşamasını sağlar.

Bu üç reçete, adeta ruhun ilaçlarıdır. Uygulayan için, hayatın yükleri hafifler, gönül yaraları sarılır.

Çünkü unutulmamalıdır ki;
Asıl hastalık, bedenin değil; ruhun çöküşüdür. Asıl tedavi de, kalbin şifa bulmasıdır.

Manevi Şifa Duası:

> “Allah’ım! Bedenimize sağlık, ruhumuza huzur, kalbimize sekinet ihsan eyle.
Dertlerimize deva, hüzünlerimize ferahlık, yalnızlıklarımıza dostluk gönder.
Şifa veren Sensin; bize hem maddi hem manevi şifalar ihsan eyle.
Kalbimizi sana karşı muhabbetle, mahlukatına karşı şefkatle doldur.
Bizi nefsimizin ve şeytanın hastalıklarından koru.
Senin rahmet elin üzerimizden hiç eksik olmasın. Âmin.”

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

RAHMETİN NÜZULÜNÜN ŞARTLARI

RAHMETİN NÜZULÜNÜN ŞARTLARI

İlahi Himayenin Çekilişi: Ümmetin İmtihanı ve Zafiyetleri

وَعَنْ مُعَاذٍ مَرْفُوعاً: «لَا تَزَالُ يَدُ اللَّهِ مَبْسُوطَةٌ عَلَى هَذِهِ الْأُمَّةِ مَا لَمْ يَرْفُقْ خِيَارُهُمْ بِشِرَارِهِمْ وَيُعَظِّمُ بِرُّهُمْ فَاجِرَهُمْ وَتُعِينُ قُرَّاؤُهُمْ أُمَرَاءَهُمْ عَلَى مَعْصِيَةِ اللَّهِ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ نَزَعَ اللَّهُ يَدَهُ عَنْهُمْ»

İslam tarihi boyunca, ümmetin varlığı ve izzeti daima Allah’ın (Celle Celâluhu) inayeti ve rahmetiyle korunmuştu. Ancak bu koruyucu el, bir şartla üzerimizde kalacaktı: İyilerin kötülere karşı tavrı, adaletin hakimiyeti ve ilmin doğru yolda kullanılması.

Hz. Muaz’dan (radıyallahu anh) rivayet edilen şu derin mânâlı hadis, ümmetin yükseliş ve çöküş sırlarını açıkça ortaya koymaktadır:

> “Allah’ın eli, bu ümmetin üzerinde hep açık bulunur; ta ki onların iyileri kötüleriyle yumuşak davranıp gevşeklik göstermez, onların iyileri kötülerini aziz tutmaz ve onların âlimleri emirlerine Allah’a isyanda yardımcı olmazlar. Ne zaman ki böyle yaparlarsa, Allah onlardan rahmet elini çeker.”
(İbn Hibban, Sahih, 275)

Bu hadis, ümmetin tarih boyunca karşılaştığı felaketlerin ve zayıflamaların arka planını anlamamız için bize bir anahtar sunar. Şimdi bu anahtarla, ümmetin kaderine dair ibretli bir yolculuk yapalım.

Tarihi Gerçeklik: İyilerin Suskunluğu

İslam’ın ilk asırlarında, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve daha nice sahabi, kötülüğe asla müsamaha göstermezdi. Bir yanlış gördüklerinde müdahale ederlerdi. Çünkü bilirlerdi ki kötülüğü görüp susmak, Allah’ın yardımının çekilmesine sebep olur.

Ne zaman ki ümmetin iyileri, makam ve menfaat uğruna kötülere göz yummaya başladı; zalimlere methiyeler dizildi, fâsıklara itibar verildi, işte o zaman ümmetin üzerine karanlık bulutlar çökmeye başladı. Abbasiler, Emeviler ve sonrasında Osmanlı’nın son dönemlerinde bile bu hakikatin acı yansımalarını görmek mümkündür.

Bir toplumda iyiler, kötülere karşı yumuşarsa; kötülük cesaret bulur, iyilik utanır. İyiler susunca kötüler konuşur. Sonunda toplumun tüm dengesi bozulur ve rahmet eli çekilir.

Hikmet: Kim Ne Yapmalı?

Hadis bize üç temel sorumluluk yüklemektedir:

1. İyiler kötülere yumuşaklık göstermemeli: Merhamet, hakkı ayakta tutarken olmalı; zulme, fısk ve fücura karşı gevşeklik ise ihanet olur.

2. Salihler, fâsıkları aziz kılmamalı: Sırf zengin veya güçlü diye bir günahkâra hürmet edilirse, hak-batıl terazisi altüst olur.

3. Âlimler yöneticilere günahlarda yardımcı olmamalı: İlmin izzeti korunmalı; yöneticilere meşruiyet kazandırmak için dinî hükümler eğilip bükülmemelidir.

Bu sorumluluklar sadece alimlere veya büyük şahsiyetlere değil, her mümine aittir. Zira ümmetin kaderi, her ferdin tavrında gizlidir.

İbret: Rahmetin Çekilmesi Ne Demektir?

Allah’ın “eli”nin çekilmesi, mecazi bir ifadedir. Burada Allah’ın koruyucu rahmetinin, inayetinin toplum üzerinden kaldırılması kastedilir. Bu çekilmenin sonuçları ise tarih boyunca şöyle tecelli etmiştir:

Toplumda güven kaybolur.

Fitne, iç savaş ve bölünme başlar.

Dış düşmanlar kolayca galip gelir.

Adalet yerine zulüm hâkim olur.

İlmin yerine cehalet, hikmetin yerine çıkarcılık geçer.

Bu halleri bugün dünyanın birçok köşesinde İslam coğrafyasında gözlemlemek mümkün değil mi?

Düşündürücü Bir Soru: Bugün Neredeyiz?

Bugün kendi halimize bakalım:

Kötülere karşı tavrımız ne kadar net?

Fâsıklar, toplumda itibar kazanıyor mu?

Âlimler, yöneticilere Allah’a isyanda yardımcı oluyor mu?

Eğer bu sorulara yüzümüzü kızartacak cevaplar veriyorsak, o zaman bu hadisin uyarısını ciddiyetle düşünmeliyiz. Belki de üzerimizden Allah’ın rahmet eli çekilmeye başlamıştır. Ancak hâlâ umut var: Tevbe, ıslah ve hakka sarılma kapısı açıktır.

Sonuç: Hangi Tarafı Seçeceğiz?

Hadis, bize iki yoldan birini seçme çağrısı yapıyor:
Ya hakkı ayakta tutacak ve Allah’ın rahmetinin gölgesinde yaşayacağız…
Ya da kötülüklere göz yumup rahmetin çekilişine şahit olacağız.

Seçim bizim. Çünkü ümmetin kaderi, iyilerin duruşunda gizlidir.

**********

HADİSİN TAHLİLİ

Medarik Tefsiri’nde, Fâtır Suresi’nin 2. ayetinin tefsirinde Muaz (r.a.)’dan rivayet edilen ve Allah’ın kudret elinin (himayesinin/korumasının) bu ümmetin üzerinde olmaya devam edeceğine dair bir rivayet bulunmaktadır. İmam Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî’nin (v. 710/1310) kaleme aldığı Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl adlı tefsirinde ilgili ayetin tefsirinde bu rivayet şu şekilde zikredilmiştir:

Tefsir Metni ve Rivayet:
İmam Nesefî, Fâtır Suresi 2. ayeti olan
“مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا ۖ وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ”
(Allah, insanlar için rahmetinden her neyi açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, ondan sonra onu salacak yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir)” tefsirinde, ayetin genel manası çerçevesinde çeşitli rivayetlere yer vermiştir. Bu rivayetlerden biri Muaz b. Cebel (r.a.)’e mevkuf (sahabe sözü) veya merfu’ (Peygamber sözü) olarak atfedilen şu rivayettir:
وَعَنْ مُعَاذٍ مَرْفُوعاً: «لَا تَزَالُ يَدُ اللَّهِ مَبْسُوطَةٌ عَلَى هَذِهِ الْأُمَّةِ مَا لَمْ يَرْفُقْ خِيَارُهُمْ بِشِرَارِهِمْ وَيُعَظِّمُ بِرُّهُمْ فَاجِرَهُمْ وَتُعِينُ قُرَّاؤُهُمْ أُمَرَاءَهُمْ عَلَى مَعْصِيَةِ اللَّهِ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ نَزَعَ اللَّهُ يَدَهُ عَنْهُمْ»
Rivayetin Kaynağı ve Tam Metni:
Yukarıda verilen Arapça metin, Medarik Tefsiri’nde yer alan şeklidir. Rivayetin kaynağı konusunda farklılıklar bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda Muaz b. Cebel’e atfedilirken, bazılarında Hasan al-Basri’den mürsel (sahabeyi atlayan) olarak rivayet edilmiştir. Rivayetin merfu’ olarak (Peygamber Efendimiz’e nisbetle) zikredilmesi, senedinde bir kopukluk veya zayıflık olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Hadis kaynaklarında bu lafızla veya yakın anlamlarla farklı kanallardan rivayetler bulunmakla birlikte, isnadları üzerinde hadis alimleri tarafından değerlendirmeler yapılmıştır. Bazı rivayetler zayıf kabul edilmiştir.
Örneğin, benzer bir rivayet Abdullah bin el-Mübarek’in “Kitab al-Zühd” adlı eserinde Hasan al-Basri’den mürsel olarak geçmektedir. Ayrıca, bu rivayetin Muaz’ın kendi sözü olma ihtimali de zikredilmiştir. Dolayısıyla, Medarik tefsirinde “merfu’an” ifadesiyle geçse de, hadis ilmi açısından sıhhati tartışmalı olabilir.

İzahı:
Bu rivayet, Allah’ın bu ümmete olan lütuf ve himayesinin devamının belirli şartlara bağlı olduğunu ifade etmektedir. Bu şartlar şunlardır:
* حتى يرفق خيارهم بشرارهم (Hayırlıları şerli olanlarına acımadığı müddetçe): İyilik sahibi müminlerin, günah işleyenlere veya kötülük yapanlara karşı merhametli olmaları, onları dışlamak yerine ıslahları için çaba göstermeleri. Bu, tebliğ, nasihat ve dua gibi yollarla olabilir. Toplumdaki iyilerin, kötülerin durumuna kayıtsız kalmaması gerektiği vurgulanır.
* ويعظم برهم فاجرهم (İyileri facir olanlarına tazim etmediği müddetçe): Dindar ve iyi insanların, fâsık ve günahkâr kişilere, fısklarından dolayı saygı göstermemeleri, onları yüceltmemeleri. Bu, günahı ve günahkârı tasvip etmeme anlamına gelir. Ancak bu, kişiyi tamamen terk etmek değil, fıskını onaylamamaktır.
* وتعين قراؤهم أمراءهم على معصية الله (Kitabı okuyanlar devlet adamlarına masiyete karşı yardım etmediği müddetçe): İlim ehlinin (özellikle Kur’an’ı okuyan ve manasını bilenlerin), yöneticilere veya devlet adamlarına Allah’a karşı gelme hususunda yardımcı olmamaları, onlara bu konuda destek vermemeleri. Bu, alimlerin ve bilgili kişilerin sorumluluğuna işaret eder ki, onlar hakkı söylemeli ve idarecilerin hatalarına veya günahlarına ortak olmamalıdırlar.
Rivayetin devamında ise bu şartlar yerine getirilmediğinde sonucun ne olacağı belirtilir:
فإذا فعلوا ذلك نزع الله يده عنهم (Eğer böyle yaparlarsa, Allah elini onlardan çeker): Yani, eğer bu ümmetin fertleri, özellikle de iyileri ve alimleri bu sayılan olumsuz davranışları sergilerlerse, Allah’ın lütfu, rahmeti ve himayesi onlardan çekilebilir. Bu durum, ümmetin zorluklarla karşılaşmasına, düşmanlarının galebe çalmasına veya genel bir sıkıntı ve azaba düçar olmasına yol açabilir.
Bu rivayet, genel olarak ümmetin birlik ve beraberliğinin, iyiliğin yayılmasının ve kötülüğün engellenmesinin önemine işaret eder. Aynı zamanda alimlerin ve iyilik sahiplerinin toplumdaki rolüne ve sorumluluklarına dikkat çeker. Allah’ın yardımının ve korumasının devamı, Müslümanların kendi içlerindeki duruma, birbirlerine karşı tavırlarına ve ilke olarak hak ve adaletten sapmamalarına bağlı kılınmıştır. Rivayetin zayıf olma ihtimali bulunmakla birlikte, ihtiva ettiği mana itibarıyla İslam’ın genel prensipleriyle uyumlu öğütler barındırmaktadır.

 

 

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

GİDİŞ NEREYE ?

GİDİŞ NEREYE ?

“Fe-eyne teżhebûn(e)”
“Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz?” Tekvir. 26.
“Peki ey kâfirler! Kur’an’ı inkâr ettikten sonra nereye gidecek, hangi yolu tutacaksınız?”
Peki Ey gafil insan,
Dalalette olan insan,
Gaflette olan insan,
Dünya perest insan,
Yaşlı, genç, kadın, tüccar, eğitici, din adamı, Vs. GİDİŞ NEREYE, NEREYE gidiyorsunuz? Gittiğiniz yeri biliyor musunuz? Ve hakeza

*********

Gidiş Nereye?

“Fe-eyne tezhabûn?”
“Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz?” (Tekvîr, 26)

Ey insan!
Nereye gidiyorsun?
Adım adım, soluk soluk, an be an bir yola revan olmuşsun…
Fakat bu yolun sonu nereye varacak, düşündün mü hiç?

Dünyanın aldatıcı parıltılarına, şöhretin seraplarına, servetin geçici saltanatına mı?
Yoksa hiç bitmeyecekmiş gibi yaşadığın şu hayatın son durağına mı?
Kabir kapısına mı, yoksa hesap meydanına mı?..

Ey gafletle sarhoş olmuş insan!
Sabah akşam çalışıp çabalarken, biriktirirken, tüketirken, eğlenirken, yaşlanırken…
Nereye sürükleniyorsun?

Ey dünya perest,
Topladığın mallarla mezara mı gireceksin?
Bastığın toprak altında mı sergileyeceksin servetini?
Yoksa kefenin cebine mi koyacaksın altınlarını?

Ey gençlik sevdasına kapılan!
Ömrünün baharında güç ve güzelliğinle gururlanırken,
Hiç düşündün mü; vakit hızla akarken bedenin yavaşça çökecek,
Bir gün o bahar mevsimi hazan yapraklarına dönecek…
Sonra? Gidiş nereye?

Ey yaşlılık kervanına katılan!
Bembeyaz saçlarının, titrek ellerinin ve kısalan nefeslerinin sana neyi haber verdiğini anladın mı?
Bir yolcunun varacağı son menzili düşünmez mi hiç?

Ey tüccar!
Kârını zararla mı değiştirdin?
Az bir menfaat uğruna ebedi sermayeni kaybetmek ne hazindir…

Ey eğitici!
Öğrettiklerin seni kurtaracak mı?
Sözlerin ameline şahitlik edecek mi?

Ey din adamı!
Kürsülerde güzel konuşmalar yaparken, gönlünde neyi saklıyorsun?
Sözünle işin bir mi?
Yoksa insanlara ışık olup kendin karanlıkta kalanlardan mısın?

Gidiş nereye?..

İnsan!
Sen bir sefere çıkmış yolcusun.
Bu sefer, ne geri dönüşü olan bir seyahat, ne de ertelenebilir bir yolculuktur.
Her adımın, seni ya bir ebedî saadete, ya da bir sonsuz hüsrana yaklaştırıyor.

Peki, yolda mısın?
Yoksa yolda mı kayboldun?..

Kime yöneliyorsun?
Kimi arkanda bırakıyorsun?
Ne için yaşıyor, ne için ölüme yürüyor, ne için son nefesini vereceksin?

Unutma, ey insan!
Sana verilen her an bir sermaye, her nefes bir emanettir.
Ve bu hayat, bir sabah rüzgârı gibi geçip gidecek.

Öyleyse, bugünden tefekkür et:
Hangi yolda yürüyorsun?
Kimin izindesin?
Hangi sona hazırlanıyorsun?

Gidiş nereye?

Kur’an soruyor.
Vicdan soruyor.
Kalbin soruyor.

Cevabın var mı?..

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025

Kaldıracak Kimse Yok: Sadece O

Kaldıracak Kimse Yok: Sadece O

“لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ كَاشِفَةٌ”
(Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh) — “Onu Allah’tan başka açacak
(giderecek)yoktur.” (Necm, 58:

Ey insan!
Sana bir haber verelim ki, kulakların işitsin, gönlün titresin:

Öyle bir sıkıntı, öyle bir bela, öyle bir felaket vardır ki,
onu kaldıracak tek bir kudret vardır: Allah!
Ne baban, ne malın, ne dostların, ne de iktidar sahipleri…
Hiçbiri, O dilemedikçe, başına geleni def edemez.
Ve O dilemedikçe, sana rahmeti yetiştiremez.

“Yaklaşmakta olan (Kıyamet iyice) yaklaştı.” (Necm, 57)

Kıyamet yaklaşmış, hakikat adım adım seni bulmuşken,
ey insan, hâlâ mı sırtını dönersin?
Hâlâ mı gücüne, rütbene, şöhretine, servetine güvenirsin?

Bil ki,
Öyle bir gün gelir ki;
ellerin boş kalır,
diller susar,
gözler donakalır.
O gün, hiçbir dost dostuna yardım edemez.
Hiçbir güç siper olamaz.

“Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur.” (Şûrâ, 46)

Dünya senin olsa,
tek bir sancını dindirmeye yetmez.
Dünya emrine amade olsa,
tek bir kader hükmünü geri çeviremez.

Ey dertli insan,
ey gamlı gönül!
Başını hangi kapıya yaslarsan yasla,
eğer Allah’ın kapısına varmamışsan,
gözyaşların boşadır.

Çünkü:

“Ve İn yemseske’llâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ hû.”
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, O’ndan başka onu giderecek yoktur.” (En’âm, 17)

Ne doktorlar, ne de servetler,
ne teknolojiler, ne de sözde kahramanlar…
Hiçbiri ilahi bir hükmün önünde bir adım atamaz.

Çünkü:

“Ve in yuridke bi hayrin felâ râdde li fadlih.”
“Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun fazlını geri çevirecek de yoktur.” (Yûnus, 107)

Ey kalbi titreyen insan,
gel teslim ol!
Sana hayrı da şerri de tattıran O’dur.
O’ndan başka bir kimsede merhamet yok, kuvvet yok, şifa yok.

Öyleyse niye başkalarından medet umarsın?
Neden insanlara kulluk edercesine boyun eğersin?
Niçin Rabbinin kudretini unutursun?

İşte sana yol:
Secdeye kapan!
Kalbini temizle!
Ve sadece Allah’a yönel!
Zira başka kapı yok, başka kurtuluş yok, başka sığınak yok!

“Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh.”

Ey yolcu!
Başını kaldır ve düşün:
Felaketten kurtulmanın, sıkıntıyı def etmenin,
ve gerçek huzura ermenin yolu yalnız O’na yönelmektir.

Ve unutma:
Kapılar kapanır.
Dostlar terk eder.
Güçler erir.
Ama O hep çağırır:
“Bana dönün!”

Öyleyse geç olmadan,
bu son çağrıyı duy!

Sana derin bir soru:
Sıkıntın varsa, dermanı kimden bekliyorsun?

Loading

No Responsesأبريل 29th, 2025