ALLAH KURAN-I KERİM’DE HANGİ VARLIKLARLA VE NE ÜZERİNE KONUŞMUŞTUR?

ALLAH KURAN-I KERİM’DE HANGİ VARLIKLARLA VE NE ÜZERİNE KONUŞMUŞTUR?[1]

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ’nın çeşitli varlıklarla doğrudan veya dolaylı olarak konuştuğu, bu diyalogların ise insanlara rehberlik etmek, hikmet ve mesajlar sunmak amacıyla aktarıldığı görülür. Bu konuşmalar, varlık türlerine ve konulara göre şu şekilde özetlenebilir:

### **1. İnsanlarla Konuşmalar**
Allah’ın insanlarla iletişimi genellikle **peygamberler** aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bazı örnekler:

– **Hz. Âdem ile Konuşma**
Allah, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra ona isimleri öğretmiş ve meleklere karşı onu temize çıkarmıştır:
*“Âdem’e bütün isimleri öğretti.”* (Bakara, 2:31)
Tefsirlerde, bu konuşmanın insana verilen bilgi ve şerefin bir işareti olduğu vurgulanır (İbn Kesîr, Taberî).

– **Hz. Mûsâ ile Konuşma**
Allah, Hz. Mûsâ’ya Tûr Dağı’nda doğrudan hitap etmiştir:
*“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip Rabbi de onunla konuşunca…”* (A‘râf, 7:143)
Bu konuşma, Kur’ân’da Allah’ın bir insanla en açık diyaloğu olarak nitelenir (Kurtubî, Râzî).

– **Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Konuşma**
Vahiy yoluyla gerçekleşen bu iletişim, Kur’ân’ın tamamını kapsar:
*“(Ey Muhammed!) Şüphesiz ki bu Kur’ân, sana Rabbinin izniyle bir öğüt, bir hidayet ve müminler için bir müjdedir.”* (A‘râf, 7:203)

– **Diğer Peygamberler**
Nûh, İbrâhîm, Dâvûd, Îsâ gibi peygamberlerle de Allah’ın konuştuğu ayetlerde belirtilir (örneğin; Meryem, 19:52; Nisâ, 4:163).

### **2. Meleklerle Konuşmalar**
Allah, meleklerle hem insanların yaratılışı hem de kozmik düzenle ilgili emirlerini paylaşmak için konuşur:

– **Meleklerin Hz. Âdem’e Secdesi**
*“Meleklere, ‘Âdem’e secde edin!’ dedik. Hepsi secde ettiler; yalnız İblis hariç…”* (Bakara, 2:34)
Tefsirlerde bu diyalog, insanın meleklerden üstün kılındığını gösterir (Taberî).

– **Kıyamet Sahneleri**
*“O gün Rûh (Cebrâil) ve melekler saf saf dizilir; Rahman’ın izin verdiği dışında hiç kimse konuşamaz.”* (Nebe’, 78:38)

– **Vahiy Meleği Cebrâil**
Allah, vahyi Cebrâil aracılığıyla peygamberlere iletmiştir:
*“Şüphesiz o (Kur’ân), değerli bir elçinin (Cebrâil’in) getirdiği sözdür.”* (Tekvîr, 81:19-21)

### **3. Cinlerle Konuşma**
Allah, cinlere de hitap etmiş ve onlara sorumluluk yüklemiştir:

– **Cin Sûresi**
*“De ki: Bana cinlerden bir topluluğun Kur’ân’ı dinlediği ve şöyle dedikleri vahyolundu: ‘Biz hayranlık uyandıran bir Kur’ân dinledik.’”* (Cin, 72:1)
Tefsirlerde, cinlerin de insanlar gibi Allah’a ibadetle yükümlü olduğu belirtilir (İbn Kesîr).

### **4. Tabiat ve Canlı-Cansız Varlıklarla Konuşma**
Allah’ın tabiata yönelik emirleri, onun her şeye hâkim olduğunu gösterir:

– **Gökler ve Yer**
*“Sonra duman hâlinde olan göğe yöneldi ve ona ve yere: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ dedi. İkisi de: ‘İsteyerek geldik’ dediler.”* (Fussılet, 41:11)
Bu ayet, kâinatın Allah’ın emrine boyun eğdiğini ifade eder (Kurtubî).

– **Hz. Mûsâ’nın Asası**
*“Asanı at!” (Mûsâ attıktan sonra) ‘Onu al, korkma! Biz onu eski hâline çevireceğiz.’”* (Tâ-Hâ, 20:19-21)
Tefsirlerde, cansız varlıkların Allah’ın emriyle hareket ettiği vurgulanır (Râzî).

– **Karınca ve Hz. Süleyman**
*“Nihayet karınca vadisine geldiklerinde bir karınca: ‘Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.”* (Neml, 27:18)
Bu ayet, Allah’ın canlılara ilham yoluyla konuşma yeteneği verdiğine işaret eder.

### **5. Şeytan (İblis) ile Konuşma**
İblis, Allah’ın emrine karşı çıktığında onunla doğrudan diyalog kurulmuştur:

– **İblis’in Kibri**
*“Allah: ‘Sana emrettiğim hâlde secde etmene ne engel oldu?’ dedi. (İblis): ‘Ben ondan üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın’ dedi.”* (A‘râf, 7:12)
Tefsirlerde bu diyalog, kibirin insanı nasıl helâke sürüklediğini gösterir (İbn Kesîr).

### **Konuşmanın Konuları**
Allah’ın konuşmaları genellikle şu temalar etrafında şekillenir:
1. **Tevhid ve İbadet**: İnsan ve cinlerin yaratılış amacı (Zâriyât, 51:56).
2. **Emir ve Yasaklar**: Namaz, zekât, adalet gibi hükümler (Bakara, 2:43).
3. **Kıssalar ve İbretler**: Geçmiş kavimlerin hikâyeleri (Yûsuf, 12:111).
4. **Ahiret ve Hesap**: Kıyamet sahneleri ve mizan (Zilzâl, 99:7-8).
5. **Tabiatın Düzeni**: Güneş, ay ve yıldızların Allah’a boyun eğmesi (Yâsîn, 36:38-40).

### **Tefsirlerdeki Yorumlar**
– **Taberî**: Allah’ın konuşması, kelâm sıfatının tecellisidir; bu, O’nun yüceliğini gösterir.
– **Râzî**: Cansız varlıklarla konuşma, Allah’ın her şeye kadir olduğunun delilidir.
– **İbn Âşûr**: Allah’ın cinlerle konuşması, onların da şer‘î hükümlere muhatap olduğunu ispatlar.

### **Sonuç**
Kur’ân’da Allah’ın konuşması, **yaratılmış her varlıkla ilişkisinin bir tezahürüdür**. Bu diyaloglar, insana verilen değeri, kâinatın Allah’a boyun eğdiğini ve her şeyin O’nun kontrolünde olduğunu vurgular. Tefsirler, bu konuşmaların insanı hidayete ve tefekküre davet ettiğini ifade eder.

@@@@@@@@

Kur’an-ı Kerim, insanlara doğru yolu göstermek amacıyla çeşitli varlıklarla ve pek çok konu üzerine konuşmuştur. Bu varlıklar, insanlardan melekler, cinler, hayvanlar, doğa unsurları, hatta bazen bitkiler ve yıldızlar gibi doğanın öğeleri de yer alır. Allah’ın bu varlıklarla olan konuşmaları genellikle ahlaki, toplumsal, dini ve metafiziksel mesajlar içerir.

İşte bazı varlıklarla ilgili Kur’an’daki konuşmalar:

1. İnsanlar: Allah, en fazla insanlarla konuşur. İnsanları doğru yola iletmek için peygamberler göndermiş, onları yaratılış gayelerini hatırlatmış, hayatlarının her aşamasında doğruyu ve yanlışı öğretmiştir. Örneğin, Bakara suresi 2. ayet ve Al-i İmran suresi 3. ayet gibi ayetlerde Allah, insanlara öğütler verir.

Bakara, 2:21-22: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri Allah’a kulluk etmeniz için yaratan Rabbinize ibadet edin. O, yerin ve göğün yaratıcısıdır. O’na inanırsanız, O’ndan korkarsınız.”

2. Melekler: Melekler, Allah’ın emirlerini yerine getiren varlıklardır. Allah, meleklerle bazen özel olarak, bazen ise onları insanlara vahiy gönderen aracılar olarak kullanmıştır. Mesela Fetih suresi 48:4’te meleklerin, Allah’ın yardımını ve zaferini simgeleyen figürler olarak yer aldığı ifade edilmiştir.

3. Cinler: Cinler de Allah’ın yarattığı ve insanlar gibi sorumlu tutulan varlıklardır. Allah, cinlerle de konuşmuş ve onları da iradeleriyle doğru yola yönlendirmeye çalışmıştır. Cin suresi tamamıyla cinler ve onların İslam’la tanışması hakkında bilgi verir. Cin, 72:1-2 ayetinde Allah, cinlere öğüt verir ve onlara peygamberlerin insanlara olduğu gibi, onlara da mesajlar gönderdiğini bildirir.

Cin, 72:1-2: “De ki: ‘Bana vahyolunan şunu işittim: Bir grup cin, Kur’an’ı dinlediler ve dediler ki: “Gerçekten biz doğru bir Kur’an işittik.”

4. Hayvanlar: Kur’an, hayvanları da birer Allah’ın yarattığı varlıklar olarak kabul eder ve onların bile Allah’a ibadet ettiklerini belirtir. Mesela Nur suresi 24:41’de dağlar, kuşlar ve diğer canlıların Allah’ı tesbih ettikleri ifade edilmiştir.

Nur, 24:41: “Görmedin mi ki göklerde ve yerde bulunan her şey, kuşlar kanat çırparak (O’nu) tesbih eder? Her biri namazını ve tesbihini bilir.”

5. Doğa ve Doğa Olayları: Kur’an-ı Kerim’de yer alan birçok ayet, doğa unsurlarını Allah’ın kudretini gösteren birer işaret olarak sunar. Gökler, yer, denizler, rüzgarlar, dağlar ve meyveler gibi varlıklar, Allah’ın kudretine tanıklık eder. Rum suresi 30:48 ve Mülk suresi 67:15 gibi ayetlerde doğadaki düzenin Allah’ın varlığını ve gücünü gösterdiği vurgulanmıştır.

Rum, 30:48: “Allah, gökleri ve yeri yaratandır. O, her şeyin üzerine egemendir. O’nun emriyle rüzgarları da gönderen O’dur.”

6. Yıldızlar ve Gök Cisimleri: Kur’an’da Allah, yıldızları ve diğer gök cisimlerini insanlara birer işaret olarak yaratmıştır. Mülk suresi 67:5’te yıldızların ve göklerin yaratılışı, Allah’ın kudretini gösteren deliller olarak ifade edilmiştir.

Mülk, 67:5: “Biz gökyüzünü kandil ve yıldızlarla süsledik. Bunlar, şeytanlara karşı bir silah olarak kullanılır.”

Bu örnekler, Allah’ın sadece insanlarla değil, tüm varlıklarla, onların yaratılış gayelerini ve varlıklarını anlamaya yönlendirici bir şekilde konuştuğunu gösterir. Tefsirlerde bu varlıklarla ilgili yapılan açıklamalarda, Allah’ın her varlıkta bir anlam ve hikmet barındırdığı, her birinin insanlara öğretecek bir ders sunduğu vurgulanır.

Allah, bu varlıklarla insanlara doğru yolu göstermek, onları imana çağırmak ve yarattığı evrenin düzenini anlamalarına yardımcı olmak için konuşmuş, onlarla ilgili mesajlar vermiştir.

@@@@@@@

[1] https://www.youtube.com/watch?v=fdPDVnMoH88

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

İNSANİYET AĞACININ EN MÜKEMMEL MEYVESİ HZ. MUHAMMED (SAV)

İNSANİYET AĞACININ EN MÜKEMMEL MEYVESİ HZ. MUHAMMED (SAV)[1]

KÂİNATIN MEBDE’ VE MÜNTEHASI


**İnsaniyet Ağacının Mükemmel Meyvesi: Hz. Muhammed (sav) ve Kâinatın Mebde’ ile Müntehası**

Kâinat, ilâhî bir hikmetle dokunmuş muazzam bir kitap; insan ise bu kitabın en şerefli âyetidir. İnsanlık tarihi, bir ağacın köklerinden dallarına uzanan kadim bir yolculuğa benzer. Bu ağacın kökleri Âdem (as) ile başlar, dalları peygamberlerle şekillenir ve nihayetinde en olgun, en nurlu meyvesi olarak Hz. Muhammed (sav) ile kemale erer. Kur’ân-ı Kerim, bu hakikati “**Andolsun, içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve bilmediğiniz şeyleri size bildiren bir peygamber gönderdik**” (Bakara, 2:151) ayetiyle taçlandırır. Peki, insanlığın bu “mükemmel meyve”si nasıl hem kâinatın başlangıcı (mebde) hem de sonu (munteha) olabilir?

### **1. İnsaniyet Ağacı ve Tohumun Sırrı**
Kur’ân’da insanın yaratılışı, topraktan başlayıp ruh üflenmesiyle devam eden bir süreçle anlatılır (Hicr, 15:28-29). İnsanlık ağacının ilk tohumu Âdem (as), ilâhî bir lutuf olarak “halife” sıfatıyla ekilmiştir. Ancak bu ağacın asıl gayesi, yalnızca bir varlık türünün devamı değil, insan-ı kâmil mertebesine ulaşmaktır. İşte bu mertebe, “**Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik**” (Enbiyâ, 21:107) hitabına mazhar olan Hz. Muhammed’de (sav) tecelli etmiştir.

İnsanlık ağacı, her peygamberle yeni bir filiz verdi. Nuh (as) tufanda bir çınar gibi direndi; İbrahim (as) tevhidin köklerini sağlamlaştırdı; Musa (as) hakikatin ışığını yaktı; İsa (as) merhamet tomurcuklarını açtırdı. Ancak bu ağaç, ancak “**Hâtemü’l-Enbiyâ**” (Ahzâb, 33:40) ile tamamlandı. Zira O (sav), geçmiş tüm hikmetleri toplayan, insan fıtratını en saf haliyle temsil eden bir meyveydi.

### **2. Mebde’ ve Münteha: Varlığın Başlangıcı ve Sonundaki Peygamber**
Allah (cc), bir kudsî hadiste “**Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım**” buyurur. Bu ifade, kâinatın yaratılış hikmetini “bilinme” arzusuna bağlar. Peki, bu arzunun tecellisi kimdir? Kur’ân, Resûlullah’ın (sav) nübüvvetini anlatırken “**Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım**” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ) sırrına işaret eder. Bu, O’nun (sav) varlık ağacının hem tohumu hem meyvesi oluşunun hikmetidir.

Bir ayette “**Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir**” (Tevbe, 9:128) denilir. Bu şefkat, yaratılışın başlangıcındaki rahmetin bir yansımasıdır. O (sav), kâinatın mebde’inde Allah’ın rahmet nişanesi, müntehasında ise insanlığın kurtuluş rehberidir.

### **3. Kur’ân’ın Diliyle Hikmet Tomurcuğu: Şahsiyet-i Muhammediyye**
Kur’ân, Resûlullah’ı (sav) “**en güzel örnek**” (Ahzâb, 33:21) olarak tanımlar. O’nun (sav) hayatı, insanın yaratılış gayesine işaret eder

@@@@@@@

İnsaniyet Ağacının En Mükemmel Meyvesi: Hz. Muhammed (sav) Kâinatın Mebde’ ve Müntehası

İnsaniyetin en yüce örneği, insanlık tarihinin en mükemmel şahsiyeti, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (sav)dir. O, yalnızca bir peygamber değil, aynı zamanda bir örnek, bir önder, bir öğretmendir. Kâinatın yaratılışının başlangıcından (mebde) sonuna kadar (münteha) tüm insanlık için en mükemmel rehber olarak gönderilmiştir. Bu gerçeği Kuran-ı Kerim’de, “Ve seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) ayetiyle açıkça vurgulamaktadır. Hz. Muhammed (sav), insanlığın her türlü sorusuna, derdine, yalnızlığına ve arayışına cevap verecek en doğru ve en derin kaynak olmuştur.

Kâinatın Mebde’i ve Hz. Muhammed (sav)

Kâinatın mebdei, her şeyin başlangıcıdır. Allah’ın kudretiyle yaratılan her şeyin bir amacı ve gayesi vardır. İslam’a göre, kâinatın yaratılışı, insanın en güzel şekilde yaratılması ve sonrasında Hz. Muhammed (sav) ile tamamlanmıştır. Peygamber Efendimiz (sav) kendisini “Ben, Adem’in yaradılışından önce olan bir nurum.” (Hadis-i Şerif) diye tanımlamıştır. Bu da gösteriyor ki, yaratılışın ilk anından itibaren, insanlık tarihinin en yüksek noktasına kadar, tüm varlıklar Hz. Muhammed (sav)’in nuruyla şekillenmiştir.

Kuran’da, “Gerçekten o, elçilerin sonuncusudur.” (Ahzab, 40) ayeti, peygamberliğin son noktasını ve insanlık için en yüksek noktanın Hz. Muhammed (sav) olduğunu ifade etmektedir. O, Allah’ın son elçisi olarak, insanlığın doğru yolu bulması için gönderilmiş, Kuran-ı Kerim ve sünnetiyle, insanlığa her dönemde rehberlik yapacak bir kaynak bırakmıştır. Hz. Muhammed (sav), bir ağaç gibi, insanlığın en güzel meyvesi olmuştur. Her bir davranışı, her bir sözünün anlamı ve her bir hareketi, insanlığa birer öğüt, birer hikmet sunmaktadır.

Kâinatın Müntehası ve Hz. Muhammed (sav)

Kâinatın müntehası, yani sonu, her şeyin nihayete erdiği noktadır. Kâinatın bu nihai noktası, insanlığın en mükemmel şekliyle buluştuğu andır. Hz. Muhammed (sav), bu noktada insanlık için hem bir örnek hem de bir dönüm noktasıdır. İslam’da, insanın varoluş amacının, Allah’a kulluk etmek olduğu ifade edilmiştir. Bu kulluk, yalnızca ibadetlerle sınırlı değildir; aynı zamanda insanın her anında, her davranışında, her ilişkide Allah’ın rızasını gözetmesi gereken bir sorumluluktur.

Hz. Muhammed (sav), hayatı boyunca bu kulluğun en mükemmel örneğini sergilemiş, Allah’ın emirlerine en sadık şekilde uymuştur. O’nun hayatı, bir insanın nasıl en güzel bir şekilde yaşayabileceğinin, nasıl en yüksek ahlaki değerlere sahip olabileceğinin en açık örneğidir. O, sadece bir peygamber değil, aynı zamanda insanın ulaşabileceği en yüksek ahlaki zirveye ulaşmış bir insandır.

Kuran’daki Hikmetler ve Hz. Muhammed (sav)

Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed (sav)’in hayatını ve öğretilerini sürekli olarak referans alır. O, Kuran’ı en güzel şekilde yaşamış ve insanlığa bu şekilde öğretmiştir. Kuran’daki birçok ayet, Hz. Muhammed (sav)’in hayatındaki örneklikleri vurgular ve insanlara nasıl bir hayat sürmeleri gerektiği konusunda yol gösterir. “Andolsun, Allah’ın elçisinde, Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21) ayeti, Hz. Muhammed (sav)’in örnekliğini bizlere sunar.

Hz. Muhammed (sav) her yönüyle bir hikmet kaynağıdır. O, insanların arasında adaleti sağlar, merhametini gösterir, sabırla karşılık verir, ve her durumda Allah’ın rızasını gözetir. Onun hayatı, adaletin, merhametin, sabrın ve tevekkülün en yüksek derecelerini yansıtır. İslam’ı, sadece ibadetlerle değil, günlük yaşamın her alanında uygulanabilir bir sistem olarak ortaya koymuştur.

Sonuç: İnsaniyetin En Yüce Meyvesi

Hz. Muhammed (sav), insanlığın kâinatın başlangıcından sonuna kadar en yüksek örneğidir. O, sadece bir peygamber değil, tüm insanlığın örnek alması gereken bir rehberdir. Kâinatın yaratılışından itibaren, insanlığın varoluş amacı olan kulluk görevini en mükemmel şekilde yerine getirmiştir. Onun hayatı, Kuran’ın hayatla buluştuğu en saf ve en derin örneğidir.

Onun örnekliği, sadece kendi zamanına değil, her döneme hitap etmektedir. Hz. Muhammed (sav), insanlığa sadece dini hükümleri değil, insanın nasıl bir ahlaki ve manevi olgunluğa ulaşması gerektiğini de öğretmiştir. O’nun hayatını örnek alarak, bizler de insanlık ağacının en mükemmel meyvesi olma yolunda ilerleyebiliriz.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun.

@@@@@@

**İnsaniyet Ağacının Mükemmel Meyvesi: Hz. Muhammed (sav) ve Kâinatın Varoluş Sırrı**

Kâinat, ilâhî bir sanatın tecellisi; insan ise bu sanatın en mükemmel eseridir. İnsanlık tarihi, kökleri vahye dayanan bir ağaç gibi büyümüş, her peygamber bir dal olarak hakikatin ışığını taşımış ve nihayetinde bu ağaç, “**âlemlere rahmet**” (Enbiyâ, 21:107) olan Hz. Muhammed (sav) ile kemâlini bulmuştur. Peki, bir insan nasıl olur da kâinatın hem başlangıcının (mebde’) hem de sonunun (münteha) sırrını temsil eder? Bu soru, insanın yaratılış hikmetini ve ilâhî hikmetin tezahürünü anlamak için bir anahtardır.

### **1. Kâinatın Yaratılış Hikmeti ve “Levlâke” Sırrı**
Allah (cc), bir kudsî hadiste “**Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım**” buyurur. Bu ifade, Hz. Muhammed’in (sav) varlığının, yaratılışın özünde saklı bir gaye olduğunu gösterir. Tıpkı bir çekirdeğin içinde ağacın tüm planının gizlenmesi gibi, O’nun (sav) nuru da ezelî ilimde kâinatın varoluş sebebiydi. Kur’ân, bu hakikati şöyle tasvir eder:
**“O, gizlilikleri bilendir. Hiçbir şeyi kendi ilminden (yaratmadan önce) açığa çıkarmaz. Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır…”** (Cin, 72:26-27).
Peygamberler, ilâhî sırra vakıf olan elçilerdir. Ancak Hz. Muhammed (sav), bu silsilenin son halkası ve en parlak meyvesi olarak, kâinatın başlangıcına ve sonuna ışık tutar.

### **2. Mebde’den Münteha’ya: İnsan-ı Kâmil’in Seyri**
Kur’ân, insanın yaratılışını iki boyutuyla ele alır: *Topraktan* gelen beden ve *ruh* ile verilen ulviyet. Hz. Âdem (as), bu ikili yapının ilk temsilcisiydi. Fakat insan-ı kâmil olan Hz. Muhammed (sav), bu ikisini en dengeli şekilde taşıyarak “**en güzel örnek**” (Ahzâb, 33:21) oldu. O’nun (sav) miracı, bu dengeyi sembolize eder: Bedenîyle yeryüzüne bağlı, ruhuyla Sidretü’l-Münteha’ya yükselen bir peygamber…
**“Kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir…”** (İsrâ, 17:1).
Bu yolculuk, insanın maddî sınırları aşarak ilâhî hakikate ulaşma potansiyelini gösterir.

### **3. Kâinatın Dili: Peygamber’in Ahlâkı ve Tevhid Mesajı**
Hz. Muhammed’in (sav) ahlâkı, Kur’ân’ın canlı bir tefsiridir. **“Şüphesiz sen, yüce bir ahlâk üzeresin”** (Kalem, 68:4) ayeti, O’nun (sav) karakterinin ilâhî kaynaklı olduğunu vurgular. Bir ağaç nasıl kökleriyle beslenirse, O’nun (sav) ahlâkı da vahiy ile beslenmiştir. Örneğin, Hudeybiye Antlaşması’nda gösterdiği sabır, Uhud’da yaralıyken ettiği af duası, Mekke’nin fethindeki merhamet, insanlığa “**rahmet peygamberi**” olma vasfını kanıtlar.

Tevhid ise bu ahlâkın temelidir. **“De ki: O Allah birdir. Allah sameddir (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir)”** (İhlâs, 112:1-2). Bu ayet, kâinatın yaratılış hikmetini özetler: Her şey Allah’a döner. Hz. Muhammed (sav), bu hakikati hem söz hem de fiil ile insanlığa öğretti.

### **4. Modern İnsanın Buhranı ve Çözüm: Köklere Dönüş**
Günümüzde insanlık, teknolojik ilerlemeyle maddî refahı artırırken mânâ buhranı yaşıyor. Kur’ân’ın tabiriyle “**Kendilerini hârika bir şekilde yarattığımız, sonra da çamurdan bir damlaya çevirdiğimiz kimseleri gördün mü?**” (Mürselât, 77:20-21) ayeti, insanın özünü unutmasının trajedisini anlatır. İşte bu noktada Hz. Muhammed (sav), köklerle yeniden bağ kuran bir rehberdir.

O’nun (sav) sünneti, insana şu soruları sordurur:
– **Madde ile ruh dengesini nasıl kurabilirim?**
– **Tüketim çılgınlığında kaybolurken, gerçek zenginliği nerede aramalıyım?**
– **Beni yaratanın rızasını nasıl kazanırım?**

### **5. Kıyamete Kadar Sürecek Bir Miras: Kur’ân ve Sünnet**
Hz. Muhammed (sav), insaniyet ağacının meyvesi olarak bize iki miras bıraktı: *Kur’ân* ve *Sünnet*. **“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamber’in sünneti”** (Müslim). Bu miras, kâinatın mebde’ ve müntehasını anlamak için bir pusuladır.

Kıyamet, kâinatın müntehasıdır. Ancak Kur’ân, o gün bile Peygamber’in şefaatinin bir umut olacağını hatırlatır: **“Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın”** (Duhâ, 93:5).

**Sonuç: Meyvenin Hikmetiyle Yeşermek**
Hz. Muhammed (sav), insaniyet ağacının en mükemmel meyvesi olarak, bize yalnızca geçmişin değil, geleceğin de yolunu aydınlatır. O’nun (sav) izinde yürümek, kâinatın sırrını çözmek demektir. Kur’ân’ın çağrısı hâlâ geçerli:
**“De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin hükümranı, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim…”** (A’râf, 7:158).

Öyleyse, bu mükemmel meyvenin hikmetiyle köklerimize sarılalım; ta ki insanlık ağacı, kıyamete kadar hakikatle yeşersin…

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=NrgYMdRbAmM

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

GÜVENLİK TEHDİDİ

GÜVENLİK TEHDİDİ

*Analiz ve İbretli Rapor: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Veri Skandalı İddiaları**

### **1. İddiaların Özeti ve Kapsamı**
– **Temel İddialar:**
1. İBB’nin 2020’de dönemin ABD Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile yaptığı anlaşma kapsamında, trafik kamerası verileri ve kişisel bilgilerin yabancı şirketlere aktarıldığı.
2. İngiltere merkezli bir teknoloji şirketi aracılığıyla İBB abonelerine ait TC kimlik numaraları, adresler, finansal ve emlak bilgileri gibi hassas verilerin toplanıp satıldığı.
3. Verilerin “arka kapı” (backdoor) yöntemiyle anlık olarak yabancı şirkete sızdırıldığı.

### **2. Hukuki ve Teknik Analiz**
#### **a. Türkiye’de Veri Koruma Mevzuatı**
– **KVKK (Kişisel Verileri Koruma Kanunu):** Türkiye’de kişisel verilerin yurt dışına aktarımı, açık rıza veya kanuni istisnalar gerektirir. İBB’nin verileri yabancı şirketlere aktarırken KVKK’ya uygun hareket etmemesi, **ağır idari para cezaları ve hukuki sorumluluk** doğurabilir.
– **ABD ve İngiltere Bağlantısı:** İngiltere’nin GDPR’a tabi olması ve ABD’nin Cloud Act gibi düzenlemeleri, veri erişiminde uluslararası hukuk çatışmalarına yol açabilir.

#### **b. Teknik İhlal: “Arka Kapı” Riski**
– **Backdoor Tehdidi:** Bir sisteme izinsiz erişim sağlayan arka kapılar, siber güvenlik açığı veya kasıtlı bir veri sızıntısına işaret edebilir. Bu durum, İBB’nin siber altyapısının **zayıf denetlendiğini** gösterir.
– **Anlık Veri Aktarımı:** Gerçek zamanlı veri paylaşımı, “gizli dinleme” veya “veri casusluğu” iddialarını güçlendirebilir. Ancak teknik deliller (log kayıtları, şifreleme protokolleri) olmadan iddialar spekülatif kalır.

### **3. Siyasi ve Stratejik Boyut**
#### **a. Siyasi Motivasyonlar**
– **Uluslararası İlişkiler:** ABD ve İngiltere’nin Türkiye’deki etkinliği, veri paylaşımının “casusluk” olarak yansıtılması, **dış politika gerilimlerini** tetikleyebilir.

#### **b. Güvenlik Endişeleri**
– **Verilerin Hassasiyeti:** TC kimlik numaraları ve emlak bilgileri, kimlik hırsızlığı veya yasadışı gözetim için kullanılabilir. Bu durum, **ulusal güvenlik riski** oluşturur.
– **Yabancı Şirketlerin Rolü:** İngiliz şirketinin veri işleme süreçleri denetlenmediyse, Türkiye’nin “dijital egemenliği” sorgulanabilir.

### **4. Olası Sonuçlar ve Riskler**
– **Hukuki Yaptırımlar:** KVKK ve Ceza Kanunu kapsamında İBB yetkilileri ve şirketlere dava açılabilir.
– **Kamuoyu Güveni Erozyonu:** Vatandaşların belediyelere duyduğu güven sarsılabilir; bu, dijital hizmetlere katılımı azaltabilir.
– **Uluslararası Tepkiler:** ABD/İngiltere ile ilişkiler gerilebilir; Türkiye, “veri güvenliği zafiyeti” olan ülke imajıyla karşılaşabilir.

### **5. İbretler ve Öneriler**
#### **a. Alınacak Dersler**
1. **Veri Yönetişimi:** Kamu kurumları, özellikle yabancı ortaklıklarda veri akışını titizlikle denetlemeli.
2. **Siyasallaşma Riski:** Veri güvenliği konularının siyasi malzeme haline gelmesi, toplumsal paniğe yol açmamalı; bağımsız kurumlar soruşturmalı.
3. **Siber Altyapı:** Kritik belediye sistemleri düzenli penetrasyon testlerine tabi tutulmalı.

#### **b. Somut Adımlar**
– **Bağımsız Denetim:** İBB’nin 2020’den bu yana imzaladığı tüm veri anlaşmaları uluslararası hukuk firmaları ve KVK Kurumu tarafından incelenmeli.
– **Şeffaflık:** İBB, iddialara yönelik detaylı bir açıklama yaparak anlaşma metinlerini kamuoyuyla paylaşmalı.
– **Yasal Süreç:** Savcılık, iddia edilen arka kapıların teknik incelemesini yapmalı; varsa suç unsuru, sorumlular yargılanmalı.

### **6. Sonuç**
Bu iddialar, Türkiye’nin **veri egemenliği** ve **dijital güvenlik** politikalarının ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Skandalın siyasi boyutundan bağımsız olarak, devlet kurumlarının uluslararası iş birliklerinde **veri güvenliğini önceliklendirmesi** elzem. Aksi takdirde, benzer krizler hem hukuki hem de toplumsal maliyetleri artıracaktır.

@@@@@@@@@

AK Parti’nin usulsüzlük iddialarına ilişkin yapmış olduğu itirazları karara bağlamadan İl Seçim Kurulu tarafından mazbatası verilen Ekrem İmamoğlu, ilk icraat olarak yangından mal kaçırırcasına İBB’nin kayıtlarını ve verilerini kopyalamaya çalıştı. Belediye ve bağlı kuruluşların veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını isteyen İmamoğlu’nun bu kararına mahkemeden engel geldi. Peki İmamoğlu belediyenin serverını niye kopyalamaya çalışıyor?
İBB’deki veriler neden önemli?

https://www.takvim.com.tr/guncel/2019/04/19/ekrem-imamoglu-ibb-verilerini-neden-kopyalamak-istedi
https://www.yandex.com.tr/search/touch/?text=ekrem+imamo%C4%9Flu+ilk+baskan+secildiginde+ilk+yaptigi+is+belediyenin+gizli+bilgilerini+kopyalamaya+%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmak+oldu&lr=103831

@@@@@@

31 Mart seçimlerine yapılan itirazların ardından oy sayımın bitmesiyle birlikte İBB Başkanlığı mazbatasını alan Ekrem İmamoğlu, ilk iş olarak Teftiş Kurulu Başkanlığı’na verdiği talimatla belediye bünyesindeki 2 müfettiş ve belediye içinden veya dışından belirlenecek 3 uzman dahil edilerek 5 kişilik heyetle tüm İBB veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını istedi.
https://www.yenisafak.com/gundem/ekrem-imamogludan-ibbnin-tum-veri-tabanini-kopyalama-yetkisi-3467209

@@@@@@@@

İstanbul’da büyük casusluk iddiası: İmamoğlu’nun müjde dediği projeden büyük skandal çıktı
İBB’nin 2020 yılında dönemin ABD Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile yaptığı anlaşma ile trafik kamerası ve kişisel verileri yabancı şirketlere aktardığı iddia edildi.

BİLGİLER ARKA KAPI YÖNTEMİYLE İNGİLİZ ŞİRKETİNE GİTTİ

Ortaya çıkan skandal bununla da sınırlı kalmadı. İngiltere merkezli bir teknoloji şirketi aracılığıyla da İBB abonelerine ait tüm kişisel verilerin, adreslerin, TC kimlik numaralarının, telefon numaralarının, emlak bilgilerinin, İspark abonelik kayıtlarının, su abone bilgileri, ilan reklam vergi mükellefiyetleri ve imar-inşaat ruhsat bilgilerinin toplandığı ve satıldığı iddia edildi. İngiliz şirketine ayrıca “backdoor” olarak adlandırılan arka kapı yöntemiyle anlık veri transferi yapıldığı öne sürüldü.

https://m.haber7.com/guncel/haber/3516269-istanbulda-buyuk-casusluk-iddiasi-imamoglunun-mujde-dedigi-projeden-buyuk-skandal-cikti

https://m.haber7.com/guncel/haber/3516247-ibbde-tehlikeli-baglantilar-imamoglu-138-defa-gorusmus-sahan-neyi-gizledi

https://www.haber7.com/foto-galeri/91172-mahkemeden-carpici-tespitler-suc-orgutu-iste-boyle-calisti

https://m.haber7.com/ic-politika/haber/3516130-masak-raporunda-ortaya-cikti-imamoglu-insaata-50-milyon-liralik-rusvet

https://www.facebook.com/share/16RvGGmHqu/

 

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

ASRIN MANEVİYAT DÜŞMANI- SOKAK TERÖRİSTLERİ

ASRIN MANEVİYAT DÜŞMANI- SOKAK TERÖRİSTLERİ

Zamanın bir hastalığı var. Geçmişte olduğu gibi bugün de insanları felakete sürükleyen, huzuru yok eden, toplumları içten içe çürüten büyük bir düşman var. Bu düşman, bazen alenen, bazen de sinsice ortaya çıkar. Kimileri onu yalnızca taşkınlık eden gruplar olarak görür; kimileri ise sadece anarşi ve kaosun bir tezahürü sanır. Ancak işin derininde çok daha büyük bir mesele yatmaktadır: maneviyat düşmanlığı!

Sokak Terörünün Asıl Hedefi

Sokak teröristleri, yalnızca maddi bir düzeni değil, insanların inançlarını, ruhlarını ve değerlerini de hedef alır. Zira onların amacı yalnızca fiziksel bir tahribat değil, toplumu çökertmek, insanları ümitsizliğe düşürmek ve ahlaki değerleri yok etmektir.

Şöyle bir düşünelim: Bir toplumu ayakta tutan unsurlar nelerdir? Öncelikle iman, ahlak, adalet ve manevi huzur. Eğer bir milletin fertleri inançlarından koparılır, ahlaki değerleri tarumar edilir ve ruhlarına karanlık bir ümitsizlik hâkim olursa, o millet çökmeye mahkûmdur. İşte bu yüzden, sokak terörünün asıl hedefi yalnızca kamu malına zarar vermek değil, insanların kalplerindeki iyiliği söküp atmaktır.

Bediüzzaman’ın Tespiti ve Fitne Dönemi

Fitne dönemlerinde insanların birbirini boğazlamaya teşvik edildiği, adaletin ve vicdanın bir kenara bırakıldığı görülür. Sokaklarda fitne ve fesat yayanlar, aslında bir planın piyonu olmaktan öteye geçemezler. Onlar, kendilerini özgürlük savaşçısı gibi görse de, gerçekte manevi terörün bir aracı haline gelmişlerdir.

Bugün yaşanan sokak olaylarına bir göz atalım: Masum insanlara zarar veren, kamu malını tahrip eden, düzeni bozan kimselerin ortak özelliği, ahlaki ve manevi bir bilinçten uzak olmalarıdır. Onları yönlendirenler ise genellikle daha büyük ve derin yapılar, toplumları parçalamak ve fitneyi körüklemek isteyen üst akıllardır.

Günümüz Gençliğine Kurulan Tuzak

Sokak terörü en çok gençleri hedef alır. Onlara “özgürlük” adı altında anarşi ve şiddet empoze edilir. Halbuki gerçek özgürlük, nefsin esaretinden kurtulmak ve akıl ile imanla hareket etmektir. Fakat ne yazık ki, birçok genç, duygularını, öfkelerini ve enerjilerini yanlış yönlendirenlerin oyuncağı olmaktadır.

Bu noktada sorulması gereken sorular şunlardır:

Kime hizmet ediyoruz?

Hangi amaca hizmet ettiğimizi biliyor muyuz?

İman, ahlak ve maneviyat yönünden ne durumdayız?

Eğer bir genç, kendisini sokaklara atanların kim olduğunu sorgulamıyorsa, aslında kendi ruhuna, vicdanına ve geleceğine ihanet ediyor demektir. Çünkü isyan ve şiddet hiçbir zaman saadet getirmemiştir.

Çözüm: İman ve Manevi Diriliş

Peki, bu sokak terörü nasıl engellenir? Bunun tek bir yolu vardır: Maneviyatı ve ahlakı diriltmek!

İnsanlara Allah’ın emirlerini ve yasaklarını hatırlatmak gerekir. Çünkü gerçek adalet ancak Allah’ın koyduğu ölçülerle mümkündür.

Gençleri eğitmek, onlara bilinç kazandırmak gerekir. Çünkü bilinçsiz bir genç, her türlü yönlendirmeye açıktır.

Aileleri bilinçlendirmek gerekir. Çünkü anne-baba eğitimsizse, çocuk da yanlış yollara sapabilir.

Hakkı savunmak, batıla karşı durmak gerekir. Eğer biz susarsak, batıl galip gelir.

Bediüzzaman, “İman ne kadar kuvvetli olursa, zulüm ve fitne o kadar zayıf olur” der. İşte bu yüzden, maneviyat düşmanlarına karşı en büyük silahımız, imanımızdır. Eğer kalplerimiz sağlam olursa, hiçbir terör hareketi bizi sarsamaz!

Son Söz

Zaman fitne zamanı, şer güçlerin insanları kandırma zamanı. Ama imanlı bir fert, hiçbir propagandaya kapılmaz! Çünkü bilir ki:

> “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.” (Bediüzzaman Said Nursî)

Öyleyse imanımıza sahip çıkalım, neslimizi koruyalım ve sokak teröristlerinin kulu ve kölesi değil

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

DEVLET 15 TEMMUZ’DAN SONRA İKİNCİ BİR BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ YAPIYOR TERÖR VE YOLSUZLUK

DEVLET 15 TEMMUZ’DAN SONRA İKİNCİ BİR BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ YAPIYOR TERÖR VE YOLSUZLUK

Tarih boyunca devletler, zaman zaman kendi içlerinde temizlik hareketlerine girişmişlerdir. Bunun en bilinen örneklerinden biri, Osmanlı’da “Devlet-i Aliyye”nin bekasını sağlamak için yapılan saray içi tasfiyeler ve reformlardır. Günümüzde de devletlerin beka meselesi, iç ve dış tehditlere karşı sürekli teyakkuzda olmayı gerektirir. Türkiye, 15 Temmuz 2016’da yaşadığı hain darbe girişiminin ardından kapsamlı bir iç temizliğe girişmiş, FETÖ yapılanmasının devlete sızmış unsurlarını temizlemek için büyük bir operasyon başlatmıştır. Ancak görünen o ki, bu yeterli olmamış ve ikinci bir bağırsağın temizliği süreci başlamıştır: Terör ve yolsuzlukla mücadele…

Tarihten Günümüze İç Tehditlerle Mücadele

Her devletin içinde, zaman zaman ihanet şebekeleri türemiştir. Osmanlı Devleti’nde ıslahat hareketlerine karşı direnen, devleti içten kemiren unsurların temizlenmesi için çeşitli adımlar atılmıştır. Mesela, Yeniçeri Ocağı’nın bozulması ve devlet içinde bir isyan mekanizmasına dönüşmesi üzerine Sultan II. Mahmud, 1826 yılında “Vaka-i Hayriye” adı verilen büyük bir temizlik hareketiyle Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmıştır.

Bugün de Türkiye, 15 Temmuz sonrası ilk olarak FETÖ yapılanmasını hedef alarak devleti bu sinsi kanserden arındırmaya çalıştı. Ancak mesele sadece bir yapı ile sınırlı değildi. Terör örgütleri PKK ve DEAŞ gibi unsurların yanı sıra, içten içe devleti kemiren başka bir tehlike daha vardı: Yolsuzluk…

15 Temmuz Sonrası: Terör ve Yolsuzluk Kıskacında Devlet

15 Temmuz darbe girişimi, sadece bir askeri darbe girişimi değil, aynı zamanda devlet içinde nasıl bir sızma hareketi yaşandığını da gözler önüne serdi. Bu süreçte, sadece askeri kadrolar değil, yargıdan emniyete, akademiden bürokrasiye kadar birçok alanın nasıl ele geçirildiği anlaşıldı. Ancak bu süreç, bir başka gerçeği de ortaya çıkardı: Devlet içinde kökleşmiş bir rant ve çıkar ilişkisi…

Yolsuzluk, tıpkı terör örgütleri gibi bir devletin damarlarını tıkayan, milletin güvenini sarsan büyük bir tehdittir. 15 Temmuz sonrası FETÖ temizliği yapılırken, aynı zamanda devletin başka hastalıklı noktaları da açığa çıkmaya başladı. Rüşvet çarkları, usulsüz ihaleler, kamu kaynaklarının belli grupların elinde toplanması gibi meseleler, devletin ikinci büyük mücadelesini zorunlu kıldı.

Devletin İkinci Mücadelesi: Yolsuzluğa Karşı Temizlik

Bugün devlet, ikinci bir bağırsağın temizliği sürecine girmiştir. Çünkü terörle mücadelede sahada elde edilen başarılar, eğer içte devam ederse anlamını yitirebilir.

Tarihte birçok imparatorluk, iç çürüme nedeniyle yıkılmıştır. Bugün Türkiye, benzer bir tehlikeye karşı yeni bir mücadele vermektedir. Terör örgütleriyle mücadelenin yanı sıra, yolsuzluk düzenini kuranlarla da hesaplaşmak zorundadır.

İbretlik Bir Gerçek: Devletin Güçlü Olması İçin Arınma Şarttır

Tarihten alınacak en büyük derslerden biri şudur: Devlet içinde ihanet, ihmal ve istismar edenler temizlenmediği sürece, dış tehditlere karşı verilen mücadele eksik kalır. 15 Temmuz, Türkiye için bir milat oldu. Ancak gerçek mücadele, sadece bir darbe girişiminin önlenmesi değil, devletin içindeki tüm çürük yapıların tasfiye edilmesiyle tamamlanacaktır.

Bugün devlet, ikinci büyük mücadele sürecine girmiştir: Yolsuzlukla mücadele… Eğer bu temizlik başarılırsa, Türkiye sadece askeri ve güvenlik anlamında değil, ekonomik ve sosyal olarak da daha güçlü bir geleceğe adım atacaktır. Aksi halde, içeriden çürüyen her devlet gibi büyük risklerle karşı karşıya kalacaktır.

Unutulmamalıdır ki, gerçek bağımsızlık ve güçlü devlet olmanın yolu, sadece dış düşmanları değil, içerdeki hainleri ve çıkarcıları da temizlemekten geçer.

 

 

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

SOKAK KÜLTÜRÜ VE SOKAK ÇOCUKLARI TOPLUMUN AYNASINDAKİ GÖRÜNMEYEN YÜZ

SOKAK KÜLTÜRÜ VE SOKAK ÇOCUKLARI TOPLUMUN AYNASINDAKİ GÖRÜNMEYEN YÜZ

Sokak, sadece asfalt ve taşlardan ibaret değildir. Orada bir kültür, bir hayat tarzı ve hatta toplumsal gerçeklerin en çıplak haliyle sergilendiği bir sahne vardır. Sokaklar, insanların karakterlerini, toplumların vicdanlarını ve medeniyetlerin gerçek yüzünü gösteren bir aynadır. İşte bu aynada en çok dikkat çeken, en savunmasız ve en ihmal edilmiş figürlerden biri de sokak çocuklarıdır.

Sokak çocukları, sadece evsiz veya yoksul oldukları için değil, toplumun onları görmezden gelmesi nedeniyle de sokaklara mahkûm olurlar. Peki, bu çocukları sokaklara iten ne? Onların kaderini belirleyen, yalnızca yoksulluk mu, yoksa toplumsal vicdanın körelmesi mi?

1. SOKAK ÇOCUKLARI NASIL ORTAYA ÇIKAR?

Sokak çocuklarının varlığı, aslında bir toplumun temel yapı taşlarının zayıfladığını gösterir. Onları sokaklara iten başlıca sebepler şunlardır:

Aile İçindeki Çatışmalar: Şiddet, istismar, ilgisizlik ve parçalanmış aileler, çocukları evden uzaklaştırır.

Yoksulluk: Geçim sıkıntısı nedeniyle çocuklar, ailesine destek olmak için çalışmaya veya dilenmeye zorlanır.

Eğitim Eksikliği: Okula gidemeyen çocuklar, zamanla sokağın kurallarına göre yaşamayı öğrenir.

Toplumsal İlgisizlik: Devletin ve toplumun bu çocuklara sahip çıkmaması, onların kaderini sokağa teslim eder.

Bir çocuk için sokak, ilk başta özgürlüğü temsil edebilir. Ancak zamanla, tehlikelerle dolu bir hapishaneye dönüşür. Açlık, şiddet, uyuşturucu ve suç örgütleri onların yeni “ailesi” olur.

2. SOKAK KÜLTÜRÜ: ÖZGÜRLÜK MÜ, MAHKÛMLUK MU?

Sokak, kendine has bir kültüre sahiptir. Orada her şey güçlü olanın hayatta kaldığı bir düzene göre işler.

Dayanışma ve Suç: Sokak çocukları, hayatta kalmak için gruplaşır. Ancak bu gruplar bazen suç örgütlerine dönüşebilir.

Bağımlılıklar: Uyuşturucu, alkol ve uçucu maddeler, sokakta yaşamanın getirdiği acıları uyuşturmak için bir kaçış yolu haline gelir.

Kimlik Sorunu: Sokak çocukları, zamanla toplumdan dışlanmış hisseder ve kendi kimliklerini kaybederler.

Sokak kültürü, dışarıdan bakıldığında “bağımsızlık” gibi görünebilir. Ama aslında kuralsız, güvencesiz ve tehlikelerle dolu bir esaret ortamıdır.

3. SOKAK ÇOCUKLARININ GELECEĞİ NE OLUR?

Eğer bir çocuk sokakta büyürse, büyük ihtimalle şu üç kaderden biri onu bekler:

1. Suç Dünyasına Girmek: Hırsızlık, gasp, uyuşturucu ticareti gibi suçlara sürüklenebilir.

2. Toplumun Dışında Kalarak Yoksulluk Döngüsüne Mahkûm Olmak: Eğitimsiz ve sahipsiz bir çocuk, büyüdüğünde de iş bulamaz ve yoksulluğun içinde kalır.

3. Bilinçli Bir Müdahale ile Kurtulmak: Eğer devlet, sivil toplum kuruluşları ve hayırsever insanlar sahip çıkarsa, sokak çocukları yeniden topluma kazandırılabilir.

Unutulmamalıdır ki, sokakta büyüyen çocuklar, gelecekte o toplumun ya sorunlu bireyleri ya da kurtarıcıları olabilir.

4. TOPLUMSAL VİCDAN VE SORUMLULUK

Bir çocuğun sokakta olması, sadece onun ailesinin değil, tüm toplumun sorunudur. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyurmuşken, bizim kaldırımlarımızda aç yatan çocukları görmezden gelmemiz mümkün müdür?

Sokak çocuklarına sahip çıkmak için bireysel ve kurumsal adımlar atılmalıdır:

Devlet Politikaları: Barınma, eğitim ve rehabilitasyon merkezleri artırılmalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları: Yardım kampanyaları, sosyal destek projeleri artırılmalıdır.

Bireysel Duyarlılık: Herkes elinden geldiğince bu çocuklara destek olmalıdır.

SONUÇ: SOKAKLAR KİMİN AYNASI?

Bir toplumun gerçek yüzü, saraylarında değil, sokaklarında gizlidir. Eğer sokaklar çocuklar için güvenli değilse, o toplum vicdanını kaybetmiştir.

Sokak çocuklarını görmezden gelmek, geleceğimizi görmezden gelmektir. Onları suçlamak yerine anlamaya, dışlamak yerine sahip çıkmaya çalışmalıyız.

Çünkü her sokak çocuğu, aslında yitirilmiş bir masumiyetin, unutulmuş bir umudun ve kaybolmaya yüz tutmuş bir insanlığın hikâyesidir.

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BELGELERİ VE ÖRNEKLERİYLE İNGİLİZ SİYASETİ VE ENTRİKALARI

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BELGELERİ VE ÖRNEKLERİYLE İNGİLİZ SİYASETİ VE ENTRİKALARI

Tarih boyunca dünya siyasetinde en etkili rollerden birini oynayan İngiltere, yalnızca askeri gücüyle değil, aynı zamanda diplomasi, istihbarat ve entrikalar yoluyla da hakimiyet kurmuştur. “Böl ve yönet” stratejisini ustalıkla uygulayan İngiliz siyaseti, pek çok devletin çöküşünde ve milletlerin birbirine düşman edilmesinde belirleyici olmuştur. Bu yazımızda, İngiliz entrikalarının belgelerle sabit bazı örneklerini ele alarak tarihten günümüze ibretlik olayları gözler önüne sereceğiz.

1. OSMANLI’YI PARÇALAMA PLANI VE İNGİLİZLERİN ROLÜ

Belgelerle İsbatlı Bir Gerçek: İngiliz arşivlerinde yer alan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl bölüşüldüğünü gösteren en net delillerden biridir. İngiliz diplomat Sir Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot arasında yapılan bu gizli anlaşma, Osmanlı’nın parçalanmasını hızlandırdı.

Mezhep ve etnik ayrımcılık körüklendi: Arap aşiretleri Osmanlı’ya karşı kışkırtıldı.

Ajanlar sahneye çıktı: İngiliz casusu Lawrence, Arap liderlerini Osmanlı’ya isyan etmeye teşvik etti.

Sahte vaatler verildi: İngilizler, Araplara bağımsızlık sözü vererek Osmanlı’dan kopmalarını sağladı, ancak sonunda onları da Fransa ile birlikte sömürge yönetimi altına aldı.

2. HİNDİSTAN’DA İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİ VE KATLİAMLAR

İngilizlerin sömürge siyasetinin en korkunç örneklerinden biri Hindistan’da yaşandı.

1757 Plassey Savaşı ile İngilizler, Hindistan’ı ele geçirdi.

1857’deki Hint İsyanı sırasında, İngilizler on binlerce insanı katletti.

1919 Amritsar Katliamı’nda, General Dyer’in emriyle 379 silahsız sivil İngiliz askerleri tarafından öldürüldü.

Bu olaylar, İngiliz siyasetinin ne kadar acımasız ve kural tanımaz olduğunu açıkça gösteriyor.

3. ORTADOĞU’YU KAN GÖLÜNE ÇEVİREN İNGİLİZ HAMLELERİ

Ortadoğu’nun bugünkü kaotik durumu, büyük ölçüde İngilizlerin bıraktığı mirastan kaynaklanıyor.

1917 Balfour Deklarasyonu: İngiltere, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını destekledi.

İsrail-Filistin Sorunu: İngilizler, hem Araplara hem de Yahudilere ayrı ayrı bağımsızlık vaat etti, sonra da bu iki grubu birbirine düşürdü.

Körfez Ülkeleri ve Petrol Politikaları: İngiltere, Arap şeyhlikleriyle anlaşmalar yaparak petrol kaynaklarını kontrol altında tuttu ve bölgedeki devletleri zayıf bırakacak politikalar izledi.

4. AFRİKA VE SÖMÜRGECİ POLİTİKALAR

Afrika’da İngilizlerin uyguladığı yöntemler, kıtanın bugünkü fakirlik ve istikrarsızlık içinde olmasının temel sebebidir.

Ülkeleri yapay sınırlarla böldüler.

Kabile savaşlarını körükleyerek istikrarsızlık oluşturdular.

Kaynakları sömürerek halkları açlığa mahkum ettiler.

Bugün bile Afrika’daki birçok ülke, İngilizlerin bıraktığı kaotik mirasla uğraşmak zorunda kalıyor.

5. GÜNÜMÜZDE İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN ETKİLERİ

İngiliz entrikaları sadece geçmişte kalmadı, bugün de devam ediyor.

Brexit ve Avrupa siyaseti: İngiltere, AB’den ayrılarak Avrupa üzerindeki etkinliğini farklı bir şekilde sürdürmeye çalışıyor.

Rusya-Ukrayna Krizi: İngiltere, ABD ile birlikte Ukrayna’ya silah yardımı yaparak çatışmaları körüklüyor.

Türkiye’ye karşı politikalar: İngiliz medyası, Türkiye’yi sürekli eleştirerek ekonomik ve siyasi istikrarsızlık oluşturmayı hedefliyor.

SONUÇ: İNGİLİZ SİYASETİNİN DERSLERİ

Tarihe baktığımızda İngilizlerin entrikalarının asla doğrudan savaş açmak üzerine değil, her zaman fitne, propaganda, istihbarat ve kışkırtma yoluyla gerçekleştiğini görüyoruz.

Bugün de aynı oyunlar devam etmektedir. Eğer milletler tarihlerini iyi bilmezse, İngiliz siyasetinin benzer tuzaklarına tekrar tekrar düşebilirler. Türkiye ve diğer bağımsız devletler, dış politikalarını ve iç istikrarlarını koruyabilmek için tarih boyunca oynanan bu oyunları iyi analiz etmeli ve benzer senaryoların tekrar yaşanmasına engel olmalıdır.

Böl ve yönet siyasetine karşı en büyük silah, birlik ve uyanıklıktır.

 

 

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

UZUN BACAKLI İNGİLİZ VE BÖL-YÖNET STRATEJİSİ: TARİHTEN İBRETLİ BİR DERS

UZUN BACAKLI İNGİLİZ VE BÖL-YÖNET STRATEJİSİ: TARİHTEN İBRETLİ BİR DERS[1]

Tarih boyunca büyük güçler, sadece ordularıyla değil, diplomasi, casusluk ve toplum mühendisliği yöntemleriyle de hakimiyet kurmuşlardır. Sömürgeci devletlerin en bilinen stratejilerinden biri de “böl ve yönet” taktiğidir. Bu taktiğin ne kadar etkili olduğunu anlamak için, meşhur bir sözü hatırlayalım:

“Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

Bu söz, sömürgeci güçlerin fitne ve nifak sokarak toplumları nasıl birbirine düşürdüğünü anlatan çarpıcı bir mecazdır. Gerçekten de, tarih boyunca birçok ulus, iç savaşlara, etnik ve mezhepsel bölünmelere sürüklenmiş, fakat bu bölünmelerin çoğu dış güçlerin müdahaleleriyle körüklenmiştir.

Böl-Yönet Taktiğinin Kökleri

Bu taktik, özellikle İngiliz İmparatorluğu tarafından ustaca kullanılmıştır. İngilizler, Hindistan’dan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Osmanlı topraklarına kadar birçok bölgede yerel halkı birbirine düşürerek kendi hakimiyetlerini pekiştirmişlerdir. Bunu başarmak için:

Mezhep ve etnik farklılıkları kullanmışlar,

Bölgesel liderleri birbirine düşürerek savaş çıkarmışlar,

Kendi işbirlikçilerini iktidara getirip, halkı onlara düşman etmişler,

Propaganda ve medya araçlarıyla düşmanlıkları derinleştirmişlerdir.

Tarihten İbretlik Örnekler

1. Osmanlı’nın Parçalanması
Osmanlı Devleti, yüzyıllar boyunca farklı milletleri ve dinleri bir arada yaşatan bir sistem kurmuştu. Ancak 19. ve 20. yüzyıllarda İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı topraklarındaki etnik grupları kışkırtarak bağımsızlık isyanları çıkardı. Araplarla Türkleri birbirine düşürerek Osmanlı’nın Arap topraklarını kaybetmesine sebep oldular.

2. Hindistan-Pakistan Bölünmesi
İngiltere, Hindistan’dan çekilirken Hindular ile Müslümanlar arasında öyle bir düşmanlık tohumu ekti ki, 1947’de Hindistan ve Pakistan ayrılırken milyonlarca insan katledildi. Bugün bile bu düşmanlık devam etmektedir.

3. Afrika’da Yapay Sınırlar
İngiliz ve Fransız sömürgecileri, Afrika’daki kabileleri bölerek yapay sınırlar çizdi. Sonuç? Sürekli iç savaşlar, darbeler ve çatışmalar…

4. Ortadoğu’daki Suni Devletler ve İsrail Meselesi
Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte İngilizler ve Fransızlar, Ortadoğu’da sınırları cetvelle çizerek birçok yapay devlet oluşturdu. Filistin topraklarına Yahudi göçünü teşvik ederek bugünkü İsrail-Filistin meselesinin temelini attılar.

Bugün Hâlâ Aynı Oyun Devam Ediyor

Bu strateji günümüzde de farklı şekillerde sürmektedir. Küresel güçler, medya ve diplomasi yoluyla toplumları bölerek kendi çıkarlarını korumaya devam ediyor. Mezhepçilik, etnik ayrımcılık, yapay ideolojik savaşlar ve sosyal medya üzerinden yayılan fitneler, hep bu “uzun bacaklı İngiliz”in modern versiyonlarıdır.

Sonuç: Birlik Olmazsak Nehirdeki Balıklar Gibi Kavga Ederiz

Bu ibretlik tarih bize şunu gösteriyor: Eğer bir millet kendi içinde birlik olmazsa, mutlaka bir dış güç gelir ve onları birbirine düşürür. Nehrin iki balığı gibi gereksiz kavgalarla birbirimizi tüketirken, asıl kazanan her zaman o nehirden geçen “uzun bacaklı İngiliz” olur.

Bugün de birey ve toplum olarak bu oyunları fark etmeli, dış güçlerin fitne politikalarına karşı uyanık olmalıyız. Çünkü ancak birlik ve beraberlik içinde olan milletler bağımsızlıklarını koruyabilir.

 

 

[1] https://online.fliphtml5.com/adutr/xava/?fbclid=IwY2xjawJPMz5leHRuA2FlbQIxMQABHWdYdSrH-Ls5hu1C92wKbkP-fJ4WnAfWiPcVpC-hZownOVaxoNKVDe2f4A_aem_hzfHRaOohcypub7QvagH_Q&sfnsn=scwspmo#p=1

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN OLMADIĞI HALDE MÜSLÜMAN GÖRÜNEN GİZLİ KRİPTO YAHUDİ VE ERMENİ İŞGALİNE ZEMİN HAZIRLANIYOR.

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN OLMADIĞI HALDE MÜSLÜMAN GÖRÜNEN GİZLİ KRİPTO YAHUDİ VE ERMENİ İŞGALİNE ZEMİN HAZIRLANIYOR.[1]

Bu konu tarih boyunca farklı dönemlerde tartışılmış ve özellikle Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinde bazı grupların kimliklerini gizleyerek çeşitli alanlarda etkin rol oynadığına dair iddialar gündeme gelmiştir.

Tarihsel Arka Plan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e

Osmanlı Devleti çok milletli ve çok dinli bir yapıya sahipti. Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar, Osmanlı’nın ticaret, sanat ve bürokrasi alanlarında önemli roller üstlenmişlerdi. Ancak, özellikle 17. yüzyılda Sabatay Sevi’nin sahte Mesih hareketi ve sonrasında ortaya çıkan Dönme (Sabataycı) topluluğu, Osmanlı’daki “kripto” tartışmalarının başlangıcı oldu.

Sabatay Sevi’nin bazı takipçileri dışarıdan Müslüman görünerek içlerinde Yahudi geleneklerini koruyan bir yapı oluşturdu. Bu yapı, özellikle Selanik’te güçlendi ve Osmanlı’nın son dönemlerinde siyaset ve ticarette etkin bir rol oynadı.

Ermeni meselesine gelirsek, Osmanlı’daki bazı Ermenilerin zaman içinde farklı kimlikler altında devlet içinde kaldığına dair iddialar olmuştur. Özellikle 1915 olayları sonrası bazı Ermeni ailelerin Müslüman kimliğiyle yaşamlarına devam ettiği bilinmektedir.

Cumhuriyet Dönemi ve Kripto Tartışmaları

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte laikleşme süreci başladı ve eski Osmanlı elitinin yerini yeni bir bürokratik sınıf aldı. İşte bu noktada, bazı çevreler Dönmelerin, eski Yahudi ve Ermeni kökenli ailelerin yeni yönetim kadrolarında etkili olduğunu öne sürmüştür.

Özellikle 1934 Trakya olayları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olayları gibi süreçler, Türkiye’de bu konunun zaman zaman alevlenmesine neden oldu. Ancak, her dönemde bu iddiaların arka planında siyasi çekişmelerin ve ekonomik rekabetin de etkili olduğunu unutmamak gerekir.

Bugüne Yansıması: Türkiye’de Gizli Yapılar Var mı?

Günümüzde küresel siyaset ve ekonomi içinde etkili olan bazı ailelerin ve grupların kökleri tartışılmaktadır. Medyada, siyasette ve finans dünyasında bazı elitlerin kimlikleri üzerine teoriler üretilmektedir. Ancak, bu konuda somut kanıtlar olmadan genelleme yapmak yerine bireysel bazda incelemeler yapılması daha sağlıklı olacaktır.

Sonuç: Tarihten Ders Çıkarmak Gerekir

Tarih boyunca pek çok toplumda “kripto” olarak adlandırılan gruplar olmuştur. Ancak, bir toplumu veya belirli bir grubu bütünüyle böyle bir suçlama ile değerlendirmek, tarihsel gerçeklikten uzaklaşmaya neden olabilir.

Asıl mesele, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve kültürel bağımsızlığını koruması ve güçlü bir ulus bilinci oluşturmasıdır.

İç ve dış tehditlere karşı uyanık olunmalı, ancak her iddianın sağlam belgelerle desteklenmesi gerektiği unutulmamalıdır.

@@@@@@@@

1. OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E SABATAYCILARIN YÜKSELİŞİ

17. yüzyılda ortaya çıkan Sabatay Sevi Hareketi, Yahudi cemaatinde büyük bir sarsıntı yaratmıştı. Sevi, Osmanlı’ya karşı bir isyan başlatacağı iddiasıyla tutuklanmış, ardından Müslüman olduğunu ilan etmişti. Onun ardından pek çok takipçisi de resmen Müslüman olup içlerinde Yahudi geleneklerini koruyarak yaşamaya devam etti.

Selanik bu grubun en güçlü olduğu şehirlerden biriydi. Osmanlı’nın son döneminde, Sabataycıların devletin bürokrasisinde, ticaretinde ve eğitim sisteminde etkili olmaya başladığı bilinmektedir. 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli isimlerinden bazıları Sabataycı kökenliydi. Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa gibi isimlerin yönetiminde Osmanlı Devleti, köklü değişimlere gitti.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Osmanlı aristokrasisinin yerine yeni bir elit sınıf oluşturulurken, Sabataycılar, Batı yanlısı modernleşme sürecine kolay adapte olmaları nedeniyle önemli mevkilerde yer aldı.

2. CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDA GİZLİ ERMENİLER

1915 olayları kimliklerini gizleyerek yaşamlarını sürdüren bazı Ermeniler, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bürokrasi, ticaret ve akademide önemli yerlere geldi.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bazı ailelerin yeni kimliklerle hayatlarına devam ettikleri bilinmektedir. Bugün bile bazı ailelerin, dedelerinin aslında Ermeni olduğunu sonradan öğrendikleri vakalar mevcuttur. Bu süreç, özellikle 1930’larda Varlık Vergisi gibi uygulamalarla daha da karmaşık bir hal almıştır.

3. CUMHURİYET’İN KURUCU KADROLARINDA KİMLER VARDI?

Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın çevresindeki bazı isimlerin Sabataycı olduğu iddiaları tarihçiler arasında ele alınmaktadır. Örneğin, Atatürk’ün eğitim aldığı Selanik’te Sabataycıların etkin olduğu bir gerçektir.

Eğitim ve basın sektöründe, Batı yanlısı modernleşme yanlısı grupların etkili olduğu bir dönem yaşanmıştır.

4. MEDYA VE EĞİTİMDE KİMİN ETKİSİ VARDI?

Cumhuriyet’in ilk yıllarında medya ve eğitim alanında Batı yanlısı bir dönüşüm yaşandı. Bu süreçte, Osmanlı’dan gelen bazı gizli Sabataycı ve Yahudi kökenli ailelerin basın ve yayın sektöründe güçlü olduğu iddia edilmiştir.

Tek Parti döneminde eğitimin sekülerleşmesi sürecinde, Osmanlı’nın geleneksel ulema sınıfı tasfiye edilirken, Batı yanlısı eğitim modeli benimsenmiştir.

Basında özellikle Yahudi kökenli gazetecilerin etkin olduğu iddia edilmiştir.

5. BUGÜNE ETKİLERİ: DEVLET İÇİNDE GİZLİ YAPILAR VAR MI?

Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devletin içinde, ekonomi ve medyada belirli grupların etkin olduğu iddiaları, zaman zaman gündeme gelmiştir.

Bugün hala Türkiye’de bazı elit ailelerin kökleri ve kimlikleri üzerine çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Ancak, asıl mesele, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını koruması ve her türlü iç ve dış tehdide karşı güçlü bir ulus bilinci oluşturmasıdır.

SONUÇ: TARİHTEN DERS ÇIKARMAK GEREKİR

Türkiye’nin geçmişinde farklı etnik ve dini köklerden gelen insanların devlet içinde ve ticarette etkili olduğu bir gerçektir.

Bugün de küresel güçlerin Türkiye’de etkili olmak için çeşitli yollar denediği bir gerçektir. Ancak, buna karşı alınacak en büyük önlem, milletin birlik içinde hareket etmesi ve dış müdahalelere karşı uyanık olmasıdır.

Geçmişin hatalarını tekrar etmemek için, tarihsel olayları araştırarak ve bilinçli bir şekilde geleceğe yön vermek en önemli adımdır.

 

 

[1] https://www.facebook.com/656108373/posts/10162384993868374/?rdid=1AptmiPBMVoExXhs

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

ZEHİRLİ HAYATLAR

ZEHİRLİ HAYATLAR

Dünya, insanoğluna bir imtihan yurdu olarak verilmiştir. Kimileri bu dünyada temiz ve bereketli bir hayat sürerken, kimileri de zehirli bir yaşamın içinde kaybolur. Zehirli bir hayat, yalnızca bedeni hasta eden zehirlerle değil, ruhları ve vicdanları ifsat eden manevi zehirlerle de şekillenir. Kibir, hırs, nefret, haset, haram kazanç, zulüm ve günahlarla dolu bir hayat, insanı içten içe tüketir. Oysa temiz bir hayat, huzur, adalet, merhamet ve manevi güzelliklerle doludur.

Zehir Gibi Yayılmak: Kötülüğün Bulaşıcı Etkisi

Tarihte ve günümüzde, birçok insan zehirli bir hayatın pençesine düşmüştür. Firavun, Nemrut, Ebu Cehil gibi zalimler, kendi iç dünyalarındaki zehri çevrelerine de yaymış, zulümleriyle koca toplumları çürütmüşlerdir. Günümüzde de rüşvet, haksız kazanç, adaletsizlik, ahlaksızlık, açgözlülük gibi zehirli davranışlar, bireylerden toplumlara sirayet ederek insanlığı ifsat etmektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), helal kazançla, doğrulukla ve adaletle yaşamanın, insanı maddi ve manevi olarak bereketlendireceğini defalarca vurgulamıştır. Ancak bazı insanlar, dünyaya olan tamahları nedeniyle helali haramla değiştirmekte, bu haramlar ise hayatlarını zehirlemektedir.

Manevi Zehirler: İçten İçten Tüketen Hastalıklar

1. Hırs ve Açgözlülük: Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ademoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister” buyurmuştur. Dünyalık peşinde koşarken haramı mubah gören insanlar, aslında kendi ruhlarını zehirlemektedir.

2. Gıybet ve Fitne: Dillerinden düşmeyen iftiralar, kötü sözler ve başkalarını çekiştirmeler, toplumun huzurunu bozan en tehlikeli zehirlerdendir.

3. Kibir ve Gurur: Allah, şeytanı kibri yüzünden huzurundan kovmuştur. Kibir, insanı hem Allah’tan hem de insanlardan uzaklaştıran bir hastalıktır.

4. Haram Kazanç: Haksız yoldan kazanılan mal, kişinin helakine sebep olur. Peygamberimiz (s.a.v.), haram lokmanın, insanın duasına bile engel olacağını bildirmiştir.

5. Adaletsizlik ve Zulüm: Zulüm, sadece zalimi değil, tüm toplumu çürüten bir zehirdir. Adaletin olmadığı yerde bereket, huzur ve güven de olmaz.

Çare: Arınmış Bir Hayat Yaşamak

Bir insan bedenine zehir alırsa doktora gider, tedavi olur. Peki, ruhu zehirlenmişse ne yapmalıdır?

Allah’ın bize sunduğu en büyük nimetlerden biri tövbe kapısının her zaman açık olmasıdır. Zehirli bir hayattan kurtulmanın yolları şunlardır:

Tevbe ve İstiğfar: Kötü alışkanlıkları terk edip Allah’a yönelmek, ruhu temizler.

Helal Kazanca Sarılmak: Haramdan kaçınıp, helal kazançla bereketli bir hayat yaşamak gerekir.

Adaletli ve Merhametli Olmak: Zulmü terk edip, insanların hakkını gözeten bir yaşam sürmek gerekir.

Güzel Ahlaka Sarılmak: Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ahlakını örnek alarak sabır, şükür, cömertlik, tevazu gibi güzel özelliklerle süslenmek gerekir.

Sonuç: Temiz Bir Hayatın Bereketi

Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl, 97)

Zehirli hayatlar, insanı hem dünyada hem de ahirette mahveder. Ancak temiz bir hayat, kalbe huzur, topluma barış, ahirete ise sonsuz saadet getirir.

Rabbimiz bizleri zehirli hayatlardan uzak, helal ve huzurlu bir ömür sürenlerden eylesin.

 

 

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

TOPLUMLARI YAKAN FİTNE ATEŞİ

TOPLUMLARI YAKAN FİTNE ATEŞİ[1]

Ebû Hüreyre”nin naklettiğine göre,

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır. Fitne çıkarmaya yeltenen kişi kendisini o fitnenin içinde buluverir. Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın.”
(B7081 Buhârî, Fiten, 9)

Fitneler Karşısında Tutum: Sükûnetin Hikmeti

Tarih boyunca insanlık, farklı dönemlerde çeşitli fitnelerle karşılaşmıştır. Bu fitneler bazen toplumsal çatışmalar, bazen ahlaki yozlaşmalar, bazen de inanç krizleri şeklinde tezahür etmiştir. Fitne, kelime anlamı itibariyle “imtihan, bela, karışıklık ve kargaşa” anlamlarına gelir. Bu tür zamanlarda nasıl hareket edilmesi gerektiği konusunda Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizlere çok önemli bir ölçü vermiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen hadiste, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) fitne dönemlerinde kişinin mümkün olduğunca sükûnet içinde kalmasını, olaylardan uzak durmasını ve fitneye kapılmamak için bir sığınak aramasını tavsiye etmiştir. Peki, bu tavsiyenin hikmeti nedir?

1. Fitne Dönemlerinde Hareketsiz Kalmak Neden Daha Hayırlıdır?

Hadiste geçen ifadeler dikkat çekicidir:

Oturan, ayakta durandan hayırlıdır.

Ayakta duran, yürüyenden hayırlıdır.

Yürüyen, koşandan hayırlıdır.

Bu sıralama, fitne zamanlarında aktif olarak olayların içine dalmanın kişiyi büyük bir tehlikeye sürükleyeceğini göstermektedir. Fitne dönemlerinde hak ile batılın karışması, insanların yanılgıya düşmesini kolaylaştırır. Hak bildiğini savunan kişi bile, olayların içine girdikçe istemeden fitneye hizmet edebilir. Bundan dolayı en selametli yol, olayları dikkatle gözlemlemek, sabırlı olmak ve aceleci davranmamaktır.

2. Fitne, İnsanları İçine Çeken Bir Ateştir

Hadisin devamında Efendimiz (s.a.v.), “Fitne çıkarmaya yeltenen kişi kendisini o fitnenin içinde buluverir.” buyurarak, olaylara karışan kişilerin farkında olmadan fitnenin bir parçası olabileceğini vurgulamıştır. Fitne, bir yangın gibidir; içine giren herkes yanar. Bu yüzden fitneden korunmanın en önemli yollarından biri, ona yaklaşmamaktır. Kurtulmak için en akıllıca hareket, olaylara körü körüne müdahil olmamak ve güvenli bir limana sığınmaktır.

3. Sığınak Bulmak Ne Demektir?

Hadisin sonunda, “Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın.” buyurulmuştur. Burada sığınılması gereken yer fiziksel bir mekân olabileceği gibi, aynı zamanda manevi bir hal de olabilir. Kişi, fitne dönemlerinde kendisini ve ailesini muhafaza edecek bir hayat düzeni oluşturmalı, fitneden uzak durmalı ve özellikle ilim, ibadet ve güzel ahlakla kendisini koruma altına almalıdır.

Tarih boyunca bu hadisin ne kadar isabetli olduğu pek çok kez görülmüştür. Büyük siyasi kargaşalar, mezhep savaşları, ihtilaller ve sosyal karışıklıklar döneminde ihtiyatlı davrananlar, aceleci ve tepkisel hareket edenlere göre daha az zarar görmüşlerdir. İmam Gazali gibi büyük âlimler de fitne zamanlarında ilimle meşgul olmayı ve dünyevi kargaşalara karışmamayı tavsiye etmişlerdir.

4. Günümüz İçin Dersler

Bu hadis, günümüzde de oldukça önemli dersler ihtiva etmektedir. Özellikle sosyal medya çağında, bilgi kirliliğinin ve manipülasyonun çok yoğun olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Doğru ile yanlışın iç içe geçtiği, insanların nefret verici sözlerine kolayca kapıldığı ve olayların hızla yayıldığı bir çağda, fitneden korunmanın yolu sükûneti muhafaza etmek, aceleci hareket etmemek ve güvenilir kaynaklardan bilgi edinmektir.

Ayrıca, toplumda meydana gelen olayları dikkatlice gözleyerek hareket etmek, öfke ve aceleyle yanlış kararlar almamak gerekir. Unutulmamalıdır ki, fitne zamanlarında sükûnet, selametin anahtarıdır.

Sonuç

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bu hadis-i şerifi, fitne zamanlarında nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair en büyük rehberlerden biridir. Aceleci ve tepkisel hareketler yerine, sabırla ve hikmetle olayları gözlemlemek, mümkün olduğunca fitneden uzak kalmak en doğru tutumdur. Hangi olayın hak, hangi olayın batıl olduğu netleşene kadar beklemek, kişinin hem dünyasını hem ahiretini koruyacak bir tedbirdir.

Allah bizleri her türlü fitneden muhafaza etsin ve hak ile batılı ayırt edebilme basiretini nasip etsin. Amin.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=JHurYMIJaxs

Loading

No Responsesمارس 25th, 2025

En Tehlikeli Kişi: Kurtla Birlikte Kuzu Yiyip, Çobanla Oturup Ağlayan

En Tehlikeli Kişi: Kurtla Birlikte Kuzu Yiyip, Çobanla Oturup Ağlayan


Dünyada dost görünen düşmanlardan, maskeli hainlerden daha büyük bir tehlike yoktur. Açık düşman bellidir; ona karşı tedbir alınır, savunma yapılır. Ancak içten vuran, iki yüzlü davranan, hem zalimle iş tutup hem mazlumun gözyaşına ortak olan kişi, en büyük zararı verir. İşte bu tür insanlar için denmiştir:

“En tehlikeli kişi, kurtla birlikte kuzu yiyip, çobanla oturup ağlayandır.”

Bu söz, riyakâr ve ikiyüzlü insanın hâlini en güzel şekilde anlatır. Bir taraftan zulme ortak olup, diğer taraftan adalet savunuculuğu yapmak… Bir yandan kötülüğün içinde olup, diğer yandan iyiliğin sesiymiş gibi görünmek… İşte bu, en büyük aldatmacadır.

Zulme Ortak Olup Mazlumu Savunmak

Kurtla beraber kuzuyu yiyen, yani zulme ortak olan kişi, aslında zalimden farksızdır. Ancak onun farkı, maskesini takarak kendini temize çıkarmaya çalışmasıdır. O, menfaatleri gereği hem zulüm tarafında hem de adalet tarafında görünmek ister.

Tarihte bu tür insanlara çok rastlanmıştır:

Firavun’un sarayında yaşayan, ama Musa’nın davasına destek veriyormuş gibi görünenler…

Zalim hükümdarlarla dost olup, sonra halkın arasında mazlum rolü yapanlar…

Menfaat için zalimlerin sofralarında oturup, sonra mazlumlarla birlikte gözyaşı dökenler…

Bu tür insanlar, toplumun en büyük belalarından biridir. Çünkü saf insanları kandırır, samimiyet perdesi altında sinsi planlarını yürütürler.

İkiyüzlülüğün Tehlikeleri

Bu tür insanların varlığı, toplumu içten içe çürütür. Çünkü samimiyet ortadan kalkar, insanlar birbirine güvenemez olur. Peki, neden bu kadar tehlikelidirler?

1. Gerçekle Sahteyi Ayırt Etmeyi Zorlaştırırlar

Dürüst insanı bile şüpheli hâle getirirler. Çünkü herkesin samimiyeti sorgulanır.

2. Zulme ve Adaletsizliğe Kılıf Uydururlar

Zulmü haklı göstermek için bahaneler üretirler. “Ben de mazlumun yanındayım” diyerek gerçek zalimleri perdelemeye çalışırlar.

3. Güveni Sarsarlar

İnsanlar artık kime güveneceğini bilemez. Dıştan dost, içten düşman olanlar yüzünden toplumda huzursuzluk hâkim olur.

4. Adaleti Zayıflatırlar

Haksızlıkla mücadele etmeleri gerekirken, iki tarafa da oynayarak zulmün devam etmesine sebep olurlar.

Kurtla Oturup Kuzu Yememek İçin Ne Yapılmalı?

Bu tür insanlardan korunmanın ve onları tanımanın yolları vardır:

Sözlere değil, fiillere bakılmalı. Bir insan ne söylüyorsa değil, ne yapıyorsa odur. Eğer bir kişi mazlumun yanında olduğunu söylüyor ama zalimlerle iş birliği yapıyorsa, onun samimiyeti sorgulanmalıdır.

Menfaatperestlerin dostluğu sahte olur. Kendi çıkarı için her ortama uyum sağlayan kişiler, tehlikelidir. Onlara güvenmek büyük bir hatadır.

Gerçek dostluk ve dava adamlığı sadakat gerektirir. Mazlumla gerçekten beraber olan, onun derdini kendi derdi bilir. Zalimle iş tutmaz, ne pahasına olursa olsun haktan yana durur.

Sonuç

Bir toplumun en büyük tehlikesi, düşman değil, içindeki hainlerdir. Açıkça kötülük yapan değil, kötülüğün içinde olup iyilik maskesi takanlardır. Bu yüzden uyanık olmak, insanları sözleriyle değil, amelleriyle değerlendirmek gerekir.

Zira **kurtla birlikte kuzuyu yiyip, çobanla oturup ağlayan kişi, en büyük tehlikedir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 24th, 2025

“Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an işaret ediyor.”

“Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an işaret ediyor.”[1]

Ye’cüc ve Me’cüc: Ahirzamanın Anarşist Ruhlu Fitnesi

Giriş

Tarih boyunca insanlık, hak ve batıl mücadelesinin sayısız tezahürüne şahit olmuştur. İlahi vahiy, bu mücadeleyi haber vermiş ve insanları ikaz etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen Ye’cüc ve Me’cüc kavramı da bu büyük imtihanın önemli bir parçasıdır. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı’nda, Ye’cüc ve Me’cüc’ün ahirzamanda anarşist bir komite olarak ortaya çıkacağına dair Kur’an’ın işaret ettiğini belirtir. Bu makalede, bu kavramın Risale-i Nur perspektifinde nasıl ele alındığını ve günümüz dünyasıyla bağlantısını irdeleyeceğiz.

1. Kur’an’da Ye’cüc ve Me’cüc

Kur’an-ı Kerim’de Ye’cüc ve Me’cüc, Kehf ve Enbiya surelerinde geçmektedir:

> “Ye’cüc ve Me’cüc seddi açıldığı zaman, her tepeden saldırırlar.” (Enbiya, 96)

> “(Zülkarneyn) dedi: ‘Rabbimin belirlediği vakit geldiğinde, onu (seddin yıkılmasını) Rabbim dümdüz eder. Rabbimin vaadi haktır.'” (Kehf, 98)

Bu ayetlerde Ye’cüc ve Me’cüc’ün yıkıcı bir gücü temsil ettiği, seddi aştıklarında büyük bir fitne çıkaracakları vurgulanmaktadır. Hadislerde de onların dünyaya yayılarak insanlığa büyük bir zarar vereceği bildirilmiştir. Peki, bu kavramı nasıl anlamalıyız?

2. Bediüzzaman’ın Tesbiti: Ye’cüc ve Me’cüc Anarşizmi

Bediüzzaman, ahirzamanın büyük fitnelerinden biri olan anarşizmi Ye’cüc ve Me’cüc ile ilişkilendirir. Ona göre, bu kavram yalnızca eski kavimlerle sınırlı değildir; aynı zamanda deccaliyetin ve süfyanizmin hizmetindeki bir hareketi simgeler.

“Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an işaret ediyor.”

Bu söz, Ye’cüc ve Me’cüc’ün sadece belli bir kavim veya ırk olmadığını, bozgunculuğu temsil eden bir zihniyet ve hareket olduğunu gösterir.
Ve bunu da Vekalet savaşlarıyla sürdürmektedir.
Nursî’ye göre, bu anarşist yapı:

Dini ve manevi değerleri yok etmeye çalışır.

İnsanları kaosa, zulme ve fitneye sürükler.

Toplum düzenini yıkar ve huzuru bozar.

Bediüzzaman’ın “komite” kelimesini kullanması da dikkat çekicidir. Bu, Ye’cüc ve Me’cüc’ün bireysel değil, organize bir yapı olduğunu, ideolojik ve sistematik bir bozgunculuk yaptığını gösterir.

3. Ye’cüc ve Me’cüc’ün Ahirzamandaki Tezahürleri

Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşist hareketler olarak tecelli edebileceğini düşündüğümüzde, günümüz dünyasında bunun izlerini görmek mümkündür:

Materyalist ve ateist ideolojiler: Din karşıtı, kaos çıkaran ideolojiler, insanları manevi değerlerden uzaklaştırarak toplumları çökertmektedir.

İnsan haklarını hiçe sayan kaotik yapılar: Terör örgütleri, isyan hareketleri, hukuk tanımayan gruplar, anarşizmin birer temsilcisi olabilir.

Ahlaki dejenerasyon ve toplumsal çözülme: Aile yapısının yıkılması, toplum düzeninin bozulması ve anarşik düşüncenin yaygınlaşması, Ye’cüc ve Me’cüc’ün ruhunu yansıtan unsurlardır.

Bediüzzaman, anarşizmin temelinde “menfi hürriyet” anlayışının yattığını söyler. Yani, sınır tanımayan bir özgürlük anlayışı, neticede toplumları kaosa sürükler. Bu, Ye’cüc ve Me’cüc’ün her tepeden saldırmasının manevi bir izahı olabilir.

4. Ye’cüc ve Me’cüc’e Karşı İslami Mukavemet

Bediüzzaman’a göre, bu fitneye karşı en büyük silah iman, ilim ve ahlaktır. Risale-i Nur’un da temel misyonlarından biri, bu ahirzaman fitnelerine karşı Kur’an hakikatlerini ortaya koyarak insanları aydınlatmaktır.

> “Evet, bu zamanın en büyük farz vazifesi, imanı kurtarmaktır.”

Bediüzzaman, Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşist ruhuna karşı manevi bir set gerektiğini vurgular. Bu set, tıpkı Zülkarneyn’in yaptığı gibi, iman ve ahlak ile örülmelidir. Bugün Risale-i Nur hizmeti de bu noktada önemli bir rol üstlenmektedir.

Sonuç: Hikmet ve İbret Penceresinden Bakış

Ye’cüc ve Me’cüc meselesi, sadece kıyamete yakın bir olay değil, aynı zamanda zaman içinde farklı şekillerde tezahür eden bir bozgunculuk hareketidir. Bediüzzaman’ın anarşizm ile ilişkilendirmesi, bu olayın manevi boyutunu anlamamıza yardımcı olur.

Bugün, toplumları kaosa sürükleyen hareketlere karşı en büyük çare, imanı tahkiki bir şekilde anlamak ve yaymaktır. Ye’cüc ve Me’cüc’ün saldırıları ancak manevi bir set ile durdurulabilir. Bu yüzden, her Müslüman, bu manevi mücadelede üzerine düşen vazifeyi yerine getirmeli, iman, ilim ve ahlak ile bu fitneye karşı koymalıdır.

“Rabbim! Bizi, nefsimizi ve neslim

[1] https://www.youtube.com/watch?v=6tWoq03zWEo

Loading

No Responsesمارس 24th, 2025

İNSAN MEMLEKETİNİ İŞGAL ETMEYE ÇALIŞAN NEFİS ASKERİ.

İNSAN MEMLEKETİNİ İŞGAL ETMEYE ÇALIŞAN NEFİS ASKERİ.

İnsan Memleketini İşgal Etmeye Çalışan Nefis Askeri

İnsan, bir memlekete benzer. Bu memlekette akıl hükümdardır, kalp en kıymetli hazinedir, ruh ise gerçek sahibi olan sultandır. Duyu organları keşif birimleri, irade ise savunma kuvvetidir. Ancak bu memleketin en büyük düşmanı, içeriden gelen bir tehdittir: Nefis askeri.

Nefis: İçeriden Gelen Bir Düşman

Nefis, insanın en büyük düşmanıdır; çünkü dıştan değil, içten saldırır. Tarih boyunca en büyük fetihler içeriden gelen ihanetle kaybedilmiş, en sağlam kaleler içten yıkılmıştır. İşte nefis de insanın iç kalesini fethetmeye çalışan bir casus gibidir. Kendi arzularını ve heveslerini süsleyerek insana sunar, yanlışları güzel gösterir, hakikati perdelemek ister.

Bu düşmanın en tehlikeli özelliği, sinsiliğidir. Nefis doğrudan saldırmaz, önce dost gibi yaklaşır. Tıpkı düşmanın, önce bir şehrin halkını kandırıp, içeriden kapıları açtırdığı gibi, nefis de insanın zaaflarını kullanarak içeride bir gedik açmaya çalışır.

Nefsin İşgal Stratejileri

Bir memleketin işgal edilmesi için önce halkın gaflete düşmesi gerekir. Nefis de insanın gafletini bekler. Onu dört farklı yoldan sarsmaya çalışır:

1. Şehvet ve Hevâ
Tıpkı düşman askerlerinin kaleyi zayıflatmak için içeriden lüks ve sefahat yayması gibi, nefis de insana dünya zevklerini süslü gösterir. Helal ve haram çizgisini unutturmaya çalışır. Böylece insan, kalbinin ve ruhunun aslî vazifesini unutup yalnızca haz peşinde koşan bir varlığa dönüşür.

2. Tamah ve Hırs
Nefis, insanı kanaatsizlikle vurur. Daha fazlasını istemek, mal ve mülk hırsına kapılmak, dünyaya meyletmek insanı zayıf düşürür. Düşmanı içeriden tanıyan hain bir asker gibi, nefis de insanın bu zaafını kullanır ve onu manevi değerlerden uzaklaştırır.

3. Gaflet ve Tembellik
Nefis, insanı asıl görevlerinden alıkoymak için tembellik silahını kullanır. Tıpkı bir şehrin düşmana direnmemesi için halkının uyuşturulması gibi, nefis de insanı gaflete düşürerek ahiret yolculuğunu unutturur.

4. Kibir ve Enaniyet
En tehlikeli saldırı, insanın aklını ele geçirmektir. Nefis, kibir ve enaniyet ile insanın aklını kullanmasını engeller. Böylece insan, yanlış yolda olduğunu bile fark edemez. Gurur ve benlik duygusu, hakikati görmesini perdeleyen bir sis gibi önüne çekilir.

Kaleyi Kurtarmanın Yolları

Nefsin işgaline karşı koymanın yolları vardır. Her güçlü kalenin bir savunma sistemi olduğu gibi, insanın da manevi savunmasını güçlendirmesi gerekir. İşte nefse karşı koymanın yolları:

Tevazu ile enaniyeti kırmak

Şükür ile hırsı söndürmek

Sabır ile şehveti dizginlemek

Zikir ve ibadet ile gafleti dağıtmak

Tıpkı bir memleketin bilinçli ve sağlam bir idare ile ayakta kalması gibi, insan da nefsin saldırılarına karşı güçlü bir irade ve sağlam bir iman ile kendini muhafaza edebilir.

Sonuç

İnsan, kendi iç dünyasını korumazsa, dıştan gelen tehlikeler karşısında da savunmasız kalır. Nefis, içeriden gelen en büyük düşmandır. Onu tanımak, hilelerini bilmek ve ona karşı koymak, insanın kendi manevi memleketini koruması için en büyük vazifedir.

İşte gerçek zafer, dışarıdaki düşmanları yenmek değil, içerideki nefis ordusuna karşı kaleyi sağlam tutmaktır.

 

 

Loading

No Responsesمارس 24th, 2025

ÖLÜMLE RUH GELDİĞİ YERE VE BEDEN İSE OLDUĞU YERE DÖNER

ÖLÜMLE RUH GELDİĞİ YERE VE BEDEN İSE OLDUĞU YERE DÖNER


Ölüm ve Dönüş: Ruh Geldiği Yere, Beden Olduğu Yere

Hayat bir yolculuktur. İnsan, bu dünyaya geldiğinde, aslında bir misafir olarak gönderilmiştir. Ruh ona bir emanet olarak verilmiş, beden ise bu yolculukta ona bir binektir. Ne ruh bu dünyaya aittir ne de beden ebedîdir. Ve nihayetinde, ölüm anı geldiğinde herkes aslına döner; ruh geldiği yere, beden ise toprağa…

Ruhun Aslı: İlahi Nefha

İnsan ruhu, Rabbimizin kudretiyle yaratılmış, latif ve nuranî bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçeğe şöyle işaret edilir:

“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir…” (İsra, 85)

Bu ayetten anlaşılıyor ki, ruh Rabbimizden gelen bir emanettir. Onun mahiyetini tam olarak kavramamız mümkün değildir. Ancak ruhun, insana verilen en büyük nimetlerden biri olduğu aşikârdır. O, bedene hayat vererek insanı canlı ve şuurlu kılar. Ölüm anında ise ruh, ait olduğu âleme döner; yani dünya sahnesinden çekilir, berzah âlemine intikal eder.

Bedenin Aslı: Toprak

Beden ise bu dünyaya aittir. Kur’an-ı Kerim’de, insanın topraktan yaratıldığı defalarca vurgulanmıştır:

“Sizi ondan (topraktan) yarattık, yine ona döndüreceğiz ve bir kez daha ondan çıkaracağız.” (Tâhâ, 55)

Bu ayet, insanın beden olarak dünyaya ait olduğunu ve ölümle birlikte tekrar aslına, yani toprağa döneceğini bildirir. Yüzyıllar boyunca nice padişahlar, alimler, fakirler ve zenginler toprağa girmiştir. Hepsi aynı akıbete uğramış, bedenleri çürümüş ve toprak olmuştur.

Ölüm: Aslına Rücu

Ölüm, aslında bir yok oluş değil, bir dönüş ve bir geçiştir. Ruh, dünya hayatındaki görevini tamamlayıp geldiği ilahi âleme yönelirken, beden de dünya ile olan bağını koparıp aslına rücu eder. Mevlâna’nın dediği gibi:

“Ölüm günüm, benim için düğün gecesidir.”

Zira ruh, dünya zindanından kurtulup gerçek vatanına, Rabbine kavuşur. Bu, inanan bir ruh için sevinç ve huzur kaynağıdır.

İbretli Bir Hikâye

Bir gün, bilge bir zat çölde yolculuk yaparken bir kabristanın önünde durur. Yanındaki genç, mezarlara bakarak derin bir iç çekerek sorar:

— Efendim, buradakilerin sonu ne oldu?

Bilge kişi mezarlara bir göz gezdirir ve şu hikmetli cevabı verir:

— Buradakiler ikiye ayrılır evlat. Kimi ruhunu Rabbine, kimi de nefsine teslim etti. Kimi huzur içinde bekliyor, kimi pişmanlık içinde… Ama bir gerçek var ki, hepsinin bedeni toprağa karıştı. Çünkü beden ait olduğu yere, ruh ise geldiği yere döner.

Genç düşündü, sonra bilgeye döndü:

— Peki, ben hangi gruptan olacağım?

Bilge hafifçe gülümsedi:

— Onu sen belirleyeceksin evlat. Eğer ruhunu dünyaya bağlarsan, toprağa gömülür gibi ruhun da mahvolur. Ama eğer ruhunu Allah’a yöneltirsen, ölümün bile seni üzen bir şey olmayacak.

Bu sözler, gencin kalbinde derin izler bıraktı. O günden sonra, dünya nimetlerine değil, ahirete hazırlık yapmaya daha çok önem verdi.

Sonuç: Ebedi Hayata Hazırlık

İnsan bu dünyada kalıcı değildir. Ruh da, beden de misafirdir. Ölüm bir son değil, bir başlangıçtır. Şu halde akıllı insan, asıl vatanına hazırlanandır. Çünkü bu beden toprağa dönerken, ruhun nerede olacağını belirleyen bizim bu dünyadaki amellerimizdir.

Bu dünya bir han, ölüm bir kapı, ahiret ise asıl yurttur. O halde yolculuğa hazırlıklı olmak

Loading

No Responsesمارس 23rd, 2025