ZEHİRLİ FİKİRLER

ZEHİRLİ FİKİRLER

İnsan, düşünceleriyle şekillenen bir varlıktır. Fikirleri saf ve doğru olan kişi, güzel bir hayat yaşar, etrafına huzur ve iyilik yayar. Ancak, yanlış ve zehirli fikirlerle beslenen biri, hem kendini hem de çevresini zehirler. Zehirli bir fikir, yalnızca aklı kirletmekle kalmaz, kalbi ve ruhu da hasta eder.

Zehirli fikirler, kibir, inançsızlık, ahlaksızlık, adaletsizlik, nefret, bölücülük, aşırılık ve fitne gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Bunlar, toplumların çökmesine, insanların zulme ve yanlışa yönelmesine, kalplerin katılaşmasına sebep olur.

Hak ve Batılın Mücadelesi: Fikirlerin Savaşı

Tarih boyunca hak ile batılın mücadelesi hep fikirler üzerinden yürümüştür. İslam’ın nuru, temiz ve adil fikirleri yayarak insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmış; batıl ise, zehirli fikirlerle insanları aldatmaya çalışmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de, Firavun’un halkını zehirli fikirlerle nasıl yönlendirdiği anlatılır:

“Firavun, kavmini küçümsedi; onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar fasık bir kavim idiler.” (Zuhruf, 54)

Firavun, insanları korku, yalan ve propaganda ile kendine boyun eğdirmiş, böylece hakikat yerine batılın peşine takılmalarını sağlamıştır.

Benzer şekilde, Ebu Cehil ve Mekke müşrikleri, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) tebliğini engellemek için iftiralarla, yalanlarla ve kibirle insanları zehirlemişlerdir. Ancak hakikat, ne kadar örtülmeye çalışılsa da er ya da geç parlamıştır.

Bugünün Zehirli Fikirleri

Günümüzde de insanları haktan ve doğrudan uzaklaştıran birçok zehirli fikir vardır:

1. Materyalizm ve İnançsızlık:

“Dünya sadece maddeden ibarettir, ahiret yoktur.”

Bu fikir, insanı sorumluluk bilincinden ve ahlaki değerlerden koparır. Halbuki Allah, insanın bir ruhu olduğunu ve bu dünyanın bir imtihan olduğunu açıkça bildirmiştir.

2. Bencillik ve Menfaatçilik:

“Önemli olan senin kazancın, gerisini düşünme.”

Bu düşünce, adaleti ve merhameti yok eden bir zehirdir. Oysa İslam, paylaşmayı, dayanışmayı ve hakkaniyeti emreder.

3. Ahlaksızlığı Normalleştiren Fikirler:

“Özgürlük adı altında her şeyi yapabilirsin, helal ve haram önemli değil.”

Bu fikir, toplumu ifsat eden en büyük tehlikelerden biridir. Çünkü ahlaki sınırları kaldıran bir toplum, sonunda yozlaşmaya mahkûmdur.

4. Bölücülük ve Fitne:

“İnsanları ırkına, mezhebine, düşüncesine göre ayırmalıyız.”

Bu fikir, toplumları paramparça eden, nefret ve düşmanlığı körükleyen bir hastalıktır. Oysa İslam, birlik ve kardeşlik dinidir.

Zehirli Fikirlerden Korunmanın Yolları

Zehirli fikirlerin panzehiri, hakikati bilmek ve doğru bilgiye sarılmaktır. Bunun için:

Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak gerekir. Çünkü Allah’ın kelamı, en doğru rehberdir.

Aklı ve vicdanı kullanmak gerekir. Zehirli fikirler genellikle duyguları manipüle ederek insanları etkiler. Bu yüzden sorgulayıcı ve bilinçli olmak gerekir.

Salih insanlarla birlikte olmak gerekir. Kötü fikirlerin yayılmasına en büyük sebep, kötü arkadaş çevresidir. Güzel ahlaklı insanlarla vakit geçirmek, düşüncelerimizi temiz tutar.

Sonuç: Zihinleri Temiz Tutmak

Zehirli fikirler, insanı içten içe çürüten bir hastalıktır. Bunlardan korunmanın yolu, imanı, ahlakı ve ilmi bir kalkan olarak kullanmaktır.

Allah bizleri hakikatten ayırmasın, zihnimizi ve kalbimizi zehirli fikirlerden muhafaza eylesin!

@@@@@@@

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

İki Toprak, İki İnsan: Ortamın ve Terbiyenin Gücü

İki Toprak, İki İnsan: Ortamın ve Terbiyenin Gücü

“(Toprağı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı) kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.”Araf. 58.
Konuyu farklı ortamlarda yetişen iki farklı insan açısından değerlendirip hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir bakış açısı.

İki Toprak, İki İnsan: Ortamın ve Terbiyenin Gücü

Kur’an-ı Kerim’de yer alan A’râf Suresi 58. ayet, hem fiziksel hem de manevi dünyaya dair derin bir hakikati bizlere sunar: Toprağın kalitesi, ondan yetişen bitkileri belirlediği gibi, insanın yetiştiği ortam da onun karakterini ve geleceğini şekillendirir. İyi bir çevrede yetişen insan, tıpkı bereketli toprakta büyüyen sağlıklı bir ağaç gibi gelişir; kötü bir çevrede büyüyen insan ise çorak topraktan çıkan cılız ve faydasız bir bitki misali olur.

Bu hakikati daha iyi anlamak için, farklı ortamlarda yetişen iki insanın hikâyesine bakalım.

1. Bereketli Toprakta Yetişen İnsan

Ali, küçük bir kasabada büyümüştü. Ailesi dürüst, çalışkan ve imanlı insanlardı. Evlerinde her zaman helal lokma yenir, şükür ve dua eksik olmazdı. Babası, “Oğlum, doğruluk ve adalet, insanın en büyük sermayesidir” derdi. Annesi ise her fırsatta, “Kul hakkı yemekten kork, haramdan uzak dur” diye öğüt verirdi.

Bu güzel ortam, Ali’yi de etkiledi. Küçük yaşta çalışmayı, sabretmeyi ve insanlara faydalı olmayı öğrendi. Zorluklarla karşılaştığında isyan etmek yerine şükretti. Çevresindekilere iyilik etmeye çalıştı ve öğrendiği güzel ahlakı hayatının merkezine koydu.

Yıllar geçti. Ali eğitimini tamamladı, iş hayatına atıldı. Onun dürüstlüğü, insanlara karşı merhameti ve çalışkanlığı, tıpkı bereketli topraktan çıkan güçlü bir ağacın gölgesinde nice insanlara fayda sağlaması gibi, çevresine ışık saçtı. Kazandığını paylaşarak, bilgisini aktararak topluma katkı sundu. Ali, sağlam bir zeminde yetiştiği için hem dünyada hem ahirette kazananlardan oldu.

2. Çorak Toprakta Yetişen İnsan

Mehmet ise farklı bir çevrede büyümüştü. Babası yolsuzluklarla zengin olmuş, annesi israf içinde bir hayat sürüyordu. Evlerinde haram-helal hassasiyeti yoktu. Çocuklarını eğitmek yerine onlara sadece maddi imkânlar sundular. Onlara göre “Güçlü olan kazanır, zayıf olan ezilir”di.

Mehmet de bu anlayışla büyüdü. Küçüklüğünden beri bencil, hırslı ve çıkarcı bir karakter geliştirdi. Kendisine fayda sağlamayan hiçbir işi yapmıyor, menfaat uğruna insanları kullanmaktan çekinmiyordu. Onun için dürüstlük, sadece kaybedenlerin dilindeydi.

Zamanla zenginleşti, makam sahibi oldu. Fakat içi boştu; huzursuz, doyumsuz ve mutsuzdu. Harama bulaşarak kazandığı her şey, bir gün geldi elinden kayıp gitti. Yanında kimse kalmadı, çünkü insanlar menfaat bittiğinde onu terk etti. Tıpkı çorak toprakta yetişen faydasız bir diken gibi, çevresine ne gölge ne de meyve verebildi.

Sonuç: İnsan Hangi Toprakta Yetişirse Ona Göre Şekillenir

Bu iki insanın hikâyesi, bize önemli bir ders verir: İnsan da bir tohum gibidir. Nerede yetişirse, hangi değerlerle beslenirse, nasıl bir çevrede büyütülürse ona göre şekillenir.

Eğer manevi ve ahlaki değerlerin yeşerdiği bir çevrede yetişirse, dürüst, vicdanlı ve faydalı bir insan olur.

Eğer kötü bir ortamda, haram ve bencillikle beslenirse, hem dünyada hem de ahirette zarar edenlerden olur.

Allah, bizlere seçim hakkı vermiştir. Bizler de kendimizi ve neslimizi hangi toprakta yetiştirdiğimize dikkat etmeliyiz. Unutmayalım ki, kötü toprakta iyi meyve yetişmez; iyi toprak ise bereketiyle insanlığa hizmet eder.

Allah, bizleri ve evlatlarımızı bereketli topraklar gibi hayırlı ve faydalı insanlar eylesin!

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

HAK DİNİ KUR’AN DİLİ TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

HAK DİNİ KUR’AN DİLİ TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

*Hak Dini Kur’an Dili*, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (1878-1942) tarafından yazılmış, Türkçe tefsir literatürünün en önemli eserlerinden biridir. Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında kaleme alınan bu tefsir, 1926 yılında Diyanet İşleri Reisliği’nin talebi üzerine hazırlanmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın derin ilmi birikimi ve edebi üslubuyla yazılan bu eser, Türk halkının Kur’an’ı anlamasına yönelik bir çaba olarak öne çıkar. İşte *Hak Dini Kur’an Dili* tefsirinin temel özellikleri:

1. **Türkçe Yazılmış Olması**: Tefsir, tamamen Türkçe olarak yazılmıştır ve dönemin sadeleşmeye başlayan Türkçesine uygun bir dil kullanılır. Bu, eserin geniş kitlelere hitap etmesini sağlamıştır.

2. **Kapsamlı ve Ayrıntılı Anlatım**: Elmalılı, ayetleri tek tek ele alarak detaylı bir şekilde açıklar. Hem lafzi (kelime bazlı) hem de manevi (anlam bazlı) yorumlar sunar, bu da tefsiri oldukça hacimli ve derin bir eser haline getirir.

3. **Dirayet ve Rivayet Birleşimi**: Tefsir, hem rivayet (nakil) hem de dirayet (akıl ve yorum) yöntemlerini bir arada kullanır. Hadisler, sahabe görüşleri ve önceki tefsirlerden yararlanırken, aynı zamanda akli ve felsefi analizlere yer verir.

4. **Ehl-i Sünnet Çizgisi**: Eser, Ehl-i Sünnet inancına bağlı kalarak yazılmıştır. Kelamî meselelerde mutedil bir yaklaşım sergiler ve mezhepler üstü bir bakış açısıyla hareket eder.

5. **Dil ve Belagat Ağırlığı**: Elmalılı, Kur’an’ın Arapça dil yapısına ve belagatine özel bir önem verir. Ayetlerin edebi üslubunu, kelimelerin kökenlerini ve anlam katmanlarını detaylı bir şekilde inceler. Türkçe açıklamalarda bile bu belagat vurgusunu korur.

6. **Fıkhî ve Kelamî Derinlik**: Tefsirde, ayetlerin fıkhî hükümleri ve kelamî boyutları geniş bir şekilde ele alınır. Hanefî mezhebi ağırlıklı olmakla birlikte, diğer mezheplerin görüşlerine de yer verilir.

7. **Dönemin İhtiyaçlarına Yönelik Yaklaşım**: Elmalılı, tefsiri yazarken 20. yüzyılın başındaki Türk toplumunun dini ve kültürel ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuştur. Modern meselelere ve akılcı sorgulamalara cevap vermeye çalışır.

8. **Edebi ve Akıcı Üslup**: Elmalılı’nın güçlü edebi yönü, tefsirin üslubuna yansır. Osmanlı Türkçesinin zengin kelime hazinesi ve akıcı anlatımıyla yazılmış olması, eseri hem ilmi hem de sanat yönlü bir düzeye taşır.

9. **Kur’an’ın Evrenselliği ve Hikmeti**: Tefsirde, Kur’an’ın evrensel mesajı ve hikmet boyutu sıkça vurgulanır. Ayetlerin sadece tarihi açıdan sınırlı olmadığı, her çağda geçerli olduğu fikri öne çıkarılır.

10. **Kaynaklara Dayanma**: Elmalılı, Zemahşerî’nin *Keşşâf’ı, Beyzâvî’nin *Envârü’t-Tenzîl’i, İbnü Abbas’ın rivayetleri gibi klasik tefsirlerden ve İslam tarihindeki önemli eserlerden faydalanır. Ancak bunları Türk okuyucusuna uygun bir şekilde sentezler.

Sonuç olarak, *Hak Dini Kur’an Dili*, hem ilmi derinliği hem de Türkçe oluşuyla Türk-İslam düşünce tarihinde eşsiz bir yere sahiptir. Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu eseri, Kur’an’ı anlamak isteyenler için rehber bir kaynak olmanın ötesinde, Türkçenin tefsir alanındaki kapasitesini de ortaya koyan bir şaheserdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılmış olmasına rağmen, günümüzde bile değerini korumaktadır.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

İBNİ ABBAS TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

İBNİ ABBAS TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

İbnü Abbas Tefsiri, sahabe döneminin en önemli tefsir kaynaklarından biri olarak kabul edilir ve Abdullah bin Abbas’a (ö. 68/687-688) isnat edilir. İbnü Abbas, Hz. Muhammed’in amcasının oğlu, genç yaşta İslam’ı kabul etmiş bir sahabe ve Kur’an ilimlerinde otorite olarak tanınan bir şahsiyettir. “Tercümanü’l-Kur’ân” (Kur’an’ın Tercümanı) lakabıyla anılır. Ancak, doğrudan İbnü Abbas tarafından yazılmış bir tefsir kitabı bulunmamaktadır; onun tefsirle ilgili görüşleri, talebeleri ve sonraki nesiller aracılığıyla nakledilmiştir. Bu nedenle “İbnü Abbas Tefsiri” derlemeler ve rivayetler üzerinden şekillenmiştir. İşte İbnü Abbas Tefsiri’nin temel özellikleri:

1. **Rivayet Tefsiri Ağırlıklı**: İbnü Abbas’ın tefsiri, esasen rivayet tefsiri kategorisine girer. Ayetlerin anlamlarını açıklarken Hz. Peygamber’den duyduklarına, sahabe görüşlerine ve kendi gözlemlerine dayanır. Nakle dayalı bir yöntem izler.

2. **Kur’an’ı Kur’an ile Tefsir**: İbnü Abbas, bir ayeti açıklarken sıklıkla Kur’an’ın başka ayetlerine atıfta bulunur. Kur’an’ın kendi içindeki bütünlüğünü ve ayetler arasındaki bağlantıları vurgular.

3. **Hadis ve Sünnet Temelli**: Tefsirinde, Hz. Peygamber’in hadislerine ve uygulamalarına büyük önem verir. Ayetlerin vahiy sebeplerini (esbâb-ı nüzûl) ve bağlamını anlamada hadislerden faydalanır.

4. **Arapça Dil Bilgisi ve Şiir**: İbnü Abbas, Arap diline son derece hâkim bir âlimdi. Ayetlerdeki kelimelerin anlamlarını açıklarken Arapça’nın edebi mirasını, özellikle cahiliye dönemi şiirlerini ve dilin inceliklerini kullanır. Bu, onun tefsirine dilbilimsel bir derinlik katar.

5. **Esbâb-ı Nüzûl Vurgusu**: Ayetlerin iniş sebeplerine ve tarihsel bağlamına özel bir dikkat gösterir. Bu, ayetlerin doğru anlaşılmasında önemli bir rol oynar.

6. **Yahudi ve Hristiyan Kaynaklarına Atıflar (İsrâiliyyât)**: İbnü Abbas’ın tefsirinde, Yahudi ve Hristiyan geleneklerinden gelen bazı rivayetler (İsrâiliyyât) yer alır. Bu bilgiler, genellikle ayetlerin kıssalarını detaylandırmak için kullanılmıştır. Ancak bu rivayetlerin doğruluğu sonraki âlimler tarafından tartışılmıştır.

7. **Basit ve Doğrudan Anlatım**: İbnü Abbas, tefsirinde karmaşık teorilere veya felsefi tartışmalara girmez. Ayetlerin anlamını sade, anlaşılır ve pratik bir şekilde aktarmaya özen gösterir.

8. **Sahabe Otoritesi**: İbnü Abbas, genç yaşına rağmen Hz. Peygamber’in duasına mazhar olmuş ve Kur’an’ı bizzat ondan öğrenmiş bir sahabe olarak tefsirde özel bir otoriteye sahiptir. Talebeleri (Mücahid, İkrime, Said bin Cübeyr gibi) onun görüşlerini sistematik bir şekilde aktarmıştır.

9. **Ehl-i Sünnet Çizgisi**: İbnü Abbas’ın tefsiri, Ehl-i Sünnet inancına uygun bir çerçevede şekillenmiştir. Kelamî veya mezhepsel tartışmalardan ziyade Kur’an’ın asıl mesajına odaklanır.

Sonuç olarak, İbnü Abbas Tefsiri, İslam tefsir geleneğinin temel taşlarından biridir. Rivayet yöntemi, dilbilimsel analizleri ve vahyin ilk dönemine yakınlığıyla öne çıkar. Ancak, ona isnat edilen bazı rivayetlerin zayıf veya tartışmalı olması nedeniyle, bu tefsirin içeriği sonraki âlimler tarafından eleştirel bir süzgeçten geçirilmiştir. Yine de İbnü Abbas’ın tefsir anlayışı, sonraki tefsir eserleri için bir temel oluşturmuştur.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

KADI BEYZAVİ TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

KADI BEYZAVİ TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Kadı Beyzâvî Tefsiri, tam adıyla *Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl*, Nasiruddin Ebu Said Abdullah bin Ömer el-Beyzâvî (ö. 685/1286 civarı) tarafından yazılmış, İslam tarihindeki en önemli tefsir eserlerinden biridir. Kadı Beyzâvî, Şafiî mezhebine mensup bir âlimdir ve bu tefsir, özellikle ortaçağ İslam dünyasında büyük bir etki bırakmıştır. İşte Kadı Beyzâvî Tefsiri’nin temel özellikleri:

1. **Kısa ve Yoğun Anlatım**: Beyzâvî Tefsiri, hacim olarak kısa olmasına rağmen içeriği oldukça derin ve yoğundur. Ayetlerin anlamlarını özlü bir şekilde açıklar, gereksiz detaylara girmeden esas mesajı vermeye odaklanır.

2. **Dirayet ve Rivayet Dengesi**: Hem dirayet (akıl ve yorum) hem de rivayet (nakil) tefsiri yöntemlerini birleştirir. Ayetleri açıklarken hadislerden ve sahabe görüşlerinden faydalanır, aynı zamanda dilbilimsel ve akli analizlere yer verir.

3. **Dil ve Belagat Ağırlıklı**: Arapça dil bilgisi, gramer ve belagat kurallarına büyük önem verir. Ayetlerin edebi yönünü ve mucizevi üslubunu öne çıkarır. Bu yönüyle, Kur’an’ın i’cazını (benzersizliğini) vurgular.

4. **Zemahşerî’den Etkilenme**: Beyzâvî, Zemahşerî’nin *Keşşâf* tefsirinden önemli ölçüde faydalanmıştır. Ancak Zemahşerî’nin Mu’tezilî görüşlerini eleştirir ve tefsirini Ehl-i Sünnet çizgisine uygun hale getirir.

5. **Ehl-i Sünnet Perspektifi**: Şafiî mezhebi çerçevesinde Ehl-i Sünnet inancına bağlı kalarak yazılmıştır. Kelamî tartışmalarda mutedil bir yaklaşım sergiler ve aşırılıklardan kaçınır.

6. **Fıkhî ve Kelamî Boyut**: Ayetlerin fıkhî hükümlerini ve kelamî meselelerini ele alır. Şafiî mezhebinin görüşlerini yansıtırken, diğer mezheplerin yaklaşımlarına da yer yer değinir.

7. **Eğitim Amaçlı Kullanım**: Tefsir, özellikle medrese eğitimi için bir ders kitabı olarak yaygın şekilde kullanılmıştır. Kapsayıcı ancak özlü yapısı, öğrencilerin ve âlimlerin ilgisini çekmiştir.

8. **Geniş Kapsamlı Yorum**: Ayetlerin zahirî (görünen) anlamlarının yanı sıra bâtınî (derin) anlamlarını da inceleyerek te’vil yapar. Bu, eserin *Esrârü’t-Te’vîl* (Yorumun Sırları) adıyla anılmasını sağlar.

Sonuç olarak, Kadı Beyzâvî Tefsiri, dilbilimsel derinliği, belagat vurgusu, Ehl-i Sünnet çizgisi ve özlü anlatımıyla İslam tefsir geleneğinde klasik bir eser olarak kabul edilir. Hem akademik hem de dini çevrelerde uzun yıllar boyunca temel bir kaynak olarak değer görmüştür.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

NESEFİ TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

NESEFİ TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Nesefî Tefsiri, İslam tarihindeki önemli tefsir eserlerinden biridir ve Ebu’l-Berekât Abdullah bin Ahmed en-Nesefî (ö. 710/1310) tarafından yazılmıştır. Tam adı *Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâikü’t-Te’vîl* olan bu tefsir, özellikle Hanefî mezhebine mensup âlimler arasında yaygın bir şekilde kabul görmüştür. Nesefî Tefsiri’nin temel özellikleri şunlardır:

1. **Kısa ve Öz Anlatım**: Nesefî Tefsiri, gereksiz detaylara girmeden ayetlerin anlamını sade, açık ve öz bir şekilde açıklamaya odaklanır. Bu, tefsiri daha erişilebilir ve pratik bir kaynak haline getirir.

2. **Dirayet Tefsiri Ağırlıklı**: Rivayet tefsirinden ziyade dirayet (akıl ve yorum) yöntemiyle yazılmıştır. Ayetlerin lafızlarından ziyade anlamlarına ve yorumlarına önem verir. Bu yönüyle, tefsirde akli çıkarımlar ve dilbilimsel analizler ön plandadır.

3. **Dil ve Gramer Analizi**: Nesefî, Arapça dil bilgisi ve belagat kurallarına dayalı bir yaklaşım benimser. Ayetlerin dil yapısını, kelimelerin kökenlerini ve kullanımını detaylı bir şekilde ele alır.

4. **Mezhepsel Yaklaşım**: Hanefî mezhebinin görüşlerini yansıtan bir tefsirdir. Fıkhî meselelerde Hanefî mezhebinin yorumlarını ön planda tutar ve bu doğrultuda açıklamalar yapar.

5. **Ehl-i Sünnet Çizgisi**: Tefsir, Ehl-i Sünnet inancına uygun bir şekilde yazılmıştır. Kelamî tartışmalarda mutedil bir tavır sergiler ve aşırılıklardan kaçınır.

6. **Kapsayıcılık**: Hem tefsir hem de te’vil (yorum) yönüyle ayetlerin farklı anlam katmanlarını ele alır. Bu, eserin *Hakâikü’t-Te’vîl* (Yorumun Hakikatleri) adıyla anılmasını sağlar.

7. **Kaynaklara Dayanma**: Nesefî, tefsirinde önceki müfessirlerin görüşlerinden faydalanır, özellikle Zemahşerî’nin *Keşşâf* tefsirinden etkilenir. Ancak, Zemahşerî’nin Mu’tezilî eğilimlerini eleştirir ve Ehl-i Sünnet perspektifinden bir denge kurar.

Sonuç olarak, Nesefî Tefsiri, sade üslubu, akılcı yaklaşımı ve Hanefî-Ehl-i Sünnet çizgisiyle öne çıkan bir eserdir.

****************  

NESEFİ TEFSİRİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Nesefî Tefsiri, İslam tarihindeki önemli tefsir eserlerinden biridir ve Ebu’l-Berekât Abdullah bin Ahmed en-Nesefî (ö. 710/1310) tarafından yazılmıştır. Tam adı *Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâikü’t-Te’vîl* olan bu tefsir, özellikle Hanefî mezhebine mensup âlimler arasında yaygın bir şekilde kabul görmüştür. Nesefî Tefsiri’nin temel özellikleri şunlardır:

1. **Kısa ve Öz Anlatım**: Nesefî Tefsiri, gereksiz detaylara girmeden ayetlerin anlamını sade, açık ve öz bir şekilde açıklamaya odaklanır. Bu, tefsiri daha erişilebilir ve pratik bir kaynak haline getirir.

2. **Dirayet Tefsiri Ağırlıklı**: Rivayet tefsirinden ziyade dirayet (akıl ve yorum) yöntemiyle yazılmıştır. Ayetlerin lafızlarından ziyade anlamlarına ve yorumlarına önem verir. Bu yönüyle, tefsirde akli çıkarımlar ve dilbilimsel analizler ön plandadır.

3. **Dil ve Gramer Analizi**: Nesefî, Arapça dil bilgisi ve belagat kurallarına dayalı bir yaklaşım benimser. Ayetlerin dil yapısını, kelimelerin kökenlerini ve kullanımını detaylı bir şekilde ele alır.

4. **Mezhepsel Yaklaşım**: Hanefî mezhebinin görüşlerini yansıtan bir tefsirdir. Fıkhî meselelerde Hanefî mezhebinin yorumlarını ön planda tutar ve bu doğrultuda açıklamalar yapar.

5. **Ehl-i Sünnet Çizgisi**: Tefsir, Ehl-i Sünnet inancına uygun bir şekilde yazılmıştır. Kelamî tartışmalarda mutedil bir tavır sergiler ve aşırılıklardan kaçınır.

6. **Kapsayıcılık**: Hem tefsir hem de te’vil (yorum) yönüyle ayetlerin farklı anlam katmanlarını ele alır. Bu, eserin *Hakâikü’t-Te’vîl* (Yorumun Hakikatleri) adıyla anılmasını sağlar.

7. **Kaynaklara Dayanma**: Nesefî, tefsirinde önceki müfessirlerin görüşlerinden faydalanır, özellikle Zemahşerî’nin *Keşşâf* tefsirinden etkilenir. Ancak, Zemahşerî’nin Mu’tezilî eğilimlerini eleştirir ve Ehl-i Sünnet perspektifinden bir denge kurar.

Sonuç olarak, Nesefî Tefsiri, sade üslubu, akılcı yaklaşımı ve Hanefî-Ehl-i Sünnet çizgisiyle öne çıkan bir eserdir.

************  

MEDARİK TEFSİRİNİN ÖZELLİKLERİ. DİĞER TEFSİRLERDEN FARKI. ÖZETLEMEK GEREKİRSE NELER SÖYLENEBİLİR?

Medârik Tefsiri (Tam ismiyle “Tefsîru’l-Medârik” veya “Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâikü’t-Te’vîl”), Nesefî (Ömer en-Nesefî) tarafından yazılmış, klasik döneme ait muteber tefsirlerden biridir. Özellikle Hanefî-Mâturîdî çizgisinde önemli bir yer tutar. İşte özellikleri ve diğer tefsirlerden farkı maddeler halinde özetlenmiş şekilde:

Medârik Tefsirinin Özellikleri

1. Kelâmî ve Fıkhî Arka Plan

Hanefî fıkhı ve Mâturîdî akaidine dayalıdır; bu yönüyle özellikle kelâmî ve fıkhî meselelerde bu görüşleri savunur.

2. Özet ve Derli Toplu Bir Üslup

Fazla tafsilata girilmeden kısa, öz ve anlaşılır ifadeler kullanılmıştır.

3. Zemahşerî’nin Keşşâf’ı Üzerine İnşa

Zemahşerî’nin “el-Keşşâf” adlı tefsirinden faydalanılmış, ancak onun Mu‘tezilî görüşleri ayıklanmıştır.

4. Lafzî ve Dilbilimsel Yönü Güçlüdür

Ayetlerin gramer yapısı, belagat yönü ve edebî sanatları işlenmiştir.

5. Tefsirde Sahih Rivayetlere Önem Verilir

Rivayet tefsiri unsurları da bulunur; özellikle sahih hadis ve sahabe sözlerine yer verilir.

6. Akli ve Nakli Denge

Hem akli (yorum) hem nakli (rivayet) unsurlar dengeli biçimde yer alır.

7. Ders ve Öğretim Amacına Yöneliktir

Medreselerde ders kitabı olarak çok kullanılmıştır; bu yüzden eğitici bir formatı vardır.

8. Kur’an’ın Hikmet Yönüne Vurgu

Ayetlerdeki hikmet, maksat ve ibret boyutlarına temas edilir.

Diğer Tefsirlerden Farkı

1. Zemahşerî etkisi olmasına rağmen Mu‘tezilî görüşlerden arındırılmıştır.

2. Hanefî fıkhını temel almasıyla Şafiî veya Hanbelî merkezli tefsirlerden ayrılır.

3. Kelâmî meselelerde Mâturîdî çizgiyle Ehl-i Sünnet savunusu yapılır.

4. Ayrıntıdan ziyade öz bilgiye odaklanır; hacimli açıklamalardan kaçınır.

5. Eğitim amacı taşıdığı için sade, sistemli ve öğretici bir yapıya sahiptir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

ZEMAHŞERİ TEFSİRİNİ DİĞERLERİNDEN AYIRAN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

ZEMAHŞERİ TEFSİRİNİ DİĞERLERİNDEN AYIRAN TEMEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Zemahşerî’nin “el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl” adlı tefsiri, İslam dünyasında en çok tartışılan ve takdir edilen tefsirlerden biridir. Belagat yönü, Mu’tezilî bakış açısı ve derin dilbilgisi analizleri ile öne çıkar. İşte Zemahşerî’nin tefsirini diğerlerinden ayıran temel özellikler:

1. Belagat ve Dilbilgisi Açısından Derinlik

Arap dili ve edebiyatına hâkimiyetiyle ünlüdür.

Kur’an’ın nazmı, kelime yapıları ve cümle dizilimleri üzerinde detaylı durur.

Ayetlerdeki lafız-mana ilişkisini, istiareleri (mecazları), kinayeleri ve söz sanatlarını derinlemesine inceler.

Bu yönüyle, özellikle edebi açıdan incelenen tefsirlerin başında gelir.

Örnek: Kur’an’da geçen bir kelimenin farklı anlam katmanlarını açıklarken, şiirlerden ve Arap edebiyatındaki kullanımlardan örnekler getirir.

2. Mu’tezilî Görüşlerin Etkisi

Zemahşerî, Mu’tezile mezhebine bağlıdır ve tefsirine de bu bakış açısını yansıtır.

Mu’tezile’nin akılcı ve kelamî yöntemlerini kullanarak ayetleri yorumlar.

Allah’ın sıfatları, kader ve insanın iradesi gibi konularda Mu’tezile’nin görüşlerine yer verir.

Kur’an’daki mecazları ve zahiri anlamları, akli yorumlarla destekler.

Örnek:
“Allah’ın eli” gibi ifadeleri teşbih ve mecaz olarak yorumlar ve Allah’a cisim isnat edilmesini reddeder.

3. İhtilaflı Konulara Geniş Yer Vermesi

Zemahşerî, fıkhi ve kelami meselelerde farklı mezheplerin görüşlerini sunar ancak çoğu zaman Mu’tezilî görüşü savunur.

İhtilaflı meseleleri derinlemesine analiz eder, ancak tartışmaları edebi ve akli bir üslupla ele alır.

Özellikle Sünni-Hanefi görüşlerine muhalefet eden yönleri vardır.

4. Bilimsel ve Mantıki Yaklaşımı

Kur’an’ın açıklamalarını mantık kuralları çerçevesinde ele alır.

Sebep-sonuç ilişkileri kurarak ayetleri yorumlar.

İçtihada önem verir ve klasik tefsirlerdeki bazı rivayetleri eleştirir.

Mucizeleri akli yorumlarla açıklamaya çalışır.

Örnek: Hz. Musa’nın asasıyla denizi yarması olayını, doğal sebepler çerçevesinde yorumlamaya çalışır.

5. Ayetler Arasındaki İlişkilere Önem Vermesi

Zemahşerî, ayetlerin birbiriyle olan ilişkisini, Kur’an’ın kendi içinde bir bütünlük oluşturduğunu vurgular.

Siyak ve sibaka (öncesi ve sonrası bağlama) dikkat ederek ayetlerin anlamlarını belirler.

Örnek: Bir ayetin, önceki ve sonraki ayetlerle bağını güçlü bir şekilde kurarak anlamı pekiştirir.

Sonuç: Zemahşerî’nin Tefsiri Neden Önemlidir?

Dil ve edebiyat açısından en güçlü tefsirlerden biridir.

Mu’tezile’nin akılcı ve kelami yorum yöntemini içeren önemli bir kaynaktır.

Ayetleri mantıksal bütünlük içinde ele alır ve felsefi bakış açısıyla yorumlar.

Ehl-i Sünnet tarafından bazı görüşleri eleştirilse de, edebi ve dilbilimsel analizleri nedeniyle geniş kabul görmüştür.

İbn Kesîr, Fahruddin Râzî, Beydâvî gibi sonraki müfessirler, Keşşâf’tan faydalanmış ve bazı yönlerini eleştirmiştir.

Sonuç olarak, el-Keşşâf, özellikle Arap dili ve edebiyatı açısından medreselerde okutulan en önemli tefsirlerden biri olmuştur.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

MEDRESELERDE OKUTULAN TEMEL ESERLER HANGİLERİDİR VE BUNLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

MEDRESELERDE OKUTULAN TEMEL ESERLER HANGİLERİDİR VE BUNLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Osmanlı ve İslam dünyasında medreselerde okutulan temel eserler, farklı ilim dallarında derinleşmeyi sağlamak için hazırlanmış olup, Kelam, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Mantık, Sarf, Nahiv ve Edebiyat gibi disiplinleri kapsıyordu. Aşağıda, medrese müfredatında okutulan başlıca eserleri ve bunların genel özelliklerini özetledim.

1. Dini İlimler (Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Tasavvuf)

a) Tefsir (Kur’an Yorum Bilimi)

1. Câmiu’l-Beyan (Tefsîru’t-Taberî) – İmam Taberî

Klasik tefsirlerin en kapsamlılarından biridir.

Ayetlerin nüzul sebepleri ve önceki yorumlarla birlikte detaylı açıklamalar sunar.

2. Kurtubî Tefsiri – İmam Kurtubî

Özellikle fıkhi yönüyle öne çıkan bir eserdir.

Hanefi mezhebine uygun yorumlar ihtiva eder.

3. Keşşâf – Zemahşerî

Dilbilgisi ve edebi yönü kuvvetlidir.

Kelam ve belagat açısından derin analizler ihtiva eder.

4. Ruhul Meani – Âlûsî

Tefsir alanında Osmanlı medreselerinde sıkça başvurulan eserlerden biridir.

b) Hadis (Peygamber Efendimizin Sözleri ve Uygulamaları)

1. Sahîh-i Buhârî – İmam Buhârî

En sahih hadis kitabı kabul edilir.

Medreselerde hadis ilminin temel kaynağıdır.

2. Sahîh-i Müslim – İmam Müslim

Hadislerin sıhhat derecesine göre tasnif edildiği önemli bir eserdir.

3. Muvatta – İmam Mâlik

Hadis ve fıkıh yönüyle önemli bir kaynaktır.

4. El-Meshâriq – Kâdı İyâz

Hadislerin gramer ve anlam açısından derinlemesine ele alındığı bir eserdir.

c) Kelam (İslam İnanç Esasları)

1. Akâidü’n-Nesefî – İmam Nesefî

Osmanlı medreselerinde temel akaid kitabıdır.

Maturidi kelam ekolünün esaslarını öğretir.

2. Şerhu’l-Mevâkıf – Seyyid Şerif Cürcânî

İslam felsefesi ve kelamın en derin eserlerinden biridir.

3. Şerhu’l-Akâid – Teftâzânî

Akaid ilmini detaylı şekilde ele alır ve mantık kurallarıyla açıklar.

d) Fıkıh (İslam Hukuku)

1. Hidâye – Burhâneddîn el-Merginânî

Hanefi fıkhının en temel eserlerinden biridir.

Osmanlı medreselerinde uzun yıllar ders kitabı olarak okutulmuştur.

2. Dürrü’l-Muhtâr – Haskefî

Hanefi mezhebinde fetvalara temel olan eserlerden biridir.

İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtâr adlı şerhiyle daha kapsamlı hale gelmiştir.

3. El-Muğnî – İbn Kudâme

Hanbeli mezhebinin önemli fıkıh kitaplarından biridir.

4. Bidayetü’l-Müctehid – İbn Rüşd

Mezhepler arası fıkhi karşılaştırmalar yaparak hukuk metodolojisini açıklar.

e) Tasavvuf

1. İhyâü Ulûmi’d-Dîn – İmam Gazâlî

Ahlak, ibadet ve tasavvufi hayatı ele alan bir eserdir.

Medreselerde ahlaki gelişim ve manevi disiplin için temel kitaplardan biri olarak okutulurdu.

2. Kuşeyrî Risalesi – İmam Kuşeyrî

Tasavvufun temel ilkelerini anlatır.

2. Dil ve Edebiyat Dersleri (Arapça ve Farsça)

a) Sarf (Morfoloji) ve Nahiv (Dilbilgisi)

1. Avâmil – Abdülkahir el-Cürcânî

Arapça gramerin temel prensiplerini öğretir.

Medreselerde giriş kitabı olarak okutulurdu.

2. İzhar – Zeynüddîn el-Mergenânî

Arapça nahiv ilmini detaylandıran bir eserdir.

3. Kâfiye – İbn Hâcib

Osmanlı medreselerinde Arapça dilbilgisi eğitiminin temel kitaplarından biri olarak okutulmuştur.

b) Mantık ve Belagat

1. Şerhu’t-Tahzîb – Teftâzânî

Mantık ve belagat kurallarını detaylı şekilde açıklar.

Osmanlı müderrisleri bu eseri mutlaka okuturlardı.

2. İsâgûcî – Ebherî

Mantık ilmine giriş kitabıdır.

3. Matematik ve Felsefe (Akli İlimler)

a) Matematik ve Astronomi

1. Cemşîd el-Kâşî’nin Risâleleri

Matematik ve geometri konularını kapsayan Osmanlı medreselerinde okutulan eserlerdendir.

2. Uluğ Bey’in Zîc’i

Astronomi ve takvim hesaplamaları üzerine yazılmıştır.

b) Felsefe ve Metafizik

1. İşârât ve’t-Tenbîhât – İbn Sînâ

Mantık ve metafizik konularını işler.

2. Mevâkıf – Adudüddin el-Îcî

İslam felsefesi ve kelam konularını ihtiva eden bir eserdir.

Sonuç: Medrese Eğitiminin Genişliği ve Derinliği

Osmanlı ve İslam medreselerinde okutulan eserler hem dini hem de akli ilimleri kapsayan geniş bir müfredata sahiptir.

Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam ilimleriyle dini bilgileri öğretirken,

Mantık, Matematik, Astronomi ve Felsefe gibi derslerle akli bilimlere de önem verilmiştir.

Arapça, Farsça ve Belagat dersleriyle edebi ve akademik yetkinlik kazandırılmıştır.

Bu müfredat İslam dünyasının ilim ve düşünce hayatına yön veren büyük âlimlerin yetişmesini sağlamış ve Osmanlı medreseleri, yüzyıllar boyunca İslam dünyasında önemli bir ilim merkezi olarak kalmıştır.

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

KUR’AN-I KERİM, HADİS-İ ŞERİFLER VE İSLAM DÜŞÜNCESİNDE HURİLERİN ÖZELLİKLERİ

KUR’AN-I KERİM, HADİS-İ ŞERİFLER VE İSLAM DÜŞÜNCESİNDE HURİLERİN ÖZELLİKLERİ

Cennet tasvirleri, İslam inancının önemli konularından biridir ve “hûriler”, özellikle Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde cennette müminlere verilecek nimetlerden biri olarak anlatılmıştır. Bu kavram, İslam düşüncesinde hem maddi hem de manevi bir yönüyle ele alınmış, özellikle Ehl-i Sünnet alimleri tarafından tefsirlerde detaylandırılmıştır.

1. KUR’AN-I KERİM’DE HÛRİLER

Hûrilerle ilgili ayetlerde, onların cennette müminlere sunulacak üstün nimetler arasında olduğu bildirilmiştir. İşte bazı önemli ayetler:

a) “Hûr” Kelimesinin Anlamı

Kur’ân’da hûrilerden “hûrun ‘în” (حُورٌ عِينٌ) olarak bahsedilir.

“Hûr” kelimesi, Arapça’da “beyaz tenli, parlak ve güzel gözlü” anlamına gelir.

“İn” kelimesi, büyük ve güzel gözlü anlamına gelir.

b) Kur’ân’da Hûrilerin Geçtiği Ayetler

1. “Ve yanlarında, iri gözlü hûriler vardır.” (Sâffât, 37:48)

2. “Onlar için hûrîler vardır; sedef içinde saklı inciler gibidirler.” (Vâkıa, 56:22-23)

3. “Orada, gözlerini yalnız eşlerine dikmiş hûriler vardır ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.” (Rahmân, 55:56)

4. “Cennetlikler nimetler içinde olacaklar… Tahtlar üzerine yaslanarak. Biz onları (hûrileri) iri gözlü, çok güzel yaratmışızdır.” (Vâkıa, 56:34-37)

Bu ayetlerde, hûrilerin güzellikleri, saflıkları ve eşlerine sadık oldukları vurgulanmaktadır.

2. HADİS-İ ŞERİFLERDE HÛRİLERİN ÖZELLİKLERİ

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), hûriler hakkında birçok hadis rivayet etmiştir. İşte bazı örnekler:

1. “Eğer bir hûri yeryüzüne bakacak olsa, gök ile yer arasını nurlandırır ve güzel kokularıyla doldururdu. Onun başındaki örtü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Rikâk, 51; Tirmizî, Cennet, 15)

2. “Cennette, her bir mümine yetmiş iki hûri verilir ve her biriyle vakit geçirir.” (Tirmizî, Cennet, 14)

3. “Cennet ehli, cennete girdiğinde bir münadi şöyle seslenir: ‘Siz ebedi olarak sağlıklı olacaksınız, hiçbir zaman hasta olmayacaksınız. Ebedi olarak genç kalacaksınız, asla yaşlanmayacaksınız. Sürekli nimet içinde olacaksınız, asla sıkıntı çekmeyeceksiniz.’ Cennetliklerin en önemli nimetlerinden biri de hûrilerdir.” (Müslim, Cennet, 17)

Bu hadislerde, hûrilerin dünya nimetlerinden çok üstün olduğu, cennet ehline özel olarak yaratıldığı ve onlarla olan ilişkinin yalnızca bedensel değil, aynı zamanda ruhsal ve huzur verici bir boyutta olduğu vurgulanmaktadır.

3. EHL-İ SÜNNET ALİMLERİNİN GÖRÜŞLERİ

a) İmam Mâturîdî ve İmam Eş’arî’nin Yorumu

Ehl-i Sünnet’in iki büyük kelam alimi olan İmam Mâturîdî ve İmam Eş’arî, hûrilerin gerçek bir varlık olduğunu ve onların cennetin bir mükafatı olarak yaratıldığını belirtmişlerdir.

İmam Mâturîdî, hûrileri maddi ve manevi güzelliklerin sembolü olarak açıklamış, sadece bedensel bir haz değil, ruhsal huzurun da bir parçası olduklarını söylemiştir.

İmam Eş’arî, hûrileri Allah’ın müminlere verdiği özel nimetlerden biri olarak kabul etmiş ve “hûriler mecazi değil, gerçek varlıklardır” demiştir.

b) İbn Kesîr’in Tefsiri

İbn Kesîr, Vâkıa Suresi’nin 22. ayetinde geçen “sedef içinde saklı inciler gibi” ifadesini, hûrilerin “tertemiz, el değmemiş ve özel yaratılmış varlıklar” olduğuna işaret ettiğini belirtmiştir.

Hûrilerin, kadınların en güzel halleriyle yaratıldığı ve hiçbir zaman yaşlanmadıkları tefsir edilmiştir.

c) Elmalılı Hamdi Yazır’ın Yorumu

Elmalılı, hûrilerin cennetin “sonsuz saadet ortamında, müminlere huzur veren varlıklar” olduğunu vurgulamış, bunların sadece fiziksel bir ödül olarak görülmemesi gerektiğini belirtmiştir.

4. HÛRİLERİN SIRRI VE RUHSAL YÖNÜ

Hûriler, sadece fiziksel güzellikleriyle değil, müminlere huzur ve mutluluk veren manevi varlıklar olarak da kabul edilir.

Onlar, cennetteki saadetin bir parçasıdır.

Sadece erkeklere değil, kadın müminler için de büyük nimetler vardır. Nitekim kadınlara da “dünyada eşlerinden razı olacakları eşler” vaat edilmiştir.

Cennette kıskançlık, düşmanlık ve üzüntü yoktur. Dolayısıyla hûriler, dünyevi anlamdaki kadın-erkek ilişkisi gibi değil, tamamen cennet huzuruna uygun bir şekilde yaratılmışlardır.

SONUÇ: HÛRİLER, CENNETİN MANEVİ VE MADDİ GÜZELLİKLERİDİR

Hûriler, İslam’a göre cennet nimetlerinden biri olup, hem fiziksel hem de ruhsal huzurun bir parçası olarak anlatılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de hûrilerin güzellikleri, saflıkları ve eşlerine sadakatleri vurgulanmıştır.

Hadislerde, onların dünya nimetlerinden çok üstün olduğu belirtilmiştir.

Ehl-i Sünnet alimleri, hûrilerin gerçek varlıklar olduğunu ve cennette müminlere özel yaratıldıklarını ifade etmişlerdir.

Hûriler sadece erkeklere yönelik değildir; cennette tüm müminler için en güzel nimetler sunulacaktır.

Sonuç olarak, hûriler konusu sadece bedensel hazlarla değil, cennetteki sonsuz mutluluğun bir sembolü olarak da ele alınmalıdır.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

İBNİ ABİDİN KITABI HAKKINDA .

İBNİ ABİDİN KITABI HAKKINDA .

İbn Âbidîn Kitabı (Reddü’l-Muhtâr) Hakkında Geniş Bilgi

1. İbn Âbidîn Kimdir?

İbn Âbidîn, tam adıyla Muhammed Emin bin Ömer bin Abdülaziz İbn Âbidîn (1784-1836), Osmanlı döneminin önde gelen Hanefi fıkıh âlimlerinden biridir. Şam’da doğmuş ve orada yaşamıştır. Hanefi mezhebinin en önemli fakihlerinden biri olarak kabul edilir.

2. Reddü’l-Muhtâr (İbn Âbidîn) Nedir?

Reddü’l-Muhtâr alâ’d-Dürrü’l-Muhtâr, Hanefi fıkhının en kapsamlı eserlerinden biridir. İbn Âbidîn’in şerh ve açıklamalarını içeren bu eser, Hanefi mezhebindeki fetvaların en önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilir.

Eser, “Dürrü’l-Muhtâr” adlı temel Hanefi fıkıh kitabının şerhidir. Dürrü’l-Muhtâr, Allâme Haskefî (ö. 1677) tarafından yazılmıştır. Ancak bazı konular açıklamaya muhtaç olduğu için İbn Âbidîn bu eseri açıklayarak genişletmiş ve fetvalarla desteklemiştir.

3. Kitabın Muhtevası ve Kapsamı

Reddü’l-Muhtâr, Hanefi mezhebine dair ibadet, muamelat, aile hukuku, ceza hukuku ve diğer fıkhi konuları detaylandırır. Kitap, beş ciltten oluşur ve konuları şunlardır:

1. Tahâret (Temizlik) ve Namaz
2. Oruç, Zekât ve Hac
3. Ticaret, Borç, Akitler ve Muamelat
4. Aile Hukuku, Nikâh, Talak
5. Ceza Hukuku, Miras ve Vasiyet

Kitap, Hanefi mezhebinin klasik kaynaklarını tarayarak, ihtilaflı konulara da değinir. Ayrıca Osmanlı dönemindeki resmi fetvalara da yer verir.

4. Reddü’l-Muhtâr’ın Önemi

Hanefi mezhebinin en güvenilir eserlerinden biri olarak kabul edilir.

Osmanlı Devleti’nde fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

Günümüzde de Hanefi fıkhı üzerine çalışan âlimler tarafından temel referans olarak görülmektedir.

Hanefi mezhebinin sadece geçmiş görüşlerini aktarmakla kalmayıp, yaşanan dönemin şartlarına uygun fetvalar sunmasıyla dikkat çeker.

5. Reddü’l-Muhtâr’ın Kaynakları

İbn Âbidîn, bu eserini yazarken Hanefi mezhebinin en önemli kaynaklarını taramıştır. Başlıca kaynaklar şunlardır:

Hidaye (Burhaneddin el-Merginani)

Bedâyiʿu’s-Sanâyiʿ (el-Kâsânî)

el-Mebsût (Serahsî)

el-Muhtâr ve Dürrü’l-Muhtâr (Haskefî)

6. Günümüzdeki Etkisi ve Kullanımı

Bugün İslam dünyasında Hanefi mezhebine mensup fakihler, müftüler ve akademisyenler tarafından en çok başvurulan eserlerden biridir. Modern fıkıh çalışmaları ve fetva kitaplarında da Reddü’l-Muhtâr’dan sıkça alıntılar yapılır. Hanefi mezhebine göre fetva veren birçok müftü bu eseri temel alarak görüşlerini şekillendirir.

Sonuç

Reddü’l-Muhtâr, Hanefi mezhebinde fıkıh ve fetva alanında en güvenilir eserlerden biri olarak kabul edilir. Osmanlı’dan günümüze kadar birçok fıkıh âlimi ve müftü tarafından rehber olarak kullanılmıştır. Hanefi fıkhını öğrenmek isteyenler için en kapsamlı kaynaklardan biri olmaya devam etmektedir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

DAMAD MEHMET EFENDİNİN FIKIH ESERİ HAKKINDA .

DAMAD MEHMET EFENDİNİN FIKIH ESERİ HAKKINDA .

Damad Mehmed Efendi ve Fıkıh Eseri Hakkında Geniş Bilgi

1. Damad Mehmed Efendi Kimdir?

Damad Mehmed Efendi (ö. 1702), Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık yapmış önemli bir Hanefi fıkıh âlimidir. Klasik fıkıh kaynaklarına dayalı olarak Osmanlı hukuk sistemine katkılarda bulunmuş, özellikle fetvaları ve şerhleri ile tanınmıştır. “Damad” lakabı, Osmanlı padişahı IV. Mehmed’in damadı olmasından gelmektedir.

2. Damad Mehmed Efendi’nin Fıkıh Alanındaki Çalışmaları

Damad Mehmed Efendi, Hanefi mezhebinin temel eserlerine şerhler ve açıklamalar yazmış bir fakih olup, eserleri Osmanlı hukuk sisteminde uzun süre fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

a) En Önemli Fıkıh Eseri

Damad Mehmed Efendi’nin en önemli fıkıh eseri, Hanefi fıkhına dair yazdığı ve dönemin en güvenilir kaynaklarından biri kabul edilen şerhidir.

Haskefî’nin “Dürrü’l-Muhtâr” adlı eserine bir şerh yazmıştır.

Bu şerh, Osmanlı fıkıh geleneğinde önemli bir kaynak olarak kabul edilmiştir.

Daha sonra İbn Âbidîn, “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseriyle bu şerhi daha da genişletmiş ve Hanefi mezhebinin en kapsamlı fıkıh kaynaklarından biri haline getirmiştir.

b) Fetvaları ve Hukuki Etkisi

Damad Mehmed Efendi’nin fetvaları, Osmanlı hukuk sisteminde şer’i mahkemelerde ve resmi fetva mercilerinde büyük bir etki oluşturmuştur. Hanefi mezhebinde ihtilaflı meseleleri açıklığa kavuşturmuş, Osmanlı Devleti’nin resmi fetva sistemine katkıda bulunmuştur.

3. Damad Mehmed Efendi’nin Fıkıh Eserinin Önemi

Osmanlı’da fetva verme geleneğinde önemli bir yere sahiptir.

Hanefi mezhebinin klasik eserlerine dayanarak yazılmıştır.

İbn Âbidîn gibi sonraki büyük âlimlerin eserlerine kaynaklık etmiştir.

Osmanlı hukuk sisteminde mahkemelerde başvurulan temel kaynaklardan biri olmuştur.

4. Sonuç

Damad Mehmed Efendi’nin fıkıh alanındaki en önemli katkısı, Haskefî’nin Dürrü’l-Muhtâr’ına yazdığı şerh olup, bu eser daha sonra İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtâr’ı ile genişletilerek Hanefi mezhebinin en kapsamlı kaynaklarından biri haline gelmiştir.

@@@@@@

DÜRRÜL MUHTAR ADLI ESERE YAZDIĞI ŞERH HAKKINDA.

Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr adlı esere yazdığı şerh hakkında geniş bilgi sunalım.

1. Damad Mehmed Efendi ve Hanefi Fıkhındaki Yeri

Damad Mehmed Efendi (ö. 1702), Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık yapmış önemli bir Hanefi fakihidir. Osmanlı hukuk sisteminde Hanefi mezhebine dair önemli şerhler ve fetvalar yazmıştır. Özellikle Haskefî’nin Dürrü’l-Muhtâr adlı eserine yazdığı şerh, Hanefi mezhebindeki en önemli fıkıh kaynaklarından biri haline gelmiştir.

2. Dürrü’l-Muhtâr ve Şerhi

a) Dürrü’l-Muhtâr Nedir?

Müellifi: Allâme Haskefî (Ö. 1677)

Muhtevası: Hanefi mezhebine ait ibadet, muamelat, ceza hukuku, aile hukuku ve diğer fıkhi konuları ele alan özet niteliğinde bir fıkıh kitabıdır.

Özelliği: Hanefi mezhebindeki fetvaları derleyerek fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

Dürrü’l-Muhtâr’ın en önemli eksikliklerinden biri, bazı konuların fazla kısa geçilmesi ve yeterince açıklama vermemesidir. Bu nedenle Damad Mehmed Efendi ve daha sonra İbn Âbidîn bu esere şerh yazmıştır.

b) Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr Şerhi

Damad Mehmed Efendi, Dürrü’l-Muhtâr’ı daha anlaşılır hale getirmek ve eksik görülen noktaları açıklamak için bir şerh yazmıştır.

Bu şerh, Hanefi mezhebinin temel fıkıh meselelerini daha detaylı ve delillerle açıklayan bir eser olmuştur.

Osmanlı’da fetva kaynağı olarak uzun yıllar kullanılmıştır.

İbn Âbidîn, Damad Mehmed Efendi’nin şerhini daha da genişleterek “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseri yazmıştır.

3. Damad Mehmed Efendi’nin Şerhinin Önemi

Osmanlı’da en çok başvurulan fıkıh eserlerinden biri olmuştur.

Hanefi fıkhındaki ihtilaflı konulara açıklık getirmiştir.

İbn Âbidîn gibi sonraki büyük âlimlerin eserlerine kaynaklık etmiştir.

Şer’î mahkemelerde ve fetva kurumlarında temel başvuru kitabı olarak kabul edilmiştir.

4. Damad Mehmed Efendi’nin Şerhi ile İbn Âbidîn’in “Reddü’l-Muhtâr”ı Arasındaki Fark.

| Özellik | Damad Mehmed Efendi’nin Şerhi | İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtar’ı |
|—|—|—|
| Yazılma Amacı | Dürrü’l-Muhtâr’ı açıklamak ve detaylandırmak | Dürrü’l-Muhtâr ve Damad Efendi’nin şerhini genişletmek |
| İçerik | Klasik Hanefi fıkhının temel meselelerini açıklar | Daha fazla delil, yorum ve Osmanlı dönemi fetvalarını içerir |
| Önemi | Osmanlı’da fetva kaynağı olarak kullanılmıştır | Günümüzde Hanefi mezhebinin en önemli fıkıh kaynağıdır |

5. Sonuç

Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr’a yazdığı şerh, Osmanlı fıkıh geleneğinde büyük bir öneme sahiptir. Bu eser, Hanefi mezhebindeki birçok meselenin Osmanlı dönemindeki uygulamalarla yorumlanmasına yardımcı olmuştur.

Daha sonra İbn Âbidîn, Damad Mehmed Efendi’nin şerhini genişleterek “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseri yazmış ve bu eser günümüzde Hanefi mezhebinin en kapsamlı fıkıh kaynağı haline gelmiştir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

SOKAKLAR YILLARDIR BARUT FIÇISI GİBİ MANEVİYATTAN UZAK KİŞİLER TARAFINDAN DOLDURULAN ÖFKE ATEŞİYLE YANDIRILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR

SOKAKLAR YILLARDIR BARUT FIÇISI GİBİ MANEVİYATTAN UZAK KİŞİLER TARAFINDAN DOLDURULAN ÖFKE ATEŞİYLE YANDIRILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR

Sokaklar: Barut Fıçısı Gibi Yanan Bir Ateş

İnsanlık tarihi boyunca sokaklar, bir toplumun aynası olmuştur. Bir milletin maneviyatı, ahlaki değerleri ve huzuru en çok sokaklarına yansır. Eğer bir toplum manevi değerlerden uzaklaşırsa, sokakları da kaosun, öfkenin ve şiddetin merkezi haline gelir. Günümüzde sokakların barut fıçısı gibi olması, geçmişten ders almayan insanlığın hatalarının bir tekrarından ibarettir. Terör, yolsuzluk ve ahlaki çöküntü, sokakları adeta birer savaş alanına çevirmektedir.

Tarihten Dersler: Terör ve Yolsuzluğun Sokakları Ateşe Vermesi

Tarih boyunca nice toplumlar, iç kargaşa, yolsuzluk ve terör nedeniyle çöküşe sürüklenmiştir. Bu noktada en ibretlik örneklerden biri Fransız Devrimi’dir. Devrim öncesinde Fransa’da yöneticilerin yolsuzlukları, halkın ağır vergilerle ezilmesi ve manevi değerlerin yok edilmesi büyük bir öfke biriktirmişti. Sonuç olarak, sokaklar isyanlarla doldu, terör olayları patlak verdi ve ihtilal sonrası toplum daha da büyük bir kaosa sürüklendi. Giyotinler kuruldu, halkın öfkesi önüne geleni ezdi ama ne huzur geldi ne de gerçek adalet sağlandı.

Yakın tarihimizde de Ortadoğu’daki Arap Baharı benzer bir sürecin sonucudur. Halkın yolsuzluğa ve adaletsizliğe olan öfkesi, isyanları ateşledi. Ancak bu ayaklanmalar, terör örgütlerinin devreye girmesiyle halkın daha büyük acılar yaşamasına sebep oldu. Kaos ortamı, toplumsal barışı tamamen yok etti ve sokakları kan gölüne çevirdi.

Türkiye’de Sokakları Ateşe Vermeye Çalışanlar

Türkiye de tarih boyunca sokaklarını terörün, kaosun ve yolsuzluğun pençesinden kurtarmak için mücadele vermiştir. 1970’ler ve 1980’lerde sağ-sol çatışmaları, 1990’larda PKK terörünün şehirleri hedef alması, 2013’te Gezi olayları gibi hadiseler, sokakları yangın yerine çevirmeye çalışan girişimlerdi. Bu olaylar incelendiğinde ortak bir yön göze çarpıyor: Halkın manevi değerlerden koparılması, gençlerin öfke ile doldurulması ve adalet duygusunun zedelenmesi.

Bu kaos planlarının en büyük destekleyicileri ise yolsuzluk bataklığına saplanmış güç odaklarıdır. Tarihte de günümüzde de, yolsuzluğa bulaşan yöneticiler veya gruplar, dikkatleri kendi suçlarından uzaklaştırmak için halkı birbirine düşürmeyi seçmiştir. Bu yüzden sokaklar kışkırtılmış gençlerle, öfke dolu kalabalıklarla doldurulmakta, terör olayları bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Çözüm: Maneviyatı ve Adaleti Yeniden İnşa Etmek

Bir toplumun sokakları barut fıçısı gibi olmaya başladıysa, bu o toplumun manevi ve ahlaki değerlerden uzaklaştığının göstergesidir. Geçmişte büyük milletleri ayakta tutan en önemli unsurlar, adalet, ahlak, maneviyat ve birlik ruhuydu.

Eğitim ve Ahlak: Gençlerin öfke ile doldurulması yerine, ahlaki ve manevi eğitimle donatılması gerekir. Sokakların huzurlu olması için bireylerin kalplerinin huzurla dolması şarttır.

Adaletin Tesisi: Yolsuzluk ve adaletsizlik ortadan kalkmadıkça, halkın öfkesi söndürülmez. Adil bir yönetim, kaosu engellemenin en önemli yoludur.

Toplumsal Birlik: Bölünmüş, kutuplaştırılmış bir toplum her zaman dış güçlerin ve terör gruplarının hedefi olmuştur. İnsanları ayrıştıran değil, birleştiren değerler öne çıkarılmalıdır.

Sonuç olarak, sokakları yakan ateşi söndürmenin yolu, insanların kalbindeki manevi boşluğu doldurmaktan geçer. Tarihten ibret almak ve geçmiş hataları tekrarlamamak için adalet ve ahlakı yeniden inşa etmeliyiz. Yoksa, barut fıçısına dönen sokaklar, eninde sonunda hepimizi ateşin içine çekecektir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

HADDİNİ AŞAN BM İFADESİ

HADDİNİ AŞAN BM İFADESİ

“BM İnsan Hakları Konseyi, İmamoğlu’yla birlikte en az 92 kişinin gözaltına alınmasından ve bazılarının tutuklanmasından büyük endişe duyduklarını belirterek, gözaltına alınan gazeteci ve protestocuların serbest bırakılmasını talep etti.” İsrailin zulmünü durduramayan BM, o kadar insan ölüp hala kan akmaya devam ederken,bizim iç işlerimize karışarak haddini ve hududunu aşıp hadsizce bizdeki yolsuzluk ve terörü örtmeye çalışıyor.

Haddini Aşan BM ve Çifte Standartlar

Dünya siyasetinde çifte standart, artık şaşırmadığımız bir gerçek. Güçlülerin çıkarlarını koruyan, mazlumları ise sadece kınayan uluslararası kuruluşlar, adaletin değil, güç dengelerinin temsilcileri haline gelmiş durumda. Bunun en bariz örneklerinden biri de Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi’nin Türkiye’ye yönelik açıklamalarıdır.

BM’nin Çifte Standardı ve İsrail Zulmü

BM, Filistin’de yaşanan soykırımı, binlerce masum çocuğun, kadının ve yaşlının katledilmesini, hastanelerin bombalanmasını ve açlıktan ölümleri yalnızca “endişeyle” izleyen bir yapı olarak biliniyor. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü açık insanlık suçlarına karşı hiçbir yaptırım kararı alamayan bu örgüt, Türkiye’deki hukuki süreçlere müdahale etme cüretini gösteriyor.

İsrail’in 1948’den beri devam eden işgalini, milyonlarca insanı yerinden etmesini, BM kararlarını hiçe saymasını engelleyemeyen bu yapı, Türkiye’de yapılan bir operasyonu bahane ederek demokrasi ve insan hakları nutukları atıyor. Bu, tam anlamıyla iki yüzlülüktür.

Türkiye’nin İç İşlerine Müdahale Girişimi

BM İnsan Hakları Konseyi, son açıklamalarında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’yla birlikte gözaltına alınan bazı isimlerin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Bu, açıkça Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmek anlamına gelir.

Türkiye’de yürütülen yolsuzluk, terör bağlantıları ve suç örgütlerine yönelik operasyonlar, tamamen bağımsız yargının yürüttüğü hukuki süreçlerdir. Ancak BM, sanki Türkiye’de devlet ve yönetim yokmuş, hukuk işlemiyormuş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Aynı BM, Avrupa’da ve ABD’de gerçekleşen siyasi operasyonlara tek kelime etmezken, Türkiye’yi hedef alıyor.

Bu açıklama sadece hadsizlik değil, Türkiye’deki yolsuzlukları ve terörle bağlantılı kişi ve grupları aklamaya yönelik bir çabadır.

Asıl Endişe: Türkiye’nin Bağımsız Tavrı

BM ve benzeri yapılar, Türkiye’nin bağımsız duruşundan, kendi politikasını belirlemesinden ve Batı’nın çizdiği sınırlara bağlı kalmamasından rahatsızdır.

Türkiye’nin Filistin davasına verdiği güçlü destek,

Terörle mücadelede kararlı tavrı,

Yerli ve milli savunma sanayisini geliştirmesi,

Enerji bağımsızlığına yönelik attığı adımlar gibi gelişmeler, Batı için bir tehdittir. Bu yüzden, iç siyaseti karıştıracak hamlelerle Türkiye’yi baskı altına almaya çalışıyorlar.

Sonuç: Kendi Değerlerimize Sahip Çıkmalıyız

BM gibi kurumların açıklamalarına itibar edilmemeli ve Türkiye kendi bağımsız politikalarını kararlılıkla sürdürmelidir. Eğer birileri gerçekten insan haklarını savunmak istiyorsa, önce Filistin’deki zulmü durdurmalı, Myanmar’daki soykırımı engellemeli, Suriye’de milyonlarca insanın yerinden edilmesine karşı çıkmalıdır.

Türkiye, adaletin ve bağımsızlığın tarafında durmaya devam etmeli, uluslararası çifte standartlara boyun eğmemelidir.

 

 

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

DESİSE VE NEFSİ BESLEYEN GÜNAHLAR

DESİSE VE NEFSİ BESLEYEN GÜNAHLAR[1]

DESİSE

Desise kelimesi, Arapça asıllı olup Türkçede “hile, tuzak, aldatmaca, entrika, sinsi plan” gibi anlamlara gelmektedir. Daha çok olumsuz bir anlamda kullanılır ve bir kimsenin başkasına zarar vermek amacıyla kurduğu gizli planları ifade eder.

Desise’nin Kullanım Alanları

1. Günlük Dil: Kötü niyetli gizli planlar için kullanılır.

2. Edebiyat: Özellikle Osmanlı dönemi edebi metinlerinde hile ve entrika anlamında geçer.

3. İslami Literatür: İslam tarihi ve dini metinlerde, münafıkların, şeytanın ve düşmanların hileleri anlamında kullanılmıştır.

Desise’nin Kuran-ı Kerim’deki Karşılıkları

Kuran-ı Kerim’de desise anlamına gelen çeşitli kelimeler yer almaktadır:

1. “Mekr” (مَكْرٌ) – Hile, Aldatma

“Mekr” kelimesi, özellikle kötü niyetli insanların hilelerini ifade etmek için kullanılır. Ancak bazen Allah’ın kafirlere karşı yaptığı karşılık verme anlamında da geçer:

“Onlar hile yapıyorlar, Allah da onların hilesine karşılık veriyor. Allah, hile yapanların cezasını en iyi verendir.” (Enfal, 8/30)

Burada, müşriklerin İslam’ı yok etmek için yaptıkları desiselerin, Allah tarafından boşa çıkarıldığı vurgulanmaktadır.

2. “Keyd” (كَيْدٌ) – Tuzak, Hile

Keyd kelimesi genellikle düşmanların ve şeytanın gizli oyunlarını ifade eder. Kuran’da şeytanın insanlara karşı kurduğu tuzaklar için şu ifade kullanılmıştır:

“Şüphesiz ki şeytanın tuzağı (keydu’ş-şeytan) zayıftır.” (Nisa, 4/76)

Bu ayette, şeytanın desiseleri ne kadar kuvvetli görünse de, iman edenler için aslında zayıf olduğu belirtilmektedir.

3. “Gurur” (غُرُورٌ) – Aldatma, Kandırma

Gurur kelimesi, insanları dünyaya meylettirerek ahireti unutturma anlamında bir desise aracı olarak kullanılır:

“Dünya hayatı ancak bir aldatmacadır.” (Hadid, 57/20)

Dünya hayatının geçici ve yanıltıcı olduğu vurgulanarak, bu aldanışa kapılmamak gerektiği ifade edilir.

Hadis-i Şeriflerde Desise ile İlgili Kullanımlar

1. Hile ve Entrikanın Kötülenmesi

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman 164)

Bu hadis, aldatmanın ve hilenin İslam’da kesinlikle yasak olduğunu ve mümin ahlakıyla bağdaşmadığını açıkça belirtmektedir.

2. Şeytanın Desiseleri

Hadislerde, şeytanın insanları kandırmak için kurduğu tuzaklara dikkat çekilir:

“Şeytan insana önce küçük günahları güzel gösterir, sonra büyük günahları süsleyerek ona sunar.” (Tirmizi, Zühd 4)

Bu hadis, şeytanın insanı aşamalı olarak nasıl aldattığını ve desise kurduğunu açıkça anlatmaktadır.

Sonuç

Desise, genellikle kötü niyetli plan ve hile anlamında kullanılan bir kelimedir. Kuran-ı Kerim’de “mekr”, “keyd” ve “gurur” gibi kelimeler bu anlamı karşılamakta ve münafıkların, kafirlerin ve şeytanın desiselerine karşı dikkatli olunması gerektiği vurgulanmaktadır. Hadis-i şeriflerde ise hilekarlık şiddetle yasaklanmış, dürüstlüğün müminin temel vasfı olduğu belirtilmiştir.

@@@@@

وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ
Şems. 10. Ayetin izahı üzerine:

Nefsi Temizleyen Kurtulur, Onu Kirleten Ziyana Uğrar.

Allah Teâlâ, Şems Suresi 9-10. ayetlerinde insanın manevi yükselişini ve çöküşünü şöyle bildirmektedir:

“Onu (nefsini) temizleyen kurtuluşa ermiştir. Onu kirleten ise hüsrana uğramıştır.” (Şems, 91/9-10)

Bu ayet, insanın iç dünyasında yaşadığı nefis terbiyesi mücadelesini ve bu mücadelenin nihai sonucunu vurgular. Ayette geçen دَسّٰيهَا (dessâhâ) kelimesi, “onu (nefsi) kirleten, alçaltan, günahlarla karartan” anlamına gelir. Klasik ve çağdaş tefsirlerde bu ayet nefsin tezkiyesi (arınması) ve tersi olan nefsi kirletme bağlamında genişçe ele alınmıştır.

1. Ayetin Tefsiri ve Açıklamaları

a) Nefsi Temizlemek: Tezkiyetün-Nefs

İslam âlimleri, “Onu (nefsini) temizleyen kurtuluşa ermiştir.” ayetini “Tezkiyetün-nefs” kavramıyla açıklarlar. Tezkiye, nefsi günahlardan, kötü ahlaktan, gafletten ve haramlardan arındırmak demektir.

İbn Kesîr bu ayeti şöyle yorumlamaktadır:

> “Nefsini tezkiye eden kişi, iman ve salih amellerle onu arındıran kimsedir. Bu kimse hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erer.”

Elmalılı Hamdi Yazır da benzer bir şekilde şu yorumu yapar:

> “Nefsini temizleyerek onu günahlardan ve kötülüklerden koruyarak Allah’ın rızasına uygun hâle getiren kişi felaha, yani ebedî saadete ulaşır.”

Demek ki nefsin temizlenmesi, iman, salih amel, zikir, sabır, ihlas ve ihsan ile mümkündür.

b) Nefsi Kirletmek: “Dessâhâ”

“Onu (nefsini) kirleten hüsrana uğramıştır.” ifadesinde geçen دَسّٰيهَا (dessâhâ) kelimesi, “onu karartan, günaha boğan, alçaltan” anlamına gelir.

Râzi bu ayeti şöyle açıklar:

> “Nefsini şehvetlere, günahlara ve dünya sevgisine teslim eden kişi, onu kirletmiş ve alçaltmıştır. Böyle bir insan, dünyada da ahirette de ziyana uğrayacaktır.”

Nefsi kirletmek, onu günahlarla karartmak, haramlara bulaştırmak, gaflete düşürmek ve şeytana uymak anlamına gelir.

Bu açıdan, nefsi kirleten şeyler arasında kibir, haset, riya, dünya sevgisi, israf, şehvet düşkünlüğü ve gaflet gibi kötü huylar sayılır.

2. Nefsin Temizliği ve Kirliliği Üzerine Hikmetli Düşünceler

a) Nefis, Ya Yükselir Ya da Alçalır

Bu ayet, insanın nefsiyle iki temel yolu olduğunu gösterir:

1. Nefsini temizleyerek yüceltenler: Bunlar takva sahipleri, salih kullar ve Allah’a yönelenlerdir.

2. Nefsini kirleterek hüsrana uğrayanlar: Bunlar dünya hırsına kapılan, haramlara dalan, günahları süsleyenlerdir.

İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinde der ki:

> “Nefsini tezkiye etmeyen, onu kendi başına bırakan kimse, bir tarlayı ekmeyen çiftçiye benzer. O tarla, zamanla dikenler ve zararlı otlarla dolar.”

Bu söz, nefis terbiyesi olmayan insanın nasıl yozlaştığını açıkça anlatmaktadır.

b) Şeytan ve Nefsin Desiseleri

Bediüzzaman Said Nursî, nefsin kirlenmesinde en büyük sebebin şeytanın vesveseleri ve dünyanın aldatıcı süsleri olduğunu belirtir:

> “Nefis kendini beğenir, kusurunu görmez. Hatta fâsık olsa da kendini temiz görür. Fıskı içinde bir nevi istikamet vehmeder.” (Sözler, 26. Söz)

Bu ifade, nefsin en büyük aldatmacalarından birinin kişinin kendi hatalarını görmemesi olduğunu gösterir. Nefsini temizlemek isteyen kişi, öncelikle onun hastalıklarını teşhis etmeli ve kendisini sürekli muhasebeye çekmelidir.

3. Nefsi Temizlemenin Yolları

a) Tövbe ve İstiğfar

Nefsi temizlemenin en temel yolu tövbe etmektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), sık sık istiğfar ederdi ve bizlere de şu şekilde dua etmeyi öğretmiştir:

> “Allah’ım! Nefsime takvâ nasip et ve onu arındır. Sen onu arındıranların en hayırlısısın.” (Müslim, Zikir 72)

Bu dua, nefsin ancak Allah’ın yardımıyla temizlenebileceğini gösterir.

b) Zikir ve Salih Amellerle Kalbi Aydınlatmak

Kalp, nefsin aynasıdır. Eğer nefis günahlarla kirlenirse, kalp de karanlıklaşır. Zikir, nefsi arındıran en güçlü ilaçtır:

> “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28)

Zikir, nefsi Allah’a yaklaştırır, dünya sevgisini azaltır ve günahlardan korur.

c) Kötü Arkadaşlardan ve Ortamlardan Uzak Durmak

Nefsin temizlenmesi için çevrenin de temiz olması gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:

> “Kişi dostunun dini üzeredir. O hâlde kiminle dostluk kurduğunuza dikkat edin!” (Tirmizî, Zühd 45)

Bu hadis, kötü insanların nefsi nasıl kirletebileceğini ve güzel dostların onu nasıl arındırabileceğini gösterir.

Sonuç: Kurtuluşun Yolu Nefsini Temizlemektir

Şems Suresi 10. ayeti bize insanın iç dünyasındaki en büyük mücadelenin nefisle olduğunu göstermektedir. Nefsini arındıran, Allah’a yönelen ve kötü huylardan sakınan kişi kurtuluşa erer.

Ancak nefsini dünya sevgisi, günahlar, kibir ve şehvetle kirleten kişi, hüsrana uğrar. Çünkü bu kişi, nefsinin esiri olmuş ve Rabbini unutmuştur.

Bu yüzden tövbe, zikir, ibadet, salih ameller ve güzel ahlak ile nefis sürekli terbiye edilmelidir. Aksi takdirde, insan desiselerle aldanır ve ziyan edenlerden olur.

Allah bizleri nefislerini temizleyenlerden ve kurtuluşa erenlerden eylesin. Amin!

@@@@@@@

Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı’nda Desise ve Dessas konusunda ne gibi tesbitlerde bulunmuştur?
Özellikle nefsin desiselerinden nasıl bahsetmektedir?

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda “desise” ve “dessas” kavramlarını, özellikle şeytanın ve nefsin insanı hak yoldan saptırmak için kullandığı hileler ve aldatmacalar bağlamında ele alır. Bu kavramlar, insanın imanını zayıflatmak, ihlasını bozmak ve manevi ilerleyişini engellemek için kullanılan tuzakları ifade eder. Bediüzzaman, bu tuzakların fark edilmesi ve bunlara karşı korunulması gerektiğini vurgulayarak, Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde akıl, kalp ve ruhun korunması için yol gösterir. Özellikle nefsin desiseleri, insanın kendi içindeki en büyük mücadele alanlarından biri olarak değerlendirilir ve bu konuda derin tesbitlerde bulunulur.

### Desise ve Dessas Kavramları Üzerine Genel Tesbitler
Bediüzzaman, “desise”yi hile, aldatma ve tuzak anlamında kullanır; “dessas” ise bu hileleri ustalıkla planlayan ve uygulayan varlık ya da özellik olarak karşımıza çıkar. Şeytan ve nefis, bu bağlamda en önde gelen dessaslar olarak tanımlanır. Külliyat’ta, özellikle *Mektubat* ve *Lem’alar* gibi eserlerde, şeytanın ve nefsin desiselerine karşı insanı uyaran bölümler bulunur. Bediüzzaman’a göre, bu desiseler genellikle insanın zayıf damarlarından (enaniyet, korku, tembellik, dünya sevgisi gibi) istifade edilerek devreye sokulur. Şeytanın dışsal bir düşman, nefsin ise içteki bir dessas olduğu belirtilir; nefis, insanı kendi arzuları ve hevesleriyle kandırarak şeytanla iş birliği yapar.

*Mektubat*’ın Yirmi Dokuzuncu Mektup’unda, “Altıncı Risale olan Altıncı Kısım”da şeytanın altı desisesi detaylı bir şekilde ele alınır. Bu bölümde, şeytanın insanı aldatmak için kullandığı yöntemler sıralanır ve her birinin nasıl bir tuzak olduğu açıklanır. Bediüzzaman, bu desiselerin Kur’an talebelerini ve iman hizmetinde bulunanları hedef aldığını ifade eder. Şeytanın ve nefsin ortak amacı, insanı Allah’a kulluktan uzaklaştırmak ve dünya hayatına bağlamaktır.

### Nefsin Desiselerine Dair Özel Tesbitler
Nefsin desiseleri, Bediüzzaman’ın eserlerinde sıkça vurgulanan bir konudur. Nefis, insanın kendi bünyesinde taşıdığı bir düşman olarak görülür ve şeytanla iş birliği yaparak insanı aldatır. Bediüzzaman, nefsin bu hilelerini özellikle insanın enaniyet (benlik), tembellik, heva ve heves gibi zayıf yönlerinden yararlanarak ortaya koyduğunu belirtir. Nefsin desiselerine dair bazı önemli tesbitler şunlardır:

1. **Enaniyet (Benlik) Üzerinden Aldatma**: Nefis, insana kendini beğendirme ve üstün görme hissi vererek onu aldatır. Bediüzzaman, *Mektubat*’ta, enaniyetin “insanda en tehlikeli damar” olduğunu söyler. Nefis, bu damarı okşayarak insanı hakikatlerden uzaklaştırır, ona “Sen her şeyi bilirsin, başkalarına ihtiyacın yok” gibi yanlış bir kanaat telkin eder. Bu, kişinin tevazudan uzaklaşmasına ve kendini beğenmişliğe kapılmasına yol açar.

2. **Dünya Sevgisi ve Heveslerin Peşinden Koşma**: Nefis, insana geçici dünya lezzetlerini cazip göstererek onu ebedi hakikatlerden uzak tutar. *Sözler*’de, nefsin insanı “hevesat-ı nefsaniye” (nefsin arzuları) ile oyaladığı belirtilir. Bediüzzaman, bu desisenin insanı ahiret hazırlığından alıkoyduğunu ve malayani (boş) işlerle vakit kaybettirdiğini ifade eder.

3. **Tembellik ve Rahat Düşkünlüğü**: Nefis, insanı ibadet ve hizmetten uzaklaştırmak için tembellik damarını kullanır. *Lem’alar*’da, nefsin “Bugün dinlen, yarın yaparsın” gibi telkinlerle insanı ertelemeye sevk ettiği anlatılır. Bu, kişinin manevi vazifelerini ihmal etmesine ve zamanını boşa harcamasına neden olur.

4. **Korku ve Vesvese Yoluyla Zayıflatma**: Nefis, şeytanla iş birliği yaparak insana korkular ve vesveseler telkin eder. Örneğin, *Şualar*’da, nefsin insana “Ya başarısız olursan, ya zarar görürsen” gibi düşünceler aşıladığı belirtilir. Bu desise, kişinin cesaretini kırarak harekete geçmesini engeller.

5. **Riya ve Gösteriş Tuzağı**: Nefis, ibadet ve hizmetleri bile riyaya bulaştırarak ihlası bozar. Bediüzzaman, *İhlas Risalesi*’nde (21. Lem’a), nefsin insana “Başkaları seni görsün, takdir etsin” düşüncesi vererek amellerin samimiyetini zedelediğini söyler. Bu, kişinin Allah rızasından ziyade insan beğenisine yönelmesine yol açar.

### Nefsin Desiselerine Karşı Çözüm Yolları
Bediüzzaman, nefsin bu hilelerine karşı Kur’an’dan ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnetinden ilhamla çözüm yolları sunar:
– **İhlas ve Samimiyet**: Nefsin riya tuzağına karşı, her işi sadece Allah rızası için yapmak gereklidir. İhlas, nefsin desiselerini etkisiz hale getiren en güçlü silahtır.
– **Tefekkür ve Ölüm Zikri**: Nefsin dünya sevgisine karşı, ölümü ve fani hayatın geçiciliğini sıkça hatırlamak önerilir. *Sözler*’de, “Lezzetleri tahrip eden ölümü çok zikrediniz” denilerek bu yöntem vurgulanır.
– **İstidatların Allah’a Yöneltilmesi**: Nefsin enaniyetini kırmak için, insanın sahip olduğu kabiliyetleri kendi malı gibi görmemesi, bunları Allah’ın bir emaneti olarak bilmesi gerektiği belirtilir.
– **Dua ve İstiğfar**: Nefsin vesveselerine karşı dua ve istiğfar, kalbi temizleyen ve insanı koruyan bir kalkan olarak sunulur.

### Sonuç
Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı’nda nefsin desiselerini, insanın içindeki en sinsi ve tehlikeli düşman olarak tanımlar. Nefis, şeytanla iş birliği yaparak insanı zayıf yönlerinden vurur ve onu Allah yolundan alıkoymaya çalışır. Ancak, bu desiselere karşı Kur’an’ın nuruyla donanmış bir akıl ve kalp, nefsin hilelerini boşa çıkarabilir. Bediüzzaman’ın tesbitleri, insanın kendini tanıması, zayıf noktalarını fark etmesi ve manevi bir mücadeleyle bu tuzaklardan kurtulması için rehber niteliğindedir. Bu yaklaşım, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde iman ve ihlasın korunmasına katkı sağlar.

@@@@@@

Desise:
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Desise
Dessas:
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Dessas

 

************ 

 

NEFSİ BESLEYEN GÜNAHLAR

Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler Işığında Bir Değerlendirme

İnsan, dünya hayatında hem maddi hem de manevi yönleri olan bir varlıktır. Manevi yönünü temsil eden ruh, Allah’a yönelmeyi isterken; nefis ise genellikle hevâ ve hevesine uymaya meyillidir. Nefis, eğer terbiye edilmezse insanı günahlara sürükler ve manevi çöküşe neden olur. Kuran-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde nefsin nasıl terbiye edilmesi gerektiği vurgulanmış, onu besleyen günahlardan sakınmanın önemi bildirilmiştir.

1. Nefsi Besleyen Başlıca Günahlar

a) Kibirlilik ve Gurur

Kibir, insanın kendisini başkalarından üstün görmesi, Allah’a boyun eğmekten uzaklaşmasıdır. Kuran’da şeytanın Adem’e secde etmeyi reddetmesi kibir yüzünden olmuştur:

“Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” (Sad, 38/76)

Kibirli insanlar, hakkı kabul etmekten kaçınır ve kendilerini geliştirmezler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) de kibir hakkında şöyle buyurmuştur:

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir.” (Müslim, İman 147)

b) Şehvet ve Zinaya Yaklaşmak

İslam, insanın cinsel isteklerini meşru yollarla tatmin etmesini istemiş, ancak şehvetin aşırılığına ve zinaya karşı ciddi uyarılarda bulunmuştur:

“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra, 17/32)

Peygamberimiz (s.a.v) de şöyle buyurur:

“Gözün zinası bakmaktır, dilin zinası konuşmaktır, nefsin zinası arzulamaktır, elin zinası tutmaktır, ayakların zinası ise zinaya gitmektir.” (Buhari, Rikak 22)

Şehvetin kontrolsüzlüğü insanı maddi ve manevi felaketlere sürükleyebilir.

c) İsraf ve Lüks Tutkusu

Nefis, daima daha fazlasını ister. Harcamada aşırılık, gösterişe düşkünlük, israf, insanı Allah’tan uzaklaştıran durumlardandır:

“Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31)

Lüks tutkusu, insanda dünya sevgisini artırarak ahireti unutturabilir.

d) Gıybet ve Kötü Söz Söylemek

Gıybet, İslam’da büyük günahlar arasında sayılmıştır. Kuran’da şöyle buyurulur:

“Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Birbirinizi arkanızdan çekiştirmeyin. Hanginiz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır?” (Hucurat, 49/12)

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.” (Buhari, İman 4)

Dilin kontrol edilmemesi, nefsin en çok beslendiği günahlardan biridir.

2. Nefsi Terbiye Etmenin Yolları

Tefekkür ve Ölümü Hatırlamak: Nefsi frenlemek için ölümün kaçınılmaz olduğunu unutmamak gerekir.

Oruç ve İbadet: Oruç, nefsin arzularını kontrol altına almayı sağlar.

Zikir ve Dua: Allah’ı sürekli anmak, nefsi terbiye eden en güçlü araçlardandır.

Salih İnsanlarla Beraber Olmak: Kötü arkadaş nefsi azdırırken, iyi insanlar nefsi güzelleştirir.

Sonuç

Nefsini besleyen günahlardan kaçınmak, insanı huzura ve manevi olgunluğa ulaştırır. Kuran ve hadisler doğrultusunda nefsimizi kontrol altına almak, hem dünyada hem de ahirette huzur bulmamızı sağlar. Çünkü gerçek saadet, nefsin isteklerine değil, Allah’ın rızasına uymakta saklıdır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=12ovkx-XB5g

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025

OLUMLU DUYGULARI BESLEYEN OLUMSUZ DUYGULAR

OLUMLU DUYGULARI BESLEYEN OLUMSUZ DUYGULAR[1]

Tıpkı gübre gibi.
Tohumun iç yapısına etki etmekten ziyade,dış yapının gelişimine hizmet etmektedir.

Hayat, zıtlıkların hareket ettiği bir sahnedir. Gündüz geceyi, sevinç hüznü, kazanç kaybı tamamlar. Bu zıtlıklar, birbiriyle çatışan düşmanlar değil, aksine birbirini anlamlı kılan dostlardır. Özellikle duygular dünyasında, olumsuz gibi görünen hisler, çoğu zaman olumlu duyguların tohumlarını taşır. Önemli olan, bu tohumları fark etmek ve onları bilinçli bir şekilde yeşertmektir.

### 1. Hüzün ve Şükran: Kaybın Öğrettiği Değer
Hüzün, çoğu zaman istenmeyen bir misafir gibi kapımızı çalar. Bir sevdiğimizin kaybı, bir hayalin yıkılması ya da bir hedefe ulaşamamak… Ancak hüzün, sadece bir boşluk oluşturmaz; aynı zamanda o boşluğun içini dolduracak bir farkındalık sunar. Kaybettiğimiz bir şeyin değerini, ancak onu kaybettiğimizde anlarız. Bu, şükran duygusunun en güçlü öğretmenlerinden biridir.

Mesela, bir hikâyeyi hatırlayalım: Osmanlı döneminde bir derviş, her gün şükretmek için bir taş toplar ve bir torbaya koyarmış. Yıllar geçtikçe torba dolmuş, ama bir gün torbayı kaybedivermiş. Derviş, torbasını kaybettiği için önce derin bir hüzne kapılmış. Ancak sonra fark etmiş ki, torbadaki taşlar aslında sadece birer semboldü; asıl şükran, onun kalbinde birikmişti. Hüzün, ona sahip olduğu nimetleri yeniden hatırlatmış ve şükran duygusunu daha da derinleştirmiş.

Hikmet: Hüzün, sahip olduklarımızın kıymetini bilmemizi sağlar. Eğer her zaman mutlu olsaydık, elimizdekilerin değerini fark edemez, şükran duygusunu bu kadar derinden hissedemezdik.

### 2. Korku ve Cesaret: Karanlığın Işığı
Korku, insan ruhunun en kadim duygularından biridir. Tehlike anında hayatta kalmamızı sağlar, ama aynı zamanda bizi hareketsiz bırakabilir. Ancak korkunun bir de öteki yüzü vardır: Cesaret. Cesaret, korkunun yokluğu değil, korkuya rağmen harekete geçmektir.

Bir düşünelim: Bir dağcı, zirveye tırmanırken uçurumun kenarında korku hisseder. Bu korku, onun daha dikkatli olmasını, adımlarını daha bilinçli atmasını sağlar. Eğer korku olmasaydı, dağcı belki de dikkatsizce hareket eder ve düşerdi. İşte korku, cesaretin zeminini hazırlar. Zirveye ulaştığında hissettiği zafer duygusu, korkunun varlığı sayesinde daha anlamlı hale gelir.

İbret: Korku, cesaretin ham maddesidir. Eğer korkularımızla yüzleşmezsek, cesaretin ne olduğunu asla bilemeyiz. Olumsuz bir duygu gibi görünen korku, aslında bizi daha güçlü ve kararlı bir insan olmaya iter.

### 3. Öfke ve Adalet: Haksızlığa Karşı Bir Kalkış
Öfke, genellikle yıkıcı bir duygu olarak görülür. Kontrol edilmediğinde ilişkileri zedeler, kalpleri kırar. Ancak öfke, aynı zamanda bir enerji kaynağıdır ve doğru yönlendirildiğinde adalet duygusunu besler. Tarih boyunca, haksızlıklara karşı mücadele eden pek çok insan, öfkelerini bir motivasyon kaynağı olarak kullanmıştır.

Bir örnek düşünelim: Bir köylü, ailesinin geçimini sağlayan tarlasını haksız yere bir zorbaya kaptırmış. İlk tepkisi öfke olmuş, ama bu öfkeyi bir intikam ateşine dönüştürmek yerine, hakkını aramak için bir yola dönüştürmüş. Öfkesi, ona pes etmek yerine mücadele etme gücü vermiş. Sonunda, adalet yerini bulmuş ve köylü, sadece kendi tarlasını değil, köydeki diğer mazlumların da haklarını savunmuş.

Düşündürücü Nokta: Öfke, bir uyarı işaretidir. Bize bir şeylerin yanlış gittiğini söyler. Eğer bu enerjiyi yapıcı bir şekilde kullanırsak, öfke adaletin, hakkaniyetin ve değişimin tohumu olabilir.

### 4. Pişmanlık ve Bilgelik: Hataların Mirası
Pişmanlık, belki de en ağır duygulardan biridir. Geçmişte yaptığımız bir hata, söylemediğimiz bir söz ya da kaçırdığımız bir fırsat… Pişmanlık, ruhumuzu kemiren bir duygu gibi hissedilebilir. Ancak aynı zamanda, pişmanlık bize bilgelik kazandırır. Hatalarımız, en büyük öğretmenlerimizdir.

Bir hikâye ile düşünelim: Bir tüccar, gençliğinde bir dostuna haksızlık etmiş ve bu dostunu kaybetmiş. Yıllar boyunca bu pişmanlık onu rahatsız etmiş. Ancak bir gün, bu pişmanlık onu harekete geçirmiş. Tüccar, dostunu bulmuş, ondan özür dilemiş ve ilişkilerini yeniden inşa etmiş. Dahası, bu deneyim ona başkalarına karşı daha adil ve merhametli olmayı öğretmiş. Pişmanlık, onun ruhunu temizlemiş ve bilgeliğini artırmış.

Hikmet: Pişmanlık, geçmişin yükü değil, geleceğin rehberidir. Bize beraberinde bilgelik getirir.

### Sonuç: Zıtlıkların Faaliyetleri
Hayat, bir madalyonun iki yüzü gibidir. Olumlu ve olumsuz duygular, birbirinden bağımsız varlıklar değil, birbirini tamamlayan bütünlerdir. Hüzün olmadan şükran, korku olmadan cesaret, öfke olmadan adalet, pişmanlık olmadan bilgelik tam anlamıyla var olamaz. Önemli olan, olumsuz duyguları birer düşman olarak görmek yerine, onları birer öğretmen olarak kabul etmektir.

Unutmayalım ki, bir bahçede çiçeklerin büyümesi için sadece güneş ve su yetmez; toprağın karanlığı, soğuk geceler ve hatta fırtınalar da gereklidir. İnsan ruhu da böyledir. Olumsuz duygular, ruhumuzun toprağını işler, olumlu duyguların çiçek açması için zemin hazırlar.

Düşündürücü bir soruyla bitirelim: Eğer hayatınızda hiç olumsuz bir duygu olmasaydı, olumlu duyguların değerini gerçekten anlayabilir miydiniz? Belki de asıl hikmet, bu zıtlıkların faaliyetinde saklıdır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=RCjDjIiPBYQ

Loading

No Responsesمارس 28th, 2025