KÂİNATIN SIRRINI GÖREN GÖZ: BASİRET İLE KÖRLÜK ARASINDAKİ PERDE

KÂİNATIN SIRRINI GÖREN GÖZ: BASİRET İLE KÖRLÜK ARASINDAKİ PERDE

“Görenedir görene, köre nedir köre ne!”

Bu veciz ifade, sadece bir tekerleme değil, varlığın sırrını ifşa eden muazzam bir anahtardır. Zira bu âlem, Sani-i Zülcelal’in kudret kalemiyle yazılmış, her satırı hikmet, her harfi ibret dolu mücessem bir kitaptır.

Fakat bu kitabı okumak, sadece baştaki “basar” (göz) ile değil, kalpteki “basiret” (kalp gözü) ile mümkündür.
“Ve Min Âyâtihi”: Kâinatın Zikri
Kur’an-ı Hâkim, pek çok suresinde insanı sarsarak uykudan uyandırır ve “Ve min âyâtihi…” (O’nun âyetlerindendir ki…) fermanıyla başlar. Gece ile gündüzün ihtilafından, dillerin ve renklerin çeşitliliğine; göklerin direksiz duruşundan, yağmurun ölü toprağı diriltmesine kadar her hadise, O’nun birer “imzası”, birer “mührü” ve açık birer mektubudur.
Eski zamanlarda bir bedeviye, “Rabbini nasıl bildin?” diye sorulduğunda, o saf ve berrak fıtratıyla şu cevabı vermiştir:
“Deve tezeği deveye, ayak izi yürüyene delalet eder. Şu burçlar sahibi gökyüzü, vadilerle dolu yeryüzü, dalgalı denizler; nasıl olur da Latîf ve Habîr olan Allah’a delalet etmez?”
İşte “gören” göz için, bir çiçek sadece bir bitki değildir; O, Cemil isminin bir tebessümüdür. Bir meyve sadece bir gıda değildir; Rezzak isminin şefkatli bir iltifatıdır. Her şey O’nu anlatır, O’nu söyler. Kâinattaki her zerre, hal lisanıyla “Ben kendi başıma olmadım, beni yapan bir usta var” diye haykırır.

Mana-yı Harfi ile Bakmak
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur’da beyan ettiği üzere, kâinata bakışın iki veçhesi vardır:
* Mana-yı İsmi: Şeye, kendisi namına bakmaktır. “Ne güzeldir” der. Bu bakış kısırdır, eksiktir ve nihayetinde maddeperestliğe kapı açar.
* Mana-yı Harfi: Şeye, Sanatkârı namına bakmaktır. “Ne güzel yapılmış” der. “Ne güzel bir sanat-ı İlahiyedir” der. İşte “Görenedir görene” sırrı buradadır.
Bir elmaya baktığında, sadece kırmızılığını ve tadını gören “kör” hükmündedir. Ancak o elmanın içindeki intizamı, o kuru daldan o şerbetli gıdanın süzülmesini, güneşle, suyla ve toprakla olan harika irtibatını gören; o elmanın arkasındaki “Dest-i Kudret”i öper. İhsan işte bu görüştür; ikram, bu farkındalığın verdiği lezzettir.

Köre Nedir, Köre Ne?

Peki, her yer O’nun âyetleriyle dolu iken, neden bazıları göremez?
Güneşin varlığını inkar etmek için gözü kapamak kâfidir. Gözünü kapayan, sadece kendine gece yapar; güneşi yok edemez. “Köre ne” tabiri, burada fiziki bir körlüğü değil, kalbi bir körlüğü; gafleti ve inadı tasvir eder.
Ülfet (alışkanlık) perdesi ve gaflet uykusu, mucizeleri sıradanlaştırır. Her gün doğan güneş, her bahar dirilen ağaçlar, alışkanlık yüzünden “tabiat” veya “tesadüf” denilerek geçiştirilir. Halbuki en büyük keramet, bu nizamın devamıdır.
Körlük; sebeplere takılıp, Müsebbibü’l-Esbab’ı (sebepleri yaratanı) görememektir. Perdeye bakıp, arkasındaki oynatanı fark edememektir. Mesele ışığın azlığı değil, gözün perdeliğidir.

Netice-i Kelam
Hayat, bir seyir ve temaşadır. Bu dünyadan göçüp giderken yanımızda götüreceğimiz yegâne sermaye, “O’nu tanımak ve O’nu sevmek”tir. Her şey O’nun âyetidir; kâinat mescidi O’nun zikriyle çınlamaktadır.
Gören göz için her yer “Huzur-u İlahi”dir.
Görmeyen için ise dünya, manasız bir karmaşa ve tesadüf yığınıdır.
Şairin dediği gibi:
“Cihan-ârâ cihan içindedir, ârâyı bilmezler,
O mâhîler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler.”
(Cihanı süsleyen [Allah] cihanın içindedir [eserleriyle görünür], ama arayanlar bilmezler. O balıklar ki denizin içindedir, ama denizi bilmezler.)

MAKALENİN ÖZETİ
Kâinat, Allah’ın varlığına ve birliğine şahitlik eden sonsuz deliller (âyetler) manzumesidir. “Görenedir görene” düsturu, eşyaya sadece maddi gözle değil, iman nuruyla ve hikmet nazarıyla (Mana-yı Harfi) bakmayı ifade eder. Her varlık, Yaratıcısını anlatan bir mektuptur. Ancak gaflet, ülfet ve inançsızlık, insanın manevi gözünü kör eder (“Köre ne”). Gören için her şey bir “ihsan” ve “ikram” iken, görmeyen (manevi kör) için hayat tesadüflerden ibaret manasız bir boşluktur. Asıl mesele, esbab perdesini yırtıp, arkasındaki Müsebbib’i görebilmektir.

KONUYLA İLGİLİ VE MÜRADİFİ AYETLER

Bu hakikati ders veren ve “O’nun âyetlerindendir” fermanıyla başlayan ayetlerden bazıları şunlardır:
> Rûm Suresi, 20. Ayet: “Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.”
> Rûm Suresi, 21. Ayet: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”
> Rûm Suresi, 22. Ayet: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”
> Fussilet Suresi, 53. Ayet: “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki) uçsuz bucaksız ufuklarda da kendi nefislerinde de onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?”
> Hac Suresi, 46. Ayet: “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler kör olmaz; fakat göğüslerdeki kalpler kör olur.”
> Câsiye Suresi, 3-4. Ayetler: “Şüphesiz göklerde ve yerde müminler için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır.”
>

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
21/12/2025