ALAK VE SÜLÜK BAĞLANTISI

ALAK VE SÜLÜK BAĞLANTISI

“Alak” (علق) kelimesi ile “Sülük” arasındaki münasebet, hem lügat manası (etimolojik) hem de bilimsel (embriyolojik) açıdan mucizevi bir benzerlik ve bağlantı ihtiva eder.

 

Bu iki kavram arasındaki fark ve benzerlikleri, İslami literatür ve modern bilim penceresinden şu şekilde maddeler halinde tasvir edebiliriz:

1. Lügat ve Etimolojik Bağlantı
Arapça’da “Alak” kelimesi çok geniş bir mana yelpazesine sahiptir. Lügat alimlerine göre bu kelimenin üç temel manası vardır ve şaşırtıcı bir şekilde “Sülük” bu manaların merkezinde yer alır:
* Asılı duran, tutunan şey: Bir yere yapışıp sarkan nesne.
* Kan pıhtısı: Koyu, donmuş kan.
* Sülük (Leech): Türkçede bildiğimiz, deriye yapışıp kan emen canlı.
Dolayısıyla; Arapçada “Sülük” hayvanına zaten “Alaka” denilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de insanın yaratılış evrelerinden biri olan “Alak”, ismini buradan alır.

2. Kur’an-ı Kerim’deki Yeri (Tefsir Açısı)
Cenab-ı Hak, Alak Suresi’nde insanın yaratılış safhasını anlatırken bu kelimeyi kullanır:
> “O, insanı ‘alak’tan yarattı.” (Alak Suresi, 96/2. Ayet)
>
Eski müfessirler, o günkü tıbbi bilgiler ışığında “Alak” kelimesini daha çok “donmuş kan pıhtısı” olarak tefsir etmişlerdir. Ancak kelimenin kökünde “yapışan, asılı duran ve sülük” manalarının da saklı olması, asırlar sonra anlaşılacak bilimsel bir hakikatin (isbatın) habercisidir.

3. Bilimsel Benzerlik ve Hakikat (Embriyoloji)
Modern tıp ve embriyoloji ilmi, anne rahmindeki ceninin ilk safhalarını incelediğinde, “Alak” ile “Sülük” arasında hayret verici benzerlikler keşfetmiştir. Bu, Kur’an’ın cihan şümul bir ilme sahip olduğunun isbatıdır:
* Şekil Olarak Benzerlik (Tasvir): Döllenmeden sonraki 3-4. haftalarda (24-25. günler), anne rahmindeki embriyo, mikroskop altında incelendiğinde şekil itibariyle tıpatıp bir “sülüğe” benzer.
* Beslenme Şekli (Fonksiyon): Sülük, konakçısının derisine yapışır ve onun kanıyla beslenir. Cenin de (Alak safhasında) anne rahminin duvarına (endometrium) kancalarıyla tutunur ve annenin kan damarlarından beslenmeye başlar. Tıpkı bir sülük gibi, hayat kaynağı annesidir.
* Asılı Durma: Cenin, rahim duvarına tutunarak boşlukta asılı bir vaziyette durur. Bu da kelimenin “asılı duran şey” manasıyla tam bir mutabakat içindedir.
4. Risale-i Nur Perspektifi
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, insanın yaratılışındaki bu safhaları, Allah’ın sanatının ve kudretinin bir tecellisi olarak görür. İnsanın “bir damla sudan” (nutfe), “yapışkan bir maddeden” (alak) bu mükemmel surete gelmesi, tesadüfün değil, bir Kast-ı Mahsus’un (özel bir iradenin) eseridir.
* İnsan mahiyetinin “Ahsen-i Takvim” suretinde yaratılışı anlatılırken, bu maddi değişimlerin arkasındaki manevi terbiye nazara verilir. Maddi olarak bir sülüğü andıran o basit başlangıçtan, kainatı tartacak bir akla ve şuura sahip insanın yaratılması, Sani-i Zülcelal’in kudretine en büyük delildir.

Hülasa: Tablo ile Karşılaştırma
| Özellik | Alak (Embriyo Safhası) | Sülük (Canlı Hayvan) |
|—|—|—|
| Kelime Manası | Asılı duran, yapışan şey. | Arapça karşılığı da “Alaka”dır. |

| Şekil | İlk haftalarda kıvrık, sülük şeklindedir. | Kıvrık, uzun gövdeli yapıdadır. |

| Beslenme | Annenin kanından beslenir. | Konakçının kanından beslenir. |

| Tutunma | Rahim duvarına sıkıca yapışır. | Deriye vantuzlarıyla yapışır. |

| Mahiyet | İnsanın ilk yaratılış maddesidir. | Bir hayvan türüdür. |

Netice olarak; Alak ve Sülük arasında bir zıtlık değil, muazzam bir “metaforik aynılık” vardır. Kur’an, bu kelimeyi seçerek, o dönemde mikroskop olmadığı halde, ceninin hem şeklini hem de beslenme tarzını mucizevi bir isabetle tasvir etmiştir.

✧✧

Modern embriyoloji ilmi bu safhaları keşfettikçe Kur’an’ın cihan şümul bir mucize olduğunu tekrar tekrar isbat etmektedir.

Kur’an’da Geçen Temel Yaratılış Safhaları
Cenab-ı Hak, Mü’minun Suresi’nde bu süreci şöyle beyan eder:
> “Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta (rahimde) nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et (mudga) haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (izam) çevirdik; bu kemikleri etle (lahm) kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mü’minun Suresi, 12-14. Ayetler)
>
Bu ayetlerdeki sıralama, modern embriyolojinin tespit ettiği kronolojik gelişimle birebir uyumludur:
1. Nutfe (نطفة) – Zigot / Damla
* Kelime Manası: Az su, damla, sızıntı.
* Bilimsel Karşılığı: Bu safha, erkeğin spermi ile kadının yumurtasının birleştiği “döllenme” anıdır. Modern tıpta buna “Zigot” denir. Kur’an, başka ayetlerde buna “Nutfe-i Emşac” (karışık damla) diyerek, genetik yapının (DNA) hem anne hem babadan gelen materyallerin karışımıyla oluştuğuna işaret eder.
* Özellik: İnsanın tüm genetik kodları, fiziksel yapısı, karakter özellikleri bu mikroskobik damlanın içine kader kalemiyle dercedilmiştir.
2. Alaka (علقة) – Tutunma / Asılı Durma
* Kelime Manası: (Bir önceki cevabımızda detaylandırdığımız üzere) Sülük, asılı duran şey, kan pıhtısı.
* Bilimsel Karşılığı: Döllenmeden yaklaşık 1 hafta sonra, zigot rahim duvarına gelir ve oraya bir sülük gibi yapışır (İmplantasyon).
* Özellik: Bu evrede cenin, annenin kanıyla beslenmeye başlar. “Alaka” kelimesi bu biyolojik fonksiyonu mucizevi bir surette tasvir eder.
3. Mudga (مضغة) – Çiğnenmiş Et Parçası
* Kelime Manası: Ağza alınıp çiğnenmiş, üzerinde diş izleri bulunan bir parça et.
* Bilimsel Karşılığı: Gebeliğin yaklaşık 4. haftasında (24-28. günler) embriyo, üzerinde boğum boğum yapılar (somitler) oluşturur.
* Özellik: Embriyoloji kitaplarındaki fotoğraflara bakıldığında, sırt kısmındaki bu omurga boğumlarının, tıpkı dişlenmiş bir sakız veya et parçası üzerindeki diş izlerine benzediği görülür. Kur’an’ın “Mudga” (çiğnenmiş et) tabiri, bu görsel şekli muazzam bir isabetle tarif eder.
4. İzam (عظام) ve Lahm (لحم) – Kemik ve Kas Oluşumu
* Kelime Manası: İzam (kemikler), Lahm (et/kas).
* Bilimsel Karşılığı: Ayetteki “Kemiklere çevirdik, sonra kemikleri etle kapladık” sıralaması çok mühimdir. Bilimsel olarak da anne karnında önce kıkırdak doku sertleşerek kemikleşme başlar (Ossifikasyon). Hemen akabinde kas dokusu oluşarak bu kemiklerin etrafını sarar ve giydirir.
* Özellik: Kemik ve kas oluşumunun eş zamanlı değil, ayette belirtildiği gibi kemiğin oluşumu ve ardından kasın onu sarması şeklinde (ardışık) gerçekleştiği, modern embriyolojinin yakın zamanda keşfettiği bir isbattır.
5. Neş’e-i Uhra (نشأة أخرى) – Başka Bir Yaratılış / Ruh Üflenmesi
* Mana: Başka bir inşa, yeni bir yaratılış.
* Bilimsel ve Derûnî Karşılığı: Bu safha, ceninin artık sadece biyolojik bir et yığını olmaktan çıkıp, insan suretini aldığı, ruhun üflendiği ve hareketlenmeye başladığı devredir. Artık o, işiten, hisseden ve insan olma istidadı taşıyan bir varlıktır.

Risale-i Nur’dan Bir Tefekkür Penceresi
Bediüzzaman Hazretleri, insanın bu yaratılış safhalarını, Allah’ın kudretinin, ilminin ve iradesinin en parlak delilleri olarak görür. Sözler mecmuasında, bu değişimlerin kör tesadüflerle veya sağır tabiatla olamayacağını şöyle tasvir eder:
“Evvela insanın vücuduna bak. Nasıl tavırdan tavıra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kast, bir irade ve bir ihtiyar altında mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve kalıptan kalıba girip çıktığını gör. ”
(İşaratü’l-İ’caz. 58)
Yani;
> Nutfe suyundan alaka, alakadan mudga, mudgadan azm ve lahm (kemik ve et), azm ve lahm’dan halk-ı cedid (yeni yaratılış) safhalarından, gayet dikkate şayan bir surette geçip, tâ insan suretini ve hayret-nümâ yapısını almıştır. Elbette şu tavırlar, o acib inkılablar; bir kast-ı mahsus ile ve bir hikmet-i hûşyar ile ve bir ilm-i muhit ile idare olunur.” (
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Alakadan )
>
Üstad burada, cansız ve şuursuz bir su damlasının; gören bir göze, işiten bir kulağa, düşünen bir beyne dönüşmesini, tabiat kavramıyla açıklamanın imkansızlığını, bunun ancak Alîm ve Hakîm bir Yaratıcı’nın eseri olduğunu vurgular.

Hülasa Tablosu
| Kur’an Kavramı | Embriyolojik Dönem | Özellik (Muhteva) |
|—|—|—|
| Nutfe | Zigot (0-1. Hafta) | Genetik kokteyl, karışım. |

| Alaka | İmplantasyon (2-3. Hafta) | Rahme yapışma, sülük şekli. |

| Mudga | Somite Dönemi (4. Hafta) | Çiğnenmiş et görünümü, omurga taslağı. |

| İzam | Kemikleşme (5-6. Hafta) | İskeletin belirmesi. |

| Lahm | Kaslanma (7. Hafta ve sonrası) | Kemiklerin kas ile sarılması. |

| Neş’e-i Uhra | Fetal Dönem (8. Hafta ve sonrası) | İnsan şeklinin tamamlanması, ruh. |

✧✧

ALAK (Kan pıhtısı) ve ALAKA (İlgi. Sevgi) BAĞLANTISI

“Alak” (embriyo/kan pıhtısı) ile “Alaka” (ilgi, sevgi, münasebet) kelimeleri arasında, sadece ses benzerliği değil, muazzam bir kök birliği ve mana bütünlüğü vardır. Arapça morfolojisine (sarf ilmi) ve yaratılış hikmetine göre bu iki kelime, “Ayn-Lam-Kaf” (ع-ل-ق) kökünden türemiştir.
Bu kök birlikteliği, insanın maddesi ile manası (ruhu) arasındaki şaşırtıcı bağlantıyı şöyle ortaya koyar:

1. Lügat Manası: “Asılı Olmak ve Tutunmak”
Her iki kelimenin de özündeki temel mana **”bir şeye asılmak, yapışmak, onsuz yapamamak ve ona muhtaç olmak”**tır.
* Biyolojik Olarak (Alak): Anne rahmindeki o ilk canlı yapı (embriyo), hayatta kalabilmek için rahim duvarına tutunmak, oraya yapışmak ve oradan beslenmek zorundadır. Eğer tutunamazsa düşer ve ölür.
* Psikolojik Olarak (Alaka): İnsanın kalbi ve aklı da bir şeye ilgi duyduğunda, manen ona tutunur. Zihnimiz bir konuya “alaka” gösterdiğinde, aslında o konuya kancasını atar ve zihin orada “asılı kalır”. Sevgi ve ilgi, ruhun bir şeye yapışmasıdır.

2. İnsanın Fıtratı: “Alakadar” Bir Varlık

Kur’an-ı Kerim’in insanı “Alak”tan yarattığını söylemesi, sadece biyolojik bir evreyi değil, insanın karakter yapısını (tabiatını) da tasvir eder.
* Maddi Yaratılış: İnsan madden bir kan pıhtısından (alak) gelmiştir.
* Manevi Yaratılış: İnsan manen de her şeyle “alakadar” (ilgili) bir varlıktır.
* İnsan sadece bedeniyle değil, duygularıyla da dünyaya, sevdiklerine, geçmişe, geleceğe, ebediyete ve en nihayetinde Yaratıcısına tutunma ihtiyacı hisseder.
* Nasıl ki “alak” (embriyo) rahimden koparsa ölür; insanın ruhu da “alaka” duyduğu hakikatlerden koparsa manen solar.

3. Risale-i Nur Penceresinden: “Cihan Şümul Alaka”
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, insanın bu “alaka” (ilgi ve tutunma) özelliğini kainat çapında ele alır. İnsanın fıtraten çok geniş bir alakaya sahip olduğunu şöyle ifade eder:
> “İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyâret etmek için, o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi, berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyâret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acâib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâya muhtaçtır.”(Sözler. 289)
>
Üstad’a göre insan, fıtratı gereği “sülük gibi” yapışkan bir meraka ve sevgiye sahiptir. Ancak mühim olan bu alakayı (tutunma hissini) nereye yönlendireceğidir:
* Yanlış Alaka: Eğer insan bu yapışma hissini, fani ve geçici dünyaya, nefsine veya günahlara yönlendirirse; tıpkı bir sülüğün sadece kan emmesi gibi, ruhunu kirletir ve manevi gıdasını zehirler.
* Doğru Alaka (Rabıta): Eğer insan bu tutunma ihtiyacını Allah’a ve ahirete yönlendirirse (İman ile intisap), o zaman “Alak”tan “Ahsen-i Takvim”e (en güzel kıvama) yükselir.

4. Kelimelerin Derûnî Uyumu
Şu tablo, iki kelime arasındaki mucizevi geçişi özetler:

| Alak (Biyolojik) | Alaka (Psikolojik/Kalbi) | Ortak Mana |
|—|—|—|
| Rahim duvarına tutunur. | Kalp, sevdiği şeye tutunur. | Muhtaçiyet ve Bağlılık |

| Annenin kanıyla beslenir. | İlgi duyduğu şeyden manen beslenir. | Beslenme ve Doyum |

| Koparsa düşer (Düşük). | İlgi kesilirse unutulur/kopar. | Ayrılık ve Yokluk |

| Maddi hayatın başlangıcıdır. | Manevi hayatın (Aşk/İlim) motorudur. | Canlılık Kaynağı |

Hülasa
Cenab-ı Hak, “Seni Alak’tan yarattım” buyururken, sanki lisan-ı hal ile şunu da ihtar etmektedir:
“Ey İnsan! Senin mayanda ‘tutunmak’ ve ‘ilgi duymak’ vardır. Sen madden rahme tutunarak var oldun; manen de Bana tutunarak (Urvetü’l Vuska – Kopmaz kulp) varlığını sürdürebilirsin. Senin fıtratın alaka duymaktır; bu alakanı fani şeylerde harcama.”

✧✧

İnsanın fıtratında derç edilmiş olan o şiddetli “alaka” ve “tutunma” ihtiyacının, aslında fani dünya için değil, Bâki bir âlem için verildiğini isbat eden Risale-i Nur Külliyatı’ndan süzülmüş hakikatleri, muhteva bakımından üç ana başlık altında nazarlarınıza arz ediyorum.
İnsandaki bu “Alaka” (tutunma) hissi, doğru tevcih edildiğinde insanı “Ala-yı İlliyyin”e (en yüksek mertebeye) çıkarırken, yanlış kullanıldığında “Esfel-i Safilin”e (aşağıların aşağısına) düşüren bir anahtardır.

1. Fıtrattaki “Aşk-ı Beka” (Sonsuzluk Aşkı)
Bediüzzaman Hazretleri, insanın ruhunda yaratılıştan gelen şiddetli bir ebediyet arzusu olduğunu tasvir eder. İnsan, fıtraten yok olmaktan, ayrılıktan ve fanilikten korkar. Onun bu “beka” (sonsuzluk) arzusu, aslında Bâki-i Zülcelal’e olan fıtri bir alakadır.
Üçüncü Lem’a’da bu hakikat şöyle ifade edilir:
> “İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, o şeyin beka ve devamını vehmederek sever. Ne vakit zevalini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder.” (Lem’alar, 3. Lem’a, s. 23)
>
Yani insan, fani şeyleri (dünya, makam, gençlik) sanki hiç bitmeyecekmiş gibi severek “alaka” kurar. Bu bir yanılmadır. Halbuki o şiddetli sevgi, fani olanlara değil, ancak Bâki olan Allah’a verilmelidir.

2. Kalbin Alakaları ve Yanlış Adresler
İnsanın kalbi, kainat kadar geniş bir muhabbet istidadına sahiptir. Ancak insan bu nihayetsiz sevgiyi, sönüp giden “mecazi sevgililere” (dünya hayatının süslerine) dağıttığında azap çeker. Çünkü fani şeyler, o nihayetsiz alakayı taşıyamaz ve karşılık veremez.
Yirmi Dördüncü Söz’de bu durum şöyle izah edilir:
> “İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkeza şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiyatlarını vermek demektir.” (Sözler, 24. Söz, s. 331)
>
Demek ki, içimizdeki o hırs, inat ve şiddetli merak; “neden daha zengin değilim” demek için değil; “ebedi hayatımı nasıl kazanırım” diye dertlenmek için verilmiştir.

3. Alakayı “Masiva”dan Kesip Allah’a Bağlamak
İnsanın kurtuluşu, bu “alaka” hortumlarını dünyadan kesip (terk-i dünya), asıl kaynağına bağlamasıyla mümkündür. Ancak buradaki “terk”, dünyayı tamamen bırakmak değil; kalben dünyayı terk etmektir. Yani “Dünyayı kesben değil, kalben terk etmektir.”
Üstad Hazretleri, kalbin sahibinin ancak Allah olduğunu şu muazzam cümle ile isbat eder:
> “bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur.”(Sözler. 584)
>
İnsanın kalbinin “iç yüzü” (derûnî ciheti) Samed olan Allah’ın aynasıdır; oraya dünya sevgisi, makam hırsı, gelecek endişesi girmemelidir. Oraya ancak Allah’ın muhabbeti sığar.

Hülasa: “La Uhibbul Âfilin” Sırrı
Hz. İbrahim’in (a.s.) Kur’an’da geçen “La uhibbul âfilin” (Ben batıp gidenleri sevmem) feryadı, bu meselenin özüdür. İnsan, “alak” gibi yapışkan fıtratını; batıp giden güneşe, solan çiçeğe, ölen insana değil; hiç batmayan, solmayan ve ölmeyen Zat-ı Zülcelal’e yönelttiğinde, “alaka”sı “ibadete”, “aşkı” “marifetullaha” inkılab eder.

✧✧

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin İşaratü’l-İ’caz tefsirinde, Fatiha Suresi’ndeki “Bizi sırat-ı müstakime (dosdoğru yola) hidayet eyle” ayetini tefsir ederken ortaya koyduğu bu muazzam tespit, insanın ahlak haritasını çizen bir şaheserdir.
Üstad’a göre, insana verilen üç temel duygu/kuvve fıtraten sınırlanmamıştır (hadd-i vasat konulmamıştır). Bu sebeple insan, bu duyguları ifrat (aşırılık) veya tefrit (yetersizlik) derecesinde kullanarak zulme düşebilir. Ancak şeriat ve din, bu duygulara bir “hudut” çizer ve orta yolu (vasatı) emreder. İşte “Sırat-ı Müstakim”, bu üç kuvvetin “vasat” (dengeli) mertebesidir.

İşte o üç kuvve ve mertebeleri:
1. Kuvve-i Şeheviye (Arzu ve İstek Kuvveti)
Bu kuvvet, insanın hayatını devam ettirmesi, neslini sürdürmesi ve menfaatleri celbetmesi için verilmiştir.
* İfrat (Aşırılık) Mertebesi: Fücur.
* Nefsin, helal-haram demeden her şeye saldırması, namusları payimal etmesi halidir.
* Tefrit (Eksiklik) Mertebesi: Humud.
* Hiçbir şeye iştiha ve arzu duymamak, helal olan lezzetlerden dahi kaçınmak, adeta bir “ölü” gibi hissiz kalmak halidir.
* Vasat (Denge) Mertebesi: İffet.
* Helal olana arzu duymak, haramdan ise kaçınmaktır. Yeme, içme ve evlilik gibi meselelerde meşru dairede kalıp, şehveti istikamet dairesinde kullanmaktır.

2. Kuvve-i Gadabiye (Öfke ve Savunma Kuvveti)
Bu kuvvet, zararlı şeyleri defetmek ve insanın hayatını koruması için verilmiştir.
* İfrat Mertebesi: Tehevvür.
* Maddi ve manevi hiçbir şeyden korkmamak, sonunu düşünmeden tehlikelere atılmak ve zorbalık yapmaktır. Bütün zulümler bu mertebeden çıkar.
* Tefrit Mertebesi: Cebanet (Korkaklık).
* Korkulmayacak şeylerden bile korkmak, vehim ve vesvese ile hayatı kendine zindan etmektir.
* Vasat Mertebesi: Şecaat (Kahramanlık).
* Dini ve dünyevi hakları için canını feda edercesine cesaret göstermek; fakat meşru olmayan hiddetten sakınmaktır. Bir hak çiğnendiğinde öfkelenmek, şahsi meselelerde ise hilm (yumuşaklık) göstermektir.

3. Kuvve-i Akliye (Düşünme ve İdrak Kuvveti)
İnsana, hakkı batıldan, iyiyi kötüden ayırması için verilmiştir.
* İfrat Mertebesi: Cerbeze.
* Hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar zeka oyunları yapmak, aldatıcı bir kurnazlığa sahip olmaktır. (Münafıkların zekası buna örnektir).
* Tefrit Mertebesi: Gabavet.
* Ahmaklık derecesinde anlayışsızlık, hiçbir şeyden haberi olmama halidir.
* Vasat Mertebesi: Hikmet.
* Hakkı hak bilip ittiba etmek (uymak), batılı batıl bilip içtinab etmek (sakınmak) tır. Eşyanın hakikatini olduğu gibi anlamaktır.

Netice: Adalet ve İstikamet
İşte bu üç kuvvetin “vasat” mertebeleri olan İffet, Şecaat ve Hikmet birleştiğinde, dördüncü ve en büyük erdem olan “Adalet” ortaya çıkar.
Bediüzzaman Hazretleri, “Sırat-ı Müstakim şecaat, iffet, hikmetin mezcinden (karışımından) ve hülasasından hasıl olan adalet ve istikamettir” diyerek; Müslümanın her namazda Fatiha ile Allah’tan istediği şeyin aslında bu ahlaki denge olduğunu ifade eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
21/12/2025