KELİME VE CÜMLELERİN RUHU

KELİME VE CÜMLELERİN RUHU

Yaptırım Gücü, Tesiri ve Ebedî Akıbeti Şekillendiren Lisanın Sırrı**

İnsan, kelâm ile kıymet kazanır; kelâm ile ziyan bulur. Bir söz, bazen bir gönlü diriltir; bazen de bir kalbi söndürür. Bir kelime, insanın ebedî hayatını aydınlatabildiği gibi, aynı kelime nevinden bir ifade, onu zifiri karanlığa da sürükleyebilir. Tarih, hikmet, edebiyat ve iman sahasında en tesirli darbeler bazen bir mısra ile, bazen tek bir söz ile vurulmuştur.

1. Kelimenin Ruhu ve Derûnî Tesiri

Lisan, sadece seslerin tertibi değildir. Her kelimenin derûnî bir ruhu, eser bırakan gizli bir nefesi vardır. Bazı sözler bir bahar rüzgârı gibi kalbe ferahlık taşır; bazı sözler ise zehirli bir ok gibi insanın iç âlemini yaralar.
Kur’ân’ın nûruyla beslenen hikmet ehli, kelimeyi bir emanet gibi taşımış; sorumsuz sözün insanın hem dünyasını hem ahiretini altüst edeceğini beyan etmiştir. Çünkü kelâm, insanın içinden doğar; sonra tekrar insanı şekillendirir.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursî, Sözler’de kelâmın mahiyeti ve kudretine dair şu temel cümleyle bahis açar:
“Bismillah her hayrın başıdır.”
— Sözler, 1. Söz, s. 1 (iktibas)
Bu kısa fakat azîm hakikat, bir kelimenin hayatı başlatan, mevcudatı nurlandıran ve insanın yönelişini belirleyen kuvvetini ortaya koyar.

2. Bir Cümlenin İnsan Kaderini Değiştirdiği Anlar
Tarihte bir cümlenin akıbet belirlediği sayısız misal vardır.
Bir kralın yanlış yerde söylediği tek bir söz, bir ülkeyi felâkete sürüklemiştir.
Bir âlimin bir mısrada ifade ettiği hikmet, bir milletin ruhunu diriltmiştir.
En çarpıcı örneklerden biri:
Hz. Ömer’in (ra) hidayeti tek bir cümlenin tesiriyle başlamıştır.
Kız kardeşinin elindeki ayetleri duyduğunda, o kelimelerin nûru sert bir kalbi yumuşatmış, öfkeyi rahmete çevirmiş, zulmeti nura dönüştürmüştür. Bu dönüşümün başlangıcı sadece kelâmın tesiridir.
Bir başka misal:
Bedir’de müşriklerin ileri gelenleri, kibir yüklü bir tek cümleyle ordularını ateşe sürüklemiş, o söz hem dünyalarını hem ahiretlerini mahveden bir başlangıç olmuştur.
Demek ki bir kelime, bazen cennetin anahtarı; bazen cehennemin kapısıdır.

3. Hikmet Ehlinin Nazarında Kelâmın Yaptırım Gücü
Aydınlanmış gönüller, kelâmı bir nûr veya ateş olarak görmüştür.
Söz yerinde ise nûr, yerinde değilse ateş olur.
Meşhur bir tarihî ibret şöyle nakledilir:
Bir mürşid, talebesine şöyle demiştir:
“Dilindeki taş, elindeki taştan daha ağırdır; zira elindeki taş bir camı kırar, dilindeki taş ise bir ömrü.”
İlim ve hikmet büyükleri kelâmı şöyle tasvir eder:
“Söz, insanın iç âleminin aynasıdır. İç aydın ise söz nurlu, iç karanlık ise söz zehir olur.”
Bu yüzden kelime, taşıdığı mana kadar mesuliyet taşır.

4. Edebî ve İbretli Bir Hakikat
Kelâm, hakikatle yoğrulduğunda bir şifa olur; yalanla kirlenince bir zehir kesilir.
Tek bir cümle bazen bir insanın imanını tazelediği gibi, tek bir inkâr ifadesi insanın ebedî hayatını ayaklar altına alır. Bu sebeple Kur’ân, insanın kelâmına büyük bir dikkat ve hassasiyet ister.
İnsan, ağzından çıkan sözlerin esiri de olabilir, sultanı da.

ÖZET
Bu makale, kelâmın derûnî ruhunu, insanın ebedî yolculuğunu şekillendiren tesirini ve bir cümlenin kader belirleyen kudretini ele aldı. Tarihî ve hikmetli misallerle kelimenin hem nûr hem ateş olabileceği ifade edildi. Risale-i Nur’dan iktibasla kelâmın hakikate dayandığında hayatı nurlandırdığı, batıla yaslandığında ise insanı ziyana sürüklediği vurgulandı. Son kısımda ise Kur’ân’ın bu mevzudaki nûrânî ikazlarına yer verildi.

**KONUYLA ALAKALI ve MÜRÂDİF AYETLER

1. “Güzel söz” ve “kötü söz”ün mahiyeti
İbrahim Suresi, 24–27
24. “Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaca benzer.”
25. “O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah insanlar ibret alsınlar diye onlara böyle misaller verir.”
26. “Kötü söz ise, kökü yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.”
27. “Allah iman edenleri dünya hayatında da ahirette de sağlam söz üzerinde tutar; zalimleri ise saptırır. Allah dilediğini yapar.”

2. Sözden dolayı mesuliyet
Kaf Suresi, 18
“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”

3. Sözü doğru söylemenin emri
Ahzab Suresi, 70–71
70. “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin.”
71. “Ki Allah işlerinizi düzeltip günahlarınızı bağışlasın…”

✧✧

**KELİMENİN TARİH SAHNESİNDEKİ TESİRİ
Tarihî Misaller ve Edebî Tasvirlerle Kelâmın Kudreti**
Sözün ruhu sadece fertleri değil, milletleri de şekillendirir. Bir kelâm, bazen bir ömrü; bazen de bir devleti ayağa kaldırır veya yıkar. Tarih, sözün yaptığı inkılapların, kelimenin açtığı yaraların ve cümlenin dirilttiği ruhların sessiz fakat kuvvetli şahididir.
Aşağıdaki misaller, kelâmın ebedî akıbetlere olduğu kadar, dünya sahnesine de nasıl yön verdiğinin delilleridir.

1. Hz. Ömer’in (ra) Hidayetine Vesile Olan Kelâm
En çarpıcı tarihî sahnelerden biri şudur:
Hz. Ömer (ra), kız kardeşinin evinde Tâhâ Suresi’nden ayetler okunurken içeri girdi. Sert mizacına rağmen, Kur’ân’ın ince ve derûnî kelâmı, bir anda bütün öfkesini eritmişti. Ayetlerin nûru, onun kalbindeki sisleri dağıtmıştı. Kendi ifadesiyle:
“Bu sözler insan sözü olamaz.”
Bir cümle…
Bir tek nazar…
Bir anda bir insanın bütün hayatı ve ebediyeti değişti.
Kelâm, bir kalbi nurlandırarak bir nesli değiştirdi.

2. Bedir’de Bir Cümlenin Orduları Felâkete Sürüklemesi
Bedir Savaşı’nda müşrik ordusunun ileri gelenlerinden Ebû Cehil, kavminin uyarılarına rağmen tek bir cümle söyledi:
“Geri dönmeyiz! Bugün bize üstün gelemezler.”
Kibir ve enaniyet yüklü bu cümle, bütün bir ordunun akıbetini belirledi.
Bir söz, bir kavmi helâke götürdü.
Aynı savaşta Resûlullah’ın (sav) ettiği tek bir dua ve söylediği birkaç kelâm ise müminlere zaferin kapılarını açtı.
Kelâmın bu zıt tesirleri, sözün nasıl bir kader çizgisi oluşturduğunu gösterir.

3. Sultan Selim’in İki Kelimesi: “Biz gelelim.”
Yavuz Sultan Selim Han, hilafet meselesinde Mısır’daki durumu işitince vezirleri arasında tereddüt belirmişti. Herkes ağır konuşuyor, durumun zorluklarından bahsediyordu. Yavuz, uzun konuşmaları kesip iki kelime söyledi:
“Biz gelelim.”
Bu iki kelâm, bir imparatorluğun yönünü değiştirdi.
Hilafetin Osmanlı’ya intikalinin zeminini hazırladı.
Bir cümlenin sultanlar ve milletler üzerindeki yaptırım gücünün tarihî bir örneğidir.

4. Mevlânâ’nın Tasvir Ettiği Hikmetli Kelâm
Mevlânâ bir sohbetinde şöyle demişti:
“Söz, gönül kapısını açmak için bir anahtardır. Lâkin anahtar paslı olursa kilidi kırar.”
Bu edebî tasvir, sözün hem yapıcı hem yıkıcı yönünü veciz bir şekilde resmeder.
Bazı kelimeler bir bahar meltemi gibi ruhu okşar; bazı kelimeler bir kış boranı gibi insanın iç âlemini yıkar.

5. Kelâmın Tesiri.

“Söz, hem ışık verir hem ateş verir.”

Bu cümle kısa ama derindir:
Kelâm, hakikate dayanırsa nûr olur; batıla dayanırsa yakıcı bir ateş olur.
Bu yüzden her söz insanın akıbetinden bir parça taşır.

6. Tarihte Bir Şairin Mısraıyla Durmuş Bir Savaş
Tarihten şu ibretli misal nakledilir:
Bir komutan tam hücuma kalkmışken, yanında bulunan şair, titreyen bir sesle şu mısrayı söyledi:
“Zulm ile abad olanın, âhiri berbad olur.”
Bu bir mısra…
Bu bir kelâm…
Bir anda komutanın elini titretmiş, hücumu durdurmuş, bir köyün yanmasını, masumların helâkini engellemiştir.
Demek bir beyit, bir orduyu bile frenleyebilir.

7. Edebî Bir Tasvir: Kelâmın İnsan İçindeki Yankısı
Söz, kalbe düşen bir tohum gibidir.
İster nûrânî bir tohum olur, çiçek açar;
ister kara bir diken tohumu olur, sahibini yaralar.
Bazı sözler ruha şöyle işler:
Sanki karanlık bir odanın kapısı aralanır; içeriye bir nur sızar.
Bazı sözler ise iç âleme böyle tesir eder:
Sanki kapkara bir duman dolar, nefes tutulur, gönül kararıverir.
İşte kelâmın ruhu budur.
Söz, insanın kaderini dokuyan ince bir teldir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
07/12/2025




LİSANIN KADERİ: EBEDÎ FELAKET VEYA SAADETİN ANAHTARI

LİSANIN KADERİ: EBEDÎ FELAKET VEYA SAADETİN ANAHTARI

İnsan, şu kâinat sarayının en nazlı misafiri ve en gürültülü konuşanıdır. Cenab-ı Hak, insana “beyan” nimetini ihsan ederek, onu diğer mahlukattan ayırmış; lisanını, kalbindeki hazinelerin anahtarı kılmıştır. Lakin bu anahtar, iki zıt kapıyı da açmaya müsaittir: Biri saadet-i ebediye sarayı, diğeri ise şekavet-i ebediye zindanıdır. Ağızdan çıkan her kelime, havada kaybolup giden basit bir ses titreşimi değil; sahibini ya âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir kanat yahut esfel-i safilîne düşüren bir ağırlıktır.

Tahribin Kolaylığı ve Kelimenin Yakıcılığı

Hikmetli nazarla bakıldığında görülür ki; “Tahrip, tamirden çok kolaydır.” Koca bir sarayı yüz usta, bin günde zor yapar; fakat bir tek çocuk, bir kibrit ile o sarayı bir saatte kül edebilir. İşte küfür ve dalalet, tahrip nev’indendir. İman ise, vücud ve tamir demektir.
İnsanın kalbi, Rabbani bir latifedir. Bazen bir tek kelime, o kalpteki iman nurunu söndürmeye kâfi gelir. Hazret-i Peygamber (a.s.m.) bu dehşetli hakikati şöyle ihtar etmiştir: “Kul, bazen Allah’ın gazabını gerektiren bir kelime konuşur da, onun sebebiyle Cehennem’in dibine yetmiş yıl yuvarlanır.”
Nasıl ki hassas bir nizama sahip olan bir saat, tek bir dişlisinin kırılmasıyla durur; insan da “küfür” kokan tek bir cümle ile bütün amellerini heba edebilir. Zira küfür, kâinatın Hâlık’ına karşı bir iftira, mevcudatın şahitliğini yalanlama ve ilahi hukuka bir tecavüzdür. Bir anlık inkar, bütün kâinatın hukukuna bir cinayettir; cezası da ebedîdir. Bu sebeple, “Bir kelime ile ebedî hayatın sonlanması” meselesi, adalet-i ilahiyeye zıt değil, bilakis cinayetin büyüklüğüne muvafık bir cezadır.

Hidayet Kıvılcımı ve Sözün İhyası

Diğer taraftan kelam, çorak gönüllere hayat suyu taşıyan bir ark gibidir. Tarih-i İslâm, bir tek ayetle veya hikmetli bir sözle istihale geçiren, kömür iken elmasa dönen ruhlarla doludur.
Hazret-i Ömer’i (r.a.) düşünelim… Kılıcını kuşanıp Peygamber’i (a.s.m.) öldürmeye giderken, eniştesinin evinde duyduğu Tâhâ Suresi’nden bir kaç ayet, onun o sert ve haşin kalbini bir pamuk gibi yumuşatmış; şirk bataklığından Tevhidin zirvesine taşımıştır. O ayetler sadece kulağına değil, ruhunun en derin noktalarına nüfuz etmiştir.
Demek ki kelamın ruhu vardır. Eğer o kelam, “Kelamullah” kaynağından veya o kaynağa bağlı nurlu kalplerden çıkarsa, muhatabın istidadı nisbetinde bir “iksir-i azam” olur. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği gibi; “Bazan bir kelime, bir orduyu batırır; ve bir gülle, otuz milyonun mahvına sebep olur.” (Mektubat). Aynı şekilde bazen bir tek “Allah” demek, bir tek “La ilahe illallah” tasdiki, bir ömürlük günahın kefareti olabilir ve insanı sahil-i selamete çıkarabilir.

Ağızdaki Düğme ve Ebedî Sonuç

İnsan, şu imtihan meydanında, ağzındaki dil ile daima bir tercih halindedir. Risale-i Nur’da, insan “bir düğmeye basmakla bütün dünyayı ziyaya gark eden veya karanlıkta bırakan” birine benzetilir. İman, kâinatı nurlandıran bir düğmedir; küfür ise o nuru söndüren, mevcudatı anlamsızlığa ve hiçliğe mahkûm eden bir karanlıktır.
Bazen gafletle, bazen inatla, bazen de sefahatle söylenen ve dini hafife alan bir şaka, bir alay, bir inkar sözü; sahibinin ebedî hayatını zehirler. Zira Allah’ın ayetleri, şakaya ve hafife alınmaya gelmez. Lisan, kalbin tercümanıdır; lakin bazen tercüman hata ederse, hüküm sahibini bağlar.

Hülâsa-i Kelam

Söz, bir tohumdur. Dünya tarlasında ekilir, ahirette biçilir. Kimi söz zakkum ağacı olur, sahibini cehennemde kuşatır; kimi söz Tûbâ ağacı olur, sahibine cennette gölgelik eder. Akıllı insan, ağzından çıkan her kelimenin, ahiret pazarında bir karşılığı olduğunu bilen, sükûtun altın, boş konuşmanın ise hüsran olduğunu idrak eden kimsedir. Hidayet de dalalet de bazen dudakların arasındaki o ince çizgidedir.

MAKALE ÖZETİ
Bu makale; insanın ağzından çıkan kelimelerin basit sesler olmayıp, ebedî hayatı şekillendiren, yapıcı veya yıkıcı birer kudret olduğunu işlemektedir. Risale-i Nur’un “Tahrip tamirden kolaydır” düsturundan hareketle; imansızlığa veya şirke dair söylenen tek bir cümlenin, kâinatın hukukuna bir tecavüz olduğu için ebedî bir felakete (küfre) yol açabileceği izah edilmiştir. Buna mukabil, Hazret-i Ömer (r.a.) örneğinde olduğu gibi, hakikatli bir sözün veya ayetin, insan ruhunda bir inkılap yaparak onu hidayete ve ebedî saadete ulaştırabileceği vurgulanmıştır. Sözün bir tohum gibi olduğu, dünyada ekilip ahirette meyvesinin (cennet veya cehennem olarak) devşirileceği belirtilmiştir.

KONUYLA ALAKALI VE MÜRADİFİ AYETLER

Mevzunun ehemmiyetini teyit eden ayet-i kerimeler şunlardır :
* Kaf Suresi, 18. Ayet:
> “İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.”
>
* İbrahim Suresi, 24-25. Ayetler:
> “Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.”
>
* İbrahim Suresi, 26. Ayet:
> “Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.”
>
* Tevbe Suresi, 65-66. Ayetler:
> “(Ey Muhammed!) De ki: “Siz Allah ile, O’nun âyetleriyle ve Resûlüyle mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.”
>
* Mü’minûn Suresi, 99-100. Ayetler:
> “Nihayet onlardan birine ölüm gelince, ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’ der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir…”
>

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
07/12/2025




MÜNACAT

MÜNACAT

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler mecmuasının ahirinde yer alan ve Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Farsça olarak kaleme aldığı meşhur bir münâcattır. Bu satırlar, nefsi terbiye etmek, acziyeti ve fakriyeti derk ederek Cenab-ı Hakk’ın dergâhına iltica etmek için söylenmiş pek yanık ve tesirli bir niyazdır.

Okunuşu (Transkripsiyon)

1. Satır: Seher-hîz nist, der-vahşet-zâr, der-tesbih heme şey… Be-hâb-ı gaflet sersem…
2. Satır: Nefsem hattâ kî.. Ömr asrîst, sefer bâ-kabr mî-bâyed, zehr-i hattâ.. Be-ber hîz…
3. Satır: Namâzî çû niyâzî gû, begû âvâzî çün ney.. Begû Yâ Rab peşîmânem, hacîlem…
4. Satır: Şerm-sârem ez-günâh bî-şümârem, perîşânem, zelîlem, eşk-bârem, ez-hayât bî-
5. Satır: Karârem, garîbem, bî-kesem, zaîfem, nâ-tuvânem, alîlem, âcizem, ihtiyârem
6. Satır: Bî-ihtiyârem. El-amân gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem z-dergâhet İlâhî.

Tercümesi (Manası)
Bu münâcatın Risale-i Nur müellifinin bizzat verdiği manaya uygun meali şöyledir:
(Nefsim) seher vakti uyanmıyor. (Halbuki) şu vahşet-zâr (dünya) içinde her şey tesbihtedir. (Benim nefsim ise) gaflet uykusuyla sersem olmuştur.
Ey nefsim! Ne vakte kadar (bu gaflet devam edecek)? Ömür kısadır (ikindi vakti gibidir), kabre sefer lâzımdır, (ölüm) zehrini içmek gerek… (Ey nefsim, gaflet uykusundan) kalk!
Niyazdarâne bir namaz kıl ve ney gibi inleyerek seslen. De ki: “Yâ Rab! Pişmanım, utanıyorum…”

“Sayısız günahımdan dolayı mahcubum, perişanım, zelilim, gözyaşı döküyorum. Hayatımdan dolayı kararsızım, garibim, kimsesizim, zayıfım, güçsüzüm, hastayım, âcizim. (Senin iraden karşısında) ihtiyarım elden gitmiş, iradesizim.”
“El-amân diyorum, affını arıyorum, dergâhından medet istiyorum ey Allah’ım!”

Bu münâcat, insanın derûnî dünyasında yaşadığı pişmanlığı ve Rabbine olan iştiyakını en fasih bir lisan ile ifade etmektedir.

✧✧

NEY GİBİ İNLEYEN BİR VİCDANIN TÖVBESİ: ACZ VE FAKRIN MİRACI

Kâinat denilen şu muazzam mescit, sükûtun büründüğü seher vakitlerinde, lisan-ı hal ile Hâlık-ı Zülcelâl’i tesbih ederken; insan, gaflet uykusunun ağırlığı altında nasıl da bîhaber kalır… İşte Hazret-i Üstad Bediüzzaman’ın Farsça olarak inşad ettiği ve ruhunun ta derinliklerinden kopup gelen o münâcat, âdeta uykudaki bir vicdanı sarsarak uyandıran semavî bir tokat, aynı zamanda rahmanî bir davettir.

Vahşet-zârda Yalnız Bir Yolcu

Bu münâcat, insanın bu dünyadaki gurbetini ve yalnızlığını tasvir ile başlar. “Der-vahşet-zâr” ifadesi, imansız ve duasız bir nazarda dünyanın nasıl ürkütücü bir yaban yeri, bir vahşet diyarı olduğunu gösterir. Her şeyin lisan-ı mahsusuyla Rabbini zikrettiği, ağaçların raks ettiği, yıldızların döndüğü bir âlemde; gaflet uykusuna dalmış bir “ene”, kâinatın bu muazzam korosuna yabancı kalmıştır. Bu yabancılık, ruhu “vahşet” içinde bırakır. Zira kâinat uyanık, feza zikirdedir; fakat “eşref-i mahlukat” olma kabiliyetiyle yaratılan insan, yatağında ölü gibidir.

Ömür Asrı ve İkindi Vakti

Münâcatın can alıcı noktalarından biri, zamanın ve ömrün hakikatine dair yapılan ihtardır: “Ömr asrîst”. Ömür, bir ikindi vakti kadar kısadır. Güneş batmaya meyletmiş, gölgeler uzamış, ayrılık vakti yaklaşmıştır. “Sefer bâ-kabr mî-bâyed” (Kabre sefer lâzımdır) hükmü, kaçınılmaz bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. İnsan, beka aşkıyla yanıp tutuşurken, fanilik zehrini yudumlamak mecburiyetindedir. İşte bu acı hakikat karşısında, ruhun tek çaresi “Kalk!” emrine itaat edip, dergâh-ı İlahiye’ye yönelmektir.

Ney Gibi İnlemek: Fena ve Bekâ Sırrı

Hazret-i Üstad, bu niyazında “Begû âvâzî çün ney” (Ney gibi bir sesle söyle) diyerek, Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sinin başındaki o meşhur “Bişnev” (Dinle) sırrına telmihte bulunur. Neden ney? Çünkü ney, içi boşaltılmış, “benliğinden” sıyrılmış, sadece üfleyen nefesin tesiriyle inleyen bir kamıştır. Sinesindeki delikler, ayrılık ateşinin dağladığı yaralardır. İnsan da ancak enaniyetini (egosunu) terk edip, aczini ve fakrını tam manasıyla derk ettiğinde, Hakk’ın huzurunda “ney” gibi safi bir ses verebilir. O ses, artık nefsin hevası değil, vicdanın feryadıdır.

Bu münâcatta geçen “Peşîmânem (pişmanım), hacîlem (utangaçım), şerm-sârem (mahçubum)” itirafları; kibrin kırıldığı, gururun ayaklar altına alındığı ve kulun hiçliğini ilan ettiği andır.
Risale-i Nur’un mesleği olan “Acz, Fakr, Şefkat ve Tefekkür” tarikinin özü burada saklıdır. Kul, “zaîfem, nâ-tuvânem, alîlem” (zayıfım, güçsüzüm, hastayım) dedikçe, Kudret-i Sonsuz’un kuvvetine dayanır. Kendi ihtiyarının, iradesinin elinden gittiğini (bî-ihtiyârem) itiraf ettikçe, İrade-i Külliye’ye teslim olur.
İstiğfarın Gücü ve Dergâha İltica
Tarih boyunca peygamberler, evliyalar ve asfiya; en büyük fetihlerini kılıçla değil, seher vakitlerinde gözyaşıyla yaptıkları dualarla kazanmışlardır. Hazret-i Yunus’un (a.s.) balığın karnındaki o hazin münâcatı nasıl ki onu sahil-i selamete çıkardıysa; asrın dehşetli fitneleri ve günah fırtınaları arasında kalan bugünün insanı da, Bediüzzaman’ın bu “el-amân” feryadıyla sahil-i selamete ulaşabilir.
Bu metin, kuru bir şiir değil; günahların ağırlığı altında ezilen bir ruhun, Rahmet kapısını ısrarla çalmasıdır. “Meded-hâhem z-dergâhet İlâhî” (Dergâhından medet istiyorum ey Allah’ım) cümlesi, düşen bir insanın tutunacak son ve tek dalının Allah’ın rahmeti olduğunu haykırır.
Hasılı; bu münâcat, nefsin firavunlaşan damarını kesip atan, insanı “hiçlik” makamına indirip oradan “abdiyet” (kulluk) makamının zirvesine çıkaran nurani bir merdivendir. Gecenin karanlığını aydınlatan, gaflet uykusunu bölen ve ruhu miraca kaldıran bir Burak gibidir.

MAKALE ÖZETİ
Risale-i Nur’da yer alan bu Farsça münâcat; insanın kâinat karşısındaki gafletini, ömrün kısalığını ve ölümün kaçınılmazlığını sarsıcı bir dille ihtar eder. Makalede, seher vaktinin manevi kıymeti, “ney” metaforu üzerinden insanın enaniyetini terk ederek hiçliğini kabul etmesi ve acziyetini itiraf ederek Allah’a sığınması (iltica) işlenmiştir. Bu niyaz, insanın güçsüzlüğünü (fakr ve acz) bir kusur değil, bilakis Allah’ın sonsuz rahmetine ve kudretine ulaşmak için en kuvvetli bir vesile olarak sunduğunu; kurtuluşun ancak samimi bir pişmanlık ve gözyaşı ile dergâh-ı İlahiye’ye yönelmekte olduğunu ders vermektedir.

KONUYLA ALAKALI VE MÜRADİFİ AYETLER

Münâcatın ruhuna uygun, Kur’an-ı Kerim’den şu ayetler meseleyi teyit eder :
* Âl-i İmrân Suresi, 17. Ayet:
> “Onlar, sabredenler, dosdoğru olanlar, Allah yolunda infak edenler ve seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dileyenlerdir.”
>
* Müzzemmil Suresi, 6. Ayet:
> “Şüphesiz gece ibadet için kalkmak, (nefsi) daha çok ezer ve kıraat (Kur’an okuyuş, dua ve zikir) bakımından daha etkilidir.”
>
* Fâtır Suresi, 15. Ayet:
> “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Allah ise; O ğaniydir (hiçbir şeye muhtaç değildir), her türlü hamde lâyıktır.”
>
* A’râf Suresi, 23. Ayet:
> “(Âdem ile eşi) dediler ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.'”
>
Bu ayetler ve Bediüzzaman’ın münâcatı, insanın asıl vazifesinin aczini bilip Rabbine iltica etmek olduğunu cihan şümul bir hakikat olarak ortaya koymaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
07/12/2025




ABD’nin Asırlık Darbe Günlüğü: Cihanı Sarsan Bir Tabiatın Kanlı Seyir Defteri

ABD’nin Asırlık Darbe Günlüğü: Cihanı Sarsan Bir Tabiatın Kanlı Seyir Defteri

Bir asırdır dünya coğrafyasında esen fırtınaların, devrilen hükümetlerin, yakılan şehirlerin, kararan ufukların ardında hep aynı el dolaşıyor:
Şer merkezli bir kudret arayışı…
Kendisine “hürriyet taşıyıcısı”, “dünyanın nizam vericisi”, “medeniyet bekçisi” süsü veren bir devletin; amma hakikatte, mazlum milletlerin hayatına musallat olmuş bir cihan eşkıyası gibi davranan bir yapının izi…
Bu iz, darbelerin gölgesine sinmiştir.
Bu iz, devrilen hükümdarların feryadında gizlidir.
Bu iz, Musaddık’ın devrilmesinde, Allende’nin kanında, Irak’ın ve Libya’nın yıkıntıları arasında dolaşır.
Ve bu iz, bugün bile türlü suretlere bürünerek sahneye çıkmaktadır.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın, “79 yılda 93 darbeye müdahil olduk” şeklindeki itirafı; asırlık gizli defterin kapağını kendi elleriyle aralamaktan başka bir şey değildir.
Bu söz, uzun zamandır milletlerin hafızasında yer etmiş bir hakikatin açık beyanıdır:
Dünya üzerindeki nice zıtlık, nice yıkım, nice kanlı sahne; birilerinin ‘rejim değişikliği’ adını verdiği karmaşık bir faaliyetin eseridir.

Dünyanın Jandarmalığı mı, Yoksa Küresel Eşkıyalık mı?
Darbeyi, müdahaleyi, rejim tahribini bir siyaset aracı hâline getirip bunu da “medeniyet götürme” maskesi altında meşrulaştırmaya çalışan bir devletin görüntüsü, artık hiçbir perdeyle gizlenemiyor.
Çünkü libası değişse de niyeti değişmiyor; kelimeleri süslense de yüzündeki tecavüzkâr ifade aynı kalıyor.
Musaddık’ın millîleştirdiği petrol kuyuları, Washington’da “tehlike” olarak okundu.
Şili’de Allende’nin halktan aldığı destek, “komünizm” yaftasıyla yok edildi.
Vietnam, Haiti, Dominik, Guatemala, Kongo…
Her birinin kaderi Amerikan siyasetinin masasında çizildi.
Hangi lider ABD’ye bağlı değilse; onun akıbeti ya darbeydi ya suikast ya da kanlı bir iç savaş.
Bu hadiselerin sonunda geriye hep aynı manzara kaldı:
– Parçalanmış coğrafyalar,
– Sömürülen kaynaklar,
– Mahvolmuş şehirler,
– Yetim kalmış nesiller…
Amerika’nın kurduğu düzenin ardında hiçbir vakit huzur görülmedi.
Tom Barrack da bunu açıkça söylemişti:
“Yirmi yıllık felaket, yüz binlerce can kaybı… Ve elde hiçbir şey yok.”
Bu söz, kendi ağızlarıyla ettikleri bir itiraftır:
Girdikleri her yere ölüm, kaos ve zıtlık taşıdılar; geriye kül ve gözyaşı bıraktılar.

Türkiye Sayfası: ‘Bizim Çocuklar’ın İtirafı
Türkiye, bu karanlık günlüğün sayfaları arasında mühim bir yer tutar.
27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz…
Her biri, aynı merkezin gölgesini taşır.
“Bizim çocuklar başardı” sözü, yankısını hâlâ koruyan bir yüzleşmedir.
Yıllarca bu memleketin kaderi üzerinde oynanan oyunlarda dış telkinlerin, gizli servislerin, kirli planların izi açıktır.
Fakat bu millet, cihanın en köklü milletidir.
Kökleri Kur’ân’ın hakikatinden, kudretini imanından alan bu millet, bin yıllık tarihinde nice saldırıyı göğüslemiş; en karanlık devirleri dahi sabırla ve metanetle aşmıştır.
Son çeyrek asırda ise, millî iradenin kuvvetiyle bu zinciri kıracak bir diriliş sergilenmiş; içeride kök salmak isteyen operasyon odaklarının eli zayıflatılmıştır.

Darbe Günlüğünün Kapanmayan Sayfası
Barrack’ın itirafı, sadece geçmişin değil; geleceğin de habercisidir.
Çünkü nizamını zulme bina eden bir yapının tabiatı değişmez.
Adını “strateji belgesi” koyarlar, fakat niyet aynı kalır:
Kaynaklara hâkim olmak, siyasî iradeleri dizayn etmek, milletlerin istikametini belirlemek.
Lakin artık dünya eski dünya değildir.
Hak ile bâtılın mücadelesi, yeni bir devreye girmiştir.
Küfrün merkezi ne kadar sarsıcı görünse de, zulmün kökü ne kadar derine inse de; hakikatin nuru, bir gün mutlaka tabiatındaki tecelli ile karanlığı yaracaktır.
Milletler, kendi kaderine yeniden sahip çıkmaktadır.
Darbe defterinin her satırı ibretlidir.
Okuyana hikmet verir, düşünene ders olur.
Ve tarih bize şunu gösterir:
Zulüm ile abad olanın sonu berbad olur.
Mazlumun ahı, gecikse de yerde kalmaz.
Hak, vakti geldiğinde kendi lisanıyla konuşur.

Hülâsa (Özet)
Bu makale, ABD’nin son bir asırda 93 darbeye müdahil olduğuna dair itiraflardan hareketle; Amerika’nın darbeleri bir devlet politikası hâline getiren yapısını, dünya üzerindeki etkilerini ve tarihî tahribatını ele alır. Musaddık’tan Allende’ye, Irak’tan Libya’ya kadar birçok ülkede gerçekleştirilen darbe ve yıkımların arkasındaki zihniyeti ifşa eder. Türkiye’nin de bu operasyonların hedefi olduğu vurgulanır. Son bölümde ise, zulümle kurulan nizamların daim olmayacağı, mazlum milletlerin dirilişinin kaçınılmaz olduğu hikmetli bir çerçeveyle ifade edilir.

(Bak: https://m.yeniakit.com.tr/haber/barracktan-93-darbeyi-biz-yaptik-itirafi-darbeciler-bizim-cocuklar-1969166.html

https://m.aksam.com.tr/dunya/93-darbe-yaptirdik-ise-yaramadi/haber-1624731

https://tesbitler.com/index.php?s=ABD )
Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
07/12/2025




Medeniyet-i Sefihenin Kanlı İtirafı: Doksan Üç Yaralı Tarih ve Cihanşümul Eşkiyalık

Medeniyet-i Sefihenin Kanlı İtirafı: Doksan Üç Yaralı Tarih ve Cihanşümul Eşkiyalık

İnsanlık tarihi, hak ile batılın, nur ile zulmetin ezelî mücadelesine sahne olmuştur. Lakin ahir zamanın dehşetli fitneleri içerisinde, medeniyet maskesi takmış “mim”siz bir canavarın, yeryüzünü nasıl bir kan gölüne çevirdiğine şahitlik ediyoruz. İbret nazarıyla bakıldığında görülür ki; kendilerini “cihanın jandarması” addedenler, hakikatte “cihanın eşkiyası” olduklarını bizzat kendi lisanlarıyla ikrar etmişlerdir.
Amerikan elçisi Tom Barrack’ın lisanından dökülen ve bir “hakikat-i hale” tercüman olan itiraf, gaflet uykusunda olanlar için bir uyanış vesikasıdır. Yetmiş dokuz senelik kısa bir zaman dilimine sığdırılan doksan üç darbe… Bu, sadece kuru bir rakamdan ibaret değildir; bu rakam, mazlum milletlerin gözyaşı, yetimlerin feryadı ve harap olan beldelerin enkazıdır.
Garp medeniyetinin sefih ve müstebit yüzü, “demokrasi” ve “hürriyet” namı altında, İslam aleminin ve mazlum coğrafyaların damarlarına girmiş, o memleketlerin hayat kaynaklarını kurutmuştur. İran’da Musaddık’ı deviren, Şili’de Allende’yi katleden, Vietnam’ı ateşe veren ve nihayetinde İslam’ın son kalesi Türkiye’mizde “Bizim çocuklar” diyerek 27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü ve 15 Temmuz ihanetini tezgahlayan aynı “deccalane” zihniyettir.
Onlar ki, menfaatleri uğruna mukaddesat tanımaz, vicdan dinlemezler. İran petrollerini sömürmek için “Ajax” desisesini kuranlar ile, 1980’de Anadolu’nun yiğit evlatlarını birbirine kırdıranlar aynı merkezden emir alan şer odaklarıdır. Yakın tarihimizde, 28 Şubat’ın o meş’um günlerinde milletin imanına harp ilan edenler de, 15 Temmuz’da peygamber ocağı ordumuzun içine sızmış hainleri harekete geçirenler de bu “Büyük Şeytan”ın iplerini tuttuğu kuklalardır.
İtirafçı elçi Barrack’ın; “Yaptık, ama işe yaramadı, elimizde felaket kaldı” şeklindeki sözleri, İlahi adaletin dünyadaki bir tecellisidir. Zira zulüm ile abad olanın, akıbeti berbad olur. Libya’yı harabeye çevirip Kaddafi’yi linç ettirenler, Irak’ta milyonların kanına girenler, bugün kendi kazdıkları kuyuya düşmekte, kendi içtimai bünyelerinde çöküşün ayak seslerini duymaktadırlar. Üç trilyon dolar harcayıp, karşılığında sadece nefret, kan ve gözyaşı hasat etmişlerdir.
Bugün anlaşılmıştır ki; “Batı” denilen ve cazibedar görünen o yapı, içi kof, dışı süslü bir “kabr-i müteharrik”ten (hareketli mezar) ibarettir. Ellerindeki kanı, diplomatik lisanın süslü kelimeleriyle temizleyemezler. Türkiye’de milletin iradesine, imanına ve istikbaline kasteden her darbenin arkasında onların parmak izi, onların nefs-i emmareye hizmet eden planları vardır.
Lakin devran dönmüştür. Anadolu’nun basiretli halkı ve onun bağrından çıkan irade, artık bu “sihirbazların” oyununu bozmuştur. “Bizim çocuklar” dedikleri hainler, milletin sinesine çarparak yok olmuşlardır. Amerika’nın o kanlı sicili, tarih sayfalarında bir “utanç vesikası” olarak kalacak; mazlumların ahı ise o müstebitlerin saraylarını başlarına yıkacak bir zelzele-i maneviye hükmüne geçecektir.

Hülasa; bu itiraflar göstermektedir ki, emniyet ve asayişin, huzur ve saadetin yolu, ecnebi reçetelerinde değil, bu milletin kendi özünde, kendi manevi köklerinde ve faziletli medeniyet tasavvurundadır.

Makalenin Özeti
ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın, ülkesinin son 79 yılda dünya genelinde 93 darbe ve rejim değişikliğine müdahil olduğuna dair itirafı, Batı’nın “demokrasi” maskesi altındaki emperyalist ve müstebit yüzünü bir kez daha faş etmiştir. Bu makale, İran’dan Şili’ye, Vietnam’dan Türkiye’deki 12 Eylül ve 15 Temmuz hain girişimlerine kadar uzanan kanlı müdahalelerin, “cihan jandarmalığı” değil, bilakis “cihan eşkiyalığı” olduğunu tarihi delillerle ortaya koymaktadır.
Makalede, ABD’nin “Bizim çocuklar” diyerek sahiplendiği darbecilerin, sadece rejimleri değil, milletlerin istikbalini ve hayat kaynaklarını da tahrip ettiği vurgulanmış; ancak bu zulüm düzeninin artık iflas ettiği ve İlahi adaletin tecellisiyle kendi kazdıkları kuyuda boğulmaya mahkum oldukları neticesine varılmıştır.

(Bak: https://m.yeniakit.com.tr/haber/barracktan-93-darbeyi-biz-yaptik-itirafi-darbeciler-bizim-cocuklar-1969166.html

https://m.aksam.com.tr/dunya/93-darbe-yaptirdik-ise-yaramadi/haber-1624731

https://tesbitler.com/index.php?s=ABD

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
07/12/2025