Dış Gündem ve İç Siyasetin Aykırı Zıtlığı: Var Olma Faaliyeti

Dış Gündem ve İç Siyasetin Aykırı Zıtlığı: Var Olma Faaliyeti

Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias’ın Ege Denizi’ndeki adaları füze ile kilitleme ve Türkiye’yi tehdit olarak niteleme yönündeki haddini aşan hadsiz ve densiz beyanları, salt dış bir diplomatik mesele olmanın ötesinde, bizlere iç siyaset sahasında tezahür eden bir hastalığın ibretli bir tasvirini sunmaktadır. Bu yanılmalı saldırı, dikkatle bakıldığında, yalnızca bir komşu ülkenin ön plan siyaseti değil, aynı zamanda ulusal siyasette proje ve fazilet yerine zıtlık üzerine kurulu bir var olma faaliyetinin de simgesidir.

🏛️ Yunanistan’ın Aynasındaki Ene ve Enaniyet
Dendias’ın sözleri, esasında Yunanistan dahili siyasetinin dar bir koridorunda yükselme ve Başbakanlık hedefine yürüme arzusunun bir dışa yansıması olarak okunabilir. Türkiye’yi tehdit ilan etmek, iç kamuoyunu konsolide etmenin, gündemde kalmanın ve kişisel enaniyetini tatmin etmenin kolay ve ucuz bir yoludur. Hakikat yerine yanlış inançları körükleyen bu tür zahiri çıkışlar, derûnî bir faaliyet üretme kısırlığının üzerini örtme faaliyeti taşır. Aslında, bu tavır, cihanşümul siyasette faziletli bir yer edinmekten ziyade, korku ve husumet üzerinden var olma faaliyetine dayanır.

🇹🇷 İç Siyasetteki Aykırı Zıtlığın Gölgesi

Bu zahiri saldırının ibretli kısmı, tam da bu noktada başlar. Zira memleketimiz dahili siyasetinde de benzer bir külli durumun tezahür ettiğini görmek, düşündürücüdür.
* Dıştaki Ene: Yunanistan’da bir siyasetçi, projeler ve ülkesinin hayat refahı üzerinden değil, Türkiye’yi aykırı zıt cephe olarak belirleyip, onu tasvir ederek kendi enesini şişirmektedir.

* İç Enaniyet: Benzer bir derûnî kısırlık, maalesef dahilimizdeki muhalif siyasetlerin bir kısmında da görülmektedir. Siyasi faaliyet, kendi aslı ve esası olan projeleri, faziletli çözüm önerilerini ve ülkeye hayat verecek hükümet alternatiflerini ortaya koymaktan ziyade, tamamen Sayın Erdoğan muhalefeti üzerine inşa edilmektedir.
Bu iki farklı açıdan bakış, aynı yanılmalı faaliyeti sergilemektedir: Zıt olanı ön plana çıkarıp, tüm siyaseti bu zıtlık üzerinden yürütmek. Yunanistan’daki siyasetçi için dışta var olma faaliyeti Türkiye’yi yıkmak veya tehdit göstermek iken, dahilimizdeki bazı muhalif yapılar için içte var olma faaliyeti, hükümeti (veya hükümetin temsil ettiği yapıyı) şahıs üzerinden devirmeye odaklanmaktır.
Her iki açıda da asıl esas, milletin ve devletin hayatî menfaatleri ve geleceği değil, enenin yani benliğin ön plana çıkma ve iktidar olma hırsıdır. Proje, eser, vizyon gibi faziletli faaliyetler bir kenara itilerek, tüm enerji, yalnızca zıt cepheyi hedef alan bir tasvir fırtınası estirmeye harcanmaktadır.

💡 Hikmet ve İbret: Küllî Bakış

Bu durumun ibretli hikmeti şudur: Dış ya da iç olsun, bir siyasetin aslı proje üretmekten, faziletli hizmet etmekten ve milletin hayatını güzelleştirmekten uzaklaşıp, sadece zıtlık (tenkit) üzerine kurulması, o siyasetin yapısal yanılmaya düştüğünün en büyük isbatıdır.
Gerçek cihanşümul siyaset, aykırı zıt cepheler üzerinden ene tatmini yapmak yerine, milletin küllî menfaatini esas alan, hayata değer katan projelerle ve faziletli duruşla kendini ön plana çıkarandır.
Unutulmamalıdır ki, yanılma yoluyla iktidar arayanlar, eninde sonunda kendi yanılgılarının kurbanı olurlar. Bize düşen, bu zahiri ve iç yanılmalara karşı, hakikat ve fazilet açısından bakarak, var olma faaliyetimizi daima yapıcı, üretken ve aslına uygun bir zeminde tutmaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
03/12/2025




Kur’an-ı Kerîm’de “Ücret” ve İstiğna Düsturu

  1. Kur’an-ı Kerîm’de “Ücret” ve İstiğna Düsturu

    Cenab-ı Hak, peygamberlerin bu tavrını bir güven ve sadakat delili olarak sunar. Peygamberler, davetlerinin karşılığında dünyevi bir menfaat, makam veya mal talep etmedikleri gibi, manevi bir şeref veya baş olma sevdası (riyaset) peşinde de koşmamışlardır.
    Yasin Suresi, 21. Ayet bu hususu şöyle beyan eder:
    > “Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.”
    >
    Yine Hud Suresi, 29. Ayet’te Hz. Nuh (a.s) ve diğer peygamberlerin ortak lisanı şöyledir:
    > “Ey kavmim! Buna karşılık sizden bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir…”
    >
    Bu ayetlerin muhtevası, dini anlatanların maddi ve manevi “istiğna” (kimseye muhtaç olmama, tenezzül etmeme) halinde olmaları gerektiğini ihtar eder.

    2. Günümüze Bakan Mesajlar ve Hassasiyet Noktaları

    Bu ilahi düstur, günümüzde dini temsil edenler için aşağıdaki hayati mesajları ihtiva eder:
    * Sözün Tesiri ve Emniyet: İnsanların tabiatı, karşılıksız yapılan iyiliğe ve fedakarlığa hürmet etmeye meyillidir. Bir kişi anlattığı hakikatler karşılığında maddi bir bedel veya sosyal bir statü bekliyorsa, muhatabın nazarında “Bu işi menfaati için yapıyor” şüphesi uyanır. Bu şüphe, hakikatin tesirini kırar. Emniyet ve itimat, ancak menfaatsizlikle tesis edilir.
    * Dini, Dünyaya Alet Etmemek: En büyük tehlike, mukaddesatın dünyevi gayelere basamak yapılmasıdır. Dini hizmetler, geçim kaynağı (maişet) temini için bir “sektör” haline getirilmemelidir. Elbette vakitlerini tamamen bu işe vakfedenlerin iaşelerinin temini ayrı bir fıkhi konudur; lakin buradaki esas tehlike, dinin, dünyevi refah veya şöhret aracı olarak kullanılmasıdır.
    * İhlasın Muhafazası: Yapılan hizmetin sadece ve sadece Allah rızası için olması (İhlas), ücret talep etmemekle doğrudan alakalıdır. Ücret sadece para değildir; alkış, takdir, hürmet görmek, “ne büyük alim” denilmesi gibi nefsin hoşuna giden manevi ücretler de bu kapsama girer. Bu tür beklentiler, amelin ruhunu zedeler.
    * Enaniyet ve Riyaset Arzusundan Arınmak: Dini temsil makamı, bir tahakküm veya üstünlük kurma aracı değildir. Peygamberler, “kul” olarak kalmayı tercih etmişlerdir. Günümüzde dini temsil edenlerin, kendilerini cemaatlerinden veya toplumdan üstün görmemeleri, tevazu ile hareket etmeleri elzemdir.

    3. Risale-i Nur Penceresinden: İstiğna
    Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, hayatı boyunca bu Kur’ani düsturu bizzat yaşamış, hediye dahi kabul etmeyerek “istiğna” prensibini mesleğinin esası yapmıştır. Bu tavır, Nur talebeleri için de bir şiar olmuştur. Bediüzzaman, dinin izzetini korumak için, ehl-i dalalet karşısında dahi boyun eğmemek adına, en zaruri ihtiyaçları dışında kimseden bir şey talep etmemiştir.
    Risale-i Nur Külliyatı’ndan, Mektubat isimli eserden şu iktibas meseleyi vuzuha kavuşturur:
    >”Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in, senin bu biçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhüd ve sun’î bir istiğnâ değil, belki dört beş ciddî esbaba istinat eder.
    Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar, “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.
    İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde, hakkı neşredenler
    “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” Yunus Sûresi: 72; Hûd Sûresi: 29.”
    – diyerek insanlardan istiğnâ göstermişler. Sûre-i Yâsin’de
    -“Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun.” Yâsin Sûresi:21.-” cümlesi, meselemiz hakkında çok mânidardır.”(Mektubat.14.)

    4. Ne Kadar Hassas Olunmalı?
    Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet, sadece “para almamak” ile sınırlı değildir.
    * Manevi Beklentisizlik: Hizmet eden kişi, “Ben anlattım, onlar hidayete erdi” gibi bir hisse kapılmamalıdır. Hidayet Allah’tandır. Kişi, kendini sadece bir “dağıtıcı” veya “ilancı” olarak görmelidir.
    * Tarafgirlik Tuzağı: Ücret veya menfaat beklentisi, kişiyi hakikati eğip bükmeye veya güç odaklarına yaranmaya sevk edebilir. Hakikatin hatırı âlidir; hiçbir şeye feda edilmez.
    * Şahsı Aradan Çıkarmak: Tebliğci, insanların nazarlarını kendi şahsına değil, doğrudan Kur’an’a ve Sünnet’e çevirmelidir. Kendisi aradan çekilmeli, ayna olmalıdır.
    Hülasa; dini temsil ve tebliğ edenler, peygamberane bir tavırla, maddi ve manevi hiçbir karşılık beklemeden, sırf Allah rızası için bu vazifeyi ifa etmelidirler. Aksi takdirde, hem sözün bereketi kaybolur hem de dinin izzeti zarar görür.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
    01/12/2025

 

 




Fanilik Eleği ve Beka Arzusu

Fanilik Eleği ve Beka Arzusu

İnsan, garip bir yolcudur. Elinde “ömür” adında bir sermaye, önünde “dünya” adında devasa bir elek vardır. Zahiri nazarla bakıldığında insan, bu eleğin içine durmadan bir şeyler doldurma telaşındadır. Makam doldurur, kasa doldurur, ev doldurur, hatta kalbini fani sevgilerle doldurur. Ancak bu “doldurma” faaliyeti esnasında çoğu kez acı bir hakikati unutur: Eleğin altı deliktir.
Dünya, üstten girenlerin alttan döküldüğü, gidenin gelmediği, gelenin ise durmadığı bir “doldur boşalt makinesi” gibidir. Bu hal, kainatın aslı ve esasıdır. Zira bu alem, durulacak bir yer değil, geçilecek bir köprüdür.

Büyük Yanılma: Ebediyet Vehmi

İnsanın en büyük trajedisi, “ene”sinden (benliğinden) kaynaklanan bir körlükle, bu eleği “kapalı bir kase” zannetmesidir. Eşyayı ve hadiseleri sabit zanneder. Oysa zaman, durmaksızın işleyen bir değirmen gibi her şeyi öğütmekte ve eleğin altına dökmektedir. İnsan ise bu akışa direnmeye çalışır, tutmaya çalışır; fakat parmaklarının arasından akıp giden suyu tutamayan bir çocuk gibi çaresiz kalır.
Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de, şu şekilde tasvir edilir:
> “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ekin çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.”
> (Hadîd Suresi, 57:20)
>
Hikmet Penceresinden: Neden Dibi Delik?

Peki, neden bu eleğin dibi deliktir? Neden bu dünya bir istikrar yurdu değil de, bir “doldur boşalt” sahnesidir?
Bunun hikmeti şudur: Eğer eleğin altı kapalı olsaydı, insan bu dar ve fani aleme aşık olur, ebedi yurdunu ve Yaratıcısını unuturdu. Suyun bulanmadan durulması için akması gerektiği gibi, hayatın da tasaffi etmesi (arınıp saflaşması) için bu devr-i daime ihtiyacı vardır. Gelen gider ki, yeni gelenlere yer açılsın.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda dünyanın bu “misafirhane” ve “doldur boşalt” yönünü harikulade bir surette izah eder. Mektubat eserinde, dünyanın faniliğini ve insanın bu dünyadaki vazifesini şöyle anlatır:
> “Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise, onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir.”
> (Mektubat, Yirminci Mektub, Birinci Makam – Sayfa 241)
>
Demek ki, dünyanın “dibi delik” olması bir kusur değil, bir rahmettir. Çünkü bu sayede insan, kalbini akıp giden şeylere (masiva) değil, o akışın içindeki Daimî ve Baki olan Allah’a bağlaması gerektiğini anlar.

Elekte Ne Kalır?

Madem her şey alttan dökülüp gidiyor, o halde bu çaba beyhude midir? Hayır.
Bu elek, maddeyi süzer ama manayı tutar.
Cismi düşürür ama ameli tutar.
Zamanı tüketir ama fazileti tutar.
Eleğin üstünden dökülen “mal, mülk, şöhret, gençlik” gibi maddi unsurlar aşağıdan akıp giderken, bu unsurlarla kazanılan “iman, marifetullah, şefkat, ibadet ve güzel ahlak” eleğin gözeneklerine takılıp insanın ebedi sermayesi olur.

Netice-i Kelam:

Dünya, bizi oyalamak için dönen bir oyuncak değil, sabrımızı ve sadakatimizi ölçen bir imtihan meydanıdır. Madem dünya bir “doldur boşalt” makinesidir; akıllı insan, boşalacak olan kaba değil, o kabın içindeki suyla beslenen ebedi meyvelere talip olandır. Bize düşen, eleğin deliğinden akıp gidenlere üzülmek değil, o akışta Rıza-yı İlahi’yi yakalayabilmektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
30/11/2025