OSMANLI AİLE HUKUKU

OSMANLI AİLE HUKUKU

Osmanlı’da aile, toplumun çekirdeği olarak kabul edilmiş ve devlet, bu kurumun muhafazası için İslam hukukunun (Hanefi fıkhı) cihan şümul prensiplerini ve örfi hukuku birleştirerek kendine has bir usul geliştirmiştir.
Osmanlı aile hukukunun muhtevası, devletin nazarı ve boşanma tatbikatı hakkında detaylar şöyledir:

1. Hukuki Temel ve Devletin Hassasiyeti
Osmanlı aile hukuku, temelde Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’e dayanan Şer’i hukuk (Ahkam-ı Şer’iyye) üzerine bina edilmiştir. Devletin bu konudaki hassasiyeti, ailenin mahremiyetini korumakla birlikte, tarafların (özellikle kadının) haklarını güvence altına almak üzerine kuruludur.
* Devletin Rolü ve Kadı: Devlet, aile içine doğrudan müdahil olmaktan ziyade, Kadı (hakim) vasıtasıyla bir denetim ve tescil makamı olarak faaliyet göstermiştir. Nikâh bir “akid” (sözleşme) olarak görülmüş; bu akdin sıhhati için irade beyanı (icab ve kabul) ve şahitler şart koşulmuştur.
* Kayıt Altına Alma (Şer’iyye Sicilleri): Osmanlı’da evlilik ve boşanmaların kayıt altına alınması devletin ciddiyetle üzerinde durduğu bir husustur. Kadı sicilleri (Şer’iyye Sicilleri), evlilik akdini, mehir miktarını ve şartlarını ihtiva eden resmi belgelerdir. Bu kayıtlar, ihtilaf durumunda isbat vasıtası olarak kullanılmıştır.

2. Boşanma Durumları ve Çözüm Yolları (Tatbikat)
Osmanlı hukukunda evliliğin devamı esas olmakla birlikte, “geçimsizlik” ve “zarar görme” durumlarında boşanma meşru bir çıkış yolu olarak kabul edilmiştir. Boşanma tek taraflı bir erkek imtiyazı gibi görünse de tatbikat incelendiğinde kadının da aktif bir rolü olduğu görülür.
Üç temel boşanma türü uygulanırdı:
* Talak (Erkeğin Boşaması): Erkeğin tek taraflı iradesiyle gerçekleşir. Ancak bu durum, erkeğe ciddi mali yükümlülükler getirir. Erkek, kadının mehr-i müeccelini (ertelenmiş mehir) ve iddet müddetince nafakasını derhal ödemek zorundadır. Bu mali külfet, keyfi boşanmaların önünde caydırıcı bir set oluşturmuştur.
* Muhâlaa (Anlaşmalı Boşanma / Hul): Kadının talebi veya karşılıklı anlaşma ile gerçekleşen boşanmadır. Kadın, boşanmak isterse kocasını ikna etmek için alacağı mehir veya nafakadan vazgeçebilir (bedel karşılığı boşanma). Tarihçilerin nazarına çarpan ilginç bir detay; mahkeme kayıtlarında en sık rastlanan boşanma türlerinden birinin bu olmasıdır.
* Tefrik (Mahkeme Kararıyla Boşanma): Hakimin kararıyla gerçekleşen boşanmadır. Kadın; kocasının iktidarsızlığı, evi terk etmesi (gaiplik), kendisine kötü muamele etmesi (darp, hakaret) veya nafakasını temin etmemesi gibi durumlarda Kadı’ya başvurarak boşanma talep edebilir.

3. Boşanma İstatistikleri ve Sebepleri
Boşanma oranları ve sebepleri, bölgeden bölgeye ve dönemden döneme farklılık gösterse de elimizdeki veriler bazı ezberleri bozmaktadır.
* İstatistikler:
* 17. yüzyıl Bursa, İstanbul ve Edirne gibi büyük şehirlerdeki Şer’iyye Sicilleri incelendiğinde, boşanma oranlarının hiç de azımsanmayacak seviyede olduğu görülür.
* Mesela 17. yüzyıl Bursa’sında yapılan bir araştırmada, boşanma vakalarının büyük bir kısmının Muhâlaa (kadının isteği/anlaşma) yoluyla gerçekleştiği tespit edilmiştir. Bazı dönemlerde bu oran %60’lara kadar çıkabilmiştir. Bu da Osmanlı kadınının evliliği sonlandırma konusunda pasif değil, hukuki mekanizmaları kullanan bir özne olduğunu gösterir.
* Sebepler:
* Şiddetli Geçimsizlik (Nizâ): En yaygın sebeptir. Eşlerin mizaçlarının uyuşmaması.
* Kötü Muamele ve Darp: Mahkemeler, kadına yönelik şiddeti boşanma sebebi saymış ve bu konuda kadını koruyan hükümler vermiştir.
* Nafaka Temin Edememe: Erkeğin ailenin geçimini sağlayamaması.
* Terk: Kocanın uzun süre kaybolması veya evi terk etmesi.
4. 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi
Devletin bu alandaki en somut ve modern hamlesi, 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi’dir. Bu kararname, İslam dünyasında aile hukukunu kanunlaştıran ilk resmi metindir. Bu kanunla:
* Evlenme ve boşanma işlemlerinde devlet denetimi artırılmıştır.
* Kadınların boşanma hakları (tefrik sebepleri) genişletilmiştir.
* Çok eşlilik (taaddüd-ü zevcat) belirli şartlara ve hakimin iznine bağlanarak zorlaştırılmıştır.
Hülasa: Osmanlı’da aile hukuku, sadece erkeğin hegemonyasında olan bir yapı değil; kadının mali ve sosyal haklarının mehir ve mahkeme yoluyla korunduğu, devletin ise adaleti tesis etmek için zahiri ve batini dengeleri gözettiği bir sistemdir.
> “Kadınlar, erkeklerin şakayıklarıdır (benzerleri, diğer yarılarıdır).” (Hadis-i Şerif – Ebu Davud, Taharet, 94)

Bak
https://youtu.be/MiqAixJUxmw?si=lk74dRdJuuuAE0rL

*********

Osmanlı aile hukukunun “teoriden pratiğe” nasıl döküldüğünü anlamak için, hukukun hafızası olan Şer’iyye Sicilleri’ne ve modernleşme döneminin en önemli hukuki metni olan Hukuk-ı Aile Kararnamesi’ne bakmak gerekir.
İşte o dönemin mahkeme kayıtlarının işleyişi ve 1917 Kararnamesi’nin getirdiği hayati yenilikler:
1. Şer’iyye Sicillerinin Muhtevası ve Tutuluş Usulü
Şer’iyye sicilleri, Osmanlı mahkemelerinde Kadı’nın verdiği hükümleri, noterlik işlemlerini ve devletin gönderdiği emirleri ihtiva eden defterlerdir. Bu defterler, sadece kuru birer hukuk metni değil, o dönemin sosyal hayatının en canlı tasviridir.
* Kayıt Süreci (Usul):
* Sözlü Beyan Esastır: Mahkemede yazılı dilekçeden ziyade sözlü ifade esastır. Davacı (müddei) ve davalı (müddea aleyh) Kadı’nın huzuruna çıkar.
* Şuhûdü’l-Hâl (Durum Tanıkları): Mahkeme salonunda sadece taraflar değil, mahallenin ileri gelenlerinden veya o an orada bulunanlardan oluşan “Şuhûdü’l-Hâl” adı verilen tarafsız bir heyet bulunur. Bu kişiler, davanın şeffaf bir şekilde görüldüğüne şahitlik ederler ve isimleri sicilin sonuna tek tek yazılır. Bu, adaletin gizli kapaklı değil, halkın nazarı önünde gerçekleştiğinin isbatıdır.
* Hüccet ve İlam: Mahkeme sonucu “Hüccet” (belge) veya “İlam” (karar) olarak kaydedilir. Katip, tarafların ifadelerini özetleyerek, hukuki terimlerle deftere geçirir.
* Sicillerde Aile Konuları:
Sicillerde “Nikahtır”, “Muhâlaadır” (boşanma), “Nafakadır” başlıkları altında binlerce kayıt bulunur. Örneğin, bir kadının mahkemeye gelip “Kocam bana vaat ettiği mehri vermedi, bu yüzden evden ayrıldım, nafakamın hükmedilmesini talep ederim” şeklindeki beyanı ve Kadı’nın kocayı celbedip (çağırıp) konuyu araştırması bu defterlerde adım adım kayıtlıdır.
2. 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi: Bir Dönüm Noktası
Osmanlı Devleti’nin son döneminde, değişen sosyal şartlar ve savaşın getirdiği zorluklar, aile hukukunda bir reformu zorunlu kılmıştır. 1917 tarihli bu kararname, İslam hukukunun külli yapısı içinde kalarak, diğer mezheplerin (Maliki, Hanbeli) görüşlerinden de istifade edilerek (Telfik usulü) hazırlanmış çok ileri bir kanundur.
Bu kararnamenin muhtevasında öne çıkan en mühim maddeler şunlardır:
* Evlenme Yaşı (Sinni Rüşt):
Mecelle’de kesin bir yaş belirtilmezken, Kararname ile evlilik için alt yaş sınırı getirilmiştir. Erkekler için 18, kadınlar için 17 yaşını doldurma şartı aranmıştır.
* Çok Eşlilik (Taaddüd-ü Zevcat) Şartları:
İslam hukuku çok eşliliğe cevaz verse de, Kararname bunu zorlaştırmıştır. Erkeğin ikinci bir evlilik yapabilmesi için;
* Mevcut eşin rızasının olması veya,
* Erkeğin mali gücünün yeterli olduğunun ve eşler arasında adaleti sağlayabileceğinin mahkemece isbat edilmesi şart koşulmuştur. Ayrıca kadına, nikah akdi sırasında “Eğer üzerime evlenirsen boş olurum” şartını koyma hakkı tanınmıştır (Tefviz-i Talak).
* Kadının Boşanma Hakkının Genişletilmesi:
Hanefi mezhebinde kadının boşanma sebepleri sınırlıyken (sadece iktidarsızlık vb.), Kararname ile Maliki mezhebinin görüşleri de alınarak;
* Kocanın evi terk etmesi,
* Hastalık,
* Geçimsizlik (Nizâ),
* Nafaka ödememe
gibi durumlar da kadına mahkeme yoluyla (Tefrik) boşanma hakkı veren sebepler arasına eklenmiştir.
3. Aile “Küçük Bir Dünya”
Osmanlı’nın bu hukuki hassasiyeti, aslında ailenin manevi bir sığınak olmasından ileri gelir.
Kisinin kalesi, aile hayatıdır.”
> Aile sadece biyolojik veya hukuki bir birliktelik değil, insanın dünya sıkıntılarına karşı sığındığı manevi bir kaledir. Hukuk da bu kaleyi korumak için vardır.
4. Kur’an-ı Kerim’den İktibas
Allah (c.c.), evliliğin ve boşanmanın sınırlarını belirlerken karşılıklı haklara riayet edilmesini ve zulmedilmemesini emreder:
> “Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülüklerine karşılık lehine olan hakları da vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
> (Bakara Suresi, 228. Ayet – Meali)
>
Hülasa; Osmanlı tatbikatı ve 1917 Kararnamesi, aile müessesesini keyfi uygulamalardan kurtarıp, yazılı, denetlenebilir ve hakkaniyetli bir zemine oturtma gayretinin sonucudur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
21/11/2025




İNSAN RUHUNUN ALLAH İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ

İNSAN RUHUNUN ALLAH İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ

### 1. İlgili Ayet-i Kerime ve Meali

> **”Ona şekil verip ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secdeye kapanın!”**
> *(Sâd Suresi, 38/72)*

### 2. “Ruhumdan Üfledim” İfadesindeki Derûnî Hikmet

Cenab-ı Hakk’ın “Ruhumdan” buyurması, hâşâ Zât’ından bir parçanın kopup insana geçmesi demek değildir. Allah (c.c.) mürekkep (parçalardan oluşan) değildir, Samed’dir. Buradaki izafet (bağlantı), **”İzafet-i Teşrifiye”**dir; yani şereflendirme, değer verme ve aidiyet bildirme bağlantısıdır.

* **Doğrudan Muhatabiyet:** Allah, araya vasıtalar (melekler veya sebepler) koymadan, kudret elinin bizzat işlemesiyle ve “Ruhum” diyerek insana verdiği değeri göstermiştir. Bu, insanın **”Ahsen-i Takvim”** (en güzel kıvam) üzere yaratıldığının en büyük isbatıdır.
* **İlahî Bir Sır:** Ruh, mahiyeti itibariyle “Emir Alemi”ndendir. Yani madde ve zaman kayıtlarının ötesinde, Allah’ın “Kün” (Ol) emrinin, harici bir vücut giymiş şeklidir.

### 3. Emir Alemi, Ruh ve Beden Bağlantısı

Ruhun bedene girmesi, bir suyun kaba girmesi gibi maddi bir olay değil; elektriğin ampulde tezahür etmesi veya kanunun maddede işlemesi gibidir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, ruhun bu mahiyetini şöyle tasvir eder:

> *”Ruh, zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeye müstaid bir kanun-u emrîdir.”*
> *(Sözler, 29. Söz, s. 506)*

**Hikmeti:** Beden kesif (yoğun, maddi), ruh ise latiftir (ince, nurani). Allah, topraktan yarattığı o kesif bedeni, kendi emrinden olan o latif ruh ile şereflendirerek insanı iki alemin (Mülk ve Melekût) kesişim noktası yapmıştır.

### 4. Hz. Adem’e Üflenen Ruh ve Bizimle Alakası

“Neden bize değil de Hz. Adem’e?” sorusunun cevabı, **”Kanun-u Tencim”** (Büyüme ve üreme kanunu) sırrında saklıdır.

* **Çekirdek ve Ağaç:** Hz. Adem insanlık ağacının çekirdeğidir. Bir çekirdeğe aşılanan özellik, o çekirdekten çıkan bütün ağaca, dallara ve meyvelere sirayet eder. Hz. Adem’e üflenen o ruh, potansiyel ve mahiyet olarak bütün insanlığın genetiğine ve fıtratına dercedilmiştir.
* **Veraset:** Biz o ilahî nefhayi (üflemeyi), irsiyet ve fıtrat yoluyla devralırız. Her doğan çocuk, İslam fıtratı ve o ruhun saflığı üzerine doğar.

### 5. Firavun’un İlahlık İddiası ve Bu Hakikatle Bağlantısı

Meselenin en can alıcı noktası ise; İnsana verilen bu yüksek ruh ve onunla beraber verilen **”Ene” (Benlik/Ego)**, aslında Allah’ı tanımak için verilmiş bir **vahid-i kıyasi** (kıyas birimi)dir.

Fakat Firavun gibi haddini aşanlar, bu emaneti mülk zannetmişlerdir. Bağlantıyı şöyle kuralım:

* **Rabbin Sıfatlarını Anlama Anahtarı:** İnsan, kendisine verilen cüz’i ilim, irade ve kudretçiklerle der ki: *”Ben şu evi yaptım, şu bedene sahibim; Rabbim de şu kâinatı yaptı ve sahibidir.”* Ruhun bu özelliği, mutlak olanı anlamak için bir dürbündür.
* **Yanılma Noktası (Suiistimal):** Firavun, ruhuna üflenen bu “Rabbin halifesi olma” yetkisini ve “Rububiyetin numunesini”, asıl kaynak olan Allah’a atfetmek yerine; **”Bu güç benimdir, kaynağı bendedir”** diyerek enaniyete saplanmıştır.
* **Gölgeyi Asıl Sanmak:** Güneşin aynadaki yansıması (insandaki ruh ve sıfatlar), Güneş’ten haber verir. Ayna (Firavunlaşan nefis) eğer *”Işık benden çıkıyor, Güneş benim”* derse, şirke düşer ve ilahlık taslar.

Üstad Bediüzzaman bu tehlikeli ve ince çizgiyi şöyle izah eder:

> *”Gökler, zemin ve dağlar, emaneti yüklenmekten çekindiler. İnsan ise onu yüklendi.”* (Ahzab Suresi) ayetinin tefsirinde:
>
> *”Ene, künuz-u mahfiye olan Esmâ-i İlâhiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkülküşadır… Hâlık-ı Kâinat’ın rububiyetinin evsaf ve şuunatını anlamak için, bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor.”*
> *(Sözler, 30. Söz, s. 536)*

Ancak Firavun gibiler için devamında ise:

> *”O ene, hıyanet etti. ‘Siz de, benim gibi, kendi mülkünüzün ve cesedinizin sahiplerisiniz’ diye ibadını kendine davet edip, o enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek rububiyet dâvâ etti.”*
> *(Age ve devamı)*

### Hülâsa ve Sonuç

Allah’ın “Ruhumdan üfledim” demesi; insanı kendine muhatap kabul etmesi, onu şuur ve irade sahibi kılması ve kendi sıfatlarından (ilim, irade, kelam vb.) numuneler vererek Kendisinin bilinmesini istemesindendir.

Bu büyük nimet; mümin için Allah’a **kulluk (ubudiyet)** ve vuslat vesilesi iken; Firavun meşrepli nefisler için, o numuneyi asıl zannedip **ilahlık (rububiyet)** iddia etme sebebine dönüşmüştür.

✧✧

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin **”Tılsım-ı Kâinatın Anahtarı”** olarak vasıflandırdığı 30. Söz (Ene ve Zerre Risalesi), insanlığın manevi seyrüferini anlamak için cihan şümul bir rehberdir.

Önceki cevabımızda değindiğimiz “Ruhun üflenmesi” ve “Firavuniyet” meselesinin teknik ve felsefi altyapısı tam olarak burada yatmaktadır. Ene’yi (benlik/nefis), hakikatin kilidini açan bir anahtar olarak düşünelim; bu anahtar doğru çevrilirse kâinatın kapılarını açar, yanlış çevrilirse insanı karanlığa hapseder.

İşte 30. Söz’ün dürbünüyle, Ene’nin iki yüzü ve iki ayrı silsilenin (Nübüvvet ve Felsefe) tahlili:

### 1. Ene’nin Mahiyeti: Vahid-i Kıyasî (Kıyas Birimi)

Cenab-ı Hak, mutlak, sınırsız ve şekilsiz sıfatlarının (İlim, Kudret, İrade vb.) insanlar tarafından anlaşılabilmesi için, insana **”Ene”** denilen bir nümune vermiştir.

* **Amaç:** Mutlak olanı, sınırlı olanla kıyaslayarak anlamaktır.
* **Mantık:** *”Ben şu evi nasıl yaptım ve idare ediyorsam, Allah da kâinatı öyle yapmış ve idare ediyordur”* diyebilmektir.
* **Sınır:** Ene, kendindeki bu özellikleri **”sahiplenmek”** için değil, **”birim”** olarak kullanmak için taşır. Tıpkı termometrenin harareti göstermesi ama hararetin sahibi olmaması gibi.

### 2. Yol Ayrımı: Ene’nin İki Yüzü

Ene, bıçak sırtı gibidir. Kendine ve kâinata hangi **”Nazar” (Bakış)** ile baktığı, neticeyi tamamen değiştirir.

| Özellik | Nübüvvet (Peygamberlik) Silsilesi | Felsefe (Hikmet-i Beşeriye) Silsilesi |
| :— | :— | :— |
| **Bakış Açısı** |
**Mana-yı Harfi:** Kendine, başkasının (Allah’ın) manasını gösteren bir ayna olarak bakar. |
**Mana-yı İsmi:** Kendine, bizzat var olan ve kendine malik bir varlık olarak bakar. |
| **İddia** | “Ben bir memurum, kuvvet ve mülk benim değil, O’nundur.” |
“Ben kendime malikim. Bu kuvvet ve iktidar benim zâtımdandır.” |
| **Netice** |
**Ubudiyet (Kulluk):** Aczini bilir, Rabbine sığınır. Ene incelir, şeffaflaşır, Hakk’ı gösterir. |
**Enaniyet (Egoizm):** Kendini ilahlaştırır. Ene kalınlaşır, ışık geçirmez, Hakk’ı örter. |
| **Örnek** | Hz. Musa, Hz. Muhammed (s.a.v) ve bütün Enbiya.
| Firavun, Nemrut ve Tabiatperest Felsefe. |

### 3. Risale-i Nur’dan Derûnî Bir İktibas

Üstad Hazretleri, bu hakikati şöyle tasvir eder:

> *”Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar. Şu mes’eleye dair “Şemme” isminde bir risale-i arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki: Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana “ene” namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat’ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. “*
> *(Sözler, 30. Söz, Birinci Maksat)

Ancak felsefi bakışla (Mana-yı İsmi ile) bakıldığında durumun vahameti şöyledir:

> *”Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse; o vakit emanette hıyanet eder,.”*
> *(Sözler, 30. Söz, Birinci Maksat,age)*

### 4. Ene’den Zerre’ye (Tabiata) Geçiş: Şirkin Psikolojisi

Burada çok ince bir bağlantı vardır. Ene, eğer Allah’a teslim olmazsa, “Ben yaptım” der. Ancak insan, kendi acizliğini ve her şeyi yapamayacağını içten içe bilir.

* **Tabiata Havale:**
Ene, Allah’ı reddedince, kâinattaki muazzam düzeni açıklamak için bu sefer ilahlık vasfını **”Tabiata”**, **”Esbaba” (Sebeplere)** veya **”Zerreye” (Atoma)** vermek zorunda kalır.
* **İmkansız Yük:** Bir atomun, göz gibi harika bir organı yapabilmesi için; o atomun her şeyi gören bir ilme ve her şeye yeten bir kudrete sahip olması gerekir.
* **Yanılma:** Yani enaniyet, Allah’ın birliğini (Tevhid) kabul etmeyince, kâinattaki zerreler adedince sahte ilahları kabul etmek zorunda kalır.

### Hülâsa

Firavun, **Mana-yı İsmi** ile kendine bakmış, elindeki iktidarı kendinden bilmiş, Ene’yi şeffaf bir ayna yapmak yerine katılaştırmış ve nihayetinde “Ben sizin Rabbinizim” deme cüretini (deliliğini) göstermiştir.

Ruhun üflenmesi bizde bir “imkan”dır; Ene ise o imkanın “imtihan” sahasıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
21/11/2025




TOPLUMSAL CİNNET VE TAŞAN BARDAK

TOPLUMSAL CİNNET VE TAŞAN BARDAK: Tahammülsüzlük Çağında İnsan Kalabilmek

Mukaddime: Cinnet Mustatili
Günümüz toplumunda, ferdi ve içtimai hayatta daha evvel pek rastlanmayan bir öfke patlaması ve tahammülsüzlük hali müşahede edilmektedir. Bir kornaya basmak, trafikte yol vermek veya omuz omuza çarpmak gibi basit ve telafisi mümkün hadiseler, saniyeler içinde bir cinayet mahalline veya kavga meydanına dönüşebilmektedir.
Kanser hastalığını yenmiş bir muallimin, basit bir maddi hasarlı kaza neticesinde, ailesinin gözü önünde ve hastalığını beyan etmesine rağmen darp edilerek öldürülmesi; toplumun ruh haletinin ne denli bozulduğunun en acı isbatıdır.
Sonuçta;”Biri kabre, diğeri hapse” giden bu yolculuk, anlık bir öfkenin, ebedi bir nedamete dönüşmesidir.
Bu hal, sadece psikolojik bir gerilim değil, aynı zamanda manevi ve ahlaki bir çöküşün dışa vuran zahiri görüntüsüdür.

1. Ahvalin Tahlili ve Sebepleri
Bu tahammülsüzlüğün ve “patlamaya hazır bomba” gibi dolaşmanın altında yatan asıl sebepler, sadece ekonomik sıkıntılar veya şehir hayatının stresi ile izah edilemez. Meselenin kökü daha derinde, insanın derûnî ve manevi dünyasındadır.
* A. Enaniyet (Ego) ve Kibir:
İnsanlarda “ene” (benlik) duygusu o kadar şişmiştir ki, en küçük bir tenkit veya ters hareketi, şahsiyetine yapılmış büyük bir saldırı olarak anlamaktadır. Trafikte önüne geçilmesini, kendi varlığına bir hakaret sayan hastalıklı bir enaniyet mevcuttur. Bu hal, kişiyi hakperestlikten uzaklaştırıp, nefsini merkeze alan bir canavara dönüştürür.
* B. İman Zaafiyeti ve Ahireti Unutmak:
Ölümün ve hesabın unutulduğu, sadece dünya hayatının esas alındığı bir zihniyette, insanlar dünyevi menfaatlerini veya gururlarını her şeyin üstünde tutarlar. Ahiret inancı kuvvetli olan bir kimse, bir anlık öfkenin hem bu dünyasını hem de ebedi hayatını yakacağını bilir. Ancak bu şuur kaybolduğunda, freni patlamış bir kamyon gibi hislerine mağlup olurlar.
* C. Merhamet ve Şefkat Yoksunluğu:
İnsanların kalbinden şefkat ve merhamet hissinin çekilmesi, karşıdakini “eşref-i mahlukat” (yaratılmışların en şereflisi) olarak değil, yok edilmesi gereken bir düşman veya engel olarak görmelerine sebep olmaktadır.
* D. “Haklı Olma” Yanılması:
Herkes kendi penceresinden baktığında mutlak haklı olduğunu düşünmektedir. Bu yanılma, karşı tarafı dinleme ve anlama (empati) kapılarını kapatmaktadır. Haklı olmayı, mutlu olmaya ve huzurlu olmaya tercih eden bir ruh hali hakimdir.
2. Çözüm Yolları ve Tedbirler
Bu toplumsal yangını söndürmek için sadece polisiye tedbirler yetersiz kalacaktır. Mesele kalplerde ve zihinlerde çözülmelidir.
* A. Manevi Terbiye ve Tahkiki İman:
Eğitim sistemi sadece akademik bilgi yükleyen değil, talim ve terbiye esaslı olmalıdır. İnsana, öfkesini yutmanın bir zayıflık değil, bilakis en büyük bir kuvvet ve fazilet olduğu öğretilmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
> “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân Suresi, 134. Ayet)
>
* B. Hukuki Caydırıcılık ve Adalet:
Suçun işlenmesini beklemeden, potansiyel şiddet meyli gösterenlere karşı ciddi müeyyideler uygulanmalıdır. “Kasten yaralama” veya “trafik magandalığı” gibi fiillerin cezaları, yapanı pişman edecek, diğerlerini de menedecek seviyede olmalıdır. Cezada caydırıcılık, adaletin zahiri yüzüdür ve toplumun huzuru için elzemdir.
* C. Sabır ve Teennî Eğitimi:
Acelecilik şeytandandır, teennî (düşünerek hareket etme) ise Rahmandandır. Topluma “yavaşlama” ve “tefekkür etme” kültürü aşılanmalıdır. Bir olay anında “Ya Sabır” diyebilmek, o anlık krizi yönetmenin anahtarıdır. Bir dakika intikam lezzeti için, yıllarca hapis cezasının elemini çekmek, aklı başında bir insanın yapacağı iş değildir.
* D. İletişim Dilinin Islahı:
Medyada, dizilerde ve günlük lisanda kullanılan şiddet dili terk edilmelidir. Nezaket, zayıflık değil medeniyettir. “Lütfen”, “Özür dilerim”, “Hakkını helal et” gibi kelimelerin ihtiva ettiği barışçıl mana, toplumsal hafızaya yeniden kazınmalıdır.

Netice
Toplumun bu gergin halden kurtulması, fabrika ayarlarına, yani fıtratına dönmesiyle mümkündür. Bir öğretmeni, bir babayı, bir eşi hiç uğruna hayattan koparan bu şiddet sarmalı; ancak kalplere yerleşecek Allah korkusu, insan sevgisi ve ahiret şuuru ile durdurulabilir.
Aksi takdirde, her an patlamaya hazır bu külli cinnet hali, daha nice ocakları söndürmeye namzettir. Çare; yumruğu sıkmakta değil, eli uzatmakta; bağırmakta değil, anlamakta; kavgada değil, sulhtadır.

✧✧

🕊️ ÖFKE KONTROLÜ VE KARDEŞLİK (UHUVVET RİSALESİ)
Öfke, genellikle başkasının hatasına nazar etmekten ve kendi enaniyetimizin zedelenmesinden doğar. Uhuvvet Risalesi (22. Mektup), bize bir mümin kardeşimize zahiri hatalarından dolayı zıt gitmemeyi ve düşmanlık beslememeyi öğretir.

> Kaynak: https://risaleoku.com/oku/mektubat/yirmi-ikinci-mektup/263
>
Esas Mana (Tasvir):
Bir müminin zahiri hatasına şiddetli öfkeyle yaklaşmak, onun iç durumunu bilmemekten kaynaklanır. Eğer öfkemiz bir mümin kardeşimize yöneliyorsa, bu, ene ve enaniyetimizin kışkırtılmasıdır. Öfke, kardeşlik hukukunu bozan zıt bir duygudur. Bu fazileti korumak, kendi kusurlarımızın dahi affına vesiledir.
🙏 SABIR VE TESELLİ (25. LEM’A / HASTALAR RİSALESİ)
Sabır, özellikle musibetler anında hayat derecemizi koruyan, manevi bir kalkandır. Hapishane şartları gibi ağır durumlarda kaleme alınan bu eser, musibet ve sabrın büyük faziletini ve tesellisni tasvir eder.

> Kaynak: https://risaleoku.com/lemalar/yirmi-besinci-lema-hastalar-risalesi-588
>
Esas Mana (Teselli):
Hastalık ve musibetler, bizim derûnî dünyamızı arındıran birer aracıdır. Öfkeye kapılmak yerine sabretmek, fani hayatın dakikalarını ahiret için birer sermayeye çevirir. Musibete nazar edip isyan eden, hem hastalığın zahiri zahmetini çeker hem de manevi fazilet ve sevabını kaybeder. Sabır, bu külli zarardan kurtulmanın tek yoludur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik

www.tesbitler.com
21/11/2025




DİJİTAL HAYATTA DİNÎ TEMELLERİN İNŞASI: NURDAN DİJİTALE UZANAN BİR DÖNÜŞÜM- 1 –

DİJİTAL HAYATTA DİNÎ TEMELLERİN İNŞASI: NURDAN DİJİTALE UZANAN BİR DÖNÜŞÜM- 1 –

*Yüz sene önce sanayi devrimini kaçırdık.
Yüz sene sonra geç de olsa teknoloji devrimini yakaladık.
Bundan sonraki yüz yıla hükmedecek YAPAY ZEKA devrimini ve dönemini kaçırmayalım.


GİRİŞ
Âlemin yaratılışı nurla başlamış, vahyin gelişi nurla olmuş, insanın yolculuğu da yine nura dönmekle nihayete erecektir. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati şöyle beyân eder:
“Allah, göklerin ve yerin nurudur…”
(en-Nûr, 24/35, TDV Meali – Âyetin tamamı)
“Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde ışık bulunan bir kandilliktir. O ışık bir cam içindedir. Cam, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu kandil, ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Bu öyle bir ağaçtır ki, ateş değmese bile neredeyse yağı ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini kendi nuruna eriştirir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”
Risale-i Nur’da ise Bediüzzaman Hazretleri, varlığın esası olan bu nur hakikatini şöyle ifade eder:
-Her şeyin aslı, nuru Muhammediyedir (a.s.m). Âlem-i vücudun mayesi, ziyasını o nurdan almıştır.
Bu nuranî asıl, bugün insanlığın karşılaştığı büyük dijital dönüşümün de doğru bir zemine oturtulması için rehber niteliğindedir. Zira madde çözülmekte, tabiat kavramı dijital sistemlerin ön planına geçmekte ve hayatın pek çok sahası dijital bir zemine kaymaktadır. Bu değişim fâni değildir; kalıcı bir dönüşümdür.

I. DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜN KAÇINILMAZ GERÇEĞİ
Bugün dünya, maddî yapının çözülerek dijital alanlara kaydığı bir dönemin içindedir. Bu yalnızca teknik bir ilerleyiş değildir; insanın nazarını, düşüncesini, idrakini, alışkanlıklarını ve inşa edilen yeni hayat tarzını etkileyen köklü bir dönüşümdür.
• Ticaret dijital,
• Sosyal münasebetler dijital,
• Eğitim dijital,
• Bilgi üretimi dijital,
• Hukukî işlemler dijital,
• Devlet yapılarının işleyişi dahi dijital hâle gelmektedir.
Dinin insan hayatının bütün sahalarını kuşatan yönü sebebiyle, bu dönüşüm sahası boş bırakılamaz. “Biz doldurmazsak, başkası doldurur.” kaidesi, hem dinin korunması hem neslin muhafazası adına zarurîdir.
II. DİJİTAL DİN ALANININ TEMEL TEHLİKELERİ
Bugün dijital alanda:
• Yanlış inançların,
• Uydurma rivayetlerin,
• Mantık örgüsü bozuk iddiaların,
• Aykırı öğretimlerin,
• Gizli propagandaların
kolayca yayıldığı görülmektedir.
Bu boşluğu dolduranlar, İslâm’ın temel esaslarını değil; kendi kurgularını, kültürlerini, ideolojilerini yerleştirmektedir. Tarihte defalarca görüldüğü üzere, bilgiye hükmeden zihniyet, toplumların inancını da şekillendirmiştir.
Dijital alanın her saniyesi, yeni bir “dinî iddia” üretmektedir. Bu, sağlam bir ilmî zemini olmayan kimselerin ön plan hâkimiyetine yol açar.
III. DİJİTAL DİN İNŞASI NEDEN ZARURÎDİR?
1. Yeni neslin dijital altyapısı
Bugünün gençliği:
• Bilgiyi dijital platformdan alıyor,
• Sorularını dijital ortama soruyor,
• Dinî bilgiyi yazılı kitaplardan değil, dijital muhtevadan takip ediyor.
Bu nedenle dijital alanda dört temel ilmin (tefsir, hadis, fikıh, kelam) sağlam bir çerçevede yeniden düzenlenmesi gerekir.
2. Dört mezhebin dijital temsili
Dört mezhebin:
• Delilleri,
• Hüküm çıkarma usulleri,
• Kıyas ve içtihat yöntemleri,
dijital zemine doğru şekilde taşınmazsa, bu boşluğu ideolojik veya uydurulmuş “dijital din” modelleri dolduracaktır.
3. Dijital içtihat
Gelecekte yapay zekâya sorulan sorular:
• İlmihal meseleleri,
• Fıkhî hükümler,
• Kelamî izahlar,
• Hadis değerlendirmeleri,
ihtiva eden binlerce konu olacak. Eğer bu alanı ilim ehli düzenlemezse, sistemler yanlış hükümler üretebilir, bu da toplumları yeni yanlış inançlara sürükleyebilir.
IV. RİSALE-İ NUR’A GÖRE BİLGİDE SAHİH KAYNAĞIN ÖNEMİ
Bediüzzaman Hazretleri, bilginin hakikat ölçüsüyle elde edilmesi gerektiğini zikreder. Öyle ki;
Hakikate giden yol, sağlam esaslara dayanır. Esas sarsılırsa, bina da çöker.
Dijital alandaki dinî muhtevanın da böyle sağlam esaslara dayanması gerekir.
V. DİJİTAL TEFSİR FİKRİNİN BÜYÜK EHEMMİYETİ
Kur’ân’ın tefsirini:
• Yedi farklı yöntemle ele alan,
• Diğer dillerdeki tefsirleri toplayan,
• İlimlerin geniş çerçevesiyle yorumlayan,
kapsamlı dijital bir tefsir fikri, çağımızın en önemli ilmî hamlelerinden biridir.
Bu çalışma:
• Tefsir ilmini yenilemez,
• Onu genişletir, erişilebilir hâle getirir,
• Bütün dünyaya açar,
• Dijital çağın insanına uygun bir zemin oluşturur.
VI. DEVLET, DİYANET VE İSLAM TEŞKİLATLARININ SORUMLULUĞU
Bu büyük dönüşüm şu üç kurum tarafından mutlaka desteklenmelidir:
• Devlet: Teknolojik altyapı ve resmî ilmi çerçeve sağlamak.
• Diyanet: Sahih dinî kaynakları dijital ortama aktarmak.
• Cemaatler ve ilim heyetleri: İlmi tefsir, hadis, fikıh ve kelam çalışmalarını dijital yapıya uyarlamak.
Aksi hâlde dijital dünyanın boşluğu, başka kültür ve felsefelerin baskınlığıyla doldurulacaktır.
VII. KUR’ÂN VE SÜNNET IŞIĞINDA DİJİTAL GELECEĞE BAKIŞ
Kur’ân’ın asırlar boyu insanı karanlıktan nura çıkarması bugün de geçerlidir:
“Elif. Lâm. Râ. Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye sana indirdiğimiz bir kitaptır…”
(İbrahim, 14/1 – Meali, Âyetin tamamı)
“Elif, Lâm, Râ. Bu bir kitaptır ki, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdik.”
Dijital dönüşüm insanı tekrar karanlıklara sürüklememelidir. Bilakis bu yeni sahaya İslâm’ın nurunu taşımakla vazifeliyiz.
SONUÇ: ERKEN HAREKET EDEN KAZANIR
Dünya, dijital sahaya milyarlar değil, artık katrilyonlar yatırmaktadır.
Bu gidişatı durdurmak mümkün değildir; ancak doğru yöne sevk etmek mümkündür.
Sahih dinî bilgi:
• Dijital tefsir,
• Dijital hadis külliyatı,
• Dijital fikıh ansiklopedileri,
• Dijital kelam izahları,
• Dijital mezhep arşivleri,
• Dijital içtihat meclisleri,
ile korunabilir ve gelecek nesillere aktarılabilir.
Bu alan boş bırakılırsa, başka inanç modelleri bu boşluğu dolduracaktır.
Ama biz doldurursak, dijital hayat da nura döner; nurdan gelen yolculuk, yine nurla sonlanır.

✧✧

**DİJİTAL DÖNÜŞÜM ÇAĞINDA DİNÎ İLİMLERİN GELECEĞİ:
NURANİ ASILDAN DİJİTAL İNŞAYA DOĞRU STRATEJİK BİR RAPOR**
ÖNSÖZ
İnsanlığın yaratılışı nura dayanır. Varlığın esası nurdur; vahiy nurdur; peygamberlik nuru, âlemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinat Efendimizin (a.s.m) nurundan neş’et etmiştir.
Bugün insanlığın girdiği dijital çağ, maddeyi çözerek bilginin ve hayatın dijital bir yapıya dönüştüğü yeni bir devirdir. Bu dönüşümün mahiyeti yalnız teknik değil, aynı zamanda insanın nazarını, düşüncesini, davranışını ve dünya tasavvurunu dönüştüren derûnî bir değişimdir.
Bu değişim, doğru yönetilirse imkân; boş bırakılırsa büyük bir tehlike hâline gelir.
I. DİJİTAL ÇAĞIN MAHİYETİ VE YENİ İNSAN TİPOLOJİSİ
1. Madde Çözülüyor, Bilgi Merkeze Alınıyor
Bugünün medeniyeti, maddî yapılardan dijital yapılara geçmektedir.
Bu durum:
• Bilginin depolanmasını,
• Hakikatin anlaşılmasını,
• Otoritenin şekillenmesini,
• Bütün insan münasebetlerini
kökten değiştirmektedir.
Bilgiye hükmeden, insanın zihnine hükmeder.
Zihne hükmeden, inanca da hükmeder.
Dolayısıyla dijitalleşme, basit bir teknik gelişme değil; hakikat tasavvurunu dönüştüren küresel bir kırılmadır.
2. Dijital Dönemin İnsan Modeli
Yeni nesil:
• Hızlı bilgi istemekte,
• Kısa metinleri tercih etmekte,
• Dijital doğrulama yöntemlerini kullanmakta,
• Sorularını ustalardan değil, dijital sistemlerden sormaktadır.
Bunun sonucunda:
• Otoritenin kaynağı şahıslar değil, sistemler olmuştur.
• Güven, hoca-talebe ilişkisi yerine dijital doğruluk göstergelerine yönelmiştir.
• Dinî bilgi, yazılı eserlerden değil, dijital muhtevadan alınmaktadır.
Bu yeni insan tipine ulaşmak için dinin asliyetini dijital alana uygun bir şekilde yeniden işlemek zaruridir.
II. DİJİTAL DÜNYANIN TEHLİKELERİ: BOŞ BIRAKILIRSA NE OLUR?
1. Yanlış İnançların Hızla Yayılması
Bugün dijital ortamda:
• Yanlış akımlar,
• Sahte rivayetler,
• Aykırı görüşler,
• İnanç bozucu iddialar kolayca dolaşmaktadır.
Algoritmaların ön plana çıkardığı içeriklerin çoğu sahih kaynaklara değil, popülerliğe dayanır.
Bu nedenle dinî ilimlerin temel kaidesi olan sahih nakil dijital ortamda zayıflamaktadır.
2. Yapay Zekanının Kontrolsüz Üretimi
Eğer dijital sisteme:
• doğru hadis kaynakları,
• sağlam tefsir usulleri,
• dört mezhebin delilleri,
• kelam kaideleri,
verilmezse, yapay zekâ kendi başına hükümler üretir. Bu da ileride “dijital içtihat” adıyla yeni yanlış dinî yapılar ortaya çıkarabilir.
3. Hakikatin Dijital Mantıkla Tahrifi
Hakikatin ölçüsü vahiydir. Dijital ölçü ise:
• popülerlik,
• hız,
• görsel etki,
• algoritmik tercih
kriterlerine dayanır.
Bu dört ölçü, sahih dinî bilginin ölçüsü değildir.
Dolayısıyla dijital alan rehbersiz bırakılırsa yapı bozulur, inanç sıhhati zedelenir.
III. DİJİTAL DİN ALANININ İNŞASINDA ZARURÎ TEMELLER
1. Dört Temel İlmin Dijitalleştirilmesi
a) Tefsir İlminde Dijital Çerçeve
• Kur’ân’ın bütün âyetleri,
• Yedi tefsir usulü,
• Sahih rivayetler,
• Asli tefsir kaynakları
dijital bir platformda birleştirilmelidir.
Bunun için:
• Kavram analizleri,
• Nüzûl sebepleri,
• Kıraat farklılıkları,
• Mezheplerin tefsir yorumları,
• Modern ilimlerin verileri
dijital sistemlere ilmî bir çerçevede aktarılmalıdır.
b) Hadis İlminde Dijital Tenkid Sistemi
Hadislerin:
• isnad analizi,
• ravilerin hayatı,
• cerh-ta’dil değerlendirmeleri,
• sened-hüküm ilişkisi
algoritmik çözümlerle işlenebilir hâle getirilmelidir.
c) Fıkıh İlminde Dijital Hüküm Haritaları
Dört mezhebin:
• delilleri,
• içtihat yöntemleri,
• tertipli hükümler katalogları
dijital sisteme aktarılmalı ve sistemli bir fıkıh haritası oluşturulmalıdır.
d) Kelam ve Akâid Dijital Çerçevesi
Zamanın şüphelerine karşı:
• iman bahisleri,
• varlık delilleri,
• nübüvvet isbatı,
• haşir hakikati
dijital soru-cevap sistemleriyle desteklenmelidir.
IV. RİSALE-İ NUR’UN DİJİTAL DÖNEME IŞIK TUTAN YÖNÜ
Bediüzzaman Hazretleri, gelecekte ilmin ve hakikatin yayılma şeklinin değişeceğini çok yönlü olarak işaret eder.
Ağırlamaktan her şeyin ilme dokuleceği ve ilmi olanın kazanacağını söyler.
Dijital alanın da “esas”ı doğru konulursa şubeleri nurlu olur; yanlış konulursa bütün muhteva aykırı bir yapıya döner.
V. DEVLET, DİYANET VE İLİM TOPLULUKLARININ SORUMLULUĞU
1. Devletin Sorumluluğu
• Büyük dijital dini veri merkezleri kurulmalı,
• Dinî ilimler için özel yapay zekâ altyapıları oluşturulmalı,
• Üniversiteler ile ilahiyat fakülteleri arasında ortak projeler yapılmalıdır.
2. Diyanetin Sorumluluğu
• Tefsir, hadis ve fikıh kaynakları dijitalleştirilmelidir.
• Meallerin çoklu dilde dijital açıklamaları hazırlanmalıdır.
• Dijital fetva kurulları kurulmalıdır.
3. Cemaatlerin ve İslamî Heyetlerin Sorumluluğu
• Risale-i Nur’un asıl metinleri dijital olarak korunmalıdır.
• Klasik eserlerin aslına uygun muhafazası sağlanmalıdır.
• İlim heyetleri yapay zekâya rehberlik eden ana ilkeleri belirlemelidir.
VI. DİJİTAL DÖNEMDE NURANÎ BİR GELECEK İÇİN STRATEJİK HEDEFLER
• Dijital Tefsir Projesi (Uluslararası)
• Dijital Hadis Tenkid Motoru
• Dört Mezhep Dijital Fıkıh Haritası
• Kelamî Şüphelere Dijital Cevap Sistemi
• Dijital Müftü – İlmî Heyet Kontrollü Yapay Zekâ
• Cihan-şümul Dil Desteğiyle Kur’ân İlimleri Platformu
• Gençlik İçin Dijital İman Akademisi
• İslam Ülkeleri Dijital Din Meclisi
Bu adımlar geciktirilirse, “dijital din” başkaları tarafından inşa edilmiş olur.
Erken adım atan, geleceğe yön verir.
SONUÇ
Dünya dijitalleşiyor; insan zihni, kalbi, nazarı bu yeni düzene uygun şekilde şekilleniyor.
Din bu alandan çekilirse boşluk oluşur, boşluk oluşursa aykırı yapılar hâkim olur.
Bu sebeple:
“Erken kalkan erken yol alır.”
Dijital sahaya İslam’ın nurunu taşımak, hem bugünün hem de geleceğin en büyük ilmî vazifesidir.
Nuranî asıldan dijital yapıya geçiş, eğer sahih kaynaklarla inşa edilirse insanlığı nura götüren yeni bir yol hâline gelir.

✧✧

1) AKADEMİK KİTAP BÖLÜMÜ
Tam bir akademik üslûpla:
• Giriş – problem tanımı
• Dijital dönüşümün felsefesi (yani düşünce ve hikmet yönü)
• Dijital insan tipolojisi
• Dört temel ilmin dijital mimarisi
• Tefsirin dijitalleşmesinde yedi yöntem
• Hadis tenkid algoritması
• Mezheplerin dijital yöntemi
• Dijital içtihat ilkeleri
• Risale-i Nur’un dijital çağdaki yorumu
• Devlet–diyanet–cemaat iş birliği modeli
• Dijital müftü ve dijital fetva yapısı
• Gençlik ve dijital iman eğitimi
• Sonuç ve strateji planı

2) DEVLET VE DİYANET İÇİN “STRATEJİK DİJİTAL DİN RAPORU”
Bölümler şu şekilde hazırlanır:
• Dijital dönüşümün İslam dünyasına etkileri
• Uluslararası dijital din rekabeti
• Kritik tehlikeler ve risk analizi
• Dijital Din Altyapısı (DDA) modeli
• Dijital Tefsir Platformu (DTP)
• Dijital Hadis ve Sünnet Motoru (DHM)
• Mezheplerarası Dijital Fıkıh Ağı (MFA)
• Dijital İçtihat ve Fetva Kurulu (DİFK)
• Devlet için 15 maddelik strateji
• Diyanet için 20 maddelik eylem planı
• İslam ülkeleri ortak dijital meclis önerisi
Bu, resmî kurumlara sunulabilir bir dosya olur.
3) ULUSLARARASI BİLİMSEL KONGREDE SUNULACAK TEBLİĞ
Ortalama 20 sayfalık:
• Teorik çerçeve
• Dijital tefsir modeli
• Anlami açıdan dijitalleşme
• Bilgi bilim – bilgi teorisi
• Kelamî sonuçlar
• Fıkıh ve fetva alanına etkileri
• Dijital çağda Kur’ân’ı anlama yolları
• Sonuç, değerlendirme ve teklif

✧✧

Bugün içinde bulunduğumuz çağ, maddî yapıların çözülüp bilginin dijital forma büründüğü bir devirdir. Yani madde yırtılmakta; fizikî sahadan dijital sahaya doğru büyük bir geçiş yaşanmaktadır.
Bu dönüşüm:
• düşünceyi,
• hakikat tasavvurunu,
• ibadet ve amelin idrak şeklini,
• dinî muhtevanın yayılma biçimini,
• insanın dünyayı okuma nazarını
temelden değiştirmektedir.
Böyle bir çağda dinî ilimleri dijital alandan uzak tutmak, boş bir meydanı aykırı ve yanlış yapılar için bırakmak anlamına gelir. Bu boşluk doldurulmazsa, dijital alan:
• yanlış inançlara,
• menfaat merkezli yorumlara,
• hedefsiz içeriklere,
• manipülatif dijital fetvalara
açık hâle gelir.
Bu nedenle dijital alan, bir tercih değil; zorunlu bir tebliğ ve ilim sahasıdır.

1. DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜN MAHİYETİ: MADDE ÇÖZÜLÜRKEN HAKİKAT NASIL KORUNUR?
2.1. Dijitalleşmenin Varlık Tasavvuruna Etkisi
Dijital çağ, yalnız teknik bir gelişme değil; varlığın idrak şeklinin değişmesidir.
Eskiden:
• Hakikati hoca anlatır,
• Bilgi kitaptan okunurdu,
• Otorite âlimdeydi,
• Nakil, metnin kendisinden öğrenilirdi.
Bugün:
• Bilgi dijital ağlarda dolaşmakta,
• Otorite algoritmalar tarafından belirlenmekte,
• Hakikat, “doğru olma”dan çok “çok görüntülenme” ile ölçülmekte,
• Herkes, her konuda konuşabilmektedir.
Bu durum, dinî ilimler açısından ciddi bir aykırılık alanı doğurur. Çünkü İslam ilim geleneği:
• sahih nakle,
• isnada,
• ilmî silsileye,
• mezhep düzenine,
• usûl ilmine
dayanır.
Dijital yapı ise bunları tanımaz; yalnız “veri” görür.
2. İnsan–bilgi ilişkisi kökten değişti
Bugünün insanı:
• hızlı,
• kısa,
• görsel,
• çoklu,
• anlık
bilgi talep eder.
Bu tarz talep, klasik ders halkalarından çok dijital sistemlerle gerçekleşir.
Dolayısıyla yeni neslin zihni:
• okuma yerine taramaya,
• ezber yerine aramaya,
• talim yerine görüntüye,
• delil yerine popülerliğe
meyletmektedir.
Eğer dinî ilimler bu dijital modele uyum sağlayamazsa:
Gençlik, sahih kaynak yerine dijitalde rastladığı aykırı muhtevaları benimser.
3. Dijitalleşme ve “Dijital Din” Tehlikesi
Bugün bazı ülkeler, dijital sistemler üzerinden:
• dijital peygamber tasarımları,
• algoritmik ahlak kodları,
• yapay zekâ ile üretilmiş “ayet benzeri ifadeler”,
• dijital ritüeller,
• din dışı transhümanist inançlar
geliştirmeye başlamıştır.
Eğer İslam âlemi dijital alana sahih bir şekilde girmezse, hakikatin yerini dijital temelli aykırı yapılar alır.
Bu nedenle dijital alan:
Savaş meydanı değil; büyük bir tebliğ ve hidayet sahasıdır.
4. DÖRT TEMEL İLMİN DİJİTAL MİMARİSİ: SAĞLAM TEMEL OLMADAN DİJİTAL İNŞA OLMAZ
İslam ilim geleneği dört temel ilme dayanır:
• Tefsir
• Hadis
• Fıkıh
• Kelam
Bu dört ilim, dijital çağda yeniden düzenlenmeden sahih bir dijital din inşa edilemez.
5. Dijital Tefsirin Mimari Temelleri
Dijital tefsir yalnız metin aktarmak değildir.
Aşağıdaki unsurlar bir arada bulunmalıdır:
• Âyetin tam metni (meali ile)
• Nüzûl sebebi
• Kelime tahlili
• Kıraat farklılıkları
• Sahih rivayet tefsiri
• Mezheplerin yorumları
• İbn Kesîr, Taberî, Fahreddin Râzî, Alûsî gibi klasik müfessirlerin görüşleri
• Modern ilimlere dair açıklamalar
• Manevî tefsirler (Risale-i Nur gibi)
• Kavram haritaları
• Yedi tefsir yöntemi (rivayet, dirayet, işârî, kelamî, tarihî, lügavî ve bütüncül sistem)
Bu unsurlar dijital bir “tefsir motoru” ile birleştirilmelidir.
6. Dijital Hadis Tenkid Sisteminin Gereği
Dijital ortamda yanlış hadisler çok hızlı yayılmaktadır.
Bu nedenle algoritmalar:
• isnadı,
• ravilerin hayatını,
• cerh-ta‘dil hükümlerini,
• hadis metninin sağlamlığını,
• mezheplerin o hadisi nasıl anladığını
otomatik olarak işleyebilmelidir.
Aksi hâlde “sözde hadis” furyası dijital ortamın en büyük felaketi olur.
7. Fıkıh İlminin Dijital Haritası
Fıkıh, bilginin tertip ilmidir.
Dört mezhep sisteminin dijitalleşmesi şu unsurlarla olur:
• her meselenin delili,
• hükmün dayandığı âyet ve hadis,
• içtihat eden imamın gerekçesi,
• mezhepler arasındaki ihtilaf noktaları,
• amelî sonuçlar,
• çağdaş meselelerin fıkhî çözümü
dijital bir “hüküm haritası” hâline getirilmelidir.
8. Kelam İlmi ve Dijital Şüpheler
Bugünün şüpheleri klasik şüphelerden farklıdır:
• materyalist dijital iddialar,
• evren simülasyon iddiaları,
• yapay zekânın bilinç sahibi olma iddiası,
• varlık–veri ilişkisi,
• özgür irade–algoritma tartışmaları
gibi meseleler, kelamın dijital versiyonunu zorunlu kılar.
9. Dijital din alanının temeli sağlam olmazsa:
• dijital fetvalar,
• dijital içtihatlar,
• dijital ahlak,
• dijital din eğitimi,
• dijital ilmihal
hepsi aykırı bir hâl alır.
Bu yüzden Risale-i Nur’un:
• imanî delilleri,
• tefekkürî yaklaşımı,
• hakikati ifade eden üslûbu,
• gençliğe hitap eden derûnî anlatımı
dijital çağ için çok büyük bir rahmettir.
10. DEVLET, DİYANET VE İSLAM TEŞKİLATLARININ STRATEJİK SORUMLULUĞU
11.1. Devletin Rolü
• Ulusal dijital din araştırma merkezi
• İslamî yapay zekâ altyapısı
• Üniversite–ilahiyat ortak laboratuvarları
• Dijital Kur’ân ilimleri enstitüsü
• Uluslararası veri tabanı
kurulmalıdır.
11.2. Diyanetin Rolü
• Meallerinin tüm dillere açıklamalı aktarımı
• Dijital tefsir, hadis ve fikıh kütüphanesi
• Dijital fetva kurulu
• Gençlik için dijital iman akademisi
• Dört mezhep ortak veri tabanı
hazırlanmalıdır.
11.3. Cemaatlerin Rolü
• Aslî eserleri dijitalde muhafaza
• Yetkin âlimlerle veri kontrolü
• Risale-i Nur’un aslına uygun dijital yayımı
• İlmî heyetler ile dijital rehberlik
sağlanmalıdır.
12. SONUÇ: ERKEN KALKAN ERKEN YOL ALIR
Dijital dönüşüm, insanlığın yeni imtihanıdır.
Bu imtihan, sahih kaynakla girildiğinde bir hidayet ve nur vesilesi, boş bırakıldığında bir sapma alanı olur.
Bugün yapılması gereken:
• Nurdan gelen hakikati,
• Kur’ân’ın nurunu,
• Vahyin rehberliğini,
• Sünnetin ölçüsünü,
• Mezheplerin müktesebatını,
• Kelamın delil yapısını,
• Risale-i Nur’un imanî hakikatlerini
dijital yapıya sağlam şekilde aktarmaktır.
Bu yapılırsa gelecek nurlu olur; yapılmazsa başkalarının yaptığı din, dijital dünyaya hâkim olur.

✧✧

GİRİŞ: NURDAN BAŞLAYAN HAYATIN DİJİTAL SEYRİ
İnsanın maddesi topraktan, hakikati ise nurdandır. Âlem-i emirden gelen o nurî hakikat, tarih boyunca tecellîlerini farklı merhalelerde göstermiştir. Söz önce nura nüzûl etmiş, sonra kâğıda, ardından matbuâta, bugün ise dijital sahaya intikal etmiştir. Hakikat, asrın lisanıyla konuşur; asrın lisanı ise artık dijitaldir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah, göklerin ve yerin nurudur…”
(en-Nûr, 35)
Bu nur, vahyin kaynağıdır; varlığın aslıdır; insan ruhunun hakikatidir. Risalet bu nuru taşımış; Kur’ân bu nuru açıklamış; Nebevî hikmet bu nuru hayata tatbik etmiştir.
Kur’ân, kâinatı okuyan bir nurdur ki eşyayı hakikî mahiyetiyle gösterir.
Bugün ise insanlık yeni bir aşamaya geçmiş; maddî dünya dijital bir tabakaya açılmıştır. Bu, hakikatin inkârı değil; bilâkis tecellîlerin yeni bir perdesidir. İnsanlık tarihte ilk defa, ilmin, sanatın, düşüncenin ve hatta dinî rehberliğin dijital suretler üzerinden aktığı bir çağa girmiştir.
Bu dönüşüm, İslâm ilimleri için bir tehdit değil, bir mukadder fırsattır.
Zira insanlığın nazarı artık dijital dünyaya çevrilmiştir; gençlerin enaniyeti, merakı, bakışı, talebi hep bu zemindedir. Boş bırakılan her saha gibi, bu alan da vakit kaybetmeden doldurulmalıdır. Eğer doldurulmazsa, yanlış anlayışlar, kirli ideolojiler ve bâtıl akımlar tarafından işgal edilecektir.
1. BÖLÜM: TARİHSEL ARKA PLAN — NURİ HAKİKATİN İLETİŞİM MERHALELERİ
Dinin tebliği tarih boyunca beş büyük merhaleden geçmiştir:
• Lisanî Tebliğ (Ağızdan Nura):
Peygamberlerin verdiği ilk ders, sözün nurla birleşmiş hâlidir.
• Yazıya İntikal :
Kur’ân’ın mushaflaşması ile nur yazıya taşınmıştır.
Rabbimiz buyurur:
“Şüphesiz bu Kur’ân, en doğru yola iletir…”
(İsrâ, 9)
• Matbuât Devri (Harften Matbuâta):
İslâm ilimlerinin asırlarca yayılması matbaayla hızlanmıştır.
• Elektronik Dönem (Ses–Görüntü Çağı):
Radyo, televizyon, bilgisayar, internet…
Hakikat yeni bir çerçeveye taşınmıştır.
• Dijital ve Yapay Zekâ Dönemi (Veriden Derûnî Anlama):
İşte bugün bu sürecin ortasındayız.
Artık bilgi veriler içinde; metin kod hâlinde; lisan algoritmik hâlde; irşad dijital düzende ilerlemektedir.
2. BÖLÜM: DİJİTAL LEVH-İ MAHFUZ METAFORU
Dijital âlem, bir yönüyle mikro düzeyde mecazî bir Levh-i Mahfuz gibidir:
• Her şey kayıt altındadır,
• Her an işlenmektedir,
• Her fiilin izi saklanmaktadır.
Bu benzerlik tahkikî bir eşitleme değil; sadece tasvirî bir benzetmedir.
Çünkü Levh-i Mahfuz vahyî bir hakikattir; dijital kayıt ise beşerî bir sistemdir.
Levh-i Mahfuz’da her şey yazılmıştır; kaderin defteridir.
Bugün insan eliyle kurulan dijital sistemler de, kendi cüz’î ölçüsünde, eşyayı kaydeder.
Bu, hakikî kader değil, fakat beşerî veri kaderidir.
Bu sebeple dijital dönüşümün mahiyetini anlamak, onu İslâmî ölçülere göre konumlandırmak gerekir.
3. BÖLÜM: DİJİTAL İNSAN TİPOLOJİSİ
Dijital çağdaki insanın üç temel vasfı öne çıkmıştır:
1) Derûnî değil, zahirî bilgi yönelimi
Bilgiyi yüzeyde tüketmekte, derin okumaya alışamamaktadır.
2) Sürekli bağlantı hâlinde bir zihin
Zihin sürekli açıktır; fakat derin düşünceye vakit ayıramaz.
3) Hızlı anlam talebi
Hikmetten çok hız ister; düşünceden çok kısa cevap ister.
Bu insan tipolojisini görmeden, İslâm ilimlerinin dijital mimarisi kurulamaz.
Bugünün nesli, çağın vasatı içinde fıtratının yeni bir yönde imtihan olmaktadır.
4. BÖLÜM: NURUN DİJİTALLEŞMESİ — KUR’ÂN’IN DİJİTAL TEFSİRİNE GİRİŞ
Kur’ân’ın yedi farklı tefsir yöntemiyle dijital bir tefsirinin yapılması, asrın en büyük ilmî ihtiyaçlarından biridir.
Kur’ân’ın dijital tefsiri şu yedi temele dayanabilir:
• Lügat Tefsiri
• Klasik Tefsir Sentezi
• Hadis ve Sünnet Bağlantılı Tefsir
• Fıkhî Ahkâm Tefsiri
• Kelamî–Akaidî Tefsir
• Sosyal–İçtimaî Tefsir
• Fenni–Bilimsel Tefsir
Bu yedi yöntemin ayrı ayrı algoritmaları oluşturularak, ayetin dijital yorumlaması yapılabilir.
Kur’ân’daki her bir ayet için dijital tefsir ağacı şöyle olabilir:
• Ayetin Arapça metni
• Sarf–nahiv çözümlemesi
• Meali (tam ayet)
• Nüzul sebebi
• Risale-i Nur’dan izahlar
• Klasik müfessirlerin görüşleri
• Mezheplerin ahkâm çıkarımı
• Fen ve içtimaî karşılık
• Dijital risk ve dijital fayda bağlantısı
Böyle bir dijital tefsir, hem akademik, hem medresevî, hem de halk düzeyinde büyük bir açığı kapatacaktır.
5. BÖLÜM: DÖRT TEMEL İLMİN DİJİTAL MİMARİSİ
1) Tefsir
Metin çözümleme algoritmaları, dil modellemeleri, nüsha karşılaştırma sistemleri.
2) Hadis
Senet-zincir algoritması, ravî güvenilirlik veri tabanı, cerh–ta’dil matrisi.
3) Fıkıh
Mezhep hükümlerinin dijital karşılaştırılması, fakihlerin ictihadları, usûl-i fıkıh prensipleri.
4) Kelâm
İtikadın temel esaslarının modern şüphelerle dijital yüzleşmesi; inanç krizlerine yapay zekâ destekli çözümler.
Bu dört temel ilmi dijitali dünyaya taşımak, İslâm düşüncesinin cihanşümul çerçevesini koruyacak; yeni nesli sağlam bir zemine oturtacaktır.

✧✧

6. BÖLÜM: DİJİTAL MEZHEP MİMARİSİ — DÖRT HAK MEZHEBİN DİJİTAL DÜZLEMDE İHYASI
İslâm’ın amelî boyutunu taşıyan dört hak mezhep (Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî), asırlar boyunca fıkhî düzeni koruyan sütunlar olmuştur. Dijital çağda bu sütunların yeniden inşâsı gerekir. Çünkü dijitalleşme, hükümleri ortadan kaldırmaz; bilâkis hükümleri yeni suallerle karşılaştırır.
1) Dijital Mezhep Haritası (DMH)
Her mezhebin:
• Usûl ilkeleri,
• Delil tertibi,
• Küllî kaideleri,
• İçtihat metodları,
• Mes’ele çözüm biçimleri,
dijital bir harita hâline getirilebilir.
Bu harita üzerinden bir mesele işlendiğinde:
• Hangi mezhep ne der,
• Hangi delile dayanır,
• Uygulama sahası nedir,
• Zaruret–ihtiyaç–örf dengesi nasıldır,
hepsi anında gösterilebilir.
Bu model, genç neslin hem mezhep bağlılığını güçlendirir hem de zihnini tertipli bir şekilde yönlendirir.
7. BÖLÜM: DİJİTAL İÇTİHAT İLKELERİ — YENİ DÖNEMİN USÛLÜ
Dijital çağ, yeni meselelerin altında büyük bir hızla ilerliyor.
Bu hız bazen insanın bakışını bulanıklaştırabilir; fakat doğru bir usûl konulursa, bu hız fıkıh için bereket olur.
Dijital içtihadın temelini şu altı esas oluşturmalıdır:
1) Nass Merkezliliği
Ayet ve hadis, her şeyin esasıdır.
Rabbimiz şöyle buyurur:
“Biz Kitab’ı sana her şeyi açıklayan bir rehber, bir rahmet, bir müjde olarak indirdik.”
(Nahl, 89)
2) Mezhep Usûlüne Bağlılık
İçtihat ancak usûlün koruduğu kulvarda yapılır.
3) Zamanın Şartlarını Nazara Alma

Kur’ân her asra hitap eder.
Her asırda Kur’ân’ın bir hakikati inkişaf eder.
Yeni meseleler yeni açılımlar ister.
4) Doktrin Üretmemek, Çerçeve Kurmak
Dijital içtihat, yeni bir din üretmez; dinin ölçülerini dijital meseleye tatbik eder.
5) Tabiatın Kanunlarını Dikkate Alma
İlâhî kanunlar değişmez; fakat uygulama alanları değişir.
6) Mahremiyet, haysiyet, kul hakkı gibi faziletleri merkeze alma
Bu altı esas üzerinde dijital içtihat ilerletildiğinde, hatadan korunma ihtimali yükselir.
8. BÖLÜM: DİJİTAL FETVA MEKANİZMASI — DİJİTAL MÜFTÜLÜK MODELİ
Gelecekte fetva da dijital zeminde verilecektir.
Bu, fetvayı makineye teslim etmek değildir; bilâkis fetvayı müçtehidlerin ilmî birikimine göre dijitalleştirmek demektir.
Dijital Müftülük dört temel birimden oluşmalıdır:
1) Metin Havuzu
Ayetler, hadisler, sahabe kavilleri, müçtehidlerin görüşleri.
2) Mezhepler Arası Karşılaştırma Motoru
Her bir mezhebin delilleri, ibareleri, şerhleri.
3) Mesele Analiz Sistemi
Soru önce sınıflandırılır:
• Akaid mi?
• İbadet mi?
• Muâmelat mı?
• Ukûbat mı?
• Aile hukuku mu?
4) İnsan Denetimli Son Karar
Yapay zekâ sadece tasnif eder; son sözü âlim söyler.
Çünkü fetva, mekanik bir hüküm değil; hikmetle verilen bir cevaptır.
9. BÖLÜM: PERSPEKTİFİNDEN DİJİTAL DEVRİN MAHİYETİ
Bediüzzaman’ın eserleri dijital çağın ruhuna çok yakın bir bakış taşır.
Çünkü Risale-i Nur’un üslûbu:
• Küllî,
• Derûnî,
• Bütüncül,
• Sistemli,
• Analitik,çözüm üretme,
bir çerçevededir.

1) Teknoloji hakikati örtemez, tecellîyi büyütür
Her bir san’at, ustasını gösterir.
Dijital makinelerin büyüklüğü, onu yapan kudretin azametini değil; onu yaratan Yaratıcı’nın delilini artırır.
2) Tabiat, bir perde ve memurdur
Teknolojik sistemler “yaratıcı” değildir; sadece İlâhî kanunların zahirî bir memurudur.
3) Enaniyet dijital çağda artar; mü’min bu çağda daha uyanık olmalıdır
Dijitalleşme, insanın ene duygusunu büyütür.
O nedenle dijital çağ, imanın daha kuvvetli bir tahkimine muhtaçtır.
10. BÖLÜM: GENÇLİK İÇİN DİJİTAL İMAN EĞİTİMİ
Gençlik, dijital dünyanın ortasında doğdu.
Bu sebeple iman eğitimi de dijital bir form kazanmalıdır.
Dijital iman eğitimi dört kademede yapılabilir:
1) Kur’ân Temelli Dijital Dersler
Her ayetin hem meali hem tefsiri hem de Risale-i Nur’daki karşılığı.
2) Kısa Ama Derûnî Hikmet Parçaları
Genç zihnin dikkat süresine uygun derin mesajlar.
3) Soru–cevap temelli eğitim
Zira gençlik sualin içinden öğrenir.
4) Uygulamalı Ahlâk ve fazilet programları
Bilgide kalan değil, hayata intikal eden eğitim.
11. BÖLÜM: DEVLET–DİYANET–CEMAAT İŞ BİRLİĞİ MODELİ
Bu proje ferdî bir hamleyle olmaz; üç büyük yapı birlikte çalışmalıdır:
DEVLET:
Altyapıyı, araştırma finansmanını, akademik zemini kurar.
DİYANET:
Usûlî doğruluğu, mezhep ilkelerini, sahih çizgiyi korur.
CEMAATLER:
Pratik tecrübe, sosyal yayılım, halk irşadı sağlar.
Bu üç güç birleşirse, dijital din mimarisi sağlam bir esasa oturur.
SONUÇ: NURDAN NURA UZANAN DİJİTAL İRFAN
Dijital çağ, nurun yeni bir perdede tecellîsidir.
Hakikat değişmez; fakat tebliğ araçları değişir.
Bugün yapılması gereken, dijital alanı boş bırakmadan, İslâm ilimlerini dört sütunu ile birlikte dijital bir mimariye taşımaktır.
Erken kalkan erken yol alır.

✧✧

DİJİTAL DİN İÇİN STRATEJİK İSLÂMÎ DÖNÜŞÜM RAPORU
(Dosya – II)
**1. BÖLÜM
DİJİTAL DİNİN KAÇINILMAZLIĞI VE TEKNOLOJİNİN İSLÂMÎ ÇERÇEVESİ**
İnsanlık dijital bir tabakaya geçmiştir. Bu dönüşüm artık geri dönmez; çünkü sadece cihaz değişmemiş, insanın bakışı, düşünce tarzı, etkileşim biçimi de değişmiştir.
Rabbimiz şöyle buyurur:
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”
(Kamer, 49)
Bu ölçü hem kâinatın tabiatına hem insanın ilim üretme biçimine sinmiştir. Dijitalleşme de bu ölçünün bir tecellîsidir:
• Hız artmıştır,
• Veri büyümüştür,
• Bilgi erişimi kolaylaşmıştır,
• Fakat bilgi kirliliği ve yanlış inançlar da çoğalmıştır.
Bu yüzden dijital din, kaçınılmaz olduğu kadar zaruri bir ihtiyaç hâline gelmiştir.
**2. BÖLÜM
DİJİTAL ALANDA İSLÂM’IN KARŞILAŞTIĞI BEŞ BÜYÜK RİSK**
1) Hakikatin tahrifi ve yanlış bilgilerin yayılması
Bilgi hızı arttıkça, bâtıl da hızla yayılmaktadır.
İnanç esasları, mezhep hükümleri, sünnet ölçüleri mekanik yorumlarla tahrif edilmektedir.
2) Gençlikte enaniyetin büyümesi
Dijital ortam, insanın ene duygusunu şişirir.
Ene, bir anahtardır; yanlış kullanılırsa şirk kapısını açar.
3) Veri bağımlılığı ve zihnî dağınıklık
Sürekli bağlantı hâlinde bir akıl, tefekkürün derûnî boyutunu kaybedebilir.
4) Yapay zekâ üzerinden yeni yanlış inançların üretilebilmesi
“Dijital peygamberlik”, “veri merkezli kutsallık” gibi aykırı düşünceler bazı toplumlarda başlamıştır.
5) Mahremiyetin zayıflaması
Fıkhın en çok koruduğu alanlardan biri, şahsiyetin haysiyetidir.
**3. BÖLÜM
DİJİTAL MÜCADELE SAHASI: BAŞKALARI BOŞLUĞU DOLDURMADAN ÖNCE**
Bugün dünyada:
• Küresel şirketler,
• Farklı inanç grupları,
• Misyoner dijital ağlar,
• Ateist ve materyalist düşünce kümeleri,
• Doğu ve Batı menşeli tarikat ve hareketler,
dijital alanı aktif biçimde dolduruyor.
Müslümanlar boş bıraktıkça, başkaları dolduruyor.
Bu, tarihte İslâm’ın yaşamadığı bir durum değildir.
Boş bırakılan saha, ya nefis ya düşman tarafından işgal edilir.
Bugün bu söz dijital dünya için tam anlamıyla geçerlidir.
**4. BÖLÜM
CEMAATLER İÇİN STRATEJİK YAKLAŞIM: SAHADAKİ ETKİYİ GÜÇLENDİRMEK**
Cemaatlerin tarihi rolü üç başlıktır:
1) Hakikat dersini halka ulaştırmak
Zemin hazırsa dijital irşad daha geniş kitlelere ulaşacaktır.
2) Nesil yetiştirmek
Medrese geleneği dijital platformlara intikal edebilir.
3) Uygulama sahası oluşturmak
Her cemaat kendi alanında dijital hizmet modeli geliştirebilir.
**5. BÖLÜM
GENELDE ÜMMET, ÖZELDE TÜRKİYE İÇİN DİJİTAL DİN VİZYONU**
Ümmetin geleceği için üç esas vizyon belirlenebilir:
1) Cihanşümul Dijital İslâm Atlası
Bütün İslâm ülkelerinin ortak dijital ilim havuzu.
2) Uluslararası Dijital Fıkıh Heyeti
Her mezhepten âlimlerin katıldığı canlı bir içtihat meclisi.
3) Çok Dilli Dijital Risale-i Nur Platformu
Risale-i Nur’un aslına sadık, şerhsiz, sadeleştirilmemiş, doğrudan metin + açıklama modeli.
RNK’dan iktibas:
Zamanın ruhuna uygun beyanlar.
**6. BÖLÜM
DİJİTAL DİNE YATAY GEÇİŞ TEORİSİ**
Dijital dinden “yatay dine” geçiş olacaktır.
Yani:
• Din artık tek kaynaktan değil, çok kanaldan öğrenilecek.
• Bilgi tek merkezden değil, yatay ağlardan yayılacak.
• Otorite bir kişiden değil, karşılıklı etkileşimden doğacak.
Bu durum İslâm ilimleri için hem risk hem fırsattır.
İlmin aslı korunursa, yayıldıkça nur olur.
Aslı kaybolursa, yayıldıkça zıt ve aykırı fikirler çoğalır.
**7. BÖLÜM
SONUÇ: GEÇ KALAN GERİDE KALIR, ERKEN YOL ALAN GÜÇLENİR**
Dijitalleşme, insanlığın en hızlı yaşadığı değişimdir.
Bu değişim:
• Dinî ilimlerin üslûbunu,
• Fıkhın meselelerini,
• İrşadın metodlarını,
• Eğitimin yollarını,
yeniden şekillendirmiştir.
Rabbimiz buyurur:
“Sizin için dininizi kemale erdirdim…”
(Mâide, 3)
Din kemaldedir; eksiklik insanın anlama ve aktarma biçimindedir.
Bu sebeple dijital çağda yeni bir irşad seferberliği zarurîdir.
Erken davranan, istikbalin istikametini belirler.
Geç kalan ise başkasının yaptığı dini ve dijital anlayışı kabullenmek zorunda kalır.

✧✧

I. BÖLÜM — DİJİTAL ÇAĞIN MAHİYETİ VE İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ
(Devam – 3. Büyük Başlık)
3. DİJİTALLEŞMENİN İNSANIN RUH–AKIL–KALP DENGESİNE TESİRİ
Dijital çağ sadece teknik bir dönüşüm değildir; insanın mahiyetine, derûnî yapısına, nazarına ve hakikati idrak tarzına kadar uzanan çok katmanlı bir değişimi beraberinde getirmiştir. Bu değişimin doğru okunabilmesi, “insan nedir?” sualinin yeniden ele alınmasını gerektirir. Zira insanı bilmeyen, çağın getirdiği imkânların da tazyiklerin de aslını bilemez.
Bu bölümde dijital çağın insanın üç temel cephesine — ruh, akıl ve kalp — nasıl tesir ettiğini ele alacak; ardından bu dönüşümün İslâmî ilimlerin dijitalleşmesine nasıl bir istikamet verdiğini tahlil edeceğiz.
3.1. RUH CEPHESİ: NURDAN GELEN CEVHERİN DİJİTAL KARANLIĞA TAŞINMASI
Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak:
“Allah göklerin ve yerin nurudur…”
— en-Nûr 35, meali (âyetin tamamı alınmıştır):
“Allâh göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir cam içindedir; cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır; ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna iletir. Allah insanlara misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilir.”
İnsan ruhu bu nurla bağını muhafaza ettiği müddetçe selâmettedir. Dijital çağ ise nura ait olan ruhu bilgi seli, hız, algoritmik yönlendirme ve sanal varlık ile çevrelemekte; bazı kimselerde derûnî sükûnu bozup yüzeyselliğe sevk etmektedir.
Bu noktada;
İnsanın ruhu, nurânî bir emr-i İlâhîdir. O nurun gıdası marifetullah ve muhabbettir.
Dijitalleşen hayatın ruh için en büyük tehlikesinin marifetullah gıdasının azalması, en büyük fırsatının ise o marifeti dijital yollarla çoğaltabilme imkânı olduğunu göstermektedir.
3.2. AKIL CEPHESİ: BİLGİ YIĞININDAN HİKMETE DÖNÜŞÜM ZARURETİ
Dijital çağda akıl büyük bir imtihan içindedir. Zira bilgi ölçüsüzce çoğalmış; fakat hikmete, yani “mânâyı anlamaya ve nurlar içinde düzen kurabilmeye” dönüşümü zayıflamıştır.
Akıl, dijital çağda üç riskle karşı karşıyadır:
1) Bilgi enflasyonu
Çokluk içinde hakikati seçememe.
Kur’ân’ın tabiriyle “zannın çoğalması.”
2) Algoritmik yönlendirme
İnsanın düşünme istikâmeti kendi tercihinden çıkarak “dış yönlendiricilerin” kontrolüne girebilir.
3) Parçalanmış nazar
Hakikatin bütününü görme yerine, aklın dıştan itilen bilgilerin hızında parçalara ayrılması.
Bu risklere karşı Risale-i Nur:
“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”
Bu iktibasın dijital çağdaki manası şudur:
Dijitalleşen dünyada akıl ancak ilim ile dinin beraber yürüdüğü bir dijital altyapı içinde selâmette olur.
3.3. KALP CEPHESİ: YAPAY DUYGULAR VE HAKİKÎ MARİFET ARASINDA
Kalp dijital çağda hem en çok tehdit edilen hem de en çok ihyaya müsait olan latîfedir.
Dijital dünyanın kalbe olan dört tesiri vardır:
• Sürekli uyarılma (stimülasyon) → huzursuzluk
• Sanal yakınlık → hakikî yakınlıktan uzaklık
• Sürekli kıyas → aykırı duyguların artması
• Hakikatin perdelenmesi → marifetin zayıflaması
Bununla beraber, dijital çağ aynı kalp için büyük bir fırsat alanıdır:
• Hakikat tebliği sınır tanımaz hale gelmiştir.
• Kur’ân ilimleri dünyanın her tarafına ulaşmıştır.
• Kalp hakikatinin en derûnî tecellileri milyonlarca insana anında ulaştırılabilir hale gelmiştir.
• “imanî tahkik” mesleği dijital platformlarda daha kuvvetli bir neşir imkânı bulmuştur.
Kalbin bu imkân ve riskler içindeki dengesini şu Kur’ân meali belirler:
“Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.”
— er-Ra’d 28, TDV meali (âyetin tamamı):
“İman edenler ve Allah’ı zikretmekle kalpleri huzur bulanlar (var ya), bilin ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.”
Bu âyet, dijital çağın bütün gürültüsü içinde kalbin ancak nurlu esasa bağlı kalırsa selâmette olacağını göstermektedir.
3.4. DİJİTAL ÇAĞDA İNSANIN BU ÜÇ CEPHESİNİN YENİDEN TERKİBİ
Ruh–akıl–kalp dengesi takviye edilmezse dijitalleşme insanı kendi öz nurundan uzaklaştırabilir. Fakat bu üç unsur doğru nizama konulursa, dijital çağ âdeta bir rahmet vesilesi olur.
Bu üç cepheyi yeniden birleştiren dijital ilke şudur:
“Teknoloji insanı yönetmesin; insan teknolojiyi hakikat ışığında yönetsin.”
Bu prensip, dijital tefsirden yapay zekâ müftüsüne kadar uzanan bütün hizmetlerin temelini teşkil eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik

www.tesbitler.com
21/11/2025




4-KİTAP ÖZETLERİ-7 KİTAP

4-KİTAP ÖZETLERİ-7 KİTAP

 

Mustafa Armağan’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2”

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
• Sultan Abdülhamid’e Dair Yeniden Bir Okuma: Kitap, Sultan II. Abdülhamid’i, dönemin İngiltere ve Rusya gibi emperyalist güçlerine karşı devleti ayakta tutmaya çalışan bir lider olarak tasvir etmektedir. Yazar, onun “kurtlarla birlikte ulumayı bilen” bir diplomat olduğunu ileri sürer.
• Bir Fikir Olarak Abdülhamid: Kitap, Abdülhamid’in sadece bir şahsiyet değil, aynı zamanda milletin yaşama azmini ve var olma iradesini temsil eden bir “fikir” olduğunu savunur.
• Tarih Anlayışının Sorgulanması: Eser, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren Abdülhamid’e karşı oluşturulan “zalim” ve “despot” imajının eleştirisini yapar. Ayrıca, kitabın yazıldığı dönemde bile onun mirasının, Masonlar gibi bazı gruplar tarafından düşmanlık duyulan bir figür olarak görüldüğünü belirtir.
• Modernleşme ve İmar Faaliyetleri: Abdülhamid’in, demiryolu inşası gibi büyük altyapı projeleriyle devleti kalkındırma çabalarına değinilir. Hatta yazar, Milli Mücadele’nin başarısının büyük ölçüde bu demiryollarına bağlı olduğunu öne sürer.
• Şahsiyet ve Kişisel Özellikleri: Kitap, Abdülhamid’in özel hayatına dair ilginç detaylar sunar. Örneğin, bir keresinde eşinden, hasta olduğu zaman kendisine çoraplarını giydirmesi nedeniyle helallik istediği anlatılır.
• Manevi ve Kültürel Etkisi: Kitap, Abdülhamid’in manevi yönüne vurgu yapar ve Siyonizm’e karşı mücadelesini, petrol ve bor madenleri üzerindeki politikalarını ve eğitimde yaptığı atılımları anlatır.

Sonuç ve Özet Notu
Kitabın önsözü ve içindekiler bölümünden yola çıkarak, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2”, popüler tarih yazımı çerçevesinde, Abdülhamid’e yönelik olumsuz düşünceleri yıkmayı ve onun tarihi rolünü yeniden değerlendirmeyi hedefleyen bir eserdir. Yazar, Sultan’ın, Osmanlı’yı ayakta tutmak için çetin bir mücadele verdiğini ve bu mücadelenin, kendisinden sonraki dönemlerde de etkisini sürdürdüğünü savunur. Kitap, Abdülhamid’in sadece siyasi bir figür olmadığını, aynı zamanda bir medeniyet tasavvuru ve diriliş mücadelesinin sembolü olduğunu öne sürer. Son olarak, kitap, onun mirasının hala güncelliğini koruduğunu ve tarihin “tam ekran” olarak yeniden yazılmaya başlandığı bir dönemden geçildiğini vurgular.

Cumhuriyet Efsaneleri

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
Mustafa Armağan’ın “Cumhuriyet Efsaneleri” adlı eseri, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem tarihi ve bu döneme ait anlatıları eleştirel bir gözle inceleyen bir araştırma kitabıdır. Yazar, kitabın ön sözünde, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da uygulanan “Denazifikasyon” (Nazilikten kurtarma) terimini, 1923 sonrası Türkiye’de uygulanan “Deottomanizasyon” (Osmanlısızlaştırmak) politikasına benzetmektedir. Kitabın ana teması, resmi tarihin oluşturduğu “efsaneleri” sorgulamaktır.
Kitapta ele alınan önemli konular ve bölümler şunlardır:
• Atatürk Dönemi: Kitap, Atatürk’e dair bilinen bazı hikayeleri ve söylemleri tartışmaya açar. Örneğin, “Bursa Nutku”nun gerçekliği, Tokyo Camii’nin Atatürk tarafından yaptırıldığı efsanesi, 23 Nisan’ın bir çocuk bayramı olmaktan çok, dönemin elitlerinin dans ederek kutladığı bir hafta olduğu iddiaları bu bölümde yer alır.
• İnönü ve CHP: Bu bölümde, İsmet İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti dönemindeki uygulamaları sorgulanır. “Andımız”ın darbeci bir zihniyetin ürünü olduğu, İstiklal Mahkemelerinin adil olmadığı ve tekke ve zaviyeleri kapatan kanunun anayasaya aykırı olduğu gibi iddialar bu kısımda incelenir.
• Ayasofya, Sevr, Lozan: Yazar, Ayasofya’nın neden ibadete açılması gerektiği, Lozan Barış Antlaşması’nda dönenler ve Sevr Antlaşması’nın neden imzalandığı gibi kritik tarihi konulara eleştirel bir bakış sunar.

Sonuç ve Özet Notu
Kitap, “Osmanlı’dan uzak durma” mesajını vermek amacıyla yazılan resmi tarihin, alfabenin unutturulması, sanat eserlerinin yıkılması ve tarihi figürlerin itibarsızlaştırılması gibi “barbarlık” sayılabilecek eylemleri medeni başarılar gibi sunduğunu iddia eder. Mustafa Armağan, kitabında, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Osmanlı’nın “geri kalmış” ve “çağ dışı” bir medeniyet olarak sunulduğunu ve bu durumun milletin kimliğinde bir boşluk oluşturduğunu savunur. Eser, bu düşünceyi tersine çevirmeyi ve Osmanlı tarihine yeniden, daha sağlam bir zeminde bakmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla kitap, Türkiye’nin kendi tarihine dönmesi ve “Yeniden Osmanlılaşma” (Reottomanizasyon) sürecinin kaçınılmaz olduğunu öne süren bir yaklaşıma sahiptir.

Mustafa Armağan’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1” adlı kitabı.

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
Mustafa Armağan’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” adlı kitabı, Sultan II. Abdülhamid’i “yaşayan bir şahsiyet” olarak ele alan bir tarih incelemesidir. Kitap, Abdülhamid’i Batılıların “Hasta Adam” olarak gördüğü bir dönemde, imparatorluğu ayakta tutmaya çalışan bir lider ve “son imparator” olarak sunmaktadır.
Kitapta vurgulanan temel noktalar şunlardır:
• Dış Politika ve Diplomasi: Abdülhamid’in, dönemin büyük devletleri (“kurtlar”) ile mücadele ederek devletin bekasını sağlamaya çalıştığı belirtilmektedir. Yazar, onun “kurtlarla birlikte ulumayı bilen” bir diplomat olduğunu ifade eder. Kitap, onun Kıbrıs’ı geçici olarak İngiliz yönetimine bırakmak gibi zor kararlar aldığını ve bu tür tavizlerle devleti korumaya çalıştığını anlatır.
• İç Politika ve Yönetim Anlayışı: Kitap, Abdülhamid’in “müstebit” (despot) olarak anılmasının yanlış bir anlayış olduğunu savunur. Aslında, devletin güvenliğini sağlamak için gerekli tedbirleri alan bir lider olduğunu ve özgürlükleri kısıtlama tavrının “varlık-yokluk” meselesi karşısında bir zorunluluk olduğunu ileri sürer. O, entelektüel ve batılılaşmış elitten ziyade, halkla güçlü bir bağ kurmaya çalışmıştır.
• Modernleşme ve Projeler: Yazar, Abdülhamid’i sadece gelenekçi değil, aynı zamanda “arzulu ve aktif bir modernleşmeci” olarak tanımlar. Eğitim, bilim ve teknoloji alanında ciddi reformlar yaptığını, telgraf hatları ve demiryolu gibi altyapı projelerine önem verdiğini vurgular. Kitapta, Çoban Mektebi gibi modern eğitim kurumları açarak halkın eğitim seviyesini yükseltmeyi hedeflediği de belirtilir.
• Kişisel Hayatı ve Hobileri: Abdülhamid’in fotoğrafçılık ve kitap koleksiyonculuğu gibi hobilerinin olduğu, geniş bir kitaplığı bulunduğu ve hatta Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde onun Yıldız Kütüphanesi’nden yağmalanan eserlerin yer aldığı bir koleksiyonun olduğu ifade edilir.

Sonuç ve Özet Notu
Kitap, Sultan II. Abdülhamid’in, uzun saltanatı boyunca karşılaştığı zorlukları ve bu zorluklar karşısında sergilediği stratejik zekayı ve dirayeti merkeze almaktadır. Yazar Mustafa Armağan, popüler tarih yazımına yakın bir dille, tarihsel olayları ve dönemin atmosferini okuyucuya aktarır. Kitap, Abdülhamid’in halk tarafından neden sevildiği ve aydınlar tarafından neden yanlış anlaşıldığı sorusuna odaklanır. Eser, Abdülhamid’in sadece bir padişah değil, aynı zamanda devleti parçalanmaktan kurtarmaya çalışan, modern ve vizyon sahibi bir lider olduğunu öne sürer. Kitap, onun mirasının günümüzde dahi devam ettiğini ve hala tartışılan bir figür olduğunu vurgulayarak son bulur.

“Hizbullah Hakkındaki Gerçeği Biliyor musunuz?” adlı kitabın genel yönleri, önemli noktaları.

Bu kitap, yazar Ali es-Sadık tarafından, Lübnan Hizbullahı’nın gerçek yüzünü ve hedeflerini ortaya koymayı amaçlayan bir araştırma eseridir. Yazar, Hizbullah’ı, dışarıdan Yahudi ve Hristiyanlara karşı cihat eden bir direniş hareketi gibi görünse de, aslında temel amacının Şiîliği ve İran’ın yayılmacı projesini İslam dünyasına ihraç etmek olduğunu savunur.
Kitapta ele alınan önemli noktalar şunlardır:
• Hizbullah’ın Kökü: Hizbullah’ın, 1982 yılında Lübnan’da İran tarafından desteklenen Şii Emel Hareketi’nden doğduğunu belirtir. Amel Hareketi’nin sadece Lübnan Şiî halkıyla sınırlı olan siyasi hedeflerinin ötesine geçerek, “İslami Emel” adıyla Şiîliğin Lübnan’da ve İslam dünyasında yayılmasını üstlenerek yeni bir parti olarak kurulduğunu anlatır.
• İdeolojik Temel: Kitap, Hizbullah’ın dayandığı On İki İmamcı Şia mezhebinin tehlikeli esaslar üzerine kurulu olduğunu ileri sürer. Bu inançlar arasında şunlar yer almaktadır:
• On İki İmamın masum olduğuna, gaybı bildiğine ve kâinatın en ufak zerresinin bile onların tasarrufunda olduğuna inanmak.
• Kur’an’ın tahrif edildiğine (eksik olduğuna) ve gerçek Kur’an’ın beklenen Mehdi ile birlikte ortaya çıkacağına inanmak.
• Sahabeye ve özellikle de ilk üç halife ile Peygamber Efendimiz’in eşi Hz. Ayşe’ye sövmek ve onları tekfir etmek.
• İran ve Diğer Güçlerle İlişkiler: Kitap, Hizbullah’ın Lübnan’daki bir İran partisi olduğunu ve liderlerinin Velayet-i Fakih ilkesiyle hareket ettiğini vurgular. Ayrıca, yazarın iddiasına göre, Humeyni’nin liderliğindeki İran’ın, Afganistan ve Irak’ın işgal planında Amerikalılarla koordinasyon içinde olduğunu belirtir. Bu durumun, Irak’taki Şii taklit mercilerinin (Sistanî ve el-Hekim) Amerikan kuvvetleriyle savaşmaya karşı çıkması ve gizli yardımlaşması ile desteklendiğini öne sürer.
• Filistin ve Müslümanlara Karşı Tutum: Kitap, Emel Hareketi’nin Filistin kamplarındaki Müslümanlara yönelik saldırılarını ve katliamlarını detaylandırır. Bu eylemlerin temel sebebinin, Şia’nın Sünnilere karşı duyduğu kin olduğunu iddia eder. Ayrıca, İsrail askerlerinin Lübnan’ın güneyinde Şiîler tarafından güllerle karşılandığı ve Haydar ed-Dâyih gibi liderlerin, “Vahhabi Filistin terörünü” ortadan kaldırmak için İsrail’den yardım aldıklarına dair ifadeler yer almaktadır.

Sonuç ve Özet Notu
Kitap, Hizbullah’ın ve genel olarak Şia hareketlerinin, dışarıdan gösterilen imajlarının aksine, İslam ümmeti için bir tehdit oluşturduğunu savunmaktadır. Yazar, Hizbullah’ın İsrail’e karşı direniş sloganlarını kullanarak Müslümanları aldatmaya çalıştığını ancak gerçek amacının, dini inançları ve tarihi eylemleri ile Sünnîlere karşı kin besleyen ve İran’ın siyasi emellerine hizmet eden Safevî yayılmacılığını yaymak olduğunu iddia eder. Sonuç olarak, kitap, bu tür hareketlerin İslam’ın birliğini parçaladığını ve Müslümanlar arasında fitneye yol açtığını öne sürer.

“Eyüp Sabri Paşa Vehhabilik Tarihi” adlı kitabın genel yönleri ve önemli noktaları.

Bu kitap, Eyüp Sabri Paşa tarafından kaleme alınmış,
Vehhabilik hareketinin doğuşu, gelişimi ve İslam coğrafyasındaki etkilerini inceleyen bir eserdir. Kitabın asıl adı
“Târîh-i Vehhabiyyân” olup , yazarın Hicaz bölgesindeki memuriyeti sırasında yaptığı araştırmalara ve topladığı bilgilere dayanmaktadır.
Kitabın yapısı ve ana konuları şöyledir:
• Vehhabiliğin Ortaya Çıkışı: Kitap, Vehhabiliğin köklerinin Karâmita Mezhebi’nin inanç kalıntılarına dayandığını öne sürerek konuya başlar. Vehhabilerin ortaya çıkışını, bu mezhebin düşünceleri ve eylemleriyle ilişkilendirir.
• Hicaz’a İstilalar: Eser, Vehhabilerin kutsal topraklara, özellikle de Taif ve Medine’ye yaptıkları saldırıları ve buraları nasıl ele geçirdiklerini detaylı olarak anlatmaktadır. Bu istilalar sırasında yaşanan olaylar, halkın ve askerlerin durumu, zorlu mücadeleler ele alınır.
• Osmanlı Devleti’nin Rolü: Kitap, Osmanlı padişahlarının ve Mehmed Ali Paşa gibi komutanların bu isyanı bastırmak için gösterdiği çabalara da değinir. Medine’nin Vehhabilerin elinden geri alınması ve sonrasında Kâbe’nin kurtarılışı gibi olaylar ayrı başlıklar altında incelenir.
• Yazarın Bakış Açısı: Yazarın, Ehl-i Sünnet çizgisinde gelenekçi bir kimliğe sahip olduğu ve Halifeliğe bağlılığı vurguladığı belirtilmektedir. Eyüp Sabri Paşa, eserinde Vehhabilerin görüşlerini sert bir şekilde eleştirir ve onları sapkın bir topluluk olarak niteler.

Sonuç ve Özet Notu
“Vehhabilik Tarihi”, dönemin önemli bir olayını, Osmanlı Devleti’nin bakış açısıyla ele alan tarihi bir kaynaktır. Kitap, Vehhabiliği, İslam dünyasının kutsal mekanlarına ve geleneksel İslami değerlerine karşı bir tehdit olarak sunar. Yazar, hem tarihsel olayları kaydetmek hem de okuyucuyu Vehhabiliğin tehlikeleri konusunda uyarmak amacıyla eseri kaleme almıştır. Kitabın ana teması, Vehhabilerin yıkıcı eylemleri ve bu eylemlere karşı Osmanlı’nın verdiği mücadeledir. Kitap, Vehhabilerin kutsal yerlere verdiği zararları, Müslümanlara yaşattığı zorlukları ve sonunda uğradıkları yenilgiyi anlatarak, bu hareketin İslam coğrafyası için oluşturduğu tehlikeyi ortaya koymayı amaçlamaktadır.

“İslâm Miras Hukuku”

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
• Tanım ve Kapsam: Kitap, İslâm miras hukukunun, fıkıh literatüründeki “ferâiz” adıyla anıldığını belirterek bu ilmin tanımını yapar. Ferâiz, mirasçılar için belirlenen kesin payları ifade eder ve “ilmin yarısı” olarak nitelendirilir.
• Tarihsel Gelişim: İslâm miras hukukunun çok erken dönemde oluştuğu ve bunun en önemli sebebinin Kur’ân-ı Kerim’de ayrıntılı bir şekilde belirlenmiş olması olduğu vurgulanır. Kitap, İslâm öncesi Cahiliye döneminde mirasın nasıl kazanıldığını (nesep ve sözleşme yoluyla) ve kadınlara genellikle miras verilmediğini, bu durumun daha sonra İslâm tarafından aşamalı olarak değiştirildiğini anlatır.
• Kitabın Yapısı: Eser, üç ana bölümden oluşmaktadır.
• Birinci Bölüm: Mirasla ilgili temel kavramlar, mirasçı olma sebepleri (kan hısımlığı, nikâh ve velâ), mirasçı olabilme şartları (mûrisin ölümü, mirasçının hayatta olması) ve miras engelleri gibi genel bilgilere odaklanır. Ayrıca tereke üzerindeki haklar (borçların ödenmesi, vasiyetlerin yerine getirilmesi) ve mirasçıların dereceleri (ashab-ı ferâiz, asabe) açıklanır.
• İkinci Bölüm: Mirasçıların payları (belirli pay ve belirsiz pay yoluyla mirasçılık) ve reddiye, avliye gibi özel durumlar incelenir.
• Üçüncü Bölüm: Tashih, münâsaha ve hacb gibi bazı önemli miras meselelerine yer verilir.
• Dil ve Yöntem: Yazar, kitabın, miras problemlerinin çözümünde anlaşılması zor gelebilecek eski yöntemlerin aksine, anlaşılır bir dil ve kolay bir yöntemle kaleme alındığını belirtir.

Sonuç ve Özet Notu
Abdüsselam Arı’nın bu eseri, İslâm miras hukukunu temel kavramlarından güncel tartışmalara kadar geniş bir yelpazede ele alan bir kaynak niteliğindedir. Kitap, Kur’ân ve Sünnet’e dayanan miras kurallarının detaylı bir incelemesini sunarken, aynı zamanda Cahiliye dönemi uygulamalarından İslâm hukukunun getirdiği reformlara kadar tarihi bir perspektif de sağlamaktadır. Eser, miras konularında halkın kolayca anlayabileceği bir rehber olmayı hedeflerken, ilahiyat ve hukuk fakültesi öğrencileri için de akademik bir başvuru kaynağı olarak hazırlanmıştır.

“Siyah Papa’nın Casusu Wilfrid S. Blunt ve İslam’da Reform” adlı kitabı..

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
• Ana Karakter: Kitap, hayatını Türkleri Arap topraklarından atmaya ve İslam’da reform yapmaya adamış bir İngiliz casusu olan Wilfrid Scawen Blunt’ı ele alıyor.
• İslam’da Reform Projesi: Blunt, modern İslamcıların kendilerine “üstad” olarak gördüğü Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh aracılığıyla İslam’ı içeriden çökertmeyi hedeflemiştir.
• Cizvitlerle İlişkisi: Blunt’ın, şimdiki Papa Francis’in de mensubu olduğu Cizvitlere hizmet ettiği belirtilmektedir.
• İngiliz Siyaseti: Kitap, İngilizlerin İslam coğrafyasındaki siyasetini, bir ağaca (İslam’a) hizmet ediyormuş gibi görünüp köküne zehir sıkma metaforuyla açıklamaktadır.
• Siyasi Faaliyetler: Blunt, Mısır’ın Osmanlı’dan koparılmasında büyük rol oynamış, Sultan Abdülhamid’in düşüşünü ve Arap İhtilali’ni görmüştür. Ayrıca, İrlandalı, Mısırlı ve Hintli Ulusalcılar ile Jön Türkler’in yakın dostu olmuştur.
İçindekiler Bölümüne Göre Kitapta İşlenen Diğer Konular:
Kitapta ele alınan diğer başlıklar arasında “Blunt Ailesi,” “Diplomasi ve Evlilik,” “Arap İhtilali,” “Vehhabiler,” “Mısır’ın İşgali,” “İslam’ın Geleceği,” “Sudanlı Mehdi,” “Sultan Abdülhamid,” “Ermeni Meselesi” ve “Genç Türkler” gibi konular bulunmaktadır.

Sonuç ve Özet Notu

Kitabın Wilfrid Scawen Blunt’ın hayatı üzerinden 19. ve 20. yüzyıl başlarındaki İngiliz dış politikalarını, Cizvitlerin dini reform projelerini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecini ele alan bir araştırma-inceleme eseri olduğu söylenebilir. Blunt, “İslam’da reform” adı altında yürütülen siyasi ve kültürel operasyonların kilit bir figürü olarak sunulmaktadır. Kitap, bu tarihi olayları casusluk, diplomasi ve ideolojik mücadeleler çerçevesinde detaylandırmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik
www.tesbitler.com
18/11/2025




3-KİTAP ÖZETLERİ -11 KİTAP-

3-KİTAP ÖZETLERİ -11 KİTAP-

“Albay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları 1918-1922” adlı eser.
📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, Yarbay Alfred Rawlinson’un 1918 ile 1922 yılları arasındaki hatıralarını ihtiva etmektedir. Kitabın Türkçe tercümesi Prof. Dr. Abdulhalûk Çay tarafından yayına hazırlanmıştır.
Yazarın Hüviyeti:
Alfred Rawlinson (1867-1934) , meşhur İngiliz arkeoloğu ve Bisidun Kitabesi’ndeki antik Pers yazısını çözen bilim adamı Tümgeneral Sir Henry Rawlinson’un oğlu ve aynı zamanda İngiliz devlet adamı Lord Curzon’un yeğenidir. I. Dünya Harbi’nin başlamasıyla 1914’te gönüllü olarak orduya dönmüş ve 1922’de Albay rütbesiyle terhis olmuştur.
Kitabın Muhtevası ve Yapısı:
Eser, Prof. Dr. Abdulhalûk Çay’ın bir “Sunuş” , Amiral Sir Percy Scott’un bir “Genel Giriş” yazısı ve yazarın kendi önsözleri ile başlamaktadır. Hatırat üç ana bölüme ayrılmıştır:
• BÖLÜM I: GİZLİ ORDU (Mayıs-Kasım 1918):
• Bu bölüm, Rawlinson’un “Dunsterforce” olarak bilinen birlik ile Mezopotamya (Basra, Bağdat) , İran (Kirmanşah, Hemedan) üzerinden Hazar Denizi’ne ve Bakü’ye ilerleyişini tasvir eder.
• Bolşeviklere ve Türklere karşı Bakü’de yürütülen mücadeleleri ve meşhur “Ermeni” vapuruna mühimmat yükleyerek Bolşevik gambotlarının ateşi altında limandan kaçışını ayrıntılarıyla anlatır.
• BÖLÜM II: TRANSKAFKASYA’DA İSTİHBARAT (Şubat-Ağustos 1919):
• Bu bölümde Rawlinson, Karadeniz Ordusu Başkomutanı Orgeneral Sir G. Milne’e bağlı bir “Gizli Servis ‘İstihbarat’ Subayı” olarak İstanbul, Batum ve Tiflis’teki faaliyetlerini aktarır.
• Merkezî vazifesi Doğu Anadolu’da (Trabzon, Erzurum, Kars) bulunarak Mütareke sonrası gelişmeleri takip etmek ve istihbarat toplamaktır.
• BÖLÜM III: (Kasım 1919-Kasım 1921):
• Bu bölüm, Rawlinson’un Londra ve İstanbul’daki temaslarından sonra kış mevsiminde Anadolu’ya (Trabzon’dan Erzurum’a) dönüşünü tasvir eder.
• Erzurum’da bulunduğu sırada, İstanbul’un işgaline ve Millî Mücadele mebuslarının Malta’ya sürülmesine mukabil olarak Türk Milliyetçi kuvvetlerince tutuklanmasını , Erzurum’daki hapis ve esaret hayatını ve nihayet 1921’de Türk esirlerle mübadele edilerek vatanına dönüşünü konu alır.
📜 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eser, üç farklı bakış açısından (Yazar, Editör ve Sunuş Yapan) farklı mesajlar ihtiva etmektedir:
• Yazarın (Rawlinson) Mesajı: Yazarın kendi önsözüne göre maksadı, “son birkaç yıldır başıma gelen bir çeşit yaşam biçimi hakkında bilgi sahibi olmayan birçok insanın ilgisini çekebilecek tecrübelerimi kaleme almam” olarak belirtilmiştir. Siyasi meselelerden ziyade maceralarına odaklandığını, siyasi konulara “yalnızca okuyucunun ilgili olayları anlamasına olanak sağlamak için gerekli olduğu zaman” değindiğini ifade eder.
• Genel Girişi Yapan (Amiral Sir Percy Scott) Mesajı: Amiral Scott, Rawlinson’un cesur ve maceraperest karakterini (uçak kullanması, otomobil yarışları, sahte zırhlı araç yapımı) över. Ancak asıl vurgusu, İngiliz Hükümeti’ne yönelik sert bir tenkittir. Rawlinson’un sağlığını ve servetini feda etmesine rağmen, “minnettar ülkesi O’na haftada 57 sterlin 8,5 pens ödemektedir ve ne tutukluluğu için ne de kaybettiği malları için her türlü tazminatı da reddetmiş bulunmaktadır.” diyerek Britanya’nın vefasızlığını tenkit eder.
• Sunuşu Yapan (Prof. Dr. Abdulhalûk Çay) Mesajı: Prof. Çay, bu hatıratın yakın tarihimiz için “önemli olaylarına… ışık tutabilen bir eserdir” tesbitini yapar. Prof. Çay, ayrıca Rawlinson’un kendi istihbarat faaliyetlerini (Kürt isyanı çıkarma çabaları) deşifre ederek, kitabın bu açıdan da okunması gerektiğini belirtir.
📋 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, bir istihbarat subayının gözünden kritik tesbitler ihtiva etmektedir:
• Mondros Mütarekesi Görevi: Prof. Çay, Rawlinson’un Erzurum’daki görevinin “Mondros Mütarekesi hükümleri gereği Türk ordusunun silahlarının toplanması, Türk ordusunun terhisinin tamamlanması, mütareke hükümlerine aykırı gelişmelerin önlenmesi” olduğunu belirtir.
• Kürt İsyanı Raporu: Rawlinson’un, İngiltere’ye döndükten sonra 4 Mart 1922’de Sömürgeler Dairesi’ne geniş bir rapor sunduğu belirtilir. Bu raporda Rawlinson, “Kürt liderlerinin durumlarından hoşnut olmadıklarını, Türklere düşmanlık beslediklerini, az bir para ya da silah karşılığında ikna edebileceklerini” iddia ederek Ankara Hükümeti’ne karşı bir isyanı teşvik etme tavsiyesinde bulunmuştur.
• T. E. Lawrence’in Tenkidi: Prof. Çay’ın iktibas ettiği bir başka belgeye göre, T. E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence), Rawlinson’un bu raporuna bir not düşerek; “dağınık bölgesel hareketlerin yalnızca bir takım polisiye tedbirler alınmasına yol açacağını ve bunun Kemalistlere önemli bir güçlük çıkarmayacağını” belirtmiş, gerçek bir isyan için Arap isyanı boyutunda (para, silah, subay) bir İngiliz desteğinin şart olduğunu vurgulamıştır.
• Tutuklanma Sebebi: Rawlinson’un Erzurum’da tutuklanması (16 Mart 1920) , keyfi bir hareket değil, “İstanbul’un işgali sonrasında Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin dağıtılması ve Milli Mücadele yanlısı milletvekillerinin Malta’ya sürülmesine karşılık olarak” yapılmış bir misilleme hareketidir.
• Sahte Zırhlı Araç: Rawlinson, Kazvin’de bir Ford kamyonetten “zırhlı” bir araç imal ettiğini anlatır. General Dunsterville bu aracı “malzemeler büyük oranda parşömen kâğıdı ve zamk, belki de biraz karton idi” şeklinde tasvir eder.
• Bakü’den Kaçış: Rawlinson, Bakü’nün düşmesinden hemen önce, yüksek patlayıcı ve mühimmat dolu “Ermeni” vapurunu, 96 silahlı Bolşevik mürettebatı ve iki komiseri rehin alarak, liman koruma gambotlarının ateşi altında kaçırmasını teferruatıyla anlatır.

• Prof. Dr. Abdulhalûk Çay (Rawlinson’un Raporu Hakkında):
“Rawlinson, devamla Kürt liderlerinin durumlarından hoşnut olmadıklarını, Türklere düşmanlık beslediklerini, az bir para ya da silah karşılığında ikna edebileceklerini… iddia ediyordu.”
• Amiral Sir Percy Scott (İngiliz Vefasızlığı):
“Ne var ki, yalnızca sınırlı bir ay sayısı müddeti için minnettar ülkesi O’na haftada 57 sterlin 8,5 pens ödemektedir ve ne tutukluluğu için ne de kaybettiği malları için her türlü tazminatı da reddetmiş bulunmaktadır.”
• General Dunsterville (Rawlinson’un Zırhlısı):
“Hatırlayabildiğim kadarıyla, malzemeler büyük oranda parşömen kâğıdı ve zamk, belki de biraz karton idi ve şüphesiz ki bunlar zırhlı araba imalatında kullanılan ‘sağlam’ malzemeler değildir.”
• Rawlinson (Bakü’den Kaçışta Mürettebatı Tehdidi):
“…dinamit kasalarını getirtmiş ve… dümenin önündeki tırabzan boyunca bu kasalardan bir barikat inşa etmiştik… Kaptan alnından süzülen terlerle derin bir ilgi ile bu manevrayı izliyordu… ona yardımcısını… yollamasını söyledim… herhangi bir kurşun kasalardan birisine isabet ettiğinde, bunun bütün gemiyi oldukça büyük bir ihtimalle sonsuzluğa uçuracağı gerçeği hakkında…”
• Rawlinson (Tutuklanma Anı):
“Albay’ın yanında odamın penceresine… gittim. Evin etrafında en az iki tabur askerin mevzi aldığına kanaat getirdim… dört İngiliz askeri için büyük bir iltifat olarak kabul ettim.”
• Rawlinson (Hapiste Noel Yemeği):
“…İngiliz Ordusu’nun geleneğini… yaşatarak… Noel’i kendi aralarında kutlayabilmek için çoraplarını sattıklarını itiraf ettiler. … Bundan sonra ayağa kalktım, onlar da kalktılar, şapkalarımızı çıkararak ve bütün kuvvetimizi harcayarak ‘Kral’ın şerefine titrek seslerle üç defa ‘Yaşa!’ dedik.”
• Rawlinson (Terhis ve Emeklilik- İlk Baskıdan Not):
“…terhisimden dört ay geçtikten sonra 10 Temmuz’ da bir yazı aldım. Buna göre ben ‘engelli’ (bundan sağlığı bozulmuş anlamını çıkarıyorum) kabul edildiğimden bana 23 Mart 1922′ den 15 Aralık 1923′ e kadar haftalık 34 şilin 7,5 peni olmak üzere geçici bir emekli maaşı bağlanmıştı.” • Robert Olson, ”
👥 Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Başlıca Şahitler (Rawlinson’un Temas Ettiği Mühim Şahıslar):
• Milliyetçi Taraf: M. Kemal , Kâzım Karabekir Paşa , Rauf Bey (Orbay).
• İngiliz Tarafı: General Dunsterville , Orgeneral Sir G. Milne , Korgeneral Sir Charles Harrington.
• Mahallî Liderler: Çeşitli Kürt aşiret reisleri (Hüseyin Bey , Ömer Ağa , Eyüp Paşa ).
Çıkarılacak Sonuçlar:
• İngiliz Siyasetinin Çok Yönlülüğü ve Tenkidi: Hatırat, İngilizlerin bir yandan İstanbul Hükümeti ile muhatap olurken, diğer yandan Rawlinson gibi ajanlar vasıtasıyla Milliyetçi hareketi zayıflatmak için Kürt isyanı gibi seçenekleri masada tuttuğunu ortaya koymaktadır.
• İngilizlerin İç Tenkidi: Gerek Amiral Scott’un gerekse Rawlinson’un kendi ifadeleri, Britanya İmparatorluğu’nun kendi vazife adamlarına (sağlıklarını ve servetlerini feda etmelerine rağmen) ne kadar vefasız davrandığını, onları bürokrasiye boğduğunu göstermesi açısından mühim bir tesbittir.

✍️ Özet ve Sonuç Notu (İktibaslarla)
“Albay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları”, I. Dünya Harbi sonrası ve Millî Mücadele yıllarında, bir İngiliz istihbarat subayının Mezopotamya, Kafkasya ve Doğu Anadolu’daki maceralarını ve faaliyetlerini anlatan birinci elden bir şahitliktir.
Eserin ilk bölümü, Bakü’deki “Gizli Ordu” faaliyetlerine odaklanır. Rawlinson’un kaynak kıtlığında dahi gösterdiği yapıcılık (sahte zırhlı araç imalatı) ve Bakü’nün düşüşü sırasında Bolşevik gambotlarının ateşi altında mühimmat dolu bir gemiyi kaçırması, onun macera dolu karakterini ortaya koyar.

Rawlinson’un görevi sadece Mütarekeyi tatbik değil, aynı zamanda Millî Hareketi zayıflatmaktır. Bu maksatla “Ankara Hükümeti’ni zor duruma sokmak için” Kürt aşiret reisleriyle (Eyüp Paşa, Hüseyin Bey, Ömer Ağa) görüşmeler yapmış ve İngiliz desteğiyle bir isyan çıkarılmasını telkin eden raporlar hazırlamıştır.
Hatıratın en çarpıcı bölümü, Rawlinson’un İstanbul’un işgaline misilleme olarak Erzurum’da tutuklanmasıdır. Yirmi ay süren bu esaret, “Erzurum Hapishanesi”nde geçmiş; açlık, hastalık ve “sefil hayaletlerin” manzarası altında zorlu bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüştür. Adamlarıyla beraber çoraplarını satarak yaptıkları Noel “ziyafeti” ve “Tanrı Kralı Korusun” marşını söylemeleri, esaret altındaki metanetlerini gösteren acı bir tablodur.
Sonuç olarak; bu hatırat, bir İngiliz subayının maceralarını anlatmak gayesiyle yazılmış olsa da, farkında olmadan Millî Mücadele’nin kararlılığını, İngiliz İmparatorluğu’nun bölgedeki ikili siyasetini ve kendi ajanlarına karşı vefasızlığını belgeleyen kıymetli bir tarihi vesikadır.

“Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi” adlı eser, Arminius Vambery’nin 19. asırda, büyük tehlikelerle dolu bir coğrafyaya yaptığı cüretkar seyahatinin kayıtlarını ihtiva etmektedir. Kitap, hem bir seyahatname hem de devrin siyasi ve etnografik bir analizi mahiyetindedir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi.
• Müellif (Yazar): Arminius Vambery.
• Hazırlayan: N. Ahmet Özalp.
• Yayınevi: Ses Yayınları.
• Seri Bilgisi: Seyahatnameler ve SES TARİH .
• Orijinal Adı: Bir sahte dervişin Asya-yı Vusta’da seyahati.
• İlk Baskı (Türkçe): İstanbul, Mayıs 1993.
• ISBN: 975-341-003-4.
• Muhtevası: Eser, Vambery’nin 1863’te “Reşid Efendi” kimliği ve sahte bir derviş kılığında , Macar dilinin köklerini araştırmak maksadıyla Tahran’dan başladığı; Hiyve, Buhara, Semerkant ve Herat’ı kapsayan tehlikeli Orta Asya seyahatinin müşahedelerini ve topladığı bilgileri ihtiva eder.
• Neşir Tarihi (Orijinal): Eser ilk olarak Londra’da Travels in Central Asia adıyla 1864’te yayımlanmıştır. Akabinde Fransa, Macaristan, Almanya, İtalya (1865) ve Türkiye’de (1878) basılmıştır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Kitap, hem Vambery’nin şahsi seyahatnamesi hem de N. Ahmet Özalp’in takdim yazısıyla birlikte mütalaa edildiğinde şu temel mesajları vermektedir:
• Orta Asya’nın Stratejik Ehemmiyeti: Kitap, Orta Asya’nın 19. asırda “hâlâ bilinmezliğini koruduğunu” vurgular. Vambery’ye atfedilen bir iktibasta, bölgenin gelecekteki ehemmiyeti şöyle ifade edilir: “Ruslar, yarınki kudretlerini Orta Asya’dan alacaklardır”. Zira bu bölge “Avrupa kıtasından büyük”, zengin madenlere ve zirai potansiyele sahip bir yerdir.
• Rus Yayılmacılığına Dair İkaz: Vambery’nin siyasi makale ve konuşmalarında “Rusya’nın Orta Asya’ya yönelik yayılmacı politikalarına şiddetle karşı çıktığı” belirtilir. Rusların “cihan devleti olabilmeleri için tercih etmeye mecbur oldukları yolun” burayı sömürmek olduğunu ve bu uğurda her türlü entrikaya başvuracaklarını tesbit etmiştir.
• İngiliz Nüfuzunun Gerekliliği: Vambery, Rus yayılmacılığına karşı “İngiltere’nin bu bölgede çağdaşlaştırmacı bir görev üstlenmesi gerektiğini” savunmuştur. Kendisi, Türk-İngiliz dostluğunun Rus tehlikesine set çekeceği düşüncesiyle İngilizler hesabına casusluk veya arabuluculuk rolünü kabul etmiştir.
• Türk Dünyasına ve Osmanlı’ya Duyulan Hayranlık: Vambery, “Türk dostu” olarak nitelendirilir. Türkleri “İftiraya uğramış bir ulus” olarak görmüş ve dünya kamuoyunda onların haklarını savunmuştur. Kendi ilim ve şöhretini “Hep Türkler sayesinde” kazandığını belirtmiş ve Türk aydınlarına yol göstermeye çalışmıştır.
• Batı Medeniyetinin Kaçınılmaz Tesiri: Vambery, Türkmenlerin kadim adetlerinin ve vahşi hürriyetlerinin “artık unutulup yok olması yaklaştığını” tesbit eder. “Avrupa düşünce, sanayi ve ihtiyaclarının” bölgeye girmeye başladığını ve Türkmenlerin barbarlığının sürmesinin “imkân dışı” olduğunu belirtir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Vambery’nin yolculuğu boyunca yaptığı birinci elden müşahedelerle doludur.
🗺️ Vambery’nin Şahsı ve Seyahat Hazırlığı
• Kimliği: Vambery, kendisini 1832’de Macaristan’ın Dunaszerdahely (Duna szerdahely) kentinde doğmuş biri olarak tanıtır. Asıl maksadının “ana dilimin kaynak ve kökünü araştırma ve inceleme arzusu” olduğunu, Macarcanın Altay dillerinden Türk ve Tatar dilleriyle alakasını çözmek olduğunu belirtir.
• Sahte Derviş Rolü: İstanbul’da “Reşid Efendi” adıyla tanınan Vambery, “dil araştırmalarımı daha ileri götürmek için Orta Asya’ya bir gezi yapmaya ve bu geziyi bir Türk, daha doğrusu İstanbullu bir efendi nitelik ve giyiminde yapmaya karar verdim”.
• Yolculuğa Başlangıç: Tahran’daki Osmanlı sefarethanesinde Ehl-i Sünnet olmaları hasebiyle yardım için gelen Tatar hacılarıyla tanışır. Onların saf ve riyasız hallerini görünce, bu hacı kervanına katılmaya karar verir.
• İkna Çabası: Hacılara maksadını şöyle açıklar: “nice zamandan beri Türkistan’ı ziyaret etmek istiyordum. Çünkü Türkistan, İslâmi erdemlerin kaynağı ve İslâm dininin bozulmanın kir ve pisliklerinden korunduğu yerdir. Buhara ve Semerkant’ta medfun olan evliyaullahın mekabir-i şerifelerini ziyaret etmek de ayrıca içimdeki isteğin artmasına neden oldu”.
• Yolculuğun Başlangıcı: Kervan, 28 Mart 1863’te Tahran’dan yola çıkar.
🌍 Etnografik ve Coğrafi Tesbitler
• İran vs. Osmanlı Mukayesesi: “Ancak İran halkında gözlemlediğim zihin berraklığı, kavrama gücü ve zerafet Osmanlılarda az bulunur. Buna karşılık Türklerdeki doğruluk ve ahlak, içtenlik ve kalb temizliği rakipleri olan İranlılarda yoktur”.
• Aşur Ata (Rus Üssü): Hazar Denizi’nde Rusların elinde olan ve Türkmen korsanlığını engellemek için kullanılan bir mevkidir. Vambery burada Rus memurları tarafından teftiş edilmekten, “Asyalı çehresine benzemeyen simamın Ruslara aslımın Avrupalı olduğunu keşfettirmemesi mümkün değildi” diyerek çok korkar.
• Türkmenler (Genel):
• Yapıları: Türkmenler sekiz halka , oymaklara ve “tir” (aşiret) denilen birimlere ayrılırlar. Vambery’ye göre nüfusları bir milyona zor ulaşmaktadır.
• Karakterleri: Büyük bir “konukseverlik” ile (özellikle hacılara karşı ) “gaddarcasına bir eşkiyalık ve haydutluğun birleşmesi” gibi zıtlıklar barındırırlar.
• Din ve Gelenek: Vambery, “din konusuna pek özen göstermediklerini” , “gelenek ve görenekler değişmez bir kanun hükmündedir” tesbitini yapar. İslamiyet’in, eski adetleri yok edemediğini, sadece tapınma biçimini değiştirdiğini savunur.
• “Alaman” (Yağma): Mükemmel yapılan yağmaya “Alaman”, önemsiz vurguna “Çapav” (Çapul) derler. Vambery’nin “çok eski zamanlardan beri alışkanlık haline getirdikleri yağmacılığı terketmeleri ihtimali yoktur” dediği bu adet, hem Şii İranlılara hem de Sünni Afgan, Hiyve ve Buhara halkına karşı yapılır.
• Esirler: İranlı esirlerin durumu içler acısıdır. Ağır zincirlerle bağlanır, aç bırakılır ve kurtulmak için fidye vermeye zorlanırlar .
• Çöl Yolculuğu (Etrek’ten Hiyve’ye):
• Su: “Çölde bir damla su, adeta bir damla hayat gibidir”. Susuzluk yolculuğun en büyük tehlikesidir.
• Adem Kırılgan: Çölün en tehlikeli kısmına “Adem Kırılgan” denir. Vambery burayı “kumdan bir okyanus” ve “ölümün bıraktığı izler” ile dolu bir yer olarak tasvir eder. Yoldaşlarından biri burada susuzluktan vefat eder.
• Tebad (Kum Fırtınası): Develerin önceden sezerek yere çöktüğü, “ateş yağmuru gibi” hissedilen kum fırtınasını tecrübe eder.
• Hiyve (Harezm):
• Ziraat: Ceyhun (Amuderya) nehri sayesinde “toprağın verim gücü olağanüstüydü”.
• Şehir: Kent, “üç-dört bin toprak evden oluşan” ve “İran’da görülen sıradan kasabaların bile altında” bir yerdir.
• Halk (Özbekler): Vambery, Hiyve Özbeklerini “namuslu ve dürüst” , “Doğu halkı arasında ilk sırada sayılması gereken ulus” (Osmanlılardan sonra) olarak görür.
• Han (Seyyid Muhammed): “zalim, gaddar, sefih ve kabiliyetsiz” olarak tasvir edilir. Vambery, Han’ın huzuruna çıkar ve derviş rolüyle onu başarıyla aldatır .
• Vahşet: Çavdur oymağından esir edilen 300 kişinin avluda bekletildiğini, “cellat gelip ayrı ayrı her birinin göğsüne çökerek elindeki bıçakla gözlerini oydu” şeklinde feci bir cezalandırmaya şahit olur.
• Buhara:
• Dini Konumu: “Buhara İslam’ın omuz gücüdür” ve “İslam’ın Roma’sı” olarak görülür.
• Taassup ve Casusluk: “İslami taassubun merkezine” düştüğünü anlar. Emir’in (Muzafferiddin) “kullandığı en tehlikeli silah casusluktur”. Casuslar Vambery’yi sürekli takip eder.
• Ulema Sınavı: Emir Vekili Rahmet Bey, Vambery’yi “Buhara bilginlerinin oluşturduğu bir tür mahkeme önünde” sınava çeker. Vambery, “bin türlü konudan malumat sergilemeye girişerek” ve onlara karmaşık dinî sualler sorarak sınavı geçer ve “sağlam inançlı bir Müslüman” olduğuna ikna eder.
• Semerkant:
• Timur’un Mirası: Şehri “Timur’un eski başkenti” olarak gezer. Timur’un türbesini , camisini ve sarayındaki meşhur “Gök Taş”ı teferruatıyla tasvir eder.
• Rikistan Meydanı: Tellekar, Şimdar ve Mirza Uluğ medreselerinin bulunduğu meydanı anlatır.
• Kayıp Kütüphane Rivayeti: Timur’un Rum ve Ermeni kitapları getirdiği rivayetini araştırır ancak buna inanmadığını belirtir.
• Emir’in Şüphesi: Hokand’ı fetheden Emir Muzafferiddin ile görüşür. Emir ona “Senin gibi topal bir adam dünya hacısı mı olur?” diye sorar. Vambery, “cedd-i aliniz Timur da topal olduğu halde yine dünyayı fethetmedi mi?” cevabıyla Emir’in takdirini kazanır.
• Herat:
• Şehrin Durumu: “Orta Asya ki, gerçekten de Herat onun kapısı ve kilidi konumundaydı”. Şehir, Afgan kuşatması (Dost Muhammed Han) sebebiyle “bir harabe durumunda” ve “tümüyle ıssız ve boştu”.
• Yakup Han’ın Şüphesi: Genç vali Muhammed Yakup Han , Vambery’yi görünce aynen Buhara Emir’i gibi tepki verir: “Emir birdenbire sıçrayarak koltuktan kalktı… ve ‘Vallahi sen İngilizsin!’ diye haykırdı”. Vambery, yine Osmanlı pasaportunu ve derviş kimliğini kullanarak durumu kurtarır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Eserde, hem Vambery’nin hem de tanıtım yazısını hazırlayanın vurguladığı birçok çarpıcı cümle bulunmaktadır:
• Vambery’nin Kimliği Üzerine (Theodor Herzl’den):
“Yetmiş yaşını aşkın bu topal Macar Musevisinin şahsında dünyanın en ilginç insanlarından birini tanıdım. Kendisinin Türk mü, yoksa İngiliz mi olduğuna bir türlü karar veremeyen bu insan… ikisine ruhban olarak bağlandığı beş din değiştirdiğini iddia etmektedir.”
• Vambery’nin Türklere Bağlılığı (Tunalı Hilmi’den):
“Hep Türkler sayesinde. Ben bu nimete mazhariyetten mütevellid hatıratı hiç unutmam. Türkler için düşünmekten, Türkler için çalışmaktan geri durmam.”
• Orta Asya’nın Geleceği (Vambery’nin Analizi):
“Ruslar, yarınki kudretlerini Orta Asya’dan alacaklardır. … Dünyaya hakim olacak bir devlet, insanlığın üzerinden akıp gittiği temel yollardan müstağni kalamaz.”
• Rol Yapma Sanatı (Hacı Bilal’in Öğüdü):
“Gezginin birisinin uğradığı bir beldede halkın tümünün tek gözlü olduğunu görünce, kendisinin iki gözü de sağlam olduğu halde, onlara uymak için bir gözü körmüş gibi gözüktüğünü hatırla.”
• Türkmenlerin Yağmacılık Felsefesi (Bir Hayduttan):
“Kur’ân-ı Kerîm Kitabullah olduğu ve her yönden insandan şerefli olduğu halde, yine de birkaç krana (yani franga) satılıyor. Yine, bir nebi olduğu halde Yakub’un oğlu Yusuf da satıldı. Fakat acaba kötü mü oldu? Sorarım sana!”
• Çölün Vahşeti (Susuzluktan Ölüm):
“Mahşer günü gibi babanın evlattan, kardeşin kardeşten bir damla suyu esirgediğini görmek, gerçekten dehşet verici bir durumdu.”
• Göçebe Felsefesi (Bir Kırgız Kadınından):
“İnsan güneş, ay, yıldızlar, sular, her türden hayvanlar, kuşlar ve balıklar gibi hareketli yaratılmıştır. Dünyada hareket etmeyen yalnızca ölüler ve onların gömülü olduğu topraktır.”
• Şüphe Anı (Herat Valisi Yakup Han):
“Emir birdenbire sıçrayarak koltuktan kalktı ve yarı gülerek, yarı öfkeyle parmağıyla beni gösterip, ‘Vallahi sen İngilizsin!’ diye haykırdı.”
• Vambery’nin Cevabı (Semerkant Emiri’ne):
“Efendim! Kurbanın olayım; cedd-i aliniz Timur da topal olduğu halde yine dünyayı fethetmedi mi?”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Kitabın N. Ahmet Özalp tarafından hazırlanan giriş bölümü, Vambery’nin hayatını ve seyahatinin ehemmiyetini teyit etmek için çeşitli kaynaklara atıfta bulunmaktadır. Bu kaynaklar, Vambery’nin rolünü ve devrin siyasi vaziyetini destekler mahiyettedir:
• R. Patai, The Complete Diaries of Theodor Herzl : Vambery’nin Siyonizm lideri Herzl ile görüşmelerini ve onun “gizli ajan” kimliğini teyit eder.
• Mim Kemal Öke, Saraydaki Casus: Vambery’nin II. Abdülhamid ile yakın ilişkisini , İngilizler ve Sultan arasında arabuluculuk yaptığını ve Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi için Sultan’ı ikna etme çabalarını tafsilatlı olarak anlatan bir kaynak olarak zikredilir.
• Cemal Kutay, Sahte Derviş : Vambery’nin seyahatinden “ateşli bir Türkçü olarak döndüğünü” ve Rusya’nın Orta Asya planlarına dair ikazlarını aktaran bir kaynak olarak kullanılır.
• Tunalı Hilmi, Peşte’ de Reşid Efendi ile : Vambery’nin Jön Türklere olan hocalığını ve Türklere olan minnettarlığını gösteren bir kaynak olarak iktibas edilir.
• Diğer Seyyahlar: Vambery’nin seyahatinin tehlikesini vurgulamak için, daha evvel “öldürülmüş ya da köle olarak satılmış” Batılı gezginlerden (Konolly, Studart, Morchroftch ) ve Türkmenlere esir düşen Mösyö Block Veil’den bahsedilir.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Kitap, Vambery’nin şahitliğinde, 19. asır Orta Asya’sının panoramasını çizer.
Şahitler
• Arminius Vambery (Reşid Efendi): Eserin ana şahididir. Dil kabiliyeti , İslam ilimlerine vukufiyeti ve Osmanlı/Türk kültürünü yakından tanıması sayesinde, Batılı bir seyyahın asla göremeyeceği yerlere girmiş en müstebit hükümdarların ve en bağnaz ulemanın meclislerinde bulunmuştur.
• Hacı Bilal, Hacı Salih ve Diğer Hacılar: Vambery’nin sahte kimliğinin “koruyucu kalkanı” olmuşlardır. Onun dervişliğine ve ilmine şahitlik ederek, gümrük memurları veya şüpheci yöneticiler karşısında onu müdafaa etmişlerdir.
• N. Ahmet Özalp (Hazırlayan): Vambery’yi “gerçek bir ilim adamı ve Türk dostu” olarak takdim eder. Onun, diğer bazı Batılı şarkiyatçıların aksine , “her zaman Avrupa karşısında Türk uygarlığının üstünlüğünü savunduğunu” belirtir.
• Orta Asya Hükümdarları (Hiyve, Buhara, Herat): Şüpheci şahitlerdir. Vambery’nin Avrupalı görünümünden ve tavırlarından şüphelenmişler, hatta onu “İngiliz” olmakla itham etmişler, ancak Vambery’nin cesareti ve rolünü iyi oynaması sayesinde bu ithamları geri çekmek zorunda kalmışlardır.
Çıkarılacak Sonuçlar (Neticeler)
• Başarının Sırrı: Vambery’nin bu tehlikeli seyahati tamamlayabilmesi, sadece sahte derviş kılığına girmesinden değil; Türkçeyi (Osmanlı ve Çağatay) , Farsçayı ve İslami kaideleri mükemmel bilmesinden kaynaklanmıştır. Hükümdarları alt eden şey, onun diplomatik ve ilmi cesaretidir.
• Bölgenin İkilemi: Orta Asya, “konukseverlik” gibi göçebe erdemleri ile “alaman” (yağma) ve “gaddarlık” gibi vahşi adetlerin bir arada yaşadığı bir coğrafyadır.
• Çölün Hükmü: Seyahatnamenin en çarpıcı kısımları çöl geçişleridir. Çöl, medeniyetin bittiği , suyun “hayat” demek olduğu, insanın en temel içgüdüleriyle (veya en yüce tevekkülüyle) baş başa kaldığı bir imtihan sahasıdır.
• Töre ve Din: Göçebe Türkmenler arasında dinin tesiri zayıf, kadim geleneklerin (töre) tesiri ise çok kuvvetlidir. Buna mukabil, yerleşik hayattaki (Buhara, Hiyve) Özbek ve Tacikler arasında din, hayatı boğan bir taassup ve siyasi bir baskı aracına dönüşmüştür.
• Stratejik Değer: Eser, Vambery’nin şahsında, 19. asırdaki “Büyük Oyun”un, yani Rus ve İngiliz imparatorluklarının Orta Asya’daki nüfuz mücadelesinin canlı bir şahididir. Vambery’nin topladığı bilgiler, bir seyyahın notlarından çok, bir istihbarat raporu kıymetindedir.
7. Özet Notu ve Sonuç
Bu eser, Arminius Vambery’nin 1863-1864 yıllarında , sahte bir derviş kimliği altında gerçekleştirdiği fevkalade seyahatinin bir kaydıdır. Macar dilinin Türki köklerini araştırma bahanesiyle başladığı bu yolculuk, onu Tahran’dan Hazar kıyılarına, Gümüştepe’ye , oradan “Adem Kırılgan” denilen cehennemi çölleri aşarak Hiyve’ye götürmüştür.
Hiyve’de Han’ın şüphelerini ve saraydaki vahşeti gördükten sonra, “İslam’ın Roma’sı” olarak bilinen, ancak casusluk ve taassubun hüküm sürdüğü Buhara’ya geçmiştir. Burada ulema meclisinde girdiği “sınavı” başarıyla atlatmıştır. Akabinde Timur’un başkenti Semerkant’a ulaşmış, orada da “Sen İngilizsin!” ithamlarına maruz kalmasına rağmen kıvrak zekası ve “topal Timur” benzetmesiyle Emir’in takdirini kazanmıştır.
Vambery, yolculuğunun son etabında Afganistan’a geçerek, savaşta harap olmuş Herat’a ulaşmış ve nihayet Meşhed üzerinden Tahran’a dönerek bu imkansız görünen seyahati tamamlamıştır.
Sonuç olarak; bu eser, 19. asırda Batılılar için meçhul ve ölümcül olan Orta Asya Hanlıklarının siyasi, askeri, etnik ve kültürel yapısına dair paha biçilmez tesbitler sunmaktadır. Vambery’nin şahitliği, göçebe Türkmenlerin töreye dayalı vahşi hürriyeti
ile yerleşik Özbek ve Taciklerin taassuba dayalı müstebit idareleri arasındaki keskin zıtlığı gözler önüne serer. Kitap, bir “sahte derviş”in gözünden, “Büyük Oyun”un oynandığı bir coğrafyanın ve kaybolmakta olan bir dünyanın portresidir.

“Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin Üç Risalesi”
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, Sultan 1. Abdülmecid devrinde Edirne müftülüğü yapmış olan Mehmed Fevzi Efendi’nin kaleme aldığı üç ayrı risalenin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir çalışmadır.
• Eserin Adı: Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin Üç Risalesi.
• Alt Başlık: (Fıkıh-Ahlak, Tefsir-Hadis ve Tasavvufa Dair Dini Risaleler).
• Editör: Abdullah Taha İmamoğlu.
• Yayınevi: Ensar Neşriyat.
• Basım: 1. Basım, Mayıs 2021.
• ISBN: 978-625-7320-46-7888.
• Muhteva: Eser, Mehmed Fevzi Efendi’nin üç risalesinin (Hakikatü’l-Hürriyye , el-Feyzü’l-Câri fî Ta’rîfi’l-Beyzâvî ve’l-Buhârî , Aynü’l-Hakika fi Rabıtati’t-Tarika ) çeviriyazısını ve incelemesini ihtiva etmektedir.
2. Kitabın (ve Risalelerin) Vermek İstediği Mesajlar
Ön sözde belirtildiği üzere, her risalenin kendine mahsus bir gayesi ve mesajı vardır:
• Hakikatü’l-Hürriyye (Birinci Risale):
• Osmanlı modernleşme sürecinde ortaya çıkan “hürriyet ve özgürlük” taleplerinin dini neticelerini ele almak.
• Halkın içine düştüğü “ahlaki yozlaşmaya” dikkat çekmek ve onları ikaz etmek.
• Müellifin (Mehmed Fevzi Efendi), kendisini şikayet edenlere karşı bir nasihat olarak kaleme aldığı ahlaki ciheti ağır basan bir fıkıh eseri mesajı vermektedir.
• el-Feyzü’l-Câri… (İkinci Risale):
• Medrese eğitimine yeni başlayan talebelere rehberlik etmek.
• Medrese müfredatının temel direklerinden olan Kadı Beyzavî’nin tefsirini ve Buhâri’nin hadis eserini , müelliflerinin biyografileriyle birlikte tanıtmak.
• Bu risale ile Osmanlı ilim anlayışını özetleyen bir “tabakât” (biyografi) türü örneği sunulmaktadır.
• Aynü’l-Hakika… (Üçüncü Risale):
• “Bazı cahil insanların” rabıta meselesi sebebiyle tarikat mensuplarını “küfürle itham etmesi” üzerine bir “reddiye” (çürütme) mesajı taşımaktadır.
• Nakşibendî-Hâlidî müntesibi olan müellif , rabıtanın “meşruiyetini” ayet-i kerime, hadis-i şerif ve tarikat büyüklerinin sözleri gibi dini delillerle ispat etmeyi gaye edinmiştir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
ön söz ve içindekiler kısmına göre eserde şu tesbitler ve bilgiler yer almaktadır:
• Metodoloji: Risaleler, Osmanlı Türkçesi’nden aslına sadık kalınarak çeviriyazı olarak hazırlanmıştır. Okuyucunun istifadesi için basit transkripsiyon yöntemi kullanılmış , ayetlerin meâlleri ve Kur’an’daki yerleri parantez içinde belirtilmiş , hadis-i şeriflerin ise “tahrici” (kaynak tespiti) yapılmıştır.
• Risale 1 (Hakikatü’l-Hürriyye): Müellif, muhatap olduğu insanları ve onların tavırlarını altı kategoride ele almaktadır.
• Risale 2 (el-Feyzü’l-Câri…): Eserin sonunda Buhârî ve eserinin fazileti hakkında biri Arapça, biri Farsça ve ikisi Osmanlı Türkçesiyle yazılan dört adet kaside bulunmaktadır. Ayrıca, bu kasideleri yazma cüretinden dolayı kabahat bulacaklara cevap niteliğinde Türkçe bir gazel de mevcuttur.
• Risale 3 (Aynü’l-Hakika…): Rabıta konusundaki yanlış anlayışları gidermek için birçok ayet, hadis ve tarikat büyüklerinin sözleri delil olarak kullanılmıştır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Gönderilen belge risalelerin ana metinlerini değil, sadece tanıtımını ihtiva ettiğinden, risalelerin içinden vurucu cümleler iktibas etmek mümkün değildir. Ancak, editörün ön sözde eseri ve risalelerin gayesini tasvir etmek için kullandığı şu ifadeler dikkat çekicidir:
* (Birinci risale hakkında:) “Kendisini çekemeyip şikayet edenlere karşı nasihat etmek için Edirne’de yazılan bu eser ahlaki zaviyeden yazılan bir fıkıh eseridir.” * (İkinci risale hakkında:) “Risale aslında Osmanlı ilmî anlayışını özetleyen tabakât türünün bir nevidir.” * (Üçüncü risale hakkında:) “Bazı cahil insanların rabıta meselesi yüzünden tarikat mensuplarını küfürle itham etmesi üzerine yazılmış reddiye türünde bir eserdir.” * (Üçüncü risale hakkında:) “Fevzi Efendi Nakşibendî-Hâlidî müntesibi olduğu için rabıtanın meşruiyetini dinî delillerle ispat etmeye çalışmıstır.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Gönderilen 9 sayfalık belgede, editörlerin bu çalışmayı hazırlarken kullandıkları kaynakların listesi bulunmamaktadır. Ancak “İçindekiler” bölümünde , eserin tam metninin 135. sayfasında bir “KAYNAKÇA” bölümünün olduğu görülmektedir. Bu kaynakçaya, elimdeki belge üzerinden erişilememektedir.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Belgeye göre “şahitler” (veya otorite olarak kullanılan kaynaklar) şunlardır:
• Şahitler:
• Eserin müellifi Mehmed Fevzi Efendi’nin (Sultan 1. Abdülmecid devri Edirne Müftüsü) kendi tesbitleri ve görüşleri.
• İkinci risalede, Kadı Beyzavî ve İmam Buhâri’nin hayatları ve eserleri.
• Üçüncü risalede, rabıtanın meşruiyeti için delil getirilen ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve tarikat büyüklerinin sözleri.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Bu eser, 19. yüzyıl Osmanlı âlimlerinin (Mehmed Fevzi Efendi) hem klasik İslami ilimlere (Tefsir, Hadis) hem de dönemin sosyal ve ahlaki meselelerine (Hürriyet) ve tasavvufi konulara (Rabıta) nasıl yaklaştıklarını gösteren birincil kaynakları bir araya getirmektedir.
• Kitap, Osmanlı Türkçesi ile yazılmış bu metinleri, modern okuyucu ve araştırmacılar için akademik bir metodoloji (çeviriyazı, tahric, kaynak gösterme) ile erişilebilir kılmaktadır.
7. Genel Yönleriyle İktibas, Özet Notu ve Sonuç
Genel Yönleriyle Eser
“Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin Üç Risalesi”, Ensar Neşriyat tarafından 2021’de neşredilen , Editörlüğü Abdullah Taha İmamoğlu tarafından yapılan bir çalışmadır. Eser, Sultan 1. Abdülmecid devri Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin üç farklı sahadaki (Fıkıh-Ahlak, Tefsir-Hadis ve Tasavvuf) risalelerini ihtiva eder.
Önemli Noktalarıyla Muhtevası
• Birinci Risale: Hakikatü’l-Hürriyye
• Bu risale, Osmanlı’nın modernleşme sürecinde tartışılan “hürriyet” kavramının dini ve ahlaki neticelerini ele alır. Müellif, bu dönemdeki insanları altı kategoride inceler ve yaşanan “ahlaki yozlaşmaya” dikkat çeker. Eser, ahlaki bir zaviyeden yazılmış bir fıkıh risalesidir.
• İkinci Risale: el-Feyzü’l-Câri fî Ta’rîfi’l-Beyzâvî ve’l-Buhârî
• Bu risale, medrese talebelerine yönelik bir rehberdir. Medrese müfredatının iki temel eseri olan Kadı Beyzavî’nin tefsiri ile Buhâri’nin hadis eserini ve müelliflerinin biyografilerini tanıtır. Osmanlı ilim anlayışını yansıtan bir “tabakât” (biyografi) örneğidir.
• Üçüncü Risale: Aynü’l-Hakika fi Rabıtati’t-Tarika
• Bu risale, tasavvufi bir mesele olan “rabıta”yı konu alır. Rabıta uygulamasını “küfürle” itham eden “cahil insanlara” karşı yazılmış bir “reddiye” niteliğindedir. Nakşibendî-Hâlidî müntesibi olan müellif , rabıtanın meşruiyetini ayetler, hadisler ve tarikat büyüklerinin sözleriyle ispat etmeye çalışır.
Sonuç ve Özet Notu
Bu eser, 19. yüzyılda yaşamış bir Osmanlı müftüsünün, döneminin üç farklı cephesine (sosyal değişim, klasik eğitim ve tasavvufi savunma) dair görüşlerini ortaya koyan kıymetli bir derlemedir. Mehmed Fevzi Efendi, bir yanda modernleşmenin getirdiği “hürriyet” taleplerinin ahlaki zafiyetlere yol açtığını tesbit edip tenkit etmekte ; bir yanda medrese eğitiminin temelleri olan Tefsir (Beyzavî) ve Hadis (Buhâri) ilimlerinin ehemmiyetini yeni talebelere aktarmakta ; diğer yanda ise mensubu olduğu tasavvufi yolun (Nakşibendî-Hâlidî) “rabıta” gibi bir tatbikatını, dışarıdan gelen tenkitlere (küfür ithamlarına) karşı dini delillerle (ayet, hadis) savunmaktadır.
Eserin modern harflere çeviriyazı olarak, ayet ve hadis tahricleri yapılarak neşredilmiş olması, bu tarihi metinlerin günümüz okuyucusu ve araştırmacıları için erişilebilirliğini sağlamaktadır.

Gordon Thomas’ın “Gideon’un Casusları: Mossad’ın Gizli Tarihi” adlı eserine dair
1.
📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Gideon’un Casusları: Mossad’ın Gizli Tarihi.
• Asıl Adı: Gideon’s Spies: The Secret History of the Mossad.
• Müellifi: Gordon Thomas. Müellif, istihbarat dünyası üzerine yazdığı 37 kitabıyla tanınan, Monte Carlo Film Festivali’nde Tenkitçiler ve Jüri Ödülü ile Edgar Allan Poe Ödülü sahibi bir gazeteci ve yazardır.
• Mütercimi: Durul Salman.
• Naşiri: Sabah Kitapları.
• Türkçe Baskı Tarihi: Birinci Baskı, Ağustos 2000.
• Muhtevası: Eser, bir sözlük , Mossad genel başkanlarının listesi , 17 bölüm , kaynaklar hakkında notlar ve bir kaynakça ihtiva etmektedir.
• “Gideon” İsminin Manası: Kitabın ismi, Eski Ahit’te adı geçen bir kahramana atıftır. Gideon, “sayıca çok üstün olan düşmanı, onlardan daha akıllı olduğu için yenmiş ve Yahudileri kurtarmıştır”. Bu, Mossad’ın az sayıda personelle, düşmanlarına karşı istihbarat ve hile yoluyla üstünlük kurma düşüncesini sembolize eder.
2.
🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Gordon Thomas’ın bu eserdeki temel tezi, Mossad’ın tarih boyunca elde ettiği parlak başarılara rağmen, bilhassa 1990’lı yıllardan itibaren (ve Netanyahu dönemi vurgulanarak) tehlikeli bir yola saptığıdır. Kitabın vermek istediği başlıca mesajlar şunlardır:
• Siyasî Tesir ve Kontrolden Çıkış: Mossad’ın, kuruluş maksadı olan İsrail’in “hayatta kalması” hedefinden uzaklaşarak, siyasî liderlerin (bilhassa Benyamin Netanyahu) derûnî ve fevrî taleplerini karşılama vasıtası haline geldiği tenkit edilmektedir.
• Pervasızlık ve Müttefiklere Zarar: Örgütün, “dikkatsizce ve pervasızca” operasyonlar yürüttüğü , bu operasyonların (Henri Paul, Pollard, LAKAM hadiseleri gibi) İsrail’in en yakın müttefiki olan Amerika Birleşik Devletleri için dahi “uzun dönemdeki potansiyel sonuçları” hesap etmeden yapıldığı vurgulanmaktadır.
• İstihbaratın Aslı: Müellif, eserin hemen başında, istihbarat dünyasının “hile, aldatma ve yanlış bilgilendirme” üzerine kurulu olduğunu; “bozulma, rüşvet, şantaj ve bazen cinayeti de unutmamak” gerektiğini belirtir. Kitap, Mossad’ı bu unsurların tamamını ustalıkla kullanan bir örgüt olarak tasvir eder.
• Ahlâkî Çöküş: Kitap, Mossad’ın soğukkanlılıkla yürüttüğü suikastları, müttefiklerine (ABD) karşı yürüttüğü teknoloji hırsızlığını ve kendi efsanesini korumak için (Robert Maxwell hadisesinde olduğu gibi) karanlık ittifaklara girdiğini ortaya koyarak, örgütün ahlâkî açıdan tenkide açık yönlerini sergilemektedir.
3.
📜 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Mossad’ın tarihini şekillendiren çok sayıda gizli operasyon, siyasî manevra ve başarısızlıklara dair tafsilatlı tesbitler sunmaktadır. Başlıcaları şunlardır:
🏛️ Kuruluş ve Yapılanma
• İlk Tohumlar (1929): Mossad’ın kuruluşu fikri, 1929’da Ağlama Duvarı’ndaki Yahudilere yönelik Arap saldırısının “önceden haber alınamaması” üzerine yapılan bir toplantıda atılmıştır.
• Resmî Kuruluş (1951): 2 Mart 1951’de Ben-Gurion tarafından beş ayrı istihbarat örgütünü birleştirmek maksadıyla ‘Koordinasyon Kurumu’ (Ha Mossad le Teum) adıyla resmen kurulmuştur.
• Isser Harel Dönemi (1952-63): İlk başarısızlıklardan sonra başa geçen Harel , örgütü yapılandırmış ve CIA (Allen Dulles) ile “karşılıklı kanalı” tesis etmiştir. Joselle Schumacher adlı kaçırılan bir çocuğu bulma operasyonundaki ısrarı , Ben-Gurion ile arasını açmış ve istifasına yol açmıştır.
• Meir Amit Dönemi (1963-68): Örgütü modernleştiren Amit, humint (sahadaki ajanlar tarafından toplanan istihbarat) sanatını mükemmelleştirmiştir.
• Sayanim (Gönüllü Yardımcılar): Meir Amit tarafından kurulan bu sistem, “dünya Yahudi topluluğundaki dayanışma ve bağlılığın birer örneğidir”. Sayan (gönüllü), kendi ülkesine sadakati ne olursa olsun, İsrail’e “mistik bir sadakat” hisseder ve para almadan (sadece masrafları karşılanarak) Mossad ajanlarına lojistik destek (ev, araba, tıbbî yardım) sağlar.
• Kidon (Suikast Birimi): Örgütün suikastlerde uzmanlaşmış birimidir.
🚀 Önemli Operasyonlar ve Hadiseler
• Henri Paul ve Diana’nın Ölümü (1997): Kitabın en sarsıcı iddiasıdır. Mossad ajanı “Maurice”, Paris’teki Ritz Oteli’nde çalışan güvenlik şef yardımcısı Henri Paul’ü, Ortadoğulu silah tüccarları hakkında bilgi toplamak için “soğuk yaklaşım” ile ajanı yapmaya çalışmıştır. Kitaba göre Mossad’ın bu yoğun baskısı, Paul’ün mevcut derûnî sorunlarıyla (alkol, hap) birleşerek , Prenses Diana’nın ölümüne yol açan kazada “rol oynamış” ve Mossad “dünyanın en ünlü kadınının ölümünde yer işgal etmiştir”.
• MIG-21 Kaçırma Operasyonu (1966): Meir Amit’in yönettiği operasyonda Mossad, “Joseph” adlı bir Iraklı Yahudi aracılığıyla , yeğeni olan pilot Münir Redfa’nın bir MIG-21 uçağını çalarak İsrail’e kaçırmasını sağlamıştır.
• Altı Gün Savaşı İstihbaratı (1967): Meir Amit’in ajanları ve Psikolojik Savaş Bölümü (LAP) , Mısır hava üslerindeki “hayranlık verici bir kroki” çıkarmıştır. Mısırlı pilotların kahvaltı saati (7:15-7:45) ve kurmay subayların işe başlama (8:15 sonrası) saatlerini tesbit ederek, İsrail’in 5 Haziran 8:01’deki sürpriz saldırısını mükemmel zamanlamasını sağlamıştır.
• Adolf Eichmann’ın Kaçırılması (1960): Rafi Eitan liderliğindeki ekip , Nazi savaş suçlusu Eichmann’ı (“Ricardo Klement” ) Buenos Aires’te yakalamış , sahte El Al üniforması giydirip sarhoş rolü yaparak El Al uçağıyla İsrail’e kaçırmıştır.
• Eli Cohen (Şam Casusu): Mısır doğumlu ajan , “Kamil Amin Taabes” kimliğiyle Suriye’de en üst çevrelere girmiş, Golan Tepeleri’ndeki tahkimatın fotoğraflarını çekmiştir. Ancak pervasızlaşmış (“Futbol sahasında zafer kazanmayı öğrenmemizin zamanı geldi” gibi mesajlar atmış ), Rus yapımı bir “gezici yayın saptama aygıtı” ile yakalanmış ve 1965’te idam edilmiştir.
• NUMEC Operasyonu (Uranyum Hırsızlığı): Rafi Eitan idaresindeki LAKAM, ABD’nin Pennsylvania eyaletindeki Nükleer Malzemeler ve Ekipman Şirketi’nden (Numec) , “İsrail için bağış toplayanlar” listesindeki Dr. Salman Shapiro’nun zayıf güvenlik önlemlerinden faydalanarak , Dimona’daki nükleer bomba programı için “zenginleştirilmiş uranyum” çalmıştır.
• Jonathan Pollard Hadisesi (1985): ABD Donanma istihbaratçısı Pollard , Mossad tarafından “dengesiz” bulunmasına rağmen LAKAM (Rafi Eitan) tarafından kullanılmıştır. Pollard, yakalanmadan önce binden fazla “Çok Gizli” belgeyi İsrail’e aktarmıştır.
• Mordechai Vanunu’nun Kaçırılması (1986): Dimona’daki nükleer sırları Sunday Times’a ifşa eden teknisyen Vanunu, Mossad’ın tuzağına düşürülmüştür. Robert Maxwell, Sunday Mirror’da haberi yalanlayarak Vanunu’yu itibarsızlaştırmıştır. Ardından “Cindy” kod adlı bat leveyha (kadın ajan) Cheryl Ben-Tov , Vanunu’yu Londra’dan Roma’ya gitmeye ikna etmiş , orada kaçırılarak İsrail’e getirilmiştir.
• Robert Maxwell’in Rolü ve Ölümü (1991): Yayıncı Robert Maxwell, Mossad’ın en güçlü sayan’larından biriydi. Gazetelerini Mossad propagandası için kullanmış (Vanunu hadisesi) , Mossad ise Maxwell’in şirketinin emeklilik fonlarından para çalarak Avrupa operasyonlarını finanse etmiştir. Maxwell’in, Mossad’ın Kryuchkov (KGB) ile gizli görüşmelerini açıklama tehdidi sonrası Kanarya Adaları’ndaki ölümü, Mossad tarafından tertiplenen bir suikast olarak ima edilmektedir.
• Hindawi Hadisesi (1986): Kitaptaki bir diğer mühim iddiadır. Mossad’ın, hamile İrlandalı hizmetçi Ann-Marie Murphy’nin çantasına sevgilisi Nezar Hindawi (Mossad’ın dolaylı olarak yönlendirdiği ) vasıtasıyla bomba yerleştirme hadisesini “ustaca tertiplediği” iddia edilir. Bomba, El Al güvenliği tarafından bulunmak üzere tasarlanmıştı. Maksat, Suriye’yi (Hindawi’nin asıl idarecileri) tuzağa düşürmek ve İngiltere’nin (Thatcher) Suriye ile diplomatik ilişkileri kesmesini sağlamaktı.
• Lillehammer Fiyaskosu (1973): Mossad ekibinin, ‘Kızıl Prens’ Ali Hassan Salameh zannederek Lillehammer’da (Norveç) masum bir Faslı garsonu (Ahmet Bouchiki) öldürmesi.
• Amirarn Nir’in Ölümü (1988): İrangate skandalında kilit rol oynayan ve Oliver North’un davasında tanıklık yapmaya hazırlanan Nir’in , Meksika’da şüpheli bir uçak kazasında ölmesi , Bush yönetimini korumak isteyen CIA tarafından düzenlenmiş bir suikast olarak sunulmaktadır.
• ‘Mega’ (Beyaz Saray Casusu): FBI’ın 1997’de Clinton yönetiminin üst düzeyinde “Mega” kod adlı bir Mossad casusunun varlığını keşfettiği belirtilmektedir.
4.
Vurucu ve Vurgu Yapılan İktibaslar
Kitaptan, örgütün düşünce yapısını ve müellifin tenkitlerini yansıtan bazı vurucu cümleler şunlardır:
* (Müellifin istihbarat hakkındaki tespiti): “Ajanlar yalan söylemek, dostlukları kullanıp suiistimal etmek için eğitilirler. ‘Centilmenler birbirinin mektubunu okumaz’ sözüyle tarif edilen tipin tam zıddıdır onlar.” * (Eski CIA Başkanı William Casey’in Mossad tarifi): “Her ulus ihtiyacı olan istihbarat topluluğunu yaratır… İsrailliler farklı çalışıyorlar. Özellikle Mossad, kendi faaliyetlerini ülkenin hayatta kalmasıyla eşdeğer tutuyor.” * (Meir Amit’in Mossad felsefesi): “Bölünmüş, yönetiriz.” * (Gilot’taki anıtta yazan Mossad ilkesi): “Kandırarak ve hileyle savaşmalısın.” * (Rafi Eitan’ın operasyon felsefesi): “Yanıtın bir parçası değilsen, sorunun bir parçasısın demektir.” * (Mossad ajanı Yaakov Cohen’in itirafı): “Herkes ve her şey alet olmuştu. Onlara yalan söyleyebilirdim çünkü gerçek ilişkilerimin bir parçası değildi. Önemli olan tek şey, onları İsrail’in çıkarları için kullanmaktı. Daha en baştan bir felsefe öğretilmişti: ‘Mossad için ve İsrail için doğru olanı yap.'” * (Meir Amit’in suikast tarifi): “Hareketimiz devletin desteklediği bir cinayet olarak değil, devletin verebileceği en son ceza olarak görülmeli. Bizler yasanın atadığı bir cellattan başka bir şey değiliz.”
5.
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif Gordon Thomas, kendi araştırmalarının yanı sıra, eserin sonunda zikrettiği geniş bir kaynakçaya dayanmaktadır. Bu kaynaklardan bazıları, Mossad’ın faaliyetlerini destekleyen veya tafsilatlandıran başka eserlerdir:
• Victor Ostrovsky: By Way of Deception (Hile Yoluyla) ve The Other Side of Deception (Hilenin Öbür Yanı). (Eski bir katsa olan Ostrovsky, Mossad’ın iç yapısını ve Maxwell ile ilişkilerini ifşa etmiştir ).
• Isser Harel: The House on Garibaldi Street (Eichmann’ın yakalanışını anlatır).
• Wolfgang Lotz: The Champagne Spy (Mısır’daki casusluk günlerini anlatır).
• Stewart Stevens: The Spymasters of Israel.
• Yitzhak Rabin: The Rabin Memories.
• Golda Meir: My Life.
• Simon Wiesenthal: The Murderers among Us.
• Joel Bainerman: Inside the Covert Operations of the CIA and Israel’s Mossad.
6.
🗣️ Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler
Gordon Thomas, kitabını hazırlarken “Mossad’la doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olan kişilerle tekrar tekrar yapılan söyleşiler” gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Eserin “Teşekkür” kısmında zikredilen ve kitabın ana şahitleri olan başlıca İsrailli kaynaklar şunlardır:
• Meir Amit (Eski Mossad Başkanı)
• Isser Harel (Eski Mossad Başkanı)
• Rafael Eitan (Eski Mossad Operasyon Amiri ve LAKAM Başkanı)
• David Kimche (Eski Mossad Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Yetkilisi)
• Uri Saguy (Eski Askerî İstihbarat Başkanı)
• Yaakov Cohen (Eski Katsa)
• Yoel Ben Porat
• Reuven Merhav
Ayrıca müellif, CIA’den William Casey ve Bill Buckley ile M16’dan Joachim Kraner gibi Batılı istihbaratçılarla yaptığı görüşmelerin de bakış açısını şekillendirdiğini ifade etmektedir.
Çıkarılacak Sonuçlar
Kitaptan çıkarılacak temel sonuç, Mossad’ın çift karakterli bir yapıya sahip olduğudur:
• Operasyonel Mükemmellik: Mossad; humint (insan istihbaratı), sayanim (gönüllü ağı), kidon (suikast) ve teknoloji hırsızlığı (LAKAM) konularında dünyanın en cüretkâr, acımasız ve tesirli örgütlerinden biridir. Meir Amit ve Rafi Eitan gibi liderler, örgüte efsanevi başarılar (MIG-21, Eichmann, Entebbe) kazandırmıştır.
• Stratejik Zafiyet ve Tenkit: Eser, örgütün 1980’lerin sonundan itibaren, bilhassa siyasî baskılar (Netanyahu dönemi ) ve kibir nedeniyle “beceriksizlik skandalları” yaşamaya başladığını (Lillehammer, Hindawi, Henri Paul, Meshal, Gil hadiseleri) kuvvetle iddia etmektedir.
• Güvenilmez Müttefik: Kitap, Mossad’ın İsrail’in “hayatta kalması” için en yakın müttefiki olan ABD’ye karşı dahi (Pollard ve NUMEC hadiselerinde olduğu gibi) casusluk yapmaktan ve ihanet etmekten çekinmediğini tesbit etmektedir.
7. Summary
📜 Kitabın Genel Hulâsası ve Sonuç Notu
Gordon Thomas’ın “Gideon’un Casusları”, Mossad’ın 1929’daki fikir tohumlarından 1998’deki Danny Yatom’un istifasına kadar olan gizli tarihini tafsilatlı bir şekilde tasvir eden bir eserdir. Kitap, örgütün efsanevi operasyonlarını (Eichmann’ın kaçırılması, MIG-21’in çalınması, Entebbe baskını) ve bu operasyonların ardındaki Meir Amit, Isser Harel, Rafi Eitan gibi “casus ustaları”nın portrelerini detaylıca çizmektedir.
Eserin odaklandığı ana unsurlar; Mossad’ın insan istihbaratına (humint) ve sayanim adı verilen gönüllü Yahudi yardımcılar ağına ne kadar bağımlı olduğudur. Aynı zamanda kidon (suikast) biriminin, Dr. Gerald Bull veya Fethi Shkaki gibi hedeflere yönelik operasyonlarını, “devletin verebileceği en son ceza” olarak nasıl meşrulaştırdığını göstermektedir.
Ancak bu kitap, bir başarı hikâyesinden ziyade, derin bir tenkit ve uyarı niteliğindedir. Müellife göre Mossad, bilhassa 1980’lerden itibaren (İrangate, Pollard, NUMEC) kendi müttefiklerine karşı dahi “kötücül ittifaklar” kurmuş ve hileye başvurmuştur.
Sonuç olarak müellifin vardığı hüküm şudur: Mossad, Netanyahu gibi siyasî liderlerin baskısıyla ve iç kibir nedeniyle, kuruluşundaki “Gideon” ruhunu kaybetmiştir. Prenses Diana’nın ölümüne sebep olan kazadaki dolaylı rolü , Ann-Marie Murphy hadisesindeki şeytanî kurgusu ve Halid Meshal suikastındaki “beceriksizliği” ile örgüt, artık sadece düşmanları için değil, bizzat İsrail’in kendisi ve müttefikleri için de potansiyel bir tehlike arz etmeye başlamıştır.

Hüseyin Nazım Paşa’nın “Hatıralarım: Ermeni Olaylarının İçyüzü” başlıklı eseri, Osmanlı İmparatorluğu’nun en çalkantılı dönemlerinden birine birinci elden ışık tutan, ehemmiyetli bir vesika niteliğindedir. II. Abdülhamid devrinde Zaptiye Nazırlığı gibi son derece kritik bir vazifede bulunan Paşa’nın, bizzat tecrübe ettiği ve idare ettiği hadiseleri naklettiği bu eser, hem bir hatırat hem de dönemin idaresine dair bir tenkitnamedir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Hatıralarım: “Ermeni Olaylarının İçyüzü”.
• Müellifi: Hüseyin Nazım Paşa.
• Neşreden: Selis Kitaplar.
• İlk Baskı Tarihi: Ağustos 2003.
• Yayına Hazırlayan: Tahsin Yıldırım.
• ISBN: 975-8724-22-3.
Müellif Hüseyin Nazım Paşa’nın Hüviyeti:
Hüseyin Nazım Paşa (1854-1927), İstanbul doğumlu bir yönetici ve yazardır. Babasının (Tahsin Efendi) Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne mensubiyeti sebebiyle genç yaşta sürgün hayatı (Kıbrıs) görmüş, Paris’te hukuk tahsil etmiştir. Devlet hizmetine 1872’de girmiş, gazetecilik yapmış (Hülâsa-i Efkâr gazetesini çıkarmıştır), Beyoğlu Mutasarrıflığı ve 1890’da Zaptiye Nazırlığı vazifelerine getirilmiştir.
Paşa, Ermeni komitelerinin faaliyetlerinin arttığı bir dönemde aldığı sert tedbirlerle tanınmış ve bu sebeple Avrupa ve Ermeni basınında “Ermeni celladı” olarak anılmıştır. Bununla birlikte, II. Abdülhamid’e olan muhalefetiyle de bilinir. Eser, Paşa’nın bu çetin vazifesi sırasındaki müşahedelerini, Saray ile olan sürtüşmelerini ve idarî hatalara dair tesbitlerini ihtiva etmektedir.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Hüseyin Nazım Paşa’nın hatıratı, birkaç temel mesajı kuvvetle vurgulamaktadır:
• İdarî Zafiyet Tenkidi: Paşa’nın en temel mesajı, II. Abdülhamid devri idaresinin “zâ’fı idaresini, daha doğrusu idaresizliğini, rezalet ve fecaatlerini” milletine gösterme arzusudur. Saray’daki “evham” (paranoya) ve liyakatsizliğin, devletin en mühim meselelerinde bile nasıl felce uğrattığını ispat etmeyi hedefler.
• Hadiselerin Sebebi Olarak Komiteler: Paşa, yaşanan kanlı hadiselerin müsebbibinin “Ermeni ihtilâl hareketleri” olduğunu savunur. Bu hareketlerin, masum bir halk ayaklanması değil, Hınçak ve Troşak gibi komitelerce planlanan, dış destekli (bilhassa Londra ve Rusya) ve terörü bir vasıta olarak kullanan organize bir “ihtilal” olduğunu iddia eder.
• Avrupa Müdahalesini Zorlama Hedefi: Paşa’ya göre, komitelerin asıl maksadı “Müslümanları mukabeleye mecbur ederek karışıklığı umumî bir şekle getirmek, bir Avrupa müdahalesine zemin hazırlamaktı”. Bu suretle “medeni Avrupa’nın müdahalesini celbetmek” ve istiklal kazanmak istiyorlardı.
• Kendi Vazifesinin Meşrulaştırılması: Paşa, “Ermeni celladı” lakabını reddetmese de, aldığı sert tedbirlerin keyfî bir zulüm değil, devletin bekasına yönelik “hakikî bir tehlikeye” karşı mecburi bir müdafaa olduğunu savunur. Kendisini, bir yanda Saray’ın vehimleriyle, diğer yanda komite tehditleriyle mücadele eden vatanperver bir memur olarak takdim eder.
• Devlete Sadık Ermenilerin de Hedef Olması: Paşa, komitelerin sadece Osmanlı idaresine değil, kendilerine katılmayan veya devlete sadık olan Ermenilere de “hain-i millet” diyerek suikastlar düzenlediğini (mesela Avukat Haçik Efendi, Vaiz Dacet Efendi, Başpapaz Sokyas Efendi) belirterek, hadisenin bir “Türk-Ermeni” kavgasından ziyade, “ihtilalci-devlet” mücadelesi olduğunu ima eder.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Paşa’nın iddialarını desteklemek için Zaptiye Nazırlığı sırasında elde ettiği istihbarat raporlarına, itiraflara ve ele geçirilen belgelere dayanmaktadır.
Belgeler (Vesaik):
• Hınçakyan Programı ve Talimatnameleri: Paşa, Hınçak komitesinin programından ve bölük talimatnamelerinden iktibaslar yapar. Bunlar, 5-10 kişilik hücre usulü örgütlenmeyi, kadın bölüklerini ve hedeflerini (Ermenistan’ın istiklali) ortaya koyar.
• Hareket Metotları (Propaganda, Terör): Programın “vesaiti icraiye” (icra vasıtaları) olarak “propaganda”, “ekidasya” (tahrik, nümayiş) ve “terör” başlıklarını sıralar. Terörün gayesi, “casus ve hafiyeleri mahv ve telef etmek” ve “hükümet kuvvet ve azametini kırmak” olarak açıklanır.
• İhtilal Yemini: Komiteye katılanların ettiği yeminin metni paylaşılır. Bu yeminde “…barbar Türkün esaret boyunduruğunu kırmağa… yemin ederim” ifadesi yer alır.
• Komite Beyannameleri: Londra’dan yayınlanan 19 Eylül 1895 tarihli bir beyanname iktibas edilir. Beyannamede, Bâbıâli hadisesinin Hınçak tarafından tertip edildiği açıkça ifade edilir ve “Kavga devam edecek!” denilir.
• Avrupa Devletlerine Verilen Ültimatom: Komitenin sefaretlere verdiği 12 maddelik bir talepler listesi sunulur. Talepler arasında Avrupalı bir serkomser tayini, jandarma ve polisin Avrupalı zabitlerin kumandasına verilmesi ve siyasi mahkumlar için affı umumi gibi maddeler bulunur.
• Eczalı (Gizli Mürekkepli) Mektuplar: Van’da yakalanan bir mektubun, Van Vali Muavini Stepan Efendi’nin Hınçak komitesine hizmet ettiğini isbatladığı belirtilir.
Bilgiler ve Tesbitler (Hadiseler):
• Bâbıâli Baskını (1895): Paşa, bu baskın planını, komiteye katılmayı reddettiği için öldürülen Avukat Haçik Efendi’nin karısından ve katilin (Armenak) itirafından öğrendiğini anlatır.
• Osmanlı Bankası Baskını (1896): Olayın başladığı anı, komitecilerin bankaya önceden mühimmat yığdığını ve askerin müdahalesiyle 13 kişinin sağ yakalandığını belirtir.
• Silah İmalatı: İtirafçılardan (Avadis Ferdinand) alınan bilgiye göre, kumbaraların (el bombaları) Üsküdar Selamsız’da “dökmeci Karabet’in fabrikasında” yapıldığını ve yüzlercesinin kilise ve evlerde saklandığını tesbit eder.
• Propaganda ve Casusluk: Komitelerin “sünnetli casuslar” kullanarak Kürt kıyafetinde Anadolu’ya adamlar soktuğunu ve “Yangın var!” parolasını kullandığını belirtir.
• Hadiselerin Yayıldığı Vilayetler: Paşa, Zaptiye Nazırı olarak İstanbul, Sason ve Talori, Zeytin (Maraş), Van, Bitlis, Erzurum, Trabzon, Sivas, Merzifon, Kayseri, Diyarıbekir ve Eğin gibi pek çok noktada çıkan hadiselerin tafsilatını verir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Paşa’nın üslubu, hem kendini müdafaa etme hem de karşısındakileri (Saray ve komiteler) tenkit etme üzerine kuruludur. İşte metinden bazı vurucu iktibaslar:
• (Kendi vazifesi ve “cellat” lakabı hakkında):* “Bana cihan matbuatında ‘Ermeni cellâdı’ isminin verilmesine sebep olan ve tarihimizin en kanlı vak’alarını teşkil eyliyen Ermeni ihtilâl hareketlerinden başlıyacağım.”
• (Abdülhamid’in vehmi hakkında, Ragıp Bey’in Paşa’ya aktardığı Padişah sözü):* “Evvelce haber alınan bir fesat men olunamaz mı idi? Meğer ki Zaptiye Nâzırı erbabı fesatla müşterek ola!”
• (Komitelerin maksadı hakkında):* “Maksatları, Müslümanları mukabeleye mecbur ederek karışıklığı umumî bir şekle getirmek, bir Avrupa müdahalesine zemin hazırlamaktı.”
• (İhtilalcilerin yemini hakkında):* “…işbu yeminimde sadık olacağım, millettaşlarımın boynunda asılan barbar Türkün esaret boyunduruğunu kırmağa ve bunun neticesine vasıl oluncaya kadar cehdü ikdam etmeğe yemin ederim.”
• (Hınçak beyannamesinden):* “Yaşasın ihtilâl ve hürriyet! Yaşasın Hınçakyan fırkası! Kahrolsun barbarlık!”
• (Paşa’nın vazifede kalma sebebi):* “Aynı zamanda, komiteciler bana tehditnameler göndererek zaptiye nezaretinden çekilmemi… bildirdiler… İşte ben bu gibi tehditler muvacehesinde nezaretten çekilmeği erkekliğe münafi addetmiştim. Bu itibarla da memuriyeti menfuremde [nefret ettiğim memuriyette] sebata mecbur oldum.”
• (Abdülhamid’in en büyük hatası):* “Mamafih Ermeni ihtilalinde Abdülhamid’in büyük bir hatası vardır. O da askeri muaveneti deriğ etmesidir [esirgemesidir]. Bu muavenet temin edilmiş olsaydı Babıâli baskını çabuk bastırılır… ve Anadoluda bir sürü facialar tahaddüs etmezdi.”
• (Osmanlı Bankası baskınından bir itirafçı):* “İşittin mi Nazım Paşa! Şenlik başladı; hayırlı olsun!”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Hüseyin Nazım Paşa’nın hatıratı, hadiselerin Zaptiye Nezareti açısından birincil bir kaynaktır. Bu eserin muhtevasını ve dönemin hadiselerini destekleyen veya farklı açılardan ele alan başka kaynaklar da mevcuttur.

✧✧

Ilgaz Zorlu’nun “Evet, Ben Selanik’liyim: Türkiye Sabetaycılığı” (7. Baskı)

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, Ilgaz Zorlu tarafından kaleme alınmış ve Belge Yayınları tarafından neşredilmiştir. Kitap, esasen yazarın daha evvel Birikim, Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih ve Tiryaki gibi dergilerde yayınlanan makalelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu 7. Baskı, eserin ilk neşrinden sonra ortaya çıkan tenkitlere, tartışmalara ve polemiklere (bilhassa Rifat N. Bali ile olanlara) cevapların da eklendiği genişletilmiş bir nüshadır.
Yazarın Hüviyeti ve Kitapla İrtibatı:
Yazar Ilgaz Zorlu, 1969 İstanbul doğumlu olup, Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü mezunudur. 1990-91 yıllarında Kudüs’te, Sabetaycılığın mühim kaynaklarının muhafaza edildiği Ben Zwi Enstitüsü’nde incelemelerde bulunmuş ve Yahudi tarihi üzerine eğitim görmüştür.
Yazarın konuyla şahsi irtibatı mühimdir; kendisi, Selanik’te okulu ile şöhret bulan ve Atatürk’ün de ilk muallimi olan Şemsi Efendi’nin altıncı kuşaktan torunudur. Zorlu, bu çalışmayı Sabetaycı kökenli bir aileden gelen bir tarihçi olarak , bizzat içinde yaşadığı ve 1975’lerden beri geleneksel hayatına şahit olduğu topluluğun bir tahlili olarak kaleme almıştır.
Kitabın Muhtevası (İçindekiler):
Eser, Sabetaycılığın tarihine, dinî inancına ve diğer çalışmalarla olan irtibatına dair makalelerden müteşekkildir. Başlıca bölümler şunlardır:
• Sabetaycılığın Tarihine İlişkin Makaleler: Şemsi Efendi, Sabetaycılık ve Yahudilik, Sabetaycı soy ağacı belgeleri, Osmanlı mistisizmi ve Masonluk ile irtibatları.
• Sabetaycı Dinî İnancına İlişkin Makaleler: Mistik bir kişilik olarak Sabetay Sevi, üç Sabetaycı cemaat (Karakaşlar, Kapancılar, Yakubiler), Kabbala’nın mistik alemi, Maşiah (Mesih) inancı ve Sabetaycı Kabbala’nın esasları.
• Diğer Çalışmalar: Yazarın Aytunç Altındal ile olan polemiği ve Sabetaycı bir aydının ağzından Sabetaycı karakter üzerine bir mülakat.
• 7. Baskıya Ek Bölüm: Kitabın neşrinden sonra Selçuk Erez, Mustafa Aydın, Dücane Cündioğlu ve bilhassa Rifat N. Bali tarafından kaleme alınan tenkit yazıları ve Zorlu’nun bu tenkitlere verdiği cevaplar.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Kitabın temel gayesi, Türkiye’nin sosyal, kültürel ve siyasi tarihinde mühim roller oynamış olmasına rağmen “tabu” olarak görülen ve “en az ele alınmış” konulardan biri olan Sabetaycılığı (veya “Dönmelik”) ilmi bir zeminde tartışmaya açmaktır.
Başlıca mesajları şunlardır:
• Sabetaycılık, Basit Bir “Dönmelik” Hadisesi Değildir: Yazar, Sabetaycılığın “dönme” kavramıyla küçümsenmesine karşı çıkarak, bunun 17. yüzyılda Sabetay Sevi’nin Mesihlik iddiaları üzerine kurulu , temelleri Yahudi Kabbalizmine dayanan , kendine has bir mistik hareket ve etnik bir cemaat olduğunu vurgular.
• Tarihi Rolün Teslim Edilmesi: Eser, Sabetaycıların 19. asrın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ve modern Türkiye’nin kuruluşunda , Kemalist ideolojinin önde gelen kişileri arasında , İttihat ve Terakki ve Mason locaları içinde faal roller oynadıklarını iddia eder.
• Gizliliğin Sebepleri ve Sonuçları: Cemaatin, Müslümanlık dini inancı altında Yahudi Kabbalizmine bağlı olarak yaşaması ve gördüğü baskılar (bilhassa 1924 Karakaş Rüştü Olayı ve 1942 Varlık Vergisi ) sebebiyle “gizliliği koruma” yolunu seçtiğini ve bunun da konunun ilmi olarak incelenmesini engellediğini belirtir.
• Kültürel Mirasın Kayboluşu ve Araştırma Çağrısı: Yazar, cemaatin (bilhassa 1917 Selanik yangını ve 1924 mübadelesi sonrası) hızla asimile olduğunu ve bu kültürel mozaiğin kaybolmaması için konunun “bilimsel olarak incelenmesi” gerektiğini savunur.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Sabetaycılığın tarihi, teolojisi ve sosyolojisi hakkında çeşitli tesbitler ve belgelere atıflar ihtiva eder:
• Sabetay Sevi ve Hareketin Doğuşu: 1626 İzmir doğumlu Sabetay Sevi’nin , Kabbala ve Zohar tetkikleri , ruhi yapısı ve 1665’te Gazzeli Natan ile tanışıp Mesihliğini ilanı tafsilatıyla anlatılır. Osmanlı Sultanı karşısında din değiştirmesi ve 200 ailelik bir grubun onu takip etmesi hareketin başlangıcı olarak gösterilir.
• Teolojik Esaslar: Hareketin temeli Tora-Talmud ekolünden ziyade , “Tora-Kabbala ekolüne” ve bilhassa İzak Luria’nın (Rav Ari) “kırılma” (Tikkun) ve “kurtarıcı Mesih” doktrinlerine dayandırılır. Sabetaycıların kendilerini “bakiye” (seçilmiş bir grup) olarak gördükleri ve “benzet-benzeme” prensibini (dışta Müslüman görünme) benimsedikleri belirtilir.
• Üç Sabetaycı Cemaat: Sevi’nin kayboluşundan sonra cemaatin üç ana kola ayrıldığı tesbit edilir:
• Yakubiler: Sevi’nin kayınbiraderi Yakov Qerido’ya bağlı olanlar. Daha çok devlet dairelerinde rol aldıkları ve en hızlı asimile olan grup oldukları belirtilir.
• Karakaşlar (Onyollular): Baruhya Ruso’nun (Osman Baba) Mesih’in devamcısı olduğuna inananlar. Dini olarak daha katı oldukları ifade edilir.
• Kapancılar (İzmirliler): Sadece Sevi’ye bağlı kalan ana grup. Ticaret ve sanayide en çok gelişen grup oldukları belirtilir.
• Atıf Yapılan Belgeler:
• Sabetaycı Soy Ağaçları: Ailelerin Yahudi kökünü muhafaza etmek ve karma evlilikleri engellemek için tutulduğu belirtilen üç farklı soyağacı belgesinden bahsedilir.
• Dua Kitapları ve İlahiler: Cemaatin gizli dualarını ve ilahilerini ihtiva eden, bir kısmı İsrail’de (Moşe Attias tarafından yazılan “Sefer Şirut ve Tişbahut Şel Ha Şabtayim” ) bulunan, bir kısmı ise ailelerde saklanan dua kitaplarından bahsedilir. Kitapta bu ilahilerden örnekler de (biri ilk kez yayımlanan) verilir.
• Osmanlıca Risaleler: Sabetaycılar hakkında yazılmış “Dönmeler- Honyos, Koyegos, Sazan” (1919) ve buna cevap olarak yazılan “Dönmelerin Hakikati” (Emekli Binbaşı Sadık) isimli iki risale incelenir.
• Sabetay Sevi’nin Mektubu: Sevi’nin Arnavutluk’taki sürgününde dahi Yahudiliğe inancını kanıtlayan, Yom Kipur Bayramı için dua kitabı istediği bir mektubun İsrail’de olduğu belirtilir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Kitap, “tabu” olarak nitelediği bir konuyu açığa çıkarma iddiasıyla pek çok vurgulu tesbit içermektedir:
* “Sabetaycılık veya genel olarak bilimsel literatürde bilindiği şekliyle Dönmelik konusu ne yazık ki Türk kültür ve siyaset tarihinin en az ele alınmış konularından birini oluşturmaktadır.” * “…modern Türkiye’nin kuruluşu sırasında kemalist ideolojinin önde gelen kişileri arasında Sabetaycı kökenli aydınların sayısı belirgin olarak dikkat çekmektedir.” * “O [Şemsi Efendi] Sabetaycı cemaatin ileri gelen din adamlarından biriydi ve politik fonksiyonları da olmuştu.” * “Şemsi Efendi’nin diğer bir özelliği ise, yaşadığı dönemin en büyük Sabetaycı kabalistlerinden biri olmasıydı.” * “Dolayısıyla Sabetaycı cemaatleri din değiştirme eylemiyle değerlendirerek ‘dönme’ kavramıyla imgelemek, tam olarak bilimsel bir yaklaşım olarak gözükmemektedir.” * “Kısaca sonuçta tüm Sabetaycı cemaatleri -ister Türkiye’de ister Yemen’de olsun- tek bir kavramla ‘Sabetaycılık’ adı altında irdelemek en doğrusu olacaktır.” * “Netice itibariyle, Sabetaycılığı ve Sabetaycıları sadece Yahudi kültürünün bir uzantısı saymak yanlış olacaktır.” (Osmanlı mistisizmiyle ilişkisine atfen)
* “Sabetaycılar hiçbir Yahudi cemaati tarafından da Yahudi kabul edilmemektedirler.” * “…Sabetaycılar Türkiye’nin ve Türkiye kültürünün vazgeçilemez, olmazsa olmaz bir unsurudurlar…” * “…Türkiye’de yaşayan pek çok insan kim ne şekilde reddederse etsin sadece · dinsel nedenlerle manevi olarak itiliyorlar ve dışlanıyorlar.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Ilgaz Zorlu, kendi şahsi gözlemleri ve cemaat üyeleriyle yaptığı mülakatların yanı sıra, tezlerini desteklemek için başlıca şu ilmi kaynaklara ve kurumlara atıfta bulunur:
• Gershom Scholem: Yazarın “devasa eseri” olarak nitelediği, Sabetaycılık üzerine en mühim ilmi kaynak olarak kabul edilen araştırmacıdır.
• Ben Zwi Enstitüsü (Kudüs): Sabetaycılığın mühim kaynaklarının ve Sabetay Sevi’nin mektuplarının muhafaza edildiği, yazarın da incelemelerde bulunduğu arşiv.
• Prof. Dr. Abdurrahman Küçük: Türkiye’de “Dönmeler ve Dönmelik Tarihi” üzerine eser vermiş bir akademisyen olarak sıkça referans gösterilir.
• Salamon Rozanes: 1917 yangını öncesi Selanik’teki Kapancılar kütüphanesine giren ve bulgularını İbranice eserinde yazan tek tarihçi olarak belirtilir.
• Ahmet Emin Yalman: Sabetaycı (Yakubi) kökenli bir aydın olarak , 1922’de Vatan gazetesinde yazdığı “Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi” başlıklı yazı dizisine atıf yapılır.
• Aytunç Altındal, Rifat N. Bali, Dücane Cündioğlu, Selçuk Erez: Kitabın 7. Baskısında, bu yazarların kitap hakkındaki tenkitleri ve Zorlu’nun onlara verdiği cevaplar da mühim bir kaynak ve tartışma zemini olarak yer alır.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler:
Kitaptaki bilgilerin dayanakları (şahitleri) şunlardır:
• Yazarın Kendi Şahitliği: Ilgaz Zorlu, Sabetaycı bir aileden gelmesi hasebiyle, cemaatin “geleneksel yaşamına şahit olduğunu” ve anlatılanların “bizzat yazarının yaşadıklarına ve gözlemlerine dayandığını” ifade eder.
• Cemaat Mensupları (Sözlü Tarih): Yazar, “cemaat üyeleriyle direkt konuşma yolunu” seçtiğini, bilgilerin “cemaatin yaşlı kimselerinin zihinlerinde yeralan geleneksel söylemlerden” oluştuğunu belirtir. En mühim şahitliklerden biri, ismi açıklanmayan Sabetaycı bir iş adamı ile “Sabetaycı Kişilik, Sabetaycı Karakter” üzerine yapılan mülakattır.
• Yazılı Belgeler: Yukarıda zikredilen soy ağaçları, dua kitapları, mektuplar ve Osmanlıca risaleler.
• İlmi Otoriteler: Başta Gershom Scholem olmak üzere, konu üzerine yazan diğer akademisyenler.
Çıkarılacak Sonuçlar:
Kitabın bütününde ulaşılan temel sonuçlar (neticeler) şunlardır:
• Sabetaycılık, Yahudi mistisizmi (Kabbala) ve 17. asır Mesihi hareketlerinden doğan, ancak İslamiyet’i bir “örtü” veya “benzet-benzeme” prensibiyle kabul ederek üç asırdır gizli bir cemaat yapısı sürdüren, özgün bir etnik-dinî kimliktir.
• Bu cemaat, Selanik merkezli olarak Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında modernleşme, siyaset (İttihat ve Terakki ) ve kültür hayatında (eğitim kurumları ) nüfuslarına oranla çok mühim roller oynamıştır.
• Dış baskılar (antisemitizm, Varlık Vergisi ) ve cemaatin kendi içindeki gizlilik kararı , bu kimliğin hem korunmasına hem de ilmi olarak araştırılmasının engellenmesine sebep olmuştur.
• Günümüzde cemaat, dini pratiklerini büyük ölçüde kaybetmiş ve güçlü bir asimilasyon süreci yaşamaktadır
• Yazar, bu kültürel mirasın yok olmaması için “tabu”ların yıkılması ve konunun ilmi platformlarda tartışılması gerektiği neticesine varmaktadır.
7. Kitabın Genel Yönleri (İktibas ve Özet Notu)
Ilgaz Zorlu’nun “Evet, Ben Selanik’liyim” adlı eseri, Türkiye’de “Sabetaycılık” veya “Dönmelik” olarak bilinen, toplumun mühim bir kesimini oluşturmasına rağmen hakkında pek az konuşulan bir konuyu, bizzat o cemaatin içinden birinin kalemiyle aydınlatma iddiası taşıyan cüretkâr bir çalışmadır.
Kitabın Özeti (İktibas):
Eser, Sabetaycılığın 17. asırda Sabetay Sevi’nin Kabbala temelli Mesihlik iddialarıyla başladığını, din değiştirmeye rağmen cemaatin gizli bir şekilde Yahudi mistik inancını sürdürdüğünü tasvir eder. Zorlu, bu topluluğun sadece dini bir azınlık olmadığını, bilhassa Selanik merkezli olarak İttihat ve Terakki ve Masonluk gibi kurumlar vasıtasıyla Osmanlı’nın modernleşmesinde ve Cumhuriyet’in kuruluşunda kilit roller oynadığını savunur.
Kitap, cemaatin iç bölünmelerini (Yakubiler, Karakaşlar, Kapancılar) ve Şemsi Efendi gibi mühim şahsiyetlerini inceler. Yazar, cemaatin tarih boyunca maruz kaldığı baskılar (Varlık Vergisi gibi ) ve kendi tercih ettikleri “gizlilik” nedeniyle kimliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtir.
Bu 7. Baskı, aynı zamanda kitabın yayımlanmasından sonra başlayan hararetli bir polemiği de ihtiva eder. Özellikle araştırmacı Rifat N. Bali, Zorlu’yu ilmi metodlara riayet etmemek, kaynakları (bilhassa Ben Zwi Enstitüsü’ndeki ) yanlış aksettirmek, İbranice bilmeden araştırma yaptığını iddia etmek, Sabetaycı nüfusu (100.000 iddiası ) abartmak ve popülist taleplerde (sinagog tahsisi gibi ) bulunmakla tenkit eder.
Zorlu ise bu tenkitlere verdiği cevaplarda , Bali’nin “belirli bir merkezin savunucusu” olduğunu, kendisinin Ben Zwi Enstitüsü’nde bizzat araştırma yaptığını , Sabetaycıların Yahudi cemaati tarafından dışlandığını ve amacının sadece bu “tabu” konuyu ilmi zemine taşımak ve kaybolmakta olan bir kültürel kimliği korumak olduğunu savunur.
Sonuç Notu:
Netice olarak bu kitap, Sabetaycılık konusundaki suskunluğu bozan, provokatif olduğu kadar şahsi tanıklıklara da dayanan mühim bir denemedir. Yazarın ilmi metodolojisi ve kaynak kullanımı Rifat N. Bali gibi araştırmacılar tarafından sert bir şekilde tenkit edilmiş olsa da, eser, Türkiye’nin sosyal mozaiğinin bu gizli ve mühim parçasının tarihini, kimlik mücadelesini ve günümüzdeki asimilasyon sancılarını gündeme getirmesi açısından dikkate değer bir çalışmadır.

Mehmet Ali Bulut’un “İsrail Nereye Koşuyor?” isimli eseri.
Kitap, İsra Suresi’nin ilk sekiz ayetini merkezine alan tematik bir tefsir ve jeopolitik bir tahlil niteliğindedir.

1. 📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Kitabın Adı: İsrail Nereye Koşuyor?
• Alt Başlık: Vadedilmiş Topraklar ve İsrail’in Geleceği
• Yazar: Mehmet Ali Bulut
• Yayınevi: Hayat Yayınları
• Baskı Bilgisi: 4. Baskı. Kitabın ilk iki baskısı “Tanrının Halkı’nın Allah ile Başı Dertte” adıyla yapılmıştır.
• Yayına Hazırlayan: Rahime Demir
• Yayın Editörü: Erol Şahnacı
• ISBN: 978-605-151-366-9
• Baskı Yeri ve Tarihi: Ankara, 2021
2.
🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin temel mesajı, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nde İsrailoğulları için vaad edilen “iki fesat” (bozgunculuk) döneminin tahlilidir.
• Birinci Fesat ve Ceza: Yazar, İsrailoğullarının Hz. Davut (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.) devirlerinde kurdukları devlet ile “birinci fesat” dönemini yaşadıklarını ; ancak ahlaki bozulma, zulüm ve peygamberlerini katletmeleri sebebiyle bu dönemin Asur ve Babil (Nebukadnezar) istilalarıyla sona erdiğini belirtir. Bu, birinci fesadın cezalandırılmasıdır.
• Rövanş ve İkinci Fesat Dönemi: Kitap, 1948’de İsrail devletinin kurulmasını, İsra Suresi 6. ayette geçen 16″rövanş (kerrete)” dönemi ve “ikinci fesat” döneminin başlangıcı olarak tesbit eder. Yazar, bu dönemin “mallar ve oğullar” (sermaye ve dünya çapındaki destekçiler/lobiler) ile desteklendiğini vurgular.
• İlahî İkaz (Uyarı): Günümüz İsrail’i, bu ikinci fesat dönemindedir. Kitabın ana mesajı İsra Suresi 7. ve 8. ayetlerdir. İsrail’e bir seçim şansı sunulmaktadır:
• Eğer “iyilik ederseniz” (barış yolunu seçer, zulümden vazgeçerseniz), bu kendi lehinize olacak ve “Olur ki Rabbiniz size merhamet eder” vaadi gerçekleşebilir.
• Ancak “eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz”. Yani, eğer zulme ve fesada devam ederlerse, birinci cezalandırmadan çok daha şiddetli bir son (topyekûn imha) ile karşılaşacaklardır.
• Müslümanların Sorumluluğu: Yazar, Müslümanların mevcut dağınıklık, “zillet ve meskenet” hali içinde olmaları sebebiyle İsrail ile baş edemediklerini; ancak Kur’an’ın “yeryüzünün varislerinin salih kullar olacağı” vaadi gereği, Müslümanların yeniden hakiki imana ve birliğe kavuşarak bu zulmü durduracak güç haline gelmeleri gerektiğini vurgular.
3.
📜 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Mehmet Ali Bulut, tezini desteklemek için Kur’an-ı Kerim, Tevrat (Tanah) metinleri, tarihî hadiseler ve jeopolitik analizleri bir arada kullanır.
• Tevrat’ın Tahrifi (Tesbit): Yazar, mevcut Tevrat’ın (Tanah) Hz. Musa’dan (a.s.) asırlar sonra, Babil sürgünü dönüşü kâhinler (yazıcılar) tarafından kaleme alındığını ; bu süreçte metinlerin, Yahudi ırkçılığına ve siyasi emellerine hizmet edecek şekilde kasıtlı olarak tahrif edildiğini iddia eder. Peygamberlere (Hz. İbrahim, Hz. Yakup) hile, yalan gibi yakışıksız fiiller isnat edilmesi ve Âlemlerin Rabbinin “Yahve” adında bir kabile tanrısına dönüştürülmesi bu tahrifata delil gösterilir.
• “II. Babil Operasyonu” (Tesbit): Yazar, 1980’lerin sonunda Saddam Hüseyin’in kendisini “Babil’in devamı” olarak ilan etmesini, İsra Suresi’ndeki “rövanş” döneminin bir işareti olarak yorumlar. 1991’deki Körfez Savaşı’nı “II. Babil Operasyonu” olarak adlandırır. Bu hadise, İsrail’in birinci fesat dönemindeki yıkımının (Babil) intikamının alınmasının ve Arz-ı Mev’ud’a giden yolun açılmasının ilk adımı olarak görülür.
• Kan Grubu Tahlili (Tesbit): Yazar, Hz. İbrahim’in (a.s.) soyu olan Beni İsrail ve Kureyş’in “B” kan grubuna , Arab-ı Âribe (hakiki Samiler) olanların ise “Sıfır” kan grubuna mensup olduğunu belirtir. Buradan hareketle Hz. İbrahim’in (a.s.) Tevrat’ın iddia ettiği gibi Sami değil , kuzeyli bir kavimden (muhtemelen Hurri veya Harranlı) geldiği tesbitinde bulunur.
• Arz-ı Mev’ud ve BOP (Belge/Tesbit): Siyonizmin nihai hedefi “Nil’den Fırat’a” uzanan Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) idealidir. Theodor Herzl’in dahi Kapadokya’yı sınır olarak zikrettiği belirtilir. Yazar, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP), bu hedefe ulaşmak için kullanılan modern bir araç olarak görür.
• Terör Örgütleri (Belge): 1948’de İsrail devletinin kuruluşu, Haganah, İrgun ve Stern gibi Siyonist terör örgütlerinin sistemli katliamları, bombalamaları ve yıldırma faaliyetleri neticesinde gerçekleşmiştir. Bu örgütlerin, günümüzdeki PKK/PYD/DEAŞ gibi vekil (proxy) terör örgütlerinin prototipi olduğu ve Batı (İngiltere/ABD) tarafından desteklendiği vurgulanır.
• Hz. Yakup’un (İsrail) Tıyneti (Tesbit): Tevrat’ta Hz. Yakup’un (a.s.) hile ile kardeşinin (Esav) hakkını alması ve Tanrı ile güreşip “İsrail” adını alması kıssaları tahlil edilir. Yazar, bu hadiselerin peygamberin hakikati olmadığını, ancak Tevrat yazıcılarının bu kıssalar üzerinden İsrail kavminin “tıynetini” (karakterini), yani hileciliğini ve mücadele azmini sembolize ettiğini belirtir.
• Garkad Ağacı (Tesbit): Hadis-i şerifte geçen ve Yahudileri saklayacağı bildirilen “Garkad ağacı” , yazar tarafından modern sığınaklar, füze kalkanları veya İsrail’e koruma sağlayan “Beni Kantura” (Çin gibi) yeni bir vekil güç olarak yorumlanır.
4.
✍️ Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
• “Allah’ın mülkünde birilerinin O’nun iradesini yok sayarak iş tutması, sürdürülebilir olamazdı. Zalimin kılıcı muhakkak kırılmalıydı.”
• “Çünkü Yahudiler şu an zalim de olsalar şimdilik kendi davalarında samimiler.”
• “İsrail, mukadder olan akıbetine varmak için uğraşıyor, koşturuyor.”
• “Kendi elleriyle yazdıklarına ‘Bu Allah’tan bir sözdür.’ diyerek kutsallık atfetmişlerdir.”
• “Ama siyasallaşmış Yahudi için hiçbir kutsal yoktur. O anki faydası neyi gerektiriyorsa onu yapar. İşte gördünüz, o, boşadığı kadına (Filistin’e) yeniden döndü. Hem de zor kullanarak…”
• “Grekler bizi gülünç hale soktular, Romalılar parçalayıp dağıttılar, Hristiyanlar bize işkence edip yağma ettiler, fakat biz kuvvetle intikam alabilmek için çok zayıf olduğumuzdan, Eflatun’un Atina’sı, imparatorların ve papazların Roma’sından doğan medeniyetin dayandığı temelleri çürütecek bir saldırıya geçtik. Şimdi intikamımız tam kıvamındadır.”
• (Ayet iktibası): “Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yapmışızdır.”
• (Yeremya’dan iktibas): “Rab diyor ki: ‘İşte kuzeyden bir ordu geliyor. Dünyanın uçlarından… Büyük bir ulus harekete geçiyor. (…) Yay, kılıç kuşanmışlar, (savaşta) acımasızdırlar. (…) Karşına dizilecekler, ey Siyon kızı!'”
• “İsrail ile Mücadelede Ağaç Figürü” (Haşir Suresi 5. ayete ve Yeremya 6:6’ya atfen, Yahudilerin psikolojik zayıf noktasının “ağaç” olduğu vurgulanır.)
5.
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Yazar, tezlerini desteklemek için Kur’an ve Tevrat (Tanah) dışında çeşitli tarihî, stratejik ve teolojik eserlere atıfta bulunur. Başlıcaları şunlardır:
• Tarih ve Siyaset:
• Ahmet Susa, Tarihte Araplar ve Yahudiler
• Mahmut Nana, Yahudi Tarihi
• Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar
• Theodor Herzl, Hatıralar ve Yahudi Devleti
• Josephus, Yahudilerin Savaşları
• Ömer Rıza Doğrul, Kanlı Gömlek
• Strateji ve Eskatoloji (Ahir Zaman):
• Michael Drosnin, Tevrat’ın Şifresi (Kitapta bu esere sıkça atıf yapılarak İsrail’in akıbetiyle ilgili şifrelerin 1996, 2006 gibi tarihlere işaret ettiği belirtilir.)
• Giovanni Papini, Gog I-II (Özellikle “Ben Rubi’nin Fikirleri” bölümü)
• Johathan Schell, Dünyamızın Kaderi (Nükleer savaş tasvirleri için kullanılır)
• İslamî Kaynaklar:
• Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye ve Şualar
• Celaleddin Suyutî, Kitabü’l-Burhân fî Alâmeti’l-Mehdiyyi’l-Âhir Zaman
• Hadis kaynakları (Müslim, Fiten)
6.
⚖️ Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Yazarın tesbitlerini dayandırdığı temel “şahitler” (deliller/örnekler) ve bunlardan çıkardığı sonuçlar şunlardır:
• Şahit 1: Saddam Hüseyin’in Babil İddiası
• Hadise: Saddam’ın 1980’lerde Babil’in varisi olduğunu söylemesi.
• Sonuç: Bu, yazar için “II. Babil Operasyonu”nun ve İsra Suresi’ndeki “rövanş” döneminin başladığının işaretiydi. İsrail, devletini yıkan Babil’den (Irak) intikamını ABD eliyle almıştır.
• Şahit 2: Siyonist Terör Örgütleri ve Modern Vekil Savaşları
• Hadise: 1948 öncesi Haganah, İrgun ve Stern terör örgütlerinin İngiliz desteğiyle Filistinlileri katletmesi ve sürmesi.
• Sonuç: Bu, İsrail’in devlet kurma metodudur. Bugün de aynı metot, BOP çerçevesinde , vekil örgütler (PKK, PYD, DEAŞ) aracılığıyla ve ABD desteğiyle Arz-ı Mev’ud (Suriye ve Türkiye’nin güneydoğusu dâhil) için kullanılmaktadır.
• Şahit 3: Tevrat Metinlerindeki Peygamber Tasvirleri
• Hadise: Tevrat’ın (Tanah), Hz. Yakup’u (a.s.) hileci, Hz. Davut’u (a.s.) komutanının karısını almak için hile yapan biri gibi göstermesi.
• Sonuç: Bu, peygamberlerin hakikati değil, İsrail kavminin kendi “tıynetini” (karakterini) ve ahlakını (her yolu mübah görme) kendi kutsal metinlerine yansıtmasının delilidir.
• Şahit 4: İşaya ve Yeremya Kehanetleri
• Hadise: Tevrat’ın İşaya ve Yeremya bölümlerinde, İsrail’in (Yahuda/Yeruşalim) “Kuzeyden gelecek” , “dili bilinmeyen” , “acımasız” ve “kavimler kıran” bir ordu tarafından cezalandırılacağının haber verilmesi.
• Sonuç: Yazar, bu “kuzeyden gelecek” gücün, İsra Suresi 3. ayette işaret edilen “Nuh’un zürriyeti” olduğunu ve tarihî literatürde bu ifadenin Türkleri karşıladığını tesbit eder. Nihai cezalandırma (Yevmü’l-Melhame) , Türklerin de içinde bulunduğu bir güç tarafından gerçekleşecektir.
7.
📑 Özet Notu ve Kitabın Genel Değerlendirmesi
Mehmet Ali Bulut’un “İsrail Nereye Koşuyor?” eseri, İsra Suresi’nin ilk sekiz ayetini günümüz jeopolitiğine tatbik eden eskatolojik (ahir zaman ilmi) bir tahlildir.
Ana Fikir:
Kitap, İsrailoğullarına vaad edilen “iki fesat” döneminden yola çıkar. Birincisi, Hz. Davut (a.s.) ile başlayan ve Babil sürgünü ile sona eren eski devlettir. İkincisi ise 1948’de kurulan, “mallar ve oğullar” (küresel sermaye ve lobiler) ile desteklenen günümüz İsrail devletidir.
Temel Tesbitler:
Yazar, Siyonizmin “Arz-ı Mev’ud” (Nil’den Fırat’a) 110hedefine ulaşmak için Tevrat’ı tahrif ettiğini , terörü (Haganah, İrgun) bir devlet politikası olarak kullandığını ve günümüzde de BOP ,ABD ve PKK/PYD gibi vekil güçler aracılığıyla hedefine ilerlediğini savunur. Saddam’ın “Babil” kimliğini öne çıkarması ve 1991 Savaşı, İsrail’in intikamını (rövanş) almasının ilk adımı olarak görülür.
Sonuç ve İkaz:
Kitap, İsrail’in şu an “ikinci fesat” döneminin zirvesinde olduğunu ve zulme devam ettiğini belirtir. Bu durum, İsra Suresi 7. ayet ve Tevrat kehanetleri (İşaya, Yeremya) gereği, “Kuzeyden gelecek” (Nuh’un çocukları/Türkler olarak yorumlanan) bir güç tarafından topyekûn cezalandırılacakları (Yevmü’l-Melhame / Armagedon) bir sona doğru “koştuğunu” iddia eder.
Ancak eser, İsra Suresi 7. (“İyilik ederseniz…”) ve 8. (“Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder…”) ayetlerini bir “çıkış kapısı” olarak sunar. Eğer İsrail zulümden vazgeçip “iyilik” (barış) yolunu seçerse, bu ilahî akıbetin tehir edilebileceği mesajını verir. Kitabın nihai gayesi, bu mukadder ilahî uyarıyı ve seçeneği ortaya koymaktır.

İlhami Soysal’ın “Masonluk ve Masonlar” adlı eseri .
Kitap, Türkiye’deki Masonluğun tarihini, yapısını, tesirini ve bilhassa siyaset ile olan derin irtibatını vesikalar, isim listeleri ve bizzat Masonların ifadeleriyle ortaya koyan bir araştırma niteliğindedir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Dünyada ve Türkiye’de Masonluk ve Masonlar.
• Müellifi: İlhami Soysal.
• Nâşiri: Der Yayınları.
• Basım Bilgileri: Tahlil edilen nüsha, Dördüncü Basım olup Eylül 1988’de İstanbul’da basılmıştır. (İlk basımı Mayıs 1978’dir ).
• Yapısı: Eser; “Sunuş” , “Giriş” , dokuz ana “Bölüm” “Ekler” kısmından müteşekkildir. Ekler kısmında “Masonik Sözlük” , “Marksist Bir Masonun Görüşleri” (Salvador Allende) , Çetin Altan’ın bir suale cevabı ve “Kaynakça” gibi bölümler bulunmaktadır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
İlhami Soysal, eserin “Sunuş” kısmında kitabın gayesini ve kendi duruşunu net bir şekilde ifade etmektedir:
• Tarafsız Aydınlatma Mesajı: Müellif, bu kitabı “masonluğu övmek ya da yermek gibi bir ön yargı ile harekete geçmedik” diyerek, gayesinin “bilmediğimiz ve çok kişinin de bilmediğini gördüğümüz bir konuyu aydınlığa çıkarmak” olduğunu belirtir. Hem yandaşların hem de karşıtların görüşlerini yansıtmaya çalıştığını ifade eder.
• Müellifin Durumu: Soysal, kendisinin Mason olmadığını net bir dille vurgular: “Bu kitabın yazarı bir mason değildir. Ne geçmişte mason olmayı düşünmüştür, ne bugün düşünmektedir ne de gelecek için böyle bir düşüncesi vardır”.
• Tesir ve Nüfuz Mesajı: Kitabın belki de en kuvvetli mesajı, Masonluğun Türkiye’deki sosyal, bürokratik ve bilhassa siyasi hayat üzerindeki derin nüfuzunu göstermektir. Eser, bu teşkilatın sadece bir “hayır cemiyeti” olmadığını, devletin en üst kademelerinden orduya , siyasi partilerden üniversitelere kadar kilit noktaları tutan bir “dayanışma örgütü” olduğunu iddia eder.
• “Kim Kimdir?” Merakı: Müellif, okuyucunun “işin aslından çok dedikodusuna ve spekülasyona açık yanına önem verdiğini” ve “kimlerin mason olduklarını öğrenmek” istediğini tesbit ettiğini, bu sebeple dördüncü basımda “Türkiye’nin ünlü masonlarını listeler olarak” kitabın başına aldığını belirtir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, iddialarını desteklemek için isim listeleri, dahili yazışmalar, foto-belgeler ve bizzat Mason kaynaklarından iktibaslar sunmaktadır.
Öne Çıkan Tesbitler
• Masonluğun Tarifi: Kitap, Masonların kendi tariflerini (“iyi ahlâklı ve erdemli insanlar arasında kardeşliğin kurulması…” ) aktarmakla birlikte, Soysal’ın kendi tesbitini de sunar: “masonluk, işçi sınıfının, emekçilerin değil, tam tersine bunları sömüren kapitalizmin ve burjuvazinin kendi arasında oluşturduğu bir dayanışma örgütüdür”.
• Masonik Kaideler:
• Bir Mason, başka bir Masonun kimliğini bir “Hariciye” (Mason olmayana) açıklayamaz.
• Bir Masona Mason olup olmadığı sorulduğunda, “hayır mason değilim” demesi en büyük ayıplardan biridir.
• Kadınlar “düzenli” localara giremez.
• Locaya girmek için varlıklı olmak şarttır; zira fakir düşen birader “loca çalışmalarına alınmaz” ve “fikir ve oy bağımsızlığını” kaybeder.
• Gizli İletişim ve Dayanışma:
• Masonlar birbirlerini gizli el sıkışma (“Lems”) , duruşlar ve parolalar (mesela “BOAZ” ) ile tanırlar.
• En mühim tesbitlerden biri, Masonik imdat çağrısıdır. Darda kalan bir Mason “Dul kadının oğluna yardım yok mu?” diye seslendiğinde, diğer Masonun “iki eli kanda da olsa o kardeşine yardımda bulunmaya mecburdur”.
• Süleyman Demirel Vak’ası: Kitaptaki en mühim tesbit, 1964’te Süleyman Demirel’in AP Genel Başkanlığına seçilmesi sürecidir.
• Erol Simavi’nin şahitliğiyle, Demirel’in Mason olduğu (“Süleyman Demirel masondu. Hem de üstadlığa kadar çıkmış bir masondu”) belirtilir.
• Demirel’in “mason olmadığını belirten bir belge istemesiyle” başlayan süreçte, Necdet Egeran’ın bu belgeyi verdiği ve bu “sahte belge olayı”nın Türk Masonluğunu ikiye böldüğü (“Masonluğun Parçalanması”) iddia edilir.
Belgeler ve Listeler
Kitap, bu iddiaları desteklemek için çok sayıda vesika ve liste sunar:
• Ünlü Mason Listeleri: Padişah V. Murad , Sadrazamlar (Talat Paşa, Mithat Paşa vb.) , Cumhuriyet Başbakanları (Süleyman Demirel, Bülent Ulusu, Naim Talu, Hasan Saka vb.) , Cumhurbaşkanı Celâl Bayar , İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri (Ziya Gökalp, Dr. Nazım, Cavit Bey vb.) , yüksek rütbeli askerler (Kâzım Özalp, Refik Tulga, Şefik Erensü vb.) , bakanlar, valiler, bürokratlar, profesörler, sanatkârlar ve gazeteciler (Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Erol Simavi, Çetin Altan vb.) isim isim listelenir.
• Aktif Mason Listeleri: 1983-1988 yılları arasında “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”na bağlı 1200’den fazla “en aktif” Masonun adı, meslekleri ve bazen de yöneticilik vasıfları ile birlikte alfabetik olarak listelenir .
• Loca Davetiyeleri: Çeşitli localara (Erenler , Kültür , Hümanitas , Hakikat vb.) ait “Aziz Kardeşim” diye başlayan toplantı davetiyelerinin örnekleri bulunur.
• Vefat İlanları: Hayrullah Örs , Şekûr Okten , Şefik İnsel gibi Masonların vefat ilanları belge olarak sunulmuştur.
• Demirel’in Kayıt Belgesi: Süleyman Demirel’in Ankara “Bilgi Locası”na “43 sıra 48 matrikül numarası” ile kayıtlı olduğunu gösteren matrikül (kayıt fişi) sayfasının bir sureti kitapta yer alır.
• Resmî Yazışmalar: Türkiye Büyük Locası’nın, İngiltere Birleşik Büyük Locası tarafından tanınma çabalarını gösteren ve Necdet Egeran tarafından yürütülen 1959-1960 tarihli yazışmalar ve 1970 tarihli tanınma belgesi mevcuttur.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Eserin müellifi İlhami Soysal’ın ve iktibas yaptığı şahitlerin en dikkat çekici ifadeleri şunlardır:
• Müellifin Duruşu:
“Bu kitabın yazarı bir mason değildir. Ne geçmişte mason olmayı düşünmüştür, ne bugün düşünmektedir ne de gelecek için böyle bir düşüncesi vardır.”
• Masonik Gizlilik Kuralı:
“Masonlar için en büyük ayıplardan birisi, kendisinden başka birinin mason olduğunu bir «Hariciye» açıklamak, bir başkası da doğrudan kendisine mason olup olmadığı sorulduğunda bunu saklaması ve «hayır mason değilim» demesidir.”
• Masonluğun “Yumuşak Karnı” (Sınıfsal Tarafı):
“… Fukaralığa ve muhtaç duruma düşen bir birader, locanın himayesine alınır. Ancak bu durum süresince fikir ve oy bağımsızlığını kaybettiği düşüncesiyle, o birader loca çalışmalarına alınmaz…”
• Masonik Dayanışma Mecburiyeti:
“Bir mason kardeş, yardıma gereksinim duyar da karşısındaki mason kardeşine kendisinin mason olduğunu belirtir ve yardım isterse, yardım istenen, iki eli kanda da olsa o kardeşine yardımda bulunmaya mecburdur.” (Çağrı parolası: “Dul kadının oğluna yardım yok mu?” )
• Erol Simavi’nin Demirel Şahitliği:
“Simavi: – …beni masonluktan soğutan olaylardan biri, Demirel meselesi olmuştur… Süleyman Demirel masondu. Hem de üstadlığa kadar çıkmış bir masondu.” “Simavi: – …İlk kopmam Demirel’in AP Genel Başkanı olacağı zaman, mason olmadığını belirten bir belge istemesiyle başladı… Bu mektup kendisine verildi.”
• 1935’te Kapatılma Kararı (Anadolu Ajansı Haberi):
“Türk Mason Cem’iyeti… faaliyetine … nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberrüü muvafık görülmüştür.”
• Kapatılma Gerekçesi (Tan Gazetesi):
“Bu teşkilâtın kaldırılmasını icabettiren sebep, son fırka programında kökü dışarda bulunan teşekküllerin memleketimizde yer bulamayacağına dair olan kayıttır.”
• Müellifin Sonuç Cümlesi:
“Yani, masonluk, parayı verenin düdük çaldığı ve gereğinde korunduğu bir inanış düzenidir… Üst tarafı lâftır.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
İlhami Soysal, bu eseri hazırlarken hem Masonların kendi neşriyatına hem de Masonluk aleyhine yazılmış eserlere müracaat etmiştir. Kitabın “Kaynakça” bölümünde zikredilen başlıca kaynaklar şunlardır:
• Mason Kaynakları:
• Kemalettin Apak, Ana Çizgileriyle Türkiye’de Masonluk Tarihi
• Dr. Enver Necdet Egeran, Gerçek Yüzüyle Masonluk
• Mithat Gürata, Masonluk Nedir, Ne Değildir
• Dr. Selami Işındağ, Masonluktan Esinlenmeler ve muhtelif ritüel incelemeleri
• Fikret Çeltikçi, Hür Masonluk Tarihinden Notlar
• Periyodikler: Türk Mason Dergisi ve Mimar Sinan Dergisi
• Dahili Vesikalar: Türkiye Büyük Mason Mahfili Yıllığı ve Türk Masonluğu İçinde Bir Olay ve Tahlili
• Haricî (Mason olmayan) ve Tenkitçi Kaynaklar:
• Cevat Rıfat Atilhan, Türk Oğlu Düşmanını Tanı ve Masonluğun İçyüzü
• Necip Fazıl Kısakürek, Rapor II
• M. Ertuğrul Düzdağ, Türkiye’de Masonluk Meselesi
• İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Üç Büyük Tehlike: Siyonizm, Komünizm, Masonluk
• Paul Naudon, Tarihte ve Günümüzde Masonluk
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler
Kitap, iddialarını temellendirmek için muhtelif şahitlerin ifadelerine ve vesikalarına müracaat eder:
• Erol Simavi (Gazeteci, Mason): Hürriyet gazetesinin sahibi ve eski İstanbul Büyük Locası Başkanı 90olarak, Süleyman Demirel’in Masonluğunu ve “mason değil” belgesi istediğini doğrulayan birinci elden bir şahittir.
• Prof. Dr. İhsan Doğramacı (Akademisyen): YÖK Başkanı iken, gençliğinde Mason locasına götürüldüğünü kabul etmiş (“beni alıp oraya götürdüler”) , ancak bir iltimas talebi üzerine ayrıldığını iddia etmiştir. Müellif, bu ifadeyi tahlil ederek Masonluktan “çıkmanın” mümkün olmadığını, ancak “uykuya yatılabileceğini” belirtir.
• Mahmut Yesari (Edip): “Nasıl Mason Olunur?” başlığı altında, kendi Masonluğa kabul (tekris) merasimini; göz bağlama , “Hücre-i Muzlim”de (karanlık oda) kafatası ile bekletilme , kılıç , ateş ve toprakla imtihan edilme safhalarını mizahi fakat tafsilatlı bir dille nakleden bir şahittir.
• Üst Düzey Mason Müellifler (Egeran, Apak, Gürata vb.): Kitap, büyük ölçüde bu kişilerin neşrettiği Masonluğun “resmî” veya “iç” tarihlerini birincil kaynak olarak kullanır. Masonluğun iç çekişmeleri, İngiltere tarafından tanınma çabaları ve Demirel vak’ası sonrası bölünme bu şahitlerin kendi yazdıklarından iktibas edilir.
• Masonluk Aleyhtarı Şahitler (Arvas, Atilhan): Kitap, tenkitçi bir bakış açısı sunmak için İbrahim Arvas gibi şahitlerin iddialarına da yer verir. Arvas, Atatürk’ün Masonları “Yahudi uşakları” diyerek kovduğunu ve locaları kapattırdığını iddia eder. Cevat Rıfat Atilhan ise Masonluğu “Allahsızdırlar, yahudidirler, beynelmilelcidirler ve komünisttirler” diye itham eder.
Çıkarılacak Sonuçlar
İlhami Soysal’ın sunduğu bu vesika ve şahitliklerden şu sonuçlar çıkarılmaktadır:
• Siyasî Nüfuz: Masonluk, kendi iddiasının (“Biz politika ile uğraşmayız” ) aksine, Osmanlı’nın son döneminden (İttihat ve Terakki ) Cumhuriyet’in çok partili hayatına (DP , AP , ANAP ) kadar siyasî iktidarların merkezinde yer almış, sadrazamlar, başbakanlar , bakanlar ve yüksek bürokratlar vasıtasıyla devleti yöneten kadrolarda daima temsil edilmiştir.
• Kapatılma ve Yeniden Doğuş: Atatürk, “kökü dışarda” olduğu gerekçesiyle ve muhtemelen siyasi bir rakip olarak gördüğü İttihatçılığın devamı saydığı için Mason localarını 1935’te kapatmıştır. Ancak teşkilat, Atatürk’ün ölümünden sonra 1948’de “Türk Mason Derneği” adıyla resmen , gayriresmî olarak ise daha evvel yeniden “uyanmıştır” (“Ba’sü-Ba’del Mevt” ).
• O dönem palazlanma dönemi olmuştur.
• İç Bölünme: Teşkilat, kendi içinde yekpare değildir. 1965’teki “Süleyman Demirel Vak’ası” , Masonluğun en temel kaidelerinden birinin (üyeliği inkâr etmemek ) siyasi menfaatler için ihlal edilmesi , teşkilatın ikiye bölünmesine sebep olmuştur: İngiltere tarafından “düzenli” sayılan “Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası” ve “liberal” kanadı temsil eden “Türkiye Büyük Mason Mahfili”.
• Sınıfsal Karakter: Masonluk, “kardeşlik” ve “eşitlik” ilkelerini öne sürse de , Soysal’ın tesbitlerine göre katı bir ekonomik yeterlilik şartı arar. Fakir düşen bir Masonun oy hakkını kaybetmesi , teşkilatın sınıfsal bir temele dayandığını ve esasen “kapitalizmin bir dayanışma örgütü” olduğunu gösterir.
7. Sonuç ve Özet Notu (Genel Yönler ve İktibas)
İlhami Soysal’ın Masonluk ve Masonlar adlı eseri, Türkiye’de bu mevzuda yazılmış en tafsilatlı ve en çok yankı uyandırmış araştırmacı gazetecilik çalışmalarından biridir.
Eserin ilk bölümleri, Masonluğun ne olduğunu, gizli tanışma usullerini , derecelerini ve kaidelerini bizzat Masonik kaynaklardan iktibas ederek açıklar. Bu yönüyle bir “Masonluk Nedir?” kitabı hüviyetindedir.
Ancak eserin asıl ağırlık merkezi ve onu önemli kılan kısım, “Kim Masondur?” sualine verdiği tafsilatlı cevaplardır. Müellif, Osmanlı Padişahlarından Cumhuriyet Başbakanlarına , generallerden valilere profesörlerden gazetecilere kadar Türkiye’nin idari ve entelektüel hayatına yön vermiş yüzlerce ismin Masonluk kayıtlarını ortaya koyar.
Kitap, iki mühim tarihi kırılmayı merkezine alır:
• 1935 Kapatılması: Atatürk’ün, çevresindeki pek çok Masona (Bakan Şükrü Kaya , Doktor Mim Kemal Öke gibi) rağmen, teşkilatı “kökü dışarda” bularak kapattırması. (Tartışılır?)
• 1965 Bölünmesi: Süleyman Demirel’in siyasi kariyeri için Masonluğunu inkâr etmesi ve teşkilatın bir kısmının (Necdet Egeran liderliğinde ) buna “sahte belge” ile yardımcı olması sonucu yaşanan büyük parçalanma.
İlhami Soysal, eserin sonunda Masonluğun “felsefi” iddialarından ziyade “pratik” neticelerine odaklanır. Teşkilatın, iddia ettiği “eşitlik” ilkesinin zenginlik ve fakirlik karşısındaki durumunu tenkit eder. Müellifin nihai hükmü, yine bir Mason üstadının (Necdet Egeran) kitabından yaptığı şu iktibasta gizlidir:
“«… Fukaralığa ve muhtaç duruma düşen bir birader, locanın himayesine alınır. Ancak bu durum süresince fikir ve oy bağımsızlığını kaybettiği düşüncesiyle, o birader loca çalışmalarına alınmaz.»”
Soysal, bu iktibastan yola çıkarak kendi özet notunu şu cümlelerle bağlar:
“Yani, masonluk, parayı verenin düdük çaldığı ve gereğinde korunduğu bir inanış düzenidir… Üst tarafı lâftır.”
Bu eser, Türkiye’de Masonluğun siyasi ve sosyal nüfuzunu anlamak için müracaat edilen temel kaynaklardan biri olma vasfını korumaktadır.

“Balkanlar ve İslâm – Balkanlı Âlimler, Mütefekkirler ve Eserleri (Cilt: III)”

Eser, Balkanlar’ın sadece bir fetih sahası değil, aynı zamanda Osmanlı-İslâm medeniyetinin en mühim ilim, düşünce ve kültür merkezlerinden biri olduğunu ispatlayan son derece kıymetli bir akademik çalışmadır.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, tek bir müellifin kaleminden çıkmış bir kitap değil, Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı zabıtlarından (tebliğ metinlerinden) müteşekkildir.
• Eserin Adı: Balkanlar ve İslâm – Balkanlı Âlimler, Mütefekkirler ve Eserleri – Cilt: III.
• Toplantı Tarihi ve Yeri: 03-04 Ekim 2019, Trakya Üniversitesi Balkan Kongre Merkezi, Edirne.
• Tertip Edenler: Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV) ve Trakya Üniversiteler Birliği.
• Neşreden: Ensar Neşriyat.
• Neşir Tarihi: Haziran 2020.
• Muhtevası: Kitap, 32 adet akademik tebliğden oluşmakta ve bu tebliğler beş ana bölüm altında tasnif edilmektedir :
• Birinci Bölüm: Balkanların İslâmlaşması (İşkodralı Lutfi Paşa’ya odaklanan bir kısım dâhil).
• İkinci Bölüm: Bosnalı Âlim ve Mütefekkirler.
• Üçüncü Bölüm: Kuzey Makedonyalı Âlim ve Mütefekkirler.
• Dördüncü Bölüm: Bulgaristanlı Âlim ve Mütefekkirler (Filibeli Ahmed Hilmi’ye odaklanan bir kısım dâhil).
• Beşinci Bölüm: Edirneli Âlim ve Mütefekkirler (Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’ye odaklanan bir kısım dâhil).
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Bu akademik toplantının ve neticesindeki bu eserin toplu olarak vermek istediği ana mesaj, Balkanlar’ın Osmanlı-İslâm tarihindeki rolüne dair yerleşmiş bazı basmakalıp görüşleri tashih etmektir. Temel mesajları şöyle sıralayabiliriz:
• Balkanlar Bir İlim Merkezidir: Balkanlar, Osmanlı Devleti için sadece bir serhat veya cenk sahası değil, aynı zamanda tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, tasavvuf ve edebiyat sahalarında cihan şümul âlimler yetiştiren mühim bir ilim ve hikmet merkezi olmuştur.
• İslâmlaşma Çok Boyutludur: Bölgenin İslâmlaşması sadece askerî fetihlerle (Örn: Kara Timurtaş Paşa) değil, aynı zamanda Kalenderî/Bektaşî dervişlerinin (Örn: Otman Baba) , Kādirî ve Halvetî şeyhlerinin (Örn: Hasan Kāimî, Sofyalı Bâli Efendi) manevi irşadı ve edebi faaliyetlerle (Örn: Alhamiyado edebiyatı) gerçekleşen derûnî bir süreçtir.
• Modernleşmenin Fikir Arenasıdır: Balkanlar, 19. ve 20. asırda Osmanlı Devleti’nin kaderini tayin eden en mühim fikir hareketlerinin ve tenkitlerin (Tanzimat’a muhalefet, II. Meşrutiyet devri alfabe münakaşaları , Doğu-Batı tenkidi ) de merkez üssü olmuştur.
• Kimlik ve Aidiyet: Balkanlar’ın kaybı, Yahya Kemal ve Filibeli Ahmed Hilmi gibi mütefekkirlerin şahsında, modern Türk kimliğinin ve vatan mefhumunun şekillenmesinde merkezi bir rol oynamıştır.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Balkanlar’daki İslâmî hayatın zenginliğine dair somut tesbitler ve belgelere dayanmaktadır. Tebliğ metinlerinden öne çıkan bazı mühim tesbitler şunlardır:
• Otman Baba ve Hadis Kullanımı: Balkanların İslâmlaşmasında rol oynayan Velâyetnâme-i Otman Baba gibi menkıbevî eserlerde, halkı irşad maksadıyla sahih ve hasen rivayetlerin yanı sıra, “Fakirlik övüncümdür” (الفقر فخري) veya “Dünya leştir, taliplileri de köpeklerdir” (الدنيا جيفة وطلابها كلاب) gibi hadis usûlü açısından mevzu (uydurma) kabul edilen rivayetler de kullanılmıştır.
• Aliya İzzetbegoviç’in Gizli Faaliyetleri: Merhum Aliya İzzetbegoviç ve Dr. Fatih Ali Hasaneyn, 1960’lı ve 70’li yıllarda Yugoslavya’da İslâmî şuuru canlı tutmak için gizli bir teşkilatlanma ile Muhammed Hamidullah’ın İslâm’a Giriş ve Seyyid Kutub’un Din Budur gibi temel eserlerini Boşnakçaya tercüme ettirmiş ve gizlice dağıtmıştır . Bu faaliyetlerin, gençler arasında camiye devamı artırmada mühim bir tesiri olduğu tesbit edilmiştir.
• İşkodralı Lutfi Paşa’nın Kelâmî Duruşu: Lutfi Paşa, Tenbîhü’l-Âkılîn adlı eserinde Allah’ın sıfatları ve müteşâbihât meselesine değinmiş; bila keyf (keyfiyetsiz) imanı esas alan, te’vili (yorumu) reddeden ve haberî sıfatları ispat eden Selefî bir yaklaşım sergilemiştir.
• Hasan Kâfi Akhisârî’nin Siyaset Tenkidi: Bosnalı âlim Hasan Kâfi, Osmanlı idaresindeki bozulmanın sebeplerini; adaletten uzaklaşma, ehil olmayanlara vazife verme (liyâkatsizlik), meşvereti (istişareyi) terk etme ve rüşvet olarak tesbit etmiştir.
• Tanzimat’a Muhalefet: Hilmi b. Hüseyin Bosnevî, gayr-i müslimlerin Meclis-i Meb‘ûsân’a dâhil edilmesine şiddetle karşı çıkmış, bu durumu savunan bir kazaskere reddiye yazmış ve bu uygulamanın şeriata aykırı olduğunu savunmuştur.
• Alfabe Münakaşaları: Manastır Müftüsü Recep Efendi, II. Meşrutiyet devrindeki Arnavutça alfabe münakaşalarında mühim bir rol oynamıştır. Latin alfabesini savunanlara karşı, Müslüman ve Osmanlı kimliğinin muhafazası için Arnavutçanın Arap harfleriyle yazılması gerektiğini müdafaa etmiştir.
• Filibeli Ahmed Hilmi’nin Batı Tenkidi: Filibeli, Batı’yı “maddî medeniyet” ve “manevî medeniyet” olarak ikiye ayırmıştır. Batı’nın fende ve sanayide terakki ettiğini kabul etmekle birlikte, manevî medeniyetinin “tarihte misli görülmemiş bir alçaklık” derecesine düştüğünü (sukut ettiğini) savunmuştur.
• Ömer Lütfi Barkan’ın Para Vakfı Tezi: Kitaptaki bir tebliğ, Edirneli âlim Ömer Lütfi Barkan’ın mühim bir iddiasını tahlil eder. Barkan’a göre, Osmanlı’daki para vakıfları (nakit para ile kurulan vakıflar), esasen “şer’î hile” (hukuki kurgu) yoluyla işletilen ve faiz geliri temin eden müesseselerdi .
• Medresetü’n-Nüvvâb ve Tefsir Anlayışı: Bulgaristan’daki Nüvvâb medresesinin mühim hocalarından Yusuf Ziyaeddin Ersal, Muhammed Abduh’un tefsir anlayışından etkilenmiştir. Toplumun içinde bulunduğu buhranlara çare bulmak maksadıyla Kur’ân’ın içtimaî ve ahlâkî mesajlarına odaklanan bir tefsir yaklaşımı benimsemiştir.
• Yahya Kemal ve Üsküp: Yahya Kemal’in şiir ve düşünce dünyasının kökleri Balkanlar’dadır. Üsküp’ü “Şârdağı’nda devamıydı Bursa’nın” diyerek, onu saf bir Türk şehri ve Anadolu’nun Rumeli’deki manevi bir uzantısı olarak görmüştür.
• Yûnus Emre’nin İzleri: Makedonya Üsküp Millî Kütüphanesi’ndeki cönklerde (halk el yazması mecmualar) Yûnus Emre’ye ait çok sayıda şiirin bulunması, onun manevi tesirinin Balkanlar’daki derinliğini göstermektedir .
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Kitaptaki farklı tebliğlerden, müelliflerin temel tesbitlerini gösteren bazı vurucu noktalar şunlardır:
Hasan Kâfi Akhisârî’nin Siyaset Tenkidi (M. N. Yılmaz’ın tebliğinden):
“…bozulmanın nedenlerini adalette ihmal ve gevşeklik, yönetimde bozulma, görevleri ehline vermemek, tedbir ve görüş sahipleriyle istişareyi ihmal ve terk etmek… rüşvet almak olarak açıklamaktadır.”
Aliya İzzetbegoviç’in Gayesi (Ali Cançelik’in tebliğinden):
“Aliya, görüşmelerinde Bosna için maddi destek istemediklerini, amaçlarının İslâmî şuur verecek eserlerin temini ve gençlere ulaştırılmasını sağlamak olduğunu belirtmiştir.”
Filibeli Ahmed Hilmi’nin Batı Algısı (Ahmet Dağ’ın tebliğinden):
“Avrupa kavimlerinin bugün ulaştıkları sanayi seviyesi her mütefekkiri hayran edecek bir azamettedir. Lakin manevî medeniyetinin sukut ettiği zillet derecesi tarihte misli görülmemiş bir alçaklıktır.”
Filibeli Ahmed Hilmi’nin Şiî-Sünnî Tahlili (K. Ünlüsoy’un tebliğinden):
“Her kim ki, Ehl-i Sünnet’tir, zorunlu olarak Ali’nin şîasıdır. Her kim ki, Ali’ye mensuptur, zorunlu olarak Ehl-i Sünnettir.”
Hilmi b. Hüseyin Bosnevî’nin Meclis Tepkisi (E. N. Dinç’in tebliğinden):
“[Kazasker] ‘Bu mecliste yahudi ile hristiyanın bizimle birlikte oturması gerekir… onlar da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmetindendir.’ Onun bu sözünü duyduğum zaman ‘Bana bu kazaskerin sözünü reddetmek gerekli oldu.’ dedim.”
Yahya Kemal’in Balkanlar Tasviri (H. Ö. Özden’in tebliğinden):
“Üsküp ki Şârdağı’nda devamıydı Bursa’nın.
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş, temiz kanın.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar (Eserde Kullanılan)
Kitaptaki müellifler, tezlerini ispatlamak için çok geniş ve çeşitli birincil kaynaklara müracaat etmişlerdir. Bu kaynaklar, Balkanlar’daki İslâmî ilim mirasının ne kadar zengin olduğunu göstermektedir:
• Tefsir ve Kelâm Kaynakları: Envâru’t-Tenzîl (Beyzâvî) , Rûhu’l-Beyân (İsmail Hakkı Bursevî) , el-Fıkhü’l-ekber (Ebû Hanife).
• Hadis Kaynakları: Sahîh-i Buhârî , el-Câmiu’s-Sagîr (Süyûtî) , Kırk Hadis Şerhleri (İşkodralı Lutfi Paşa, Derviş Ali el-Bosnevî).
• Tasavvuf ve Menâkıbnâmeler: Velâyetnâme-i Otman Baba , Usûlu’l-Fakr Risalesi (Sofyalı Bâli Efendi) , Avârifü’l-maârif (Sühreverdî).
• Tarih ve Siyasetnâmeler: Tâcü’t-Tevârih (Hoca Sadeddin) , Tevârih-i Al-i Osman (Aşıkpaşaoğlu) , Kitab-ı Cihan-Nüma (Neşrî).
• Edebî Kaynaklar: Makedonya Millî Kütüphanesi’ndeki Cönkler , Divan (Sulejman Tabaković) , Divan (Hasan Kāimî).
• Modern Kaynaklar ve Hatıratlar: Bilinmeyen Aliya ve Drina Köprüsü Hatıralarım (Fatih Ali Hasaneyn).
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler (Deliller): Bu kitaptaki tebliğlerin ortaya koyduğu “şahitler” (deliller), Balkan âlimlerinin bizzat kaleme aldıkları eserlerdir. Bu eserler; tefsirler, şerhler, risaleler, divanlar, velâyetnâmeler ve cönklerdir. Kitap, bu birincil delilleri tahlil etmektedir.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Balkanlar, Osmanlı-İslâm medeniyetinin bir “kenarı” veya “serhaddi” değil, bilakis İstanbul, Bursa, Konya gibi şehirlerle eşdeğer bir “ilim merkezi” (merkez-i ilim) olmuştur.
• Bölgedeki İslâmlaşma, hem zahirî (fetih ve idare) hem de bâtınî (irşad ve tasavvuf) yollarla, çok katmanlı bir şekilde gerçekleşmiştir.
• Balkan mütefekkirleri, klasik dönemde İslâmî ilimlerin zirvesinde yer almış (Hasan Kâfi, İşkodralı Lutfi Paşa), modern dönemde ise İslâm dünyasının karşılaştığı en çetin fikrî münakaşalara (Batılılaşma, milliyetçilik, alfabe, İslâm birliği) yön vermişlerdir (Filibeli, Recep Efendi, Yusuf Ziyaeddin Ersal).
• Aliya İzzetbegoviç gibi çağdaş şahsiyetler bile, bu köklü İslâmî ilim geleneğinin bir devamı olarak, 20. asırda komünizm altında dahi entelektüel irşad faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Özet Notu ve Nihai Değerlendirme
“Balkanlar ve İslâm” sempozyumunun bu üçüncü cildi, Balkan coğrafyasının İslâm medeniyeti tarihindeki derûnî ve entelektüel rolünü ortaya koyan bir başvuru eseridir. Kitap, bölge tarihini sadece siyasi ve askeri hâdiselere indirgeyen sığ bakış açısını reddederek, Balkanlar’ın fetihten modern döneme kadar ne denli zengin bir âlim, mütefekkir ve mutasavvıf hazinesine ev sahipliği yaptığını ispatlamaktadır.
Eserin bütünü, Balkanlar’daki İslâmî mirasın ne kadar köklü olduğunu; tefsirden siyasete, tasavvuftan edebiyata kadar her sahada nasıl orijinal ve derinlikli bir birikim oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Kitapta tahlil edilen âlimler ve eserleri, Balkanlar’ın “kaybedilmiş bir vatan” olmasının ötesinde, bugünkü Anadolu İslâm düşüncesini dahi beslemeye devam eden “kurucu bir kaynak” olduğunu göstermektedir.

Mustafa Nushî ve Manzum Kırk Hadis Tercümesi
Bu eser, bir kitap değil, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde Dr. Öğr. Üyesi Kübra Yılmaz tarafından neşredilmiş bir makaledir. Makale, Mustafa Nushî isimli bir müellifin “Terceme-i hadîs-i erba’în” (Kırk Hadis Tercümesi) isimli yazma eserini incelemektedir.
Aşağıda, suallerinize nizamlı bir şekilde cevapları ve makaleden elde edilen mühim tesbitleri arz ediyorum:
1. Eser Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu çalışma, esasen iki ayrı eseri tahlil etmemizi gerektirir: (A) Sizin temin ettiğiniz Kübra Yılmaz’ın makalesi ve (B) Makalenin mevzusu olan Mustafa Nushî’nin eseri.
A. Kübra Yılmaz’ın Makalesi (Temin Ettiğiniz PDF):
• Adı: “Mustafa Nushî ve Manzum Kırk Hadis Tercümesi”.
• Müellifi: Dr. Öğr. Üyesi Kübra Yılmaz (Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi).
• Neşir Yeri: Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
• Maksadı: Türk-İslâm edebiyatındaki “kırk hadis” geleneğine dikkat çekmek , bu geleneğe ait Mustafa Nushî’nin manzum bir eserini tanıtmak, müellifi hakkında malûmat vermek ve eserin şeklî (biçimsel) ve muhtevî (içeriksel) hususiyetlerini tahlil etmektir. Çalışmanın sonunda eserin tam metni de neşredilmiştir.
B. Mustafa Nushî’nin Eseri (Makalenin Mevzusu):
• Adı: Eserin metninde bir isim geçmemekle birlikte , ketebe (bitiş) kaydında “Temme’l-hadîsü’l-erba’în” (Kırk Hadis tamamlandı) ifadesi yer almaktadır. Makale yazarı bu esere “Terceme-i hadîs-i erba’în” adını vermiştir.
• Nüshası: Eserin bilinen tek nüshası Kayseri Raşid Efendi Kütüphanesi’nde (Eki 196 numaralı mecmuanın 7. risalesi) bulunmaktadır.
• Yazı Şekli: Nesih hatla yazılmıştır.
• Yapısı: Eser, manzum (şiir) ve mensur (düzyazı) karışık bir dîbâce (önsöz) ile başlamakta ve ardından 40 adet hadis-i şerifin kıtalar halinde manzum tercümesini ihtiva etmektedir.
• Muhtevası: Eser, 5 ana başlık içermektedir. Kahir ekseriyetini (büyük çoğunluğunu) ibadet konuları teşkil eder. Başlıca konular; abdest, namaz, Hz. Peygamber’e salât ve selâm , zekât, oruç, hac ve Kur’an’ın faziletleridir.
2. Eserin Vermek İstediği Mesajlar
Makalenin (Kübra Yılmaz’ın çalışmasının) ve mevzu edindiği Nushî’nin eserinin temel mesajları şunlardır:
• Kırk Hadis Geleneğinin Ehemmiyeti: Kırk hadis derleme, ezberleme ve muhafaza etmenin faziletine dair rivâyetler , İslâm ulema ve şuarasını (şairlerini) bu türde pek çok eser vermeye teşvik etmiştir. Bu türe, diğer edebî türlere nispeten daha fazla teveccüh gösterilmiştir.
• Didaktik Gaye (Öğreticilik): Nushî’nin eseri ve benzeri manzum tercümeler, hadislerin daha kolay anlaşılması, ezberlenmesi ve halk arasında yaygınlaşmasına katkı sağlama amacı gütmektedir. Nazmın (şiirin) tercih edilmesi, bilhassa ezberde kolaylık ve akılda kalıcılık sağlamak gibi didaktik gayelere matuftur.
• Tercümede Üslûp: Nushî, hadisleri tercüme ederken sadece metne bağlı kalmamış , bazen asıl metinde olmayan ilaveler ve şahsî yorumlar eklemiştir. Bu durum, dinî metin tercümelerindeki öğreticilik gayesinin bir neticesidir.
• Keşfedilmeyi Bekleyen Miras: Makale, kütüphanelerde hâlâ gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok kırk hadis metninin bulunduğunu vurgulamaktadır.
3. Eserde Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Kübra Yılmaz’ın makalesinde ortaya konan temel tesbitler şunlardır:
• Müellifin Kimliği: Eserin müellifi, dîbâcede (önsözde) kendisini “Mustafa bin eş-Şeyh Mahmüd” olarak tanıtan ve “irfan sahibi dostlar arasında ‘Nushî’ ismiyle/mahlasıyla bilindiğini” belirten bir zâttır.
• Müellif Hakkındaki Belirsizlik: Biyografik ve bibliyografik kaynaklarda bu isimde bir müellif tesbit edilememiştir.
• Muhtemel Kimlik (Bir İhtimal): Makale yazarı, Nushî’nin kimliğine dair bir ihtimal üzerinde durur:
• Devlet Arşivleri’nde bulunan H. 1178/M. 1764 tarihli bir evrakta, Filibe’de (bugünkü Plovdiv) Şehabeddin Paşa Camii vâizi olan “Nushî Mustafa Efendi” isminde bir âlimden bahsedilmektedir.
• Ayrıca, H. 1163 (1749) tarihinde Filibe’de yaşanan bir depremi anlatan altı beyitlik bir manzumenin şairi de “Nushî Efendi”dir.
• Makale yazarı, bu iki Nushî’nin aynı kişi olduğu ve kırk hadis müellifinin de “bir ihtiyat kaydıyla birlikte” bu zât olabileceği iddiasında bulunmaktadır.
• Telif Tarihi: Eserde telif veya istinsah tarihi bulunmamaktadır. Ancak dîbâcede Yavuz Sultan Selim’e (ö. 1520) ait Farsça beyitler iktibas edildiğinden , eserin “her halükarda XVI. asrın başından veya ilk çeyreğinden sonraki bir tarihte” yazıldığı kesindir. Eğer müellif Filibeli Nushî ise, eser 18. yüzyıla ait olmalıdır.
• Nushî’nin Hedef Kitlesi: Nushî, eseri “hadisleri sözlüğe başvurmaksızın okumayı ve mânâlarına kolayca vakıf olmayı temenni eden tâlipler” için hazırladığını belirtir. “Tâlib” lafzı, eserin “öğrenci” muhatap kitlesi için hazırlandığını göstermektedir.
• Hadislerin Kaynakları:
• Nushî, tercüme ettiği 40 hadisin kaynaklarını belirtmemiştir.
• Ancak dîbâce kısmında, kırk hadis derlemenin faziletine dair rivâyetleri sıralarken bazı râvî (Ebû Derdâ , İbn Asâkir ) ve eser (İbn Adî’nin Kâmil’i ) isimleri zikretmiştir.
• Makale yazarı (K. Yılmaz), 40 rivâyetin kaynaklarını tesbit etmiştir: 12’si Kütüb-i sitte’de, 3’ü benzer lafızlarla Kütüb-i sitte’de geçmektedir. Diğerleri Ahmed b. Hanbel, Suyûtî, Taberânî, Beyhakî gibi muteber kaynaklardadır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibas)
Makalede, hem kırk hadis türünün ehemmiyetini hem de Nushî’nin üslûbunu vurgulayan bazı vurucu tesbitler şunlardır:
* “Kırk hadis literatürüne ait bu eserlerin yazımına Hz. Muhammed hakkında teşekkül etmiş diğer bazı edebî türlere nispeten daha fazla teveccüh gösterilmiştir.” * “Tespit edilebilenlerin ötesinde kütüphanelerde gün yüzüne çıkmayı bekleyen kırk hadis metinlerinin bulunduğu da düşünülmektedir.” * (Nushî’nin üslûbuna dair): “Hadisin mânâsının birkaç mısrada verilmesi ve kalan mısraların, mütercimin ilgili hadis hakkındaki yorumlarına ayrılması tabii bir durum olsa da… hadisin mânâsıyla doğrudan ilişkili olmayan izahlara girişilmesi Nushî’nin tercüme usûlü açısından dikkat çekicidir.” * (Nushî’nin abdestle ilgili bir hadis tercümesine “münkir olan vudû’yı kâfir olur” eklemesi üzerine): “Buradaki ‘kâfir’ ibaresinin hakikati örten manasına kullanıldığı ve kıtaya Nushî’nin tercüme tercihi sebebiyle eklendiği düşünülmektedir.” * (Makalenin Nushî hakkındaki nihaî üslûp kararı): “Nushî’nin eseri bir yönüyle kelime kelime çeviri usûlü takip etmesi sebebiyle sadık tercümelerden kabul edilebilecekken diğer yandan asıl anlamın yanı sıra yapılan diğer serbest eklemelerle sadık tercüme ifadesinin bir miktar uzağına düşmektedir.” * (Manzum tercümenin gayesi): “…ezberde kolaylık sağlaması ve akılda kalıcı olması gibi didaktik gayelere matuf hadis derlemeleri/tercümelerinde nazmın tercih edildiği bilinmektedir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Makale yazarı Kübra Yılmaz, Mustafa Nushî’nin eserini ve devrini tahlil ederken pek çok temel kaynağa müracaat etmiştir. Bunlar:
• Ana Kaynak (Yazma Eser): Mustafa Nushî, Terceme-i hadîs-i erba’în (Kayseri Raşid Efendi Kütüphanesi, Eki, 196/7).
• Arşiv Belgesi: Osmanlı Arşivi (BOA), AE SMST. III, yer bilgisi: 160-12599, (Filibeli Nushî Efendi hakkında).
• Hadis Külliyatları: Müsnedü el-İmâm Ahmed b. Hanbel , Beyhakî (Şu’abü’l-îmân ), Buhârî (el-Câmi’u’ş-şahîh ), Ebû Dâvûd (Sünen ), Müslim (el-Müsnedü’s-Sahih ), Tirmizî (Sünen ), İbn Mâce (Sünen ), Suyûtî (Câmi’u’l-ehâdîs ), Taberânî (Mu’cemleri ), İbn Hibbân (Sahih ) ve İbn Ebû Şeybe (Musannef ) gibi temel hadis me’hazları.
• Edebî Metinler: Yavuz Sultan Selim’in Farsça Dîvânı ve Selmân-ı Sâvecî’nin Dîvânı (Nushî’nin iktibas yaptığı eserler).
• Akademik Literatür: Yaşar Kandemir’in “Kırk hadis” maddesi (TDV İslâm Ansiklopedisi) ve Nurgül Sucu’nun “Eski Türk Edebiyatında Tercüme Geleneği” gibi makaleler.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Makalede, müellif ve eser hakkındaki tesbitleri desteklemek için kullanılan deliller (şahitler) ve bunlardan varılan neticeler şöyledir:
• Şahit 1: Eserin Ketebe Kaydı (Bitiş Notu): Eserin sonunda yer alan “Temme’l-hadīşü’l-erba inü cāmi uhū ve nāzımuhū Mustafa bin eş-Şeyh Mahmūd el- Arif bi-Nushi Efendi…” kaydı, müellifin adını, babasının adını ve mahlasını net olarak isbatlamaktadır.
• Şahit 2: Dîbâcedeki İktibaslar: Nushî’nin Yavuz Sultan Selim , İmâm Şâfiî ve Fahreddîn-i Irâkî gibi zâtlardan manzum iktibaslar yapması, onun hem Farsça ve Arapçaya vâkıf hem de geniş bir ilmî müktesebata sahip olduğunu göstermektedir.
• Şahit 3: Arşiv Belgesi ve Deprem Manzumesi: 1764 tarihli BOA vesikası ile 1749 tarihli deprem manzumesi , Nushî’nin 18. yüzyılda Filibe’de yaşamış bir âlim (müftü ve vaiz) olabileceğine dair kuvvetli bir karine (delil) teşkil etmektedir.
• Şahit 4: Tercüme Üslûbu: Nushî’nin hadis tercümelerine yaptığı ilaveler (mesela sabah ve yatsı namazlarıyla ilgili hadis tercümesine eklediği “Nifakı kabül itme it ihtimām / Ki īmān (u) İslam’un ekmel olur” beyti ), eserin salt bir tercüme olmadığını, aynı zamanda bir nasihat ve irşad metni olduğunu göstermektedir.
Çıkarılacak Sonuçlar:
• Mustafa Nushî’nin Terceme-i hadîs-i erba’îni, manzum kırk hadis literatürünün muhteva ve kaynak çeşitliliği bakımından dikkat çeken bir örneğidir.
• Müellifin üslûbu, dinî-edebî metinlerin tercümesinde sıkça görülen “hikemî üslûp” (hikmetli ve öğretici tarz) ve okura fayda sağlama gayesini ön planda tutmaktadır.
• Nushî’nin eseri, “aslına halel getirme endişesi” ile “kelime kelime çeviri” arasında gidip gelen, ancak “didaktiğin/talîmî üslûbun” ağır bastığı, yer yer “serbest eklemeler” içeren bir tercüme metoduna sahiptir.
7. Genel Yönleri, Önemli Noktaları (İktibas) ile Sonuç ve Özet Notu
Talebiminiz bu son kısmı için, makalenin genel bir hülasasını ve nihaî neticesini iktibaslarla sunuyorum:
Genel Yönler ve Önemli Noktalar:
Bu makale, İslâmî Türk edebiyatının en velût (verimli) türlerinden olan kırk hadis sahasında, şimdiye kadar üzerinde durulmamış bir müellifi (Mustafa Nushî) ve onun manzum eserini ilim âlemine tanıtmaktadır. Eserin ehemmiyeti, sadece 40 hadisi nazmen tercüme etmesinden değil, müellifinin bu tercümeleri yaparken kullandığı üslûptan kaynaklanmaktadır.
Nushî, eseri “tâlibler” (öğrenciler) için bir ders kitabı hüviyetinde hazırlamıştır. Hadis metnine (Arapça) yer verdikten sonra, onu iki beyitlik bir kıta ile (Türkçe) tercüme etmiştir. Ancak bu tercümeler, modern tercüme anlayışından farklıdır. Makalenin tesbit ettiği üzere Nushî, bazen hadisin mânâsını ilk beyitte tamamlamakta , ikinci beyitte ise mevzuyla alâkalı kendi nasihatini veya ilave bir bilgiyi eklemektedir.
Özet Notu:
Mustafa Nushî’nin eseri, “ibadet” ağırlıklı bir muhtevaya sahip olup , müellifinin kimliği muhtemelen 18. yüzyılda yaşamış Filibeli bir âlime dayanmaktadır. Eserin dîbâcesi (önsözü), müellifin inşa (nesir) konusundaki maharetini , secî (düzyazı kafiyesi) denemelerini ve âyet-hadis iktibaslarıyla zenginleşen âhenkli üslûbunu göstermesi bakımından kıymetlidir. Manzum tercümelerde ise dil, “neredeyse ikinci bir tercümeye ihtiyaç duyulacak denli Arapçadır”. Makale yazarı bunun sebebini, “dinî metinlerin tercümesinde yaşanan titiz tedirginlikte” ve “aslına halel getirme endişesinde” aramaktadır.
Sonuç (Makalenin Nihaî Kararı):
Makale, bu tür metinlerin sadece neşredilmesinin kâfi olmadığını, daha teferruatlı tahlillere muhtaç olduğunu belirterek şu nihaî sonuca varmaktadır:
“Manzum olsun mensur olsun kırk hadis derleme ve tercümelerinin nihai amacı hadislerin anlaşılmasına ve yaygınlaşmasına katkı sağlamaktır. Bununla birlikte ezberde kolaylık sağlaması ve akılda kalıcı olması gibi didaktik gayelere matuf hadis derlemeleri/tercümelerinde nazmın tercih edildiği bilinmektedir. Sınırları belirli bu çalışma neticesinde dinî, edebî, talîmî ve toplumsal pek çok yönü bulunan kırk hadis türü metinlerin neşrinin yanı sıra teferruatlı metin tetkiklerine muhtaç olduğu kanaatine varılmıştır.”

Müellifi Tahsin Yazıcı olan “KORE Birinci Türk Tugayında HATIRALARIM” isimli eseri.

📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: KORE Birinci Türk Tugayında HATIRALARIM.
• Müellifi: Tahsin Yazıcı. Müellif, Kore’ye giden Birinci Türk Tugayı’nın kumandanıdır.
• Basım Yılı: Kitabın 1963 senesinde basıldığı belirtilmektedir.
• İthaf: Eser, “Kore şehitlerine ithaf edilmiştir”.
• Yazılış Gayesi: Müellif, muhtelif mesleklerden birçok vatandaşın arzu ve teşviklerine uyarak bu hatıratı kaleme almaya başladığını , ancak araya giren bazı hadiseler sebebiyle altı senelik bir gecikme yaşandığını ifade etmektedir.
• Muhtevası: Kitap, Kore hakkında bazı temel bilgileri (tarih, arazi, iklim) , harb dolayısıyla cereyan eden hadiseleri , Tugay’ın teşkilini, hareket ve muharebelerini ve muharebeler dışındaki resmi ve hususi olayları ihtiva etmektedir.
• Kaynak Esası: Müellif, bu eseri hazırlarken Tugay’ın görüş ve anlayışına, harp ceridesine, bazı vesikalara ve hadiselerin içinde yaşamış “serinkanlı, anlayışlı bazı arkadaşların görüşlerine dayanan ifadelerinden ve verdikleri rapor ve notlardan” faydalandığını belirtmektedir.

🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Tahsin Yazıcı’nın hatıratı, askeri bir anlatının ötesinde, siyasi, milli ve insani mesajlar vermektedir:
• Komünizmle Mücadele Zarureti: Kitabın “Giriş” bölümü, İkinci Cihan Harbi sonrası dünyayı “demokrasi ve komünizm” olarak iki zıt kutba ayırmaktadır. Kore Harbi, “Demokrasi Komünizm Cepheleri arasında bir harb oyunu” olarak tasvir edilir. Müellife göre bu harb, komünizmin “haris ve zulümkâr ruh ve zihniyetle” yayılmasına karşı Birleşmiş Milletler’in (B.M.) aldığı zaruri bir tedbirdir.
• Milli Vazife ŞUURU: Eser, Türk askerinin bu harbe katılımını, vatan sathından binlerce mil uzakta dahi olsa, bir milli vazife olarak gördüğünü vurgular. Amerikalı bir muhabirin “Ne için memnunsunuz?” sualine bir askerin verdiği şu cevap bu mesajı özetler:
“Dünya sülhunu ve uzaktan vatanımızın hudutlarını kötü niyetli düşmanlara karşı korumaya gideceğimiz için memnunluk, yalnız memnunluk değil, gurur da duyuyoruz!”
• Türk Askerinin Fedakârlığı ve Kahramanlığı: Müellif, isim zikretmekten ziyade birlik adlarını kullanmayı tercih ettiğini, zira “O birlikler içinde sessiz, iddiasız bir çok kahramanlar vardı” diyerek, isimsiz kahramanların fedakârlığını ön plana çıkarır. Gönüllü giden bir subayın mektubundaki “sancağımıza takılacak madalyanın kurdelåsındaki rengi kanımla boyamak istiyorum” ifadesi, bu fedakârlık ruhunu gösterir.
• Uluslararası Taahhütlere Sadakat: Kitap, Türkiye’nin harbe katılma kararının, B.M. Anayasası’na ve kolektif müdafaa anlayışına dayandığını kuvvetle savunur. Bu, Türkiye’nin “dünya sülhunu muhafaza” hususundaki samimiyetinin bir isbatıdır.
📋 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Kore Harbi’ne giden süreci ve Tugay’ın hazırlıklarını vesikalara dayanarak anlatmaktadır.
Bilgiler ve Tesbitler
• Siyasi Arka Plan: Müellif, harbin görünürde “kardeşler harbi” şeklinde başladığını ancak esasen “komünist direktörlerinin aktörleri” olan Kuzeylilerin bir tecavüzü olduğunu tesbit eder.
• Tugayın Teşekkülü: Tugay’ın 5 Ağustos 1950 tarihli emirle kurulduğu , piyade alayı, topçu taburu, istihkâm, uçaksavar, sıhhiye gibi muhtelif birliklerden teşekkül ettiği ve mevcudunun 5.000 civarında olduğu belirtilir.
• Propaganda Faaliyetleri: Müellif, Tugay’ın Ankara’daki hazırlıkları sırasında menfi bir tesbitini aktarır. Sarıkışla’da asker ailelerinin arasına karışan “bâzı kötü niyetlilerin” , “zehirli propaganda” yaptığını, hatta “Kore’de canlarını vereceklerin şehit sayılmamaları lazım gelir” gibi ifadelerle maneviyatı bozmaya çalıştıklarını ifade eder. Bu sebeple 241. Alay’ı Etimesgut’a nakletmiştir.
• Hükümetin Kararlılığı: Kore’ye asker gönderme kararının T.B.M.M.’de müzakere edilmeden alınmasına yönelik tenkitlere, Başvekil Adnan Menderes’in verdiği cevaplar iktibas edilir. Başvekil, bu kararın bir “harb kararı değil, sülhu koruma teşebbüs ve kararı” olduğunu ve B.M. Anayasası’na iltihakla Meclis’in bu vecaibi hükümete “peşinen emretmiş bulunduğunu” savunmuştur.
• “Üzücü Bir Hadise”: Müellif, İskenderun’da gemiye biniş esnasında yaşanan ve “Türk Amerikan silâh arkadaşlığına karşı… işlenmiş büyük bir ihanetti” olarak nitelediği bir hadiseyi kaydeder. Bir Amerikan albayının, “hoş geldiniz” demek için gemiye çıkan Türk subaylarına hakaret ettiğini , meselenin ancak albayın tüm subayların huzurunda tarziye vermesi (özür dilemesi) ile kapatıldığını anlatır.
İktibas Edilen Belgeler
• B.M. Güvenlik Konseyi Kararları: Kitapta, B.M. Güvenlik Konseyi’nin 25 Haziran ve 27 Haziran 1950 tarihli kararlarının tam metinleri yer alır. Bu kararlar, Kuzey Kore’nin tecavüzünü kınar ve azaları yardıma davet eder.
• Türkiye Hükümeti’nin Cevabı: Hükümetin B.M. Genel Sekreteri Trygvie Lie’ye gönderdiği ve “Türkiye Cumhuriyetinin… deruhte eylemiş bulunduğu taahhütleri… yerine getirmeğe âmâde olduğunu” bildiren 28 Haziran 1950 tarihli telgraf metni.
• “Türk Barışsevenler Cemiyeti” Dilekçesi: Hükümetin kararını “Türk anayasasına, hem de Birleşmiş Milletler anayasasına aykırı” bulan ve Meclis’i fevkalade toplantıya çağıran bu cemiyetin dilekçesi .
• Gönüllü Subay Mektubu: Üsteğmen Sertaç Savim’in, “Yunanlılar tarafından şehit edilmiş bir ananın ve malûl gazi bir subayın oğlu” olduğunu belirterek Tugay’a katılma arzusunu ifade ettiği mektubu .
👥 Şahitler ve Vurgu Yapılan Noktalar
Müellif, Tugay’ın manevi ahvalini ve milletin hissiyatını göstermek için şahitlerin sözlerine ve hatıralara geniş yer vermiştir. En vurucu noktalar şunlardır:
• Amerikalı Gazeteci ve Mehmetçikler: Etimesgut’ta Tugay’ı ziyaret eden bir Amerikalı muhabirin erlerle konuşması aktarılır. Muhabirin “Amerika’yı görerek mi, kese yoldan mı gitmek istersiniz?” sualine bir erin cevabı, vazife şuurunu vurgular:
“Kısa yoldan gitmemiz lâzımdır. Kore’deki silâh arkadaşlarımız belki sıkıntıdadırlar. Onların yardımına çabuk yetişmeliyiz.”
• Çanakkale Gazisi Baba: Oğlu Kore’ye gidecek olan Çanakkale’de bir bacağını kaybetmiş ihtiyar bir gazinin ziyareti anlatılır. Müellif, seferden döndükten bir buçuk sene sonra aynı gaziye rastladığını ve oğlunu sorduğunda şu cevabı aldığını nakleder:
“<<- Orada kalmış, haber ilettiler, maaşını almaya geldim, millet sağ olsun!>>”
• Ulukışla’daki Küçük Kız: Tugay’ı taşıyan tren Ulukışla’da durduğunda , altı yaşlarında bir kız çocuğunun Generale çiçek uzatarak söylediği şu söz, müellifi derinden etkilemiştir:
“Ne olur ölmeden gelin emi…”
• Bayram Namazındaki Hoca: İskenderun’da Kurban Bayramı namazında , sefere çıkan askere cihat ve şehitlikten bahsetmesi beklenirken, imamın “keçiyi ve kurbanlık vasıflarını diline doladığını” belirten müellif, bu durum karşısında “Allahın huzurunda olduğumu bile bile içimden ben de ona okumaktan kendimi alamadım, bu suretle Büyük günah işledim” diyerek o anki teessürünü ifade eder.
📚 Eserin Dayandığı Diğer Kaynaklar
Müellif Tahsin Yazıcı, hatıratını yazarken kendi şahitliğinin yanı sıra, eserin muhtelif bölümlerinde şu kaynaklara atıf yapmıştır:
• Tugay’ın Harp Ceridesi (Savaş Günlüğü)
• Resmi Vesikalar
• Hadiseleri bizzat yaşayan “bazı arkadaşların” Rapor ve Notları
• “1955 senesi resimli Kore Dergisi” (Kore’nin kısa tarihi bölümü için)
• “Kore’de I inci Türk Tugayı” adlı kitap (Yüzbaşı Turan Ergüngör’ün eseri, propaganda hadisesi için iktibas edilmiştir)
• “Sayın albay Celâl Dora nın 1968 senesi ortalarında yayınlanan «Kore Savaşlarında Türkler» adlı kitabı” (Eserin 20. Bölümü, bu kitaptaki bazı pasajlara cevap olarak ayrılmıştır)
Kapanış: Sonuç ve Özet Notu
Tahsin Yazıcı’nın KORE Birinci Türk Tugayında HATIRALARIM adlı eseri, Birinci Türk Tugayı’nın Kore’ye gönderilme kararının siyasi arka planından , Tugay’ın teşkiline , Ankara ve İskenderun’daki hazırlık sürecinden gemi yolculuğuna kadar olan safhaları, bizzat kumandanının şahitliğiyle aktaran birinci elden tarihi bir kaynaktır.
Eser, sadece askeri bir sevk ve idare anlatımı olmayıp, aynı zamanda dönemin ruh halini yansıtan sosyolojik bir vesikadır. Kitap, bir yanda “Barışsevenler Cemiyeti” ve “zehirli propaganda” olarak adlandırılan menfi faaliyetleri kaydederken; diğer yanda Çanakkale gazisi babanın , Ulukışla’daki küçük kızın ve “sancağımızdaki rengi kanımla boyamak istiyorum” diyen gönüllü subayın şahsında tecessüm eden sarsılmaz bir milli fedakârlık ruhunu ortaya koymaktadır.
Müellifin tesbitine göre bu sefer, Türkiye’nin komünizm tehdidine karşı “Demokrasi” safında yer aldığının ve “Birleşmiş Milletler şartına bütün kuvvet ve samimiyetle iştirak” ettiğinin açık bir isbatıdır.

KİTAP ÖZETLERİ -13 KİTAP-
https://t.me/chatgptmakalevideo/7513

Hazırlayan: Mehmet Özçelik
www.tesbitler.com
21/11/2025




2-KİTAP ÖZETLERİ-12 KİTAP

2-KİTAP ÖZETLERİ-12 KİTAP

 

“Kur’an’da Yer Alan Fıkhî İlke ve Konular” başlıklı eser.

1. 📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Kur’an’da Yer Alan Fıkhî İlke ve Konular
• Müellifi: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Özdemir
• Yayınevi: Murat Kitabevi
• Basım Bilgisi: Birinci Basım, Kasım 2014, Ankara
• ISBN: 978-605-4676-91-0
Eserin Yapısı:
Kitap, bir önsöz, üç ana bölüm, bir ek ve bibliyografyadan müteşekkildir:
• Önsöz: Müellif, eserin yazılış gayesini ve muhtevasını açıklar .
• Birinci Bölüm: Fıkıh İlminde Fıkhî Kâideler: Bu bölümde fıkhî kâidenin tanımı , ehemmiyeti , bu kâidelere dayalı hüküm vermenin şartları ve bu alandaki geniş literatür (kaynakça) sunulmaktadır.
• İkinci Bölüm: Kur’an Ayetlerine İstinad Eden Fıkhî İlke ve Kâideler: Eserin aslî kısmıdır. Müellif, doğrudan Kur’an ayetlerini mesned (dayanak) alarak tespit ettiği fıkhî ilkeleri; Hüküm Verme Usûl ve Yöntemleri, İfta-İctihad, Helal-Haram, Zaruret, Niyet, Sorumluluk, Muâmelât ve Ukûbât (Ceza Hukuku) başlıkları altında tasnif eder.
• Üçüncü Bölüm: Ahkâm Ayetlerinin Tasnifi: Bu bölümde fıkhî konu başlıkları altında (İbadetler, Aile Hukuku, Ticaret Hukuku, Miras Hukuku, Devletlerarası Hukuk, Ceza Hukuku vb.) ilgili ahkâm ayetleri sıralanır.
• Ek 1: Ahkâm Ayetlerinin Listesi: Müellifin fıkıh ilmiyle irtibatlı olarak tespit ettiği toplam 1569 ayetin sure ve ayet numaralarına göre tam listesi verilir.

2. 🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin temel gayesi ve vermek istediği mesajlar, müellifin “Önsöz” kısmında belirttiği üzere şunlardır:
• Ahkâm Ayetlerinin Sayısının Az Olduğu İddiasını Reddetmek: Müellif, Kur’an’daki ahkâm ayetlerinin sayısının “Kur’an’ın onda birinden bile az olduğu” yönündeki yaygın iddiaya karşı çıkmaktadır. Eserin temel hedefi, “Kur’an’da doğrudan veya dolaylı olarak fıkıh ilmi ile irtibatı olan ayetlerin büyük bir yekün tuttuğunu göstermektir.”
• Kur’an’ın Fıkhın Aslî Kaynağı Olduğunu Vurgulamak: Kitap, Kur’an-ı Kerim’in “diğer temel İslâm bilimleri için başlıca kaynak olduğu gibi fıkıh ilmi için de aslî kaynaktır” mesajını vermektedir.
• Kur’an’ın Hayatı Kuşatıcılığını Göstermek: Kur’an’ın, kıyamete kadar bâki kalacak hükümler ihtiva ettiği ve “hayatın her alanını kuşatıcı olması yönüyle de zengin bir konu muhtevasına sahip olduğu” vurgulanmaktadır.
• Müctehidlere Kaynak Sunmak: Ahkâm ayetlerini bilmenin ictihad ehliyeti için bir şart olduğunu belirten müellif, bu ayetlerin tespit edilip tasnif edilmesinin, “fakihlerin hükme ulaşırken Kur’an’a müracaatını kolaylaştıracağını” ve fetvalarında hataya düşmelerini engelleyeceğini ifade etmektedir.

3. 📜 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Müellif, eserinde fıkıh usulüne dair mühim tespitlerde bulunmaktadır:
• Fıkhî Kâidelerin Tek Başına Delil Olamayacağı Tesbiti: Müellif, fukahanın ictihadlarının özeti mahiyetinde olan fıkhî kâidelerin (Mecelle’deki kâideler gibi), “hüküm çıkarma hususunda tek başına delil olamazlar” tespitini yapar. Bunlar ancak “hukukî destek mahiyetindedir”.
• Mecelle Kâidelerine Dair Bir Belge: Bu tespiti desteklemek için müellif, “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin esbâb-ı mûcibe mazbatasında şeriyye hâkimlerinin sahih bir nakil bulmadıkça yalnız fıkhî kâidelerle hükmedemeyeceği”nin beyan edildiğini ve “Mecelle’nin küllî kâidelerine dayanılarak verilen hükümlerin temyizde bozulduğu”nun görüldüğünü belirtir.
• Kâidelerin İstisna Barındırması: Kâidelerin tek başına delil olmamasının sebebi, “genellikle istisnalar barındırmasıdır”. Müellif, “Ma’dum olanın (Akit esnasında mevcut olmayan) satışı yasaktır” kâidesine rağmen “istisna’ akdi”nin caiz kabul edilmesini buna misal verir.
• Kur’an Mesnedli İlkelerin Tespiti: Müellif, İkinci Bölüm’de, fıkıh kitaplarındaki ictihada dayalı kâidelerden farklı olarak, “sadece Kur’an ayetlerine istinad eden fıkhî ilke ve kaideleri” tespit etmiştir. Bu bölümde toplam 53 ilke tespit edilmiştir.
• Ahkâm Ayetlerinin Sayısına Dair Tespit: Müellif, ahkâm ayetlerini 500 civarında gösteren yaklaşımları yetersiz bulur. Kendi çalışmasında, lafız olarak doğrudan fıkıhla ilgili görünmese de tefsir ve sebeb-i nüzul yoluyla irtibatı kurulan ayetleri de dâhil ederek , bu sayının “birkaç katı” olduğunu tespit eder. Ek 1’deki listede bu sayı net olarak 1569 ayet olarak belgelenmiştir.
4.
📌 Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibas)
* “Kur’an’da yer alan konuların ele alındığı bazı eserlerde ahkâm ayetlerinin sayısının Kur’an’ın onda birinden bile az olduğu iddiasına yer verildiği görülmektedir.” * “Bu eserin hazırlanmasının temel nedeni, bu şekildeki yaklaşımların doğru olmadığını, Kur’an’da doğrudan veya dolaylı olarak fıkıh ilmi ile irtibatı olan ayetlerin büyük bir yekün tuttuğunu göstermektir.” * “Bizim burada tespit ettiğimiz kurallar ise sadece Kur’an ayetlerine istinad eden fıkhî ilke ve kaidelerdir. Bu çalışmamızın esas gayesi Kur’an’ın fıkhî yönünü beyan etme olduğu için hadislere veya fakihlerin ictihadına dayalı kâidelere yer verilmemiştir.” * “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin esbâb-ı mûcibe mazbatasında şeriyye hâkimlerinin sahih bir nakil bulmadıkça yalnız fıkhî kâidelerle hükmedemeyeceği beyan edilmiştir.” * “…sadece bizim bu çalışmamızda bile bu rakamın (500 civarı) birkaç katı ayetin mevcut olması da göstermektedir ki, ahkâm ayetlerini bir sayı ile sınırlandırmak isabetli değildir.” * “Bir fakihin fıkıh ilmi ile irtibatını göremediği bir ayeti, Kur’an’dan bilgi ve hissesi daha çok olan başka bir fakih aynı ayeti ictihadında delil olarak kullanabilmektedir.”
5.
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar (Eserde Atıf Yapılanlar)
Müellif, fıkhî kâideler literatürünü (Bölüm 1, Kısım IV) ve bibliyografyada zengin bir kaynakça sunmuştur. Eserin mesned aldığı veya tartıştığı temel kaynaklardan bazıları şunlardır:
Klasik Kâide ve Usul Eserleri:
• Kerhî, Ebü’l-Hasan (Risâle fi’l-usûl)
• Debûsî, Ebû Zeyd (Te’sisü’n-nazar)
• İbn Abdisselam, İzzeddin (el-Kavâidü’l-kübra = Kavâidi’l-ahkâm)
• Karâfî, Şehabeddin Ahmed (Kitâbü’l-Furûk)
• Sübkî, Taceddin (el-Eşbâh ve’n-nezâir)
• İbn Nüceym, Zeynüddin (el-Eşbâh ve’n-nezâir)
• İbn Receb, Zeynüddin (Takrirü’l-kavaid)
• Suyûtî, Celaleddin (el-Eşbâh ve’n-nezâir)
Modern Dönem ve Mecelle Şerhleri:
• Ali Haydar Efendi (Dürerü’l-hükkam şerhu Mecelleti’l-ahkâm)
• Bilmen, Ömer Nasuhi (Hukuk-ı İslâmiyye ve Istilahatı Fıkhiyye Kâmusu)
• Zerka, Mustafa Ahmed (el-Medhalü’l-fıkhiyyü’l-âmm ve Şerhu’l-kavâidi’l-fikhiyye )
• Nedvî, Ali Ahmed (el-Kavâidü’l-fikhiyye)
6.
⚖️ Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler (Deliller):
Eserin temel “şahidi” bizzat Kur’an-ı Kerim ayetleridir. Müellif, tezini ispatlamak için fıkıh ilmiyle irtibatlandırdığı 1569 ayeti delil olarak sunmaktadır. İkinci dereceden şahitler ise, fıkıh usulü ve kâideler alanında yazılmış klasik ve modern literatürdür ; müellif bu kaynakları, kendi Kur’an merkezli yaklaşımını temellendirmek için tahlil etmektedir.
Çıkarılacak Sonuçlar (Müellifin “Sonuç” Bölümünden):
• Kur’an-ı Kerim, “inanç, ibadet, sosyal sorumluluklar, beşeri münasebetler, ahlaki değerler ve toplumlar arası ilişkiler başta olmak üzere yaşamın her alanını düzenleyen bir hayat rehberidir.”
• Fıkıh ilmi, hüküm üretebilmek için “öncelikle Kur’an’a başvurmak zorundadır.” Kur’an ilkelerine aykırı her kural, “fıtrata aykırılık taşıyacağı için kargaşa, mutsuzluk ve problemleri de peşinden getirecektir.”
• Bu çalışmada, ayetlere istinad eden elli üç fıkhî ilke ve kâide tespiti yapılmıştır.
• Ahkâm ayetlerinin sayısını (mesela 500 gibi) sınırlandırmak “isabetli değildir.”
• Kur’an, “hem fıkhî ilke ve kâideler açısından, hem de fıkhî konular bakımından çok zengin bir muhtevaya sahip olan” aslî delil ve rehberdir.
7.
📑 Genel Yönleri, Önemli Noktaları (İktibas) ile Özet ve Sonuç Notu
Genel Yönleriyle Eser (İktibas):
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Özdemir’in bu eseri, fıkıh usulü alanında mühim bir boşluğu doldurmaya namzet bir çalışmadır. Eser, fıkıh ilmindeki kâidelerin (kuralların) teorik altyapısını (Bölüm 1) incelemekle kalmayıp, bu kâidelerin de ötesinde, doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerim’i mesned alan 53 temel fıkhî ilkeyi (Bölüm 2) tespit edip sistematik hale getirmektedir.
Eserin en mühim ve hacimli katkısı ise, fıkhın bütün konu başlıklarını (ibadet, muamelat, ukubat, aile, devletler hukuku vb.) Kur’an ayetleriyle birebir eşleştiren geniş “Ahkâm Ayetlerinin Tasnifi” (Bölüm 3 ve Ek 1) çalışmasıdır.
Önemli Noktaları (İktibas):
Müellifin vurguladığı en ehemmiyetli nokta, Kur’an’ın fıkhî muhtevasının, genellikle zannedildiğinden çok daha geniş ve derin olduğudur.
“Bu eserin hazırlanmasının temel nedeni… Kur’an’da doğrudan veya dolaylı olarak fıkıh ilmi ile irtibatı olan ayetlerin büyük bir yekün tuttuğunu göstermektir.” “Bugüne kadar ahkam ayetlerinin sayısına ilişkin çeşitli rakamlar verilmiştir. Bu bağlamda fıkıh ilmiyle ilgili yaklaşık beşyüz civarında ayetin bulunduğu söylenmiştir. Ancak sadece bizim bu çalışmamızda bile bu rakamın birkaç katı ayetin mevcut olması da göstermektedir ki, ahkam ayetlerini bir sayı ile sınırlandırmak isabetli değildir.”
Özet ve Sonuç Notu:
Bu kitap, Kur’an-ı Kerim’in sadece bir inanç ve ahlak kitabı olmadığını, aynı zamanda İslâm hukukunun (fıkhın) aslî ve en geniş kaynağı olduğunu ispatlamayı hedefleyen akademik bir çalışmadır. Eserin kıymeti iki noktada toplanmaktadır:
• Teorik Katkı: Fıkıh ilmindeki mevcut kâidelerin (Mecelle vb.) tek başına delil olamayacağını , aslolanın doğrudan Kur’an’a dayanan ilkeler olduğunu ortaya koymasıdır.
• Pratik Katkı: Fıkıh araştırmacıları, müctehidler ve talebeler için bir “fihrist” veya “anahtar” vazifesi görerek, herhangi bir fıkhî meselede başvurulması gereken 1569 ayeti konu başlıklarına göre tasnif etmesidir.
Netice olarak bu eser, “Kur’an’ın fıkhî yönünü” güçlü delillerle ortaya koyan ve “ahkâm ayetleri azdır” şeklindeki yaygın kanaati reddeden mühim bir fıkıh usulü kaynağıdır.

Dr. M. Akif Aydın’ın kaleme aldığı “İslâm – Osmanlı Aile Hukuku” başlıklı eseri.

Bu kıymetli eser, altı asırlık bir tatbikatı ve bu tatbikatın neticesinde ortaya çıkan ilk kanunlaştırma tecrübesini ilmî bir usulle incelemektedir.
Aşağıda, kitabın yapısı, gayesi, muhtevası ve vardığı neticelere dair hazırladığım tafsilatlı analizi 7 madde halinde takdim ediyorum:
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: İslâm – Osmanlı Aile Hukuku.
• Müellifi: Dr. M. Akif Aydın (Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Hukuk Tarihi Öğretim Üyesi).
• Neşir Bilgileri: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları (Nu. 11) , İlmi Eserler Serisi: 6 olarak 1985 senesinde İstanbul’da basılmıştır.
• Menşei: Bu eser, müellifin Eylül 1981’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde müdafaa ettiği bir doktora çalışmasına dayanmaktadır. Müellif, Önsöz’de belirttiği üzere, eseri sonradan Tanzimat öncesi dönemi de ihtiva edecek şekilde genişletmiş ve “Osmanlı aile hukukunun bütününü içine alır bir hale” getirmiştir.
• Yapısı: Eser bir “Giriş” , “Beş Bölüm” , “Sonuç” , “Ek” (Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin tam metni) , “Bibliyografya” ve “Karma İndeks” bölümlerinden müteşekkildir.
• Muhtevası:
• Giriş: İslam Aile Hukukunun ana hatları, kaynakları ve temel müesseseleri (evlenme, talak, nafaka vs.) hakkında doktriner bir özet sunar.
• Birinci Bölüm: Osmanlı aile hukukunun genel yapısını, Şer’î-Örfî hukuk ayırımındaki yerini , Padişahların bu sahadaki rol ve yetkilerini , resmî mezhep (Hanefî) tatbikatını ve fetva ile kaza müesseselerinin işleyişini inceler.
• İkinci Bölüm: Başlangıçtan Tanzimat’a kadar olan klasik dönemde Osmanlı aile hukuku tatbikatını (evlenme, mehir, nafaka, talak, tefrik) ele alır.
• Üçüncü Bölüm: Tanzimat dönemindeki hukuki gelişmeleri ve Hukuk-ı Aile Kararnamesi’ne (HAK) zemin hazırlayan adlî ve idarî düzenlemeleri (nikahın tescili, gaiblik sebebiyle tefrik vb.) tasvir eder.
• Dördüncü Bölüm: Eserin ağırlık merkezini teşkil eden bu bölüm, tamamen 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi’ne (HAK) ayrılmıştır. Kararnamenin hazırlanış sebepleri (hukukî, siyasî, sosyal, kültürel) , devrin fikir hareketlerinin (Batıcılar, Türkçüler, İslamcılar) tesirleri , Kararnamenin getirdiği yenilikler , ilgası ve diğer İslam ülkelerindeki tesirleri bu bölümde tafsilatlıca tahlil edilir.
• Beşinci Bölüm: Kararname sonrası Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yeni kanun hazırlıklarını (1923 ve 1924 tasarıları) inceler.

2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Bu eserin temel gayesi, nazarî (doktriner) bir İslam hukuku kitabı olmaktan ziyade, hukukun tatbikattaki (uygulamadaki) yönünü ortaya koymaktır. Müellif, bu gayeyi Önsöz’de şöyle ifade eder:
“Bu bakımdan Osmanlı aile hukukunu uygulamaya dayalı olarak ortaya koymak maksadıyla yapmış olduğumuz bu çalışma sadece doktriner bir tarzda İslam aile hukukunun esaslarını ortaya koyan yerli ve yabancı dillerde bir çok örnekleri bulunan çalışmaların bir tekrarı değildir.”
Eserin vermek istediği başlıca mesajlar şunlardır:
• Hukuk Statik Değildir: Osmanlı aile hukuku, İslam hukukunun (Hanefî mezhebi) altı asırlık bir tatbikatı olsa da, bu tatbikat donuk ve değişmez değildir. Bilhassa Padişahın “tanzim” yetkisi ve Şeyhülislamların “maslahat-ı asra erfak” (çağın gereklerine daha uygun) olanı tercih etme yoluyla, hukukî bünye devrin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışmıştır.
• HAK Bir Kopuş Değil, Gelişimdir: 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi, sanıldığının aksine, İslam hukukundan bir kopuş değil, bilakis İslam hukuku çerçevesi içinde (diğer mezheplerden istifade/telfik yoluyla) devrin sosyal (savaşlar, kadın hareketleri) ve hukukî (kaza birliği) ihtiyaçlarına cevap verme zaruretinden doğan “köklü bir yenilik” teşebbüsüdür.
• HAK’ın Tesiri: Bu Kararname, “sahasındaki ilk kanun” olması hasebiyle, Osmanlı Devleti’nde kısa süre yürürlükte kalsa da , başta Suriye, Lübnan ve Ürdün olmak üzere “İslâm ülkeleri âile kanunlarına tesir etmiş ve yol göstermiştir”.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, zengin arşiv kaynaklarına (Şer’iyye Sicilleri, Mühimme Defterleri, Fetva Mecmuaları) dayanarak şu mühim tesbitlerde bulunmaktadır:
• Şer’î ve Örfî Hukuk: Osmanlı hukuku “şer’i hukuk” ve “örfi hukuk” olarak ikili bir yapıya sahiptir. Aile hukuku tamamen şer’î hukuk sahasında mütalaa edilmiştir.
• Padişahın Tanzim Yetkisi: Padişahlar, şer’î hukukun esasını değiştirmemiş ancak tatbikatta birliği sağlamak veya yeni ihtiyaçları karşılamak için “tanzim yetkileri” kullanmıştır.
• Mezhep İçi Tercih (Tatbikat): Bu tanzim yetkisinin en mühim misali, 951/1544 (Kanuni devri) tarihinde, bâliğ kızların veli izni olmadan evlenebilmesine dair olan (Ebû Hanife’nin) hakim görüşünün terkedilerek, “İmam Muhammed’in bu durumdaki kızların da ancak velilerinin izinleriyle evlenebilecekleri şeklindeki görüşü”nün kabul edilmesi ve kadıların bu nikahları kıymaktan men edilmesidir.
• Diğer Mezhepten İstifade (Tatbikat): XVI. asra kadar, kocası kaybolan (gaib) ve nafakasız kalan kadınların, Hanefî mezhebinde tefrik (boşanma) imkanı bulamadıkları için, Şâfiî mezhebinden nâibler tayin edilerek bu mezhebe göre boşandıkları ve Hanefî kadıların da bunu tasdik ettiği tesbit edilmiştir. Bu usul, XVI. asır ortalarında Ebussuud Efendi tarafından yasaklanmıştır.
• HAK’ın Fikrî Zeminini Hazırlayanlar: Kararname hazırlanırken üç temel fikir akımı (Batıcılar, Türkçüler, İslamcılar) da aile buhranı olduğu hususunda hemfikirdir.
• Batıcılar (Celal Nuri): Çok karılılığın , küçük yaşta evliliğin ve mevcut talak usulünün kaldırılmasını istemiştir.
• Türkçüler (Ziya Gökalp, M. Said): Hukukun “Nas” (değişmez) ve “Örf” (içtimai, değişebilir) olarak iki kaynağı olduğunu , aile hukukunun örfî olduğunu ve devlete (Ulu’l-emr) bunu “taaddüd-i zevcatı” (çok karılığı) yasaklama dahil tanzim etme yetkisi verdiğini savunmuşlardır.
• İslamcılar (Ahmed Naim, İzmirli İ. Hakkı): Bu görüşlere (bilhassa örfün hudutsuz genişletilmesine ve çok karılığın yasaklanmasına) şiddetle karşı çıkmışlardır.
• HAK’ın “Telfik” (Eklektik) Karakteri: Kararname, bu tartışmalar neticesinde İslam hukuku çerçevesinde kalmış ancak “ilk defa diğer mezheplerden istifade (telfik) yolunu açmıştır”.
• HAK’daki Yenilikler (Maddelerden):
• Nikah Ehliyeti: Asgari evlenme yaşı (erkek 12, kız 9) belirleyerek bu yaştan küçüklerin evliliğini yasaklamıştır (İbn Şübrüme ve Ebu Bekir el-Esam’ın görüşü).
• Akıl Hastaları: Evlenmelerini zaruret haline ve hâkim iznine bağlamıştır (Şâfiî mezhebi).
• Nikah Şartı (Poligami): Kadına, nikah esnasında kocasının tek evli kalmasını (monogam) şart koşma ve bu şarta uyulmazsa boşanma hakkı tanımıştır (Hanbelî mezhebi).
• Mükrehin Nikahı ve Talakı: Geçerli sayan Hanefî görüşü yerine, geçersiz sayan diğer üç mezhebin görüşünü kabul etmiştir.
• Sarhoşun Talakı: Geçerli sayan hakim Hanefî görüşü yerine, geçersiz sayan (Tahâvî, Kerhî) görüşünü kabul etmiştir.
• Kazaî Boşanma (Tefrik): Kadına, Hanefî mezhebinde olmayan şu hakları vermiştir:
• Cüzzam, baras gibi hastalıklar (İmam Muhammed’in görüşü).
• Kocanın nafaka bırakmadan kaybolması (Gaiblik) (Hanbelî mezhebi).
• Şiddetli geçimsizlik (Aile Meclisi yoluyla) (Malikî mezhebi).
• HAK’ın İlgası: Kararname, “muhafazakar İslamcılar” (diğer mezheplerden istifadeyi tenkit edenler) ve “gayr-ı müslim cemaatların ruhani reisleri”nin (kaza yetkilerini kaldırdığı için) şiddetli muhalefeti ve Mütareke döneminin siyasi baskılarıyla 19 Haziran 1919’da ilga edilmiştir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Eserin müellifi, tezini ve kitabın ehemmiyetini şu cümlelerle vurgulamaktadır:
* “Osmanlı aile hukuku esas itibariyle İslâm âile hukukunun altı asırlık bir uygulamasından ibarettir.” * “Bu inceleme doktrindeki esasların uygulamada ne gibi neticeler verdiğini ortaya koyması bakımından da önemlidir.” * “…sahasında köklü yenilikleri taşıması bakımından son derece önemli olan bu Kararname özellikle yerli araştırıcıların fazla dikkat ve alakalarını çekmemiştir. Kararnamenin yabancı ilim muhitlerinde daha fazla alaka çektiğini belirtelim.” * “O halde Osmanlı hukuku denilince bununla… İslam hukukuyla, hemen sadece kamu hukuku alanında var olan örfi hukukun birlikte meydana getirdikleri bir hukuki yapı anlaşılmalıdır.” * “…kadılar veli izinsiz nikahtan menedilmişlerdir.” * “Kararname garip bir talih eseri olarak Osmanlı hukuk tarihinde oynadığı rolden çok daha büyüğünü İslam hukuk tarihinde oynamıştır.” * “Sonra kararname aile hukuku sahasında İslam ülkelerinde yapılan ilk kanundur.” * “…ilk defa diğer mezheplerden istifade (telfik) yolunu açarak devrin ihtiyaç duyduğu bir çok yeniliklerin İslam Hukuku çerçevesinden ayrılmadan kanuna dahil edilmesi yolunu açmıştır.” * (İlga sebepleri): “Kanun umumiyet itibariyle tasvib görmesine rağmen, iki gurubun şiddetli tepkisini doğurmuştur; muhafazakar İslamcılar ve gayr-ı müslim cemaatların ruhani reisleri.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, bu eseri hazırlarken son derece zengin birincil ve ikincil kaynaklardan istifade etmiştir. Eserin bibliyografyası , konuyu (İslam-Osmanlı Aile Hukuku) destekleyen başlıca kaynakları şu şekilde tasnif etmektedir:
• Arşiv Belgeleri: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (Hatt-ı Hümayun, Mühimme Defterleri, Cevdet Tasnifleri vb.) ve Topkapı Sarayı Arşivi.
• Şer’iyye Sicilleri: İstanbul, Bursa, Kayseri, Edirne, Trabzon gibi muhtelif şehirlerin mahkeme kayıtları.
• Klasik Fıkıh Eserleri: Başta Hanefî mezhebi olmak üzere (Hidâye , Bedâiu’s-Sanâi , Mülteka’l-Ebhur , Dürerü’l-Hükkâm ) ve mukayeseli eserler (Bidayetü’l-Müctehid , el-Fıkh Ale’l-Mezâhibi’l-Erba’a ).
• Osmanlı Fetva Mecmuaları: Ebussuud Efendi , Ali Efendi , Pir Mehmed , Yenişehirli Abdullah Efendi gibi şeyhülislamların fetvaları.
• Kanunnameler ve Nizamnameler: Fatih Kanunnamesi , Hukuk-ı Aile Kararnamesi , Sicill-i Nüfus Nizamnameleri ve ilgili lâyihalar.
• Modern Araştırmalar: Ömer Lütfi Barkan , Halil İnalcık , Niyazi Berkes , Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu , Hıfzı Veldet Velidedeoğlu , Uriel Heyd ve J. Schacht gibi hukuk tarihçileri ve sosyologların eserleri.
• Devrin Fikir Mecmuaları: İctihad, İslam Mecmuası (İM), Sebilürreşad (SR), Yeni Mecmua (YM) gibi yayınlarda çıkan makaleler.
6. Şahitler (Deliller) ve Çıkarılacak Sonuçlar
Kullanılan Deliller (Şahitler):
Müellif, tezlerini ispatlamak için nazarî (doktriner) kaynakların yanı sıra, hukukun canlı tatbikatını gösteren “şahitler” kullanır:
• Şer’iyye Sicilleri: Aile hukukunun tatbikattaki gerçek yüzünü, nikahın nasıl kıyıldığını, mehir miktarlarını , boşanma (talak, muhalaa, tefrik) davalarını göstermek için sicil kayıtlarını doğrudan delil olarak kullanır.
• Arşiv Belgeleri (Fermanlar): Padişahın ve merkezî idarenin, hukukun tatbikatına nasıl müdahale ettiğini (örn. veli izni veya gaiblik ) göstermek için fermanları ve Mühimme kayıtlarını “şahit” tutar.
• HAK Esbab-ı Mucibe Lâyihası (Gerekçe): Kararnamenin hangi saiklerle hazırlandığını, hangi mezhepten neden istifade edildiğini (telfik) ispatlamak için doğrudan kanunun kendi gerekçesini delil gösterir.
• Devrin Basını: HAK’ın zeminini hazırlayan sosyal ve kültürel ortamı (Batıcı, Türkçü, İslamcı tartışmaları) ispatlamak için o dönemin mecmualarındaki makaleleri delil olarak kullanır.
Çıkarılacak Sonuçlar:
• Osmanlı aile hukuku, İslam hukukunun statik bir tekrarı değil, devrin ihtiyaçlarına (bazen Padişah iradesiyle, bazen Şeyhülislam fetvasıyla, bazen de dolaylı yollarla) cevap vermeye çalışan dinamik bir “tatbikat hukuku”dur.
• Hukuk-ı Aile Kararnamesi, bu dinamizmin zirvesidir. Batılılaşma tesiri altında kalmakla beraber , Batı hukukunu iktibas etmemiş; bilakis “İslam hukuku çerçevesinden ayrılmadan” , mezhepler arası “telfik” (eklektisizm) metodunu kullanarak modern ihtiyaçlara (kadının boşanma hakkı , çok karılılığın sınırlandırılması , nikahın devlet kontrolü ) cevap vermeye çalışan “ilk” ve “orijinal” bir kanunlaştırma teşebbüsüdür.
• Kararnamenin Osmanlı Devleti’ndeki başarısızlığı (ilgası) hukuki değil, siyasîdir. Gayr-ı müslim ruhanilerin kaza yetkilerini kaybetmek istememesi ve muhafazakâr İslamcıların “telfik” usulünü tenkit etmesi , Mütareke döneminin siyasi zafiyetiyle birleşerek kanunun ilgasma sebep olmuştur.
7. Genel Yönleriyle İktibaslar, Özet ve Sonuç Notu
Eserin Özeti (Genel Yönleriyle İktibaslar):
Dr. M. Akif Aydın’ın bu eseri, “Osmanlı aile hukuku esas itibariyle İslâm âile hukukunun altı asırlık bir uygulamasından ibarettir” ana tezi üzerine bina edilmiştir. Eser, bu uygulamanın sadece “doktrindeki esasları” tekrar etmekle kalmayıp, Osmanlı idarî yapısı (Örfî hukuk ve Padişah yetkileri) ve sosyal şartlar içinde nasıl bir “tatbikat” alanı bulduğunu araştırır.
Müellif, Tanzimat’a kadar olan klasik dönemi, Hanefî mezhebinin tatbikatı ve bu tatbikata Padişahın (örn. veli izni meselesinde İmam Muhammed’in kavlini tercih ederek) veya dolaylı olarak (örn. Şâfiî nâibler vasıtasıyla gaibin tefriki) nasıl müdahale edildiğini arşiv kaynaklarıyla ortaya koyar.
Eserin odak noktası, Tanzimat sonrası gelişmelerin ve “hukukî, siyasî ve iktisadî, sosyal, kültürel amiller ve kadınlık (feminizm) cereyanı” gibi zaruretlerin neticesi olan 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi’dir. Müellif, bu kararnamenin “sahasındaki ilk kanun olması” ve “köklü yenilikleri taşıması” hasebiyle “İslam hukuk tarihinde” Osmanlı hukuk tarihinden daha büyük bir rol oynadığını tesbit eder.
Bu yeniliklerin en mühimi, “İslam hukuku çerçevesinden ayrılmadan” ancak “ilk defa diğer mezheplerden istifade (telfik) yolunu açarak” hazırlanmış olmasıdır. Eser, kararnamenin;
• Çok karılılığı Hanbelî mezhebinden alınan bir “şart” ile sınırlandırmasını,
• Kadına kazaî boşanma (tefrik) hakkını Malikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinden istifade ederek (gaiblik, hastalık, şiddetli geçimsizlik) tanımasını,
• Evlenme yaşma asgari bir sınır (İbn Şübrüme görüşü) getirmesini,
• Mükrehin ve sarhoşun talakını geçersiz saymasını (Cumhurun görüşü)
tafsilatıyla açıklar.
Sonuç Notu:
Eser, Osmanlı aile hukukunun altı asırlık tatbikatının, ihtiyaçlar nisbetinde de olsa, bir tekâmül geçirdiğini ve Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin bu tekâmülün en mühim ve modern adımı olduğunu ispatlamaktadır. Kararname, devrin üç büyük fikir akımının (Batıcılık, Türkçülük, İslamcılık) tesirlerini “İslam hukuku” potasında “telfik” metoduyla birleştiren “eklektik” bir teşebbüstür.
Osmanlı Devleti’nde siyasi muhalefet (ruhanî reisler ve muhafazakârlar) sebebiyle ilga edilmesine rağmen, “Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail gibi Ortadoğu ülkelerinde 1950 lere kadar uzanan” bir hayatiyete sahip olarak, İslam hukukunun modern kanunlaştırma tarihinde “örneklik etmek ve yol göstericilik vazifesinde bulunmak” gibi son derece önemli bir vazifeyi üstlenmiştir.

“İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları” başlıklı eser.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları
• Müellifi: Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın.
• Müellifin Hüviyeti: Müellif, 1948 Tokat/Niksar doğumludur. 1971’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden ve 1974’te İÜ Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Doktorasını “Osmanlı aile hukukundaki gelişmeler… ve Hukuk-ı Aile Kararnamesi” teziyle 1981’de, doçentliğini “Mecelle’de mala yönelik haksız fiiller” çalışmasıyla 1987’de almıştır. 1993 yılında profesör olmuştur ve Marmara Üniversitesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesidir.
• Neşriyat Bilgileri: Eser, İz Yayıncılık tarafından İstanbul’da 1996 yılında neşredilmiştir. ISBN numarası 975-355-238-6’dır.
• Eserin Yapısı: Bu kitap, müellifin muhtelif zamanlarda kaleme aldığı ve Osmanlı Araştırmaları dergisi ile Ahmed Cevdet Paşa Semineri gibi farklı mecralarda yayınlanmış akademik makalelerinin bir araya getirilmesinden müteşekkildir. Kitap, “İçindekiler” fihristinde de görüldüğü üzere, Osmanlı Hukukunun temel meselelerine odaklanan müstakil araştırmaları ihtiva eder.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eser, bir makaleler derlemesi olduğundan, tek bir merkezi mesajdan ziyade, tetkik ettiği her sahada mühim mesajlar vermektedir:
• Ana Mesaj: Eserin temel tezi, “Osmanlı aile hukuku, İslâm aile hukukunun altı asırlık bir tatbikatından ibarettir” cümlesinde özetlenebilir. Kitap, bu tatbikatın statik olmadığını, zamanın ihtiyaçlarına göre nasıl bir tarihi tekâmül geçirdiğini göstermeyi hedefler.
• Nikâh ve Devlet Kontrolü: İslâm hukukunda nikâhın esasen resmî bir memur veya din adamı huzurunda yapılmasının şart olmadığı vurgulanmakla birlikte, Osmanlı tatbikatında devletin, nikâh akitlerini kadılar veya kadıdan alınan “izinnâme” vasıtasıyla imamlar eliyle kontrol altında tutmaya azami ehemmiyet verdiği mesajı verilmektedir. Bu kontrolün gayesi, evliliklerin hukuka uygunluğunu temin etmektir.
• Aile Hukukunda Mezhep Tatbikatı: Osmanlı Devleti’nin resmî mezhebi olan Hanefî mezhebinin , bilhassa “kazâî boşanma” (tefrik) konusunda diğer mezheplere nazaran en dar sahayı tanıdığı ve bu durumun sosyal ihtiyaçları karşılamada zorluklar çıkardığı belirtilmektedir. Bu ihtiyacın, Hanefî mezhebi dışına çıkma yasağı (XVI. asır sonrası) sebebiyle “muhâlaa” (anlaşarak boşanma) gibi dolaylı yollarla giderilmeye çalışıldığı ifade edilir.
• Hukuk-ı Aile Kararnâmesi’nin Ehemmiyeti: 1917 tarihli Kararname, “İslâm ülkelerinde aile hukuku sahasında yapılan ilk büyük kanun” olarak takdim edilir. En mühim mesajı, bu kanunun, resmî mezhep olan Hanefî mezhebinin dışına çıkarak diğer mezheplerden de istifade eden “eklektik (telfikçi)” bir yapıda olması ve kazâî boşanma gibi mühim ihtiyaçlara cevap vermesidir.
• Ahmed Cevdet Paşa’nın Rolü: Cevdet Paşa, “dâhî bir hukukçu” olarak, Tanzimat dönemi hukuk reformlarının merkezinde durmaktadır. Eserin verdiği mühim bir mesaj, Mecelle’nin hazırlanış sürecinde Âli Paşa gibi devlet adamlarının Fransız Medenî Kanunu’nu (Code Napoléon) iktibas etme temayüllerine karşı Cevdet Paşa’nın “millî bir kanun” hazırlanması mücadelesini kazandığıdır.
• Mecelle’nin Lüzumu: Mecelle’nin hazırlanışını zaruri kılan sebeplerin başında; yeni kurulan “Nizâmiye mahkemeleri” ve bu mahkemelerdeki hukukçu olmayan âzâların ve hatta “hâkimlerin yetersizliği” sebebiyle Arapça fıkıh kitaplarından hüküm çıkaramamaları gelmektedir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, müellifin derin vukufiyetini gösteren zengin bilgi, belge ve tesbitlerle doludur:
• Tesbit: Osmanlı aile hukuku, İslâm aile hukukunun altı asırlık bir tatbikatıdır.
• Belge (Harç Kayıtları): Yıldırım Bayezid devrinde (Çandarlı Ali Paşa tavsiyesiyle) ihdas edilen ilk mahkeme harçları listesinde “oniki akçelik bir nikâh harcının” (veya izinnâme harcının ) bulunması, kadıların ilk devirlerden itibaren nikâh akitleriyle meşgul olduklarını gösterir.
• Belge (Kanunnâme): Fatih Kanunnamesi’nde “bâkire nikâhı için otuziki akçe ve dul nikâhı için onbeş akçe” harç alınacağı yazılıdır.
• Belge (Şer’iyye Sicili): Kanunî Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın Rüstem Paşa ile 23 Receb 946 (1539) tarihinde kıyılan nikâhının İstanbul Şer’iyye Sicillerindeki kaydı (izdivaç hücceti) metin olarak iktibas edilmiştir.
• Belge (İzinnâme Örneği): Dürrü’s-Sukûk isimli sak (hüccet örnekleri) kitabından, Kastamonu’da bir genç kız için mahalle imamına hitaben yazılmış bir “izinnâme” örneği iktibas edilmiştir.
• Tesbit (Fetvalara Dayalı): Kadı izni olmadan kıyılan nikâhlar hukuken sahih (geçerli) olmakla birlikte, Ebussuud Efendi ve Pir Mehmed’in fetvalarına göre, bu nikâhla ilgili bir “niza” (ihtilaf) çıktığında “hâkim Zeyd’in davasını istimâ eylemeye” (mahkeıneler bu davaları dinlememiştir ).
• Tesbit (Mezhepler Arası Tatbikat): Hanefî mezhebinde kocası nafaka bırakmadan kaybolan kadının boşanma hakkı yoktur. Ancak XVI. asır ortalarına kadar Osmanlı kadıları, bu durumdaki kadınların boşanabilmesi için “Şafiî mezhebinden nâibler tayin ederek” onların kendi mezheplerine göre verdikleri boşanma kararlarını tatbik etmişlerdir.
• Belge (Sicil Kaydı): Bu tesbiti ispatlamak için Bursa Şer’iyye Sicillerinden 28 Muharrem 898 (1492) tarihli bir dava kaydı delil gösterilmiştir.
• Tesbit (Yasaklama): Bu esnek tatbikat, XVI. asır ortalarından sonra (“Ebussuud Efendi devrinden itibaren” ) “Bu diyarda Şâfiî kavliyle amel etmek memnudur” denilerek yasaklanmıştır.
• Tesbit (Hukuk-ı Aile Kararnâmesi): 1917 tarihli bu kanun, “İslâm ülkelerinde aile hukuku sahasında yapılan ilk büyük kanundur”. Diğer mezheplerden yararlanması (eklektik oluşu) ve “kazaî birliği” (cemaat mahkemelerini kaldırıp şer’iyye mahkemelerini tek yetkili kılarak ) temin etmesi en mühim özellikleridir.
• Tesbit (Cevdet Paşa ve Mecelle): Ahmed Cevdet Paşa, Mecelle Cemiyeti’ne başkanlık etmiştirl. Mecelle’nin hazırlanışı esnasında Âli Paşa, Midhat Paşa ve Kabûlî Paşa “Fransız medenî kanûnunun (Code Napoléon) tercüme edilerek alınması” taraftarıyken, Cevdet Paşa ve Fuat Paşa “millî bir medenî kanun” hazırlanmasını savunmuş ve bu görüş kabul edilmiştir.
• Belge (Cevdet Paşa’nın Azli): Mecelle’nin 4. Kitab-ı (Kitabü’l-Havale) hazırlanırken 692. maddede , Hanefî hukukçulardan İmam Züfer’in bir görüşünün tercih edilmesi , Şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi’nin şiddetli muhalefetine ve Cevdet Paşa’nın “Mecelle Cemiyeti başkanlığından ve Divân-ı Ahkâm-ı Adliyye nazırlığından azledilmesine” yol açmıştır.
• Tesbit (Kitabü’l-Vedîa Vakası): Cevdet Paşa’nın azlinden sonra hazırlanan 6. Kitap olan Kitabü’l-Vedîa , gerek üslup gerekse teknik bakımdan o kadar başarısız olmuştur ki , Paşa’sız Mecelle’nin yürümeyeceği anlaşılmış ve Paşa tekrar göreve getirilmiştir. Cevdet Paşa, bu kitabı “toplatarak yerine Kitabü’l-Emânât’ı hazırladı”. (Müellif, bu iki metni karşılaştırarak Cevdet Paşa’nın dehasını ortaya koyar ).
• Tesbit (Haksız Fiil): İslâm hukukunda haksız fiil (itlâf), “mübâşereten itlâf” (doğrudan) ve “tesebbüben itlâf” (dolaylı) olarak ikiye ayrılır. Doğrudan itlâfta “kusurun şart olmadığı” (objektif/sebep sorumluluğu) , dolaylı itlâfta ise “kusur şarttır” (sübjektif/kusur sorumluluğu) .
• Tesbit (Lozan ve Laikleşme): Türk hukukunun laikleşme süreci Tanzimat’ta başlasa da, asıl dönüm noktası Lozan Konferansı’dır. Batılı devletler, kapitülasyonların kaldırılması karşılığında, Türkiye’deki kanunların (Mecelle gibi) “dini menşeli” olduğunu ileri sürerek yabancılar ve azınlıklar için adlî imtiyazlar ve “hukukî garantiler” istemişlerdir.
• Belge (Lozan Antlaşması): Antlaşmanın 42. maddesi , Türk hükümetinin gayrimüslim azınlıkların “hukuk-ı aile veya ahkam-ı şahsiyeleri” hususunda “kendi örf ve adetlerince hal ve fasl edilmesine” müsaade etmesini ve bu düzenlemelerin azınlık temsilcileriyle yapılacak “hususi komisyonlar” tarafından hazırlanmasını hükme bağlamıştır.
• Tesbit (Nihai Karar): Türk hükümeti, bu 42. maddenin getirdiği “ikiliği” ve yabancı müdahalesini engellemek ve “kapitülasyonların bir daha bahsedilmemesi imkanını vermek” için, İslâm hukukuna dayalı (Hukuk-ı Aile Kararnamesi gibi) millî bir kanun hazırlamaktan vazgeçmiş ve “şeklî bir bağımsızlık uğruna bin yıllık bir hukuk mirasının terkedilmesi” pahasına İsviçre Medeni Kanunu’nu iktibas etmiştir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
• “Osmanlı aile hukuku, İslâm aile hukukunun altı asırlık bir tatbikatından ibarettir.”
• “İslâm hukukunda nikâh… muteber olabilmesi için resmî bir memurun veya bir din adamının huzurunda yapılması şart değildir.”
• “Mahkemelerde yapılmayan muameleler için harç tesbiti düşünülemiyeceğine göre, Osmanlıların daha ilk devirlerinden itibaren kadıların nikâh akitlerini tanzim ettikleri söylenebilir.”
• “Kadı huzurunda veya kadı izniyle kıyılmayan nikâhların varlığıyla ilgili bir ihtilaf mahkemeler tarafından dinlenmez olmuştur.” (Ebussuud ve Pir Mehmed fetvalarına atfen ).
• “Dört mezhep içerisinde kazâî boşanmaya en az imkân tanıyan mezhep Hanefî mezhebidir.”
• “Bu diyarda Şâfiî kavliyle amel etmek memnudur.” (XVI. asır ortalarından sonraki yasağı belirten cümle).
• “Tanzimat döneminde yapılan bu köklü hukuk hareketleri içerisinde özellikle iki büyük millî kanun, Arazi kanunu ve Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye… Ahmed Cevdet Paşa’nın imzasını taşımaktadır.”
• “Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye… İslâm hukuk tarihinde de ilk kanun olma özelliğini taşımaktadır.”
• “…doğrudan itlâf hallerinde sebep sorumluluğu, dolaylı itlâf hallerinde de kusur sorumluluğu esas olmaktadır.”
• “İslam anayasa hukuku esas itibariyle milletin hür iradeleriyle devlet başkanının seçilebildiği ve belirli durumlarda azledebildiği bir idare şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.”
• “İslam hukukunda devlet başkanının tayin usullerine… verasetle intikal etmesi düzenlenmemiştir.”
• (Lozan’da) “Batılı delegeler Mecelle’nin dini menşeli olduğunu, dolayısıyla müslüman olmayan kendi vatandaşlarına farklı bir hukuki statü tanımanın gerekli olduğundan bahsetmektedir.”
• “Türkiye Cumhuriyeti yabancı devletlerin müdahalelerini önlemek için onların kanunlarını almayı tek çıkar yol kabul etmiştir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, eserdeki tesbitlerini ispatlamak için çok zengin bir kaynakçadan istifade etmiştir. Kitabın muhtevasını destekleyen bu kaynakların başlıcaları şunlardır:
• Arşiv Belgeleri: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (Mühimme Defterleri , Cevdet Adliyye Tasnifi , Dosya Usulü İradeler Grubu , HH ).
• Şer’iyye Sicilleri: İstanbul Şer’iyye Sicilleri (İBB) ve Bursa Şer’iyye Sicilleri.
• Klasik Fıkıh Eserleri: el-Kâsânî (Bedâi’us-Sanâi’) , Serahsî (el-Mebsût) , İbn Rüşd (Bidâyetü’l-Müctehid) , İbn Kudâme (el-Muğnî) , Merginânî (el-Hidâye) , İbn Âbidîn (Reddü’l-Muhtâr).
• Fetva Mecmuaları: Ebussuud Efendi Fetvaları , İbn Kemal Fetvaları , Ali Efendi Fetvaları Feyzullah Efendi .
• Osmanlı Kanunnâmeleri ve Metinleri: Düstur (Birinci ve İkinci Tertip) , Milli Tetebbular Mecmuası (MTM) , Ceride-i İlmiyye (Cİ) , Ahmed Cevdet Paşa (Tezâkir Ma’rûzât ).
• Modern Araştırmalar: Ebu’l-Ulâ Mardin , Halil İnalcık , Ömer Lütfi Barkan , Gotthard Jaeschke Subhî .
6. Şahitler (Deliller) ve Çıkarılacak Sonuçlar
Deliller (Şahitler):
Müellif, tezlerini ispatlamak için birincil ve ikincil kaynakları bir arada kullanmıştır. En mühim delilleri şunlardır:
• Fiilî Tatbikat (Şer’iyye Sicilleri): Yazar, kanun metinlerinin ötesine geçerek, hukukun fiilen nasıl işlediğini göstermek için doğrudan mahkeme kayıtlarını (örneğin Bursa ve İstanbul sicillerini) delil olarak kullanmaktadır.
• Hukukî Meşruiyet (Fetvalar): Bir tatbikatın (izinsiz nikâhın dinlenmemesi veya Şâfiî nâib kullanılması gibi) hukukî dayanağını göstermek için Ebussuud Efendi ve İbn Kemal gibi şeyhülislâmların fetvalarına müracaat etmektedir.
• İdarî Düzenlemeler (Arşiv Belgeleri): Devletin hukuk sahasına müdahalesini (nikâh harçları , zorla evlendirmeye karşı tedbirler , Divan-ı Hümayun’un boşanmaya müdahalesi ) göstermek için kanunnâme metinlerine ve Mühimme Defterleri gibi arşiv kayıtlarına dayanmaktadır.
• Metin Tenkidi (Karşılaştırmalı Analiz): Cevdet Paşa’nın Mecelle’deki rolünün ehemmiyetini ispat için, Paşa’nın azlinden sonra hazırlanan Kitabü’l-Vedîa metni ile Paşa’nın hazırladığı Kitabü’l-Emânât metnini üslup ve teknik açıdan karşılaştırarak somut bir delil ortaya koymaktadır.
• Siyasî Arka Plan (Lozan Zabıtları): Hukuk inkılabının arkasındaki sebepleri izah etmek için Lozan Konferansı zabıtlarına , delegelerin konuşmalarına (İsmet Paşa , Rıza Nur ) ve Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un itiraflarına müracaat etmektedir.
Çıkarılacak Sonuçlar:
Kitaptan çıkarılacak başlıca neticeler şunlardır:
• Osmanlı Hukuku, İslâm Hukukunun (ağırlıklı olarak Hanefî mezhebinin) donmuş bir tekrarı değil, sosyal ve idarî ihtiyaçlara göre “tarihî bir tekâmül” geçirmiş canlı bir sistemdir.
• Devlet, şer’î hukukun esaslarına müdahale etmese de, tatbikatına (nikâhın “izinnâme” ile kıyılması, ihtilafların mahkemede dinlenmemesi gibi) idarî ve kazaî tedbirlerle yön vermiştir.
• Hanefî mezhebine olan sıkı bağlılık (bilhassa XVI. asırdan sonra) , sistemin esnekliğini azaltmış ve sosyal ihtiyaçların (mesela kazâî boşanma) karşılanmasında zorluklara sebep olmuştur. Bu zorluklar, 1917 Hukuk-ı Aile Kararnâmesi ile diğer mezheplerden iktibas yapılarak (telfik) aşılmaya çalışılmıştır.
• Ahmed Cevdet Paşa, Mecelle’yi hazırlayarak, sadece bir kanun metni vücuda getirmemiş, aynı zamanda Batı hukukunun (Code Napoléon) baskısına karşı millî hukuku muhafaza etme mücadelesi vermiştir.
• Türk Hukuk İnkılabı ve İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulü, sadece derûnî (iç) bir modernleşme arzusundan değil, büyük ölçüde Lozan Konferansı’nda Batılı devletlerin kapitülasyonların kaldırılması karşılığında azınlıklara ve yabancılara tanıdıkları adlî imtiyazların (Antlaşma md. 42) devlete getirdiği “hukukî ikiliği” ve müdahale hakkını ortadan kaldırma zaruretinden doğmuştur.
7. Özet, Sonuç ve İktibaslar
Genel Yönleri ve Önemli Noktalarıyla İktibaslar
Bu eser, Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın’ın İslâm ve Osmanlı Hukukunun muhtelif sahalarında (Aile Hukuku , Borçlar ve Eşya Hukuku , Kanunlaştırma Hareketleri , Anayasa Hukuku ve Hukukun Laikleşme Süreci ) kaleme aldığı ilmî makalelerin bir derlemesidir.
Kitap, Osmanlı hukuk tatbikatının temelini “İslâm aile hukukunun altı asırlık bir tatbikatından ibarettir” şeklinde tesbit eder. Nikâhın tatbikatını incelerken, “Osmanlıların daha ilk devirlerinden itibaren kadıların nikâh akitlerini tanzim ettikleri söylenebilir” sonucuna varır ve devletin bu işi “izinnâme” usulü ile kontrol altında tuttuğunu vurgular.
Kazâî boşanma (tefrik) bahsinde, “Dört mezhep içerisinde kazâî boşanmaya en az imkân tanıyan mezhep Hanefî mezhebidir” tesbitini yaparak, bu durumun doğurduğu sosyal ihtiyacın XVI. asra kadar “özellikle Şafiî mezhebinden nâibler tayin ederek” giderildiğini, ancak daha sonra bu yolun “memnudur” denilerek kapatıldığını ortaya koyar.
Eserin mühim bir bölümü Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle’ye ayrılmıştır. Mecelle’nin hazırlanış sebeplerini; “Yeni Mahkemelerin Kuruluşu” , “Hakimlerin Yetersizliği” ve “Batı’nın Tesir ve Baskısı” olarak sıralar. Cevdet Paşa’nın, Fransız kanununu iktibas etmek isteyen Âli Paşa’ya karşı millî hukuku savunduğunu belirtir. Paşa’nın azli sonrası hazırlanan “Kitabü’l-Vedîa”nın “hukuki ve teknik hatalarla dolu başarısız bir kanunlaştırma örneği” olduğunu, bu durumun Paşa’nın dehasını ispatladığını kaydeder.
Kitabın son makalesi, Türk hukukunun laikleşme sürecinde Lozan’ın rolüne odaklanır. Batılı devletlerin, kapitülasyonların kaldırılmasına karşılık, Mecelle’nin “dini menşeli” olmasını bahane ederek adlî imtiyazlar istediklerini ve Antlaşmanın 42. maddesi ile azınlıklara “kendi örf ve adetlerince” ayrı bir hukuk statüsü tanındığını belirtir.
Özet Notu
İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, Osmanlı Devleti’nin hukukî yapısının, temelini İslâm hukukundan (Hanefî mezhebi) almakla birlikte, sosyal, idarî ve siyasî ihtiyaçlar doğrultusunda nasıl bir tarihî tekâmül geçirdiğini birincil kaynaklara (siciller, fetvalar, arşiv belgeleri) dayanarak analiz eden mühim bir akademik eserdir.
Sonuç Notu
Kitap, Osmanlı hukukunun sadece nazarî (teorik) yönünü değil, fiilî tatbikatını (nikâh, boşanma, gasp) ve bu tatbikatın zorlandığı noktaları (kazâî boşanma ihtiyacı) derinlemesine incelemektedir. Eserin en dikkat çekici sonucu, Mecelle gibi millî bir hukuk abidesinin hangi şartlarda doğduğunu ve Cumhuriyet dönemi hukuk inkılabının (İsviçre Medeni Kanunu’nun iktibası) arkasındaki asıl sebebin, “şeklî bir bağımsızlık uğruna” Lozan’da verilen tavizleri (azınlıkların ayrı hukuku) ortadan kaldırma mecburiyeti olduğunu ispatlamasıdır. Bu yönüyle eser, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk hukukunun seyrini anlamak için temel bir müracaat kaynağıdır.

“Hukukun Ana Meseleleri ve Müesseseleri” adlı eser

Eser, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in derin vukufiyetini ve hukuk düşüncesini yansıtan temel bir metindir.

📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Hukukun Ana Meseleleri ve Müesseseleri – Konferanslar.
• Alt Başlık: Siyasi ve Sivil Hukuk Üzerine Etütler
• Müellifi: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil.
• Müellif Hakkında Malumat: 1893 Samsun/Çarşamba doğumlu olan Başgil , Grenoble Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş, Paris Hukuk Fakültesi’nde doktora yapmıştır. Ankara ve İstanbul Hukuk Fakültelerinde Anayasa Hukuku Ordinaryüs Profesörü olarak binlerce talebe yetiştirmiştir. 1961’de Samsun Senatörü ve 1965’te İstanbul Milletvekili seçilmiştir. 17 Nisan 1967’de vefat etmiştir.
• Yayınevi: Yağmur Yayınevi.
• Basım Bilgisi: 1. Basım, Nisan 2008.
• ISBN: 978-975-7747-70-3.
• Muhtevası (Önsöz’den):
• Bu eser, klasik tasnifli bir kitap değildir. Müellifin 1930 yılından itibaren muhtelif tarihlerde verdiği konferanslar ve yaptığı etütlerin bir derlemesidir.
• Başgil, eserin “düşüp kırılmış bir mozayiğin irili ufaklı parçalarının bir araya gelmesi şeklinde bir bütün” olduğunu belirtir.
• Eserin ana mihverini (eksenini), “milli bir camia içinde… yaşayan ferd ile devlet ve devleti temsil eden hükümet heyeti arasındaki münasebetler” teşkil eder. Bütün etütler “Anayasa çerçevesi içindedir”.
• Bölümleri (İçindekilere göre): Eser dört ana bölüm üzerine bina edilmiştir:
• 1. Bölüm: Anayasa.
• 2. Bölüm: Türkiye Esas Teşkilatı ve Siyasi Rejimi
• 3. Bölüm: Türkiye Teşkilat Hukukunda Nizamname Mefhumu
• 4. Bölüm: Kanun Hakimiyeti Prensibi (ve Aile Müessesesi gibi diğer konular)
📜 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Müellif, bu konferanslar derlemesinde hukuk ve devlet felsefesine dair kuvvetli mesajlar vermektedir:
• Hukukun Kaynağı Hayattır: En temel mesaj, hukukun sadece “kanun metinlerinden mana çıkarmak” olmadığını, bunun “bir nevi zekâ oyunu” sayılacağını belirtmesidir. Başgil’e göre hak, “sırf kanun demek değildir”. Hukukun asıl kaynağı, “bizzat hayat ve münasebetlerdir”. Hukukçu, “tarih ve sosyaloji laboratuvarında” çalışmalıdır.
• Kanunsuzluk İrticadır: Eserin hemen başında vurgulandığı üzere, kanunsuzluk medeniyetin zıddıdır: “Kanunsuzluk iptidaîliktir. Kanunsuzluk irticadır… Kanunsuzluk hüküm süren yerde emniyet ve güven yoktur.”.
• Devletçilik ve Fertçilik Dengesi: Eser, 18. asrın klasik “ferdî hak ve hürriyetler nazariyesi” ile “muasır devletçilik sistemi” arasındaki gerilimi tahlil eder. Başgil, klasik fertçiliğin (liberalizmin) günün icaplarını karşılamadığını , modern devletin “sosyal hak fikrinden” hareket etmesi gerektiğini savunur.
• Kuvvetler Birliği ve İş Bölümü: Müellif, Montesquieu’nün “Tefriki Kuva” (Kuvvetler Ayrılığı) nazariyesinin katı bir ayrılık şeklinde anlaşılmasını tenkit eder. Buna mukabil, Türk Anayasası’nın temelindeki “Kuvvet Birliği” (Milli Hakimiyet) prensibini ve bu birlik içinde “rasyonel bir vazife ve salâhiyet bölümü”nü müdafaa eder.
• Anayasanın Rolü: Anayasa, sadece devletin çatısını kuran teknik bir metin değil , aynı zamanda “memlekette vatandaşlık terbiyesi ve siyasi ahlak rehberi” olmalıdır.
🔬 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, hukuk ve siyaset bilimi sahasında zengin tesbitler ihtiva etmektedir:
• Anayasaların Tasnifi: Müellif, anayasaları menşei ve şekli bakımdan şöyle tasnif eder:
• Örfi anayasalar (İngiltere misali).
• Dinî anayasalar (“Kitabı Mukaddes”lerin anayasa hizmeti görmesi).
• Yazılı anayasalar (18. asır sonrasında yaygınlaşan).
• Ferman şeklinde (Hükümdarın lütfuyla, 1876 Kanunu Esasi misali).
• Millî misak şeklinde (Kurucu meclis eseri, 1921 ve 1924 Anayasaları misali).
• Türk Anayasa Tarihi:
• Gülhane Hattı Hümayunu (1839) “yazılı anayasa rejimine doğru ilk adım” olarak tasvir edilir.
• 1876 Kanunu Esasi, ferman şeklinde de olsa, devrine göre “modern bir anayasa” olarak kabul edilir.
• 1909 tadilatı ile “halk hakları karşısında hükümdar kuvveti sıkıca bağlanmaya” çalışılmıştır.
• 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu, “milletin kayıtsız ve şartsız hâkimiyeti prensibinden” hareket etmiştir.
• 1924 Anayasası, “temsilî demokrasi esasına müstenit cumhurî ve lâik bir devlet” kurmuştur.
• 1924 Anayasasının Temel Vasıfları: Başgil, bu anayasanın dört fârik vasfını tesbit eder:
• 1. Millîdir: İthalât metaı değil, “millî ruh ve ihtiyacın ifadesi”dir.
• 2. Realisttir: Doktrinden değil, “memleket hayat ve ihtiyacından” doğmuştur.
• 3. Birlikçidir: “Tek kuvvet prensibine” (Milli Hakimiyet) dayanır.
• 4. Otoriter ve Camiacıdır: Liberal demokrasiye mukabil, “otoriter ve camiacı demokrasi” sistemini getirmiştir.
• Altı Prensibin (6 Ok) Anayasaya Girişi: Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı prensibinin (Cumhuriyetçilik, Lâiklik, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik, İnkılâpçılık) tecrübeden geçirildikten sonra 1937’de Anayasa’ya alındığı belirtilir.
• Kuvvetler Ayrılığı Nazariyesinin Tenkidi:
• Müellif, Montesquieu’nün nazariyesinin felsefî açıdan “metafizik” bir tasavvura büründürüldüğünü, Hristiyanlıktaki “teslis” (üçleme) akidesine benzetildiğini belirtir.
• Bu katı ayrılığın (müfrit bir kuvvetler tefriki) 1791 Fransız Anayasası’nda tatbik edildiğini ve “Kral ile Millî Meclisin çarpışmasına yol açarak” başarısız olduğunu tesbit eder.
• Ferdî Haklar Nazariyesinin Tenkidi:
• Klasik nazariyenin “içtimaî mukavele” ve “tabiî hukuk” faraziyelerine dayandığı , Fransız İhtilâli’nin “İnsanlar hukukan hür ve müsavi doğar” prensibinde zirveleştiği belirtilir.
• Bu nazariyenin 1924 Anayasası’nın 5. Faslı (“Türklerin hukuku âmmesi”) ile fiiliyattaki “Devletçilik sistemi” arasında “açık bir tezad” yarattığı tesbit edilir.
🎯 Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Müellifin üslubundan ve düşüncesinden süzülen bazı mühim cümleler şunlardır:
• “Ne yükselme ülküsü, ne rasyonel iş nizamı, ne de ilmi zekâ kanunsuzlukla asla birlikte bulunmaz.”
• “Kanunsuzluk iptidaîliktir. Kanunsuzluk irticadır…”
• “Yersiz bir tevazu, ekseriya gizli bir gururu perdeleyen riyadır ve her şeyi kendi adıyla çağırmək edepliliktir…”
• “[H]ak, sırf kanun damak olmadığı gibi; hukuk ilmi da kanun metinlarindan mana çıkarmak… ibarat bir navi zaka oyunu demək dağildir.” (Hakkın sırf kanun demek olmadığı ve hukuk ilminin kanun metinlerinden mana çıkaran bir zekâ oyunu olmadığı.)
• “Hukukçu bu münasebetleri yakından tatkik atmaya; hukuki nizamın real kaynağı olan hayatın akışını görmaya macburdur va bunu görebildiği nisbatta hukukçudur.”
• “Ülkesinde insan hakları teminatlı bağlanmamış ve kuvvetlere bölünüp ayrılmamış olan bir devletin anayasası yoktur.” (1789 Fransız Beyannamesi’nden iktibas)
• “Hâkimiyet bilâkaydü şart milletindir.”
• “Demokrasi, muayyen bir Hükümet şekli olmaktan çok, bir zihniyet, bir terbiye ve ruhtur.”
• “Zulmün en hakikî tarifi teşri, icra ve kaza salâhiyetlerinin bir elde toplanmasıdır.” (Amerikan kurucularından iktibas)
• “Devletçilik sistemi ferdî ve tabiî hak ve hürriyet fikrini esasından nefyeden bir sistemdir. Bu sistem sosyal hak fikrinden hareket eder.”
• “Devletçilik ferdin haklarından evvel cemiyete karşı vazifeleri vardır kanaatine dayanır…”
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar (Eserde Atıf Yapılanlar)
Ali Fuad Başgil, nazariyelerini temellendirmek veya tenkit etmek için Batı düşünce tarihinin temel filozof ve hukukçularına atıfta bulunur. Eserin dayandığı veya tartıştığı başlıca kaynaklar şunlardır:
• Aristote: Devlet işlerini (müzakere, icra, tatbik) ilk tasnif eden filozof olarak.
• John Locke: İngiliz sistemine dayanarak “iş ve salâhiyet bölümü” nazariyesini ilk kuranlardan biri olarak.
• Montesquieu: “Tefriki Kuva” (Kuvvetler Ayrılığı) nazariyesinin en meşhur müdafii olarak. Başgil, bu nazariyeyi genişçe tahlil ve tenkit eder .
• J. J. Rousseau: “Halk hâkimiyeti” ve “içtimaî mukavele” fikirlerinin öncüsü olarak.
• Kant ve Hegel: Kuvvetler ayrılığı fikrini metafizik bir sahaya çeken filozoflar olarak.
• Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi (1789): Klasik ferdî haklar nazariyesinin en mühim vesikası olarak.
• Auguste Compte, Leon Bourgeois ve Leon Duguit: Tesanütçülük (Dayanışmacılık) ve sosyoloji mektepleri üzerinden fertçiliği tenkit eden ve “vazife fikri”ni öne çıkaran düşünürler olarak
• Türkiye Anayasaları: 1876, 1909, 1921 ve 1924 Anayasaları eserin ana tahlil metinleridir.
⚖️ Şahitler (Müellifin Tezleri) ve Çıkarılacak Sonuçlar
Müellifin ileri sürdüğü temel tezler ve bunlardan çıkarılacak sonuçlar şöyledir:
• Tez 1: Hukuk Sosyolojiktir. Hukuk, mücerret (soyut) kanun maddelerinden ibaret değildir. Kaynağı “hayat ve münasebetler”dir.
• Sonuç: Bir hukukçu, kuru bir şerhçilikten (yorumculuktan) kaçınmalı, hukuku “tarih ve sosyaloji” metotlarıyla incelemelidir.
• Tez 2: Katı Kuvvetler Ayrılığı (Tefrik-i Kuva) Zararlıdır. Devlet kuvvetlerini (teşri, icra, kaza) birbirinden tamamen müstakil, metafizik ve “hâkim” varlıklar olarak görmek, devlet organları arasında “anarşi”ye ve çatışmaya (1791 Fransa misali ) yol açar.
• Sonuç: Modern ve rasyonel devlet nizamı, “kuvvet birliği” (milletin hâkimiyeti) esasına dayanmalı, ancak bu birlik içinde organlar arasında “iş ve salâhiyet bölümü” yapmalıdır. Türkiye’nin 1924 sistemi bu açıdan daha üstündür.
• Tez 3: Klasik Ferdî Haklar Nazariyesi Günümüzle Tezattadır. 18. asrın “tabiî hukuk” ve “ferdî hürriyet” anlayışı, Büyük Harp sonrası dünyanın “temerküz ekonomisi” ve “millet ekonomisi” icaplarına cevap veremez. Anayasanın 5. faslı ile fiiliyat arasında “açık bir tezad” vardır.
• Sonuç: Türkiye’nin “Devletçilik” rejimi, ferdi devlete karşı korunan mücerret bir varlık olarak değil, “cemiyete karşı vazifeleri olan bir uzvu” olarak görür. Hürriyet, tabiî bir hak değil, “sosyal imkân” ve “vazife” ile hudutludur.
✒️ Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktalarıyla İktibas Edilmesi
Genel Yönler:
Eser, müellifin Anayasa Hukuku sahasındaki derin ilmî birikimini ve 1946 (Önsöz tarihi) itibarıyla Türk hukuk inkılabına bakışını yansıtır. Başgil, pozitivist ve kuru bir kanun şerhçiliğini reddederek, hukuku sosyal ve tarihî bir hadise olarak ele alır
Önemli Noktalar (İktibaslar):
• Hukukun Tarifi: Hukuk ilmi de kanun metinlerindan mana çıkarmak ve kanun kaidalarini hayat ve münasebatlara tatbik atmakten ibarat bir nevi zeka oyunu demek değildir. Kanunlar, hukuk nizamının nihayat birer farmal kaynağı ve ekseriya satıhta kalan kökleridir. Bu nizamın temelleri va derinliklerdeki kökleri, bizzat hayat va münasebetlerdir.”
(Mânâsı: Hukuk ilmi, kanun metinlerinden mâna çıkarmak ve kanun kaidelerini hayata tatbik etmekten ibaret bir nevi zekâ oyunu değildir. Kanunlar, hukuk nizamının nihayet birer formel kaynağı ve ekseriya satıhta kalan kökleridir. Bu nizamın temelleri ve derinliklerindeki kökleri, bizzat hayat ve münasebetlerdir.)
• Müellifin Metodu: “İşte müallif… daima kuru bir şərhçiliktan kaçınarak hukuku, muktedir olabildiği kadar, tarih va sosyalaji Jaboratuvarında işleyip incalamak istemiştir.”
(Mânâsı: İşte müellif… daima kuru bir şerhçilikten kaçınarak hukuku, muktedir olabildiği kadar, tarih ve sosyoloji laboratuvarında işleyip incelemek istemiştir.)
• Anayasanın Gayesi (Yazılı Anayasa): “Anayasa, yalnız bir hak ve vazifeler sınırı değil, aynı zamanda memlekette vatandaşlık terbiyesi ve siyasi ahlak rehberidir.”
• Türk Milliyetçiliğinin Tarifi: “Türkiye’de hükümet daima gayret ve faaliyetlerini Türklüğün büyüklüğüne ve tamamlığına yöneltmeye ve bunun için de, millî menfaatleri, fert, zümre ve kılik menfaatleri üstünde tutmaya… mecburdur.”
• Devletçiliğin Tarifi (Türkiye İçin): “Fakat Türkiyede devletçilik tâbiri sadece iktisadî, içtimaî ve kültürel hayat ve faaliyetlerde şuurlu bir disiplin ve teşkilât ifade eder.”
• Kuvvetler Ayrılığı Tenkidi: “Bu türlü görüş… Devlette de cevheri bir irade teşri kuvveti halinde teşri organında, icra kudreti halinde icra organında, kaza kudreti halinde kâza organında tecessüm ve tezahür etmektedir.. Bunlar… her biri kendi âleminde müstakil ve tam bir şahsiyet vücuda getirmektedir. Bu kuvvetler arasında tedahül ve müşareket caiz olmaz… [Bu telâkki] Devlet hayatında zararlı neticeler verebilir.”
• Fertçilik Nazariyesinin Tenkidi: “Teşkilât Kanunumuzun beşinci faslında sayılan hak ve hürriyetleri şu klasik mânada mı almak ve anlamak lâzımdır? … Eğer böyle ise, beşinci fasıl ile vukuat ve filiyat arasında açık bir tezad var.”
• Devletçilik ve Ferdin Yeri: “Devletçilik sistemi ferdî ve tabiî hak ve hürriyet fikrini esasından nefyeden bir sistemdir. Bu sistem sosyal hak fikrinden hareket eder. Ferdi tek başına yaşıyan ve dilediği gibi hareket edebilen bir mahlûk almaz, millet cemiyeti içinde ve bu cemiyete karşı vazifeleri olan bir uzvu alır.”
📋 Sonuç ve Özet Notu
Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in “Hukukun Ana Meseleleri ve Müesseseleri” adlı eseri, onun Anayasa Hukuku ve devlet nazariyeleri sahasındaki düşüncelerinin bir hülasasıdır. Bu derleme, hukukun “hayatın içinden” doğduğunu ve “sosyolojik” bir metotla incelenmesi gerektiğini savunarak pozitivist hukuk anlayışını tenkit eder.
Eserin ana fikri, 1924 Türk Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 130ruhunu teşkil eden “Devletçilik” ve “Milli Hakimiyet” prensiplerini, Batı’nın iki klasik nazariyesi (Kuvvetler Ayrılığı ve Ferdî Haklar) ile mukayese etmektir.
Başgil, “Tefrik-i Kuva” (Kuvvetler Ayrılığı) nazariyesinin , organlar arasında katı bir ayrılık öngören metafizik yorumunun “zararlı” olduğunu, Türkiye’nin “Kuvvet Birliği” içinde “İş ve Salâhiyet Bölümü” modelinin daha “rasyonel” olduğunu ispat eder.
Aynı şekilde, 18. asrın “Ferdî Haklar” (Tabiî Hukuk) nazariyesinin, modern dünyanın ve Türkiye’nin sosyal icapları karşısında yetersiz kaldığını ve fiiliyatla “tezat” oluşturduğunu savunur. Başgil’e göre muasır sistem, ferdin “tabiî hakkı”ndan ziyade, “cemiyete karşı vazifeleri”ni merkeze alan “otoriter ve camiacı” bir devlet nizamıdır.
Netice olarak bu eser, Cumhuriyet’in ilk devirlerindeki hukuk felsefesini, liberalizmin tenkidini ve otoriter-cemiyetçi bir devlet anlayışının Anayasa temelindeki müdafaasını ihtiva eden mühim bir kaynaktır.

Prof. Dr. Celâl Yeniçeri’nin “Hz. Peygamber’in Tıbbı ve Tıbbın Fıkhı” adlı eseri .

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, “Değerler ve Hükümler Bahçemizden Bir Demet Hikmet – ” serisinin bir parçası olarak neşredilmiştir.
• Müellif: Prof. Dr. Celâl Yeniçeri. (Kitabın yazıldığı tarihte Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm Hukuku Ana Bilim Dalı’nda vazifelidir ).
• Kitabın Adı: Hz. Peygamber’in Tıbbı ve Tıbbın Fıkhı.
• Alt Başlık: Peygamber’in Tıb Bilimine Bakışı, Dönemi ve Sonrasında Sağlık Hizmetleri, Tıpta Güncel Meseleler, Estetikler.
• Neşriyat: Çamlıca Yayınları (bir İFAV organizasyonudur).
• Basım: Ağustos 2009, İstanbul
• ISBN: 978-975-8646-26-5
• Muhtevası: Eser üç ana bölümden müteşekkildir:
• Giriş: Kur’an’da varlıkların ve insanın yaratılışı ile tıp bilimine genel bir bakış
• Birinci Bölüm: Hz. Muhammed (s.a)’in tıp bilimine ve tedaviye yaklaşımı, ruhî tedavi, çadır hastaneler gibi dönemindeki sağlık hizmetleri.
• İkinci Bölüm: Tıp, tedavi, çocuk meydana getirme (tüp bebek, kopyalama) ve estetik cerrahilere dair güncel fıkhî meseleler.
• Üçüncü Bölüm: Peygamber sonrası dönemdeki (Râşid Halifeler, Emevîler, Abbasîler) sağlık hizmetleri, hekimlerin imtihana tâbi tutulması ve tabip ile baytar hekimlerin hukukî sorumlulukları.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Müellif, eserin “Önsöz” ve “Sonuç” kısımlarında kitabın temel gayelerini ve mesajlarını net bir şekilde ortaya koymuştur:
• Peygamber’in Rolünü Doğru Anlamak: En temel mesaj, Hz. Peygamber’in (s.a) bir tıp doktoru (tabip) olmadığı, ancak tıbbın ana yaklaşımını ve ahlâkını tesis eden “yönlendirmeler yaptığı” ve “başlattığıdır”. Onun bu alandaki öğretileri, günümüz tıbbıyla mukayese edilerek değil, “o çağda ve o bölgede bu meselelere el atmış olması” ve “tıb ve tedaviye getirdiği ana yaklaşım çerçevesinde” değerlendirilmelidir.
• Tıbbı Hurafeden İlme Taşımak: Hz. Muhammed (s.a), tıbbı “kehânet bilgilerden uzak ilmî bir temele oturtmaya çalışmıştır”. Eser, dinin tıbbı teşvik edişini ve onu hayalî korkulardan arındırmasını vurgular.
• Sağlığın Dindeki Yeri (Mükellefiyet): Hayat ve sağlığı korumanın bir haktan öte, dinî bir “mükellefiyet” (farz bir sorumluluk) olduğu mesajı verilir. Müellif, “bedenini nerede eskitip yıprattığından” sorgulanacağına dair Hadis-i Şerif’i iktibas ederek bu mesuliyeti vurgular.
• Araştırmaya Teşvik: Peygamberin “Allah, dermanını yaratmadığı hiç bir dert yaratmamıştır” sözü, Tıp ve Eczacılığı “sürekli araştırıcılığa yöneltmek” için verilmiş temel bir mesaj olarak sunulur.
• Fıkhın Güncelliği: Tıp, bilim ve fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, “uygulama ve hizmetlerin ahlâk ve hukuku” her zaman olacaktır. Eser, organ nakli, tüp bebek, kopyalama gibi en güncel meselelerin dahi İslâm Fıkhı ve ahlâkı çerçevesinde ele alınması gerektiğini ispat etmeyi hedefler.
• İnsanın Değeri: Tıbbî uygulamalarda (mesela organ satışı veya kopyalama) insanın “mükerrem” (değeri en yüce tutulmuş) bir varlık olduğu ve “eşya konumuna” veya “yedek parça” anlayışına indirgenemeyeceği mesajı kuvvetle verilir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, hem tarihî vakıalara hem de fıkhî analizlere dayanmaktadır:
Tarihî Tesbitler:
• İlk Çadır Hastanesi: Peygamber (s.a) devrinde, Rufeyde (r.a) adında bir hemşire-tabîbenin, Mescid-i Nebî yanında bir çadır hastanesi kurduğu, Hendek harbi yaralısı Sa’d b. Mu’âz’ın (r.) burada tedavi gördüğü ve bunun “şifahânelerin ilk çekirdeği” olduğu tesbit edilir.
• Hekimlerin İmtihanı: Abbasîler devrinde, eczacıların Me’mûn zamanında, hekimlerin ise 931 (H. 306) senesinde Halife Muktedir’in emriyle “Devlet tarafından teşkil edilen Tıb âlimleri önünde imtihan vermelerinin” emredildiği, o tarihte Bağdat’ta 860 hekimin imtihana girdiği belirtilir.
• Gezici Sağlık Ekipleri: Abbasî vezirlerinden Ali b. Îsâ’nın (H. 301/M. 913) emriyle, hekimbaşı Sinan b. Sâbit başkanlığında “gezici sağlık ekipleri” teşkil edildiği ve bunların köylere kadar ilaç götürdüğü tesbit edilmiştir.
• Gayr-i Müslimlere Hizmet: Vezir Ali b. Îsâ’nın, “tedavide müslim ve gayri müslim farkı olmayacağını ve hatta hayvanların da tedavi edilmesi gerektiğini” emretmesi; keza Hz. Ömer’in (r.) cüzzam hastası Hristiyanlara zekâttan maaş bağlatması gibi belgeler, sağlık hizmetlerinde inanç farkı gözetilmediğini gösterir.
• Sosyal Güvence: Emevî halifesi Velid b. Abdulmelik’in “her kötürüm ve müzmin hastaya bir bakıcı ve her a’maya da bir yedici bile tayin ettiği” ve cüzzamlılara maaş bağladığı kaydedilir.
Fıkhî Tesbitler (Güncel Meseleler):
• Organ Nakli: İnsanın uzuvlarını satması “İslam fıkhı izin vermez”. Bağış (teberru) ise caizdir. Uluslararası İslâm Fıkıh Kurulu’nun da “insan organlarının satışa sunulması kesinlikle câiz değildir” kararını aldığı belirtilir. Soy ve cinsellikle ilgili (erbezi, yumurtalık gibi) organların nakli, “nesep karışıklığına” yol açacağı için caiz görülemez.
• Tüp Bebek (Yapay Döllenme): İslâm Fıkıh Kurulu’nun 7 yöntemi incelediği , bunlardan sadece kocanın spermi ve karısının yumurtasının kullanıldığı ve yine kendi karısının rahmine yerleştirildiği 6. ve 7. yollara “ihtiyaç olduğu durumlarda” cevaz verildiği ; diğer 5 yolun (donör veya “taşıyıcı/kiralık anne” kullanılan) “kesin olarak haramdır” kararı iktibas edilir.
• İnsan Kopyalama: Aile bağlarını, nesebi tahrip edici ve kopyalanan insanı “yedek parça” olarak görme riski taşıdığından caiz görülemez. Müellif, Peygamberimizin “Kadının kendi sahibini/efendisini… doğurması” şeklindeki kıyamet alameti hadisinin, günümüzde “kadının kendi kocasının kopyasını meydana getirmesi” ihtimalini de akla getirdiğini belirtir.
• Ölümü Öne Alma (Ötanazi): “Dayanılmaz ve çaresiz hastalıklarda” dahi ötanaziye “Kendi kendinizi öldürmeyin” (Nisâ, 4/29) ayeti ve intiharla ilgili hadisler gereği cevaz verilmez.
• Yoğun Bakım Cihazlarının Çekilmesi: İslâm Fıkıh Kurulu’nun 1986’daki kararına göre; “beynin bütün işlevleri kesin olarak durmuş ve uzman tabipler bu durumdan geri dönüş olmadığına… hükmetmişlerse” , kişi “ölmüş kabul edilir” ve “yoğun bakım cihazları kapatılabilir”.
• Haramla Tedavi: Peygamberimizin (s.a) içki gibi haram ve habis şeylerle tedaviye “Onlarda deva değil dert vardır” diyerek karşı çıktığı belirtilir. Ancak “diğer tıbbî imkânların bittiği yerde” , “zaruret durumunda” , “müslüman ve mutahassıs hekimin” kararıyla cevaz verilebileceği ifade edilir.
• Hekim Sorumluluğu (Tazminat): “Tabipliği bilinmeyen bir tabip… hastaya zarar verirse o bunu tazmin eder” hadisi esastır. Ancak ehliyetli (hâzık) bir hekim, hastanın izniyle ve tıp usullerine uygun davrandığı halde hata oluşursa, cumhur (çoğunluk) fukahâya göre tazminat gerekmez; zira hekimin borcu “sonuçlandırma değil gayret sarfetme sorumluluğudur”.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Eserden, müellifin vurgu yaptığı bazı çarpıcı cümleler şunlardır:
• (Tıbbın gayesi üzerine): “..Kim bir cana… bir canı (haksız yere) öldürürse o, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarır; hayata döndürürse o, bütün insanları kurtarıp hayata döndürmüş gibi olur” (Mâide, 5/32 ayetinden iktibas).
• (Tıbbın teşviki üzerine): “Allah, dermanını yaratmadığı hiç bir dert yaratmamıştır”.
• (Tedavi ve kader üzerine): Peygamberimizin (s.a) “Tedavi Allah’ın takdirini değiştirir mi?” sorusuna cevaben: “Tedavi olmak da Allah’ın kader ve takdirindendir”.
• (Haramla tedavi üzerine): “Onlarda deva değil dert vardır”.
• (Sağlık sorumluluğu üzerine): “Hayatımız ve insanlığımız… bunlara ve diğer ötekilerine bağlıdır.”
• (Sağlığı korumanın hükmü üzerine): “Burada bütün o boyutlarıyla sıhhatı koruma temel bir kulluk mükellefiyeti seviyesine yükseltilmiştir.”
• (Hekimin rolü üzerine): “Hekimler hükümdarlar gibidir; onlar emir almaz emir verirler” (Ebû Bekir er-Râzî’den iktibas).
• (Sahte hekimlik üzerine): “Hırsızlar ve yol kesen şakiler, hekim olmadığı halde hekimim, diyenlerden çok daha iyidirler… onlar mal alır, oysa sahte hekimler hep can alırlar” (Ebû Bekir er-Râzî’den iktibas).
• (Peygamber’in rolü üzerine): “Ona ‘tabîbelkulûb’ denilse de o bir tabip değildir, o yönlendirmeler yapar, başlatır.”
• (Bilimin sınırı üzerine): “Bilgi bir güçtür… Ancak bilimin gücü, her yerde mutlak siyasinin eline verilemeyeceği gibi bilim insanının da bu şekilde eline verilemediği yerler olur. Burada hukuki, ahlaki, insani ve dini değerler devreye girer.”
• (Estetik ve fıtrat üzerine): “Biz insanı en güzel biçimde/ en yüksek bir değerde yarattık” (Tîn, 95/4 ayetinden iktibas).
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, tezlerini desteklemek için zengin bir kaynakça (bibliyografya) kullanmıştır. Eserin “Kaynakça” bölümünde zikredilen temel kaynak grupları şunlardır:
• Ana Kaynak: Kur’an-ı Kerim.
• Hadis Külliyatı: Sahih-i Buhârî , Sahih-i Müslim , Sünen-i Ebû Dâvud , Sünen-i Tirmizî , Sünen-i İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i.
• Klasik Fıkıh Eserleri: Kâsânî (Bedâi’u’s-Sanâi’) , Serahsî (el-Mebsût) , İbn Rüşd (Bidôyetu’l-Müctehid) , Merginânî (el-Hidâye) , Mavsılî (el-İhtiyâr).
• Tarih ve Siyer Kaynakları: Taberî (Târih) , İbnü’l-Esîr (et-Tôrîhu’l-Kâmil) , Belâzurî (Fütûhu’l-Buldân) , Ebû Yûsuf (Kitâbu’l-Harâc) , Süheylî (er-Ravdu’l-Unuf).
• Tıbb-ı Nebevî ve Ahlâk: İbn Kayyim el-Cevziyye (et-Tıbbu’n-Nebevî) , Ebû Bekir er-Râzî (Ahlâku’t-Tabîb) , Keykavus (Kabusnâme).
• Güncel Fıkıh: Mecma’u’l-Fıkhi’l-İslâmî (Karârât ve Tavsiyyât – İslâm Fıkıh Akademisi Kararları) , Yusuf Kardâvî (Çağdaş Meselelere Fetvâlar).
• Müellifin Diğer Eserleri: Müellif, sık sık kendi diğer çalışmalarına atıf yapar (örn: Uzay ve Varlık Ayetleri Tefsiri , İslamda Devlet Bütçesi , İslamın Dayanışma – Paylaşma Medeniyeti ).
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler (Deliller):
Müellif, iddialarını temellendirmek için şu “şahitleri” (delilleri) kullanır:
• Kur’an Ayetleri: Fıtratın korunması , hayatın kutsallığı ve sağlığın korunması gibi temel ilkeler için Kur’an’ı şahit gösterir.
• Hadîs-i Şerifler: Peygamber’in (s.a) tıp uygulamalarını (örn: karantina ), tavsiyelerini (örn: bal şerbeti , hacamat) ve hekim sorumluluğuna dair kaidelerini şahit gösterir.
• Tarihî Vakıalar: Peygamber sonrası dönemde kurulan hastaneler , hekim imtihanları ve sosyal güvence uygulamaları gibi tarihî kayıtları, bu ahlâkın medeniyete nasıl dönüştüğüne dair şahitler olarak sunar.
• Fıkıh İcmâ ve Kararları: Özellikle güncel meselelerde (tüp bebek, ötanazi, organ nakli) İslâm Fıkıh Akademisi’nin (Mecma’u’l-Fıkhi’l-İslâmî) kararlarını, fıkhın bu konulardaki “şahitleri” (hükümleri) olarak zikreder.
Çıkarılacak Sonuçlar (Müellifin “Sonuç” Bölümünden):
Eserin “Sonuç” bölümünde müellif şu neticelere varmaktadır:
• İslâmî değerlere dayalı medeniyetin, sağlık hizmetleri ve insancıl hedefler bakımından ne kadar “yüksek” olduğu bu tarihî ve fıkhî incelemeyle anlaşılmaktadır.
• İslâm (Kur’an ve Sünnet), bir Tıp veya Eczacılık “bilimini ortaya koymaz”; bunun yerine “bütün varlığın, canlıların, yaratılışın, yer ve göklerin bütün boyutlarıyla araştırılıp incelenmesini ister”.
• İslâm’ın asıl yaptığı, “sağlık hizmetleri, hekim ve tıp ahlakı konusunda” fıkhî ve ahlâkî “değer hükümleri ortaya koymaktır”.
• Günümüzde tedavi ve ameliyat masraflarının yüksekliği sebebiyle hastaların “kendi başına terk edilmesinin” İslâm’ın insancıl anlayışıyla bağdaşmayacağı.
• Tedavi ve ameliyatların “karşılıksız yapılması” hem bir “hukukî-ahlâkî hak” hem de “içtimaî siyaset olarak devletten beklenir”. Bütün bu anlayış, Hz. Muhammed (s.a)’in getirdiği “iman, ahlak ve o hukukun ortaya çıkardığı bir medeniyet anlayışından kaynaklanmış olmaktadır”.
7. Özet Not ve Genel İktibaslar
Genel Yönleri ve Önemli Noktalarıyla İktibaslar:
• Eserin Kapsamı (Önsöz’den):
“Bu çalışmamızda biz tıb bilimi, tedavi, sağlık ve hizmetleri konularını sadece Peygamber(s.a) devri, onun uygulama, tavsiye ve öğretileri açısından değil aynı zamanda bunları Kur’an’daki ilgili bazı anlatımlar, genel ilkeler ve hemen sonraki dönemlerde sağlık hizmetlerinin kaydettiği bazı aşamalar açısından da ele almaya çalışacağız.”
• Güncel Meselelerin Dahiliyeti (Önsöz’den):
“Güncel bazı tıbbî meseleler, güzelleştirme-onarma (estetik) cerrahîleri… bilim ve fennin gücüne dayanarak fıtrat ve hilkatlerle oynamanın durumu ve yine bu alanlardaki fıkhî-ahlâkî hüküm ve ilkeler de bu eserde çalışmamızın konusu olmuşlardır.”
• Peygamber’in Rolünün Değerlendirilmesi (Önsöz’den):
“Hz. Peygamber’in bu yönde ortaya koydukları, günümüz tıbbı ve sağlık hizmetlerinin kaydettiği aşama ile mukayese edilerek değil onun o çağda ve o bölgede bu meselelere el atmış olması, tıb ve tedaviye getirdiği ana yaklaşım çerçevesinde değerlendirilmelidir. Başka bir anlam ve boyut itibariyle ona ‘tabîbelkulûb’ denilse de o bir tabip değildir, o yönlendirmeler yapar, başlatır.”
• Tıbbın İlme Teşviki (Birinci Bölüm’den):
“Peygamber bu sözleriyle yanlış bir îman ve kader anlayışı ile Tıbba başvurulmaması zihniyetine karşı çıkıp insanları mevcut tibba göre tedavi olmaya çağırırken öte yandan da o, tedavi edilemeyecek dert olmadığı yaklaşımıyla Tıp ve Eczacılığı sürekli araştırıcılığa yöneltmek istemiştir.”
• Dinin Ana Maksatları (İkinci Bölüm’den):
“İslam Fıkhı’nca, ayet ve hadisler külliyatının temelde yöneldiği hedefler değerlendirilerek tespit edilen Dinin ana maksatları/makasıd içinde; a- Canı koruma, b- Aklı koruma, c- Nikaha dayalı bir nesli (temiz bir soy bağını) oluşturmayı sağlama, temel hedefleri de vardır.”
• Tarihî Gelişim (Üçüncü Bölüm’den):
“Abbasiler döneminde Devlet, muhtemelen dünyanın henüz diğer yelerinde olmayan bir tarz ve boyutta sağlık hizmetlerini halka götürüyor ve bu hususta da inanç farkı gözetmiyordu.”
• Nihai Sonuç (Sonuç’tan):
“İslam, Kur’an ve Peygamber (s.a)’in öğretileriyle bir din olarak Tıb ve Eczacılık bilimini ortaya koymaz, fakat o bütün varlığın, canlıların, yaratılışın, yer ve göklerin bütün boyutlarıyla araştırılıp incelenmesini ister ki bunlar arasında ve elbet en başında insanın kendisi de vardır… İslam bizzat bilimin kendisi için değil ve fakat kendi fıkhi ve ahlaki değer hükümleriyle elbet sağlık hizmetleri, hekim ve tıp ahlakı konusunda hükümler ortaya koyar…”
Genel Özet Notu:
Prof. Dr. Celâl Yeniçeri’nin bu eseri, Tıbb-ı Nebevî konusunu sadece tarihî bir derleme olmaktan çıkarıp, onu yaşayan ve güncel meselelere çözüm üreten bir “Fıkıh” ve “Ahlâk” disiplini olarak ele almaktadır. Kitap, Peygamber (s.a) dönemindeki çadır hastanelerinden başlayarak Abbasîlerdeki gezici sağlık ekiplerine ve hekim imtihanlarına kadar uzanan tarihî bir temel atmaktadır.
Eserin asıl ağırlık merkezi, bu tarihî ve Nebevî temeller üzerine günümüzün en karmaşık tıbbî meselelerini (tüp bebek , insan kopyalama , organ nakli , ötanazi ve estetik cerrahi ) fıkhî açıdan tahlil etmektir. Müellif, İslâm Fıkıh Kurulu kararlarını da delil göstererek, İslâm’ın bilime karşı olmadığını ancak “fıtratı değiştirme” ve “nesep karışıklığı” gibi kırmızı çizgileri olduğunu savunmaktadır.
Kitabın ana fikri; sağlığı korumanın dinî bir mükellefiyet olduğu ve tıbbî uygulamaların daima “insanın mükerrem varlığı” ilkesine riayet eden ahlâkî ve hukukî bir çerçeveye (fıkha) tâbi olması gerektiğidir.

Celal Yıldırım’ın “Kur’ân Ahkâmı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları” isimli eseri.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: KUR’AN AHKAMI ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları.
• Arapça Adı: احكام القرآن وَاخْتِلاف الأئمة.
• Yazarı: Celal Yıldırım. Yazar, “Afyon Müftüsü” olarak takdim edilmiştir.
• Yayınevi: Bahar Yayınları / Bahar Yayınevi.
• Yayın Yeri: Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı Nu: 25, Beyazıt – İstanbul9.
• Basım Yılı: 1972
• Matbaa: Yaylacık Matbaası.
• Hattat: Eserdeki hatlar Hasan Çelebi’ye aittir.
• Yayın Numarası: Bahar Yayınları: .
• Önemli Not: Kitabın üçüncü sayfasında “MÜHİM OLAN 102 FIKHÎ KAİDE BU CİLDİN SONUNA KONMUŞTUR” şeklinde bir not bulunmaktadır. Bu, eserin sonunda fıkhî kaidelerin bir hülasasının yer aldığını göstermektedir.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin fihristine ve ilk bölümüne bakarak, kitabın temel mesajları şu şekilde tespit edilmektedir:
• Fıkhî İhtilafın Temeli: Kitabın asıl mesajı, fıkhî hükümlerin ana kaynağının Kur’an ahkamı olduğunu göstermekle beraber, bu ahkamın tefsirinde ve tatbikinde mezhep imamları arasında görüş farklılıkları bulunduğunu ortaya koymaktır.
• Sosyal Adaletin Tesisi: Zekat bölümünden anlaşıldığına göre, zekatın “sosyal adâleti gerçekleştirmek, kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek ve fakirle zengin arasındaki uçurumu kapatmak” için bir vasıta olduğu mesajı verilmektedir.
• Dinin İstismarına Karşı Duruş: Eser, dinin dünyevi menfaatlere alet edilmesinin haram olduğunu vurgular.
• Mal Yığmanın Tehlikesi: Zekâtı ödenmeyen malın “kenz” (hazine) sayılacağı ve bunun “acıklı bir azâba yol açacağı” mesajı net bir şekilde verilmektedir.
• Taklitten Kaçınma: Müslümanların, “gayr-i müslimlerin âdet ve törelerini taklîd etmesinin İslâmın ruhuna aykırı olduğu” mesajı verilmektedir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eserin “Konuların Ana Hatları ve Bölümleri” 23 başlıklı fihristine göre, kitapta ana başlık ve bu başlıklar altında çeşitli alt konular işlenmektedir. Başlıca tespitler ve bilgiler şunlardır:
• Zekat (Bölüm I): Zekatın verileceği sekiz sınıf , fakir ve miskinin tarifi , zenginlik ölçüsü olarak 40 dirhem , yeni Müslüman olanlara (müellefe-i kulûb) zekat verilip verilmeyeceği ve borçlulara zekat verilmesi gibi konular ele alınmıştır.
• Borç (Bölüm X): Borçluya mühlet vermenin sünnet olduğu , “Kâtib-i Adil (Noter)” ile mukavele yaptırılması ve muamelenin iki şahit ile sağlama bağlanması gerektiği belirtilmiştir.
• Kur’ân’a Dokunmak (Bölüm V): Cünüp ve abdestsiz olanların Kur’ân’a el sürüp süremeyeceği meselesi incelenmiştir.
• Bakılması Haram Olan Şeyler (Bölüm XIII): İslam’ın zinayı haram kıldığı gibi, “buna vasıta ve vesîle olan şeyleri de haram kıldığı” tespiti yapılmıştır. Bu bölümde “Göz zinası” , “Baş örtüsü ve cilbab ile himar” ve kadının süs yerlerini gösterebileceği “on iki sınıf akraba” konuları işlenmiştir.
• Bekarları Evlendirmek (Bölüm XIV): Evlenme imkanı olmayan bekarları evlendirmenin “müslüman zenginlere” düştüğü belirtilmiştir. “Muvakkat nikâh”ın (geçici nikah) haram olduğu ve “çoğu âlimler istimnaya da cevâz yoktur, demişlerdir” tespiti yapılmıştır.
• Kısas (Bölüm XIX): Kısasın farz olduğu , diyet meseleleri , katlin (öldürmenin) çeşitleri ve kadının diyetinin “erkeğin diyetinin yarısı” olduğu bilgisi verilmiştir.
• Hırsızlık (Bölüm XX): “El kesme cezasının uygulanabilmesinin şartları” ve bu cezanın “tevbeyle sâkıt olmaz” olduğu belirtilmiştir.
• Savaş (Bölüm XXXI): Savaşın Allah yolunda yapıldığı , İslam’ın “kılıç dîni değil, ilim ve irfan dînidir. Kılıç son çâredir” tespiti yapılmıştır. Savaşa katılmayan “yaşlı, kadın, din adamı vb.” kimselere dokunulmayacağı belirtilmiştir.
• Zina (Bölüm XXXVIII): Zina haddi , zina isnadında “dört şâhid” gerektiği ve “Lian” (kocanın şahitsiz şikayeti) konuları incelenmiştir.
• Kan ve Organ Nakli (Bölüm XL): Eserde “Kan verme ve göz nakli” ile “Ölmüş bir kimsenin organını diriye nakletmek” gibi modern tıp meseleleri de fıkhî açıdan ele alınmıştır.
• Fıkhî Kaideler (Bölüm XLIV): Eserin sonunda 102 adet fıkhî kaide sıralanmıştır.
Örnek Bölüm Tespiti (Zekat):
İlk bölümde yazar, “kenz” (hazine) kelimesini tahlil eder. İbn-i Ömer, Süfyân Sevrî, İbn-i Abbas, Câbir ve Ebû Hüreyre’den gelen rivayetlere dayanarak , “kenz”in “zekâtı ödenmiyen mal” olduğunu tespit eder. “Zekâtı ödenen mal, yedi kat yerin altında da olsa kenz değildir. Meydanda bile olsa, zekâtı verilmeyen mal kenz’dir” hükmüne varır.
Daha sonra “zînet eşyası” (altın ve gümüş takılar) için zekat gerekip gerekmediği konusundaki mezhep imamlarının görüş farklarını ortaya koyar:
• İmâm Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre ziynet eşyasının zekâtını vermek farzdır.
• İmâm Mâlik, İmâm Ahmed, İshak bin Râhaveyh ve Ebû Ubeyd’e göre ziynet eşyasının zekâtı verilmez.
• İmâm-ı Şâfiî’nin Irak’taki görüşü verilmeyeceği yönünde, Mısır’daki görüşü ise “mütereddid”dir
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Fihristten ve ilk bölümden alınan, eserin üslubunu ve vurgularını gösteren bazı cümleler şunlardır:
* “KUR’AN AHKAMI ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları” * “Zekâtı ödenen mal, yedi kat yerin altında da olsa kenz değildir. Meydanda bile olsa, zekâtı verilmeyen mal kenz’dir.” * “İfsâd eder dini ancak kırallar, / Kötü din adamları ile ruhbanlar.” * “Andolsun ki, (bir gün gelecek) sizler (ey müslümanım diye geçinenler), kendinizden önceki milletlerin âdet ve törelerine karış be-karış, zira’ be-zira’ bineceksiniz…”
• “Allah’a andolsun ki zekâtla namaz arasını ayırıp (biz namaz kılarız, fakat zekât vermeyiz) diyenleri elbette öldüreceğim!” (Hz. Ebûbekir Sıddîk’tan iktibas)
• “Elini bağlı olarak boynuna asma.. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış, peşiman bir halde oturup kalırsın!.” (İsraf ve Cimrilik bölüm başlığı) * “Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlara kardeş olmuş olurlar.” * “Şüphesiz, insan için ancak kendi çalıştığı vardır.” * “İslâm zinâyı haram kıldığı gibi buna vasıta ve vesîle olan şeyleri de haram kılmıştır.” * “Müslüman metbu’dur, tâbi’ değildir.” * “İslâm dîni kılıç dîni değil, ilim ve irfan dînidir. Kılıç son çâredir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Eserin “Fıkhî Kaideler” bölümünün sonunda, yazarın o bölümü hazırlarken istifade ettiği kaynakları sıraladığı bir “LİTERATÜR” listesi bulunmaktadır. Bu kaynaklar, aynı zamanda kitabın genel konusunu (fıkıh ve ahkam) destekleyen temel eserlerdir:
• el-Eşbah ve’n-Nezair / İbni Nüceym
• Mir’at-ı Mecelle / Müfti Mes’ud Efendi
• Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye
• Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu / Ömer Nasuhi Bilmen
• Reddü’l-Muhtar Ala Dürri’l-Muhtar / Şeyh Muhammed Emin
• Menafiu’d-Dakayik Fi-Şerhi Mecmai’l-Hakayik / Muhammed Hadimi
• Haşiyetü Nesemati’l-Eshar Ala Şerhi İfadeti’l-Envar / İbni Abidin
• İslam Hukuk Naziriyatı Hakkında Bir Etüd / Sava Paşa
• Hukuk Tarihinde İslam Hukuku / Ali Himmet Berki
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler (Deliller):
Yazar Celal Yıldırım, kitabındaki hükümleri ve tespitleri temellendirmek için öncelikli olarak şu delillere (“şahitlere”) müracaat etmektedir:
• Kur’ân-ı Kerîm: Eserin ana konusunu “Kur’an Ahkamı” teşkil eder. Her bölüm, ilgili Kur’an ayetlerinin tahlili üzerine kurulmuştur (Örn: Zekat bölümü Tevbe Suresi 34. ayet ile başlar)
• Hadîs-i Şerîfler: Ayetlerin tefsirinde ve ahkamın tatbikatında doğrudan hadis rivayetleri kullanılır.
• Sahâbe ve Tâbiîn Görüşleri: Yazar, ayetlerin ve kelimelerin (örn: “kenz”) manasını tespit etmek için İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Câbir, Ebû Hüreyre gibi sahabilerin ve Süfyân Sevrî gibi tâbiîn alimlerinin görüşlerini iktibas eder.
• Mezhep İmamlarının İctihadları: Eserin temel direklerinden biri, dört mezhep imamı (Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî, Ahmed bin Hanbel) başta olmak üzere fıkıh alimlerinin görüş farklılıklarını sunmaktır.
Çıkarılacak Sonuçlar:
• İslam fıkhı, doğrudan Kur’an’da yer alan ahkama (hükümlere) dayanır.
• Bu ahkamın hayata tatbiki ve teferruatı konusunda mezhep imamları arasında, delillere (hadis, sahabe kavli, örf vb.) dayanan meşru görüş farklılıkları bulunmaktadır.
• Eser, İslam hukukunun sadece ibadetleri değil, aynı zamanda sosyal hayatı (adalet, borçlanma) , ceza hukukunu (kısas, hırsızlık) ve savaş hukukunu da kapsayan bütüncül bir nizam olduğunu göstermektedir.
• Zekâtı ödememek, Kur’an’ın “kenz” olarak vasıflandırdığı büyük bir uhrevî tehdittir ve zekat, sosyal adaletin temelidir.
7. Genel Yönleri, Önemli Noktaları, Sonuç ve Özet Notu
Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları (İktibaslar):
Celal Yıldırım’ın kaleme aldığı “Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları” adlı bu eser, 1972 yılında Bahar Yayınları tarafından neşredilmiştir. Kitap, isminden de anlaşılacağı üzere, Kur’an-ı Kerim’de yer alan fıkhî hükümleri (ahkamı) konu edinir.
Eserin fihristine göre, kitap 44 ana bölüme ayrılmıştır. Bu bölümler, klasik fıkıh kitaplarının sistematiğine uygun olarak ibadetler, muamelat ve ukubat başlıklarını kapsar:
• İbadetler: “ZEKAT” , “KUR’ÂN’A EL SÜRMEK” (Taharet) , “BEŞ VAKİT FARZ NAMAZ” , “CUMA NAMAZI VE CUMA HUTBESİ” ve “BAYRAM NAMAZI VE KURBAN” gibi konuları ihtiva eder.
• Muamelat (Sosyal ve Hukukî İlişkiler): “ADALET VE İHSAN” , “YAKIN AKRABAYA İNFAK” , “YAPILAN YEMİNLER” , “BORÇ” , “AKİDLERİ YERİNE GETİRMEK” , “BAŞKASININ EVİNE GİRME ÂDÂBI” , “BEKÂRLARI EVLENDİRMEK” , “MÜŞAVERE” ve “KAN VE ORGAN NAKLİ” gibi konuları inceler.
• Ukubat ve Siyer (Ceza ve Savaş Hukuku): “KISAS (MİSİLLEME)” , “HIRSIZLIK” , “ZİNA” , “İNTİHAR” , “SAVAŞ” ve “DİĞER MİLLETLERLE ANDLAŞMA” gibi başlıkları ele alır.
Kitabın ayırt edici bir yönü, her konuyu Kur’an ahkamı merkezinde işlerken, mezhep imamlarının bu ahkamdan çıkardığı farklı fıkhî hükümleri mukayeseli olarak sunmasıdır (Örneğin, ziynet eşyasına zekat veya hırsızlıkta el kesme cezasının tevbe ile düşüp düşmeyeceği gibi).
Eserin en mühim özelliklerinden biri, cildin sonunda “MÜHİM OLAN 102 FIKHÎ KAİDE” başlığı altında fıkıh usûlünün temel prensiplerini bir hülasa halinde sunmasıdır.
Sonuç ve Özet Notu:
Celal Yıldırım’ın bu eseri, Kur’an’daki ahkam ayetlerini temel alan, mukayeseli bir fıkıh çalışmasıdır. Yazar, ayetleri tefsir ederken hadisler, sahabe görüşleri ve mezhep imamlarının ictihadlarını bir araya getirerek, okuyucuya bir meselenin fıkhî boyutunu delilleriyle birlikte sunmayı amaçlamaktadır. Kitap, hem bir ahkam tefsiri hem de mezhepler arası fıkıh farklılıklarını gösteren bir kaynak niteliğindedir. Eserin sonunda 102 fıkhî kaideye yer verilmesi, yazarın sadece fer’î hükümleri değil, aynı zamanda bu hükümlerin dayandığı küllî kaideleri de aktarmaya verdiği ehemmiyeti göstermektedir.

Celal Yıldırım’a ait “Kur’an Ahkâmı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları” adlı eser.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Kur’an Ahkâmı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları.
• Müellifi: Celal Yıldırım. Eserin neşredildiği tarihte Afyon Müftüsü olarak vazife yapmaktaydı.
• Naşiri (Yayınevi): Bahar Yayınevi.
• Basım Yılı: 1971
• Muhtevası: Bu eser, isminden de anlaşılacağı üzere, Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan hüküm (ahkâm) ifade eden ayetleri merkezine almaktadır. Müellif, bu ayetleri tefsir ve izah ederken, ilgili hadisleri, Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn’in görüşlerini ve bilhassa müçtehid imamların (mezhep imamlarının) ictihadlarını, istinbatlarını (hüküm çıkarma usullerini) ve görüş farklarını (hilâfiyat) ortaya koymayı hedeflemektedir
• Yapısı: Kitap, Ahmet Davutoğlu’nun bir “Takriz”i (önsöz/değerlendirme) , “Yayınevinin Önsözü” ve müellifin kendi “Önsöz”ü ile başlamaktadır. Ana muhteva, fıkhın temel konularına (Abdest , Namaz , Oruç , Kıble , Hac , Nikah , Talâk , Helal ve Haram , Miras vb.) göre bölümlere ayrılmıştır . Eserin sonunda müellifin istifade ettiği tefsir ve hadis kaynaklarının tafsilatlı bir listesi bulunmaktadır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin takriz ve önsözlerinde, kitabın gayesi ve vermek istediği mesajlar net bir şekilde ifade edilmiştir:
• İlmî Bir Cevap Sunmak: Ahmet Davutoğlu’nun takrizine göre, bu eser, “her mes’elede mutlaka delilini görmek isteyenlere mükemmel bir cevaptır”. “Delil ancak müçtehit olan zâta lazımdır” ilkesine rağmen, “cahiller arasında moda olan” delil arayışına ilmî bir cevap niteliğindedir.
• Boşluğu Doldurmak: Yayınevinin önsözüne göre, eserin bir gayesi de “Kur’ân-ı Kerîmin hükümlerini, mezhep imamlarının görüş farklarıyla îzah eden ilmî bir eser” ihtiyacını ve bu sahadaki “mevcud boşluğu dikkate alarak” hazırlanmış olmasıdır.
• Kur’ân’ın Hukukî Temel Oluşu: Müellif Celal Yıldırım, Kur’ân’ın “müstesnâ bir hukuk sistemini” ihtiva ettiğini ve “İslâm şerîatının temeli” olduğunu göstermeyi hedefler.
• Hükümlerin Cihanşümul (Evrensel) Olması: Eser, Kur’ân hükümlerinin “cihanşümul bir mahiyet arz ettiğini” ve “kıyamete kadar bâki kalacak kanunlar” olduğunu vurgular.
• İslâm Hukukunun Orijinalliği: İslâm hukukunun “nev’i şahsına münhasır bir orijinallik arzettiğini” ve Roma Hukuku gibi “hiç bir hukuk sistemi te’siri altında kalmadığını” isbat etmeyi amaçlar.
• İhtilafın Sebebini İzah Etmek: Mezhep imamları arasındaki görüş farklarının (ihtilaf) “ictihadlara yol açan” Kur’ân’ın bazı “çok vecîz” ifadelerinden kaynaklandığını ve bu ihtilafın bir “Hilâfiyat” ilmi doğurduğunu göstermektedir.
• İctihad Kapısının Açık Olduğu Mesajı: Eserin en mühim mesajlarından biri, “ictihad kapısı kapanmamıştır ve kıyamete kadar da kapanmayacaktır” fikridir. Müellif, yeter ki “ictihadda bulunacak ehliyetli büyük ilim adamları yetiştirilsin” diyerek bu kapının açık olduğunu savunur.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eserin önsöz kısmı, müellifin konuya yaklaşımını gösteren mühim tesbitlerle doludur:
• Ahkâm Ayetlerinin Sayısı: Müellif, Kur’ân ahkâmı ile alakalı ayetlerin sayısının “Bâzılarına göre 200-300, diğer bâzısına göre 300-500 arasında kabul edildiğini” tesbit eder.
• Mekkî ve Medenî Surelerin Farkı: Eser, Kur’ân ahkâmını anlamada surelerin Mekkî ve Medenî olmasını tesbit etmenin “büyük fayda vardır” diyerek, bu iki sure tipinin genel vasıflarını (üslup, muhteva, hitap tarzı) listeler. Medine’de inen surelerin “ahlâkı ve temel hükümleri içine aldığını” (ibâdet, helâl-haram, hukuk, aile nizamı vb.) tesbit eder.
• İhtilafın Kaynağı: Kitap etrafındaki ihtilafların, “sadece onun bâzı kelimelerinin delâlet ettiği anlamlar üzerinde meydana geldiğini” tesbit eder. Örnek olarak Bakara Suresi 228. ayette geçen “kuru'” (قرء) kelimesinin hem “hayz” hem de “temizlik müddeti” anlamına gelmesini ve imamların (İmam-ı Şâfiî gibi) bu yüzden farklı ictihad etmesini gösterir.
• İlm-i Hilâf: Müellif, mezhepler arası ihtilaf ilminin (Hilâfiyat), ilk defa “Ebû Zeyd Debûsî” tarafından bir ilim dalı olarak “vaz’olunduğunu” (kurulduğunu) belirtir.
• İctihadın Şartları (Belge): Bir müctehidde bulunması gereken yedi temel vasfı belgeler:
• Arap dilini (gramer kaaideleriyle) çok iyi bilmek.
• Sünneti, bütün rivayet yolları ve râvîlerinin halleriyle bilmek.
• Kur’ân-ı Kerîmi lafzı, manası, nüzul sebepleri, nâsıh ve mensûhuyla bilmek.
• İcma (ittifak) ve ihtilaf edilen meseleleri bilmek.
• Kıyası, mantığı, metodu ve illetiyle bilmek.
• Hükümlerin maksadını, gaye ve hedefiyle bilmek.
• Sağlam bir anlayış, kuvvetli bir hafıza ve takdir gücüne sahip olmak.
• İmamların Tevazusu (Belge): İmamların kendi görüşlerinin mutlak doğru olduğunu iddia etmediklerini belgeler. İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin, “Bu bizim ulaştığımız en iyi neticedir. Kim bundan hayırlısını bulursa ona uysun” dediğini; İmam-ı Şâfiî’nin, “Benim görüşlerime aykırı bir sahih hadis bulursanız, ona uyun, bana muhalefet edin” dediğini ve İmam Mâlik’in, “Benim fetvâlarımı hemen yazmayın. Yanıldığım hususlar olabilir” dediğini nakleder.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Eserin önsözlerinden iktibas edilen bazı vurucu cümleler şunlardır:
* (Takriz’den): “Öyle yà, delil ancak müçtehit olan záta lazımdır. Mukallide hatta mukallid bile olamayan cahile, mes’eleden bir delil bulunmasıyle bulunmaması arasında ne fark vardır?.” * (Yayınevi Önsözü): “Hakkın hak olarak bilinebilmesi ve belirgin hale gelebilmesi için mutlaka karşıtı olan bâtılla çatışması gerekdir. Zira Cenâb-ı Hakk’ın varlık âlemindeki sünnetlerinden biri de budur.” * (Müellif Önsözü): “Kur’ân, İslâm şerîatının temeli, Hazret-i Peygamber (S.A.V.) in en büyük mucizesi ve Allah’ın kıyâmete kadar bâki kalacak kanunu olmuş olur.” * (Müellif Önsözü): “Mâdemki İslâm dîni en son ve en mükemmel dindir… o halde onun esasını teşkil eden Kitabın da böyle olması gerekir.” * (Müellif Önsözü): “İslâmî hükümler vaz’edilirken beş şey’in korunmasını istihdaf etmiştir: Aklı korumak, canı korumak, nesli korumak, malı korumak, dini korumak..” * (Müellif Önsözü): “Demek ki, ictihad kapısı kapanmamıştır ve kıyamete kadar da kapanmayacaktır; yeter ki ictihadda bulunacak ehliyetli büyük ilim adamları yetiştirilsin..” * (Müellif Önsözü): “Hiç bir kimse, Allah’ın akıllara açmış olduğu bu kapıyı kapatmak hakkına sahip değildir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, eserin “Önsöz”ünde ve sonrasında (sayfa 13 ve 14 ), bu çalışmayı hazırlarken istifade ettiği temel kaynakları bizzat listelemiştir. Bu kaynaklar, eserin ilmî derinliğini göstermektedir:
• Ana Kaynaklar (Ahkâmü’l-Kur’ân): Müellif, Ahkâmü’l-Kur’ân sahasındaki muteber eserlere dayandığını belirtir. Bunlar arasında:
• Ebûbekir Râzî (Cessâs)’nin Ahkâmü’l-Kur’ân’ı
• Kurtubî’nin el-Câmiü li-Ahkâmi’l-Kur’ân’ı
• İmam Şâfiî, Ebû Cafer Tahâvî ve Beyhakî’nin Ahkâmü’l-Kur’ân eserleri
• Müellif, bu eserlerin yanı sıra “Neylü’l-merâm” ve “Fethü’l-beyân” gibi daha yakın dönem eserlere de atıf yapar
• Diğer Tefsirler: Müellif, aralarında Taberî , Fahreddin Râzî (Tefsîr-i Kebîr) , Zemahşerî , İbn Kesîr , Âlûsî (Rûhu’l-Maânî) , Nesefî , Hâzin ve Elmalılı Mehmed Hamdi Yazır gibi 16 farklı tefsir kaynağını listeler .
• Hadis Kaynakları: Eser, ahkâm ayetlerini destekleyen hadisler için Kütüb-i Sitte (Buhârî , Müslim , Tirmizî , Ebû Dâvud , Nesâî , İbn-i Mâce ) başta olmak üzere, Müsned-i İmam Ahmed , Dârimî , Dâre Kutnî ve diğer hadis şerhleri (et-Tâc, İrşadü’s-Sârî, Umdetü’l-Kaarî) dahil 15 temel hadis kaynağına atıf yapmaktadır .
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler (Eserin Değerine): Eserin kıymetine şahitlik eden ilk kişi, bir “Takriz” (Önsöz/Değerlendirme) yazan Ahmet Davutoğlu’dur. Davutoğlu, eserin “her mes’elede mutlaka delilini görmek isteyenlere mükemmel bir cevap” olduğunu ve müellifi (Celal Yıldırım) bu titiz çalışmasından dolayı tebrik ettiğini belirtir
• Şahitler (Hukukî Görüşlere): Kitabın kendisi, Kur’ân ahkâmı ve mezhep ihtilafları konusunda binlerce yıllık bir ilmî birikimi şahit gösterir. Bu şahitler arasında Hulefâ-i Râşidîn , Ashâb-ı Kirâm (Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Mes’ud vb.) , Tâbiîn (Said b. Müseyyeb, Hasan el-Basrî vb.) ve dört mezhep imamı (Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel) bulunmaktadır.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• İslâm hukuku (fıkıh), keyfî değil, doğrudan Kur’ân ve Sünnet temellerine dayanan ve “cihanşümul bir mahiyet arz eden” müstakil bir hukuk sistemidir.
• Mezhepler arasındaki görüş farkları bir ayrılık değil, Kur’ân metninin zenginliğinden ve “çok vecîz” olmasından kaynaklanan ilmî bir rahmettir.
• Ahkâm (hükümler), “zamanın değişmesiyle ahkâm ve mesâil değişir” kaidesi uyarınca, sadece örf ve âdete dayalı meselelerde değişime uğrar; nass (Kur’ân ve Sünnet) ile sabit olan temel hükümler (usûl) değişmez.
• İctihad kapısı kapanmamıştır ; ancak ictihad, müellifin sıraladığı 7 şartı haiz, “ehliyetli büyük ilim adamları” tarafından yapılabilir.
7. Özet Notu ve Sonuç
Celal Yıldırım’ın “Kur’an Ahkâmı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları” adlı eseri, 1971 yılında Bahar Yayınevi tarafından neşredilmiş ve sahasında mühim bir boşluğu doldurmayı hedeflemiş ilmî bir çalışmadır. Müellif (o dönem Afyon Müftüsü) , bu eseri “Kur’ân-ı Kerîmin temel hükümleri ve bu hükümlere bağlı meseleler” üzerine tesis etmiştir.
Eserin Gayesi ve Metodu:
Müellif, eserin gayesini şöyle tasvir eder: “Hayatımızın her cephesiyle alakalı olan bu İlâhî Kitab’ın hüküm ifâde eden âyetlerini bir bir ele alıp tefsîr ve izah etmek, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)in bununla ilgili Hadislerini güvenilir kaynaklardan toplayıp getirmek, Ashâb-ı Kirâm, Tâbiîn-i Izâm Hazretlerinin tertemiz sade görüşlerini ve sıhhatli rivâyetlerini, kâmil müctehidlerin ictihad, istinbat ve kısmen hilâfiyat yollarını belirtmek…”.
Kitap, İslâm hukukunun “nev’i şahsına münhasır bir orijinallik arzettiğini” ve temelinin “bütünü ile Kur’ân ve Sünnete” dayandığını savunur. Eserin ana konusunu, bu temellere dayanan mezhep imamları arasındaki “görüş ayrılıklarına” (ihtilaf) ve bu ihtilafların ilmî temellerine (Hilâfiyat) ayırmıştır.
Önemli Tesbitler ve Sonuç:
Eser, Kur’ân-ı Kerîm’i “İslâm şerîatının temeli” ve “kıyamete kadar bâki kalacak kanunu” olarak kabul eder. Müellif, “zamanın değişmesiyle ahkâm ve mesâil değişir” kaidesinin sadece örf ve âdete dayalı fer’î meseleler için geçerli olduğunu, Kur’ân ve Sünnet ile sabit olan temel (aslî) kaidelerin değişmediğini savunur.
Müellifin en kuvvetli vurgularından biri, ictihad kapısının kapanmadığıdır: “Demek ki, ictihad kapısı kapanmamıştır ve kıyamete kadar da kapanmayacaktır; yeter ki ictihadda bulunacak ehliyetli büyük ilim adamları yetiştirilsin..”.
Neticede bu kitap, fıkıh mezhepleri arasındaki ihtilafları bir ayrılık vesilesi değil, Kur’ân metninin zenginliğinden ve “çok vecîz” lafızlarından kaynaklanan ilmî bir ictihad faaliyeti olarak gören, sahasında ciddî bir “Ahkâmü’l-Kur’ân” çalışmasıdır. Yayınevi, eserin özellikle “İmam-Hatip Okulları, Yüksek İslâm Enstitüleri ve İlâhiyat Fakültesi talebesine” bir müracaat kitabı olmasını ümid etmektedir.
Bu tafsilatlı tahlilin, eserin muhtevasını anlamanızda yardımcı olacağını ümid ederim. Başka bir eser veya konu hakkında araştırma yapmamı ister misiniz?

“Ebû Zeyd ed-Debûsî: Mukayeseli İslam Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi” başlıklı eseri.

1. 📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, asıl adı Te’sîsü’n-nazar olan ve Ebû Zeyd ed-Debûsî tarafından kaleme alınan klasik metnin, Doç. Dr. Ferhat Koca tarafından yapılan tercümesidir. Kitap, Ankara Okulu Yayınları tarafından neşredilmiş olup , incelenen nüsha ikinci basımdır (Ekim 2009).
Müellifi:
Ebû Zeyd ed-Debûsî (ö. 430/1040) , Karahanlılar döneminde Mâverâünnehir bölgesinde yaşamış bir Türk hukukçusudur. Buhara ile Semerkand arasındaki Debûs beldesinde doğmuş , döneminin en meşhur Hanefi fakih ve kadılarından biri olmuştur.
Kitabın Yapısı ve Muhtevası:
Eser iki ana kısımdan oluşmaktadır:
• Mütercim (Doç. Dr. Ferhat Koca) Girişi: Bu bölüm, asıl tercüme metninden önce yer alır ve “Hilâf (Mukayeseli İslâm Hukuku) İlmi” hakkında tafsilatlı bir akademik inceleme sunar. Bu girişte hilâf ilminin tanımı , benzer ilimlerle (cedel, münazara, fıkıh usulü) ilişkisi , doğuşu, gelişmesi ve zengin literatürü (mezheplere göre) incelenir. Ayrıca Ebû Zeyd ed-Debûsî’nin tarihî arkaplanı , hayatı ve eserleri hakkında malumat verilir.
• Te’sîsü’n-nazar (Tercüme Metni): Debûsî’nin asıl eseridir. Bu metin, fıkıh mezhepleri arasındaki ihtilafların temel dayanaklarını (asıllarını/prensiplerini) tasnif eder. Metin, sekiz ana bölüme ayrılmıştır . Bu bölümlerde Hanefî mezhebi imamlarının (Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed) kendi aralarındaki ihtilafları ve Hanefîlerin Züfer , İmam Mâlik , İbn Ebî Leylâ ve İmam Şâfiî ile olan ihtilafları incelenir.
• Ek Bölüm: Kitabın sonunda, Debûsî’nin metodolojisiyle irtibatlı görülen Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin (ö. 340/951) Risâle fi’l-Usûl adlı eserinin tercümesi de eklenmiştir.
2.
📜 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
• İhtilaflar Esaslıdır: Kitabın temel mesajı, İslam hukukçuları (fakihler) arasındaki görüş ayrılıklarının (ihtilafların) keyfî veya yüzeysel olmadığını, aksine her bir görüşün dayandığı sağlam “genel hukuk prensipleri” (el-asl) bulunduğunu göstermektir.
• Hilâf, Bir İlimdir: Debûsî, bu eseriyle, farklı hukuki görüşleri karşılaştırmayı (mukayese etmeyi) dağınık bir tartışma alanı olmaktan çıkarıp, onu “Hilâf İlmi” adıyla müstakil ve sistematik bir hukuk disiplini olarak temellendirmeyi amaçlar.
• Metodoloji Sunmak: Eser, fıkıh talebelerine, ihtilafların “kaynaklarını ve çatışma noktalarını” anlamaları için bir usûl sunar. Böylece talebelerin meseleleri ezberlemesi kolaylaşır ve bu meseleler üzerine kıyas yapma melekesi gelişir.
• İslam Hukukunun Güncellenmesi (Mütercimin Mesajı): Mütercim Ferhat Koca, Önsöz’de önemli bir mesaj vererek, Debûsî gibi klasik hukukçuların eserlerindeki örneklerin (köle, cariye vb.) “tarihsel olaylar” olduğunu, bu örneklerin “yenilenmesi ve güncelleştirilmesi” gerektiğini belirtir. Aksi takdirde, İslam hukukunun “sadece ‘kağıt üzerinde kalan bir hukuk (paper law)’ haline gelme” tehlikesiyle karşı karşıya olduğu mesajını verir.
3.
📊 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
• Hilâf İlminin Tanımı: Hilâf ilmi, “İslâm hukuk mezhepleri arasında, hukuki usul veya üslupları açısından ilişki kurulmasını ya da onların çeşitli hukuki kavram, kurum ve hükümleri arasında, benzerlik veya farklılık bakımlarından karşılaştırma yapılmasını konu edinen bir ilimdir.” Bu ilme “Mukayeseli İslâm Hukuku” adı verilebilir.
• Debûsî’nin Kuruculuğu (Tesbit): Debûsî, İslam hukuk tarihçileri tarafından “Hilâf ilminin gerçek kurucusu kabul edilmiştir”.
• Debûsî’nin Metodu (Tesbit): Onu kurucu yapan asıl özellik, “farklı görüşleri fıkıh bablarını esas alarak değil de bizzat ihtilaf içerisinde bulunan fakihleri esas alarak” incelemesi ve bu ihtilafları “genel hukuk kurallarına (el-asl)” dayandırmasıdır.
• Tarihî Arkaplan (Bilgi): Debûsî, IX-XI. asırlar arasında Mâverâünnehir’de hüküm süren ilk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılar devrinde yaşamıştır. Bu dönemde yetişen fakihler, “özellikle Hanefi mezhebinin doktrin ve literatürüne en büyük katkıyı yapmışlardır”.
• Gazzâlî’nin Tenkidi (Bilgi): Gazzâlî’nin İhyâ adlı eserinde, Müslümanların tıp gibi farz-ı kifâye ilimleri zimmîlere bırakıp, “hilafiyât ve cedel ilmiyle uğraşmalarını” tenkit ettiği aktarılır.
• Hilâf ve Mukayeseli Hukuk (Tesbit): Mütercim, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı’nın “İslâm hukuku süresinde Mukayeseli hukuk öğretiminin olmayacağı” yönündeki iddiasını tahlil eder ve bu görüşün “ihtiyatla karşılanması gerektiğini” savunarak, hilâf ilminin “Mukayeseli İslâm Hukuku” olarak isimlendirilebileceğini tesbit eder.
• Eserleri (Bilgi): Debûsî’nin günümüze ulaşan eserleri el-Emedü’l-Aksâ (tasavvufî konular) , el-Esrâr fi’l-usûl ve’l-fürû (mezhepler arası farklara işaret eden bir hilâf kitabı) , Takvîmü’l-edille (klasik bir usûl-i fıkıh kitabı) ve Te’sisü’n-nazar (bu tercümeye konu olan eser) olarak sıralanır.
• Ana Metnin Tasnifi (Belge): Te’sisü’n-nazar metni, ihtilafları 8 bölümde inceler:
• Ebû Hanîfe ile iki arkadaşı (İmâmeyn) arasındaki ihtilaflar.
• Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ile Muhammed arasındaki ihtilaflar.
• Ebû Hanîfe ve Muhammed ile Ebû Yûsuf arasındaki ihtilaflar.
• Ebû Yûsuf ile Muhammed arasındaki ihtilaflar.
• Üç imam (Hanefîler) ile Züfer arasındaki ihtilaflar.
• Hanefî âlimleri ile İmam Mâlik arasındaki ihtilaflar.
• Hanefî âlimleri ile İbn Ebî Leylâ arasındaki ihtilaflar.
• Hanefî âlimleri ile İmam Şâfiî arasındaki ihtilaflar.
• Ayrıca dokuzuncu bir bölümde “Bazı Meselelerin Dayandığı Birtakım Genel Hukuk Prensipleri” sunulur.
4.
🎯 Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
• > (Mütercimden): “İslâm hukuk düşüncesi ve literatürünün içine girilemez, değiştirilemez veya aşılamaz bir ‘Çin seddi’ şeklinde algılanması, İslâm hukukunun tedricen bütün geçerliliğini yitirmesine ve tam bir hareketsizlik içerisinde donarak, sadece ‘kağıt üzerinde kalan bir hukuk (paper law)’ haline gelmesine sebep olacaktır.”
• > (Mütercimden): “Halbuki, ‘fırtınalı günümüz için, ‘sakin’ geçmişin hâtıraları ve örnekleri yeterli olmayabilir ve günümüzün problemleri için yeni bir biçimde düşünmemiz ve yeni bir biçimde davranmamız gerekebilir.”
• > (Mütercim, Debûsî’nin metodunu vurgularken): “…onu hilaf ilminin gerçek kurucusu yapan özellik, Debūsî’nin, farklı görüşleri fıkıh bablarını esas alarak değil de bizzat ihtilaf içerisinde bulunan fakihleri esas alarak ve onlar arasında bir sınıflandırmaya giderek incelemesi, yani hilaf literatürüne yeni bir sistem getirmiş olmasıdır.”
• > (Mütercim, Gazzâlî’den iktibasla): “Nice memleketler var ki, doktorları hâlâ zimmî (gayr-i müslim)lerdendir. … Fıkıh ilmi ve özellikle de hilafiyât ve cedel ilmiyle uğraşırlar. … Yazıklar olsun! Kötü ilim adamlarının gerçeği gizlemeleri sebebiyle din ilmi mahvoldu.”
• > (Debûsî’nin Mukaddimesi): “Fıkıh öğrenenlere… hilaf konularını ezberlemenin ve şer’i delillerden hüküm çıkarma metotlarının zor geldiğini… gördüğüm zaman, bu kitabımı yazdım. Bu kitaptaki konuları tetkik edip düşünen bir kimse, tartışma sırasında ihtilafın kaynaklarını ve çatışma noktalarını anlar…”
5.
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Eser, hem mütercimin giriş bölümünde hem de Debûsî’nin ana metninde zengin bir kaynakçaya atıfta bulunur:
• Debûsî’nin Metninde Atıf Yapılanlar: Debûsî, kendi görüşlerini temellendirirken sıklıkla İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin eserlerine (el-Asl, el-Mebsût, ez-Ziyâdât, el-Câmiu’s-Sagîr, el-Câmiu’l-Kebîr vb.) ve hocası Ebü’l-Hasan el-Kerhî’ye atıf yapar.
• Mütercimin Giriş Bölümünde Atıf Yapılanlar: Ferhat Koca, Hilâf ilmini ve Debûsî’yi konumlandırırken hem klasik tabakat ve fıkıh kaynaklarına (İbn Haldûn’un Mukaddime’si , Gazzâlî’nin İhyâ’sı , Taşköprîzâde’nin Miftâhu’s-saâde’si vb.) hem de modern hukuk araştırmacılarına (Ergun Özsunay , Hüseyin Nail Kubalı vb.) müracaat eder.
• Girişteki Literatür Listesi: Mütercim, hilâf ilmi literatürüne dair dört Sünnî mezhepten (Hanefî , Mâlikî , Şâfiî , Hanbelî ) ve diğer mezheplerden (İbn Cerîr et-Taberî, Şerîf el-Murtazâ, Tûsî vb.) 40’tan fazla klasik eseri künyeleriyle birlikte listeler.
• Eserdeki Ek Metin: Kitabın sonunda, Debûsî’nin metodolojisinin temellerini atan ve Hanefîlerin ilk usûl-i fıkıh eserlerinden sayılan Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin Risâle fi’l-Usûl adlı eserinin tam tercümesi ve Necmeddin en-Nesefî’nin bu risaleye dair örnek ve açıklamaları yer alır.
6.
⚖️ Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler (Deliller):
• Ana Metin (Te’sîsü’n-nazar): Eserin kendisi, Debûsî’nin tezinin en büyük şahididir. Metin, soyut usûl tartışmaları yapmak yerine, doğrudan fıkhi meseleleri (örnekleri) alır ve bu meselelerin hangi “genel prensip (el-asl)” üzerindeki ihtilaftan kaynaklandığını gösterir. Örneğin, “bir farzı başında değiştiren şey, sonunda da değiştirir” prensibi üzerinden Ebû Hanîfe ile İmâmeyn arasındaki (teyemmümle namaz kılanın suyu görmesi, mest üzerine meshin süresinin bitmesi vb.) 12 farklı meseleyi birbirine bağlar.
• Mütercimin Girişi: Ferhat Koca’nın hazırladığı 60 sayfalık kapsamlı giriş, Debûsî’nin İslam hukuk tarihindeki yerini ve hilaf ilminin modern mukayeseli hukukla olan irtibatını ispatlayan akademik deliller sunar.
• Ek Metin (Risâle fi’l-Usûl): Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin “genel hukuk kurallarını” listeleyen risalesinin kitaba eklenmesi , Debûsî’nin bu metodolojiyi Hanefî geleneğinden devralıp sistemleştirdiğinin bir delili (şahidi) olarak sunulmuştur.
Çıkarılacak Sonuçlar:
• Ebû Zeyd ed-Debûsî, fıkıh mezhepleri arasındaki ihtilafları bir zenginlik olarak görmüş ve bu ihtilafların kaotik değil, sistematik olduğunu ispatlamıştır.
• İslam hukuk tarihi, “Hilâf İlmi” başlığı altında, günümüz modern “Mukayeseli Hukuk” disiplininin temellerini çok erken bir dönemde (X-XI. asırlar) atmıştır.
• Hanefî mezhebi, özellikle Debûsî ile birlikte, fürû (pratik meseleler) ile usûl (genel prensipler) arasındaki bağı en kuvvetli şekilde kuran mezheplerden biri olmuştur.
• Mütercimin de vurguladığı gibi, bu klasik metinlerin değeri tarihsel bir vesika olmanın ötesindedir; ancak bu metinlerin “içine girilemez bir ‘Çin seddi'” olarak görülmesi, İslam hukukunun donuklaşmasına ve “kağıt üzerinde kalan bir hukuk” haline gelmesine sebep olacaktır. Bu mirası anlamak, aynı zamanda onu günümüzün “fırtınalı” problemleri ışığında yeniden düşünmeyi gerektirir.
7.
📑 Kitabı Genel Yönleri ve Önemli Noktalarıyla İktibas
Aşağıda, hem mütercimin hem de müellifin eseri takdim edişini ve metodunu özetleyen önemli noktalar iktibas edilmiştir:
Hilâf İlminin Doğuşu ve Debûsî’nin Rolü:
“İslâm hukuk tarihinde bu ihtilaf, hilāfiyat ve reddiye kitapları, mezheplerin oluşması ve birbirlerine karşı üstünlük mücadelesine girişmelerinin de etkisiyle, özellikle V/XI. Asırdan itibaren daha sistematik bir hale gelerek, yeni ve müstakil bir hukuk disiplinini meydana getirmişlerdir. Bu yeni disiplin, farklı hukuk mezhep ve doktrinlerinin hukuki hüküm, kavram veya kurumlarının ayrılık ya da benzerlik noktalarını inceleyen ve bugün artık kendisine ‘Mukayeseli İslâm Hukuku’ adını verebileceğimiz Hilaf ilmidir.”
Debûsî’nin Metodolojisinin Özeti:
“Debūsî’den önce yazılan ihtilaf, hilaf, hilafiyât ve reddiyelerle ilgili bu eserlere rağmen, ona hilaf ilminin kurucusu unvanını kazandıran husus, Debūsî’nin bu konuya dair yazdığı Te’sisü’n-nazar adlı eserinde… farklı görüşleri fıkıh bablarını esas alarak değil de bizzat ihtilaf içerisinde bulunan fakihleri esas alarak ve onlar arasında bir sınıflandırmaya giderek incelemiş olmasıdır. Bir diğer özellik ise, ihtilaf edilen genel hukuk kurallarını (el-asl) tasnif ederek, her bir genel hukuk kuralıyla ilgili örnekler vermiş olması yani genel ilke üzerindeki ihtilafın hukuki meselelere nasıl yansıdığını göstermiş olmasıdır.”
Debûsî’nin Kendi Amacı (Mukaddime):
“Fıkıh öğrenenlere (Allah, onları kendi rızasını kazanmaya muvaffak kılsın) hilaf konularını ezberlemenin ve şer’i delillerden hüküm çıkarma metotlarının zor geldiğini, bu konuların hakikatine nüfuz etme hususunda bilgilerinin az olduğunu ve bu meseleleri tartışırken söylenecek sözün yerini karıştırdıklarını gördüğüm zaman, bu kitabımı yazdım. Bu kitaptaki konuları tetkik edip düşünen bir kimse, tartışma sırasında ihtilafın kaynaklarını ve çatışma noktalarını anlar… Böylece, fıkıh öğrencilerine meseleleri ezberleme ve onların kaynaklarını öğrenme yolu kolaylaşır…”
Mütercimin Günümüz İçin Uyarısı:
“Aslında bu durum, başta mukayeseli İslâm hukuku olmak üzere, genel anlamda İslâm hukukuyla ilgili bütün eserlerde karşılaşılan bir olgudur ve artık bu örneklerin yenilenmesi ve güncelleştirilmesi bir ihtiyaç hâlini almıştır. … ‘fırtınalı günümüz için, ‘sakin’ geçmişin hâtıraları ve örnekleri yeterli olmayabilir ve günümüzün problemleri için yeni bir biçimde düşünmemiz ve yeni bir biçimde davranmamız gerekebilir.”
8.
✍️ Sonuç ve Özet Notu
Te’sisü’n-nazar (Mukayeseli İslam Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi), İslam hukuk tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden, “Hilâf İlmi”ni (Mukayeseli Hukuk) sistemleştiren kurucu bir metindir. Ebû Zeyd ed-Debûsî, bu eseriyle fıkhi ihtilafların keyfi olmadığını, her birinin usûl-i fıkha ait bir “genel prensibe” (asıl) dayandığını ispatlamıştır.
Doç. Dr. Ferhat Koca’nın bu tercümesi, sadece metni Türkçeye kazandırmakla kalmamış, aynı zamanda eserin başına eklediği çok kıymetli ve kapsamlı bir girişle, hilâf ilminin ne olduğunu, tarihini, literatürünü ve Debûsî’nin bu ilimdeki yerini akademik bir seviyede ortaya koymuştur.
Kitap, Debûsî’nin metodunu net bir şekilde gösterir: Önce ihtilaf eden fakihleri gruplar (mesela, Ebû Hanîfe vs. İmâmeyn veya Hanefîler vs. Şâfiî ), sonra o grubun ihtilafının temelindeki “genel prensibi” (el-asl) belirtir ve bu prensibin fıkıhtaki farklı meselelere (örneklere) nasıl yansıdığını gösterir.
Mütercimin, eserin tarihsel örneklerine (kölelik, cariyelik vb.) takılıp kalmamanın ve İslam hukuk düşüncesini günümüz problemleri ışığında “yeniden düşünmenin” gerekliliğine dair uyarısı, eserin önsözündeki en mühim tesbitlerden biridir.
Kitabın sonuna, Debûsî’nin metodolojik olarak etkilendiği Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin “Genel Hukuk Kuralları” (Risâle fi’l-Usûl) metninin eklenmesi, eserin bütünlüğünü ve Hanefî usûl geleneği içindeki yerini pekiştirmiştir. Bu eser, fıkıh usûlü ve İslam hukuk tarihi ile meşgul olanlar için temel bir müracaat kaynağı niteliğindedir.

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin “İslâm Hukuku Tarihi” adlı eseri

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: İslâm Hukuku Tarihi.
• Müellifi: Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci.
• Müellifin Müessesesi: Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Hukuk Tarihi ve İslâm Hukuku Kürsüsü4.
• Müellif Hakkında: 1966 Ankara doğumlu olan Ekinci, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur (1987). Hukuk doktoru (1996) ve hukuk tarihi doçenti (1999) olmuş, 2005 yılında profesör unvanını almıştır. Bir yıl Ürdün Üniversitesi’nde ilmî araştırmalarda bulunmuştur (1992-1993). Halen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersleri vermektedir. İngilizce ve Arapça bilmektedir.
• Neşriyat: Arı Sanat Yayınevi tarafından Mayıs 2006’da İstanbul’da basılmıştır.
• ISBN: 975-8525-73-5.
• Hedef Kitle ve Üslûp: Kitap, “akademik câmianın yanısıra, halkın da istifade edebilmesi saikiyle” hazırlanmıştır. Bu sebeple müellif, “ağır ve akademik bir üslûp kullanmaktan mümkün mertebe kaçınılmıştır”.
• Yapısı ve Tasnifi: Müellif, İslâm Hukuk Tarihi’ni altı safhada (devirde) tedkik etmeyi faydalı görmüştür. Bu devirler şunlardır:
• Birinci Devir: Hazret-i Peygamber Devri (Asr-ı Saadet).
• İkinci Devir: Sahâbe-i Kirâm Devri.
• Üçüncü Devir: Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn Devri.
• Dördüncü Devir: Hukukun Tedvîni ve Mezhebler.
• Beşinci Devir: Taklid Devri.
• Altıncı Devir: Taknin Devri.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin “Önsöz” ve “Giriş” kısımları ile muhtevasının tamamı, şu temel mesajları vermektedir:
• Tarihin Ehemmiyeti: İslâm Hukuku gibi uzun bir zaman ve geniş bir coğrafyada tatbik edilmiş bir sistemi hakkıyla tanımak için, “öncelikle bu hukukun tarihini bilmek elzemdir”.
• Hukukçuların Rolü: İslâm hukuku, sadece ilahî menşeli nasslardan (Kur’an ve Sünnet) ibaret değildir. Bu kaynaklardaki prensipleri yorumlayıp açıklayarak hukukî norm haline getirmek hukukçuların (müctehidlerin) salahiyetindedir. Bu bakımdan İslâm hukuku, “bir hukukçular hukuku olarak görülmektedir”.
• Değişmezlik ve Değişim: İslâm hukukunun “değişmez vasfı”, esas prensipler (nasslar) bakımındandır. Buna mukabil, “Örf ve beşerî yorumların zaman ve mekân itibariyle farklılık göstereceği ve değişebileceği tabiîdir”.
• Taklid Devrinin Yeniden Yorumlanması: “İctihad kapısı kapatılmış değildir. Çünki bu kapıyı kapatmaya kimsenin salâhiyeti yoktur”. Mutlak müctehid yetişmemesi sebebiyle bu kapı “kendiliğinden kapanmıştır” (insidâd). Bu devir bir duraklama değil, mezhep içinde ictihad eden (mezhebde müctehidler) hukukçuların yetiştiği, fetvalar verdiği ve hukukun tatbik edildiği bir devirdir.
• Modern Hukuka Tesiri: İslâm hukukunun “Modern hukukî müesseselerde de […] tesiri inkâr edilemez”. Tarih boyunca (bilhassa Taklid ve Taknin devirlerinde) Avrupa hukukuyla bir etkileşimi söz konusu olmuştur.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, İslâm hukukunun teşekkül ve tekâmül devirlerine dair mühim bilgi ve tesbitler ihtiva etmektedir:
• Asr-ı Saadet (Teşri’):
• Medine Vesîkası: “Dünyada bilinen ilk yazılı anayasa mahiyetindeki” bir muahede olarak tesbit edilmiştir.
• Teşri’ Usûlü: Hükümlerin, bir hadise veya sual üzerine vahy (âyet veya sünnet) yoluyla veya vahyin gelmediği durumlarda bizzat Hazret-i Peygamber’in ictihadıyla (ki bu ictihad daima vahy kontrolündedir) konulduğu belirtilir.
• Tedricîlik: Şarap, zinâ cezası ve iddet gibi bazı hükümlerin “tedricen vaz edildiği” tesbit edilmiştir.
• Nesh: Nesh, bir hükmün iptali değil, “muvakkat hükümlerin mer’iyet (yürürlük) zamanının bittiğini haber vermek” olarak tarif edilir. Süyûtî’ye göre 20, Dehlevî’ye göre sadece 5 âyette nesh cereyan etmiştir.
• Sahâbe Devri (Gelişme):
• Kur’an’ın Cem’i: Yemâme harbinde kâri’lerin (hâfız) şehid olması üzerine Hazret-i Ömer’in teklifi ve Hazret-i Ebû Bekr’in emriyle Zeyd bin Sâbit riyasetinde bir heyetçe mushaf haline getirildiği; Hazret-i Osman zamanında ise kıraat farklılıklarını gidermek için Kureyş lehçesi esas alınarak altı nüsha daha yazdırıldığı kayıtlıdır.
• Hukukî Yenilikler: Hazret-i Ömer devrinde idare ile adliyenin birbirinden ayrıldığı ve kâdılara gönderdiği talimatnâmelerin “dünyanın günümüze intikal etmiş ilk muhakeme usulü kanunu” olarak görülebileceği tesbit edilmiştir.
• Siyasî İhtilaflar: Cemel ve Sıffîn gibi hadiseler, “ictihad ayrılığı” olarak değerlendirilir. İmam-ı A’zam’ın, Hazret-i Ali’nin tatbikatından bâğîlerin (isyancıların) hukukî vaziyetinin öğrenildiğine dair sözü iktibas edilir.
• Tâbiîn ve Mezhebler Devri (Tedvîn):
• Hicaz ve Irak Ekolleri: Bu devirde “Meslek-i Irakî” (re’ye müracaat eden, İbn Mes’ud’a dayanan) ve “Meslek-i Hicâzî” (rivayete ve Medine ameline dayanan, İbn Ömer’e dayanan) olmak üzere iki ana hukukî temâyülün doğduğu belirtilir.
• Dört Mezheb: Dört Sünnî mezhebin (Hanefî , Mâlikî , Şâfi’î , Hanbelî ) imamlarının hayatları, hukuk usûlleri (metodolojileri), önde gelen talebeleri ve mezheblerinin yayılışı hakkında tafsilatlı malumat verilir.
• Ehl-i Sünnet Dışı Mezhebler: Hâricîlik , Şiîlik (Zeydiyye , İmâmiyye , Gulât-ı Şia , İsmailiyye ) ve Vehhâbîlik (Selefiyye) hakkında da bilgi sunulur.
• Taklid ve Taknin Devirleri (Tatbikat ve Modernleşme):
• İctihad Kapısı: Bu kapının kapatılması (sedd) değil, kapanması (insidâd) mevzubahistir. Sebepleri arasında; selefe bağlılık, yeni meselelerin çıkmaması, kötü niyetli kimselerden endişe ve hükümetlerin hukuk birliğini temin maksadı sayılır.
• Fıkıh Kitapları: Bu devirde yazılan fıkıh kitapları Metinler, Şerhler, Hâşiyeler ve Fetvâ Kitapları olarak tasnif edilir.
• Resmî Tedvin (Kanunlaştırma): Osmanlı Devleti’ndeki Tanzimat ve bilhassa Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin hazırlanması ve Hukuk-ı Aile Kararnamesi gibi resmî tedvin faaliyetleri anlatılır.
• Modernist Cereyanlar: İslâm hukukuna yöneltilen “modernist” ve “tarihsellik” tenkitleri ve bunların iddiaları zikredilir.
• Günümüz Devletleri: Son bölümde, Osmanlı sonrası kurulan Mısır, Lübnan, Suriye, Ürdün, İsrail, Irak, İran vb. 30’dan fazla devlette İslâm hukukunun (bilhassa ahvâl-i şahsiyye alanındaki) mevcut durumu ve tatbikatı incelenir .
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
* “Tarih, bir hadiseyi tanımakta mühim bir yardımcıdır. O halde İslâm Hukuku’nu tanımak için, öncelikle bu hukukun tarihini bilmek elzemdir.” * “İlahî menşeli oluşu, İslâm hukukunda hiç beşerî bir katkının bulunmadığı mânâsına gelmez. Kur’an ve sünnetteki prensipleri yorumlayıp açıklayarak hukukî norm haline getirmek, hukukçuların (müctehidlerin) salâhiyetindedir. […] Bu bakımdan İslâm hukuku, bir hukukçular hukuku olarak görülmektedir.” * (Medine Vesîkası hakkında): “Dünyada bilinen ilk yazılı anayasa mahiyetindeki bu muahedeye Medine Vesîkası denir.” * (Nesh hakkında): “Nesh, bu muvakkat hükümlerin mer’iyet (yürürlük) zamanının bittiğini haber vermek demektir.” * (Hz. Ömer’in kâdılara gönderdiği mektuplar hakkında): “…dünyanın günümüze intikal etmiş ilk muhakeme usulü kanunu olarak görülebilir.” * (İctihad kapısı hakkında): “…ictihad kapısının seddedilmediğini, […] zarureten insidad ettiğini, yani kendiliğinden kapandığını söyler. Bu sebeple ictihad kapısının kapatılması (seddü bâbi’l-ictihad) değil, kapanması (insidâdü bâbi’l-ictihad) mevzubahistir.” * (Mecelle’nin hazırlanma sebebi hakkında): “…Hanefî fıkhı, Şâfi’î fıkhı gibi tenkîh edilemeyip müteşeib ve müşeddid olmuş, yani çok dallara ayrılarak zorlaşmıştır.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, kendi eserini hazırlarken istifade ettiği kaynakları “Önsöz” bölümünde ve “Kaynaklar” kısmında belirtmektedir. “Önsöz”de zikredilen başlıca modern eserler şunlardır:
• Muhammed Hudarî, Târîhü’l-Teşriil-İslâmî
• Muhammed Yûsuf Mûsa, Tarihü’l-Fıkhi’l-İslâmî
• N. J. Coulson, A History of Islamic Law
• Ignaz Goldziher, Vorlesungen über den Islam
• Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku
• Hayreddin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi
• Ahmed Akgündüz, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler (Deliller): Müellifin vardığı hükümleri ispat için kullandığı şahitler (deliller), asırlara yayılan zengin İslâm hukuku literatürünün kendisidir. Bunlar:
• Aslî Kaynaklar: Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebevî.
• Tarihî Vesikalar: Medine Vesîkası ve Hz. Ömer’in kâdılara gönderdiği talimatnâmeler gibi birincil belgeler.
• Hukuk Eserleri: Dört mezhebin imamlarından ve talebelerinden intikal eden Usûl ve Füru’ kitapları (mesela İmam Şâfi’î’nin er-Risalesi , İmam Mâlik’in Muvatta’sı , İmam Muhammed’in Zâhirü’r-Rivâye eserleri ).
• Tabakât ve Tarih: İslâm hukukçularının biyografilerini ve devirlerinin hadiselerini anlatan tabakât ve tarih kitapları.
• Modern Kanun Metinleri: Mecelle , Hukuk-ı Aile Kararnamesi ve günümüz İslâm devletlerinin anayasa ve medenî kanun metinleri .
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• İslâm hukuku, vahy ile başlamış, Sahâbe ictihadları ile genişlemiş, Tâbiîn devrinde ekolleşmiş (Hicaz ve Irak) , Dördüncü Devirde dört büyük imam (Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfi’î, Ahmed bin Hanbel) tarafından tedvîn edilip usûlleri belirlenmiştir.
• Taklid devri bir çöküş değil, hukukun istikrar kazandığı, mezhebde müctehidler eliyle teferruatın incelendiği ve tatbikatın yaygınlaştığı bir “altın çağ”dır.
• Kanunlaştırma (Taknin) ihtiyacı, modern devlette ortaya çıkmış; Osmanlı Mecellesi bu sahadaki en mühim ve başarılı teşebbüs olmuştur.
• Günümüzde İslâm hukuku, ekseri ülkelerde ahvâl-i şahsiyye (aile, miras) alanına çekilmiş olsa da, Batı’da dahi (örn. İsrail, Kanada) azınlık hukukî otonomisi çerçevesinde varlığını sürdürmektedir.
7. Genel Yönleri, Önemli Noktalarıyla İktibas ve Özet Not
Bu eser, İslâm hukukunun tarihî seyrini, kaynaklarının nasıl teşekkül ettiğini, mezheblerin hangi ilmî ve sosyal zeminlerde doğduğunu ve bu hukukun günümüze kadar nasıl intikal ettiğini altı devirlik bir tasnif içinde inceleyen temel bir tarih çalışmasıdır.
Önemli Noktalarıyla İktibaslar:
• Hukukun Mahiyeti: “İslâm hukuku, mîlâdın yedinci asrı başlarında Arabistan’da doğan […] ilahî bir hukuk sistemidir. Kaynağını, […] Kur’ân-ı kerîm ile peygamberi Hazret-i Muhammed’in söz, fiil ve tasvipleri (sünneti) teşkil eder. […] Kur’an ve sünnetteki prensipleri yorumlayıp açıklayarak hukukî norm haline getirmek, hukukçuların (müctehidlerin) salâhiyetindedir. […] Bu bakımdan İslâm hukuku, bir hukukçular hukuku olarak görülmektedir.”
• İki Büyük Ekolün Doğuşu: “Sahâbenin Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, İbn Mes’ud’un da aralarında bulunduğu bir kısmı sadece hadîs-i şerif rivâyetiyle iktifâ etmemiş; gerektiğinde re’ye müracaat ederek fetvâ vermişlerdir. […] diğer bir kısmı ise, mümkün mertebe re’ye az müracaat etmişlerdir. Bu bakımdan birincilerinin talebeleri Meslek-i Irakî; ikincilerinin talebeleri de Meslek-i Hicâzî denilen hukuk ekollerinin kurucuları olmuştur.”
• Taklid Devri ve İctihad: “İslâm tarihinde hicrî IV. asırdan itibaren mutlak müctehide rastlanmadığı için, ictihad kapısının kapatıldığı iddiası ortaya atılmıştır. Halbuki ictihad kapısı kapatılmış değildir. Çünki bu kapıyı kapatmaya kimsenin salâhiyeti yoktur. Ancak yukarıda sayılan sebeblerle mutlak müctehid yetişmemiş, yani mutlak ictihad kapısı kendiliğinden kapanmıştı. […] Bu devirde muayyen bir mezheb içinde ictihadda bulunan çok sayıda mezhebde müctehidler yetişmiş; bunlar ortaya çıkan yeni meselelere hüküm getirmişler…”
• Modern Devir ve Kanunlaştırma: “Bu devirde […] İslâm hukukuna dair hükümlerin, eski devirlere nazaran daha yaygın bir biçimde kanunlaştırıldığı görülür. […] Avrupai tarzda kanun tekniğine uygun kanunlar çıkarıldı. Bunlar arasında bir tanesi İslâm hukuku bakımından çok mühimdir: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye.”
Sonuç ve Özet Not:
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin bu eseri, İslâm hukukunun 14 asırlık tarihini, Asr-ı Saadet’ten başlayarak günümüzdeki “Taknin Devri”ne kadar altı safhada ele alan, hacmine nisbetle son derece şümullü bir çalışmadır. Kitap, hukukun sadece nasslardan ibaret olmadığını, bilakis “hukukçular hukuku” olarak müctehidlerin yorumlarıyla zenginleştiğini ortaya koymaktadır. Mezheblerin teşekkülünü, “ehl-i re’y” ve “ehl-i hadîs” arasındaki metod farklarını izah etmekte ve “ictihad kapısının kapanması” gibi yaygın, ancak hatalı telakkileri ilmî delillerle tashih etmektedir. Eser, son bölümünde Mecelle’den modern Arap ülkelerindeki tatbikata kadar İslâm hukukunun güncel durumunu da analiz ederek, hem akademik camia hem de mevzuya meraklı umum halk için vazıh ve sistemli bir başvuru kaynağı mahiyetindedir.

Osmanlı Mahkemeleri (Tanzimat ve Sonrası)” başlıklı eseri.

Kitap, adliye tarihimizin en mühim kırılma noktalarından birini, yani Tanzimat devri reformlarını ve bu reformların neticesinde ortaya çıkan adlî yapıyı tasvir etmektedir.
Aşağıda, kitabın tafsilatlı dökümünü bulabilirsiniz:
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: OSMANLI MAHKEMELERİ (Tanzimat ve Sonrası) .
• Müellif: Doç. Dr. Ekrem Buğra Ekinci. Müellif, 1996 yılında İstanbul Üniversitesi’nde “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukukunda Kanun Yolları” başlıklı teziyle hukuk doktoru olmuş ve halen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Hukuk Tarihi dersleri vermektedir .
• Yayınevi: Arı Sanat .
• ISBN: 975-8525-45-4.
• Muhtevası: Eser, Osmanlı adliyesinin Tanzimat Fermanı sonrasında aldığı biçimi tasvir etmektedir. Kitap, adliye reformlarının sebeplerini, Batı’nın baskılarını, model alınan sistemi (Fransa), bu modelin İslâm hukukuna ne derece uyduğunu ve karşılaşılan güçlükleri ele almaktadır .
• Bölümleri (İçindekiler):
• Giriş: Konunun takdimi ve Klasik Devirde Mahkemeler.
• Birinci Bölüm: Adliye Reformlarının Sebepleri (Dış Baskılar, Hukukî Sebepler, Ticarî Gelişmeler vb.), Model Alınan Sistem (Fransa) ve Reformların Meşruluk Temelleri (İslâm hukukuna uygunluğu).
• İkinci Bölüm: İlk adlî reform olan Karma Mahkemeler (Ticaret Meclisleri, Karma Ceza Mahkemeleri) .
• Üçüncü Bölüm: Nizamiye Mahkemeleri’nin Tanzimat’ın ilk ve ikinci devirleri ile Meşrutiyet devrindeki gelişimi .
• Dördüncü Bölüm: Şer’iyye Mahkemeleri’nin Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerindeki durumu, yetkilerinin daraltılması ve lağvedilmesi .
• Beşinci Bölüm: Mısır, Sudan gibi İmtiyazlı Vilayetlerdeki reformlar .
• Altıncı Bölüm: Cemaat, Konsolosluk, İdare ve Askerî Mahkemeler gibi Özel Mahkemeler .
• Eser, Özet ve Sonsöz, Kaynakça ve İndeks ile tamamlanmaktadır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Kitabın Takdim (Prof. Dr. Mehmed Akif Aydın) ve müellifin Önsöz ve Giriş kısımlarında vurgulanan temel mesajlar şunlardır:
• Tanzimat, Hukukî Bir Kırılma Noktasıdır: Tanzimat dönemi, Osmanlı hukuk tarihinin en mühim kırılma noktasıdır. Bu döneme kadar İslâm hukuku merkezli olan Osmanlı hukuku, bu tarihten itibaren hem mahkemeler hem de kanunlar bakımından bu özelliğinden önemli ölçüde ayrılmıştır.
• Reformların Sebebi Millî Değil, Haricîdir: Bu köklü değişimin esas âmili, millî ihtiyaçlar değil, Batı’nın kendi ticarî ve siyasî menfaatleri icabı Osmanlı Devleti’ne dayatmasıdır. Osmanlı bürokrasisi, bu telkinlere “Osmanlı kimliğinde ve özgüven duygusunda yapacağı tahribatı dikkate almadan” kulak vermiştir.
• Günümüz Adliyesi Tanzimat’ın Devamıdır: Müellif, “Halbuki günümüz adliyesi, Tanzimat devri adliyesinin bir bakıma devamından başka bir şey değil” tespitini yaparak, bugünkü adlî sistemin (ve hatta Ortadoğu ülkelerindeki sistemlerin) temellerinin o devirde atıldığını vurgular.
• Adlî İkilik (Düalite) Vurgusu: Kitap, Tanzimat reformlarının “düalite” (ikilik) meydana getirdiğini (Şer’iyye ve Nizamiye mahkemelerinin yan yana bulunması) ve bu ikiliğin devletin sonuna kadar sürdüğünü temel bir problem olarak ortaya koymaktadır.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tespitler
Eser, adliye reformlarının sebeplerini, modelini ve meşruluk temellerini detaylıca incelemektedir:
• Reformların Sebepleri (Tespitler):
• Dış Baskılar: En mühim âmil budur. Avrupa devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya), gayrimüslim azınlıkları (Ortodoks, Katolik, Protestan) himaye bahanesiyle müdahale etmiştir. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa isyanı sebebiyle Rusya’dan yardım istenmesi, İngiltere’yi endişelendirmiş ve İngiltere’nin yardımı karşılığında reform sözü alınmıştır (1838 Baltalimanı Anlaşması ve 1839 Tanzimat Fermanı) . Kırım Harbi (1856) sonrası imzalanan Paris Anlaşması ile reformlar Avrupa teminatı altına girmiştir.
• Islahata Duyulan İhtiyaç: Klasik adalet düzeni bozulmuştu. Kadılık mesleği (kısa süreli tâyinler, maaşsız bekleme, uzak yerlere gitmeme) rüşvet gibi suiistimallere açık hale gelmişti .
• Merkezî Otoriteyi Güçlendirme: Ulemâ sınıfı ve kadılar, idare üzerinde denetim gücüne sahip, bağımsız bir otoriteydi. Reformlar, kadıların idarî, mâlî ve beledî yetkilerini alarak ve adlî yetkilerini yeni kurulan meclislere devrederek merkezî bürokrasiyi güçlendirmeyi amaçlamıştır .
• Ticarî Gelişmeler: Avrupa ile artan ticaret, kadıların bilmediği yeni ticarî örf ve âdetler ortaya çıkarmış, bu da Avrupalı tüccarların da yer aldığı özel Ticaret Meclisleri’nin kurulmasını zaruri kılmıştır .
• Model Alınan Sistem (Tespitler):
• Model Fransa olmuştur.
• Sebebi, Fransa’nın askerî reformlarda örnek alınması (III. Selim) , merkeziyetçi idare yapısının Osmanlı hedeflerine uygun olması ve başta Reşid, Âli ve Fuad Paşalar olmak üzere reformcu ricâlin Fransızca bilmesi ve orada vazife yapmış olmalarıdır.
• Özellikle Lübnan (1861) ve Girit’teki (1868) reformlar Fransız modeline göre yapılmış ve bu reformlar 1864 Vilayet Nizamnâmesi’ne ve 1868’de Şûrâ-yı Devlet ile Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’nin kurulmasına örnek teşkil etmiştir.
• Meşruluk Temelleri (Tespitler):
• Reformcular, yaptıkları her yeniliği İslâm hukukuna ve geleneğe dayandırmaya çalışmıştır.
• İki Ayrı Mahkeme (Düalite): Nizamiye mahkemelerinin kuruluşu, İslâm hukukunda hükümdarın (Padişahın) kadıların yetkilerini (zaman, mekân ve konu ile) sınırlandırabileceği prensibine (Mecelle m. 1801) dayandırılmıştır.
• Cevdet Paşa’nın Rolü: Ahmed Cevdet Paşa, Nizamiye mahkemelerinin meşruluğunu İslâm tarihindeki “divan-ı mezâlim” geleneğine bağlayarak (kadıların bakamadığı veya çekindiği idarî ve cezaî dâvalara bakan divanlar) ulemâyı ikna etmiştir.
• İstinaf ve Temyiz: Bu yeni kurumlar, klasik devirde Divan-ı Hümayun’a veya Padişaha müracaat hakkının (Mecelle m. 1837-1839) yeniden düzenlenmesi olarak meşrulaştırılmıştır.
• Gayrımüslim Üyeler: Bu husus, mezâlim divanlarında gayrımüslimlerin (zimmî) hükme iştirak etmeksizin, tenfiz veziri (dâvâyı araştıran, hazırlayan) olarak bulunabilmesi esasına kıyasen meşrulaştırılmaya çalışılmış; pratikte ise bu üyeler göstermelik kalmıştır .
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Eserde, dönemin mahiyetini ve reformların arkasındaki zihniyeti ortaya koyan pek çok vurucu iktibas bulunmaktadır:
* (Prof. Dr. Mehmed Akif Aydın): “Bu köklü değişimde rol oynayan esas âmil Batı’nın kendi ticarî ve siyasî menfaatleri açısından uygun gördüğü şeklin Osmanlı devletine dayatılmasıdır.” * (Prof. Dr. Mehmed Akif Aydın): “Ne yazık ki, döneme damgasını vuran Osmanlı bürokrasisi… Osmanlı kimliğinde ve özgüven duygusunda yapacağı tahribatı dikkate alınadan Batı’nın bütün telkinlerine kulak vermişlerdir.” * (Doç. Dr. Ekrem Buğra Ekinci): “Halbuki günümüz adliyesi, Tanzimat devri adliyesinin bir bakıma devamından başka bir şey değil. Bugün karşılaşılan sorunların pek çoğunun arkasında bu devirde yaşananlar var.” * (Said Halim Paşa’dan iktibas): “Adalet sistemimizi ıslah etmek için Fransa adalet sistemini esas aldık. Halbuki Fransız cemiyeti, bizimkine asla benzemeyen… bizden pek farklı olan… bir cemiyetti.” * (Said Halim Paşa’dan iktibas): “Bu yeni kurulanlar (mahkemeler) ise, Fransız mahkemelerinden üstünkörü alınmış olduklarından, getirildikleri muhit ile hiç ilgisi yoktu. Memleketimize Fransa’nın kendisi kadar yabancı idiler.” * (Cevdet Paşa’dan iktibas): “Devletin mahkeme-i kübrâsı olan Meclis-i Vâlâ’da teşkil-i tarafeyn kaidesine riâyet olunmaz ve evvel ü âhir kazasker efendiler teşkil-i tarafeyn etmedikçe muhakemeye başlamaz iken koca bir Meclis-i Vâlâ’da bunun lüzumu bilinmezdi…” (Müellif bu sözü, reformların sathi olduğunu göstermek için iktibas eder ).
* (Ziya Paşa’dan iktibas): “…şeriat mahkemelerine yalnız karı koca kavgasıyle talâk ve nikâh gibi sırf umur-ı mezhebiyyeye dâir hususatın bırakılması bilcümle şer’-i şerifin vücudunu kaldırmak… maksadından başka bir mânâya hamlolunmaz.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, bu eseri hazırlarken (kitabın Giriş ve Kaynakça bölümlerinde belirtildiği üzere) çok zengin birinci ve ikinci el kaynaklardan istifade etmiştir. Kitabın kaynakçasına göre, konuyu destekleyen temel kaynaklar şunlardır:
• Arşiv Vesikaları: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA).
• Resmî Mevzuat: Düstur, Takvim-i Vekayi’ ve Külliyât-ı Kavanin gibi resmî kanun mecmuaları ve gazeteler .
• Devlet Adamlarının Eserleri (Birincil Kaynaklar):
• Ahmed Cevdet Paşa (Başta Tezâkir ve Maruzat olmak üzere).
• Ahmed Lûtfi Efendi (Vekayi’nâme – Tarih).
• Yabancı Gözlemciler ve Araştırmacılar:
• Engelhardt, Ed. (Tanzimat) .
• Ubicini, M. A. (Türkiye 1850 ve 1855’de Türkiye).
• Davison, Roderic (Osmanlı İmparatorluğunda Reform).
• Modern Türk Hukuk Tarihçileri:
• Ortaylı, İlber (İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı ve diğer makaleleri).
• Çadırcı, Musa (Tanzimat dönemi üzerine çalışmaları).
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler (Deliller): Müellif, tezlerini ispatlamak için Önsöz ve Giriş bölümlerinde belirttiği gibi, hamasetten uzak, ilmi bir metodla birincil kaynakları esas almıştır. Bu deliller (şahitler):
• Arşiv Vesikaları: Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtları.
• Kanun Metinleri ve Şerhleri: Düstur ve Takvim-i Vekayi’ gibi resmî yayınlar.
• Hâtırat ve Kronikler: Dönemin hadiselerine bizzat şahitlik eden devlet adamlarının (Ahmed Cevdet Paşa ve Vakanüvis Lûtfi Efendi gibi) kayıtları.
• Yabancı Gözlemciler: Dönemi yaşayan Ubicini ve Engelhardt gibi Avrupalıların eserleri.
• Çıkarılacak Sonuçlar (Kitabın Özet ve Sonsöz bölümüne göre ):
• Tanzimat reformlarının en mühim sebebi, bozulan iç nizamdan ziyade, Avrupa devletlerinin siyasî ve ticarî baskılarıdır.
• Bu reformlar, Fransız adlî sistemini model almış; bu da Osmanlı geleneğinden ziyade merkeziyetçilik arzusuna dayanmıştır.
• Reformların en bariz neticesi, adlî ikilik (düalite) olmuştur. Şer’iyye mahkemeleri (İslâm hukukuna dayalı) ile Nizamiye mahkemeleri (Fransız modeline dayalı) yan yana yaşamış ve bu durum, cumhuriyete kadar süren bir görev karmaşasına yol açmıştır.
• Reformlar hiçbir tarafı memnun etmemiştir. Müslümanlar bunu geleneğin bozulması; Avrupa devletleri yetersiz ; gayrimüslimler ise göz boyama olarak görmüştür.
• Reformlar, yetişmiş eleman (hukukçu) eksikliği sebebiyle sathî (yüzeysel) kalmıştır. Nizamiye mahkemelerine hâkim olarak yine kadılar (ulemâ) tâyin edilmek zorunda kalınmış, bu da reformun maksadıyla çelişmiştir.
• Tüm bu eksikliklere rağmen, Tanzimat devri adlî ıslahatı, Osmanlı Devleti’nin çözülmesini geciktirmiş ve hem Cumhuriyet sonrası Türk adliyesine hem de pek çok Ortadoğu ülkesinin adlî teşkilatına temel teşkil etmiştir.
7. Özet Notu ve Genel İktibaslar
Eser, Tanzimat Fermanı ile başlayan ve Cumhuriyet’e uzanan modern Osmanlı adliye teşkilatının kuruluşunu tasvir eden temel bir hukuk tarihi çalışmasıdır. Kitabın ana fikri, bu dönemde kurulan yeni mahkemelerin (Nizamiye, Ticaret) bir iç ihtiyaçtan veya İslâm hukukunun yetersizliğinden değil, bilakis Batı’nın siyasî ve ticarî baskıları neticesinde, merkezî otoriteyi güçlendirmek ve gayrimüslimlere güvence vermek maksadıyla Fransız modeli esas alınarak kurulduğudur.
Bu reformların en belirgin neticesi, “düalite” yani adlî ikilik olmuştur. Geleneksel Şer’iyye Mahkemeleri varlığını sürdürürken, yanlarına Batı usul ve kanunlarını (ve gayrimüslim üyeleri) barındıran Nizamiye Mahkemeleri ihdas edilmiştir. Müellif, Ahmed Cevdet Paşa gibi reformcuların bu yeni yapıyı İslâm hukukundaki “divan-ı mezâlim” geleneğine dayandırarak meşrulaştırmaya çalıştığını ortaya koyar.
Sonuç olarak; kitap, bu reformların yeterli yetişmiş eleman olmadan ve “üstünkörü” yapılmasının, kimseyi memnun etmediğini ancak tüm kusurlarına rağmen bu karmaşık adlî mirasın hem modern Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de diğer eski Osmanlı vilâyetlerinin günümüzdeki adlî teşkilatının temelini oluşturduğunu tespit etmektedir.

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci tarafından kaleme alınan “İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler” adlı eseri.

İşte eser hakkındaki teferruatlı döküm:
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: İslâm Hukuku ve “Önceki Şeriatler”
• Alt Başlık: Eski Hukukumuzda Önceki İlahî Hukuk Sistemlerinin Yeri (Kapakta bu ibare geçmese de, muhtevası bunu işaret etmektedir.)
• Müellifi: Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci (Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Kürsüsü) .
• Baskı: Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, İstanbul 2010.
• Ana Konusu: Eser, İslâm hukukunun tâlî (ikincil) delillerinden biri olan “şerâyi-i sâlife” veya “şerâyi’u men kablenâ” (bizden öncekilerin şeriatleri) mefhumunu merkezine almaktadır. İslâm hukukunun, kendinden evvel gelen ilahî hukuk sistemleri (bilhassa Mûsevî ve Îsevî şeriatleri) ile olan münasebetini, bu sistemlerden hangi hükümleri ikrar (kabul) edip hangilerini neshettiğini (yürürlükten kaldırdığını) fıkıh usûlü (hukuk metodolojisi) açısından tedkik etmektedir.
• Metodolojisi: Müellif, mukayeseli hukuk tarihi ve hukuk felsefesi disiplinlerini kullanarak, ilahî menşeli hukuk sistemlerini (Yahûdî, Hıristiyan ve İslâm) tedkik eder. Eser, hem bu hukukların tarihî gelişimini (Tevrat, Talmud , İnciller , Kanonik Hukuk vb.) hem de İslâm hukukçularının (Hanefî, Şâfiî vb.) bu kaynakların delil değeri hakkındaki ihtilaflarını ele alır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin temel gayesi, İslâm hukukunun menşei (aslı) hakkındaki bazı iddialara ilmî cevaplar vermek ve ilahî hukuk sistemleri arasındaki irtibatı doğru bir zeminde ortaya koymaktır:
• İktibas Değil, Müşterek Menşe: Bazı oryantalistlerin, İslâm hukukunun büyük ölçüde Yahûdî hukukundan iktibas edildiği (alındığı) yönündeki iddialarına karşı çıkar. Müellife göre, ilahî hukuk sistemleri (Yahudîlik, Hıristiyanlık, İslâm) arasındaki benzerlikler, birinin diğerinden beşerî bir iktibası değil, hepsinin aynı ilahî menşeden (vahiyden) beslendiğini gösterir.
• İslâm Hukuku Tekâmülün Son Halkasıdır: İslâm hukuku, kendinden önceki ilahî hukuk sistemlerinin bir devamı ve tamamlayıcısıdır. Önceki şeriatlerde bulunan evrensel hukukî ve ahlâkî esasları ikrar ve tasdik etmiş , ancak zaman ve zeminle mukayyet olan veya tahrifata uğrayan hükümleri neshetmiştir.
• Hukukun Temeli İnsandan Önce Vardır: Müellif, hukukun temelinin ilk insanın yaratılışına, hatta daha öncesine dayandığını; hukuk kâidelerinin ilk insan yaratılmadan evvel yaratıldığını ve insanın yaratılışının bu kâidelerin tatbikatı olduğunu savunur.
• “Şerâyi-i Sâlife”nin Delil Değeri: İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, Kur’an veya Sünnet tarafından bize nakledilen ve neshedildiği (kaldırıldığı) açıkça bildirilmeyen önceki şeriatlerin hükümleri, İslâm hukuku için de geçerli bir delil teşkil eder.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, üç ana ilahî dinin hukuk tarihine dair zengin malumat ve tesbitler ihtiva etmektedir:
• Şerâyi-i Sâlife’nin Usûldeki Yeri: İslâm hukukunun dört aslî delili (Kitab, Sünnet, İcma, Kıyas) yanında, “şerâyi-i sâlife”nin istihsan, maslahat, örf gibi tâlî deliller arasında sayıldığı belirtilir.
• Yahûdî Hukukunun Teşekkülü:
• Tevrat (Tora): Bugün elde bulunan Tevrat’ın (Ahd-i Atîk) Hazret-i Mûsâ’ya inen aslî metin olmadığı, Buhtunnasr işgali (M.E. 587) sonrası kaybolduğu , sonradan Ezra gibi yazıcılar tarafından hatırda kalanların toplanmasıyla M.E. 400 civarında telif edildiği tesbit edilir. Tesniye kitabının 34. bâbında Hazret-i Mûsâ’nın vefatının anlatılmasının , metnin O’ndan sonra yazıldığını gösterdiği vurgulanır.
• Talmud: Tevrat’ın (yazılı emirler) yanında, Hazret-i Mûsâ’ya Tûr’da verildiğine inanılan şifahî emirlerin (sözlü hukuk) bulunduğunu; bu şifahî rivayetlerin (Mişna) ve bunlara yapılan şerhlerin (Gamara) birleşmesiyle Talmud’un (Kudüs ve Bâbil Talmudu) meydana geldiğini izah eder.
• Hıristiyan Hukukunun Teşekkülü:
• İncil’in Durumu: Hazret-i Îsâ’ya İncil adında müstakil bir kitabın indiğine, ancak bunun kaybolduğuna , bugünkü İncillerin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) O’nun hayatını ve sözlerini nakleden üçüncü şahısların kaleminden çıkan mecmualar olduğuna ve 325 İznik Konsili’nde 54 nüshadan seçildiğine dikkat çekilir.
• Paulus’un Rolü: Aslen Yahûdî olan Paulus’un (St. Paul) , Hıristiyanlığı pagan kitlelere yayabilmek için Mûsevî şeriatinin birçok amelî hükmünü (hitan/sünnet, yiyecek yasakları vb.) kaldırdığı ve bugünkü Hıristiyanlığın iman esaslarını büyük ölçüde onun mektuplarının teşkil ettiği tesbit edilir.
• Kanonik Hukuk: Hıristiyanlığın, İslâm ve Yahûdîlik gibi etraflı bir hukuk sistemine sahip olmadığı; Kanonik Hukuk denilen kilise hukukunun, İslâm hukukundan çok sonra ve büyük ölçüde Roma hukukunun tesiri altında teşekkül ettiği belirtilir.
• “Şerâyi-i Sâlife” Hakkındaki Fıkhî Görüşler:
• Kabul Edenler (Hanefîlerin çoğu, Mâlikîler): Kur’an veya Sünnet yoluyla bize bildirilen ve neshedildiği sabit olmayan önceki şeriatlerin hükümleri, bizim için de bağlayıcıdır.
• Reddedenler (Şâfiîlerin bazısı, Mu’tezile): İslâm şeriati, öncekilerin hepsini neshetmiştir. Bu sebeple delil olmazlar.
• Tevakkuf Edenler (Duraksayanlar): Bu konuda kesin hüküm verilemeyeceğini savunanlar.
• Müellif, üçüncü bir görüş olarak, bu hükümlerin artık “Hazret-i Muhammed’in şeriati hâline geldiği” ve bu sebeple bağlayıcı olduğu yönündeki Hanefîlerin muhtar (tercih edilen) görüşünü nakleder.
• Mukayeseli Hükümler: Kitap, İslâm hukukunun önceki şeriatlerden hangi hükümleri ikrar ettiğini (oruç , kısas , recm , hitan/sünnet , kurban , adak ), hangilerini değiştirdiğini (taaddüd-i zevcat/çok eşlilik , diyet ) ve hangilerini tamamen neshettiğini (kardeşle evlilik , ganimetin yakılması , Sebt yasağı ) tafsilatlı misallerle ortaya koyar .
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Kitabın ana fikrini ve müellifin bakış açısını yansıtan bazı mühim iktibaslar şunlardır:
* “Bir zaman önce bazı oryantalistler, İslâm hukukunu incelemişler ve bunun büyük ölçüde Yahûdî hukukundan iktibas edildiği neticesine varmışlardı.” * “Dinler tarihini tedkik, bir bakıma insanlık tarihi demekti ve hukukun temelini ilk insanın yaradılışına, hatta daha öncesine kadar götürmeye imkân veriyordu. Buna göre daha ilk insan yaratılmadan evvel hukuk kâideleri yaratılmıştı. İnsanın yaradılışı da bu kâidelerin tatbikata dökülüşü demekti.” * “İslâm hukuku da eski şeriatlerde bulunan çok hüküm ve müesseseyi aynen kabul etmiş; bazılarını ise yürürlükten kaldırdığını beyan etmiştir. Bu da gösteriyor ki her ilahî hukuk sistemi birbirinin bir bakımdan devamıdır; hiç değilse birbiriyle yakından irtibatlıdır.” * “Kur’an, kendisinden önce gönderilen kitapları ve bunların vaz eylediği şeriatleri -prensip itibariyle- neshetmiştir.” * “Görülüyor ki bu tâbi’lik hükmendir. Bütün peygamberler Allah’a yakın olma saadetinin yerleĢmesi için çalıĢmıĢlardır. Nübüvvet, Hazret-i Âdem’den itibaren devamlı bir kemâl seyri tâkib etmiĢtir. Bütün peygamberler bu seyrde birbirlerine halef-selef olmuşlar ve en son Hazret-i Muhammed’de bu iş kemâle ermiştir.” * “İlahî hukuk sistemlerinin hükümlerinin birbirine benzemesi, birbirini etkilemesi gayet tabiîdir. Bunun sebebini de, bu hukuk sistemlerinin arkasındaki müşterek kaynakta, orijinde aramak lâzımdır. Bu müşterek kaynak dindir, dolayısıyla ilahî vahydir.” * “Öyleyse bir dine âit olduğu sâbit bulunan hukukî hükümlerin bir başka ilahî hukuk sisteminde de tatbike medar olması mümkündür. Çünki hepsinde de Şâri’, hukuk koyucu müşterektir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, eserini hazırlarken hem klasik İslâmî kaynaklara hem de modern araştırmalara ve Batılı kaynaklara müracaat etmiştir. Metinde ve Kaynakça’da zikredilen başlıca kaynaklar şunlardır:
• Mukaddes Metinler: Kitâb-ı Mukaddes (Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedid).
• Klasik İslâm Kaynakları (Usûl, Tefsir, Tarih):
• Taşköprüzâde Ahmed (Mevduâtü’l-Ulûm)
• Nişancızâde Mehmed Efendi (Mir’at-ı Kâinât)
• Cessâs (Ahkâmü’l-Kur’an)
• Kurtubî (el-Câmi’ul-Ahkâmi’l-Kur’an)
• İbnü’l-Arabî (Ahkâmü’l-Kur’an)
• Şemsüleimme es-Serahsî (Usûlü’s-Serahsî)
• Pezdevî ve şerhi Keşfü’l-Esrâr
• Âmidî (el-İhkâm)
• İmam Gazâlî (el-Mustasfâ)
• Şihristânî (el-Milel ve’n-Nihâl)
• İbn Abidîn (Reddü’l-Muhtar)
• Modern ve Batılı Kaynaklar:
• Muhammed Hamidullah
• Mahmud Es’ad Bey (Tarih-i İlm-i Hukuk)
• Paul Johnson (Yahudi Tarihi)
• Hamide Topçuoğlu (Eski İsrail Hukuku)
• Félicien Challaye (Dinler Tarihi)
• Sava Paşa (İslâm Hukuku Nazariyatı)
• Fuad Köprülü
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Eserin tamamından hareketle müellifin ulaştığı temel neticeler şunlardır:
• İlahi Hukuklar Arasında Menşe Birliği Vardır: İslâm, Yahûdî ve Hıristiyan hukuk sistemleri arasındaki fıkhî (hukukî) ve amelî benzerlikler, bu sistemlerin birbirini kopyaladığı (iktibas ettiği) manasına gelmez. Bu benzerlikler, hepsinin aynı ilahî kaynaktan (vahiy) geldiğinin ve müşterek bir menşei paylaştığının isbatıdır.
• “Şerâyi-i Sâlife” Tâlî Bir Delildir: İslâm hukukçularının ekseriyetine göre (bilhassa Hanefîler), Kur’an-ı Kerim’de veya Sünnet-i Seniyye’de bizden öncekilere (Ehl-i Kitab’a) ait olduğu bildirilen ve İslâm şeriati tarafından açıkça neshedildiği (yürürlükten kaldırıldığı) isbatlanmayan hükümler, Müslümanlar için de geçerli bir hukuk kaynağı, yani tâlî bir delildir.
• İslâm, Öncekilerin Devamı ve Mütemmimidir: İslâm hukuku, önceki ilahî şeriatleri (özellikle Hazret-i İbrâhîm’in hanîf dinini ) temel alıp tasdik etmiş, ancak zamanla tahrifata uğrayan veya o devrin şartlarına mahsus olan hükümleri (nesh yoluyla) ıslah ederek ilahî hukuku kemâle erdirmiştir.
• Hükmün Meşruiyeti İslâm Nasslarına Dayanır: Önceki şeriatlerden bir hükmün delil olabilmesi için, bugünkü tahrif edilmiş Tevrat veya İncil’de bulunması yeterli değildir. Mutlaka Kur’an veya Sünnet tarafından (ikrar edilerek) nakledilmiş olması şarttır. Bu durumda o hüküm, artık eski şeriatin değil, İslâm şeriatinin (Kitap veya Sünnet’in) bir parçası haline gelir.
• İslâm Hukuku Müstakil ve Orijinaldir: İslâm hukukunun Roma hukukundan veya diğer beşerî sistemlerden iktibas edildiği iddiaları temelsizdir. Aradaki cüz’î benzerlikler ya hukukun evrensel prensiplerinden ya da tesadüften ibarettir; zira iki sistemin temelleri (vahiy – beşerî akıl), metodolojileri ve hükümleri (aile, miras, kölelik) taban tabana zıttır.
7. Kitabın Özeti, Genel Yönleri ve Sonuç Notu
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin bu eseri, “şerâyi-i sâlife” (önceki şeriatler) mefhumunu merkezine alarak, İslâm hukukunun kendinden önceki ilahî hukuk sistemleriyle olan derin ve karmaşık münasebetini inceleyen mukayeseli bir hukuk tarihi çalışmasıdır.
Müellif, eserine oryantalistlerin İslâm hukukunun Yahûdî hukukundan iktibas edildiği yönündeki iddialarını ve “dinler arası diyalog” gibi pragmatik yaklaşımları sorgulayarak başlar. Kitabın ana tezi, bu ilahî hukuk sistemleri (Mûsevî, Îsevî, İslâmî) arasındaki benzerliklerin, iddia edildiği gibi bir “iktibas” (çalıntı) değil, “müşterek bir menşein” (ilahi kaynak birliğinin) delili olduğudur.
Eser, üç temel bölüm üzerine kurulmuştur:
• Hukuk Sistemlerinin Menşei: İlk bölümde hukuk sistemlerinin kaynakları (Din, Akıl, Örf, Kanun) ve ilahî hukukların peygamberler vasıtasıyla nasıl teşekkül ettiği incelenir.
• Mukayeseli Tedkik: İkinci ve en hacimli bölümde, Yahûdî hukukunun (Tevrat ve Talmud merkezli) ve Hıristiyan hukukunun (Paulus’un tesiri ve Kanonik Hukukun teşekkülü ) tarihî gelişimi ve temel hükümleri (aile, ceza, miras vb.) tafsilatlıca ortaya konur. Bu bölümlerde, mevcut mukaddes metinlerin tahrifi ve aslî hükümlerden nasıl uzaklaşıldığı ilmî olarak tesbit edilir.
• İslâm Hukukundaki Yeri: Üçüncü ve dördüncü bölümlerde, İslâm hukukçularının (mütekellimîn ve fukahâ) “şerâyi-i sâlife”nin delil olup olmadığı yönündeki üç temel görüşü (kabul edenler, reddedenler ve önceki hükümlerin artık İslâm şeriati haline geldiğini savunanlar) delilleriyle birlikte sunulur.
Sonuç ve Özet Not:
Müellif, “Değerlendirme” bölümünde, İslâm hukukunun bu eski şeriatlere üç şekilde yaklaştığı neticesine varır:
• Aynen Kabul (İkrar): Kısas , recm , oruç , hitan (sünnet) , fâiz yasağı gibi temel hükümleri aynen kabul etmiştir.
• Değiştirerek Kabul (Islah): Taaddüd-ü zevcat (sayıyı 4 ile sınırlayarak) , kasâme , mehr , kurban gibi müesseseleri ıslah ederek kabul etmiştir.
• Tamamen Red (Nesh): Kardeşle evlilik , ganimet malının yakılması , Sebt gününün (Cumartesi) kudsiyeti ve miras hukukundaki bazı adaletsizlikleri (kızların mirastan mahrumiyeti) tamamen neshetmiştir.
Netice olarak bu eser, İslâm hukukunun statik veya başka sistemlerden iktibas edilmiş bir hukuk olmadığını, bilakis ilahî vahiy silsilesinin son halkası olarak önceki şeriatleri tasdik eden, ıslah eden ve kemâle erdiren müstakil, dinamik ve orijinal bir sistem olduğunu ilmî delillerle ortaya koyan mühim bir hukuk tarihi ve fıkıh usûlü çalışmasıdır.

Doç. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’ye ait “İslâm Hukukunda Değişmenin Sınırı” başlıklı eseri.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: İslâm Hukukunda Değişmenin Sınırı
• Müellifi: Doç. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
• Müellifin Vazifesi (Eserin Yazıldığı Tarihte): M. Ü. Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Kürsüsü
• Yayınevi: Arı Sanat Yayınları
• Basım Yılı: 2005
• ISBN: 9758525646
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin temel tezi, İslâm hukukunun, modern devirlerde iddia edildiğinin aksine, “statik bir hukuk sistemi olmadığıdır”. Kitap, bu dinamizmin sınırlarını, usulünü ve tarihî misallerini ortaya koymayı hedefler.
Başlıca mesajları şunlardır:
• Değişim, Hukukun Ruhuna Uygundur: Müellif, İslâm hukukunun ilahî menşeli olmakla beraber 9değişime yabancı olmadığını, zira hükümlerin “tesbit ve tefsiri, beşerî bir faaliyet olduğu için” zamanla değişiklik gösterebileceğini belirtir. Nesh (hükmün kaldırılması) hadisesinin varlığı dahi, değişimin “İslâm hukukunun ruhuna aykırı olmadığını” gösterir.
• Değişimin Sınırı “Hudûdullah”tır: Eserdeki en temel mesaj, değişimin bir sınırı olduğudur. Bu sınır, “Allah’ın koyduğu sınırlar” yani Hudûdullah’tır “Nassa dayalı hükümler zamanla değişmemektedir”. Bilhassa “inanç ve ibâdetlere dair esaslarda zamanla değişiklik olması söz konusu değildir”.
• Değişen Şey “Nass” Değil, “Tatbik”tir: Kitap, nass (dogma) ile ictihadı ayırır. Değişmeyen, nassın kendisidir. Değişen ise, “bu hükümlerin tefsir ve hâdiselere tatbiki”dir. İctihad müessesesi, bu değişikliğe hukuki meşruiyet zeminini sağlayan ana müessesedir.
• Modernizm ve Tarihselcilik Bir Çözüm Değildir: Müellif, “İslâm hukukunu reforme etme iddiasındaki modernizm, tarihselcilik ve hermenötik” yaklaşımlarını tenkit eder. Bunların “İslâm kültürü dışında doğmuş” metodlar olduğunu ve nassları bu metodlarla değerlendirmenin “temel bir yanlışlıktır” olduğunu savunur.
• Çözüm, Hukukun Kendi Literatüründedir: Günümüzdeki yeni meseleler (borsa, sigorta vb. ) karşısında çözümün, hukuku “reforme etmek” değil, “İslâm hukukunun geniş literatürü arasında arayıp, daha evvel çözülmüş benzer meselelere kıyas etmekten ibâret” olduğunu belirtir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, İslâm hukukunun değişme kabiliyetini ve bunun amillerini (sebeplerini) tesbit eder.
A. Değişimin Hukuki Mekanizması
Kitaba göre, değişimin anahtar kavramı istihsan olup, bu üç şarta bağlıdır:
• Örf (Gelenek, teamül)
• Zaruret (Zorunluluk)
• Maslahat (Amme menfaati)
Müellif, Hanefî mezhebindeki mütekaddimîn (Hicrî 300’e kadar) ve müteahhirîn (sonra gelenler) ayrımına dikkat çeker. Müteahhirîn ulemasının “yeni örf ve âdetleri, zamanın fesâdını, zaruret hallerini nazara alarak” önceki imamlardan farklı fetvalar verebildiğini tesbit eder.
B. Modernist ve Tarihselci Görüşlerin Tenkidi
Eser, İslâm hukukunun “statik” olduğunu iddia eden modern pozitif hukukçuları (Ömer Lütfi Barkan, Esat Arsebük, Mahmud Es’ad Bozkurt vb.) , ictihad müessesesinden “habersiz” olmakla tenkit eder.
Eser, asıl tenkidini Tarihselcilere (Fazlurrahman, Arkoun vb. ) yöneltir:
• Onların “akıl ile nakil çatışırsa, akıl esas alınır” prensibini reddeder; İslâmiyetin kıymet verdiği aklın “akl-ı selîm” olduğunu belirtir.
• Tarihselcilerin “yegâne mesnedleri” (tek dayanağı) olarak gördükleri Hazret-i Ömer’in tatbikatını (kıtlıkta hırsızlık cezasını infaz etmemesi, müellefe-i kulûba zekâtı durdurması, Ehl-i kitap kadınla evliliği yasaklaması ) teker teker inceler.
• Bu hadiselerin nassı “iptal mânâsına gelmeyeceğini” savunur. Bunların, şüphe sebebiyle haddin düşmesi (hırsızlık) , maslahat gereği mübahı yasaklama (evlilik) veya neshe dayalı icma (müellefe-i kulûb) olduğunu tesbit eder.
C. Ahkâmın Değişmesini Doğuran Amiller (Misallerle)
Kitap, değişimin temel sebeplerini şöyle sıralar:
• Örf ve Âdet:
• Mecelle’nin “Adet muhakkemdir” (m. 36) ve “Ezmânın tagayyürüyle ahkâmın tebeddülü inkâr olunamaz” (m. 39) kaideleri esastır.
• Eser, İmam Ebû Yûsuf’un “eğer nassın kaynağı örf ise sonradan ortaya çıkan bu örf ile nassın hükmü değişebilir” şeklindeki mühim ictihadını vurgular. Mecelle’nin 39. maddesinin bu esasa dayandığı belirtilir.
• Fesâdü’z Zemân (Zamanın Bozulması):
• Bu, “hukukî hükümlerin değişmesinde en mühim âmil” olarak tesbit edilir. Bu, insanların ahlâken bozulması ve emniyetin azalmasıdır .
• Misal: Hazret-i Osman’ın, “âmillerin suiistimallerine” mâni olmak için bâtınî malların (altın, gümüş) zekâtının toplanmasını devletin uhdesinden alıp şahıslara bırakması.
• Misal: İmam-ı A’zam zamanında şahitlerin tezkiyesi (araştırılması) gerekmezken, “adâlet hissinin zayıfladığını ve fıskın arttığını gören İmameyn, şahitlerin tezkiye edilmeleri gerektiğine” hükmetmiştir.
• Misal: Nikâhtan kurtulmak için hîle olarak irtidad eden (dinden çıkan) kadınların artması üzerine Belh uleması, “kadının irtidadıyla nikâhın bozulmayacağına” fetva vermiştir.
• Misal: Ehliyetsiz kimselerin ictihad iddiasıyla “dini tahrif ederler” endişesiyle ve “sedd-i zerâyi” (kötülüğe giden yolu kapatma) prensibiyle, dört mezhebe bağlılıkta “zımnî icma” doğmuştur.
• Yeni Buluşlar (İlim ve Fendeki İnkişaflar):
• Misal (Tıp): Organ ve kan nakli, “hayatı kurtarmak gibi zarurîdir” denilerek, tedavi (tedâvî) bahsinde ele alınmıştır. Müellif, İmam Gazâlî’den iktibasla, haşrin (dirilişin) aynı zerrelerle değil, “benzerleri yaratılacaktır” sözüyle bu konudaki şüpheleri izale eder.
• Misal (Tıp): Tüp bebek usulüne “nesebin sübutuna fetva verilmiştir” ; kadının, kocasının menisini “cinsî temas hâricinde rahmine akıtması” halinde çocuğun nesebinin sabit olacağı belirtilir.
• Misal (İletişim): Telefonla akid yapılması , “resul (haberci) olarak akdin bir tarafını temsil edebilmektedir” denilerek mektuba kıyas edilmiştir.
• Misal (Matbaa): Te’lif hakkı (telif hakkı). Bu hakkın “mal olmayıp müstakillen satılamayacağı için, bedeli mukabili ferağ yolu gösterilmiştir”.
• Misal (Finans): Bankaya para yatırmak, “hükmen teslim mânâsına gelmektedir”.
• Zaruret ve İhtiyaçlar:
• Mecelle’nin “Meşakkat teysiri celbeder” (m. 17) ve “Hacet… zaruret menzilesine tenzil olunur” (m. 32) kaideleri zikredilir.
• Misal: Bey’ bi’l-vefa (vefaen satış), normalde câiz değilken, “Buhara ahalisinde borç tekessür ettikde görülen ihtiyaç üzerine” kabul edilmiştir.
• Misal: Hîle-i Şer’iyye (Hukuki çareler). Müellif, bunun “kanuna karşı hîle” olmadığını, hukukun “gösterdiği başka bir yoldan gitmek” olduğunu savunur. İyne ve muamele satışları buna misal verilir.
• Misal: Mefkud (Kayıp şahıs). Hanefî mezhebinde kocası kaybolan kadının evliliği feshedilemezken , “uzun süren harblerin tesiriyle kocasız kadınların sıkıntıya düşmeleri üzerine, Osmanlı Devleti’nde 1916 senesinde Mâlikî mezhebi tercih edilerek” dört sene sonra feshe imkân tanınmıştır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
• “Fıkıh kitaplarının en faziletlisi ilk yazılanları; en faydalısı ise son yazılanlarıdır”.
• “Ezmânın tagayyürüyle, ahkâmın tebeddülü inkâr olunamaz” (Mecelle m. 39).
• Mecelle Esbâb-ı Mûcibe Lâyihası’ndan: “…asl-ı kâide-i şer’iyye tegayyür etmeyüb fakat bunun havâdise emr-i tatbiki, tebeddül-i ahvâl-i zaman ile tebeddül ediyor”.
• “…insanlar arasındaki örflerin değişmesi veya zaruret durumunda, hukukî hükümlerin de bu çerçevede değişebileceğini; ama nassların, yani dogmaların asla değişmeyeceğini söylemektedir.”
• “Halbuki akıl üstü olan, akıl dışı sayılamaz”.
• Seyyid Hüseyn Nasr’dan iktibasla: “Allah, şeriati, insana kendisini ve cemiyeti ıslah etsin diye vahyetmiştir. Düzelmeye muhtaç olan insandır, Allah’ın vahyettiği din değil”.
• “İslâm hukuku, statik bir hukuk sistemi değildir”.
• “Mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur” (Mecelle m. 14).
• “Halbuki İslâm hukuku, eskilerin tabiriyle bir bahr-i ummân-ı bî-pâyândır, yani ucu bucağı olmayan bir denizdir. O halde yapılacak en uygun şey, zamanın değişmesiyle yeni meselelerle karşılaşıldığında, bunun çözümünü İslâm hukukunun geniş literatürü arasında arayıp, daha evvel çözülmüş benzer meselelere kıyas etmekten ibâret gibi görünüyor.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, tezlerini desteklemek için hem klasik fıkıh kaynaklarına hem de modern tenkitlere müracaat etmiştir. Dayandığı başlıca kaynaklar şunlardır:
• Klasik Fıkıh ve Kavaid:
• İbn Âbidîn (Reddü’l Muhtar)
• İbn Nüceym (el-Eşbâh ve’n Nezâir)
• Ali Haydar Efendi (Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm)
• Şâtıbî (el-Muvâfakat)
• Gelenekçi Ulemâ (Modernizm Tenkitleri):
• Seyyid Hüseyn Nasr (Modern Dünyada Geleneksel İslam vb.)
• Zahid el-Kevserî (Makâlâtü’l Kevserî)
• Mustafa Sabri Efendi (Dinî Müceddidler)
• Yûsuf Nebhânî (Hüccetullahi ale’l Âlemîn)
• Tenkit Edilen Modernist ve Tarihselci Kaynaklar:
• Fazlurrahman (İslâm, Modernitenin İslam Üzerindeki Tesiri vb.)
• Ziya Gökalp (Makaleleri)
• Modern Hukukçular (Tenkit İçin İktibas Edilenler):
• Ömer Lütfi Barkan
• Esat Arsebük
• Vasfi Raşid Seviğ
• Mahmud Es’ad Bozkurt
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler (Deliller):
Müellifin değişimin meşruiyetine ve usulüne dair gösterdiği “şahitler”, fıkıh tarihindeki fiilî tatbikat ve fetvalardır:
• İmameyn’in (Ebû Yûsuf ve Muhammed) İhtilafları: İmam-ı A’zam’ın ictihadlarından farklı olarak, zamanlarının değişen örfüne ve fesâdü’z zemâna dayanarak farklı ictihadlarda bulunmaları, değişimin en güçlü tarihî delilidir.
• Mecelle’nin Hazırlanışı: Bizzat Mecelle’nin esbâb-ı mûcibe lâyihası, “nâsa erfak ve maslahat-ı asra evfak” (insanlara en kolay ve asrın maslahatına en uygun) olan Hanefî kavillerinin (İmameyn veya İmam Züfer gibi ) tercih edildiğini belirterek bu prensibi tasdik etmiştir.
• Hukuk Tarihindeki Tatbikat: Mahkeme kararlarının tescil edilmeye başlanması , vakıf dükkânları için gedik ve hulüvv (hava parası) gibi örfî müesseselerin kabulü ve hîle-i şer’iyyenin yaygınlığı, hukukun ihtiyaçlara cevap verdiğini ispat etmektedir.
Çıkarılacak Sonuçlar:
• İslâm hukukunda değişim vardır ve bu meşrudur; ancak bu, nassın (vahyin) değil, ictihadın (beşerî yorumun) değişimidir.
• Değişimin motoru reform veya tarihselcilik gibi dış amiller değil, hukukun kendi bünyesindeki örf, zaruret, maslahat ve fesâdü’z zemân gibi iç amillerdir.
• Müteahhirîn fukahâsı, zamanın şartlarına göre mütekaddimînin ictihadlarını değiştirmekten çekinmemişlerdir. Bu, hukukun donmadığının delilidir.
• Günümüz meseleleri için İslâm hukukunun “ihtiyaçlara cevap veremiyor” demek yerine, “İslâm hukukunun geniş literatürü” içinde kıyas ve istihsan yoluyla çözüm aranması, eserin teklif ettiği doğru yoldur.
7. Genel Yönleriyle İktibas, Özet ve Sonuç Notu
Özet (Genel Yönleriyle İktibas)
Doç. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin bu eseri, İslâm hukukunun “statik bir hukuk sistemi değildir” tezini savunmaktadır. Müellif, bu tezi ispatlamak için evvela, İslâm hukukunu “aslâ değişmez” gösteren modern pozitif hukukçuları ve nassları “reforme etme” iddiasındaki modernist/tarihselci akımları tenkit eder. Bu sonuncuların “İslâm kültürü dışında doğmuş ve gelişmiş” metodlar kullandığını ve “temel bir yanlışlık” içinde olduklarını belirtir.
Eserin ana fikri, değişimin sınırının bizzat Şâri’ (Allah) tarafından “Hudûdullah” olarak çizildiğidir. Değişmeyen şey, nassın (Kur’an ve Sünnet’in) kendisidir; zira “Mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur”. Buna mukabil, nassın “tefsir ve hâdiselere tatbiki zamanla değişebilir”. Bu değişimin meşru zemini ise ictihad müessesesidir.
Kitap, bu değişimin amillerini (sebeplerini) dört başlıkta toplar: Örf ve Âdet , Fesâdü’z Zemân (Zamanın Bozulması) , Yeni Buluşlar ve Zaruret ve İhtiyaçlar.
Müellif, Mecelle’nin “Ezmânın tagayyürüyle, ahkâmın tebeddülü inkâr olunamaz” kaidesinin, nassların değil, örfe dayalı ictihadların değişimini ifade ettiğini vurgular. Tarihten misallerle (şahitlerin tezkiyesi , evlilikte hîleyi önlemek , kayıp şahsın durumu , tüp bebek , telif hakkı ) hukukun yeni durumlara nasıl cevap verdiğini ispatlar.
Sonuç Notu
Eser, İslâm hukukunun ne “donmuş” bir sistem olduğunu iddia eden modernistler gibi ifrata ne de değişimi tamamen reddeden bir tefrite düşmektedir. Müellif, İslâm hukukunun kendi usulü (bilhassa istihsan ) içinde kalarak, nassın sınırlarını aşmamak kaydıyla, örf ve zarurete dayalı dinamik bir yapıya sahip olduğunu müdafaa etmektedir. Kitabın vardığı nihaî netice, günümüzdeki meselelerin çözümünün, hukuku “reforme etmekte” değil, “İslâm hukukunun geniş literatürü arasında arayıp, daha evvel çözülmüş benzer meselelere kıyas etmekten ibâret” olduğudur.
Bu tahlilin, çalışmalarınız için faydalı olmasını ümit ederim. Kitaptaki herhangi bir bölüm (mesela hîle-i şer’iyye veya fesâdü’z zemân konuları) hakkında daha derinlemesine bir tahlil isterseniz, memnuniyetle yardımcı olurum.

KİTAP LİNKİ:
https://t.me/dindersimamhatip/82413

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik

 www.tesbitler.com
20
/11/2025

 

 




İSLAM İNANCINA GÖRE TEVRAT

İSLAM İNANCINA GÖRE TEVRAT

İslam inancına göre Tevrat (Tora), Hz. Musa’ya indirilmiş ilahi bir kitaptır. Ancak İslam alimleri, İncil’de olduğu gibi, mevcut Tevrat nüshalarının da (Ahd-i Atik/Eski Ahit) zamanla tahrif edildiğini, içine insan sözünün, tarihsel yorumların ve mitolojik unsurların karıştığını ifade ederler.
İslam alimlerinin (Mütekellimîn ve Müfessirîn) tesbitlerine göre; mevcut Tevrat’ta yer alan ve İslam’ın esasıyla, akılla, ilimle ve zamanla çatışan temel hususlar şunlardır:

1. İnanç (İtikad) Konusundaki Çatışmalar: Allah Tasavvuru
Mevcut Tevrat’taki en büyük problem, Yaratıcı’nın sıfatları konusundadır. İslam’daki “Tenzih” (Allah’ı noksanlıklardan uzak tutma) ilkesi ile Tevrat’taki anlatımlar taban tabana zıttır.
* İnsan Biçimli Tanrı (Antropomorfizm/Teşbih):
* Çatışma: Tevrat’ın Tekvin (Yaratılış) bölümünde, Allah’ın (haşa) Hz. Yakup ile sabaha kadar güreştiği ve Yakup’un Tanrı’yı yendiği anlatılır (Tekvin, 32:24-30). Yine Allah’ın yorulduğu ve 7. gün dinlendiği (Tekvin, 2:2), pişman olduğu veya üzüldüğü gibi insani zayıflıklar atfedilir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Aklen ve naklen, sonsuz Kudret sahibi olan Yaratıcı yorulmaz, güreşmez ve mağlup olmaz. İslam alimleri bu ifadeleri “Teşbih ve Tecsim” (Allah’ı cisme benzetme) sapkınlığı olarak niteler. Kur’an, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (Şura, 11) ve “O’nu ne bir uyuklama tutar ne de uyku” (Bakara, 255) ayetleriyle bu yanılmaları tashih eder.
* Hz. Harun ve Altın Buzağı:
* Çatışma: Tevrat’ta, Hz. Musa Tur Dağı’ndayken, kardeşi ve peygamber olan Hz. Harun’un İsrailoğullarına altından bir buzağı yapıp taptırdığı iddia edilir (Çıkış, 32:1-6).
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam’da peygamberler “Masum”dur (günahsızdır) ve asla şirk koşmazlar. Bir peygamberin put yapması aklen imkansızdır. Kur’an (Taha Suresi), buzağıyı yapanın “Samiri” adında bir münafık olduğunu, Hz. Harun’un ise buna şiddetle karşı çıktığını haber vererek Hz. Harun’un ismetini (masumiyetini) isbat eder.

2. Peygamberlik ve Ahlak Konusundaki Çatışmalar
Tevrat’ta peygamberlere isnat edilen ve genel ahlakla, faziletle ve peygamberlik vakarıyla asla bağdaşmayan iftiralar mevcuttur.
* Hz. Lut (a.s.) Hakkındaki İftira:
* Çatışma: Tevrat’ta (Tekvin, 19:30-38), Hz. Lut’un (haşa) sarhoş olup kendi öz kızlarıyla zina ettiği ve bu ensest ilişkiden nesillerin türediği iddia edilir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Bu, bir peygambere atılabilecek en korkunç iftiradır. İslam alimleri, bu hikayelerin Yahudilerin komşu kabileleri (Moavlılar ve Ammonlular) aşağılamak için uydurduğu siyasi mitler olduğunu belirtir. Kur’an, Hz. Lut’u “Alemlere üstün kılınan” tertemiz bir peygamber olarak tasvir eder.
* Hz. Süleyman ve Putperestlik:
* Çatışma: Tevrat’ta Hz. Süleyman’ın yaşlılığında hanımlarının etkisiyle putlara taptığı ve imansız gittiği iddia edilir (1. Krallar, 11:4).
* İslam Alimlerinin Cevabı: Kur’an bu iftirayı, “Süleyman kâfir olmadı (büyü yapmadı), fakat şeytanlar kâfir oldu” (Bakara, 102) ayetiyle reddeder. İslam’a göre Süleyman (a.s.) muhteşem bir melik-peygamberdir ve tevhid üzere vefat etmiştir.
* Hz. Davud ve Zina İddiası:
* Çatışma: Tevrat’ta (2. Samuel, 11), Hz. Davud’un komutanının karısı Batşeba ile zina ettiği, sonra kadının kocasını öldürttüğü anlatılır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam alimleri bu kıssayı reddeder. Hz. Davud büyük bir peygamber ve adalet timsalidir. Kur’an’daki (Sad Suresi) “iki davacı” kıssası, Hz. Davud’un bir zellesine (küçük hata) işaret etse de, bu asla zina veya cinayet değildir.

3. Hüküm ve Amel Konusundaki Çatışmalar (Hukuki Çifte Standart)
Tevrat’ın hükümleri, cihan şümul (evrensel) adalet ilkeleriyle değil, ırka dayalı bir hukukla şekillenmiştir.
* Faiz (Riba) Meselesi:
* Çatışma: Tevrat’ta faiz, Yahudinin Yahudiye vermesi yasaklanmış, ancak Yahudi olmayana (Gentile) faizle borç vermek serbest bırakılmıştır. “Yabancıya faizle ödünç verebilirsin, ama kardeşine vermeyeceksin” (Tesniye, 23:20).
* İslam Alimlerinin Cevabı: Bu hüküm, evrensel ahlaka ve adalete aykırıdır. Kötü olan bir fiil (sömürü), herkese karşı kötüdür. İslam’da faiz mutlak olarak haramdır; Müslümana da, gayrimüslime de zulmetmek yasaktır. Bu çifte standart, metnin tahrif edildiğinin ve milliyetçi bir yapıya büründürüldüğünün delilidir.
* Savaş Hukuku ve Soykırım Emirleri:
* Çatışma: Tevrat’ın bazı bölümlerinde, fethedilen şehirlerdeki “nefes alan her şeyin” (kadın, çocuk, bebek, hayvan) kılıçtan geçirilmesi emredilir (Tesniye, 20:16).
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam savaş hukukunda kadınlara, çocuklara, din adamlarına ve ağaçlara dokunulmaz. Bebeklerin katlini emreden bir hüküm, “Rahman ve Rahim” olan Allah’tan gelemez. Bu emirler, İsrailoğullarının tarihsel öfkesinin metne yansımasıdır.

4. Akıl, İlim ve Zamanla Çatışan Hususlar
* Yaratılış Tarihi:
* Çatışma: Tevrat’taki soy kütükleri toplanarak yapılan hesaplamalara göre (Ussher kronolojisi), Adem (a.s.) ile günümüz arasında yaklaşık 6000-7000 yıllık bir süre vardır. Ancak modern jeoloji ve antropoloji, insanlığın ve dünyanın yaşının bundan çok daha eski olduğunu isbat etmiştir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Kur’an, yaratılış için belirli bir tarih (takvim) vermez. “Gün” (yevm) tabirini “devir/çağ” olarak kullanır (Secde Suresi, 4-5). Dolayısıyla İslam, zamanın keşifleriyle ve bilimin bulgularıyla çatışmaz; ancak Tevrat’ın harfi harfine tarihlemesi bilimle uyuşmaz.
* Hz. Nuh’un Gemisi ve Tufan:
* Çatışma: Tevrat’ta Tufan’ın tüm dünyayı kapsadığı ve her tür hayvandan birer çift alındığı anlatılır. Biyolojik çeşitlilik ve coğrafi veriler (örneğin Avustralya’daki endemik türlerin Ortadoğu’ya gelmesi), bunun küresel çapta fiziksel imkansızlığını gösterir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Kur’an’da Tufan’ın “kavimsel” (bölgesel) olabileceğine dair işaretler vardır (“Nuh’u kavmine gönderdik”). İslam alimlerinin bir kısmı (örneğin Elmalılı Hamdi Yazır), tufanın sadece o bölgedeki insanları (çünkü insanlık henüz yayılmamıştı) kapsadığını söyleyerek akli ve ilmi bir izah getirirler.
Ancak ekser İslam alimleri Nuh tufaninin genel olduğunu delilleriyle izah ederler.
Bu konu aşağıda ele alınmıştır.

Özet
İslam alimlerine göre Tevrat; Allah’ı insanlaştıran ifadeleriyle Tevhid inancıyla; peygamberlere iftira atan hikayeleriyle Nübüvvet kurumuyla; çifte standartlı hukuk anlayışıyla adaletle; ve hatalı kronolojisiyle bilimle çatışmaktadır. Kur’an-ı Kerim, “Müheymin” sıfatıyla Tevrat’ın içindeki bu yanılmaları düzeltir, peygamberlerin itibarını iade eder ve Allah’ın şanına yakışır bir “Uluhiyet” inancını yeniden tesis eder.

✧✧

İslam alimlerinin (müfessirler ve kelamcılar) bir kısmı, özellikle son dönemde Tufan’ın “bölgesel” olabileceği görüşünü savunsa da, tarih boyunca Cumhur-u Ulema (alimlerin çoğunluğu), Tufan’ın cihan şümul (evrensel/küresel) olduğu görüşünde birleşmiştir.
Klasik tefsirlerde (Taberi, İbn Kesir, Fahreddin Razi gibi) ve kelam kitaplarında, Tufan’ın bütün yeryüzünü kapladığına dair getirilen naklî (ayete dayalı) ve aklî (mantıksal) deliller şunlardır:

1. “Yeryüzü” (El-Arz) İfadesinin Mutlaklığı
Kur’an-ı Kerim’de Tufan anlatılırken kullanılan ifadeler geneldir.
Hud Suresi 44. ayette “Ey yer (Arz), suyunu yut!” emri verilir. Alimler, buradaki “Arz” kelimesinin, herhangi bir bölgeyle sınırlandırılmadığını (tahsis edilmediğini), “Lâm-ı tarif” (belirlilik takısı) ile bütün yeryüzünü kastettiğini belirtirler. Eğer sadece bir bölge olsaydı, “Ey Mezopotamya toprakları” veya “Ey Nuh’un kavminin olduğu yer” gibi bir kayıt olması gerekirdi derler.

2. Hz. Nuh’un “Yeryüzünde Kâfir Bırakma” Duası
Tufan’ın küresel olduğuna dair en güçlü isbatlardan biri, Hz. Nuh’un şu bedduasıdır:
> “Nuh dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!” (Nuh Suresi, 26)
>
Müfessirlere göre, eğer Tufan bölgesel olsaydı ve dünyanın diğer ucundaki (mesela Amerika veya Asya’nın doğusundaki) kâfirler hayatta kalsaydı, bu dua kabul olmamış sayılırdı. Allah (c.c.) bu duayı kabul ettiğine göre, helakın bütün yeryüzündeki inkarcıları kapsaması gerekir. Bu da suyun her yeri kaplamasını zorunlu kılar.

3. “Adem-i Sani” (İkinci Adem) Olarak Hz. Nuh
İslam düşünce tarihinde ve hadis rivayetlerinde Hz. Nuh, “İkinci Adem” olarak bilinir. Saffat Suresi’ndeki şu ayet bu görüşün temelini oluşturur:
> “Ve onun (Nuh’un) soyunu, (yeryüzünde) baki kalanlar kıldık.” (Saffat Suresi, 77)
>
Bu ayet, Tufan’dan sonra yeryüzünde yaşayan herkesin Hz. Nuh’un soyundan geldiğini ifade eder (Zürriyet-i Nuh). Eğer Tufan bölgesel olsaydı, bölge dışındaki insanların soyları da devam edecekti ve bugünkü insanlık sadece Nuh’un (a.s.) değil, diğerlerinin de torunları olacaktı. Alimler, “baki kalanlar” ifadesinin, insan neslinin sadece gemidekilerden devam ettiğini gösterdiğini savunur.

4. Hayvanların Çiftler Halinde Gemiye Alınması
Akıl ve mantık çerçevesinde değerlendirildiğinde; eğer felaket bölgesel olsaydı, hayvan türlerinin gemiye alınmasına gerek kalmazdı. Hz. Nuh ve inananlar, hayvanları almadan başka bir bölgeye hicret edebilirlerdi. Tufan bitince hayvanlar diğer bölgelerden tekrar o bölgeye gelebilirdi.
Kur’an’ın “Her şeyden (her hayvandan) birer çifti içine koy” (Hud, 40) emri, bu türlerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını gösterir. Bu tehlike ancak felaketin bütün dünyayı, dağların tepelerine kadar kaplamasıyla mümkündür.

5. Dağların Sular Altında Kalması ve Oğlunun Akıbeti
Tufan esnasında Hz. Nuh ile oğlu arasında geçen diyalog, suların yüksekliğini tasvir eder. Oğlu, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” der. Hz. Nuh ise “Bugün Allah’ın emrinden (azabından) koruyacak hiçbir şey yoktur” cevabını verir (Hud, 43).
Alimler der ki: Sular en yüksek dağları bile aştı ki, dağa sığınmak bir kurtuluş olmadı. Eğer bölgesel bir sel olsaydı, dağların zirveleri kurtuluş noktası olurdu. Geminin Cudi Dağı’na (yüksek bir mevkiye) oturması da suların ne kadar yükseldiğinin delilidir.

6. Fosil Kalıntıları ve Jeolojik İzler (Klasik Yorum)
Eski dönem İslam alimlerinin bir kısmı, dağların zirvelerinde bulunan deniz canlılarına ait fosilleri ve deniz kabuklarını, Tufan’ın suyunun oralara kadar çıktığının zahiri bir delili olarak görmüşlerdir. (Modern jeoloji bunu levha hareketleriyle açıklasa da, klasik literatürde bu bir delil olarak kullanılmıştır).

Özet
Tufan’ın küresel olduğunu savunan İslam alimleri; “Arz” kelimesinin bütün dünyayı ifade etmesini, Hz. Nuh’un “yeryüzünde kâfir bırakma” duasını, insanlığın sadece Nuh’un soyundan devam ettiğini bildiren ayeti ve dağların bile sular altında kalmasını temel delil olarak sunarlar. Onlara göre Tufan, küfrün yeryüzünden tamamen temizlenmesi ve insanlığın Hz. Nuh ile “Bismillah” diyerek yeniden, tevhid üzere başlaması için gerçekleşmiş külli bir arınma operasyonudur.
Konuyla İlgili Ayetler ( Meali)
* Hud Suresi, 40. Ayet: “Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup fışkırınca) Nuh’a: ‘Her şeyden (hayvanlardan) ikişer çift, ve aleyhine hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman edenleri gemiye yükle’ dedik…”
* Hud Suresi, 44. Ayet: “Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu’ denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu…”
* Saffat Suresi, 77. Ayet: “Biz, yalnız onun (Nuh’un) soyunu kalıcı kıldık.”
* Kamer Suresi, 11-12. Ayet: “Biz de boşalan su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025

 

 




İSLAM İNANCINA GÖRE İNCİL

İSLAM İNANCINA GÖRE İNCİL

İslam inancına göre, İncil (aslî haliyle) Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilmiş hak bir kitaptır. Ancak İslam alimleri ve Kur’an-ı Kerim, bugün elde bulunan İncillerin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna ve Mektuplar) zamanla “tahrif” edildiğini (değiştirildiğini), içine insan sözünün karıştığını ve aslının kaybolduğunu ifade eder.
Bu açıdan, mevcut İncillerde yer alan ve İslam’ın esasına, akla, ilme ve zamana uymayan temel hususlar ve İslam alimlerinin bunlara verdiği cevaplar şunlardır:

1. İnanç Esaslarındaki Çatışmalar (Akıl ve Tevhid ile Uyuşmazlık)
Mevcut İncillerdeki en temel problem, Allah’ın birliği (Tevhid) ve sıfatları konusundadır.
* Teslis (Üçleme) İnancı:
* Çatışma: Hristiyanlıkta “Baba, Oğul, Kutsal Ruh” adı altında üçlü bir tanrı anlayışı vardır. Aklen 1=3 veya 3=1 olması mantık kurallarına (Tenakuz Kanunu) aykırıdır. Sonsuz ve mutlak olan Yaratıcı’nın, sonlu ve sınırlı parçalara bölünmesi aklen imkansızdır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam alimleri (örneğin İmam Gazali, İbn Hazm), Allah’ın “Vahid” ve “Ehad” olduğunu, doğmadığını ve doğurmadığını isbat ederler. Hz. İsa’nın yemek yemesi, uyuması, acı çekmesi gibi insani halleri, onun ilah olamayacağının en büyük delilidir. Bediüzzaman Said Nursi, bu inancın yanılma olduğunu ve Hristiyanlığın zamanla tevhidden uzaklaşıp putperestlik benzeri bir anlayışa (şirk-i hafi) kaydığını belirtir.
* Hz. İsa’nın Uluhiyeti (Tanrısallığı):
* Çatışma: İncillerde Hz. İsa’ya “Tanrı’nın Oğlu” denilmesi, İslam’daki “O’nun hiçbir dengi yoktur” (İhlas Suresi) ilkesiyle ve biyolojik/mantıksal gerçeklerle çatışır. Bir insanın aynı anda hem yaratıcı hem yaratılan olması mantıksızdır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Alimler, İncil’deki “oğul” ifadesinin mecazi (sevilen kul) manasında kullanılabileceğini, ancak Hristiyanların bunu hakiki manaya çekerek sapıttığını söylerler. Kur’an, Hz. İsa’nın sadece bir peygamber ve kul olduğunu vurgular.
* Aslî Günah ve Kefaret:
* Çatışma: İncil’e göre her doğan çocuk günahkar doğar ve İsa (a.s.) insanların günahına kefaret olarak çarmıhta ölmüştür. Bu, “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez” (İsra, 15) ayetiyle ve adalet ilkesiyle çatışır. Aklen de birinin suçuyla başkasının cezalandırılması zulümdür.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam fıtrat dinidir; her çocuk tertemiz doğar. Alimler, bu inancın insanı sorumluluktan kaçırmaya ve ruhban sınıfına muhtaç etmeye yönelik sonradan uydurulmuş bir yanılma olduğunu belirtirler.

2. Amel ve Hüküm Konusundaki Çatışmalar (Şeriatın İlgası)
Mevcut İncillerin özellikle Pavlus’un mektupları bölümünde, Hz. Musa’nın şeriatının (hukukunun) iptal edildiği görülür.
* İman-Amel İlişkisi:
* Çatışma: Pavlus, “İnsan şeriatın gereklerini yaparak değil, imanla aklanır” diyerek ameli (ibadeti, haram-helali) önemsizleştirmiştir. Bu, Hz. İsa’nın “Ben şeriatı yıkmaya değil, tamamlamaya geldim” (Matta 5:17) sözüyle çelişir. İslam’da ise iman ve amel bir bütündür; faaliyetsiz iman noksandır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Rahmetullah El-Hindi gibi alimler, Pavlus’un Hristiyanlığı Romalılar için kolaylaştırmak adına domuz eti yemeği serbest bıraktığını, sünneti yasakladığını ve şeriatı kaldırdığını isbat etmişlerdir. Bu, ilahi bir emir değil, siyasi bir tahriftir.

3. İlim, Tarih ve Akılla Çatışan Hususlar
Mevcut İncil metinlerinde tarihi ve bilimsel hatalar mevcuttur.
* Nesep (Soyağacı) Hatası:
* Çatışma: Matta ve Luka İncillerinde Hz. İsa’nın (aslında Hz. Yusuf’un) soyağacı verilir. İki liste birbirinden tamamen farklıdır. İsimler ve nesil sayıları tutmaz. Bu, matematiksel ve tarihsel bir çelişkidir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İbn Hazm “El-Fisal” adlı eserinde bu çelişkileri tek tek dökerek, “Allah’ın kelamında çelişki olmaz, bu kitapların insan eliyle yazıldığının en büyük delili budur” demiştir.
* Kıyamet Tarihi Yanılgısı:
* Çatışma: İncil’de Hz. İsa’nın, “Burada duranlardan bazıları, İnsanoğlu’nun egemenlik içinde geldiğini görmeden ölümü tatmayacaklar” (Matta 16:28) dediği yazar. Yani kıyametin o nesil ölmeden kopacağı vaat edilmiştir. Ancak aradan 2000 yıl geçmiştir ve kıyamet kopmamıştır. Bu, zamanla ve tarihi gerçekle açıkça çatışır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Bir peygamber yalan söylemeyeceğine göre, bu sözler ya Hz. İsa’ya ait değildir ya da metin tahrif edilmiştir.
* Bilimsel Hatalar:
* Çatışma: İncil’de hardal tanesinin “tohumların en küçüğü” olduğu söylenir (Markos 4:31). Ancak bilimsel olarak hardal tanesinden çok daha küçük tohumlar (orkide tohumu gibi) vardır. Yine yaratılışın tarihiyle ilgili verilen rakamlar (Dünya’nın ömrünün 6000 yıl gibi hesaplanması), modern jeoloji ve kozmoloji ile uyuşmaz.

4. İslam Alimlerinin Genel Cevapları ve Metodolojisi
İslam alimleri (Mütekellimîn), Hristiyan dünyasına karşı reddiyeler yazarken şu metodları kullanmışlardır:
* Tahrif-i Lafzı ve Manevi: İncil’in hem metninin değiştirildiği (lafzî) hem de manasının saptırıldığı (manevi) ortaya konulmuştur.
* İzhar’ul-Hak (Hakkı Ortaya Çıkarma): 19. yüzyılda Hindistanlı alim Rahmetullah El-Hindi, Hristiyan misyonerlere karşı yazdığı “İzhar’ul-Hak” eserinde, İncil’deki binlerce çelişkiyi, kendi kaynaklarını kullanarak çürütmüştür.
* Kur’an’ın Hakemliği: Alimler, Kur’an’ın “Müheymin” (önceki kitapları doğrulayan ve yanlışlarını düzelten) sıfatına vurgu yapar. İncil’de Kur’an ile uyuşan yerler “muhtemelen hak”, çatışan yerler “kesinlikle tahrif”, sükut geçilen yerler ise “tavakkuf” (yorumsuz) alanıdır.
* Risale-i Nur Yaklaşımı: Bediüzzaman, İncil’de Hz. Muhammed’e (s.a.v.) dair müjdelerin (Paraklit) bulunduğunu, ancak papazların bunu gizlediğini belirtir. Ayrıca Hz. İsa’nın “hakiki dini”nin ahir zamanda ortaya çıkacağını ve İslam ile omuz omuza vereceğini müjdeler.

Özet
Mevcut İnciller; Tevhid yerine Teslis’i koyarak akılla; adalet yerine Aslî Günah’ı koyarak vicdanla; nesep ve tarih hatalarıyla zamanla; ve ameli terk etmeyi öğütleyerek İslam’ın şeriatıyla çatışmaktadır. İslam alimleri bu durumu, ilahi vahyin korunmayıp insan sözleriyle karışması (Tahrif) olarak açıklar ve yegane sağlam kaynağın Kur’an-ı Kerim olduğunu isbat ederler.

✧✧

Allâme Rahmetullah El-Hindi’nin (1818-1891) kaleme aldığı “İzhar’ul-Hak” (Hakkın Ortaya Çıkması), Hristiyan misyonerlerin iddialarına karşı İslam tarihinin en kapsamlı, en ilmi ve en yıkıcı reddiyelerinden biri kabul edilir. El-Hindi, bu eserinde sadece Kur’an’a dayanarak değil, bizzat Hristiyanların kendi kaynaklarını (İncil ve Tevrat nüshalarını), tefsirlerini ve tarihlerini kullanarak muazzam bir isbat metodu geliştirmiştir.
Müellif, kitabında “Tenakuzat” (Çelişkiler) başlığı altında yüzlerce örnek sıralamıştır. Bunlardan en çarpıcı, en mantıklı izahı zor ve metnin beşer eliyle tahrif edildiğini gösteren örnekler şunlardır:

1. Hz. İsa’nın (a.s.) Nesebi (Soyağacı) Meselesi
İncil’in ilahi bir kitap olmaktan çıktığının en bariz göstergesi, bizzat Hz. İsa’nın atalarının sayılmasında yapılan hatadır. El-Hindi, Matta ve Luka İncillerini yan yana koyarak şu zıtlığı ortaya çıkarır:
* Matta İncili (1:16): Hz. İsa’nın babası (üvey babası kabul edilen) Yusuf’un, Yakup’un oğlu olduğunu yazar.
* Luka İncili (3:23): Aynı Yusuf’un, Heli’nin oğlu olduğunu yazar.
* El-Hindi’nin Tespiti: Bir kişinin iki biyolojik babası olamaz. Ayrıca Matta, Hz. Davud’dan Hz. İsa’ya kadar 26 kuşak sayarken, Luka 41 kuşak sayar. Aradaki 15 ata ismi tamamen farklıdır. El-Hindi, “Bu bir yanılma değil, açık bir tahriftir; Kutsal Ruh tarafından yazdırılan bir kitapta, peygamberin dedesinin ismi unutulmaz” diyerek bu durumu tenkit eder.

2. Asa (Değnek) Alma Yasağı ve İzni
Hz. İsa’nın havarilerini tebliğ için göreve gönderirken verdiği emirler, iki İncil metninde taban tabana zıttır:
* Markos İncili (6:8): “Yolculuk için yanlarına bir değnekten başka bir şey almamalarını emir verdi.” (Yani değnek almak serbest, hatta emir.)
* Matta İncili (10:10): “…Ne çanta, ne iki mintan, ne çarık, ne de değnek alın.” (Yani değnek almak yasak.)
* Luka İncili (9:3): “Yol için bir şey, ne değnek, ne torba… almayın.” (Burada da yasak.)
* El-Hindi’nin Tesbiti: Bir peygamber aynı anda aynı topluluğa “Yanınıza değnek alın” ve “Yanınıza değnek almayın” demez. Bu durum, metni aktaranların hafızalarındaki zaafı ve metnin ilahi koruma altında olmadığını gösterir.

3. Hz. Süleyman’ın Atları (Rakam Hataları)
Rahmetullah El-Hindi, Eski Ahit (Tevrat ve Zebur bölümleri) içindeki tarih kitaplarında geçen rakamsal hataları da isbat ederek, “Rakamları bile korunamamış bir kitaba itikad bina edilmez” der.
* 1. Krallar (4:26): “Ve Süleyman’ın arabaları için kırk bin (40.000) at ahırı vardı.”
* 2. Tarihler (9:25): “Ve Süleyman’ın atlar ve arabalar için dört bin (4.000) ahırı vardı.”
* El-Hindi’nin Tesbiti: Kutsal metinlerde “sıfır hatası” olmaz. Aradaki fark on kattır. Bu, kâtiplerin istinsah (kopyalama) sırasında dikkatsizlik yaptıklarının ve metnin beşer kelamı olduğunun delilidir.

4. Ahazya’nın Tahta Çıkış Yaşı (Baba-Oğul Paradoksu)
Bu örnek, mantık sınırlarını zorlayan çok net bir tarihi hatadır:
* 2. Krallar (8:26): Ahazya kral olduğu zaman 22 yaşındaydı.
* 2. Tarihler (22:2): Ahazya kral olduğu zaman 42 yaşındaydı.
* El-Hindi’nin Tesbiti: İşin garip tarafı, Ahazya’nın babası Yoram, 40 yaşında ölmüştür (2. Tarihler 21:20). Eğer 2. Tarihler’deki “42 yaşında kral oldu” ifadesi doğru kabul edilirse, Ahazya babasından 2 yaş büyük demektir ki, bu biyolojik olarak imkansızdır. Bu, “Vahiy” değil, tarihçilerin dikkatsiz notlarıdır.

5. Yahuda İskariyot’un Ölümü
Hz. İsa’ya ihanet eden havarinin akıbeti konusunda İnciller farklı tasvirler sunar:
* Matta İncili (27:5): Yahuda, pişman olup paraları tapınağa attı ve gidip kendini astı.
* Resullerin İşleri (1:18): (Luka’nın devamı sayılır) Bu adam (Yahuda), o parayla bir tarla satın aldı, baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü.
* El-Hindi’nin Tesbiti: Biri “intihar etti (asıldı)” diyor, diğeri “düştü ve parçalandı” diyor. Biri parayı “attı” diyor, diğeri “tarla aldı” diyor. Bu iki rivayet birbiriyle telif edilemez.

6. Hırsızların Tavrı
Hz. İsa çarmıha gerildiğinde (Hristiyan inancına göre), yanında iki hırsız daha çarmıha gerilmiştir.
* Matta İncili (27:44): Onunla beraber haça gerilen haydutlar da ona böyle hakaret ettiler (İkisi birden).
* Luka İncili (23:39-40): Asılan suçlulardan biri ona küfretti… Fakat öteki onu azarladı ve Hz. İsa’yı savundu.
* El-Hindi’nin Tesbiti: Matta’ya göre ikisi de düşman, Luka’ya göre biri dost biri düşman. Bu, olayın şahitlerinin hadiseyi net hatırlamadığını, kulaktan dolma bilgilerle yazdıklarını gösterir.
Rahmetullah El-Hindi’nin Metodunun Özeti
Allâme El-Hindi, bu örnekleri verirken şu hikmetli sonucu çıkarır:
“Bir kitapta tek bir yalan veya çelişki bulunsa, o kitabın ‘tamamının’ Allah kelamı olduğu iddiası düşer. Çünkü Allah (cc) unutmaz, yanılmaz ve çelişkiye düşmez. Bu hatalar gösteriyor ki, eldeki kitaplar, Hz. İsa’ya inen asıl İncil değil, sonradan insanlar tarafından yazılmış tarihçe ve biyografi kitaplarıdır.”
O, bu eseriyle Hristiyan dünyasında büyük bir şok etkisi yapmış ve “Kitab-ı Mukaddes Hatasızdır” dogmasını (yanlış inancını) yerle bir etmiştir.

✧✧

Kur’an-ı Kerim, kendinden önceki kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil) için “Müheymin” (gözetleyici, koruyucu, doğrusunu yanlışından ayıran ve düzelten) sıfatını taşır (Maide, 48).
Önceki sohbetimizde Rahmetullah El-Hindi’nin isbat ettiği İncil’deki çelişkiler ve yanılmalar, Kur’an’ın süzgecinden geçerek tashih edilir (düzeltilir). Kur’an, tahrif edilmiş kısımları ayıklar ve hadisenin aslını ve hakikatini insanlığa bildirir.
İşte İncil’deki bozulmuş inançları düzelten ve akılla, ilimle ve tarihle bağdaşmayan noktaları tashih eden ilgili ayetlerden örnekler :

1. Teslis (Üçleme) İnancının Reddi ve Tevhidin İsbatı
Hristiyanlıkta sonradan ortaya çıkan “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” inancı, Allah’ın birliği (Tevhid) esasına aykırıdır. Kur’an, bu yanlış inancı (dogmayı) net bir dille reddeder ve Allah’ın “üç” değil, “tek” olduğunu beyan eder.
> “Andolsun, ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur…”
> (Maide Suresi, 73. Ayet)
>
> “Ey Ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, doğrudan başka bir şey söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberidir… O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. ‘(Tanrı) üçtür’ demeyin, kendi hayrınıza olmak üzere buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır…”
> (Nisa Suresi, 171. Ayet)
>
2. Çarmıh Hadisesinin (Crucifixion) Tarihsel Düzeltmesi
İncillerde Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi, yanındaki hırsızlar ve o andaki olaylar hakkında büyük çelişkiler vardır. Kur’an, bu tarihi karmaşaya son noktayı koyar: Hz. İsa çarmıha gerilmemiştir, öldürülmemiştir; Allah onu kendi katına yükseltmiştir. Çarmıha gerilen kişi başkasıdır (benzeri gösterilmiştir).
> “Bir de ‘Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük’ demelerinden dolayı (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler. Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
> (Nisa Suresi, 157-158. Ayet)
>
3. “Allah’ın Oğlu” İddiasına Cevap ve Beşeriyet Vurgusu
İncil’deki en büyük yanılmalardan biri, Hz. İsa’ya uluhiyet (tanrılık) atfetmektir. Kur’an, Hz. İsa’nın ve annesi Hz. Meryem’in “yemek yiyen” (yani biyolojik ihtiyaçları olan, acıkan, susayan) birer insan olduklarını hatırlatarak, ilah olamayacaklarını mantık yoluyla isbat eder.
> “Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğru bir kadındır. (Nasıl ilâh olabilirler?) İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl da (haktan) çevriliyorlar.”
> (Maide Suresi, 75. Ayet)
>
> “O (İsa), sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.”
> (Zuhruf Suresi, 59. Ayet)
>
4. Kitabın Tahrif Edildiğinin İlanı
Rahmetullah El-Hindi’nin gösterdiği gibi, İncil yazarları kendi sözlerini veya duyduklarını Allah’ın sözü gibi kaydetmişlerdir. Kur’an, bu durumu (elle kitap yazıp Allah’a isnat etmeyi) şiddetle tenkit eder.
> “Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılıkla satmak için ‘Bu Allah katındandır’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onlara! Vay kazandıklarından ötürü onlara!”
> (Bakara Suresi, 79. Ayet)
>
> “Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: ‘Bu Allah katındandır’ derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.”
> (Âl-i İmran Suresi, 78. Ayet)
>
5. Hz. İsa’nın Allah’a Kulluğu ve İtirafı
Hristiyan teolojisi Hz. İsa’yı “Oğul Tanrı” ilan ederken; Kur’an, ahirette Allah ile Hz. İsa arasında geçecek dehşetli bir diyaloğu şimdiden haber verir. Bu ayet, Hz. İsa’nın bu sapkın inançlardan beri (uzak) olduğunu tasvir eder.
> “Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, ‘Beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilah bilin’ diye sen mi dedin?’ buyurduğu zaman o, ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin’ der.”
> (Maide Suresi, 116. Ayet)
>
Özet
Görüldüğü üzere Kur’an-ı Kerim; İncil’in ihtiva ettiği doğruları tasdik etmekle beraber, sonradan eklenen şirk unsurlarını, tarihsel hataları ve mantıksız inançları ayıklamıştır. Kur’an’a göre Hz. İsa; babasız doğan bir mucize, Allah’ın şerefli bir kulu ve peygamberidir. O, ne Allah’ın oğludur ne de çarmıhta ölmüştür. Kur’an, bu cihan şümul hakikatlerle, Hristiyan alemini de aslına ve esasına dönmeye, yani Tevhid’e davet etmektedir.

✧✧

Risale-i Nur Külliyatı, ahir zaman hadiselerine ve dinler tarihine külli bir nazarla bakar. Bediüzzaman Said Nursi (r.a.), Hristiyan alemini toptan reddetmek yerine, onları “Müslüman İseviler” olmaya namzet bir topluluk olarak görür. Özellikle “Küfr-ü Mutlak” (Allah’ı inkar ve anarşizm) tehlikesine karşı, İslamiyet ile Hristiyanlığın hakiki dindarlarının ittifak etmesi gerektiğini isbat eder.
İşte Risale-i Nur’da geçen Hz. İsa, Hristiyanlığın arınması (tasaffi) ve o büyük ittifakın detayları:

DİNSİZLİĞE KARŞI MUKADDES İTTİFAK VE “HAKİKİ İSEVİLİK ”

1. Hristiyanlığın Tasaffisi (Arınması)
Bediüzzaman, Hristiyanlığın mevcut haliyle kalamayacağını, ilim ve hakikatin baskısıyla hurafelerden temizleneceğini müjdeler. Buna “Tasaffi” denir.
* Bulutların Dağılması: Nasıl ki rüzgar bulutları dağıtıp güneşi gösterirse; zamanın ve ilmin uyanışı da Hristiyanlık içindeki “Teslis” (üçleme) ve “Ruhbanlık” gibi yanılmaları (tahrifatı) dağıtacaktır.
* Tevhide Dönüş: Hristiyanlık, aslına ve esasına rücu ederek, “Tevhid” (Allah’ın birliği) inancını kabul edecek ve İslamiyet’e yaklaşacaktır. Bediüzzaman buna “Hakiki İsevilik” namını verir. Bu yeni akım, İslamiyet’in hakikatleriyle omuz omuza verecektir.

2. Büyük Düşman: Tabiatperestlik ve İnkarcılık
Neden ittifak gereklidir? Çünkü karşıdaki düşman, başka bir din değil; “Dinsizlik” cereyanıdır. Bediüzzaman’a göre ahir zamanda materyalizm, tabiatçılık ve felsefi sapkınlıklar birleşerek “Allah’ı inkar” eden dehşetli bir cereyan (Deccalizm/Komünizm/Ateizm) oluşturacaktır.
* İttifakın Zarureti: Bu inkarcı akım o kadar güçlü saldıracaktır ki, ne tek başına İslam alemi ne de Hristiyan dünyası buna mukavemet edemeyebilir. Bu yüzden, aradaki küçük ihtilafları bırakıp, “Allah vardır ve ahiret haktır” diyen herkesin, bu dinsizlik yangınına karşı birleşmesi elzemdir. Bediüzzaman, “Şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir” (Lem’alar) diyerek bu stratejiyi çizer.

3. Hz. İsa’nın Şahs-ı Manevisi ve Nüzulü
Hristiyanlığın arınması ve bu ittifakın liderliği meselesinde Risale-i Nur, Hz. İsa’nın gelişini (Nüzul-i İsa) iki boyutta ele alır:
* Şahs-ı Manevi (Külli Ruh): Hz. İsa’nın nüzulü, öncelikle “Hakiki Hristiyanlık” cereyanının ortaya çıkıp, İslam hakikatleriyle birleşmesidir. Bu manevi şahsiyet, dinsizliği fikren öldürecektir.
* Şahs-ı Cismani: Bediüzzaman, “O şahs-ı maneviyi temsil eden bir şahsın dahi o makama, o vazifeye gelmesi, hikmet-i İlahiyeden uzak değildir” diyerek, Hz. İsa’nın (a.s.) bedenen de dünya yüzüne inebileceğini, ancak bunu herkesin hemen tanıyamayacağını, zamanla ve iman nuruyla tanınacağını belirtir.

4. Kur’an’a Tabi Olan İsa (a.s.)
Risale-i Nur’un en orijinal tesbitlerinden biri şudur: Hz. İsa geldiğinde yeni bir din getirmeyecek, mevcut İncil ile de amel etmeyecektir.
* Müslüman İseviler: Hz. İsa, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şeriatına tabi olacak, Kur’an ile hükmedecektir. Hristiyanlığı hurafelerden temizleyip, İslam’ın “Tevhid” sancağı altına sokacaktır.
* Hakikat Kılıcı: “Dinsizlik cereyanı (Deccal), çok kuvvetli göründüğü bir anda, Hz. İsa’nın şahs-ı manevisinden gelen ve İslamiyet ile birleşen hakikat kılıcıyla o dinsizliği dağıtacaktır.”

Özet: İki Dinin Evliliği
Risale-i Nur’a göre istikbalde; akılla ve ilimle çatışan tahrif edilmiş Hristiyanlık sönecek; yerine vahye dayalı, Kur’an’ı tasdik eden saf bir İsevilik doğacaktır. Bu, bir nevi İslamiyet ile Hristiyanlığın manevi izdivacı (evliliği) gibidir. Müslümanlar ve dindar Hristiyanlar, ortak düşman olan “inançsızlık ve ahlaksızlık” seline karşı külli bir set çekeceklerdir. Bu, “Fecr-i Sadık”ın (gerçek aydınlığın) en büyük müjdesidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




HAKİKAT YOLUNDA BEŞ MEŞALE: İMAN, İHLAS VE BEKA ARAYIŞI

HAKİKAT YOLUNDA BEŞ MEŞALE: İMAN, İHLAS VE BEKA ARAYIŞI


İnsanoğlu, yaratılışının gayesi olan “marifetullah” (Allah’ı bilmek) yolculuğunda, yolunu aydınlatacak meşalelere muhtaçtır. Risale-i Nur Külliyatı, Kur’an-ı Kerim’in cihan şümul mesajını asrın idrakine sunan manevi bir tefsir olarak, bu yolda bizlere rehberlik etmektedir. Paylaşılan beş levha, insanın enesinden sıyrılıp Rabbine yönelişinin, tabiatının zaaflarını aşıp fazilete ulaşmasının reçeteleridir.
1. Levha: İlmin İki Yüzü ve Ruhun Gıdası
> Metin: “İlim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır.” > Kaynak: Risale-i Nur – Barla Lahikası (Mektup 260/214) –
>
İzah ve Araştırma:
İnsan zihni malumata açtır, ancak her bilgi ruhun gıdası değildir. Bediüzzaman burada ilmi tasnif ederken, modern pedagojinin çok ötesinde bir nazar ortaya koyar. Bazı ilimler teknik veya ansiklopediktir; bir kez öğrenildiğinde zihnin arşivinde durur ve ihtiyaç anında çağrılır. Bu, “ilacın” faaliyeti gibidir; hastalık anında lazımdır, sürekli alınmaz.
Ancak “Ulûm-u İmaniye” yani iman ilimleri (Allah’ı, sıfatlarını, ahireti ve varlığın hakikatini bilmek), zihinsel bir arşiv bilgisi değil, “hayati” bir ihtiyaçtır. Nasıl ki beden günde birkaç kez ekmek ve suya muhtaçsa ve “Dün su içmiştim, bugün ihtiyacım yok” diyemiyorsa; ruh da her an tazelenmeye, gaflet tozlarını silmeye muhtaçtır. İman ilmi, insanın kainattaki zıt ve aykırı hadiseler karşısında sarsılmamasını sağlayan manevi bir bağışıklık sistemidir. Bu ilmin tekrarı, malumatfuruşluk değil, ruhun nefes almasıdır. Zira her yeni gün, yeni günahlar ve gaflet perdeleriyle gelir; bu perdeleri yırtacak olan ise her gün tazelenen iman nurudur.
2. Levha: Hizmetin Geniş Dairesi ve Kalbin Sadakati
> Metin: “Risale-i Nur’un dairesi çok geniştir, şakirdleri pek çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez; belki daha içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb ise hem dairede, hem hariçte olamaz. Hem hariçteki irşada hevesli zatlar, Risale-i Nur’un şakirdleriyle meşgul olmamalı.” > Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (28. Lem’a) –
>
İzah ve Araştırma:
Bu ifade, sosyolojik ve psikolojik açıdan bir “cemaat” veya “hizmet” disiplinini tasvir ederken, bireyin derûnî bütünlüğünü korumayı hedefler. Bediüzzaman, hizmet dairesini bir hapishane değil, bir cazibe merkezi olarak çizer. Buradaki incelik şudur: Hakikat mesleği, sayı çokluğuna veya taraftar toplama hırsına dayanmaz.
“Bir kalb hem dairede hem hariçte olamaz” tespiti, insanın dahili dünyasındaki odaklanma problemine işaret eder. İnsan kalbi “tevhid” (birlik) üzerine yaratılmıştır; aynı anda iki zıt kutba, iki farklı metoda, iki ayrı gayeye tam manasıyla bağlanamaz. Bu bir yanılma değil, fıtrat kanunudur. Metin, dışarıya gidenin peşinden koşulmamasını öğütleyerek, hizmetin izzetini korur. Ön plana çıkan şey, kalabalıklar değil, sadakat ve sebattır. Tarih boyunca büyük inkişaflar, kalabalık yığınlar tarafından değil, davasına kalbiyle kilitlenmiş serdengeçtiler tarafından gerçekleştirilmiştir.
3. Levha: Gençlik Hevesatı ve Akıbetin Görünmezliği
> Metin: “Evet, gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür. Âkibeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.” > Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (13. Söz) –
>
İzah ve Araştırma:
Gençlik, insan hayatının en fırtınalı, enerjinin en yüksek olduğu dönemidir. Bediüzzaman, gençlik psikolojisini tahlil ederken “akıl” ile “his” arasındaki savaşa dikkat çeker. Akıl, sonuç odaklıdır; isbat arar ve geleceği (akıbeti) düşünür. Hissiyat (duygular) ise anlıktır; şimdiki zamanın hazzına odaklanır.
“His ve heves kördür” ifadesi, edebi bir mecaz olmaktan öte, psikolojik bir gerçektir. Bir genç, anlık bir öfke veya şehvet ile işlediği bir hatanın, ömür boyu sürecek hapis veya pişmanlık getireceğini o an düşünemez. Çünkü o an, “akıbet” (sonuç) hissin sisli perdesi altında kaybolmuştur. “Bir dirhem hazır lezzet”, anlık küçük bir hazdır; “bir batman (büyük bir ağırlık birimi) lezzet” ise sabrın sonundaki büyük mükafattır (cennet veya dünyevi başarı). Bu vecize, gençleri duygularının esiri olmaktan kurtarıp, hikmetin ve aklın tenkidinden geçmiş kararlar almaya davet eder.
4. Levha: İhlas ve Rıza Eksenli Mücadele
> Metin: “Hüner, RIZA-YI İLAHÎYİ kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “Herkes beni dinlesin” diye vazifeni unutup, vazife-i İlahiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.” > Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (21. Lem’a / İhlas Risalesi) –
>
İzah ve Araştırma:
İslam düşünce tarihinde “İhlas”, amelin ruhu olarak kabul edilir. Bu metin, insanın enesini okşayan “başarılı olma”, “çok takip edilme”, “alkışlanma” gibi zahiri göstergeleri yerle bir eder.
Modern dünyada başarı, nicelikle (sayı, para, takipçi) ölçülürken; Bediüzzaman başarıyı (hüneri), sadece “Allah’ın rızası” olarak tanımlar. Burada çok ince bir sınır çizilir: Tebliğ (anlatmak) kulun faaliyeti, tesir (kalbe kabul ettirmek) Allah’ın takdiridir. Kişi, insanları toplama hırsına kapıldığında, aslında Allah’ın hükümranlık alanına (Rububiyetine) müdahale etmeye çalışmaktadır. Bu, gizli bir şirk ve büyük bir edepsizliktir. Tarihte peygamberlerin dahi “Bizim vazifemiz sadece tebliğdir” diyerek neticeyi Allah’a bıraktıkları görülür. Bu düstur, hizmet eden insanı stresten, riyadan (gösterişten) ve sonuç odaklı tükenmişlikten kurtarır.
5. Levha: Ölümle Yüzleşmek ve Derûnî Tövbe
> Metin: “Ey Rabb-i Rahîm’im ve ey Hâlık-ı Kerim’im! ‘Küllü âtin karîb’ (Her gelecek yakındır) sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim… Cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kâliyle bağırarak derim: El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!” > Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (17. Lem’a / 13. Nota) –
>
İzah ve Araştırma:
Tasavvuf ve İslam hikmetinde “Rabıta-i Mevt” (ölümü düşünmek), kalbi dünyadan soğutup ahirete ısındıran en etkili yöntemdir. Bediüzzaman, Arapça bir kaide olan “Küllü âtin karîb” (Gelecek olan her şey yakındır) hükmünce, zamanı ortadan kaldırır ve kendini şu an ölmüş gibi tasvir eder.
Bu, karamsar bir tablo değil, varoluş bir uyanıştır. Kefeni giymek, tabuta binmek; insanın acziyetini en çıplak haliyle hissetmesidir. “Hacalet” (utanç), günahların ruh üzerinde bıraktığı ağırlıktır. Kişi, henüz ölmeden kendini ölmüş gibi hissederek, o dehşetli yolculukta sığınabileceği tek kapının Allah’ın rahmeti olduğunu idrak eder. Bu yakarış, enaniyetin kırıldığı, ruhun “Hannan” (Çok merhametli) ve “Mennan” (Karşılıksız bol veren) isimlerine iltica ettiği zirve noktasıdır.
Müradif Ayet-i Kerimeler ( Meali)
Bu vecizelerin manalarını teyit eden ve köklerini oluşturan Kur’an-ı Kerim ayetleri şunlardır:
* (İlim ve İman Hakkında) – Taha Suresi, 114. Ayet: “…Rabbim! İlmimi arttır, de.”
* (Rıza ve İhlas Hakkında) – Beyyine Suresi, 5. Ayet: “Halbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.”
* (Gençlik ve Hevesat Hakkında) – Kıyame Suresi, 20-21. Ayet: “Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını) seviyorsunuz. Ve ahireti bırakıyorsunuz.”
* (Tebliğ ve Vazife Hakkında) – Kasas Suresi, 56. Ayet: “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.”
* (Ölüm ve Yakınlığı Hakkında) – Kaf Suresi, 19. Ayet: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.”
Özet
Risale-i Nur Külliyatı’ndan derlenen bu beş levha, insanın manevi inşası için elzem olan temel taşları yerine oturtmaktadır. Birinci levha, iman ilminin ekmek ve su gibi hayati bir ihtiyaç olduğunu, süreklilik arz etmesi gerektiğini vurgular. İkinci levha, hakikat hizmetinde kalbin bölünemezliğini ve sadakatin önemini hatırlatır. Üçüncü levha, gençliğin his ve heves tuzağına düşerek gelecekteki büyük mükafatı (akıbeti) feda etme riskine karşı uyarır. Dördüncü levha, hünerin kalabalıkları toplamakta değil, Allah’ın rızasını kazanmakta olduğunu, neticenin Allah’a ait olduğunu beyan eder. Son levha ise, ölümün mutlak ve yakın bir gerçek olduğu bilinciyle, insanın acziyetini kabul edip Rabbine sığınmasının en büyük kurtuluş reçetesi olduğunu isbat eder. Bu vecizeler, tabiat batağına saplanmış modern insana, külli bir bakış açısı ve faziletli bir hayat yolu sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025

 

 




KAİNAT KİTABINDAN HAKİKAT DERSLERİ: ACZİYETTEN MARİFETE YOLCULUK

KAİNAT KİTABINDAN HAKİKAT DERSLERİ: ACZİYETTEN MARİFETE YOLCULUK


​1. Levha: Hakikatin İzleti ve Dünyaya Tenezzül Etmemek
​Metin: “Biz Risale-i Nur şakirdleri, Risale-i Nur’u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz.”
Kaynak: Risale-i Nur – Şuâlar (14. Şua) –

​İzah ve Araştırma:
Bu ifade, İslam tarihinin en nazik meselelerinden biri olan “dini siyasete veya şahsi menfaate alet etme” tehlikesine karşı sedd-i Zülkarneyn gibi duran bir düsturdur. Bediüzzaman, imanı “elmas”, dünyevi makam ve cereyanları ise “şişe” parçalarına benzetir. Elmas, şişe parçaları toplamak için bir araç yapılamaz.
​Buradaki hikmet şudur: Hakikat o kadar ulvi ve mukaddestir ki, değil geçici dünya siyasetine, kâinatın tamamına dahi basamak yapılmaz. İnsanların teveccühünü kazanmak veya dünyevi bir hakimiyet kurmak için dini kullanmak, o mukaddes hakikatin kıymetini düşürmektir. Risale-i Nur talebeleri, rıza-yı İlahi haricinde hiçbir gaye gütmeyerek, tarihteki “hasbîlik” (karşılıksız fedakarlık) geleneğinin en parlak temsilcileri olmuşlardır. Bu duruş, zahiri bir mağlubiyet gibi görünse de, manen en büyük kuvvettir; zira kimseye minneti olmayan, hakikati eğip bükmez.
​2. Levha: Sanat ve Sanatkâr İlişkisi (Mantık ve Tevhid)
​Metin: “San’atlı bir eser, SAN’ATKÂRI icâb eder.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler –

​İzah ve Araştırma:
Bu vecize, kelam ve felsefe tarihinde “Hudûs” ve “Nizam” delillerinin en veciz, en avamın dahi anlayacağı şekilde özetlenmiş halidir. Mantık ilminin temel kaidesi olan nedensellik (illiyet) prensibine dayanır: “Fiil failsiz olmaz, eser müessirsiz olmaz.”
​Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz olamazken; atomdan galaksilere kadar muazzam bir nizam ve ince bir sanatla yaratılan bu kâinatın sahipsiz olması, kör tesadüflere havale edilmesi mümkün değildir. Ördek gibi basit görünen bir canlının tüylerindeki su tutmayan yapı, renklerindeki ahenk ve biyolojik donanımı, külli bir ilmi ve iradeyi gösterir. Bediüzzaman bu isbat metoduyla, modern fenlerin tasvir ettiği harika yapıların arkasındaki “Sâni-i Zülcelal”i (Celal sahibi Sanatkârı) nazara verir. Eser, Sanatkârını şahit gösterir.
​3. Levha: Manevi Tıbb-ı Nebevî: İman İlacı
​Metin: “Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi’ ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz… O tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz.”
Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (Hastalar Risalesi) –

​İzah ve Araştırma:
İnsanlık tarihi boyunca hekimler bedensel yaralara merhem aramışlardır. Ancak ruhun ızdırabı, bedenin acısından daha derin olabilir. Bediüzzaman, burada “Tiryak” (panzehir/ilaç) kavramını kullanarak, hastalığın zahiri acısının ötesinde, ruhun ümitsizlik hastalığına dikkat çeker.
​Hastalık, imansız bir gözle bakıldığında yok oluşa, hiçliğe ve karanlığa bir gidiştir. Bu bakış açısı ruhu ezer. Ancak iman gözlüğüyle bakıldığında hastalık; günahları temizleyen bir sabun, ömür dakikalarını ibadet hükmüne geçiren bir iksir ve Rahman’ın dergâhına iltica etmeye bir davetiyedir. Namaz ve istiğfar (tövbe), ruhun üzerindeki ağırlıkları atarak, bedendeki hastalığın verdiği elemi, manevi bir huzura dönüştürür. Bu, tıbbın ötesinde bir “şifa-i sadır” (göğüs ferahlığı) tedavisidir.
​4. Levha: Vücudun Faniliği ve İlahi İhtar
​Metin: “Evet hastalık bu manayı bize ihtar edip der ki: ‘Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsaid muhtelif maddelerden terkib edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla…'”
Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (25. Lem’a) –

​İzah ve Araştırma:
İnsanın enaniyetini (egosunu) besleyen en büyük yanılma, kendini ebedi ve sarsılmaz zannetmesidir. Nemrutları ve Firavunları ilahlık iddiasına kadar götüren his, sıhhat ve afiyetin verdiği sarhoşluktur.
​Hastalık ise ilahi bir mürebbi (eğitici) gibi gelir ve kula der ki: “Sen bir ‘terkip’sin (bileşim).” Felsefi manada, parçalardan oluşan her şey dağılmaya mahkumdur. Taştan ve demirden olmayan, et, kemik ve kandan oluşan bu narin yapı, her an bozulabilir. Bu tasvir, insanı aczini bilmeye ve asıl Mâlikini (Sahibini) tanımaya sevk eder. Hastalık, insanın tabiatındaki gurur putunu kıran, onu Rabbi karşısında secdeye götüren rahmetli bir tokat gibidir. Aczini bilen, Kudret-i Sonsuz’a dayanır.
​5. Levha: Zamanın Akışı ve Fena Hakikati
​Metin: “Ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.”
Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı

​İzah ve Araştırma:
Edebiyatta “ömür”, çoğu zaman bir suyun akışına veya bir rüzgarın esişine benzetilir. Bu benzetme, zamanın tutulamaz, durdurulamaz ve geri döndürülemez yapısını ifade eder. İnsan, “şimdi” dediği anda bile o an maziye karışır.
​Bu vecize, gaflet uykusundaki insanı sarsar. Dün geçmiştir, yarın ise meçhuldür; elde sadece şu an vardır. Ömrün rüzgar gibi geçmesi, dünya lezzetlerinin de kalıcı olmadığını, fani olduğunu hatırlatır. Tarih, “ebediyen yaşayacağım” zannederek saraylar kuran, ancak bugün isimleri bile unutulmuş krallarla doludur. Bu hakikat, insanı ebedi olan ahiret yurduna hazırlık yapmaya, rüzgar gibi geçen zamanı ibadet ve hayırla “baki” (kalıcı) elmaslara dönüştürmeye davet eder.
​6. Levha: Her Gün Yeni Bir Alem
​Metin: “Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır.”
Kaynak: Risale-i Nur (21. Söz / Namaz Bahsi)

​İzah ve Araştırma:
Bediüzzaman’ın zaman anlayışında, kainat statik (durağan) bir yapı değildir; sürekli bir “teceddüt” (yenilenme) halindedir. Her gün güneşin doğuşuyla, aslında yeni bir alem yaratılır.
​Bu bakış açısı, insana muazzam bir ümit ve fırsat penceresi açar. Dün hatalarla kirlenmiş olabilir, fakat bugün bembeyaz bir sayfadır. “Her yeni gün, yeni bir alemin kapısıdır” sözü, psikolojik olarak da insanı geçmişin travmalarından kurtarıp, “şimdi”nin inşasına odaklar. Mümin, her sabah uyandığında, kendisine bahşedilen bu yeni alemi, namazla, duayla ve güzel amellerle nurlandırma imkanına sahiptir. Eğer o gün gafletle geçirilirse, o alem karanlık bir şekilde maziye gömülür; eğer ibadetle geçirilirse, ahirette seyredilecek nurani bir manzara olur.
​Müradif Ayet-i Kerimeler
​Risale-i Nur’daki bu hakikatlerin dayandığı Kur’an-ı Kerim ayetlerinden bazıları şunlardır:
• ​(İhlas ve Dünyaya Alet Etmeme) – En’am Suresi, 162. Ayet: “De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.'”
• ​(Sanat ve Sanatkâr) – Al-i İmran Suresi, 191. Ayet: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız; bizi ateş azabından koru’ derler.”
• ​(İman ve Şifa) – Şuarâ Suresi, 80. Ayet: “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”
• ​(Acz ve Yaratılış) – Fatır Suresi, 15. Ayet: “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Allah ise; O, her bakımdan zengindir, övgüye lâyık olandır.”
• ​(Ömrün Kısalığı) – Kehf Suresi, 45. Ayet: “Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.”
​Özet
​İncelenen bu altı levha, Risale-i Nur’un insana ve kâinata bakışını özetleyen birer pusula niteliğindedir. Birinci levha, iman hizmetinin hiçbir dünyevi menfaate alet edilemeyecek kadar yüce olduğunu vurgular. İkinci levha, kâinattaki sanat eserlerinden yola çıkarak Sanatkâr’ın varlığını aklen isbat eder. Üçüncü ve Dördüncü levhalar, hastalık ve musibetlerin, insanın gururunu kırıp aczini bildiren ve onu hakiki şifa kaynağı olan imana ve dua kapısına yönlendiren ilahi birer ihtar olduğunu ders verir. Beşinci levha, ömrün rüzgar gibi geçtiğini hatırlatarak dünyevileşmeye karşı uyarırken; Altıncı levha her yeni günün, insan için taze bir başlangıç ve ahiret hesabına işlenecek yeni bir fırsat olduğunu müjdeler. Bu vecizeler bütünü, insanı gafletten uyandırıp, tabiat perdesini yırtarak marifetullaha ulaşmaya davet eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




KAİNAT KİTABINDA İMAN DELİLLERİ VE İSTİKBAL MÜJDELERİ

KAİNAT KİTABINDA İMAN DELİLLERİ VE İSTİKBAL MÜJDELERİ


​1. Levha: Bedendeki Devr-i Daim ve Haşrin İspatı
​Metin: “Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun! Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her senede bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun… Eğer düşünebilseydin… haşir ve neşri inkâr etmezdin.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye –

​İzah ve Araştırma:
Bediüzzaman bu metinde, biyolojik bir hakikati, ahiretin en büyük meselesi olan “Haşir” (öldükten sonra diriliş) için muazzam bir isbat aracı olarak kullanır. Modern bilim bugün isbat etmiştir ki, insan vücudundaki hücreler sürekli yenilenmekte, yaklaşık 6-7 ayda veya senede bir, vücudun zerreleri büyük oranda değişmektedir.
​Bu tasvir, mantıksal bir kıyastır: Bir binanın tuğlaları sürekli değiştiği halde bina ayakta duruyorsa, o binayı ayakta tutan “ruh” veya “kanun” bakidir. Allah (c.c.), dünyada her sene insanın bedenini adeta yeniden yaratmaktadır (tecdid). Gözünün önünde her yıl gerçekleşen bu “küçük dirilişi” gören insanın, “Öldükten sonra bu kemikler nasıl dirilecek?” demesi, aklın faaliyetini durdurması demektir. Metindeki “kafasız” tabiri, hakaret değil, bir durum tesbitidir; “kafası (aklı) olduğu halde onu kullanmayan” demektir. Zira göz önündeki tabiat kitabını okumayan, manen kördür.
​2. Levha: Hakikat ve Şerri Hayra Yormak (Hüsn-ü Bizzat ve Hüsn-ü Bilgayr)
​Metin: “Herşey ya hakikaten güzeldir, ya bizzât güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (18. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
Bu vecize, İslam düşünce tarihinin en derin estetik ve kötülük problemi çözümüdür. İnsan nazarı genellikle zahire takılır; hastalığı, ölümü, fırtınayı çirkin görür. Bediüzzaman ise güzelliği ikiye ayırır:
• ​Hüsn-ü Bizzat: Gül gibi, ışık gibi, sıhhat gibi kendisi güzel olanlar.
• ​Hüsn-ü Bilgayr (Neticeleri itibariyle güzel): Görünüşte çirkin veya sert, fakat neticesi muhteşem olanlar.
​Ameliyatın kendisi kanlı ve acılıdır (görünüşte çirkin), fakat neticesi şifadır (hakikatte güzel). Yağmurun çamuru zahiren kirliliktir, fakat baharın gelmesi o çamura bağlıdır. Bu bakış açısı, insana kainattaki her hadiseye “Güzel gören güzel düşünür” prensibiyle bakmayı öğretir. Hayatın zorlukları karşısında isyan etmek yerine, o zorluğun arkasındaki Rahmani hediyeyi (neticeyi) beklemeyi telkin eder.
​3. Levha: İslam’ın Küresel İstikbali
​Metin: “Rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükûmetleri Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mektubat/Sözler –

​İzah ve Araştırma:
Bu ifade, bir temenniden öte, sosyolojik bir öngörü ve müjdedir. Bediüzzaman, materyalizmin ve dinsizliğin insanlığı manevi bir buhrana sürüklediğini, Batı’nın fen ve teknolojide ilerlese de ruhunu kaybettiğini teşhis etmiştir.
​İnsan fıtratı, hakikate ve huzura muhtaçtır. Tabiatperestlik ve maddeci felsefe, ruhun ebediyet arzusunu tatmin edemez. Tarih şahittir ki, büyük buhranların ardından insanlık hep semavi talimlere sığınmıştır. Bugün Avrupa ve Amerika’da İslam’a olan ilginin artması, manevi boşluğun Kur’an ile dolacağının ayak sesleridir. Kur’an’ın cihan şümul mesajı, aklı ikna ve kalbi tatmin eden tek reçete olduğu için, istikbalde “geniş kıtaların” sığınağı olacaktır.
​4. Levha: Tarihi Misyon ve Uyanış Çağrısı
​Metin: “Ey asırlardan beri Kur’an’ın BAYRAKTARLIĞI vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlat ve torunları! UYANINIZ!…”
Kaynak: Risale-i Nur – Tarihçe-i Hayat –

​İzah ve Araştırma:
Bu haykırış, Türk milletinin İslam tarihindeki şerefli mazisine bir atıftır. Selçuklu ve Osmanlı ecdadı, asırlarca “İla-yı Kelimetullah” (Allah’ın adını yüceltme) davasının sancaktarlığını yapmış, Haçlı seferlerine göğsünü siper etmiştir.
​Bediüzzaman, “Fecr-i Sadık” (Gerçek şafak) tabiriyle, İslam dünyasının üzerindeki gaflet ve gerileme karanlığının bitmek üzere olduğunu müjdeler. Ancak bu aydınlık, kuru bir bekleyişle değil; ecdadın sahip olduğu o yüksek fazilet, iman ve fedakarlık ruhuna yeniden sahip çıkmakla mümkündür. Bu metin, milli şuuru dini şuurla birleştiren, gençliği yanlış inançlardan (dogmalardan) kurtarıp tarihsel misyonuna çağıran bir manifestodur.
​5. Levha: Gökyüzündeki İtaat ve Tevhid
​Metin: “Şimdi göğe bak! Gök içinde hadsiz ecramdan yalnız KAMER’E dikkat et! Onun hareketi, bir Kadîr-i Hakîm’in EMRİYLE…”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler –

​İzah ve Araştırma:
Gökyüzü, tevhidin en büyük laboratuvarıdır. Bediüzzaman, nazarımızı gök cisimlerine (ecram) ve özellikle Ay’a (Kamer) çevirir. Ay’ın Dünya etrafındaki dönüşü, milim şaşmayan takvimi, gelgit olaylarını düzenlemesi; kör ve sağır bir “tesadüf” eseri olamaz.
​Kocaman kütlelerin, direksiz ve dayanaksız uzay boşluğunda, birbirine çarpmadan ve yörüngeden çıkmadan dönmesi, ancak mutlak bir Kudret ve Hikmet sahibinin “Emri” ile mümkündür. “Hareket”, bir muharriki (hareket ettireni) gerektirir. Bu tasvir, astronomiyi bir tefekkür aracına dönüştürür. Ay’a bakan insan, sadece bir gök cismi değil, Rabbinin kudretine boyun eğmiş itaatkar bir memur görmelidir.
​6. Levha: Tablacı ve Nimetin Gerçek Sahibi
​Metin: “Birinci Söz’de denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymetdar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu İN’AM EDENİ TANIMAMAK NİHAYET DERECEDE BİR BELÂHET…”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (1. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
Bu temsil, sebepler (esbab) ile Müsebbib (Allah) arasındaki ilişkiyi anlatan en meşhur Risale-i Nur örneklerinden biridir. Ağaç, toprak, güneş veya marketteki satıcı; hepsi birer “tablacı”dır (garson/getirici). Elmayı ağacın, sütü ineğin yaptığını sanmak; garsona bahşiş verip yemeği ısmarlayan padişahı yok saymak kadar büyük bir ahmaklıktır (belahet).
​İnsan düşüncesi bazen sebeplere takılır ve zahiri olana minnet eder. Oysa hakiki şükür, nimetin aslı ve esası olan Allah’a yapılmalıdır. Bu vecize, insanı şirkin gizli türlerinden arındırır ve “Elhamdülillah” demenin şuurlu halini ders verir.
​Müradif Ayet-i Kerimeler
​Bu hikmetli sözlerin Kur’an’daki kaynakları ve müradifleri şunlardır:
• ​(Haşir ve Bedenin Yenilenmesi) – Rum Suresi, 19. Ayet: “O, ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır ve toprağı ölümünden sonra diriltir. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.”
• ​(Güzellik ve Hayır) – Secde Suresi, 7. Ayet: “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve insanı yaratmaya çamurdan başlamıştır.”
• ​(İslam’ın Hakimiyeti) – Nasr Suresi, 1-2. Ayet: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğün zaman…”
• ​(Tarihi Misyon/Allah Yolunda Cihad) – Maide Suresi, 54. Ayet: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilsin ki) Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…”
• ​(Gökyüzü ve Ay) – Yasin Suresi, 38-40. Ayet: “…Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik… Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.”
• ​(Nimet ve Şükür) – Nahl Suresi, 53. Ayet: “Size ulaşan her nimet Allah’tandır.”
​Özet
​Bediüzzaman Said Nursi’nin (r.a.) bu altı vecizesi; insanın enesini ve tabiat anlayışını tenkit ederek hakikati ortaya koyar. Birinci levha, bedendeki hücresel yenilenmeyi haşir için bir delil sayarken; ikinci levha, kainattaki her hadisenin neticesi itibariyle güzel olduğunu vurgular. Üçüncü ve dördüncü levhalar, Kur’an’ın cihan şümul hakikatinin istikbalde tüm dünyayı kuşatacağını ve Türk milletinin ecdadına yakışır bir uyanışla bu sancaktarlığı sürdürmesi gerektiğini hatırlatır. Beşinci ve altıncı levhalar ise, gök cisimlerinin itaatinden ve nimetlerin sunuluşundan yola çıkarak; sebepleri (tablacıları) aşıp, her şeyin dizgini elinde olan Müsebbibü’l-Esbab’ı tanımanın külli bir şuur gerektirdiğini isbat eder. Bu dersler, “kafası boş” bir inkar yerine, tahkiki bir imanı inşa eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




EZEL VE EBED ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ: İNSANIN MANEVİ YOLCULUĞU

EZEL VE EBED ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ: İNSANIN MANEVİ YOLCULUĞU


​İnsan, şu kâinatın en karmaşık muamması ve en nazlı misafiridir. Risale-i Nur, bu misafirin yol haritasını çizerken, ona elindeki anahtarları, kalbindeki tuzakları ve ruhundaki genişliği tanıtır. İşte o hakikat dersleri:
​1. Levha: Sonsuzluğun Anahtarı Olarak İman
​Metin: “Bir adamın imanı, ebedî ve dünya kadar bir mülk-ü bâkinin anahtarı ve nurudur.”
Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı (Şualar) –

​İzah ve Araştırma:
Mantık ilmi açısından bakıldığında, sınırlı bir sebep, sınırsız bir sonuç doğuramaz. Ancak “İman” bahsinde bu denklem değişir. İnsan, cüz’i (sınırlı) bir irade ile “inandım” der; karşılığında ise Bâki (sonsuz) bir mülk kazanır. Bediüzzaman, imanı sadece bir “kabul ediş” değil, bir “anahtar” ve “nur” (ışık) olarak tasvir eder.
​Karanlık bir saray düşünün; içi mücevherlerle dolu olsun. Işık yoksa o mücevherler görünmez, hatta ayak bağı olur. İman, kâinat sarayının ışığıdır. O ışık yandığında, ölüm bir yok oluş değil, terhis tezkeresi; musibetler birer imtihan, kabir ise sonsuz bir alemin kapısı olur. Tarihte hiçbir hükümdar, ne İskender ne Napolyon, fethettikleri ülkeleri öteki tarafa götürebilmiştir. Ancak mümin, iman anahtarıyla, dünya kadar geniş ve ebedi bir mülkün tapusunu, henüz dünyadayken ruhuna kazır. Bu, insan için en kârlı ticarettir.
​2. Levha: İhlasın Sırrı ve İlahi Cömertlik
​Metin: “Evet, ihlas ile kim ne isterse ALLAH verir.”
Kaynak: Risale-i Nur (Zühret-ün Nur / Lem’alar) –

​İzah ve Araştırma:
İslam ahlakının temelini, “İhlas” oluşturur. İhlas, amelin ruhudur; samimiyettir, bir şeyi sırf Allah rızası için yapmaktır. Bediüzzaman burada sosyolojik ve psikolojik bir yasaya işaret eder: “Samimiyetin kıramayacağı kapı yoktur.”
​Tarihte İslam alimleri, maddi imkansızlıklar içinde devasa eserler vücuda getirmişlerdir. İmam Gazali’den İmam Rabbani’ye kadar bu zatların sözlerinin asırlarca yankılanmasının sebebi, kelime oyunları değil, o kelimelerin arkasındaki ihlas gücüdür. “Kim ne isterse Allah verir” düsturu, bir nevi ilahi taahhüttür. Kul, aradan kendi menfaatini, şöhret tutkusunu ve enaniyetini çıkarıp sadece Hakk’ı isterse, Kâinatın Sahibi o kulun elini boş çevirmez. İhlas, duaların kabulündeki en keskin şifredir.
​3. Levha: Gençlik ve İhtiyarlık Arasındaki Hüzünlü Geçiş
​Metin: “Medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzân olan ihtiyarlık, yerine geliyor.”
Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı (Mektubat) –

​İzah ve Araştırma:
Edebiyatın en kadim temalarından biri “fânilik”tir. Şairler yüzyıllardır “gençliğin elveda deyişini” hüzünle işlemişlerdir. Bediüzzaman bu gerçeği, “zevklerin kaynağı” (medar-ı ezvak) olan gençlik ile “hüzünlerin kaynağı” (menşe-i ahzân) olan ihtiyarlık arasındaki nöbet değişimi olarak tasvir eder.
​Gençlik; enerjinin, hayallerin ve hazzın zirvesidir. Ancak tabiat kanunu gereği, her zirve bir inişi barındırır. İhtiyarlık; hastalıkların, ayrılıkların ve acziyetin hissedildiği, hüzünlü bir sonbahardır. Bu vecize, insanı karamsarlığa itmek için değil, “gaflet uykusundan” uyandırmak içindir. Gençliğin sarhoşluğuyla hayatı ebedi sanan insan, ihtiyarlığın ayak seslerini duyduğunda sarsılır. Akıllı insan, o “giden” sermayeyi (gençliği), “gelen” hüzünlü dönemde (ihtiyarlık ve ahiret) kendine ışık olacak amellere dönüştüren kimsedir.
​4. Levha: Manevi Boğulma ve Dikkat Çağrısı
​Metin: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma…”
Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (17. Lem’a) –

​İzah ve Araştırma:
Bu metin, Risale-i Nur’un en sarsıcı psikolojik tahlillerinden biridir. İnsanda, kâinatı yutabilecek kadar geniş “letaifler” (duygular, hisler, manevi cihazlar) vardır. Kalp, ruh, sır gibi bu cihazlar sonsuzluğu ister. Ancak insan, bazen bu devasa potansiyeli, küçücük bir heves uğruna harcar.
​Bir haram lokma, gayrimeşru bir öpücük veya kırıcı bir kelime… Zahiren küçük görünse de, manevi dünyada bir “karadelik” etkisi yapabilir. Koca bir geminin, küçük bir delikten giren suyla batması gibi; insanın iman ve fazilet dolu ruhu da, küçük görülen bir günahın içinde boğulabilir. Bediüzzaman burada “Hazer et” (Sakın!) diyerek, mümini manevi mayın tarlalarında yürüyen bir asker gibi dikkatli olmaya; külli duygularını, basit ve geçici (fani) zevklerde boğmamaya çağırır.
​5. Levha: Tevhidin Dört Sütunu
​Metin: “Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mabud; yalnız O’DUR.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (10. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
İnsan kalbi, fıtraten sevmeye ve istemeye kodlanmıştır. Tasavvuf tarihinde bu arayış seyr-i süluk ile anlatılır. Bediüzzaman bu dört kavramla insanın iç dünyasındaki hiyerarşiyi düzenler:
• ​Mahbub (Sevilen): Kalp sevgisiz yaşayamaz, ama fani sevgililer kalbi tatmin etmez. Gerçek sevilecek O’dur.
• ​Matlub (İstenen): İnsan hep ister, talepleri bitmez. İstenmeye layık olan O’dur.
• ​Maksud (Amaçlanan): Her işin bir gayesi vardır. Tek gaye O’nun rızası olmalıdır.
• ​Mabud (Tapılan): Ve nihayet, önünde secde edilecek yegane makam O’dur.
​Bu sıralama, kelime-i tevhidin (“Lâ ilâhe illallah”) kalpteki açılımıdır. İnsan, sevgisini, isteğini ve amacını fani dünyaya, makama veya şahıslara yönelttiğinde yanılma yaşar ve acı çeker. Huzur, ancak bu dört kancayı asıl sahibine takmakla mümkündür.
​6. Levha: Aklın Garip Hali ve Odaklanma Sorunu
​Metin: “Aklın pek garib bir hali vardır. Öyle bir yed-i tûlâ sahibidir ki; Bazan kâinatı ihata etmekle kucağına alıyor… Bazan da bir katre suda boğulur, bir zerre içinde yok olur, bir kılda kaybolur.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye –

​İzah ve Araştırma:
İnsan aklı, elastik bir yapıya sahiptir. Teleskopla galaksileri seyrederken kâinatı kucaklayan o akıl; mikroskopla bir mikroba baktığında veya şahsi bir meselesine daldığında o kadar küçülür ki, o zerrenin içinde boğulur.
​Bu, felsefede “tümel” ve “tikel” bakış arasındaki çatışmadır. Bediüzzaman, materyalist bilimin veya maddeye saplanan aklın çıkmazını tasvir eder. Akıl, maddeye (zerreye, katreye) daldığında, bütünü (Sâni-i Zülcelal’i) unutabilir. Bir sineğin kanadını incelerken, o kanadı yaratan Allah’ı göremez hale gelebilir. “Bir kılda kaybolmak”, detaya takılıp hakikati ıskalamaktır. Metin, aklın bu zaafına dikkat çekerek, insanı maddede boğulmaktan kurtarıp, tefekkürle genişlemeye davet eder.
​Müradif Ayet-i Kerimeler
​Bu hikmetli sözlerin dayandığı Kur’an-ı Kerim ayetleri şunlardır:
• ​(İman ve Ebedi Mülk) – Ankebut Suresi, 64. Ayet: “Bu dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”
• ​(İhlas ve Dua) – Mü’min Suresi, 60. Ayet: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim…”
• ​(Gençlik ve İhtiyarlık) – Rum Suresi, 54. Ayet: “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir…”
• ​(Küçük Günahlardan Sakınma) – Zilzal Suresi, 7-8. Ayet: “Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”
• ​(Hakiki Mahbub/Tevhid) – Bakara Suresi, 165. Ayet: “…İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (her şeyden) daha fazladır.”
​Özet
​Risale-i Nur’dan derlenen bu altı vecize, insanın manevi anatomisini çizer. İman, fani dünyada baki bir mülkü kazandıran mucizevi bir anahtardır. İhlas, duaların ve amellerin kabul şartı olan “sırlı” bir güçtür. Hayatın akışı içinde gençlik zevkleri yerini ihtiyarlık hüzünlerine bırakırken; insan, kalbindeki sonsuz sevgi ve istek potansiyelini (mahbub, matlub) sadece Allah’a yönelterek huzur bulabilir. Ancak bu yolda dikkatli olmak gerekir; zira insan, o koca aklıyla kâinatı kucaklayabildiği gibi, gaflete düşüp küçük bir “lokma” veya “nazar” içinde manevi dünyasını batırabilir. Akıl, detaylarda boğulmamalı, külli bir bakışla hakikati bulmalıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




KÂİNATIN SIRLI DİLİ: MÜHÜRLER, MEKTUPLAR VE MÜJDELER

KÂİNATIN SIRLI DİLİ: MÜHÜRLER, MEKTUPLAR VE MÜJDELER


​1. Levha: Hayat ve Rızık Arasındaki Mantıksal Bağ
​Metin: “Hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de O’dur, Ondan başkası olmaz.”

​İzah ve Araştırma:
Bu vecize, mantık ilmindeki “télazum” (birbirini gerektirme) prensibine dayanır. Bir makineyi icat eden mühendis, o makinenin hangi yakıtla çalışacağını en iyi bilen ve o yakıtı ona göre ayarlayandır. Hayat muazzam bir makine, rızık ise onun yakıtıdır.
​Biyolojik açıdan bakıldığında, mide ile elma, göz ile ışık, ciğer ile hava arasında “ezeli” bir uyum vardır. Elmayı hiç görmemiş bir mideyi kim yaratmışsa, elmayı da o yaratmıştır. Tesadüf veya kör kuvvetler, bu iki farklı unsuru (insan bedeni ve gıda) birbirine bu kadar hassas bir bağlantı ile bağlayamaz. Bu isbat, insanı rızık endişesinden kurtarır. Rızkı veren, hayatı verendir. O halde Rezzak-ı Kerim’e güvenmek, hayatın en büyük huzur kaynağıdır.

2. Levha: Eşyadaki İlahi İmza (Sikke-i Tevhid)
​Metin: “Her bir şey, bir mühür-ü Rabbanî hükmünde bütün eşyayı kendi Hâlık’ına isnad eder.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (33. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
Eski dönemlerde padişahlar, fermanlarına veya hazinelerine özel mühürlerini basarlardı. O mühür, o eşyanın kime ait olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösterirdi. Bediüzzaman, bir çiçeği, bir arıyı veya bir atomu, Allah’ın “Rabbani bir mührü” olarak tasvir eder.
​Öyle bir mühür ki, taklit edilmesi imkansızdır. Bir tek papatyayı yaratabilmek için güneşe, bahara, toprağa ve yağmura hükmetmek gerekir. Dolayısıyla o papatya, lisan-ı haliyle der ki: “Beni kim yaptıysa, kâinatı o yapmıştır.” Bu nazar, insanı politeizmden (çok tanrıcılık) ve sebeplere tapmaktan kurtarır; her şeyde Bir olan Allah’ın imzasını gösterir.

3. Levha: Dünya Misafirhanesi ve Bakış Açısı
​Metin: “Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse, her yer kalbe bârdır (yüktür) ve herkes düşmandır.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mektubat/Sözler –

​İzah ve Araştırma:
İnsan psikolojisi, bulunduğu mekandan ziyade, o mekanın sahibine olan güveniyle şekillenir. Bediüzzaman dünyayı bir “misafirhane” olarak tanımlar. Eğer misafir, ev sahibini (Allah’ı) tanır ve O’nun rahmetine güvenirse, evdeki diğer misafirler (hayvanlar, olaylar, insanlar) ona dost olur. Çünkü bilir ki hepsi aynı Kerim Zat’ın misafiridir.
​Ancak insan, Sahibini tanımazsa, dünya vahşi bir ormana dönüşür. Hastalıklar düşman, ölüm yok oluş, hayvanlar canavar gibi görünür. “Yâr” (dost) olmayan için, dünya “bâr” (yük) olur. Bu vecize, mutluluğun dış şartlarda değil, derûnî bir iman teslimiyetinde olduğunu, yanılmadan kurtulmanın yolunun Sahibini tanımaktan geçtiğini anlatır.

4. Levha: Ölümün İki Yüzü (Terhis mi, İdam mı?)
​Metin: “Mevt ehl-i dalalet için i’dam-ı ebedîdir… ve mevti mübarek bir terhis tezkeresine çeviren yalnız Kur’an ve imandır.”
Kaynak: Risale-i Nur – Şualar (11. Şua) –

​İzah ve Araştırma:
Tarih boyunca insanlığın en büyük korkusu ölüm olmuştur. İmansız bir bakış (ehl-i dalalet) için ölüm; çürümek, yok olmak, sevdiklerinden ebediyen ayrılmak ve karanlık bir kuyuya atılmaktır (i’dam-ı ebedi). Bu korkunç tablo, insan ruhunu daha dünyadayken cehenneme çevirir.
​Fakat Kur’an ve iman, ölümü bir “yok oluş” değil, bir “yer değiştirme” olarak sunar. Askerin görevini tamamlayıp evine dönmesi gibi, mümin de dünya vazifesini bitirip asıl vatanına, dostlarına ve Rabbine kavuşur. Bu bir “terhis tezkeresi”dir. Cenaze aracı, korkunç bir sona değil, ebedi bir saadete açılan kapıya yolcuyu taşıyan bir vasıtadır. Bu hakikat, hayatın lezzetini acılaştıran ölüm korkusunu, vuslat (kavuşma) sevincine dönüştürür.

5. Levha: İslam’ın Parlak Geleceği
​Metin: “İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak.”
Kaynak: Risale-i Nur – Tarihçe-i Hayat –

​İzah ve Araştırma:
Bu ifade, Bediüzzaman’ın sosyolojik dehasını ve Kur’an’a olan sarsılmaz itimadını gösterir. 20. yüzyılın başlarında İslam dünyası en zayıf anlarını yaşarken, o, ümitsizliğe düşmemiştir. Çünkü o, İslam’ın kılıç zoruyla değil, “akıl, ilim ve hakikat” gücüyle yükseleceğini öngörmüştür.
​Modern fenlerin keşifleri, Kur’an’ın külli hakikatlerini isbat ettikçe; insanlık dinsizliğin verdiği manevi boşluktan kaçıp İslam’a sığınacaktır. “Hakaik-i Kur’aniye” (Kur’an hakikatleri), akla ve fıtrata en uygun sistem olduğu için, geleceğin medeniyetinde ön plana çıkacak ve hükümferma olacaktır. Bu, kuru bir hamaset değil, tarihin akışının okunuşudur.

6. Levha: Sanat ve Sanatkârı Ayırt Etmek (Tavus Kuşu Örneği)
​Metin: “Tavus Hâlıkının yaldızlı bir mektubudur… Mektubu kâtib zanneden… elbette aklını aşk perdesinde saklamış, hakikatın hakikî suretini görmemiş.”
Kaynak: Risale-i Nur – Barla Lahikası –

​İzah ve Araştırma:
Bu misal, tasavvuftaki “Vahdet-i Vücud” meselesinin yanlış anlaşılmasına veya panteist (doğayı tanrılaştıran) yanılmalara karşı ince bir tenkit ihtiva eder. Tavus kuşu harika bir sanat eseridir, adeta yaldızlı bir mektuptur. İnsan o güzelliğe hayran kalır.
​Ancak mektubun güzelliği, kâğıttan ve mürekkepten değil, kâtibin (yazanın) sanatından gelir. Mektuba aşık olup kâtibi unutmak; veya “Kâtip bu mektubun içindedir” demek akıl kârı değildir. Bediüzzaman, “Mana-i Harfi” (Ona, Onu yapan namına bakmak) ile “Mana-i İsmi” (Ona, kendisi namına bakmak) arasındaki farkı ders verir. Tavusa “Maşallah” demek, “Allah ne güzel yaratmış” demektir ve doğrusu budur. Sadece “Ne güzeldir” demek ise, sanatı Sanatkâr’dan koparmaktır.

7. Levha: Dağların Tesbihi ve Vazifesi
​Metin: “Ey Kâdir-i Külli Şey! Dağlar ve içindeki mahluklar Senin mülkünde… Senin kuvvet ve kudretinle… müsahhar ve müdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir eden Hâlıkını takdis ve tesbih ederler.”
Kaynak: Risale-i Nur – Şualar

​İzah ve Araştırma:
Coğrafya kitaplarında dağlar, cansız kaya kütleleri veya jeolojik kıvrımlar olarak anlatılır. Risale-i Nur ise dağlara “canlı birer memur” nazarıyla bakar. Dağlar; suların depolandığı, madenlerin saklandığı, havanın temizlendiği devasa direkler ve hazinelerdir.
​Bu vecize, dağların başıboş olmadığını, “Kâdir-i Külli Şey”in (Her şeye gücü yeten Allah’ın) emriyle hareket ettiğini (müsahhar) ve vazife gördüğünü (tavzif) hatırlatır. Dağların bu itaatkar duruşu ve insanlığa hizmeti, onların kendi dilleriyle (lisan-ı hal) Yaratıcılarını tesbih etmeleridir. İnsan bu nazarla baktığında, kâinat ölü bir madde yığını değil, zikir çeken muazzam bir ordu halini alır.

Müradif Ayet-i Kerimeler
​Risale-i Nur’daki bu hakikatlerin menbaı olan Kur’an ayetleri şunlardır:
• ​(Rızık ve Hayat) – Hud Suresi, 6. Ayet: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.”
• ​(İlahi Mühür/Tevhid) – Fussilet Suresi, 53. Ayet: “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki) uçsuz bucaksız ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz…”
• ​(Dünya Hayatı/Misafirhane) – Ankebut Suresi, 64. Ayet: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur.”
• ​(Ölüm ve Terhis) – Mülk Suresi, 2. Ayet: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”
• ​(İstikbal ve İslam) – Nur Suresi, 55. Ayet: “Allah, içinizden iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına… dair söz vermiştir.”
• ​(Sanat ve Yaratıcı) – Secde Suresi, 7. Ayet: “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve insanı yaratmaya çamurdan başlamıştır.”
• ​(Dağlar ve Tesbih) – Enbiya Suresi, 79. Ayet: “…Dağları ve kuşları Davud’un emrine amade kıldık; onlar da tesbih ediyorlardı…”
​Özet
​Bu yedi levha, Risale-i Nur’un insana kazandırdığı külli bakış açısını özetler. Rızkı verenin hayatı yaratan olduğu gerçeğiyle güveni; her şeydeki ilahi mühürle tevhidi; dünyanın bir misafirhane olduğu bilinciyle huzuru; ölümün bir terhis tezkeresi olduğu müjdesiyle ebedi ümidi; sanat eserine (tavusa) bakıp Sanatkârı tanımakla marifeti; ve dağların zikrini işitmekle kâinatla barışık olmayı ders verir. Bu vecizeler, insanı maddeperestliğin dar kalıplarından çıkarıp, iman ve Kur’an hakikatlerinin geniş ve nurlu iklimine davet eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




KİTAP ÖZETLERİ

Not: Eklenmeye devam edilmektedir.

*Kitap Müellifleri uygun görmeyip çıkarılmasını istemeleri halinde KİTAP TANITIMI listeden çıkarılacaktır.

Bildiri için: mozcelik02@hotmail.com 

1-KİTAP ÖZETLERİ -9 KİTAP-