İNSAN RUHUNUN ALLAH İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ
İNSAN RUHUNUN ALLAH İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ
### 1. İlgili Ayet-i Kerime ve Meali
> **”Ona şekil verip ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secdeye kapanın!”**
> *(Sâd Suresi, 38/72)*
### 2. “Ruhumdan Üfledim” İfadesindeki Derûnî Hikmet
Cenab-ı Hakk’ın “Ruhumdan” buyurması, hâşâ Zât’ından bir parçanın kopup insana geçmesi demek değildir. Allah (c.c.) mürekkep (parçalardan oluşan) değildir, Samed’dir. Buradaki izafet (bağlantı), **”İzafet-i Teşrifiye”**dir; yani şereflendirme, değer verme ve aidiyet bildirme bağlantısıdır.
* **Doğrudan Muhatabiyet:** Allah, araya vasıtalar (melekler veya sebepler) koymadan, kudret elinin bizzat işlemesiyle ve “Ruhum” diyerek insana verdiği değeri göstermiştir. Bu, insanın **”Ahsen-i Takvim”** (en güzel kıvam) üzere yaratıldığının en büyük isbatıdır.
* **İlahî Bir Sır:** Ruh, mahiyeti itibariyle “Emir Alemi”ndendir. Yani madde ve zaman kayıtlarının ötesinde, Allah’ın “Kün” (Ol) emrinin, harici bir vücut giymiş şeklidir.
### 3. Emir Alemi, Ruh ve Beden Bağlantısı
Ruhun bedene girmesi, bir suyun kaba girmesi gibi maddi bir olay değil; elektriğin ampulde tezahür etmesi veya kanunun maddede işlemesi gibidir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, ruhun bu mahiyetini şöyle tasvir eder:
> *”Ruh, zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeye müstaid bir kanun-u emrîdir.”*
> *(Sözler, 29. Söz, s. 506)*
**Hikmeti:** Beden kesif (yoğun, maddi), ruh ise latiftir (ince, nurani). Allah, topraktan yarattığı o kesif bedeni, kendi emrinden olan o latif ruh ile şereflendirerek insanı iki alemin (Mülk ve Melekût) kesişim noktası yapmıştır.
### 4. Hz. Adem’e Üflenen Ruh ve Bizimle Alakası
“Neden bize değil de Hz. Adem’e?” sorusunun cevabı, **”Kanun-u Tencim”** (Büyüme ve üreme kanunu) sırrında saklıdır.
* **Çekirdek ve Ağaç:** Hz. Adem insanlık ağacının çekirdeğidir. Bir çekirdeğe aşılanan özellik, o çekirdekten çıkan bütün ağaca, dallara ve meyvelere sirayet eder. Hz. Adem’e üflenen o ruh, potansiyel ve mahiyet olarak bütün insanlığın genetiğine ve fıtratına dercedilmiştir.
* **Veraset:** Biz o ilahî nefhayi (üflemeyi), irsiyet ve fıtrat yoluyla devralırız. Her doğan çocuk, İslam fıtratı ve o ruhun saflığı üzerine doğar.
### 5. Firavun’un İlahlık İddiası ve Bu Hakikatle Bağlantısı
Meselenin en can alıcı noktası ise; İnsana verilen bu yüksek ruh ve onunla beraber verilen **”Ene” (Benlik/Ego)**, aslında Allah’ı tanımak için verilmiş bir **vahid-i kıyasi** (kıyas birimi)dir.
Fakat Firavun gibi haddini aşanlar, bu emaneti mülk zannetmişlerdir. Bağlantıyı şöyle kuralım:
* **Rabbin Sıfatlarını Anlama Anahtarı:** İnsan, kendisine verilen cüz’i ilim, irade ve kudretçiklerle der ki: *”Ben şu evi yaptım, şu bedene sahibim; Rabbim de şu kâinatı yaptı ve sahibidir.”* Ruhun bu özelliği, mutlak olanı anlamak için bir dürbündür.
* **Yanılma Noktası (Suiistimal):** Firavun, ruhuna üflenen bu “Rabbin halifesi olma” yetkisini ve “Rububiyetin numunesini”, asıl kaynak olan Allah’a atfetmek yerine; **”Bu güç benimdir, kaynağı bendedir”** diyerek enaniyete saplanmıştır.
* **Gölgeyi Asıl Sanmak:** Güneşin aynadaki yansıması (insandaki ruh ve sıfatlar), Güneş’ten haber verir. Ayna (Firavunlaşan nefis) eğer *”Işık benden çıkıyor, Güneş benim”* derse, şirke düşer ve ilahlık taslar.
Üstad Bediüzzaman bu tehlikeli ve ince çizgiyi şöyle izah eder:
> *”Gökler, zemin ve dağlar, emaneti yüklenmekten çekindiler. İnsan ise onu yüklendi.”* (Ahzab Suresi) ayetinin tefsirinde:
>
> *”Ene, künuz-u mahfiye olan Esmâ-i İlâhiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkülküşadır… Hâlık-ı Kâinat’ın rububiyetinin evsaf ve şuunatını anlamak için, bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor.”*
> *(Sözler, 30. Söz, s. 536)*
Ancak Firavun gibiler için devamında ise:
> *”O ene, hıyanet etti. ‘Siz de, benim gibi, kendi mülkünüzün ve cesedinizin sahiplerisiniz’ diye ibadını kendine davet edip, o enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek rububiyet dâvâ etti.”*
> *(Age ve devamı)*
### Hülâsa ve Sonuç
Allah’ın “Ruhumdan üfledim” demesi; insanı kendine muhatap kabul etmesi, onu şuur ve irade sahibi kılması ve kendi sıfatlarından (ilim, irade, kelam vb.) numuneler vererek Kendisinin bilinmesini istemesindendir.
Bu büyük nimet; mümin için Allah’a **kulluk (ubudiyet)** ve vuslat vesilesi iken; Firavun meşrepli nefisler için, o numuneyi asıl zannedip **ilahlık (rububiyet)** iddia etme sebebine dönüşmüştür.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧✧ ✧ ✧ ✧
Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin **”Tılsım-ı Kâinatın Anahtarı”** olarak vasıflandırdığı 30. Söz (Ene ve Zerre Risalesi), insanlığın manevi seyrüferini anlamak için cihan şümul bir rehberdir.
Önceki cevabımızda değindiğimiz “Ruhun üflenmesi” ve “Firavuniyet” meselesinin teknik ve felsefi altyapısı tam olarak burada yatmaktadır. Ene’yi (benlik/nefis), hakikatin kilidini açan bir anahtar olarak düşünelim; bu anahtar doğru çevrilirse kâinatın kapılarını açar, yanlış çevrilirse insanı karanlığa hapseder.
İşte 30. Söz’ün dürbünüyle, Ene’nin iki yüzü ve iki ayrı silsilenin (Nübüvvet ve Felsefe) tahlili:
### 1. Ene’nin Mahiyeti: Vahid-i Kıyasî (Kıyas Birimi)
Cenab-ı Hak, mutlak, sınırsız ve şekilsiz sıfatlarının (İlim, Kudret, İrade vb.) insanlar tarafından anlaşılabilmesi için, insana **”Ene”** denilen bir nümune vermiştir.
* **Amaç:** Mutlak olanı, sınırlı olanla kıyaslayarak anlamaktır.
* **Mantık:** *”Ben şu evi nasıl yaptım ve idare ediyorsam, Allah da kâinatı öyle yapmış ve idare ediyordur”* diyebilmektir.
* **Sınır:** Ene, kendindeki bu özellikleri **”sahiplenmek”** için değil, **”birim”** olarak kullanmak için taşır. Tıpkı termometrenin harareti göstermesi ama hararetin sahibi olmaması gibi.
### 2. Yol Ayrımı: Ene’nin İki Yüzü
Ene, bıçak sırtı gibidir. Kendine ve kâinata hangi **”Nazar” (Bakış)** ile baktığı, neticeyi tamamen değiştirir.
| Özellik | Nübüvvet (Peygamberlik) Silsilesi | Felsefe (Hikmet-i Beşeriye) Silsilesi |
| :— | :— | :— |
| **Bakış Açısı** |
**Mana-yı Harfi:** Kendine, başkasının (Allah’ın) manasını gösteren bir ayna olarak bakar. |
**Mana-yı İsmi:** Kendine, bizzat var olan ve kendine malik bir varlık olarak bakar. |
| **İddia** | “Ben bir memurum, kuvvet ve mülk benim değil, O’nundur.” |
“Ben kendime malikim. Bu kuvvet ve iktidar benim zâtımdandır.” |
| **Netice** |
**Ubudiyet (Kulluk):** Aczini bilir, Rabbine sığınır. Ene incelir, şeffaflaşır, Hakk’ı gösterir. |
**Enaniyet (Egoizm):** Kendini ilahlaştırır. Ene kalınlaşır, ışık geçirmez, Hakk’ı örter. |
| **Örnek** | Hz. Musa, Hz. Muhammed (s.a.v) ve bütün Enbiya.
| Firavun, Nemrut ve Tabiatperest Felsefe. |
### 3. Risale-i Nur’dan Derûnî Bir İktibas
Üstad Hazretleri, bu hakikati şöyle tasvir eder:
> *”Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar. Şu mes’eleye dair “Şemme” isminde bir risale-i arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki: Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana “ene” namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat’ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. “*
> *(Sözler, 30. Söz, Birinci Maksat)
Ancak felsefi bakışla (Mana-yı İsmi ile) bakıldığında durumun vahameti şöyledir:
> *”Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse; o vakit emanette hıyanet eder,.”*
> *(Sözler, 30. Söz, Birinci Maksat,age)*
### 4. Ene’den Zerre’ye (Tabiata) Geçiş: Şirkin Psikolojisi
Burada çok ince bir bağlantı vardır. Ene, eğer Allah’a teslim olmazsa, “Ben yaptım” der. Ancak insan, kendi acizliğini ve her şeyi yapamayacağını içten içe bilir.
* **Tabiata Havale:**
Ene, Allah’ı reddedince, kâinattaki muazzam düzeni açıklamak için bu sefer ilahlık vasfını **”Tabiata”**, **”Esbaba” (Sebeplere)** veya **”Zerreye” (Atoma)** vermek zorunda kalır.
* **İmkansız Yük:** Bir atomun, göz gibi harika bir organı yapabilmesi için; o atomun her şeyi gören bir ilme ve her şeye yeten bir kudrete sahip olması gerekir.
* **Yanılma:** Yani enaniyet, Allah’ın birliğini (Tevhid) kabul etmeyince, kâinattaki zerreler adedince sahte ilahları kabul etmek zorunda kalır.
### Hülâsa
Firavun, **Mana-yı İsmi** ile kendine bakmış, elindeki iktidarı kendinden bilmiş, Ene’yi şeffaf bir ayna yapmak yerine katılaştırmış ve nihayetinde “Ben sizin Rabbinizim” deme cüretini (deliliğini) göstermiştir.
Ruhun üflenmesi bizde bir “imkan”dır; Ene ise o imkanın “imtihan” sahasıdır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
21/11/2025