OSMANLI AİLE HUKUKU

OSMANLI AİLE HUKUKU

Osmanlı’da aile, toplumun çekirdeği olarak kabul edilmiş ve devlet, bu kurumun muhafazası için İslam hukukunun (Hanefi fıkhı) cihan şümul prensiplerini ve örfi hukuku birleştirerek kendine has bir usul geliştirmiştir.
Osmanlı aile hukukunun muhtevası, devletin nazarı ve boşanma tatbikatı hakkında detaylar şöyledir:

1. Hukuki Temel ve Devletin Hassasiyeti
Osmanlı aile hukuku, temelde Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’e dayanan Şer’i hukuk (Ahkam-ı Şer’iyye) üzerine bina edilmiştir. Devletin bu konudaki hassasiyeti, ailenin mahremiyetini korumakla birlikte, tarafların (özellikle kadının) haklarını güvence altına almak üzerine kuruludur.
* Devletin Rolü ve Kadı: Devlet, aile içine doğrudan müdahil olmaktan ziyade, Kadı (hakim) vasıtasıyla bir denetim ve tescil makamı olarak faaliyet göstermiştir. Nikâh bir “akid” (sözleşme) olarak görülmüş; bu akdin sıhhati için irade beyanı (icab ve kabul) ve şahitler şart koşulmuştur.
* Kayıt Altına Alma (Şer’iyye Sicilleri): Osmanlı’da evlilik ve boşanmaların kayıt altına alınması devletin ciddiyetle üzerinde durduğu bir husustur. Kadı sicilleri (Şer’iyye Sicilleri), evlilik akdini, mehir miktarını ve şartlarını ihtiva eden resmi belgelerdir. Bu kayıtlar, ihtilaf durumunda isbat vasıtası olarak kullanılmıştır.

2. Boşanma Durumları ve Çözüm Yolları (Tatbikat)
Osmanlı hukukunda evliliğin devamı esas olmakla birlikte, “geçimsizlik” ve “zarar görme” durumlarında boşanma meşru bir çıkış yolu olarak kabul edilmiştir. Boşanma tek taraflı bir erkek imtiyazı gibi görünse de tatbikat incelendiğinde kadının da aktif bir rolü olduğu görülür.
Üç temel boşanma türü uygulanırdı:
* Talak (Erkeğin Boşaması): Erkeğin tek taraflı iradesiyle gerçekleşir. Ancak bu durum, erkeğe ciddi mali yükümlülükler getirir. Erkek, kadının mehr-i müeccelini (ertelenmiş mehir) ve iddet müddetince nafakasını derhal ödemek zorundadır. Bu mali külfet, keyfi boşanmaların önünde caydırıcı bir set oluşturmuştur.
* Muhâlaa (Anlaşmalı Boşanma / Hul): Kadının talebi veya karşılıklı anlaşma ile gerçekleşen boşanmadır. Kadın, boşanmak isterse kocasını ikna etmek için alacağı mehir veya nafakadan vazgeçebilir (bedel karşılığı boşanma). Tarihçilerin nazarına çarpan ilginç bir detay; mahkeme kayıtlarında en sık rastlanan boşanma türlerinden birinin bu olmasıdır.
* Tefrik (Mahkeme Kararıyla Boşanma): Hakimin kararıyla gerçekleşen boşanmadır. Kadın; kocasının iktidarsızlığı, evi terk etmesi (gaiplik), kendisine kötü muamele etmesi (darp, hakaret) veya nafakasını temin etmemesi gibi durumlarda Kadı’ya başvurarak boşanma talep edebilir.

3. Boşanma İstatistikleri ve Sebepleri
Boşanma oranları ve sebepleri, bölgeden bölgeye ve dönemden döneme farklılık gösterse de elimizdeki veriler bazı ezberleri bozmaktadır.
* İstatistikler:
* 17. yüzyıl Bursa, İstanbul ve Edirne gibi büyük şehirlerdeki Şer’iyye Sicilleri incelendiğinde, boşanma oranlarının hiç de azımsanmayacak seviyede olduğu görülür.
* Mesela 17. yüzyıl Bursa’sında yapılan bir araştırmada, boşanma vakalarının büyük bir kısmının Muhâlaa (kadının isteği/anlaşma) yoluyla gerçekleştiği tespit edilmiştir. Bazı dönemlerde bu oran %60’lara kadar çıkabilmiştir. Bu da Osmanlı kadınının evliliği sonlandırma konusunda pasif değil, hukuki mekanizmaları kullanan bir özne olduğunu gösterir.
* Sebepler:
* Şiddetli Geçimsizlik (Nizâ): En yaygın sebeptir. Eşlerin mizaçlarının uyuşmaması.
* Kötü Muamele ve Darp: Mahkemeler, kadına yönelik şiddeti boşanma sebebi saymış ve bu konuda kadını koruyan hükümler vermiştir.
* Nafaka Temin Edememe: Erkeğin ailenin geçimini sağlayamaması.
* Terk: Kocanın uzun süre kaybolması veya evi terk etmesi.
4. 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi
Devletin bu alandaki en somut ve modern hamlesi, 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi’dir. Bu kararname, İslam dünyasında aile hukukunu kanunlaştıran ilk resmi metindir. Bu kanunla:
* Evlenme ve boşanma işlemlerinde devlet denetimi artırılmıştır.
* Kadınların boşanma hakları (tefrik sebepleri) genişletilmiştir.
* Çok eşlilik (taaddüd-ü zevcat) belirli şartlara ve hakimin iznine bağlanarak zorlaştırılmıştır.
Hülasa: Osmanlı’da aile hukuku, sadece erkeğin hegemonyasında olan bir yapı değil; kadının mali ve sosyal haklarının mehir ve mahkeme yoluyla korunduğu, devletin ise adaleti tesis etmek için zahiri ve batini dengeleri gözettiği bir sistemdir.
> “Kadınlar, erkeklerin şakayıklarıdır (benzerleri, diğer yarılarıdır).” (Hadis-i Şerif – Ebu Davud, Taharet, 94)

Bak
https://youtu.be/MiqAixJUxmw?si=lk74dRdJuuuAE0rL

*********

Osmanlı aile hukukunun “teoriden pratiğe” nasıl döküldüğünü anlamak için, hukukun hafızası olan Şer’iyye Sicilleri’ne ve modernleşme döneminin en önemli hukuki metni olan Hukuk-ı Aile Kararnamesi’ne bakmak gerekir.
İşte o dönemin mahkeme kayıtlarının işleyişi ve 1917 Kararnamesi’nin getirdiği hayati yenilikler:
1. Şer’iyye Sicillerinin Muhtevası ve Tutuluş Usulü
Şer’iyye sicilleri, Osmanlı mahkemelerinde Kadı’nın verdiği hükümleri, noterlik işlemlerini ve devletin gönderdiği emirleri ihtiva eden defterlerdir. Bu defterler, sadece kuru birer hukuk metni değil, o dönemin sosyal hayatının en canlı tasviridir.
* Kayıt Süreci (Usul):
* Sözlü Beyan Esastır: Mahkemede yazılı dilekçeden ziyade sözlü ifade esastır. Davacı (müddei) ve davalı (müddea aleyh) Kadı’nın huzuruna çıkar.
* Şuhûdü’l-Hâl (Durum Tanıkları): Mahkeme salonunda sadece taraflar değil, mahallenin ileri gelenlerinden veya o an orada bulunanlardan oluşan “Şuhûdü’l-Hâl” adı verilen tarafsız bir heyet bulunur. Bu kişiler, davanın şeffaf bir şekilde görüldüğüne şahitlik ederler ve isimleri sicilin sonuna tek tek yazılır. Bu, adaletin gizli kapaklı değil, halkın nazarı önünde gerçekleştiğinin isbatıdır.
* Hüccet ve İlam: Mahkeme sonucu “Hüccet” (belge) veya “İlam” (karar) olarak kaydedilir. Katip, tarafların ifadelerini özetleyerek, hukuki terimlerle deftere geçirir.
* Sicillerde Aile Konuları:
Sicillerde “Nikahtır”, “Muhâlaadır” (boşanma), “Nafakadır” başlıkları altında binlerce kayıt bulunur. Örneğin, bir kadının mahkemeye gelip “Kocam bana vaat ettiği mehri vermedi, bu yüzden evden ayrıldım, nafakamın hükmedilmesini talep ederim” şeklindeki beyanı ve Kadı’nın kocayı celbedip (çağırıp) konuyu araştırması bu defterlerde adım adım kayıtlıdır.
2. 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi: Bir Dönüm Noktası
Osmanlı Devleti’nin son döneminde, değişen sosyal şartlar ve savaşın getirdiği zorluklar, aile hukukunda bir reformu zorunlu kılmıştır. 1917 tarihli bu kararname, İslam hukukunun külli yapısı içinde kalarak, diğer mezheplerin (Maliki, Hanbeli) görüşlerinden de istifade edilerek (Telfik usulü) hazırlanmış çok ileri bir kanundur.
Bu kararnamenin muhtevasında öne çıkan en mühim maddeler şunlardır:
* Evlenme Yaşı (Sinni Rüşt):
Mecelle’de kesin bir yaş belirtilmezken, Kararname ile evlilik için alt yaş sınırı getirilmiştir. Erkekler için 18, kadınlar için 17 yaşını doldurma şartı aranmıştır.
* Çok Eşlilik (Taaddüd-ü Zevcat) Şartları:
İslam hukuku çok eşliliğe cevaz verse de, Kararname bunu zorlaştırmıştır. Erkeğin ikinci bir evlilik yapabilmesi için;
* Mevcut eşin rızasının olması veya,
* Erkeğin mali gücünün yeterli olduğunun ve eşler arasında adaleti sağlayabileceğinin mahkemece isbat edilmesi şart koşulmuştur. Ayrıca kadına, nikah akdi sırasında “Eğer üzerime evlenirsen boş olurum” şartını koyma hakkı tanınmıştır (Tefviz-i Talak).
* Kadının Boşanma Hakkının Genişletilmesi:
Hanefi mezhebinde kadının boşanma sebepleri sınırlıyken (sadece iktidarsızlık vb.), Kararname ile Maliki mezhebinin görüşleri de alınarak;
* Kocanın evi terk etmesi,
* Hastalık,
* Geçimsizlik (Nizâ),
* Nafaka ödememe
gibi durumlar da kadına mahkeme yoluyla (Tefrik) boşanma hakkı veren sebepler arasına eklenmiştir.
3. Aile “Küçük Bir Dünya”
Osmanlı’nın bu hukuki hassasiyeti, aslında ailenin manevi bir sığınak olmasından ileri gelir.
Kisinin kalesi, aile hayatıdır.”
> Aile sadece biyolojik veya hukuki bir birliktelik değil, insanın dünya sıkıntılarına karşı sığındığı manevi bir kaledir. Hukuk da bu kaleyi korumak için vardır.
4. Kur’an-ı Kerim’den İktibas
Allah (c.c.), evliliğin ve boşanmanın sınırlarını belirlerken karşılıklı haklara riayet edilmesini ve zulmedilmemesini emreder:
> “Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülüklerine karşılık lehine olan hakları da vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
> (Bakara Suresi, 228. Ayet – Meali)
>
Hülasa; Osmanlı tatbikatı ve 1917 Kararnamesi, aile müessesesini keyfi uygulamalardan kurtarıp, yazılı, denetlenebilir ve hakkaniyetli bir zemine oturtma gayretinin sonucudur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
21/11/2025




İNSAN RUHUNUN ALLAH İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ

İNSAN RUHUNUN ALLAH İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ

### 1. İlgili Ayet-i Kerime ve Meali

> **”Ona şekil verip ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secdeye kapanın!”**
> *(Sâd Suresi, 38/72)*

### 2. “Ruhumdan Üfledim” İfadesindeki Derûnî Hikmet

Cenab-ı Hakk’ın “Ruhumdan” buyurması, hâşâ Zât’ından bir parçanın kopup insana geçmesi demek değildir. Allah (c.c.) mürekkep (parçalardan oluşan) değildir, Samed’dir. Buradaki izafet (bağlantı), **”İzafet-i Teşrifiye”**dir; yani şereflendirme, değer verme ve aidiyet bildirme bağlantısıdır.

* **Doğrudan Muhatabiyet:** Allah, araya vasıtalar (melekler veya sebepler) koymadan, kudret elinin bizzat işlemesiyle ve “Ruhum” diyerek insana verdiği değeri göstermiştir. Bu, insanın **”Ahsen-i Takvim”** (en güzel kıvam) üzere yaratıldığının en büyük isbatıdır.
* **İlahî Bir Sır:** Ruh, mahiyeti itibariyle “Emir Alemi”ndendir. Yani madde ve zaman kayıtlarının ötesinde, Allah’ın “Kün” (Ol) emrinin, harici bir vücut giymiş şeklidir.

### 3. Emir Alemi, Ruh ve Beden Bağlantısı

Ruhun bedene girmesi, bir suyun kaba girmesi gibi maddi bir olay değil; elektriğin ampulde tezahür etmesi veya kanunun maddede işlemesi gibidir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, ruhun bu mahiyetini şöyle tasvir eder:

> *”Ruh, zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeye müstaid bir kanun-u emrîdir.”*
> *(Sözler, 29. Söz, s. 506)*

**Hikmeti:** Beden kesif (yoğun, maddi), ruh ise latiftir (ince, nurani). Allah, topraktan yarattığı o kesif bedeni, kendi emrinden olan o latif ruh ile şereflendirerek insanı iki alemin (Mülk ve Melekût) kesişim noktası yapmıştır.

### 4. Hz. Adem’e Üflenen Ruh ve Bizimle Alakası

“Neden bize değil de Hz. Adem’e?” sorusunun cevabı, **”Kanun-u Tencim”** (Büyüme ve üreme kanunu) sırrında saklıdır.

* **Çekirdek ve Ağaç:** Hz. Adem insanlık ağacının çekirdeğidir. Bir çekirdeğe aşılanan özellik, o çekirdekten çıkan bütün ağaca, dallara ve meyvelere sirayet eder. Hz. Adem’e üflenen o ruh, potansiyel ve mahiyet olarak bütün insanlığın genetiğine ve fıtratına dercedilmiştir.
* **Veraset:** Biz o ilahî nefhayi (üflemeyi), irsiyet ve fıtrat yoluyla devralırız. Her doğan çocuk, İslam fıtratı ve o ruhun saflığı üzerine doğar.

### 5. Firavun’un İlahlık İddiası ve Bu Hakikatle Bağlantısı

Meselenin en can alıcı noktası ise; İnsana verilen bu yüksek ruh ve onunla beraber verilen **”Ene” (Benlik/Ego)**, aslında Allah’ı tanımak için verilmiş bir **vahid-i kıyasi** (kıyas birimi)dir.

Fakat Firavun gibi haddini aşanlar, bu emaneti mülk zannetmişlerdir. Bağlantıyı şöyle kuralım:

* **Rabbin Sıfatlarını Anlama Anahtarı:** İnsan, kendisine verilen cüz’i ilim, irade ve kudretçiklerle der ki: *”Ben şu evi yaptım, şu bedene sahibim; Rabbim de şu kâinatı yaptı ve sahibidir.”* Ruhun bu özelliği, mutlak olanı anlamak için bir dürbündür.
* **Yanılma Noktası (Suiistimal):** Firavun, ruhuna üflenen bu “Rabbin halifesi olma” yetkisini ve “Rububiyetin numunesini”, asıl kaynak olan Allah’a atfetmek yerine; **”Bu güç benimdir, kaynağı bendedir”** diyerek enaniyete saplanmıştır.
* **Gölgeyi Asıl Sanmak:** Güneşin aynadaki yansıması (insandaki ruh ve sıfatlar), Güneş’ten haber verir. Ayna (Firavunlaşan nefis) eğer *”Işık benden çıkıyor, Güneş benim”* derse, şirke düşer ve ilahlık taslar.

Üstad Bediüzzaman bu tehlikeli ve ince çizgiyi şöyle izah eder:

> *”Gökler, zemin ve dağlar, emaneti yüklenmekten çekindiler. İnsan ise onu yüklendi.”* (Ahzab Suresi) ayetinin tefsirinde:
>
> *”Ene, künuz-u mahfiye olan Esmâ-i İlâhiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkülküşadır… Hâlık-ı Kâinat’ın rububiyetinin evsaf ve şuunatını anlamak için, bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor.”*
> *(Sözler, 30. Söz, s. 536)*

Ancak Firavun gibiler için devamında ise:

> *”O ene, hıyanet etti. ‘Siz de, benim gibi, kendi mülkünüzün ve cesedinizin sahiplerisiniz’ diye ibadını kendine davet edip, o enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek rububiyet dâvâ etti.”*
> *(Age ve devamı)*

### Hülâsa ve Sonuç

Allah’ın “Ruhumdan üfledim” demesi; insanı kendine muhatap kabul etmesi, onu şuur ve irade sahibi kılması ve kendi sıfatlarından (ilim, irade, kelam vb.) numuneler vererek Kendisinin bilinmesini istemesindendir.

Bu büyük nimet; mümin için Allah’a **kulluk (ubudiyet)** ve vuslat vesilesi iken; Firavun meşrepli nefisler için, o numuneyi asıl zannedip **ilahlık (rububiyet)** iddia etme sebebine dönüşmüştür.

✧✧

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin **”Tılsım-ı Kâinatın Anahtarı”** olarak vasıflandırdığı 30. Söz (Ene ve Zerre Risalesi), insanlığın manevi seyrüferini anlamak için cihan şümul bir rehberdir.

Önceki cevabımızda değindiğimiz “Ruhun üflenmesi” ve “Firavuniyet” meselesinin teknik ve felsefi altyapısı tam olarak burada yatmaktadır. Ene’yi (benlik/nefis), hakikatin kilidini açan bir anahtar olarak düşünelim; bu anahtar doğru çevrilirse kâinatın kapılarını açar, yanlış çevrilirse insanı karanlığa hapseder.

İşte 30. Söz’ün dürbünüyle, Ene’nin iki yüzü ve iki ayrı silsilenin (Nübüvvet ve Felsefe) tahlili:

### 1. Ene’nin Mahiyeti: Vahid-i Kıyasî (Kıyas Birimi)

Cenab-ı Hak, mutlak, sınırsız ve şekilsiz sıfatlarının (İlim, Kudret, İrade vb.) insanlar tarafından anlaşılabilmesi için, insana **”Ene”** denilen bir nümune vermiştir.

* **Amaç:** Mutlak olanı, sınırlı olanla kıyaslayarak anlamaktır.
* **Mantık:** *”Ben şu evi nasıl yaptım ve idare ediyorsam, Allah da kâinatı öyle yapmış ve idare ediyordur”* diyebilmektir.
* **Sınır:** Ene, kendindeki bu özellikleri **”sahiplenmek”** için değil, **”birim”** olarak kullanmak için taşır. Tıpkı termometrenin harareti göstermesi ama hararetin sahibi olmaması gibi.

### 2. Yol Ayrımı: Ene’nin İki Yüzü

Ene, bıçak sırtı gibidir. Kendine ve kâinata hangi **”Nazar” (Bakış)** ile baktığı, neticeyi tamamen değiştirir.

| Özellik | Nübüvvet (Peygamberlik) Silsilesi | Felsefe (Hikmet-i Beşeriye) Silsilesi |
| :— | :— | :— |
| **Bakış Açısı** |
**Mana-yı Harfi:** Kendine, başkasının (Allah’ın) manasını gösteren bir ayna olarak bakar. |
**Mana-yı İsmi:** Kendine, bizzat var olan ve kendine malik bir varlık olarak bakar. |
| **İddia** | “Ben bir memurum, kuvvet ve mülk benim değil, O’nundur.” |
“Ben kendime malikim. Bu kuvvet ve iktidar benim zâtımdandır.” |
| **Netice** |
**Ubudiyet (Kulluk):** Aczini bilir, Rabbine sığınır. Ene incelir, şeffaflaşır, Hakk’ı gösterir. |
**Enaniyet (Egoizm):** Kendini ilahlaştırır. Ene kalınlaşır, ışık geçirmez, Hakk’ı örter. |
| **Örnek** | Hz. Musa, Hz. Muhammed (s.a.v) ve bütün Enbiya.
| Firavun, Nemrut ve Tabiatperest Felsefe. |

### 3. Risale-i Nur’dan Derûnî Bir İktibas

Üstad Hazretleri, bu hakikati şöyle tasvir eder:

> *”Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar. Şu mes’eleye dair “Şemme” isminde bir risale-i arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki: Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana “ene” namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat’ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. “*
> *(Sözler, 30. Söz, Birinci Maksat)

Ancak felsefi bakışla (Mana-yı İsmi ile) bakıldığında durumun vahameti şöyledir:

> *”Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse; o vakit emanette hıyanet eder,.”*
> *(Sözler, 30. Söz, Birinci Maksat,age)*

### 4. Ene’den Zerre’ye (Tabiata) Geçiş: Şirkin Psikolojisi

Burada çok ince bir bağlantı vardır. Ene, eğer Allah’a teslim olmazsa, “Ben yaptım” der. Ancak insan, kendi acizliğini ve her şeyi yapamayacağını içten içe bilir.

* **Tabiata Havale:**
Ene, Allah’ı reddedince, kâinattaki muazzam düzeni açıklamak için bu sefer ilahlık vasfını **”Tabiata”**, **”Esbaba” (Sebeplere)** veya **”Zerreye” (Atoma)** vermek zorunda kalır.
* **İmkansız Yük:** Bir atomun, göz gibi harika bir organı yapabilmesi için; o atomun her şeyi gören bir ilme ve her şeye yeten bir kudrete sahip olması gerekir.
* **Yanılma:** Yani enaniyet, Allah’ın birliğini (Tevhid) kabul etmeyince, kâinattaki zerreler adedince sahte ilahları kabul etmek zorunda kalır.

### Hülâsa

Firavun, **Mana-yı İsmi** ile kendine bakmış, elindeki iktidarı kendinden bilmiş, Ene’yi şeffaf bir ayna yapmak yerine katılaştırmış ve nihayetinde “Ben sizin Rabbinizim” deme cüretini (deliliğini) göstermiştir.

Ruhun üflenmesi bizde bir “imkan”dır; Ene ise o imkanın “imtihan” sahasıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
21/11/2025




TOPLUMSAL CİNNET VE TAŞAN BARDAK

TOPLUMSAL CİNNET VE TAŞAN BARDAK: Tahammülsüzlük Çağında İnsan Kalabilmek

Mukaddime: Cinnet Mustatili
Günümüz toplumunda, ferdi ve içtimai hayatta daha evvel pek rastlanmayan bir öfke patlaması ve tahammülsüzlük hali müşahede edilmektedir. Bir kornaya basmak, trafikte yol vermek veya omuz omuza çarpmak gibi basit ve telafisi mümkün hadiseler, saniyeler içinde bir cinayet mahalline veya kavga meydanına dönüşebilmektedir.
Kanser hastalığını yenmiş bir muallimin, basit bir maddi hasarlı kaza neticesinde, ailesinin gözü önünde ve hastalığını beyan etmesine rağmen darp edilerek öldürülmesi; toplumun ruh haletinin ne denli bozulduğunun en acı isbatıdır.
Sonuçta;”Biri kabre, diğeri hapse” giden bu yolculuk, anlık bir öfkenin, ebedi bir nedamete dönüşmesidir.
Bu hal, sadece psikolojik bir gerilim değil, aynı zamanda manevi ve ahlaki bir çöküşün dışa vuran zahiri görüntüsüdür.

1. Ahvalin Tahlili ve Sebepleri
Bu tahammülsüzlüğün ve “patlamaya hazır bomba” gibi dolaşmanın altında yatan asıl sebepler, sadece ekonomik sıkıntılar veya şehir hayatının stresi ile izah edilemez. Meselenin kökü daha derinde, insanın derûnî ve manevi dünyasındadır.
* A. Enaniyet (Ego) ve Kibir:
İnsanlarda “ene” (benlik) duygusu o kadar şişmiştir ki, en küçük bir tenkit veya ters hareketi, şahsiyetine yapılmış büyük bir saldırı olarak anlamaktadır. Trafikte önüne geçilmesini, kendi varlığına bir hakaret sayan hastalıklı bir enaniyet mevcuttur. Bu hal, kişiyi hakperestlikten uzaklaştırıp, nefsini merkeze alan bir canavara dönüştürür.
* B. İman Zaafiyeti ve Ahireti Unutmak:
Ölümün ve hesabın unutulduğu, sadece dünya hayatının esas alındığı bir zihniyette, insanlar dünyevi menfaatlerini veya gururlarını her şeyin üstünde tutarlar. Ahiret inancı kuvvetli olan bir kimse, bir anlık öfkenin hem bu dünyasını hem de ebedi hayatını yakacağını bilir. Ancak bu şuur kaybolduğunda, freni patlamış bir kamyon gibi hislerine mağlup olurlar.
* C. Merhamet ve Şefkat Yoksunluğu:
İnsanların kalbinden şefkat ve merhamet hissinin çekilmesi, karşıdakini “eşref-i mahlukat” (yaratılmışların en şereflisi) olarak değil, yok edilmesi gereken bir düşman veya engel olarak görmelerine sebep olmaktadır.
* D. “Haklı Olma” Yanılması:
Herkes kendi penceresinden baktığında mutlak haklı olduğunu düşünmektedir. Bu yanılma, karşı tarafı dinleme ve anlama (empati) kapılarını kapatmaktadır. Haklı olmayı, mutlu olmaya ve huzurlu olmaya tercih eden bir ruh hali hakimdir.
2. Çözüm Yolları ve Tedbirler
Bu toplumsal yangını söndürmek için sadece polisiye tedbirler yetersiz kalacaktır. Mesele kalplerde ve zihinlerde çözülmelidir.
* A. Manevi Terbiye ve Tahkiki İman:
Eğitim sistemi sadece akademik bilgi yükleyen değil, talim ve terbiye esaslı olmalıdır. İnsana, öfkesini yutmanın bir zayıflık değil, bilakis en büyük bir kuvvet ve fazilet olduğu öğretilmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
> “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân Suresi, 134. Ayet)
>
* B. Hukuki Caydırıcılık ve Adalet:
Suçun işlenmesini beklemeden, potansiyel şiddet meyli gösterenlere karşı ciddi müeyyideler uygulanmalıdır. “Kasten yaralama” veya “trafik magandalığı” gibi fiillerin cezaları, yapanı pişman edecek, diğerlerini de menedecek seviyede olmalıdır. Cezada caydırıcılık, adaletin zahiri yüzüdür ve toplumun huzuru için elzemdir.
* C. Sabır ve Teennî Eğitimi:
Acelecilik şeytandandır, teennî (düşünerek hareket etme) ise Rahmandandır. Topluma “yavaşlama” ve “tefekkür etme” kültürü aşılanmalıdır. Bir olay anında “Ya Sabır” diyebilmek, o anlık krizi yönetmenin anahtarıdır. Bir dakika intikam lezzeti için, yıllarca hapis cezasının elemini çekmek, aklı başında bir insanın yapacağı iş değildir.
* D. İletişim Dilinin Islahı:
Medyada, dizilerde ve günlük lisanda kullanılan şiddet dili terk edilmelidir. Nezaket, zayıflık değil medeniyettir. “Lütfen”, “Özür dilerim”, “Hakkını helal et” gibi kelimelerin ihtiva ettiği barışçıl mana, toplumsal hafızaya yeniden kazınmalıdır.

Netice
Toplumun bu gergin halden kurtulması, fabrika ayarlarına, yani fıtratına dönmesiyle mümkündür. Bir öğretmeni, bir babayı, bir eşi hiç uğruna hayattan koparan bu şiddet sarmalı; ancak kalplere yerleşecek Allah korkusu, insan sevgisi ve ahiret şuuru ile durdurulabilir.
Aksi takdirde, her an patlamaya hazır bu külli cinnet hali, daha nice ocakları söndürmeye namzettir. Çare; yumruğu sıkmakta değil, eli uzatmakta; bağırmakta değil, anlamakta; kavgada değil, sulhtadır.

✧✧

🕊️ ÖFKE KONTROLÜ VE KARDEŞLİK (UHUVVET RİSALESİ)
Öfke, genellikle başkasının hatasına nazar etmekten ve kendi enaniyetimizin zedelenmesinden doğar. Uhuvvet Risalesi (22. Mektup), bize bir mümin kardeşimize zahiri hatalarından dolayı zıt gitmemeyi ve düşmanlık beslememeyi öğretir.

> Kaynak: https://risaleoku.com/oku/mektubat/yirmi-ikinci-mektup/263
>
Esas Mana (Tasvir):
Bir müminin zahiri hatasına şiddetli öfkeyle yaklaşmak, onun iç durumunu bilmemekten kaynaklanır. Eğer öfkemiz bir mümin kardeşimize yöneliyorsa, bu, ene ve enaniyetimizin kışkırtılmasıdır. Öfke, kardeşlik hukukunu bozan zıt bir duygudur. Bu fazileti korumak, kendi kusurlarımızın dahi affına vesiledir.
🙏 SABIR VE TESELLİ (25. LEM’A / HASTALAR RİSALESİ)
Sabır, özellikle musibetler anında hayat derecemizi koruyan, manevi bir kalkandır. Hapishane şartları gibi ağır durumlarda kaleme alınan bu eser, musibet ve sabrın büyük faziletini ve tesellisni tasvir eder.

> Kaynak: https://risaleoku.com/lemalar/yirmi-besinci-lema-hastalar-risalesi-588
>
Esas Mana (Teselli):
Hastalık ve musibetler, bizim derûnî dünyamızı arındıran birer aracıdır. Öfkeye kapılmak yerine sabretmek, fani hayatın dakikalarını ahiret için birer sermayeye çevirir. Musibete nazar edip isyan eden, hem hastalığın zahiri zahmetini çeker hem de manevi fazilet ve sevabını kaybeder. Sabır, bu külli zarardan kurtulmanın tek yoludur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik

www.tesbitler.com
21/11/2025




DİJİTAL HAYATTA DİNÎ TEMELLERİN İNŞASI: NURDAN DİJİTALE UZANAN BİR DÖNÜŞÜM- 1 –

DİJİTAL HAYATTA DİNÎ TEMELLERİN İNŞASI: NURDAN DİJİTALE UZANAN BİR DÖNÜŞÜM- 1 –

*Yüz sene önce sanayi devrimini kaçırdık.
Yüz sene sonra geç de olsa teknoloji devrimini yakaladık.
Bundan sonraki yüz yıla hükmedecek YAPAY ZEKA devrimini ve dönemini kaçırmayalım.


GİRİŞ
Âlemin yaratılışı nurla başlamış, vahyin gelişi nurla olmuş, insanın yolculuğu da yine nura dönmekle nihayete erecektir. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati şöyle beyân eder:
“Allah, göklerin ve yerin nurudur…”
(en-Nûr, 24/35, TDV Meali – Âyetin tamamı)
“Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde ışık bulunan bir kandilliktir. O ışık bir cam içindedir. Cam, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu kandil, ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Bu öyle bir ağaçtır ki, ateş değmese bile neredeyse yağı ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini kendi nuruna eriştirir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”
Risale-i Nur’da ise Bediüzzaman Hazretleri, varlığın esası olan bu nur hakikatini şöyle ifade eder:
-Her şeyin aslı, nuru Muhammediyedir (a.s.m). Âlem-i vücudun mayesi, ziyasını o nurdan almıştır.
Bu nuranî asıl, bugün insanlığın karşılaştığı büyük dijital dönüşümün de doğru bir zemine oturtulması için rehber niteliğindedir. Zira madde çözülmekte, tabiat kavramı dijital sistemlerin ön planına geçmekte ve hayatın pek çok sahası dijital bir zemine kaymaktadır. Bu değişim fâni değildir; kalıcı bir dönüşümdür.

I. DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜN KAÇINILMAZ GERÇEĞİ
Bugün dünya, maddî yapının çözülerek dijital alanlara kaydığı bir dönemin içindedir. Bu yalnızca teknik bir ilerleyiş değildir; insanın nazarını, düşüncesini, idrakini, alışkanlıklarını ve inşa edilen yeni hayat tarzını etkileyen köklü bir dönüşümdür.
• Ticaret dijital,
• Sosyal münasebetler dijital,
• Eğitim dijital,
• Bilgi üretimi dijital,
• Hukukî işlemler dijital,
• Devlet yapılarının işleyişi dahi dijital hâle gelmektedir.
Dinin insan hayatının bütün sahalarını kuşatan yönü sebebiyle, bu dönüşüm sahası boş bırakılamaz. “Biz doldurmazsak, başkası doldurur.” kaidesi, hem dinin korunması hem neslin muhafazası adına zarurîdir.
II. DİJİTAL DİN ALANININ TEMEL TEHLİKELERİ
Bugün dijital alanda:
• Yanlış inançların,
• Uydurma rivayetlerin,
• Mantık örgüsü bozuk iddiaların,
• Aykırı öğretimlerin,
• Gizli propagandaların
kolayca yayıldığı görülmektedir.
Bu boşluğu dolduranlar, İslâm’ın temel esaslarını değil; kendi kurgularını, kültürlerini, ideolojilerini yerleştirmektedir. Tarihte defalarca görüldüğü üzere, bilgiye hükmeden zihniyet, toplumların inancını da şekillendirmiştir.
Dijital alanın her saniyesi, yeni bir “dinî iddia” üretmektedir. Bu, sağlam bir ilmî zemini olmayan kimselerin ön plan hâkimiyetine yol açar.
III. DİJİTAL DİN İNŞASI NEDEN ZARURÎDİR?
1. Yeni neslin dijital altyapısı
Bugünün gençliği:
• Bilgiyi dijital platformdan alıyor,
• Sorularını dijital ortama soruyor,
• Dinî bilgiyi yazılı kitaplardan değil, dijital muhtevadan takip ediyor.
Bu nedenle dijital alanda dört temel ilmin (tefsir, hadis, fikıh, kelam) sağlam bir çerçevede yeniden düzenlenmesi gerekir.
2. Dört mezhebin dijital temsili
Dört mezhebin:
• Delilleri,
• Hüküm çıkarma usulleri,
• Kıyas ve içtihat yöntemleri,
dijital zemine doğru şekilde taşınmazsa, bu boşluğu ideolojik veya uydurulmuş “dijital din” modelleri dolduracaktır.
3. Dijital içtihat
Gelecekte yapay zekâya sorulan sorular:
• İlmihal meseleleri,
• Fıkhî hükümler,
• Kelamî izahlar,
• Hadis değerlendirmeleri,
ihtiva eden binlerce konu olacak. Eğer bu alanı ilim ehli düzenlemezse, sistemler yanlış hükümler üretebilir, bu da toplumları yeni yanlış inançlara sürükleyebilir.
IV. RİSALE-İ NUR’A GÖRE BİLGİDE SAHİH KAYNAĞIN ÖNEMİ
Bediüzzaman Hazretleri, bilginin hakikat ölçüsüyle elde edilmesi gerektiğini zikreder. Öyle ki;
Hakikate giden yol, sağlam esaslara dayanır. Esas sarsılırsa, bina da çöker.
Dijital alandaki dinî muhtevanın da böyle sağlam esaslara dayanması gerekir.
V. DİJİTAL TEFSİR FİKRİNİN BÜYÜK EHEMMİYETİ
Kur’ân’ın tefsirini:
• Yedi farklı yöntemle ele alan,
• Diğer dillerdeki tefsirleri toplayan,
• İlimlerin geniş çerçevesiyle yorumlayan,
kapsamlı dijital bir tefsir fikri, çağımızın en önemli ilmî hamlelerinden biridir.
Bu çalışma:
• Tefsir ilmini yenilemez,
• Onu genişletir, erişilebilir hâle getirir,
• Bütün dünyaya açar,
• Dijital çağın insanına uygun bir zemin oluşturur.
VI. DEVLET, DİYANET VE İSLAM TEŞKİLATLARININ SORUMLULUĞU
Bu büyük dönüşüm şu üç kurum tarafından mutlaka desteklenmelidir:
• Devlet: Teknolojik altyapı ve resmî ilmi çerçeve sağlamak.
• Diyanet: Sahih dinî kaynakları dijital ortama aktarmak.
• Cemaatler ve ilim heyetleri: İlmi tefsir, hadis, fikıh ve kelam çalışmalarını dijital yapıya uyarlamak.
Aksi hâlde dijital dünyanın boşluğu, başka kültür ve felsefelerin baskınlığıyla doldurulacaktır.
VII. KUR’ÂN VE SÜNNET IŞIĞINDA DİJİTAL GELECEĞE BAKIŞ
Kur’ân’ın asırlar boyu insanı karanlıktan nura çıkarması bugün de geçerlidir:
“Elif. Lâm. Râ. Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye sana indirdiğimiz bir kitaptır…”
(İbrahim, 14/1 – Meali, Âyetin tamamı)
“Elif, Lâm, Râ. Bu bir kitaptır ki, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdik.”
Dijital dönüşüm insanı tekrar karanlıklara sürüklememelidir. Bilakis bu yeni sahaya İslâm’ın nurunu taşımakla vazifeliyiz.
SONUÇ: ERKEN HAREKET EDEN KAZANIR
Dünya, dijital sahaya milyarlar değil, artık katrilyonlar yatırmaktadır.
Bu gidişatı durdurmak mümkün değildir; ancak doğru yöne sevk etmek mümkündür.
Sahih dinî bilgi:
• Dijital tefsir,
• Dijital hadis külliyatı,
• Dijital fikıh ansiklopedileri,
• Dijital kelam izahları,
• Dijital mezhep arşivleri,
• Dijital içtihat meclisleri,
ile korunabilir ve gelecek nesillere aktarılabilir.
Bu alan boş bırakılırsa, başka inanç modelleri bu boşluğu dolduracaktır.
Ama biz doldurursak, dijital hayat da nura döner; nurdan gelen yolculuk, yine nurla sonlanır.

✧✧

**DİJİTAL DÖNÜŞÜM ÇAĞINDA DİNÎ İLİMLERİN GELECEĞİ:
NURANİ ASILDAN DİJİTAL İNŞAYA DOĞRU STRATEJİK BİR RAPOR**
ÖNSÖZ
İnsanlığın yaratılışı nura dayanır. Varlığın esası nurdur; vahiy nurdur; peygamberlik nuru, âlemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinat Efendimizin (a.s.m) nurundan neş’et etmiştir.
Bugün insanlığın girdiği dijital çağ, maddeyi çözerek bilginin ve hayatın dijital bir yapıya dönüştüğü yeni bir devirdir. Bu dönüşümün mahiyeti yalnız teknik değil, aynı zamanda insanın nazarını, düşüncesini, davranışını ve dünya tasavvurunu dönüştüren derûnî bir değişimdir.
Bu değişim, doğru yönetilirse imkân; boş bırakılırsa büyük bir tehlike hâline gelir.
I. DİJİTAL ÇAĞIN MAHİYETİ VE YENİ İNSAN TİPOLOJİSİ
1. Madde Çözülüyor, Bilgi Merkeze Alınıyor
Bugünün medeniyeti, maddî yapılardan dijital yapılara geçmektedir.
Bu durum:
• Bilginin depolanmasını,
• Hakikatin anlaşılmasını,
• Otoritenin şekillenmesini,
• Bütün insan münasebetlerini
kökten değiştirmektedir.
Bilgiye hükmeden, insanın zihnine hükmeder.
Zihne hükmeden, inanca da hükmeder.
Dolayısıyla dijitalleşme, basit bir teknik gelişme değil; hakikat tasavvurunu dönüştüren küresel bir kırılmadır.
2. Dijital Dönemin İnsan Modeli
Yeni nesil:
• Hızlı bilgi istemekte,
• Kısa metinleri tercih etmekte,
• Dijital doğrulama yöntemlerini kullanmakta,
• Sorularını ustalardan değil, dijital sistemlerden sormaktadır.
Bunun sonucunda:
• Otoritenin kaynağı şahıslar değil, sistemler olmuştur.
• Güven, hoca-talebe ilişkisi yerine dijital doğruluk göstergelerine yönelmiştir.
• Dinî bilgi, yazılı eserlerden değil, dijital muhtevadan alınmaktadır.
Bu yeni insan tipine ulaşmak için dinin asliyetini dijital alana uygun bir şekilde yeniden işlemek zaruridir.
II. DİJİTAL DÜNYANIN TEHLİKELERİ: BOŞ BIRAKILIRSA NE OLUR?
1. Yanlış İnançların Hızla Yayılması
Bugün dijital ortamda:
• Yanlış akımlar,
• Sahte rivayetler,
• Aykırı görüşler,
• İnanç bozucu iddialar kolayca dolaşmaktadır.
Algoritmaların ön plana çıkardığı içeriklerin çoğu sahih kaynaklara değil, popülerliğe dayanır.
Bu nedenle dinî ilimlerin temel kaidesi olan sahih nakil dijital ortamda zayıflamaktadır.
2. Yapay Zekanının Kontrolsüz Üretimi
Eğer dijital sisteme:
• doğru hadis kaynakları,
• sağlam tefsir usulleri,
• dört mezhebin delilleri,
• kelam kaideleri,
verilmezse, yapay zekâ kendi başına hükümler üretir. Bu da ileride “dijital içtihat” adıyla yeni yanlış dinî yapılar ortaya çıkarabilir.
3. Hakikatin Dijital Mantıkla Tahrifi
Hakikatin ölçüsü vahiydir. Dijital ölçü ise:
• popülerlik,
• hız,
• görsel etki,
• algoritmik tercih
kriterlerine dayanır.
Bu dört ölçü, sahih dinî bilginin ölçüsü değildir.
Dolayısıyla dijital alan rehbersiz bırakılırsa yapı bozulur, inanç sıhhati zedelenir.
III. DİJİTAL DİN ALANININ İNŞASINDA ZARURÎ TEMELLER
1. Dört Temel İlmin Dijitalleştirilmesi
a) Tefsir İlminde Dijital Çerçeve
• Kur’ân’ın bütün âyetleri,
• Yedi tefsir usulü,
• Sahih rivayetler,
• Asli tefsir kaynakları
dijital bir platformda birleştirilmelidir.
Bunun için:
• Kavram analizleri,
• Nüzûl sebepleri,
• Kıraat farklılıkları,
• Mezheplerin tefsir yorumları,
• Modern ilimlerin verileri
dijital sistemlere ilmî bir çerçevede aktarılmalıdır.
b) Hadis İlminde Dijital Tenkid Sistemi
Hadislerin:
• isnad analizi,
• ravilerin hayatı,
• cerh-ta’dil değerlendirmeleri,
• sened-hüküm ilişkisi
algoritmik çözümlerle işlenebilir hâle getirilmelidir.
c) Fıkıh İlminde Dijital Hüküm Haritaları
Dört mezhebin:
• delilleri,
• içtihat yöntemleri,
• tertipli hükümler katalogları
dijital sisteme aktarılmalı ve sistemli bir fıkıh haritası oluşturulmalıdır.
d) Kelam ve Akâid Dijital Çerçevesi
Zamanın şüphelerine karşı:
• iman bahisleri,
• varlık delilleri,
• nübüvvet isbatı,
• haşir hakikati
dijital soru-cevap sistemleriyle desteklenmelidir.
IV. RİSALE-İ NUR’UN DİJİTAL DÖNEME IŞIK TUTAN YÖNÜ
Bediüzzaman Hazretleri, gelecekte ilmin ve hakikatin yayılma şeklinin değişeceğini çok yönlü olarak işaret eder.
Ağırlamaktan her şeyin ilme dokuleceği ve ilmi olanın kazanacağını söyler.
Dijital alanın da “esas”ı doğru konulursa şubeleri nurlu olur; yanlış konulursa bütün muhteva aykırı bir yapıya döner.
V. DEVLET, DİYANET VE İLİM TOPLULUKLARININ SORUMLULUĞU
1. Devletin Sorumluluğu
• Büyük dijital dini veri merkezleri kurulmalı,
• Dinî ilimler için özel yapay zekâ altyapıları oluşturulmalı,
• Üniversiteler ile ilahiyat fakülteleri arasında ortak projeler yapılmalıdır.
2. Diyanetin Sorumluluğu
• Tefsir, hadis ve fikıh kaynakları dijitalleştirilmelidir.
• Meallerin çoklu dilde dijital açıklamaları hazırlanmalıdır.
• Dijital fetva kurulları kurulmalıdır.
3. Cemaatlerin ve İslamî Heyetlerin Sorumluluğu
• Risale-i Nur’un asıl metinleri dijital olarak korunmalıdır.
• Klasik eserlerin aslına uygun muhafazası sağlanmalıdır.
• İlim heyetleri yapay zekâya rehberlik eden ana ilkeleri belirlemelidir.
VI. DİJİTAL DÖNEMDE NURANÎ BİR GELECEK İÇİN STRATEJİK HEDEFLER
• Dijital Tefsir Projesi (Uluslararası)
• Dijital Hadis Tenkid Motoru
• Dört Mezhep Dijital Fıkıh Haritası
• Kelamî Şüphelere Dijital Cevap Sistemi
• Dijital Müftü – İlmî Heyet Kontrollü Yapay Zekâ
• Cihan-şümul Dil Desteğiyle Kur’ân İlimleri Platformu
• Gençlik İçin Dijital İman Akademisi
• İslam Ülkeleri Dijital Din Meclisi
Bu adımlar geciktirilirse, “dijital din” başkaları tarafından inşa edilmiş olur.
Erken adım atan, geleceğe yön verir.
SONUÇ
Dünya dijitalleşiyor; insan zihni, kalbi, nazarı bu yeni düzene uygun şekilde şekilleniyor.
Din bu alandan çekilirse boşluk oluşur, boşluk oluşursa aykırı yapılar hâkim olur.
Bu sebeple:
“Erken kalkan erken yol alır.”
Dijital sahaya İslam’ın nurunu taşımak, hem bugünün hem de geleceğin en büyük ilmî vazifesidir.
Nuranî asıldan dijital yapıya geçiş, eğer sahih kaynaklarla inşa edilirse insanlığı nura götüren yeni bir yol hâline gelir.

✧✧

1) AKADEMİK KİTAP BÖLÜMÜ
Tam bir akademik üslûpla:
• Giriş – problem tanımı
• Dijital dönüşümün felsefesi (yani düşünce ve hikmet yönü)
• Dijital insan tipolojisi
• Dört temel ilmin dijital mimarisi
• Tefsirin dijitalleşmesinde yedi yöntem
• Hadis tenkid algoritması
• Mezheplerin dijital yöntemi
• Dijital içtihat ilkeleri
• Risale-i Nur’un dijital çağdaki yorumu
• Devlet–diyanet–cemaat iş birliği modeli
• Dijital müftü ve dijital fetva yapısı
• Gençlik ve dijital iman eğitimi
• Sonuç ve strateji planı

2) DEVLET VE DİYANET İÇİN “STRATEJİK DİJİTAL DİN RAPORU”
Bölümler şu şekilde hazırlanır:
• Dijital dönüşümün İslam dünyasına etkileri
• Uluslararası dijital din rekabeti
• Kritik tehlikeler ve risk analizi
• Dijital Din Altyapısı (DDA) modeli
• Dijital Tefsir Platformu (DTP)
• Dijital Hadis ve Sünnet Motoru (DHM)
• Mezheplerarası Dijital Fıkıh Ağı (MFA)
• Dijital İçtihat ve Fetva Kurulu (DİFK)
• Devlet için 15 maddelik strateji
• Diyanet için 20 maddelik eylem planı
• İslam ülkeleri ortak dijital meclis önerisi
Bu, resmî kurumlara sunulabilir bir dosya olur.
3) ULUSLARARASI BİLİMSEL KONGREDE SUNULACAK TEBLİĞ
Ortalama 20 sayfalık:
• Teorik çerçeve
• Dijital tefsir modeli
• Anlami açıdan dijitalleşme
• Bilgi bilim – bilgi teorisi
• Kelamî sonuçlar
• Fıkıh ve fetva alanına etkileri
• Dijital çağda Kur’ân’ı anlama yolları
• Sonuç, değerlendirme ve teklif

✧✧

Bugün içinde bulunduğumuz çağ, maddî yapıların çözülüp bilginin dijital forma büründüğü bir devirdir. Yani madde yırtılmakta; fizikî sahadan dijital sahaya doğru büyük bir geçiş yaşanmaktadır.
Bu dönüşüm:
• düşünceyi,
• hakikat tasavvurunu,
• ibadet ve amelin idrak şeklini,
• dinî muhtevanın yayılma biçimini,
• insanın dünyayı okuma nazarını
temelden değiştirmektedir.
Böyle bir çağda dinî ilimleri dijital alandan uzak tutmak, boş bir meydanı aykırı ve yanlış yapılar için bırakmak anlamına gelir. Bu boşluk doldurulmazsa, dijital alan:
• yanlış inançlara,
• menfaat merkezli yorumlara,
• hedefsiz içeriklere,
• manipülatif dijital fetvalara
açık hâle gelir.
Bu nedenle dijital alan, bir tercih değil; zorunlu bir tebliğ ve ilim sahasıdır.

1. DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜN MAHİYETİ: MADDE ÇÖZÜLÜRKEN HAKİKAT NASIL KORUNUR?
2.1. Dijitalleşmenin Varlık Tasavvuruna Etkisi
Dijital çağ, yalnız teknik bir gelişme değil; varlığın idrak şeklinin değişmesidir.
Eskiden:
• Hakikati hoca anlatır,
• Bilgi kitaptan okunurdu,
• Otorite âlimdeydi,
• Nakil, metnin kendisinden öğrenilirdi.
Bugün:
• Bilgi dijital ağlarda dolaşmakta,
• Otorite algoritmalar tarafından belirlenmekte,
• Hakikat, “doğru olma”dan çok “çok görüntülenme” ile ölçülmekte,
• Herkes, her konuda konuşabilmektedir.
Bu durum, dinî ilimler açısından ciddi bir aykırılık alanı doğurur. Çünkü İslam ilim geleneği:
• sahih nakle,
• isnada,
• ilmî silsileye,
• mezhep düzenine,
• usûl ilmine
dayanır.
Dijital yapı ise bunları tanımaz; yalnız “veri” görür.
2. İnsan–bilgi ilişkisi kökten değişti
Bugünün insanı:
• hızlı,
• kısa,
• görsel,
• çoklu,
• anlık
bilgi talep eder.
Bu tarz talep, klasik ders halkalarından çok dijital sistemlerle gerçekleşir.
Dolayısıyla yeni neslin zihni:
• okuma yerine taramaya,
• ezber yerine aramaya,
• talim yerine görüntüye,
• delil yerine popülerliğe
meyletmektedir.
Eğer dinî ilimler bu dijital modele uyum sağlayamazsa:
Gençlik, sahih kaynak yerine dijitalde rastladığı aykırı muhtevaları benimser.
3. Dijitalleşme ve “Dijital Din” Tehlikesi
Bugün bazı ülkeler, dijital sistemler üzerinden:
• dijital peygamber tasarımları,
• algoritmik ahlak kodları,
• yapay zekâ ile üretilmiş “ayet benzeri ifadeler”,
• dijital ritüeller,
• din dışı transhümanist inançlar
geliştirmeye başlamıştır.
Eğer İslam âlemi dijital alana sahih bir şekilde girmezse, hakikatin yerini dijital temelli aykırı yapılar alır.
Bu nedenle dijital alan:
Savaş meydanı değil; büyük bir tebliğ ve hidayet sahasıdır.
4. DÖRT TEMEL İLMİN DİJİTAL MİMARİSİ: SAĞLAM TEMEL OLMADAN DİJİTAL İNŞA OLMAZ
İslam ilim geleneği dört temel ilme dayanır:
• Tefsir
• Hadis
• Fıkıh
• Kelam
Bu dört ilim, dijital çağda yeniden düzenlenmeden sahih bir dijital din inşa edilemez.
5. Dijital Tefsirin Mimari Temelleri
Dijital tefsir yalnız metin aktarmak değildir.
Aşağıdaki unsurlar bir arada bulunmalıdır:
• Âyetin tam metni (meali ile)
• Nüzûl sebebi
• Kelime tahlili
• Kıraat farklılıkları
• Sahih rivayet tefsiri
• Mezheplerin yorumları
• İbn Kesîr, Taberî, Fahreddin Râzî, Alûsî gibi klasik müfessirlerin görüşleri
• Modern ilimlere dair açıklamalar
• Manevî tefsirler (Risale-i Nur gibi)
• Kavram haritaları
• Yedi tefsir yöntemi (rivayet, dirayet, işârî, kelamî, tarihî, lügavî ve bütüncül sistem)
Bu unsurlar dijital bir “tefsir motoru” ile birleştirilmelidir.
6. Dijital Hadis Tenkid Sisteminin Gereği
Dijital ortamda yanlış hadisler çok hızlı yayılmaktadır.
Bu nedenle algoritmalar:
• isnadı,
• ravilerin hayatını,
• cerh-ta‘dil hükümlerini,
• hadis metninin sağlamlığını,
• mezheplerin o hadisi nasıl anladığını
otomatik olarak işleyebilmelidir.
Aksi hâlde “sözde hadis” furyası dijital ortamın en büyük felaketi olur.
7. Fıkıh İlminin Dijital Haritası
Fıkıh, bilginin tertip ilmidir.
Dört mezhep sisteminin dijitalleşmesi şu unsurlarla olur:
• her meselenin delili,
• hükmün dayandığı âyet ve hadis,
• içtihat eden imamın gerekçesi,
• mezhepler arasındaki ihtilaf noktaları,
• amelî sonuçlar,
• çağdaş meselelerin fıkhî çözümü
dijital bir “hüküm haritası” hâline getirilmelidir.
8. Kelam İlmi ve Dijital Şüpheler
Bugünün şüpheleri klasik şüphelerden farklıdır:
• materyalist dijital iddialar,
• evren simülasyon iddiaları,
• yapay zekânın bilinç sahibi olma iddiası,
• varlık–veri ilişkisi,
• özgür irade–algoritma tartışmaları
gibi meseleler, kelamın dijital versiyonunu zorunlu kılar.
9. Dijital din alanının temeli sağlam olmazsa:
• dijital fetvalar,
• dijital içtihatlar,
• dijital ahlak,
• dijital din eğitimi,
• dijital ilmihal
hepsi aykırı bir hâl alır.
Bu yüzden Risale-i Nur’un:
• imanî delilleri,
• tefekkürî yaklaşımı,
• hakikati ifade eden üslûbu,
• gençliğe hitap eden derûnî anlatımı
dijital çağ için çok büyük bir rahmettir.
10. DEVLET, DİYANET VE İSLAM TEŞKİLATLARININ STRATEJİK SORUMLULUĞU
11.1. Devletin Rolü
• Ulusal dijital din araştırma merkezi
• İslamî yapay zekâ altyapısı
• Üniversite–ilahiyat ortak laboratuvarları
• Dijital Kur’ân ilimleri enstitüsü
• Uluslararası veri tabanı
kurulmalıdır.
11.2. Diyanetin Rolü
• Meallerinin tüm dillere açıklamalı aktarımı
• Dijital tefsir, hadis ve fikıh kütüphanesi
• Dijital fetva kurulu
• Gençlik için dijital iman akademisi
• Dört mezhep ortak veri tabanı
hazırlanmalıdır.
11.3. Cemaatlerin Rolü
• Aslî eserleri dijitalde muhafaza
• Yetkin âlimlerle veri kontrolü
• Risale-i Nur’un aslına uygun dijital yayımı
• İlmî heyetler ile dijital rehberlik
sağlanmalıdır.
12. SONUÇ: ERKEN KALKAN ERKEN YOL ALIR
Dijital dönüşüm, insanlığın yeni imtihanıdır.
Bu imtihan, sahih kaynakla girildiğinde bir hidayet ve nur vesilesi, boş bırakıldığında bir sapma alanı olur.
Bugün yapılması gereken:
• Nurdan gelen hakikati,
• Kur’ân’ın nurunu,
• Vahyin rehberliğini,
• Sünnetin ölçüsünü,
• Mezheplerin müktesebatını,
• Kelamın delil yapısını,
• Risale-i Nur’un imanî hakikatlerini
dijital yapıya sağlam şekilde aktarmaktır.
Bu yapılırsa gelecek nurlu olur; yapılmazsa başkalarının yaptığı din, dijital dünyaya hâkim olur.

✧✧

GİRİŞ: NURDAN BAŞLAYAN HAYATIN DİJİTAL SEYRİ
İnsanın maddesi topraktan, hakikati ise nurdandır. Âlem-i emirden gelen o nurî hakikat, tarih boyunca tecellîlerini farklı merhalelerde göstermiştir. Söz önce nura nüzûl etmiş, sonra kâğıda, ardından matbuâta, bugün ise dijital sahaya intikal etmiştir. Hakikat, asrın lisanıyla konuşur; asrın lisanı ise artık dijitaldir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah, göklerin ve yerin nurudur…”
(en-Nûr, 35)
Bu nur, vahyin kaynağıdır; varlığın aslıdır; insan ruhunun hakikatidir. Risalet bu nuru taşımış; Kur’ân bu nuru açıklamış; Nebevî hikmet bu nuru hayata tatbik etmiştir.
Kur’ân, kâinatı okuyan bir nurdur ki eşyayı hakikî mahiyetiyle gösterir.
Bugün ise insanlık yeni bir aşamaya geçmiş; maddî dünya dijital bir tabakaya açılmıştır. Bu, hakikatin inkârı değil; bilâkis tecellîlerin yeni bir perdesidir. İnsanlık tarihte ilk defa, ilmin, sanatın, düşüncenin ve hatta dinî rehberliğin dijital suretler üzerinden aktığı bir çağa girmiştir.
Bu dönüşüm, İslâm ilimleri için bir tehdit değil, bir mukadder fırsattır.
Zira insanlığın nazarı artık dijital dünyaya çevrilmiştir; gençlerin enaniyeti, merakı, bakışı, talebi hep bu zemindedir. Boş bırakılan her saha gibi, bu alan da vakit kaybetmeden doldurulmalıdır. Eğer doldurulmazsa, yanlış anlayışlar, kirli ideolojiler ve bâtıl akımlar tarafından işgal edilecektir.
1. BÖLÜM: TARİHSEL ARKA PLAN — NURİ HAKİKATİN İLETİŞİM MERHALELERİ
Dinin tebliği tarih boyunca beş büyük merhaleden geçmiştir:
• Lisanî Tebliğ (Ağızdan Nura):
Peygamberlerin verdiği ilk ders, sözün nurla birleşmiş hâlidir.
• Yazıya İntikal :
Kur’ân’ın mushaflaşması ile nur yazıya taşınmıştır.
Rabbimiz buyurur:
“Şüphesiz bu Kur’ân, en doğru yola iletir…”
(İsrâ, 9)
• Matbuât Devri (Harften Matbuâta):
İslâm ilimlerinin asırlarca yayılması matbaayla hızlanmıştır.
• Elektronik Dönem (Ses–Görüntü Çağı):
Radyo, televizyon, bilgisayar, internet…
Hakikat yeni bir çerçeveye taşınmıştır.
• Dijital ve Yapay Zekâ Dönemi (Veriden Derûnî Anlama):
İşte bugün bu sürecin ortasındayız.
Artık bilgi veriler içinde; metin kod hâlinde; lisan algoritmik hâlde; irşad dijital düzende ilerlemektedir.
2. BÖLÜM: DİJİTAL LEVH-İ MAHFUZ METAFORU
Dijital âlem, bir yönüyle mikro düzeyde mecazî bir Levh-i Mahfuz gibidir:
• Her şey kayıt altındadır,
• Her an işlenmektedir,
• Her fiilin izi saklanmaktadır.
Bu benzerlik tahkikî bir eşitleme değil; sadece tasvirî bir benzetmedir.
Çünkü Levh-i Mahfuz vahyî bir hakikattir; dijital kayıt ise beşerî bir sistemdir.
Levh-i Mahfuz’da her şey yazılmıştır; kaderin defteridir.
Bugün insan eliyle kurulan dijital sistemler de, kendi cüz’î ölçüsünde, eşyayı kaydeder.
Bu, hakikî kader değil, fakat beşerî veri kaderidir.
Bu sebeple dijital dönüşümün mahiyetini anlamak, onu İslâmî ölçülere göre konumlandırmak gerekir.
3. BÖLÜM: DİJİTAL İNSAN TİPOLOJİSİ
Dijital çağdaki insanın üç temel vasfı öne çıkmıştır:
1) Derûnî değil, zahirî bilgi yönelimi
Bilgiyi yüzeyde tüketmekte, derin okumaya alışamamaktadır.
2) Sürekli bağlantı hâlinde bir zihin
Zihin sürekli açıktır; fakat derin düşünceye vakit ayıramaz.
3) Hızlı anlam talebi
Hikmetten çok hız ister; düşünceden çok kısa cevap ister.
Bu insan tipolojisini görmeden, İslâm ilimlerinin dijital mimarisi kurulamaz.
Bugünün nesli, çağın vasatı içinde fıtratının yeni bir yönde imtihan olmaktadır.
4. BÖLÜM: NURUN DİJİTALLEŞMESİ — KUR’ÂN’IN DİJİTAL TEFSİRİNE GİRİŞ
Kur’ân’ın yedi farklı tefsir yöntemiyle dijital bir tefsirinin yapılması, asrın en büyük ilmî ihtiyaçlarından biridir.
Kur’ân’ın dijital tefsiri şu yedi temele dayanabilir:
• Lügat Tefsiri
• Klasik Tefsir Sentezi
• Hadis ve Sünnet Bağlantılı Tefsir
• Fıkhî Ahkâm Tefsiri
• Kelamî–Akaidî Tefsir
• Sosyal–İçtimaî Tefsir
• Fenni–Bilimsel Tefsir
Bu yedi yöntemin ayrı ayrı algoritmaları oluşturularak, ayetin dijital yorumlaması yapılabilir.
Kur’ân’daki her bir ayet için dijital tefsir ağacı şöyle olabilir:
• Ayetin Arapça metni
• Sarf–nahiv çözümlemesi
• Meali (tam ayet)
• Nüzul sebebi
• Risale-i Nur’dan izahlar
• Klasik müfessirlerin görüşleri
• Mezheplerin ahkâm çıkarımı
• Fen ve içtimaî karşılık
• Dijital risk ve dijital fayda bağlantısı
Böyle bir dijital tefsir, hem akademik, hem medresevî, hem de halk düzeyinde büyük bir açığı kapatacaktır.
5. BÖLÜM: DÖRT TEMEL İLMİN DİJİTAL MİMARİSİ
1) Tefsir
Metin çözümleme algoritmaları, dil modellemeleri, nüsha karşılaştırma sistemleri.
2) Hadis
Senet-zincir algoritması, ravî güvenilirlik veri tabanı, cerh–ta’dil matrisi.
3) Fıkıh
Mezhep hükümlerinin dijital karşılaştırılması, fakihlerin ictihadları, usûl-i fıkıh prensipleri.
4) Kelâm
İtikadın temel esaslarının modern şüphelerle dijital yüzleşmesi; inanç krizlerine yapay zekâ destekli çözümler.
Bu dört temel ilmi dijitali dünyaya taşımak, İslâm düşüncesinin cihanşümul çerçevesini koruyacak; yeni nesli sağlam bir zemine oturtacaktır.

✧✧

6. BÖLÜM: DİJİTAL MEZHEP MİMARİSİ — DÖRT HAK MEZHEBİN DİJİTAL DÜZLEMDE İHYASI
İslâm’ın amelî boyutunu taşıyan dört hak mezhep (Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî), asırlar boyunca fıkhî düzeni koruyan sütunlar olmuştur. Dijital çağda bu sütunların yeniden inşâsı gerekir. Çünkü dijitalleşme, hükümleri ortadan kaldırmaz; bilâkis hükümleri yeni suallerle karşılaştırır.
1) Dijital Mezhep Haritası (DMH)
Her mezhebin:
• Usûl ilkeleri,
• Delil tertibi,
• Küllî kaideleri,
• İçtihat metodları,
• Mes’ele çözüm biçimleri,
dijital bir harita hâline getirilebilir.
Bu harita üzerinden bir mesele işlendiğinde:
• Hangi mezhep ne der,
• Hangi delile dayanır,
• Uygulama sahası nedir,
• Zaruret–ihtiyaç–örf dengesi nasıldır,
hepsi anında gösterilebilir.
Bu model, genç neslin hem mezhep bağlılığını güçlendirir hem de zihnini tertipli bir şekilde yönlendirir.
7. BÖLÜM: DİJİTAL İÇTİHAT İLKELERİ — YENİ DÖNEMİN USÛLÜ
Dijital çağ, yeni meselelerin altında büyük bir hızla ilerliyor.
Bu hız bazen insanın bakışını bulanıklaştırabilir; fakat doğru bir usûl konulursa, bu hız fıkıh için bereket olur.
Dijital içtihadın temelini şu altı esas oluşturmalıdır:
1) Nass Merkezliliği
Ayet ve hadis, her şeyin esasıdır.
Rabbimiz şöyle buyurur:
“Biz Kitab’ı sana her şeyi açıklayan bir rehber, bir rahmet, bir müjde olarak indirdik.”
(Nahl, 89)
2) Mezhep Usûlüne Bağlılık
İçtihat ancak usûlün koruduğu kulvarda yapılır.
3) Zamanın Şartlarını Nazara Alma

Kur’ân her asra hitap eder.
Her asırda Kur’ân’ın bir hakikati inkişaf eder.
Yeni meseleler yeni açılımlar ister.
4) Doktrin Üretmemek, Çerçeve Kurmak
Dijital içtihat, yeni bir din üretmez; dinin ölçülerini dijital meseleye tatbik eder.
5) Tabiatın Kanunlarını Dikkate Alma
İlâhî kanunlar değişmez; fakat uygulama alanları değişir.
6) Mahremiyet, haysiyet, kul hakkı gibi faziletleri merkeze alma
Bu altı esas üzerinde dijital içtihat ilerletildiğinde, hatadan korunma ihtimali yükselir.
8. BÖLÜM: DİJİTAL FETVA MEKANİZMASI — DİJİTAL MÜFTÜLÜK MODELİ
Gelecekte fetva da dijital zeminde verilecektir.
Bu, fetvayı makineye teslim etmek değildir; bilâkis fetvayı müçtehidlerin ilmî birikimine göre dijitalleştirmek demektir.
Dijital Müftülük dört temel birimden oluşmalıdır:
1) Metin Havuzu
Ayetler, hadisler, sahabe kavilleri, müçtehidlerin görüşleri.
2) Mezhepler Arası Karşılaştırma Motoru
Her bir mezhebin delilleri, ibareleri, şerhleri.
3) Mesele Analiz Sistemi
Soru önce sınıflandırılır:
• Akaid mi?
• İbadet mi?
• Muâmelat mı?
• Ukûbat mı?
• Aile hukuku mu?
4) İnsan Denetimli Son Karar
Yapay zekâ sadece tasnif eder; son sözü âlim söyler.
Çünkü fetva, mekanik bir hüküm değil; hikmetle verilen bir cevaptır.
9. BÖLÜM: PERSPEKTİFİNDEN DİJİTAL DEVRİN MAHİYETİ
Bediüzzaman’ın eserleri dijital çağın ruhuna çok yakın bir bakış taşır.
Çünkü Risale-i Nur’un üslûbu:
• Küllî,
• Derûnî,
• Bütüncül,
• Sistemli,
• Analitik,çözüm üretme,
bir çerçevededir.

1) Teknoloji hakikati örtemez, tecellîyi büyütür
Her bir san’at, ustasını gösterir.
Dijital makinelerin büyüklüğü, onu yapan kudretin azametini değil; onu yaratan Yaratıcı’nın delilini artırır.
2) Tabiat, bir perde ve memurdur
Teknolojik sistemler “yaratıcı” değildir; sadece İlâhî kanunların zahirî bir memurudur.
3) Enaniyet dijital çağda artar; mü’min bu çağda daha uyanık olmalıdır
Dijitalleşme, insanın ene duygusunu büyütür.
O nedenle dijital çağ, imanın daha kuvvetli bir tahkimine muhtaçtır.
10. BÖLÜM: GENÇLİK İÇİN DİJİTAL İMAN EĞİTİMİ
Gençlik, dijital dünyanın ortasında doğdu.
Bu sebeple iman eğitimi de dijital bir form kazanmalıdır.
Dijital iman eğitimi dört kademede yapılabilir:
1) Kur’ân Temelli Dijital Dersler
Her ayetin hem meali hem tefsiri hem de Risale-i Nur’daki karşılığı.
2) Kısa Ama Derûnî Hikmet Parçaları
Genç zihnin dikkat süresine uygun derin mesajlar.
3) Soru–cevap temelli eğitim
Zira gençlik sualin içinden öğrenir.
4) Uygulamalı Ahlâk ve fazilet programları
Bilgide kalan değil, hayata intikal eden eğitim.
11. BÖLÜM: DEVLET–DİYANET–CEMAAT İŞ BİRLİĞİ MODELİ
Bu proje ferdî bir hamleyle olmaz; üç büyük yapı birlikte çalışmalıdır:
DEVLET:
Altyapıyı, araştırma finansmanını, akademik zemini kurar.
DİYANET:
Usûlî doğruluğu, mezhep ilkelerini, sahih çizgiyi korur.
CEMAATLER:
Pratik tecrübe, sosyal yayılım, halk irşadı sağlar.
Bu üç güç birleşirse, dijital din mimarisi sağlam bir esasa oturur.
SONUÇ: NURDAN NURA UZANAN DİJİTAL İRFAN
Dijital çağ, nurun yeni bir perdede tecellîsidir.
Hakikat değişmez; fakat tebliğ araçları değişir.
Bugün yapılması gereken, dijital alanı boş bırakmadan, İslâm ilimlerini dört sütunu ile birlikte dijital bir mimariye taşımaktır.
Erken kalkan erken yol alır.

✧✧

DİJİTAL DİN İÇİN STRATEJİK İSLÂMÎ DÖNÜŞÜM RAPORU
(Dosya – II)
**1. BÖLÜM
DİJİTAL DİNİN KAÇINILMAZLIĞI VE TEKNOLOJİNİN İSLÂMÎ ÇERÇEVESİ**
İnsanlık dijital bir tabakaya geçmiştir. Bu dönüşüm artık geri dönmez; çünkü sadece cihaz değişmemiş, insanın bakışı, düşünce tarzı, etkileşim biçimi de değişmiştir.
Rabbimiz şöyle buyurur:
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”
(Kamer, 49)
Bu ölçü hem kâinatın tabiatına hem insanın ilim üretme biçimine sinmiştir. Dijitalleşme de bu ölçünün bir tecellîsidir:
• Hız artmıştır,
• Veri büyümüştür,
• Bilgi erişimi kolaylaşmıştır,
• Fakat bilgi kirliliği ve yanlış inançlar da çoğalmıştır.
Bu yüzden dijital din, kaçınılmaz olduğu kadar zaruri bir ihtiyaç hâline gelmiştir.
**2. BÖLÜM
DİJİTAL ALANDA İSLÂM’IN KARŞILAŞTIĞI BEŞ BÜYÜK RİSK**
1) Hakikatin tahrifi ve yanlış bilgilerin yayılması
Bilgi hızı arttıkça, bâtıl da hızla yayılmaktadır.
İnanç esasları, mezhep hükümleri, sünnet ölçüleri mekanik yorumlarla tahrif edilmektedir.
2) Gençlikte enaniyetin büyümesi
Dijital ortam, insanın ene duygusunu şişirir.
Ene, bir anahtardır; yanlış kullanılırsa şirk kapısını açar.
3) Veri bağımlılığı ve zihnî dağınıklık
Sürekli bağlantı hâlinde bir akıl, tefekkürün derûnî boyutunu kaybedebilir.
4) Yapay zekâ üzerinden yeni yanlış inançların üretilebilmesi
“Dijital peygamberlik”, “veri merkezli kutsallık” gibi aykırı düşünceler bazı toplumlarda başlamıştır.
5) Mahremiyetin zayıflaması
Fıkhın en çok koruduğu alanlardan biri, şahsiyetin haysiyetidir.
**3. BÖLÜM
DİJİTAL MÜCADELE SAHASI: BAŞKALARI BOŞLUĞU DOLDURMADAN ÖNCE**
Bugün dünyada:
• Küresel şirketler,
• Farklı inanç grupları,
• Misyoner dijital ağlar,
• Ateist ve materyalist düşünce kümeleri,
• Doğu ve Batı menşeli tarikat ve hareketler,
dijital alanı aktif biçimde dolduruyor.
Müslümanlar boş bıraktıkça, başkaları dolduruyor.
Bu, tarihte İslâm’ın yaşamadığı bir durum değildir.
Boş bırakılan saha, ya nefis ya düşman tarafından işgal edilir.
Bugün bu söz dijital dünya için tam anlamıyla geçerlidir.
**4. BÖLÜM
CEMAATLER İÇİN STRATEJİK YAKLAŞIM: SAHADAKİ ETKİYİ GÜÇLENDİRMEK**
Cemaatlerin tarihi rolü üç başlıktır:
1) Hakikat dersini halka ulaştırmak
Zemin hazırsa dijital irşad daha geniş kitlelere ulaşacaktır.
2) Nesil yetiştirmek
Medrese geleneği dijital platformlara intikal edebilir.
3) Uygulama sahası oluşturmak
Her cemaat kendi alanında dijital hizmet modeli geliştirebilir.
**5. BÖLÜM
GENELDE ÜMMET, ÖZELDE TÜRKİYE İÇİN DİJİTAL DİN VİZYONU**
Ümmetin geleceği için üç esas vizyon belirlenebilir:
1) Cihanşümul Dijital İslâm Atlası
Bütün İslâm ülkelerinin ortak dijital ilim havuzu.
2) Uluslararası Dijital Fıkıh Heyeti
Her mezhepten âlimlerin katıldığı canlı bir içtihat meclisi.
3) Çok Dilli Dijital Risale-i Nur Platformu
Risale-i Nur’un aslına sadık, şerhsiz, sadeleştirilmemiş, doğrudan metin + açıklama modeli.
RNK’dan iktibas:
Zamanın ruhuna uygun beyanlar.
**6. BÖLÜM
DİJİTAL DİNE YATAY GEÇİŞ TEORİSİ**
Dijital dinden “yatay dine” geçiş olacaktır.
Yani:
• Din artık tek kaynaktan değil, çok kanaldan öğrenilecek.
• Bilgi tek merkezden değil, yatay ağlardan yayılacak.
• Otorite bir kişiden değil, karşılıklı etkileşimden doğacak.
Bu durum İslâm ilimleri için hem risk hem fırsattır.
İlmin aslı korunursa, yayıldıkça nur olur.
Aslı kaybolursa, yayıldıkça zıt ve aykırı fikirler çoğalır.
**7. BÖLÜM
SONUÇ: GEÇ KALAN GERİDE KALIR, ERKEN YOL ALAN GÜÇLENİR**
Dijitalleşme, insanlığın en hızlı yaşadığı değişimdir.
Bu değişim:
• Dinî ilimlerin üslûbunu,
• Fıkhın meselelerini,
• İrşadın metodlarını,
• Eğitimin yollarını,
yeniden şekillendirmiştir.
Rabbimiz buyurur:
“Sizin için dininizi kemale erdirdim…”
(Mâide, 3)
Din kemaldedir; eksiklik insanın anlama ve aktarma biçimindedir.
Bu sebeple dijital çağda yeni bir irşad seferberliği zarurîdir.
Erken davranan, istikbalin istikametini belirler.
Geç kalan ise başkasının yaptığı dini ve dijital anlayışı kabullenmek zorunda kalır.

✧✧

I. BÖLÜM — DİJİTAL ÇAĞIN MAHİYETİ VE İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ
(Devam – 3. Büyük Başlık)
3. DİJİTALLEŞMENİN İNSANIN RUH–AKIL–KALP DENGESİNE TESİRİ
Dijital çağ sadece teknik bir dönüşüm değildir; insanın mahiyetine, derûnî yapısına, nazarına ve hakikati idrak tarzına kadar uzanan çok katmanlı bir değişimi beraberinde getirmiştir. Bu değişimin doğru okunabilmesi, “insan nedir?” sualinin yeniden ele alınmasını gerektirir. Zira insanı bilmeyen, çağın getirdiği imkânların da tazyiklerin de aslını bilemez.
Bu bölümde dijital çağın insanın üç temel cephesine — ruh, akıl ve kalp — nasıl tesir ettiğini ele alacak; ardından bu dönüşümün İslâmî ilimlerin dijitalleşmesine nasıl bir istikamet verdiğini tahlil edeceğiz.
3.1. RUH CEPHESİ: NURDAN GELEN CEVHERİN DİJİTAL KARANLIĞA TAŞINMASI
Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak:
“Allah göklerin ve yerin nurudur…”
— en-Nûr 35, meali (âyetin tamamı alınmıştır):
“Allâh göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir cam içindedir; cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır; ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna iletir. Allah insanlara misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilir.”
İnsan ruhu bu nurla bağını muhafaza ettiği müddetçe selâmettedir. Dijital çağ ise nura ait olan ruhu bilgi seli, hız, algoritmik yönlendirme ve sanal varlık ile çevrelemekte; bazı kimselerde derûnî sükûnu bozup yüzeyselliğe sevk etmektedir.
Bu noktada;
İnsanın ruhu, nurânî bir emr-i İlâhîdir. O nurun gıdası marifetullah ve muhabbettir.
Dijitalleşen hayatın ruh için en büyük tehlikesinin marifetullah gıdasının azalması, en büyük fırsatının ise o marifeti dijital yollarla çoğaltabilme imkânı olduğunu göstermektedir.
3.2. AKIL CEPHESİ: BİLGİ YIĞININDAN HİKMETE DÖNÜŞÜM ZARURETİ
Dijital çağda akıl büyük bir imtihan içindedir. Zira bilgi ölçüsüzce çoğalmış; fakat hikmete, yani “mânâyı anlamaya ve nurlar içinde düzen kurabilmeye” dönüşümü zayıflamıştır.
Akıl, dijital çağda üç riskle karşı karşıyadır:
1) Bilgi enflasyonu
Çokluk içinde hakikati seçememe.
Kur’ân’ın tabiriyle “zannın çoğalması.”
2) Algoritmik yönlendirme
İnsanın düşünme istikâmeti kendi tercihinden çıkarak “dış yönlendiricilerin” kontrolüne girebilir.
3) Parçalanmış nazar
Hakikatin bütününü görme yerine, aklın dıştan itilen bilgilerin hızında parçalara ayrılması.
Bu risklere karşı Risale-i Nur:
“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”
Bu iktibasın dijital çağdaki manası şudur:
Dijitalleşen dünyada akıl ancak ilim ile dinin beraber yürüdüğü bir dijital altyapı içinde selâmette olur.
3.3. KALP CEPHESİ: YAPAY DUYGULAR VE HAKİKÎ MARİFET ARASINDA
Kalp dijital çağda hem en çok tehdit edilen hem de en çok ihyaya müsait olan latîfedir.
Dijital dünyanın kalbe olan dört tesiri vardır:
• Sürekli uyarılma (stimülasyon) → huzursuzluk
• Sanal yakınlık → hakikî yakınlıktan uzaklık
• Sürekli kıyas → aykırı duyguların artması
• Hakikatin perdelenmesi → marifetin zayıflaması
Bununla beraber, dijital çağ aynı kalp için büyük bir fırsat alanıdır:
• Hakikat tebliği sınır tanımaz hale gelmiştir.
• Kur’ân ilimleri dünyanın her tarafına ulaşmıştır.
• Kalp hakikatinin en derûnî tecellileri milyonlarca insana anında ulaştırılabilir hale gelmiştir.
• “imanî tahkik” mesleği dijital platformlarda daha kuvvetli bir neşir imkânı bulmuştur.
Kalbin bu imkân ve riskler içindeki dengesini şu Kur’ân meali belirler:
“Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.”
— er-Ra’d 28, TDV meali (âyetin tamamı):
“İman edenler ve Allah’ı zikretmekle kalpleri huzur bulanlar (var ya), bilin ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.”
Bu âyet, dijital çağın bütün gürültüsü içinde kalbin ancak nurlu esasa bağlı kalırsa selâmette olacağını göstermektedir.
3.4. DİJİTAL ÇAĞDA İNSANIN BU ÜÇ CEPHESİNİN YENİDEN TERKİBİ
Ruh–akıl–kalp dengesi takviye edilmezse dijitalleşme insanı kendi öz nurundan uzaklaştırabilir. Fakat bu üç unsur doğru nizama konulursa, dijital çağ âdeta bir rahmet vesilesi olur.
Bu üç cepheyi yeniden birleştiren dijital ilke şudur:
“Teknoloji insanı yönetmesin; insan teknolojiyi hakikat ışığında yönetsin.”
Bu prensip, dijital tefsirden yapay zekâ müftüsüne kadar uzanan bütün hizmetlerin temelini teşkil eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik

www.tesbitler.com
21/11/2025




4-KİTAP ÖZETLERİ-7 KİTAP

4-KİTAP ÖZETLERİ-7 KİTAP

 

Mustafa Armağan’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2”

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
• Sultan Abdülhamid’e Dair Yeniden Bir Okuma: Kitap, Sultan II. Abdülhamid’i, dönemin İngiltere ve Rusya gibi emperyalist güçlerine karşı devleti ayakta tutmaya çalışan bir lider olarak tasvir etmektedir. Yazar, onun “kurtlarla birlikte ulumayı bilen” bir diplomat olduğunu ileri sürer.
• Bir Fikir Olarak Abdülhamid: Kitap, Abdülhamid’in sadece bir şahsiyet değil, aynı zamanda milletin yaşama azmini ve var olma iradesini temsil eden bir “fikir” olduğunu savunur.
• Tarih Anlayışının Sorgulanması: Eser, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren Abdülhamid’e karşı oluşturulan “zalim” ve “despot” imajının eleştirisini yapar. Ayrıca, kitabın yazıldığı dönemde bile onun mirasının, Masonlar gibi bazı gruplar tarafından düşmanlık duyulan bir figür olarak görüldüğünü belirtir.
• Modernleşme ve İmar Faaliyetleri: Abdülhamid’in, demiryolu inşası gibi büyük altyapı projeleriyle devleti kalkındırma çabalarına değinilir. Hatta yazar, Milli Mücadele’nin başarısının büyük ölçüde bu demiryollarına bağlı olduğunu öne sürer.
• Şahsiyet ve Kişisel Özellikleri: Kitap, Abdülhamid’in özel hayatına dair ilginç detaylar sunar. Örneğin, bir keresinde eşinden, hasta olduğu zaman kendisine çoraplarını giydirmesi nedeniyle helallik istediği anlatılır.
• Manevi ve Kültürel Etkisi: Kitap, Abdülhamid’in manevi yönüne vurgu yapar ve Siyonizm’e karşı mücadelesini, petrol ve bor madenleri üzerindeki politikalarını ve eğitimde yaptığı atılımları anlatır.

Sonuç ve Özet Notu
Kitabın önsözü ve içindekiler bölümünden yola çıkarak, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2”, popüler tarih yazımı çerçevesinde, Abdülhamid’e yönelik olumsuz düşünceleri yıkmayı ve onun tarihi rolünü yeniden değerlendirmeyi hedefleyen bir eserdir. Yazar, Sultan’ın, Osmanlı’yı ayakta tutmak için çetin bir mücadele verdiğini ve bu mücadelenin, kendisinden sonraki dönemlerde de etkisini sürdürdüğünü savunur. Kitap, Abdülhamid’in sadece siyasi bir figür olmadığını, aynı zamanda bir medeniyet tasavvuru ve diriliş mücadelesinin sembolü olduğunu öne sürer. Son olarak, kitap, onun mirasının hala güncelliğini koruduğunu ve tarihin “tam ekran” olarak yeniden yazılmaya başlandığı bir dönemden geçildiğini vurgular.

Cumhuriyet Efsaneleri

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
Mustafa Armağan’ın “Cumhuriyet Efsaneleri” adlı eseri, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem tarihi ve bu döneme ait anlatıları eleştirel bir gözle inceleyen bir araştırma kitabıdır. Yazar, kitabın ön sözünde, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da uygulanan “Denazifikasyon” (Nazilikten kurtarma) terimini, 1923 sonrası Türkiye’de uygulanan “Deottomanizasyon” (Osmanlısızlaştırmak) politikasına benzetmektedir. Kitabın ana teması, resmi tarihin oluşturduğu “efsaneleri” sorgulamaktır.
Kitapta ele alınan önemli konular ve bölümler şunlardır:
• Atatürk Dönemi: Kitap, Atatürk’e dair bilinen bazı hikayeleri ve söylemleri tartışmaya açar. Örneğin, “Bursa Nutku”nun gerçekliği, Tokyo Camii’nin Atatürk tarafından yaptırıldığı efsanesi, 23 Nisan’ın bir çocuk bayramı olmaktan çok, dönemin elitlerinin dans ederek kutladığı bir hafta olduğu iddiaları bu bölümde yer alır.
• İnönü ve CHP: Bu bölümde, İsmet İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti dönemindeki uygulamaları sorgulanır. “Andımız”ın darbeci bir zihniyetin ürünü olduğu, İstiklal Mahkemelerinin adil olmadığı ve tekke ve zaviyeleri kapatan kanunun anayasaya aykırı olduğu gibi iddialar bu kısımda incelenir.
• Ayasofya, Sevr, Lozan: Yazar, Ayasofya’nın neden ibadete açılması gerektiği, Lozan Barış Antlaşması’nda dönenler ve Sevr Antlaşması’nın neden imzalandığı gibi kritik tarihi konulara eleştirel bir bakış sunar.

Sonuç ve Özet Notu
Kitap, “Osmanlı’dan uzak durma” mesajını vermek amacıyla yazılan resmi tarihin, alfabenin unutturulması, sanat eserlerinin yıkılması ve tarihi figürlerin itibarsızlaştırılması gibi “barbarlık” sayılabilecek eylemleri medeni başarılar gibi sunduğunu iddia eder. Mustafa Armağan, kitabında, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Osmanlı’nın “geri kalmış” ve “çağ dışı” bir medeniyet olarak sunulduğunu ve bu durumun milletin kimliğinde bir boşluk oluşturduğunu savunur. Eser, bu düşünceyi tersine çevirmeyi ve Osmanlı tarihine yeniden, daha sağlam bir zeminde bakmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla kitap, Türkiye’nin kendi tarihine dönmesi ve “Yeniden Osmanlılaşma” (Reottomanizasyon) sürecinin kaçınılmaz olduğunu öne süren bir yaklaşıma sahiptir.

Mustafa Armağan’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1” adlı kitabı.

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
Mustafa Armağan’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” adlı kitabı, Sultan II. Abdülhamid’i “yaşayan bir şahsiyet” olarak ele alan bir tarih incelemesidir. Kitap, Abdülhamid’i Batılıların “Hasta Adam” olarak gördüğü bir dönemde, imparatorluğu ayakta tutmaya çalışan bir lider ve “son imparator” olarak sunmaktadır.
Kitapta vurgulanan temel noktalar şunlardır:
• Dış Politika ve Diplomasi: Abdülhamid’in, dönemin büyük devletleri (“kurtlar”) ile mücadele ederek devletin bekasını sağlamaya çalıştığı belirtilmektedir. Yazar, onun “kurtlarla birlikte ulumayı bilen” bir diplomat olduğunu ifade eder. Kitap, onun Kıbrıs’ı geçici olarak İngiliz yönetimine bırakmak gibi zor kararlar aldığını ve bu tür tavizlerle devleti korumaya çalıştığını anlatır.
• İç Politika ve Yönetim Anlayışı: Kitap, Abdülhamid’in “müstebit” (despot) olarak anılmasının yanlış bir anlayış olduğunu savunur. Aslında, devletin güvenliğini sağlamak için gerekli tedbirleri alan bir lider olduğunu ve özgürlükleri kısıtlama tavrının “varlık-yokluk” meselesi karşısında bir zorunluluk olduğunu ileri sürer. O, entelektüel ve batılılaşmış elitten ziyade, halkla güçlü bir bağ kurmaya çalışmıştır.
• Modernleşme ve Projeler: Yazar, Abdülhamid’i sadece gelenekçi değil, aynı zamanda “arzulu ve aktif bir modernleşmeci” olarak tanımlar. Eğitim, bilim ve teknoloji alanında ciddi reformlar yaptığını, telgraf hatları ve demiryolu gibi altyapı projelerine önem verdiğini vurgular. Kitapta, Çoban Mektebi gibi modern eğitim kurumları açarak halkın eğitim seviyesini yükseltmeyi hedeflediği de belirtilir.
• Kişisel Hayatı ve Hobileri: Abdülhamid’in fotoğrafçılık ve kitap koleksiyonculuğu gibi hobilerinin olduğu, geniş bir kitaplığı bulunduğu ve hatta Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde onun Yıldız Kütüphanesi’nden yağmalanan eserlerin yer aldığı bir koleksiyonun olduğu ifade edilir.

Sonuç ve Özet Notu
Kitap, Sultan II. Abdülhamid’in, uzun saltanatı boyunca karşılaştığı zorlukları ve bu zorluklar karşısında sergilediği stratejik zekayı ve dirayeti merkeze almaktadır. Yazar Mustafa Armağan, popüler tarih yazımına yakın bir dille, tarihsel olayları ve dönemin atmosferini okuyucuya aktarır. Kitap, Abdülhamid’in halk tarafından neden sevildiği ve aydınlar tarafından neden yanlış anlaşıldığı sorusuna odaklanır. Eser, Abdülhamid’in sadece bir padişah değil, aynı zamanda devleti parçalanmaktan kurtarmaya çalışan, modern ve vizyon sahibi bir lider olduğunu öne sürer. Kitap, onun mirasının günümüzde dahi devam ettiğini ve hala tartışılan bir figür olduğunu vurgulayarak son bulur.

“Hizbullah Hakkındaki Gerçeği Biliyor musunuz?” adlı kitabın genel yönleri, önemli noktaları.

Bu kitap, yazar Ali es-Sadık tarafından, Lübnan Hizbullahı’nın gerçek yüzünü ve hedeflerini ortaya koymayı amaçlayan bir araştırma eseridir. Yazar, Hizbullah’ı, dışarıdan Yahudi ve Hristiyanlara karşı cihat eden bir direniş hareketi gibi görünse de, aslında temel amacının Şiîliği ve İran’ın yayılmacı projesini İslam dünyasına ihraç etmek olduğunu savunur.
Kitapta ele alınan önemli noktalar şunlardır:
• Hizbullah’ın Kökü: Hizbullah’ın, 1982 yılında Lübnan’da İran tarafından desteklenen Şii Emel Hareketi’nden doğduğunu belirtir. Amel Hareketi’nin sadece Lübnan Şiî halkıyla sınırlı olan siyasi hedeflerinin ötesine geçerek, “İslami Emel” adıyla Şiîliğin Lübnan’da ve İslam dünyasında yayılmasını üstlenerek yeni bir parti olarak kurulduğunu anlatır.
• İdeolojik Temel: Kitap, Hizbullah’ın dayandığı On İki İmamcı Şia mezhebinin tehlikeli esaslar üzerine kurulu olduğunu ileri sürer. Bu inançlar arasında şunlar yer almaktadır:
• On İki İmamın masum olduğuna, gaybı bildiğine ve kâinatın en ufak zerresinin bile onların tasarrufunda olduğuna inanmak.
• Kur’an’ın tahrif edildiğine (eksik olduğuna) ve gerçek Kur’an’ın beklenen Mehdi ile birlikte ortaya çıkacağına inanmak.
• Sahabeye ve özellikle de ilk üç halife ile Peygamber Efendimiz’in eşi Hz. Ayşe’ye sövmek ve onları tekfir etmek.
• İran ve Diğer Güçlerle İlişkiler: Kitap, Hizbullah’ın Lübnan’daki bir İran partisi olduğunu ve liderlerinin Velayet-i Fakih ilkesiyle hareket ettiğini vurgular. Ayrıca, yazarın iddiasına göre, Humeyni’nin liderliğindeki İran’ın, Afganistan ve Irak’ın işgal planında Amerikalılarla koordinasyon içinde olduğunu belirtir. Bu durumun, Irak’taki Şii taklit mercilerinin (Sistanî ve el-Hekim) Amerikan kuvvetleriyle savaşmaya karşı çıkması ve gizli yardımlaşması ile desteklendiğini öne sürer.
• Filistin ve Müslümanlara Karşı Tutum: Kitap, Emel Hareketi’nin Filistin kamplarındaki Müslümanlara yönelik saldırılarını ve katliamlarını detaylandırır. Bu eylemlerin temel sebebinin, Şia’nın Sünnilere karşı duyduğu kin olduğunu iddia eder. Ayrıca, İsrail askerlerinin Lübnan’ın güneyinde Şiîler tarafından güllerle karşılandığı ve Haydar ed-Dâyih gibi liderlerin, “Vahhabi Filistin terörünü” ortadan kaldırmak için İsrail’den yardım aldıklarına dair ifadeler yer almaktadır.

Sonuç ve Özet Notu
Kitap, Hizbullah’ın ve genel olarak Şia hareketlerinin, dışarıdan gösterilen imajlarının aksine, İslam ümmeti için bir tehdit oluşturduğunu savunmaktadır. Yazar, Hizbullah’ın İsrail’e karşı direniş sloganlarını kullanarak Müslümanları aldatmaya çalıştığını ancak gerçek amacının, dini inançları ve tarihi eylemleri ile Sünnîlere karşı kin besleyen ve İran’ın siyasi emellerine hizmet eden Safevî yayılmacılığını yaymak olduğunu iddia eder. Sonuç olarak, kitap, bu tür hareketlerin İslam’ın birliğini parçaladığını ve Müslümanlar arasında fitneye yol açtığını öne sürer.

“Eyüp Sabri Paşa Vehhabilik Tarihi” adlı kitabın genel yönleri ve önemli noktaları.

Bu kitap, Eyüp Sabri Paşa tarafından kaleme alınmış,
Vehhabilik hareketinin doğuşu, gelişimi ve İslam coğrafyasındaki etkilerini inceleyen bir eserdir. Kitabın asıl adı
“Târîh-i Vehhabiyyân” olup , yazarın Hicaz bölgesindeki memuriyeti sırasında yaptığı araştırmalara ve topladığı bilgilere dayanmaktadır.
Kitabın yapısı ve ana konuları şöyledir:
• Vehhabiliğin Ortaya Çıkışı: Kitap, Vehhabiliğin köklerinin Karâmita Mezhebi’nin inanç kalıntılarına dayandığını öne sürerek konuya başlar. Vehhabilerin ortaya çıkışını, bu mezhebin düşünceleri ve eylemleriyle ilişkilendirir.
• Hicaz’a İstilalar: Eser, Vehhabilerin kutsal topraklara, özellikle de Taif ve Medine’ye yaptıkları saldırıları ve buraları nasıl ele geçirdiklerini detaylı olarak anlatmaktadır. Bu istilalar sırasında yaşanan olaylar, halkın ve askerlerin durumu, zorlu mücadeleler ele alınır.
• Osmanlı Devleti’nin Rolü: Kitap, Osmanlı padişahlarının ve Mehmed Ali Paşa gibi komutanların bu isyanı bastırmak için gösterdiği çabalara da değinir. Medine’nin Vehhabilerin elinden geri alınması ve sonrasında Kâbe’nin kurtarılışı gibi olaylar ayrı başlıklar altında incelenir.
• Yazarın Bakış Açısı: Yazarın, Ehl-i Sünnet çizgisinde gelenekçi bir kimliğe sahip olduğu ve Halifeliğe bağlılığı vurguladığı belirtilmektedir. Eyüp Sabri Paşa, eserinde Vehhabilerin görüşlerini sert bir şekilde eleştirir ve onları sapkın bir topluluk olarak niteler.

Sonuç ve Özet Notu
“Vehhabilik Tarihi”, dönemin önemli bir olayını, Osmanlı Devleti’nin bakış açısıyla ele alan tarihi bir kaynaktır. Kitap, Vehhabiliği, İslam dünyasının kutsal mekanlarına ve geleneksel İslami değerlerine karşı bir tehdit olarak sunar. Yazar, hem tarihsel olayları kaydetmek hem de okuyucuyu Vehhabiliğin tehlikeleri konusunda uyarmak amacıyla eseri kaleme almıştır. Kitabın ana teması, Vehhabilerin yıkıcı eylemleri ve bu eylemlere karşı Osmanlı’nın verdiği mücadeledir. Kitap, Vehhabilerin kutsal yerlere verdiği zararları, Müslümanlara yaşattığı zorlukları ve sonunda uğradıkları yenilgiyi anlatarak, bu hareketin İslam coğrafyası için oluşturduğu tehlikeyi ortaya koymayı amaçlamaktadır.

“İslâm Miras Hukuku”

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
• Tanım ve Kapsam: Kitap, İslâm miras hukukunun, fıkıh literatüründeki “ferâiz” adıyla anıldığını belirterek bu ilmin tanımını yapar. Ferâiz, mirasçılar için belirlenen kesin payları ifade eder ve “ilmin yarısı” olarak nitelendirilir.
• Tarihsel Gelişim: İslâm miras hukukunun çok erken dönemde oluştuğu ve bunun en önemli sebebinin Kur’ân-ı Kerim’de ayrıntılı bir şekilde belirlenmiş olması olduğu vurgulanır. Kitap, İslâm öncesi Cahiliye döneminde mirasın nasıl kazanıldığını (nesep ve sözleşme yoluyla) ve kadınlara genellikle miras verilmediğini, bu durumun daha sonra İslâm tarafından aşamalı olarak değiştirildiğini anlatır.
• Kitabın Yapısı: Eser, üç ana bölümden oluşmaktadır.
• Birinci Bölüm: Mirasla ilgili temel kavramlar, mirasçı olma sebepleri (kan hısımlığı, nikâh ve velâ), mirasçı olabilme şartları (mûrisin ölümü, mirasçının hayatta olması) ve miras engelleri gibi genel bilgilere odaklanır. Ayrıca tereke üzerindeki haklar (borçların ödenmesi, vasiyetlerin yerine getirilmesi) ve mirasçıların dereceleri (ashab-ı ferâiz, asabe) açıklanır.
• İkinci Bölüm: Mirasçıların payları (belirli pay ve belirsiz pay yoluyla mirasçılık) ve reddiye, avliye gibi özel durumlar incelenir.
• Üçüncü Bölüm: Tashih, münâsaha ve hacb gibi bazı önemli miras meselelerine yer verilir.
• Dil ve Yöntem: Yazar, kitabın, miras problemlerinin çözümünde anlaşılması zor gelebilecek eski yöntemlerin aksine, anlaşılır bir dil ve kolay bir yöntemle kaleme alındığını belirtir.

Sonuç ve Özet Notu
Abdüsselam Arı’nın bu eseri, İslâm miras hukukunu temel kavramlarından güncel tartışmalara kadar geniş bir yelpazede ele alan bir kaynak niteliğindedir. Kitap, Kur’ân ve Sünnet’e dayanan miras kurallarının detaylı bir incelemesini sunarken, aynı zamanda Cahiliye dönemi uygulamalarından İslâm hukukunun getirdiği reformlara kadar tarihi bir perspektif de sağlamaktadır. Eser, miras konularında halkın kolayca anlayabileceği bir rehber olmayı hedeflerken, ilahiyat ve hukuk fakültesi öğrencileri için de akademik bir başvuru kaynağı olarak hazırlanmıştır.

“Siyah Papa’nın Casusu Wilfrid S. Blunt ve İslam’da Reform” adlı kitabı..

Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktaları
• Ana Karakter: Kitap, hayatını Türkleri Arap topraklarından atmaya ve İslam’da reform yapmaya adamış bir İngiliz casusu olan Wilfrid Scawen Blunt’ı ele alıyor.
• İslam’da Reform Projesi: Blunt, modern İslamcıların kendilerine “üstad” olarak gördüğü Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh aracılığıyla İslam’ı içeriden çökertmeyi hedeflemiştir.
• Cizvitlerle İlişkisi: Blunt’ın, şimdiki Papa Francis’in de mensubu olduğu Cizvitlere hizmet ettiği belirtilmektedir.
• İngiliz Siyaseti: Kitap, İngilizlerin İslam coğrafyasındaki siyasetini, bir ağaca (İslam’a) hizmet ediyormuş gibi görünüp köküne zehir sıkma metaforuyla açıklamaktadır.
• Siyasi Faaliyetler: Blunt, Mısır’ın Osmanlı’dan koparılmasında büyük rol oynamış, Sultan Abdülhamid’in düşüşünü ve Arap İhtilali’ni görmüştür. Ayrıca, İrlandalı, Mısırlı ve Hintli Ulusalcılar ile Jön Türkler’in yakın dostu olmuştur.
İçindekiler Bölümüne Göre Kitapta İşlenen Diğer Konular:
Kitapta ele alınan diğer başlıklar arasında “Blunt Ailesi,” “Diplomasi ve Evlilik,” “Arap İhtilali,” “Vehhabiler,” “Mısır’ın İşgali,” “İslam’ın Geleceği,” “Sudanlı Mehdi,” “Sultan Abdülhamid,” “Ermeni Meselesi” ve “Genç Türkler” gibi konular bulunmaktadır.

Sonuç ve Özet Notu

Kitabın Wilfrid Scawen Blunt’ın hayatı üzerinden 19. ve 20. yüzyıl başlarındaki İngiliz dış politikalarını, Cizvitlerin dini reform projelerini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecini ele alan bir araştırma-inceleme eseri olduğu söylenebilir. Blunt, “İslam’da reform” adı altında yürütülen siyasi ve kültürel operasyonların kilit bir figürü olarak sunulmaktadır. Kitap, bu tarihi olayları casusluk, diplomasi ve ideolojik mücadeleler çerçevesinde detaylandırmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik
www.tesbitler.com
18/11/2025




3-KİTAP ÖZETLERİ -11 KİTAP-

3-KİTAP ÖZETLERİ -11 KİTAP-

“Albay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları 1918-1922” adlı eser.
📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, Yarbay Alfred Rawlinson’un 1918 ile 1922 yılları arasındaki hatıralarını ihtiva etmektedir. Kitabın Türkçe tercümesi Prof. Dr. Abdulhalûk Çay tarafından yayına hazırlanmıştır.
Yazarın Hüviyeti:
Alfred Rawlinson (1867-1934) , meşhur İngiliz arkeoloğu ve Bisidun Kitabesi’ndeki antik Pers yazısını çözen bilim adamı Tümgeneral Sir Henry Rawlinson’un oğlu ve aynı zamanda İngiliz devlet adamı Lord Curzon’un yeğenidir. I. Dünya Harbi’nin başlamasıyla 1914’te gönüllü olarak orduya dönmüş ve 1922’de Albay rütbesiyle terhis olmuştur.
Kitabın Muhtevası ve Yapısı:
Eser, Prof. Dr. Abdulhalûk Çay’ın bir “Sunuş” , Amiral Sir Percy Scott’un bir “Genel Giriş” yazısı ve yazarın kendi önsözleri ile başlamaktadır. Hatırat üç ana bölüme ayrılmıştır:
• BÖLÜM I: GİZLİ ORDU (Mayıs-Kasım 1918):
• Bu bölüm, Rawlinson’un “Dunsterforce” olarak bilinen birlik ile Mezopotamya (Basra, Bağdat) , İran (Kirmanşah, Hemedan) üzerinden Hazar Denizi’ne ve Bakü’ye ilerleyişini tasvir eder.
• Bolşeviklere ve Türklere karşı Bakü’de yürütülen mücadeleleri ve meşhur “Ermeni” vapuruna mühimmat yükleyerek Bolşevik gambotlarının ateşi altında limandan kaçışını ayrıntılarıyla anlatır.
• BÖLÜM II: TRANSKAFKASYA’DA İSTİHBARAT (Şubat-Ağustos 1919):
• Bu bölümde Rawlinson, Karadeniz Ordusu Başkomutanı Orgeneral Sir G. Milne’e bağlı bir “Gizli Servis ‘İstihbarat’ Subayı” olarak İstanbul, Batum ve Tiflis’teki faaliyetlerini aktarır.
• Merkezî vazifesi Doğu Anadolu’da (Trabzon, Erzurum, Kars) bulunarak Mütareke sonrası gelişmeleri takip etmek ve istihbarat toplamaktır.
• BÖLÜM III: (Kasım 1919-Kasım 1921):
• Bu bölüm, Rawlinson’un Londra ve İstanbul’daki temaslarından sonra kış mevsiminde Anadolu’ya (Trabzon’dan Erzurum’a) dönüşünü tasvir eder.
• Erzurum’da bulunduğu sırada, İstanbul’un işgaline ve Millî Mücadele mebuslarının Malta’ya sürülmesine mukabil olarak Türk Milliyetçi kuvvetlerince tutuklanmasını , Erzurum’daki hapis ve esaret hayatını ve nihayet 1921’de Türk esirlerle mübadele edilerek vatanına dönüşünü konu alır.
📜 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eser, üç farklı bakış açısından (Yazar, Editör ve Sunuş Yapan) farklı mesajlar ihtiva etmektedir:
• Yazarın (Rawlinson) Mesajı: Yazarın kendi önsözüne göre maksadı, “son birkaç yıldır başıma gelen bir çeşit yaşam biçimi hakkında bilgi sahibi olmayan birçok insanın ilgisini çekebilecek tecrübelerimi kaleme almam” olarak belirtilmiştir. Siyasi meselelerden ziyade maceralarına odaklandığını, siyasi konulara “yalnızca okuyucunun ilgili olayları anlamasına olanak sağlamak için gerekli olduğu zaman” değindiğini ifade eder.
• Genel Girişi Yapan (Amiral Sir Percy Scott) Mesajı: Amiral Scott, Rawlinson’un cesur ve maceraperest karakterini (uçak kullanması, otomobil yarışları, sahte zırhlı araç yapımı) över. Ancak asıl vurgusu, İngiliz Hükümeti’ne yönelik sert bir tenkittir. Rawlinson’un sağlığını ve servetini feda etmesine rağmen, “minnettar ülkesi O’na haftada 57 sterlin 8,5 pens ödemektedir ve ne tutukluluğu için ne de kaybettiği malları için her türlü tazminatı da reddetmiş bulunmaktadır.” diyerek Britanya’nın vefasızlığını tenkit eder.
• Sunuşu Yapan (Prof. Dr. Abdulhalûk Çay) Mesajı: Prof. Çay, bu hatıratın yakın tarihimiz için “önemli olaylarına… ışık tutabilen bir eserdir” tesbitini yapar. Prof. Çay, ayrıca Rawlinson’un kendi istihbarat faaliyetlerini (Kürt isyanı çıkarma çabaları) deşifre ederek, kitabın bu açıdan da okunması gerektiğini belirtir.
📋 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, bir istihbarat subayının gözünden kritik tesbitler ihtiva etmektedir:
• Mondros Mütarekesi Görevi: Prof. Çay, Rawlinson’un Erzurum’daki görevinin “Mondros Mütarekesi hükümleri gereği Türk ordusunun silahlarının toplanması, Türk ordusunun terhisinin tamamlanması, mütareke hükümlerine aykırı gelişmelerin önlenmesi” olduğunu belirtir.
• Kürt İsyanı Raporu: Rawlinson’un, İngiltere’ye döndükten sonra 4 Mart 1922’de Sömürgeler Dairesi’ne geniş bir rapor sunduğu belirtilir. Bu raporda Rawlinson, “Kürt liderlerinin durumlarından hoşnut olmadıklarını, Türklere düşmanlık beslediklerini, az bir para ya da silah karşılığında ikna edebileceklerini” iddia ederek Ankara Hükümeti’ne karşı bir isyanı teşvik etme tavsiyesinde bulunmuştur.
• T. E. Lawrence’in Tenkidi: Prof. Çay’ın iktibas ettiği bir başka belgeye göre, T. E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence), Rawlinson’un bu raporuna bir not düşerek; “dağınık bölgesel hareketlerin yalnızca bir takım polisiye tedbirler alınmasına yol açacağını ve bunun Kemalistlere önemli bir güçlük çıkarmayacağını” belirtmiş, gerçek bir isyan için Arap isyanı boyutunda (para, silah, subay) bir İngiliz desteğinin şart olduğunu vurgulamıştır.
• Tutuklanma Sebebi: Rawlinson’un Erzurum’da tutuklanması (16 Mart 1920) , keyfi bir hareket değil, “İstanbul’un işgali sonrasında Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin dağıtılması ve Milli Mücadele yanlısı milletvekillerinin Malta’ya sürülmesine karşılık olarak” yapılmış bir misilleme hareketidir.
• Sahte Zırhlı Araç: Rawlinson, Kazvin’de bir Ford kamyonetten “zırhlı” bir araç imal ettiğini anlatır. General Dunsterville bu aracı “malzemeler büyük oranda parşömen kâğıdı ve zamk, belki de biraz karton idi” şeklinde tasvir eder.
• Bakü’den Kaçış: Rawlinson, Bakü’nün düşmesinden hemen önce, yüksek patlayıcı ve mühimmat dolu “Ermeni” vapurunu, 96 silahlı Bolşevik mürettebatı ve iki komiseri rehin alarak, liman koruma gambotlarının ateşi altında kaçırmasını teferruatıyla anlatır.

• Prof. Dr. Abdulhalûk Çay (Rawlinson’un Raporu Hakkında):
“Rawlinson, devamla Kürt liderlerinin durumlarından hoşnut olmadıklarını, Türklere düşmanlık beslediklerini, az bir para ya da silah karşılığında ikna edebileceklerini… iddia ediyordu.”
• Amiral Sir Percy Scott (İngiliz Vefasızlığı):
“Ne var ki, yalnızca sınırlı bir ay sayısı müddeti için minnettar ülkesi O’na haftada 57 sterlin 8,5 pens ödemektedir ve ne tutukluluğu için ne de kaybettiği malları için her türlü tazminatı da reddetmiş bulunmaktadır.”
• General Dunsterville (Rawlinson’un Zırhlısı):
“Hatırlayabildiğim kadarıyla, malzemeler büyük oranda parşömen kâğıdı ve zamk, belki de biraz karton idi ve şüphesiz ki bunlar zırhlı araba imalatında kullanılan ‘sağlam’ malzemeler değildir.”
• Rawlinson (Bakü’den Kaçışta Mürettebatı Tehdidi):
“…dinamit kasalarını getirtmiş ve… dümenin önündeki tırabzan boyunca bu kasalardan bir barikat inşa etmiştik… Kaptan alnından süzülen terlerle derin bir ilgi ile bu manevrayı izliyordu… ona yardımcısını… yollamasını söyledim… herhangi bir kurşun kasalardan birisine isabet ettiğinde, bunun bütün gemiyi oldukça büyük bir ihtimalle sonsuzluğa uçuracağı gerçeği hakkında…”
• Rawlinson (Tutuklanma Anı):
“Albay’ın yanında odamın penceresine… gittim. Evin etrafında en az iki tabur askerin mevzi aldığına kanaat getirdim… dört İngiliz askeri için büyük bir iltifat olarak kabul ettim.”
• Rawlinson (Hapiste Noel Yemeği):
“…İngiliz Ordusu’nun geleneğini… yaşatarak… Noel’i kendi aralarında kutlayabilmek için çoraplarını sattıklarını itiraf ettiler. … Bundan sonra ayağa kalktım, onlar da kalktılar, şapkalarımızı çıkararak ve bütün kuvvetimizi harcayarak ‘Kral’ın şerefine titrek seslerle üç defa ‘Yaşa!’ dedik.”
• Rawlinson (Terhis ve Emeklilik- İlk Baskıdan Not):
“…terhisimden dört ay geçtikten sonra 10 Temmuz’ da bir yazı aldım. Buna göre ben ‘engelli’ (bundan sağlığı bozulmuş anlamını çıkarıyorum) kabul edildiğimden bana 23 Mart 1922′ den 15 Aralık 1923′ e kadar haftalık 34 şilin 7,5 peni olmak üzere geçici bir emekli maaşı bağlanmıştı.” • Robert Olson, ”
👥 Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Başlıca Şahitler (Rawlinson’un Temas Ettiği Mühim Şahıslar):
• Milliyetçi Taraf: M. Kemal , Kâzım Karabekir Paşa , Rauf Bey (Orbay).
• İngiliz Tarafı: General Dunsterville , Orgeneral Sir G. Milne , Korgeneral Sir Charles Harrington.
• Mahallî Liderler: Çeşitli Kürt aşiret reisleri (Hüseyin Bey , Ömer Ağa , Eyüp Paşa ).
Çıkarılacak Sonuçlar:
• İngiliz Siyasetinin Çok Yönlülüğü ve Tenkidi: Hatırat, İngilizlerin bir yandan İstanbul Hükümeti ile muhatap olurken, diğer yandan Rawlinson gibi ajanlar vasıtasıyla Milliyetçi hareketi zayıflatmak için Kürt isyanı gibi seçenekleri masada tuttuğunu ortaya koymaktadır.
• İngilizlerin İç Tenkidi: Gerek Amiral Scott’un gerekse Rawlinson’un kendi ifadeleri, Britanya İmparatorluğu’nun kendi vazife adamlarına (sağlıklarını ve servetlerini feda etmelerine rağmen) ne kadar vefasız davrandığını, onları bürokrasiye boğduğunu göstermesi açısından mühim bir tesbittir.

✍️ Özet ve Sonuç Notu (İktibaslarla)
“Albay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları”, I. Dünya Harbi sonrası ve Millî Mücadele yıllarında, bir İngiliz istihbarat subayının Mezopotamya, Kafkasya ve Doğu Anadolu’daki maceralarını ve faaliyetlerini anlatan birinci elden bir şahitliktir.
Eserin ilk bölümü, Bakü’deki “Gizli Ordu” faaliyetlerine odaklanır. Rawlinson’un kaynak kıtlığında dahi gösterdiği yapıcılık (sahte zırhlı araç imalatı) ve Bakü’nün düşüşü sırasında Bolşevik gambotlarının ateşi altında mühimmat dolu bir gemiyi kaçırması, onun macera dolu karakterini ortaya koyar.

Rawlinson’un görevi sadece Mütarekeyi tatbik değil, aynı zamanda Millî Hareketi zayıflatmaktır. Bu maksatla “Ankara Hükümeti’ni zor duruma sokmak için” Kürt aşiret reisleriyle (Eyüp Paşa, Hüseyin Bey, Ömer Ağa) görüşmeler yapmış ve İngiliz desteğiyle bir isyan çıkarılmasını telkin eden raporlar hazırlamıştır.
Hatıratın en çarpıcı bölümü, Rawlinson’un İstanbul’un işgaline misilleme olarak Erzurum’da tutuklanmasıdır. Yirmi ay süren bu esaret, “Erzurum Hapishanesi”nde geçmiş; açlık, hastalık ve “sefil hayaletlerin” manzarası altında zorlu bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüştür. Adamlarıyla beraber çoraplarını satarak yaptıkları Noel “ziyafeti” ve “Tanrı Kralı Korusun” marşını söylemeleri, esaret altındaki metanetlerini gösteren acı bir tablodur.
Sonuç olarak; bu hatırat, bir İngiliz subayının maceralarını anlatmak gayesiyle yazılmış olsa da, farkında olmadan Millî Mücadele’nin kararlılığını, İngiliz İmparatorluğu’nun bölgedeki ikili siyasetini ve kendi ajanlarına karşı vefasızlığını belgeleyen kıymetli bir tarihi vesikadır.

“Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi” adlı eser, Arminius Vambery’nin 19. asırda, büyük tehlikelerle dolu bir coğrafyaya yaptığı cüretkar seyahatinin kayıtlarını ihtiva etmektedir. Kitap, hem bir seyahatname hem de devrin siyasi ve etnografik bir analizi mahiyetindedir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi.
• Müellif (Yazar): Arminius Vambery.
• Hazırlayan: N. Ahmet Özalp.
• Yayınevi: Ses Yayınları.
• Seri Bilgisi: Seyahatnameler ve SES TARİH .
• Orijinal Adı: Bir sahte dervişin Asya-yı Vusta’da seyahati.
• İlk Baskı (Türkçe): İstanbul, Mayıs 1993.
• ISBN: 975-341-003-4.
• Muhtevası: Eser, Vambery’nin 1863’te “Reşid Efendi” kimliği ve sahte bir derviş kılığında , Macar dilinin köklerini araştırmak maksadıyla Tahran’dan başladığı; Hiyve, Buhara, Semerkant ve Herat’ı kapsayan tehlikeli Orta Asya seyahatinin müşahedelerini ve topladığı bilgileri ihtiva eder.
• Neşir Tarihi (Orijinal): Eser ilk olarak Londra’da Travels in Central Asia adıyla 1864’te yayımlanmıştır. Akabinde Fransa, Macaristan, Almanya, İtalya (1865) ve Türkiye’de (1878) basılmıştır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Kitap, hem Vambery’nin şahsi seyahatnamesi hem de N. Ahmet Özalp’in takdim yazısıyla birlikte mütalaa edildiğinde şu temel mesajları vermektedir:
• Orta Asya’nın Stratejik Ehemmiyeti: Kitap, Orta Asya’nın 19. asırda “hâlâ bilinmezliğini koruduğunu” vurgular. Vambery’ye atfedilen bir iktibasta, bölgenin gelecekteki ehemmiyeti şöyle ifade edilir: “Ruslar, yarınki kudretlerini Orta Asya’dan alacaklardır”. Zira bu bölge “Avrupa kıtasından büyük”, zengin madenlere ve zirai potansiyele sahip bir yerdir.
• Rus Yayılmacılığına Dair İkaz: Vambery’nin siyasi makale ve konuşmalarında “Rusya’nın Orta Asya’ya yönelik yayılmacı politikalarına şiddetle karşı çıktığı” belirtilir. Rusların “cihan devleti olabilmeleri için tercih etmeye mecbur oldukları yolun” burayı sömürmek olduğunu ve bu uğurda her türlü entrikaya başvuracaklarını tesbit etmiştir.
• İngiliz Nüfuzunun Gerekliliği: Vambery, Rus yayılmacılığına karşı “İngiltere’nin bu bölgede çağdaşlaştırmacı bir görev üstlenmesi gerektiğini” savunmuştur. Kendisi, Türk-İngiliz dostluğunun Rus tehlikesine set çekeceği düşüncesiyle İngilizler hesabına casusluk veya arabuluculuk rolünü kabul etmiştir.
• Türk Dünyasına ve Osmanlı’ya Duyulan Hayranlık: Vambery, “Türk dostu” olarak nitelendirilir. Türkleri “İftiraya uğramış bir ulus” olarak görmüş ve dünya kamuoyunda onların haklarını savunmuştur. Kendi ilim ve şöhretini “Hep Türkler sayesinde” kazandığını belirtmiş ve Türk aydınlarına yol göstermeye çalışmıştır.
• Batı Medeniyetinin Kaçınılmaz Tesiri: Vambery, Türkmenlerin kadim adetlerinin ve vahşi hürriyetlerinin “artık unutulup yok olması yaklaştığını” tesbit eder. “Avrupa düşünce, sanayi ve ihtiyaclarının” bölgeye girmeye başladığını ve Türkmenlerin barbarlığının sürmesinin “imkân dışı” olduğunu belirtir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Vambery’nin yolculuğu boyunca yaptığı birinci elden müşahedelerle doludur.
🗺️ Vambery’nin Şahsı ve Seyahat Hazırlığı
• Kimliği: Vambery, kendisini 1832’de Macaristan’ın Dunaszerdahely (Duna szerdahely) kentinde doğmuş biri olarak tanıtır. Asıl maksadının “ana dilimin kaynak ve kökünü araştırma ve inceleme arzusu” olduğunu, Macarcanın Altay dillerinden Türk ve Tatar dilleriyle alakasını çözmek olduğunu belirtir.
• Sahte Derviş Rolü: İstanbul’da “Reşid Efendi” adıyla tanınan Vambery, “dil araştırmalarımı daha ileri götürmek için Orta Asya’ya bir gezi yapmaya ve bu geziyi bir Türk, daha doğrusu İstanbullu bir efendi nitelik ve giyiminde yapmaya karar verdim”.
• Yolculuğa Başlangıç: Tahran’daki Osmanlı sefarethanesinde Ehl-i Sünnet olmaları hasebiyle yardım için gelen Tatar hacılarıyla tanışır. Onların saf ve riyasız hallerini görünce, bu hacı kervanına katılmaya karar verir.
• İkna Çabası: Hacılara maksadını şöyle açıklar: “nice zamandan beri Türkistan’ı ziyaret etmek istiyordum. Çünkü Türkistan, İslâmi erdemlerin kaynağı ve İslâm dininin bozulmanın kir ve pisliklerinden korunduğu yerdir. Buhara ve Semerkant’ta medfun olan evliyaullahın mekabir-i şerifelerini ziyaret etmek de ayrıca içimdeki isteğin artmasına neden oldu”.
• Yolculuğun Başlangıcı: Kervan, 28 Mart 1863’te Tahran’dan yola çıkar.
🌍 Etnografik ve Coğrafi Tesbitler
• İran vs. Osmanlı Mukayesesi: “Ancak İran halkında gözlemlediğim zihin berraklığı, kavrama gücü ve zerafet Osmanlılarda az bulunur. Buna karşılık Türklerdeki doğruluk ve ahlak, içtenlik ve kalb temizliği rakipleri olan İranlılarda yoktur”.
• Aşur Ata (Rus Üssü): Hazar Denizi’nde Rusların elinde olan ve Türkmen korsanlığını engellemek için kullanılan bir mevkidir. Vambery burada Rus memurları tarafından teftiş edilmekten, “Asyalı çehresine benzemeyen simamın Ruslara aslımın Avrupalı olduğunu keşfettirmemesi mümkün değildi” diyerek çok korkar.
• Türkmenler (Genel):
• Yapıları: Türkmenler sekiz halka , oymaklara ve “tir” (aşiret) denilen birimlere ayrılırlar. Vambery’ye göre nüfusları bir milyona zor ulaşmaktadır.
• Karakterleri: Büyük bir “konukseverlik” ile (özellikle hacılara karşı ) “gaddarcasına bir eşkiyalık ve haydutluğun birleşmesi” gibi zıtlıklar barındırırlar.
• Din ve Gelenek: Vambery, “din konusuna pek özen göstermediklerini” , “gelenek ve görenekler değişmez bir kanun hükmündedir” tesbitini yapar. İslamiyet’in, eski adetleri yok edemediğini, sadece tapınma biçimini değiştirdiğini savunur.
• “Alaman” (Yağma): Mükemmel yapılan yağmaya “Alaman”, önemsiz vurguna “Çapav” (Çapul) derler. Vambery’nin “çok eski zamanlardan beri alışkanlık haline getirdikleri yağmacılığı terketmeleri ihtimali yoktur” dediği bu adet, hem Şii İranlılara hem de Sünni Afgan, Hiyve ve Buhara halkına karşı yapılır.
• Esirler: İranlı esirlerin durumu içler acısıdır. Ağır zincirlerle bağlanır, aç bırakılır ve kurtulmak için fidye vermeye zorlanırlar .
• Çöl Yolculuğu (Etrek’ten Hiyve’ye):
• Su: “Çölde bir damla su, adeta bir damla hayat gibidir”. Susuzluk yolculuğun en büyük tehlikesidir.
• Adem Kırılgan: Çölün en tehlikeli kısmına “Adem Kırılgan” denir. Vambery burayı “kumdan bir okyanus” ve “ölümün bıraktığı izler” ile dolu bir yer olarak tasvir eder. Yoldaşlarından biri burada susuzluktan vefat eder.
• Tebad (Kum Fırtınası): Develerin önceden sezerek yere çöktüğü, “ateş yağmuru gibi” hissedilen kum fırtınasını tecrübe eder.
• Hiyve (Harezm):
• Ziraat: Ceyhun (Amuderya) nehri sayesinde “toprağın verim gücü olağanüstüydü”.
• Şehir: Kent, “üç-dört bin toprak evden oluşan” ve “İran’da görülen sıradan kasabaların bile altında” bir yerdir.
• Halk (Özbekler): Vambery, Hiyve Özbeklerini “namuslu ve dürüst” , “Doğu halkı arasında ilk sırada sayılması gereken ulus” (Osmanlılardan sonra) olarak görür.
• Han (Seyyid Muhammed): “zalim, gaddar, sefih ve kabiliyetsiz” olarak tasvir edilir. Vambery, Han’ın huzuruna çıkar ve derviş rolüyle onu başarıyla aldatır .
• Vahşet: Çavdur oymağından esir edilen 300 kişinin avluda bekletildiğini, “cellat gelip ayrı ayrı her birinin göğsüne çökerek elindeki bıçakla gözlerini oydu” şeklinde feci bir cezalandırmaya şahit olur.
• Buhara:
• Dini Konumu: “Buhara İslam’ın omuz gücüdür” ve “İslam’ın Roma’sı” olarak görülür.
• Taassup ve Casusluk: “İslami taassubun merkezine” düştüğünü anlar. Emir’in (Muzafferiddin) “kullandığı en tehlikeli silah casusluktur”. Casuslar Vambery’yi sürekli takip eder.
• Ulema Sınavı: Emir Vekili Rahmet Bey, Vambery’yi “Buhara bilginlerinin oluşturduğu bir tür mahkeme önünde” sınava çeker. Vambery, “bin türlü konudan malumat sergilemeye girişerek” ve onlara karmaşık dinî sualler sorarak sınavı geçer ve “sağlam inançlı bir Müslüman” olduğuna ikna eder.
• Semerkant:
• Timur’un Mirası: Şehri “Timur’un eski başkenti” olarak gezer. Timur’un türbesini , camisini ve sarayındaki meşhur “Gök Taş”ı teferruatıyla tasvir eder.
• Rikistan Meydanı: Tellekar, Şimdar ve Mirza Uluğ medreselerinin bulunduğu meydanı anlatır.
• Kayıp Kütüphane Rivayeti: Timur’un Rum ve Ermeni kitapları getirdiği rivayetini araştırır ancak buna inanmadığını belirtir.
• Emir’in Şüphesi: Hokand’ı fetheden Emir Muzafferiddin ile görüşür. Emir ona “Senin gibi topal bir adam dünya hacısı mı olur?” diye sorar. Vambery, “cedd-i aliniz Timur da topal olduğu halde yine dünyayı fethetmedi mi?” cevabıyla Emir’in takdirini kazanır.
• Herat:
• Şehrin Durumu: “Orta Asya ki, gerçekten de Herat onun kapısı ve kilidi konumundaydı”. Şehir, Afgan kuşatması (Dost Muhammed Han) sebebiyle “bir harabe durumunda” ve “tümüyle ıssız ve boştu”.
• Yakup Han’ın Şüphesi: Genç vali Muhammed Yakup Han , Vambery’yi görünce aynen Buhara Emir’i gibi tepki verir: “Emir birdenbire sıçrayarak koltuktan kalktı… ve ‘Vallahi sen İngilizsin!’ diye haykırdı”. Vambery, yine Osmanlı pasaportunu ve derviş kimliğini kullanarak durumu kurtarır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Eserde, hem Vambery’nin hem de tanıtım yazısını hazırlayanın vurguladığı birçok çarpıcı cümle bulunmaktadır:
• Vambery’nin Kimliği Üzerine (Theodor Herzl’den):
“Yetmiş yaşını aşkın bu topal Macar Musevisinin şahsında dünyanın en ilginç insanlarından birini tanıdım. Kendisinin Türk mü, yoksa İngiliz mi olduğuna bir türlü karar veremeyen bu insan… ikisine ruhban olarak bağlandığı beş din değiştirdiğini iddia etmektedir.”
• Vambery’nin Türklere Bağlılığı (Tunalı Hilmi’den):
“Hep Türkler sayesinde. Ben bu nimete mazhariyetten mütevellid hatıratı hiç unutmam. Türkler için düşünmekten, Türkler için çalışmaktan geri durmam.”
• Orta Asya’nın Geleceği (Vambery’nin Analizi):
“Ruslar, yarınki kudretlerini Orta Asya’dan alacaklardır. … Dünyaya hakim olacak bir devlet, insanlığın üzerinden akıp gittiği temel yollardan müstağni kalamaz.”
• Rol Yapma Sanatı (Hacı Bilal’in Öğüdü):
“Gezginin birisinin uğradığı bir beldede halkın tümünün tek gözlü olduğunu görünce, kendisinin iki gözü de sağlam olduğu halde, onlara uymak için bir gözü körmüş gibi gözüktüğünü hatırla.”
• Türkmenlerin Yağmacılık Felsefesi (Bir Hayduttan):
“Kur’ân-ı Kerîm Kitabullah olduğu ve her yönden insandan şerefli olduğu halde, yine de birkaç krana (yani franga) satılıyor. Yine, bir nebi olduğu halde Yakub’un oğlu Yusuf da satıldı. Fakat acaba kötü mü oldu? Sorarım sana!”
• Çölün Vahşeti (Susuzluktan Ölüm):
“Mahşer günü gibi babanın evlattan, kardeşin kardeşten bir damla suyu esirgediğini görmek, gerçekten dehşet verici bir durumdu.”
• Göçebe Felsefesi (Bir Kırgız Kadınından):
“İnsan güneş, ay, yıldızlar, sular, her türden hayvanlar, kuşlar ve balıklar gibi hareketli yaratılmıştır. Dünyada hareket etmeyen yalnızca ölüler ve onların gömülü olduğu topraktır.”
• Şüphe Anı (Herat Valisi Yakup Han):
“Emir birdenbire sıçrayarak koltuktan kalktı ve yarı gülerek, yarı öfkeyle parmağıyla beni gösterip, ‘Vallahi sen İngilizsin!’ diye haykırdı.”
• Vambery’nin Cevabı (Semerkant Emiri’ne):
“Efendim! Kurbanın olayım; cedd-i aliniz Timur da topal olduğu halde yine dünyayı fethetmedi mi?”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Kitabın N. Ahmet Özalp tarafından hazırlanan giriş bölümü, Vambery’nin hayatını ve seyahatinin ehemmiyetini teyit etmek için çeşitli kaynaklara atıfta bulunmaktadır. Bu kaynaklar, Vambery’nin rolünü ve devrin siyasi vaziyetini destekler mahiyettedir:
• R. Patai, The Complete Diaries of Theodor Herzl : Vambery’nin Siyonizm lideri Herzl ile görüşmelerini ve onun “gizli ajan” kimliğini teyit eder.
• Mim Kemal Öke, Saraydaki Casus: Vambery’nin II. Abdülhamid ile yakın ilişkisini , İngilizler ve Sultan arasında arabuluculuk yaptığını ve Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi için Sultan’ı ikna etme çabalarını tafsilatlı olarak anlatan bir kaynak olarak zikredilir.
• Cemal Kutay, Sahte Derviş : Vambery’nin seyahatinden “ateşli bir Türkçü olarak döndüğünü” ve Rusya’nın Orta Asya planlarına dair ikazlarını aktaran bir kaynak olarak kullanılır.
• Tunalı Hilmi, Peşte’ de Reşid Efendi ile : Vambery’nin Jön Türklere olan hocalığını ve Türklere olan minnettarlığını gösteren bir kaynak olarak iktibas edilir.
• Diğer Seyyahlar: Vambery’nin seyahatinin tehlikesini vurgulamak için, daha evvel “öldürülmüş ya da köle olarak satılmış” Batılı gezginlerden (Konolly, Studart, Morchroftch ) ve Türkmenlere esir düşen Mösyö Block Veil’den bahsedilir.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Kitap, Vambery’nin şahitliğinde, 19. asır Orta Asya’sının panoramasını çizer.
Şahitler
• Arminius Vambery (Reşid Efendi): Eserin ana şahididir. Dil kabiliyeti , İslam ilimlerine vukufiyeti ve Osmanlı/Türk kültürünü yakından tanıması sayesinde, Batılı bir seyyahın asla göremeyeceği yerlere girmiş en müstebit hükümdarların ve en bağnaz ulemanın meclislerinde bulunmuştur.
• Hacı Bilal, Hacı Salih ve Diğer Hacılar: Vambery’nin sahte kimliğinin “koruyucu kalkanı” olmuşlardır. Onun dervişliğine ve ilmine şahitlik ederek, gümrük memurları veya şüpheci yöneticiler karşısında onu müdafaa etmişlerdir.
• N. Ahmet Özalp (Hazırlayan): Vambery’yi “gerçek bir ilim adamı ve Türk dostu” olarak takdim eder. Onun, diğer bazı Batılı şarkiyatçıların aksine , “her zaman Avrupa karşısında Türk uygarlığının üstünlüğünü savunduğunu” belirtir.
• Orta Asya Hükümdarları (Hiyve, Buhara, Herat): Şüpheci şahitlerdir. Vambery’nin Avrupalı görünümünden ve tavırlarından şüphelenmişler, hatta onu “İngiliz” olmakla itham etmişler, ancak Vambery’nin cesareti ve rolünü iyi oynaması sayesinde bu ithamları geri çekmek zorunda kalmışlardır.
Çıkarılacak Sonuçlar (Neticeler)
• Başarının Sırrı: Vambery’nin bu tehlikeli seyahati tamamlayabilmesi, sadece sahte derviş kılığına girmesinden değil; Türkçeyi (Osmanlı ve Çağatay) , Farsçayı ve İslami kaideleri mükemmel bilmesinden kaynaklanmıştır. Hükümdarları alt eden şey, onun diplomatik ve ilmi cesaretidir.
• Bölgenin İkilemi: Orta Asya, “konukseverlik” gibi göçebe erdemleri ile “alaman” (yağma) ve “gaddarlık” gibi vahşi adetlerin bir arada yaşadığı bir coğrafyadır.
• Çölün Hükmü: Seyahatnamenin en çarpıcı kısımları çöl geçişleridir. Çöl, medeniyetin bittiği , suyun “hayat” demek olduğu, insanın en temel içgüdüleriyle (veya en yüce tevekkülüyle) baş başa kaldığı bir imtihan sahasıdır.
• Töre ve Din: Göçebe Türkmenler arasında dinin tesiri zayıf, kadim geleneklerin (töre) tesiri ise çok kuvvetlidir. Buna mukabil, yerleşik hayattaki (Buhara, Hiyve) Özbek ve Tacikler arasında din, hayatı boğan bir taassup ve siyasi bir baskı aracına dönüşmüştür.
• Stratejik Değer: Eser, Vambery’nin şahsında, 19. asırdaki “Büyük Oyun”un, yani Rus ve İngiliz imparatorluklarının Orta Asya’daki nüfuz mücadelesinin canlı bir şahididir. Vambery’nin topladığı bilgiler, bir seyyahın notlarından çok, bir istihbarat raporu kıymetindedir.
7. Özet Notu ve Sonuç
Bu eser, Arminius Vambery’nin 1863-1864 yıllarında , sahte bir derviş kimliği altında gerçekleştirdiği fevkalade seyahatinin bir kaydıdır. Macar dilinin Türki köklerini araştırma bahanesiyle başladığı bu yolculuk, onu Tahran’dan Hazar kıyılarına, Gümüştepe’ye , oradan “Adem Kırılgan” denilen cehennemi çölleri aşarak Hiyve’ye götürmüştür.
Hiyve’de Han’ın şüphelerini ve saraydaki vahşeti gördükten sonra, “İslam’ın Roma’sı” olarak bilinen, ancak casusluk ve taassubun hüküm sürdüğü Buhara’ya geçmiştir. Burada ulema meclisinde girdiği “sınavı” başarıyla atlatmıştır. Akabinde Timur’un başkenti Semerkant’a ulaşmış, orada da “Sen İngilizsin!” ithamlarına maruz kalmasına rağmen kıvrak zekası ve “topal Timur” benzetmesiyle Emir’in takdirini kazanmıştır.
Vambery, yolculuğunun son etabında Afganistan’a geçerek, savaşta harap olmuş Herat’a ulaşmış ve nihayet Meşhed üzerinden Tahran’a dönerek bu imkansız görünen seyahati tamamlamıştır.
Sonuç olarak; bu eser, 19. asırda Batılılar için meçhul ve ölümcül olan Orta Asya Hanlıklarının siyasi, askeri, etnik ve kültürel yapısına dair paha biçilmez tesbitler sunmaktadır. Vambery’nin şahitliği, göçebe Türkmenlerin töreye dayalı vahşi hürriyeti
ile yerleşik Özbek ve Taciklerin taassuba dayalı müstebit idareleri arasındaki keskin zıtlığı gözler önüne serer. Kitap, bir “sahte derviş”in gözünden, “Büyük Oyun”un oynandığı bir coğrafyanın ve kaybolmakta olan bir dünyanın portresidir.

“Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin Üç Risalesi”
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, Sultan 1. Abdülmecid devrinde Edirne müftülüğü yapmış olan Mehmed Fevzi Efendi’nin kaleme aldığı üç ayrı risalenin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir çalışmadır.
• Eserin Adı: Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin Üç Risalesi.
• Alt Başlık: (Fıkıh-Ahlak, Tefsir-Hadis ve Tasavvufa Dair Dini Risaleler).
• Editör: Abdullah Taha İmamoğlu.
• Yayınevi: Ensar Neşriyat.
• Basım: 1. Basım, Mayıs 2021.
• ISBN: 978-625-7320-46-7888.
• Muhteva: Eser, Mehmed Fevzi Efendi’nin üç risalesinin (Hakikatü’l-Hürriyye , el-Feyzü’l-Câri fî Ta’rîfi’l-Beyzâvî ve’l-Buhârî , Aynü’l-Hakika fi Rabıtati’t-Tarika ) çeviriyazısını ve incelemesini ihtiva etmektedir.
2. Kitabın (ve Risalelerin) Vermek İstediği Mesajlar
Ön sözde belirtildiği üzere, her risalenin kendine mahsus bir gayesi ve mesajı vardır:
• Hakikatü’l-Hürriyye (Birinci Risale):
• Osmanlı modernleşme sürecinde ortaya çıkan “hürriyet ve özgürlük” taleplerinin dini neticelerini ele almak.
• Halkın içine düştüğü “ahlaki yozlaşmaya” dikkat çekmek ve onları ikaz etmek.
• Müellifin (Mehmed Fevzi Efendi), kendisini şikayet edenlere karşı bir nasihat olarak kaleme aldığı ahlaki ciheti ağır basan bir fıkıh eseri mesajı vermektedir.
• el-Feyzü’l-Câri… (İkinci Risale):
• Medrese eğitimine yeni başlayan talebelere rehberlik etmek.
• Medrese müfredatının temel direklerinden olan Kadı Beyzavî’nin tefsirini ve Buhâri’nin hadis eserini , müelliflerinin biyografileriyle birlikte tanıtmak.
• Bu risale ile Osmanlı ilim anlayışını özetleyen bir “tabakât” (biyografi) türü örneği sunulmaktadır.
• Aynü’l-Hakika… (Üçüncü Risale):
• “Bazı cahil insanların” rabıta meselesi sebebiyle tarikat mensuplarını “küfürle itham etmesi” üzerine bir “reddiye” (çürütme) mesajı taşımaktadır.
• Nakşibendî-Hâlidî müntesibi olan müellif , rabıtanın “meşruiyetini” ayet-i kerime, hadis-i şerif ve tarikat büyüklerinin sözleri gibi dini delillerle ispat etmeyi gaye edinmiştir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
ön söz ve içindekiler kısmına göre eserde şu tesbitler ve bilgiler yer almaktadır:
• Metodoloji: Risaleler, Osmanlı Türkçesi’nden aslına sadık kalınarak çeviriyazı olarak hazırlanmıştır. Okuyucunun istifadesi için basit transkripsiyon yöntemi kullanılmış , ayetlerin meâlleri ve Kur’an’daki yerleri parantez içinde belirtilmiş , hadis-i şeriflerin ise “tahrici” (kaynak tespiti) yapılmıştır.
• Risale 1 (Hakikatü’l-Hürriyye): Müellif, muhatap olduğu insanları ve onların tavırlarını altı kategoride ele almaktadır.
• Risale 2 (el-Feyzü’l-Câri…): Eserin sonunda Buhârî ve eserinin fazileti hakkında biri Arapça, biri Farsça ve ikisi Osmanlı Türkçesiyle yazılan dört adet kaside bulunmaktadır. Ayrıca, bu kasideleri yazma cüretinden dolayı kabahat bulacaklara cevap niteliğinde Türkçe bir gazel de mevcuttur.
• Risale 3 (Aynü’l-Hakika…): Rabıta konusundaki yanlış anlayışları gidermek için birçok ayet, hadis ve tarikat büyüklerinin sözleri delil olarak kullanılmıştır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Gönderilen belge risalelerin ana metinlerini değil, sadece tanıtımını ihtiva ettiğinden, risalelerin içinden vurucu cümleler iktibas etmek mümkün değildir. Ancak, editörün ön sözde eseri ve risalelerin gayesini tasvir etmek için kullandığı şu ifadeler dikkat çekicidir:
* (Birinci risale hakkında:) “Kendisini çekemeyip şikayet edenlere karşı nasihat etmek için Edirne’de yazılan bu eser ahlaki zaviyeden yazılan bir fıkıh eseridir.” * (İkinci risale hakkında:) “Risale aslında Osmanlı ilmî anlayışını özetleyen tabakât türünün bir nevidir.” * (Üçüncü risale hakkında:) “Bazı cahil insanların rabıta meselesi yüzünden tarikat mensuplarını küfürle itham etmesi üzerine yazılmış reddiye türünde bir eserdir.” * (Üçüncü risale hakkında:) “Fevzi Efendi Nakşibendî-Hâlidî müntesibi olduğu için rabıtanın meşruiyetini dinî delillerle ispat etmeye çalışmıstır.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Gönderilen 9 sayfalık belgede, editörlerin bu çalışmayı hazırlarken kullandıkları kaynakların listesi bulunmamaktadır. Ancak “İçindekiler” bölümünde , eserin tam metninin 135. sayfasında bir “KAYNAKÇA” bölümünün olduğu görülmektedir. Bu kaynakçaya, elimdeki belge üzerinden erişilememektedir.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Belgeye göre “şahitler” (veya otorite olarak kullanılan kaynaklar) şunlardır:
• Şahitler:
• Eserin müellifi Mehmed Fevzi Efendi’nin (Sultan 1. Abdülmecid devri Edirne Müftüsü) kendi tesbitleri ve görüşleri.
• İkinci risalede, Kadı Beyzavî ve İmam Buhâri’nin hayatları ve eserleri.
• Üçüncü risalede, rabıtanın meşruiyeti için delil getirilen ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve tarikat büyüklerinin sözleri.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Bu eser, 19. yüzyıl Osmanlı âlimlerinin (Mehmed Fevzi Efendi) hem klasik İslami ilimlere (Tefsir, Hadis) hem de dönemin sosyal ve ahlaki meselelerine (Hürriyet) ve tasavvufi konulara (Rabıta) nasıl yaklaştıklarını gösteren birincil kaynakları bir araya getirmektedir.
• Kitap, Osmanlı Türkçesi ile yazılmış bu metinleri, modern okuyucu ve araştırmacılar için akademik bir metodoloji (çeviriyazı, tahric, kaynak gösterme) ile erişilebilir kılmaktadır.
7. Genel Yönleriyle İktibas, Özet Notu ve Sonuç
Genel Yönleriyle Eser
“Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin Üç Risalesi”, Ensar Neşriyat tarafından 2021’de neşredilen , Editörlüğü Abdullah Taha İmamoğlu tarafından yapılan bir çalışmadır. Eser, Sultan 1. Abdülmecid devri Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin üç farklı sahadaki (Fıkıh-Ahlak, Tefsir-Hadis ve Tasavvuf) risalelerini ihtiva eder.
Önemli Noktalarıyla Muhtevası
• Birinci Risale: Hakikatü’l-Hürriyye
• Bu risale, Osmanlı’nın modernleşme sürecinde tartışılan “hürriyet” kavramının dini ve ahlaki neticelerini ele alır. Müellif, bu dönemdeki insanları altı kategoride inceler ve yaşanan “ahlaki yozlaşmaya” dikkat çeker. Eser, ahlaki bir zaviyeden yazılmış bir fıkıh risalesidir.
• İkinci Risale: el-Feyzü’l-Câri fî Ta’rîfi’l-Beyzâvî ve’l-Buhârî
• Bu risale, medrese talebelerine yönelik bir rehberdir. Medrese müfredatının iki temel eseri olan Kadı Beyzavî’nin tefsiri ile Buhâri’nin hadis eserini ve müelliflerinin biyografilerini tanıtır. Osmanlı ilim anlayışını yansıtan bir “tabakât” (biyografi) örneğidir.
• Üçüncü Risale: Aynü’l-Hakika fi Rabıtati’t-Tarika
• Bu risale, tasavvufi bir mesele olan “rabıta”yı konu alır. Rabıta uygulamasını “küfürle” itham eden “cahil insanlara” karşı yazılmış bir “reddiye” niteliğindedir. Nakşibendî-Hâlidî müntesibi olan müellif , rabıtanın meşruiyetini ayetler, hadisler ve tarikat büyüklerinin sözleriyle ispat etmeye çalışır.
Sonuç ve Özet Notu
Bu eser, 19. yüzyılda yaşamış bir Osmanlı müftüsünün, döneminin üç farklı cephesine (sosyal değişim, klasik eğitim ve tasavvufi savunma) dair görüşlerini ortaya koyan kıymetli bir derlemedir. Mehmed Fevzi Efendi, bir yanda modernleşmenin getirdiği “hürriyet” taleplerinin ahlaki zafiyetlere yol açtığını tesbit edip tenkit etmekte ; bir yanda medrese eğitiminin temelleri olan Tefsir (Beyzavî) ve Hadis (Buhâri) ilimlerinin ehemmiyetini yeni talebelere aktarmakta ; diğer yanda ise mensubu olduğu tasavvufi yolun (Nakşibendî-Hâlidî) “rabıta” gibi bir tatbikatını, dışarıdan gelen tenkitlere (küfür ithamlarına) karşı dini delillerle (ayet, hadis) savunmaktadır.
Eserin modern harflere çeviriyazı olarak, ayet ve hadis tahricleri yapılarak neşredilmiş olması, bu tarihi metinlerin günümüz okuyucusu ve araştırmacıları için erişilebilirliğini sağlamaktadır.

Gordon Thomas’ın “Gideon’un Casusları: Mossad’ın Gizli Tarihi” adlı eserine dair
1.
📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Gideon’un Casusları: Mossad’ın Gizli Tarihi.
• Asıl Adı: Gideon’s Spies: The Secret History of the Mossad.
• Müellifi: Gordon Thomas. Müellif, istihbarat dünyası üzerine yazdığı 37 kitabıyla tanınan, Monte Carlo Film Festivali’nde Tenkitçiler ve Jüri Ödülü ile Edgar Allan Poe Ödülü sahibi bir gazeteci ve yazardır.
• Mütercimi: Durul Salman.
• Naşiri: Sabah Kitapları.
• Türkçe Baskı Tarihi: Birinci Baskı, Ağustos 2000.
• Muhtevası: Eser, bir sözlük , Mossad genel başkanlarının listesi , 17 bölüm , kaynaklar hakkında notlar ve bir kaynakça ihtiva etmektedir.
• “Gideon” İsminin Manası: Kitabın ismi, Eski Ahit’te adı geçen bir kahramana atıftır. Gideon, “sayıca çok üstün olan düşmanı, onlardan daha akıllı olduğu için yenmiş ve Yahudileri kurtarmıştır”. Bu, Mossad’ın az sayıda personelle, düşmanlarına karşı istihbarat ve hile yoluyla üstünlük kurma düşüncesini sembolize eder.
2.
🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Gordon Thomas’ın bu eserdeki temel tezi, Mossad’ın tarih boyunca elde ettiği parlak başarılara rağmen, bilhassa 1990’lı yıllardan itibaren (ve Netanyahu dönemi vurgulanarak) tehlikeli bir yola saptığıdır. Kitabın vermek istediği başlıca mesajlar şunlardır:
• Siyasî Tesir ve Kontrolden Çıkış: Mossad’ın, kuruluş maksadı olan İsrail’in “hayatta kalması” hedefinden uzaklaşarak, siyasî liderlerin (bilhassa Benyamin Netanyahu) derûnî ve fevrî taleplerini karşılama vasıtası haline geldiği tenkit edilmektedir.
• Pervasızlık ve Müttefiklere Zarar: Örgütün, “dikkatsizce ve pervasızca” operasyonlar yürüttüğü , bu operasyonların (Henri Paul, Pollard, LAKAM hadiseleri gibi) İsrail’in en yakın müttefiki olan Amerika Birleşik Devletleri için dahi “uzun dönemdeki potansiyel sonuçları” hesap etmeden yapıldığı vurgulanmaktadır.
• İstihbaratın Aslı: Müellif, eserin hemen başında, istihbarat dünyasının “hile, aldatma ve yanlış bilgilendirme” üzerine kurulu olduğunu; “bozulma, rüşvet, şantaj ve bazen cinayeti de unutmamak” gerektiğini belirtir. Kitap, Mossad’ı bu unsurların tamamını ustalıkla kullanan bir örgüt olarak tasvir eder.
• Ahlâkî Çöküş: Kitap, Mossad’ın soğukkanlılıkla yürüttüğü suikastları, müttefiklerine (ABD) karşı yürüttüğü teknoloji hırsızlığını ve kendi efsanesini korumak için (Robert Maxwell hadisesinde olduğu gibi) karanlık ittifaklara girdiğini ortaya koyarak, örgütün ahlâkî açıdan tenkide açık yönlerini sergilemektedir.
3.
📜 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Mossad’ın tarihini şekillendiren çok sayıda gizli operasyon, siyasî manevra ve başarısızlıklara dair tafsilatlı tesbitler sunmaktadır. Başlıcaları şunlardır:
🏛️ Kuruluş ve Yapılanma
• İlk Tohumlar (1929): Mossad’ın kuruluşu fikri, 1929’da Ağlama Duvarı’ndaki Yahudilere yönelik Arap saldırısının “önceden haber alınamaması” üzerine yapılan bir toplantıda atılmıştır.
• Resmî Kuruluş (1951): 2 Mart 1951’de Ben-Gurion tarafından beş ayrı istihbarat örgütünü birleştirmek maksadıyla ‘Koordinasyon Kurumu’ (Ha Mossad le Teum) adıyla resmen kurulmuştur.
• Isser Harel Dönemi (1952-63): İlk başarısızlıklardan sonra başa geçen Harel , örgütü yapılandırmış ve CIA (Allen Dulles) ile “karşılıklı kanalı” tesis etmiştir. Joselle Schumacher adlı kaçırılan bir çocuğu bulma operasyonundaki ısrarı , Ben-Gurion ile arasını açmış ve istifasına yol açmıştır.
• Meir Amit Dönemi (1963-68): Örgütü modernleştiren Amit, humint (sahadaki ajanlar tarafından toplanan istihbarat) sanatını mükemmelleştirmiştir.
• Sayanim (Gönüllü Yardımcılar): Meir Amit tarafından kurulan bu sistem, “dünya Yahudi topluluğundaki dayanışma ve bağlılığın birer örneğidir”. Sayan (gönüllü), kendi ülkesine sadakati ne olursa olsun, İsrail’e “mistik bir sadakat” hisseder ve para almadan (sadece masrafları karşılanarak) Mossad ajanlarına lojistik destek (ev, araba, tıbbî yardım) sağlar.
• Kidon (Suikast Birimi): Örgütün suikastlerde uzmanlaşmış birimidir.
🚀 Önemli Operasyonlar ve Hadiseler
• Henri Paul ve Diana’nın Ölümü (1997): Kitabın en sarsıcı iddiasıdır. Mossad ajanı “Maurice”, Paris’teki Ritz Oteli’nde çalışan güvenlik şef yardımcısı Henri Paul’ü, Ortadoğulu silah tüccarları hakkında bilgi toplamak için “soğuk yaklaşım” ile ajanı yapmaya çalışmıştır. Kitaba göre Mossad’ın bu yoğun baskısı, Paul’ün mevcut derûnî sorunlarıyla (alkol, hap) birleşerek , Prenses Diana’nın ölümüne yol açan kazada “rol oynamış” ve Mossad “dünyanın en ünlü kadınının ölümünde yer işgal etmiştir”.
• MIG-21 Kaçırma Operasyonu (1966): Meir Amit’in yönettiği operasyonda Mossad, “Joseph” adlı bir Iraklı Yahudi aracılığıyla , yeğeni olan pilot Münir Redfa’nın bir MIG-21 uçağını çalarak İsrail’e kaçırmasını sağlamıştır.
• Altı Gün Savaşı İstihbaratı (1967): Meir Amit’in ajanları ve Psikolojik Savaş Bölümü (LAP) , Mısır hava üslerindeki “hayranlık verici bir kroki” çıkarmıştır. Mısırlı pilotların kahvaltı saati (7:15-7:45) ve kurmay subayların işe başlama (8:15 sonrası) saatlerini tesbit ederek, İsrail’in 5 Haziran 8:01’deki sürpriz saldırısını mükemmel zamanlamasını sağlamıştır.
• Adolf Eichmann’ın Kaçırılması (1960): Rafi Eitan liderliğindeki ekip , Nazi savaş suçlusu Eichmann’ı (“Ricardo Klement” ) Buenos Aires’te yakalamış , sahte El Al üniforması giydirip sarhoş rolü yaparak El Al uçağıyla İsrail’e kaçırmıştır.
• Eli Cohen (Şam Casusu): Mısır doğumlu ajan , “Kamil Amin Taabes” kimliğiyle Suriye’de en üst çevrelere girmiş, Golan Tepeleri’ndeki tahkimatın fotoğraflarını çekmiştir. Ancak pervasızlaşmış (“Futbol sahasında zafer kazanmayı öğrenmemizin zamanı geldi” gibi mesajlar atmış ), Rus yapımı bir “gezici yayın saptama aygıtı” ile yakalanmış ve 1965’te idam edilmiştir.
• NUMEC Operasyonu (Uranyum Hırsızlığı): Rafi Eitan idaresindeki LAKAM, ABD’nin Pennsylvania eyaletindeki Nükleer Malzemeler ve Ekipman Şirketi’nden (Numec) , “İsrail için bağış toplayanlar” listesindeki Dr. Salman Shapiro’nun zayıf güvenlik önlemlerinden faydalanarak , Dimona’daki nükleer bomba programı için “zenginleştirilmiş uranyum” çalmıştır.
• Jonathan Pollard Hadisesi (1985): ABD Donanma istihbaratçısı Pollard , Mossad tarafından “dengesiz” bulunmasına rağmen LAKAM (Rafi Eitan) tarafından kullanılmıştır. Pollard, yakalanmadan önce binden fazla “Çok Gizli” belgeyi İsrail’e aktarmıştır.
• Mordechai Vanunu’nun Kaçırılması (1986): Dimona’daki nükleer sırları Sunday Times’a ifşa eden teknisyen Vanunu, Mossad’ın tuzağına düşürülmüştür. Robert Maxwell, Sunday Mirror’da haberi yalanlayarak Vanunu’yu itibarsızlaştırmıştır. Ardından “Cindy” kod adlı bat leveyha (kadın ajan) Cheryl Ben-Tov , Vanunu’yu Londra’dan Roma’ya gitmeye ikna etmiş , orada kaçırılarak İsrail’e getirilmiştir.
• Robert Maxwell’in Rolü ve Ölümü (1991): Yayıncı Robert Maxwell, Mossad’ın en güçlü sayan’larından biriydi. Gazetelerini Mossad propagandası için kullanmış (Vanunu hadisesi) , Mossad ise Maxwell’in şirketinin emeklilik fonlarından para çalarak Avrupa operasyonlarını finanse etmiştir. Maxwell’in, Mossad’ın Kryuchkov (KGB) ile gizli görüşmelerini açıklama tehdidi sonrası Kanarya Adaları’ndaki ölümü, Mossad tarafından tertiplenen bir suikast olarak ima edilmektedir.
• Hindawi Hadisesi (1986): Kitaptaki bir diğer mühim iddiadır. Mossad’ın, hamile İrlandalı hizmetçi Ann-Marie Murphy’nin çantasına sevgilisi Nezar Hindawi (Mossad’ın dolaylı olarak yönlendirdiği ) vasıtasıyla bomba yerleştirme hadisesini “ustaca tertiplediği” iddia edilir. Bomba, El Al güvenliği tarafından bulunmak üzere tasarlanmıştı. Maksat, Suriye’yi (Hindawi’nin asıl idarecileri) tuzağa düşürmek ve İngiltere’nin (Thatcher) Suriye ile diplomatik ilişkileri kesmesini sağlamaktı.
• Lillehammer Fiyaskosu (1973): Mossad ekibinin, ‘Kızıl Prens’ Ali Hassan Salameh zannederek Lillehammer’da (Norveç) masum bir Faslı garsonu (Ahmet Bouchiki) öldürmesi.
• Amirarn Nir’in Ölümü (1988): İrangate skandalında kilit rol oynayan ve Oliver North’un davasında tanıklık yapmaya hazırlanan Nir’in , Meksika’da şüpheli bir uçak kazasında ölmesi , Bush yönetimini korumak isteyen CIA tarafından düzenlenmiş bir suikast olarak sunulmaktadır.
• ‘Mega’ (Beyaz Saray Casusu): FBI’ın 1997’de Clinton yönetiminin üst düzeyinde “Mega” kod adlı bir Mossad casusunun varlığını keşfettiği belirtilmektedir.
4.
Vurucu ve Vurgu Yapılan İktibaslar
Kitaptan, örgütün düşünce yapısını ve müellifin tenkitlerini yansıtan bazı vurucu cümleler şunlardır:
* (Müellifin istihbarat hakkındaki tespiti): “Ajanlar yalan söylemek, dostlukları kullanıp suiistimal etmek için eğitilirler. ‘Centilmenler birbirinin mektubunu okumaz’ sözüyle tarif edilen tipin tam zıddıdır onlar.” * (Eski CIA Başkanı William Casey’in Mossad tarifi): “Her ulus ihtiyacı olan istihbarat topluluğunu yaratır… İsrailliler farklı çalışıyorlar. Özellikle Mossad, kendi faaliyetlerini ülkenin hayatta kalmasıyla eşdeğer tutuyor.” * (Meir Amit’in Mossad felsefesi): “Bölünmüş, yönetiriz.” * (Gilot’taki anıtta yazan Mossad ilkesi): “Kandırarak ve hileyle savaşmalısın.” * (Rafi Eitan’ın operasyon felsefesi): “Yanıtın bir parçası değilsen, sorunun bir parçasısın demektir.” * (Mossad ajanı Yaakov Cohen’in itirafı): “Herkes ve her şey alet olmuştu. Onlara yalan söyleyebilirdim çünkü gerçek ilişkilerimin bir parçası değildi. Önemli olan tek şey, onları İsrail’in çıkarları için kullanmaktı. Daha en baştan bir felsefe öğretilmişti: ‘Mossad için ve İsrail için doğru olanı yap.'” * (Meir Amit’in suikast tarifi): “Hareketimiz devletin desteklediği bir cinayet olarak değil, devletin verebileceği en son ceza olarak görülmeli. Bizler yasanın atadığı bir cellattan başka bir şey değiliz.”
5.
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif Gordon Thomas, kendi araştırmalarının yanı sıra, eserin sonunda zikrettiği geniş bir kaynakçaya dayanmaktadır. Bu kaynaklardan bazıları, Mossad’ın faaliyetlerini destekleyen veya tafsilatlandıran başka eserlerdir:
• Victor Ostrovsky: By Way of Deception (Hile Yoluyla) ve The Other Side of Deception (Hilenin Öbür Yanı). (Eski bir katsa olan Ostrovsky, Mossad’ın iç yapısını ve Maxwell ile ilişkilerini ifşa etmiştir ).
• Isser Harel: The House on Garibaldi Street (Eichmann’ın yakalanışını anlatır).
• Wolfgang Lotz: The Champagne Spy (Mısır’daki casusluk günlerini anlatır).
• Stewart Stevens: The Spymasters of Israel.
• Yitzhak Rabin: The Rabin Memories.
• Golda Meir: My Life.
• Simon Wiesenthal: The Murderers among Us.
• Joel Bainerman: Inside the Covert Operations of the CIA and Israel’s Mossad.
6.
🗣️ Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler
Gordon Thomas, kitabını hazırlarken “Mossad’la doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olan kişilerle tekrar tekrar yapılan söyleşiler” gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Eserin “Teşekkür” kısmında zikredilen ve kitabın ana şahitleri olan başlıca İsrailli kaynaklar şunlardır:
• Meir Amit (Eski Mossad Başkanı)
• Isser Harel (Eski Mossad Başkanı)
• Rafael Eitan (Eski Mossad Operasyon Amiri ve LAKAM Başkanı)
• David Kimche (Eski Mossad Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Yetkilisi)
• Uri Saguy (Eski Askerî İstihbarat Başkanı)
• Yaakov Cohen (Eski Katsa)
• Yoel Ben Porat
• Reuven Merhav
Ayrıca müellif, CIA’den William Casey ve Bill Buckley ile M16’dan Joachim Kraner gibi Batılı istihbaratçılarla yaptığı görüşmelerin de bakış açısını şekillendirdiğini ifade etmektedir.
Çıkarılacak Sonuçlar
Kitaptan çıkarılacak temel sonuç, Mossad’ın çift karakterli bir yapıya sahip olduğudur:
• Operasyonel Mükemmellik: Mossad; humint (insan istihbaratı), sayanim (gönüllü ağı), kidon (suikast) ve teknoloji hırsızlığı (LAKAM) konularında dünyanın en cüretkâr, acımasız ve tesirli örgütlerinden biridir. Meir Amit ve Rafi Eitan gibi liderler, örgüte efsanevi başarılar (MIG-21, Eichmann, Entebbe) kazandırmıştır.
• Stratejik Zafiyet ve Tenkit: Eser, örgütün 1980’lerin sonundan itibaren, bilhassa siyasî baskılar (Netanyahu dönemi ) ve kibir nedeniyle “beceriksizlik skandalları” yaşamaya başladığını (Lillehammer, Hindawi, Henri Paul, Meshal, Gil hadiseleri) kuvvetle iddia etmektedir.
• Güvenilmez Müttefik: Kitap, Mossad’ın İsrail’in “hayatta kalması” için en yakın müttefiki olan ABD’ye karşı dahi (Pollard ve NUMEC hadiselerinde olduğu gibi) casusluk yapmaktan ve ihanet etmekten çekinmediğini tesbit etmektedir.
7. Summary
📜 Kitabın Genel Hulâsası ve Sonuç Notu
Gordon Thomas’ın “Gideon’un Casusları”, Mossad’ın 1929’daki fikir tohumlarından 1998’deki Danny Yatom’un istifasına kadar olan gizli tarihini tafsilatlı bir şekilde tasvir eden bir eserdir. Kitap, örgütün efsanevi operasyonlarını (Eichmann’ın kaçırılması, MIG-21’in çalınması, Entebbe baskını) ve bu operasyonların ardındaki Meir Amit, Isser Harel, Rafi Eitan gibi “casus ustaları”nın portrelerini detaylıca çizmektedir.
Eserin odaklandığı ana unsurlar; Mossad’ın insan istihbaratına (humint) ve sayanim adı verilen gönüllü Yahudi yardımcılar ağına ne kadar bağımlı olduğudur. Aynı zamanda kidon (suikast) biriminin, Dr. Gerald Bull veya Fethi Shkaki gibi hedeflere yönelik operasyonlarını, “devletin verebileceği en son ceza” olarak nasıl meşrulaştırdığını göstermektedir.
Ancak bu kitap, bir başarı hikâyesinden ziyade, derin bir tenkit ve uyarı niteliğindedir. Müellife göre Mossad, bilhassa 1980’lerden itibaren (İrangate, Pollard, NUMEC) kendi müttefiklerine karşı dahi “kötücül ittifaklar” kurmuş ve hileye başvurmuştur.
Sonuç olarak müellifin vardığı hüküm şudur: Mossad, Netanyahu gibi siyasî liderlerin baskısıyla ve iç kibir nedeniyle, kuruluşundaki “Gideon” ruhunu kaybetmiştir. Prenses Diana’nın ölümüne sebep olan kazadaki dolaylı rolü , Ann-Marie Murphy hadisesindeki şeytanî kurgusu ve Halid Meshal suikastındaki “beceriksizliği” ile örgüt, artık sadece düşmanları için değil, bizzat İsrail’in kendisi ve müttefikleri için de potansiyel bir tehlike arz etmeye başlamıştır.

Hüseyin Nazım Paşa’nın “Hatıralarım: Ermeni Olaylarının İçyüzü” başlıklı eseri, Osmanlı İmparatorluğu’nun en çalkantılı dönemlerinden birine birinci elden ışık tutan, ehemmiyetli bir vesika niteliğindedir. II. Abdülhamid devrinde Zaptiye Nazırlığı gibi son derece kritik bir vazifede bulunan Paşa’nın, bizzat tecrübe ettiği ve idare ettiği hadiseleri naklettiği bu eser, hem bir hatırat hem de dönemin idaresine dair bir tenkitnamedir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Hatıralarım: “Ermeni Olaylarının İçyüzü”.
• Müellifi: Hüseyin Nazım Paşa.
• Neşreden: Selis Kitaplar.
• İlk Baskı Tarihi: Ağustos 2003.
• Yayına Hazırlayan: Tahsin Yıldırım.
• ISBN: 975-8724-22-3.
Müellif Hüseyin Nazım Paşa’nın Hüviyeti:
Hüseyin Nazım Paşa (1854-1927), İstanbul doğumlu bir yönetici ve yazardır. Babasının (Tahsin Efendi) Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne mensubiyeti sebebiyle genç yaşta sürgün hayatı (Kıbrıs) görmüş, Paris’te hukuk tahsil etmiştir. Devlet hizmetine 1872’de girmiş, gazetecilik yapmış (Hülâsa-i Efkâr gazetesini çıkarmıştır), Beyoğlu Mutasarrıflığı ve 1890’da Zaptiye Nazırlığı vazifelerine getirilmiştir.
Paşa, Ermeni komitelerinin faaliyetlerinin arttığı bir dönemde aldığı sert tedbirlerle tanınmış ve bu sebeple Avrupa ve Ermeni basınında “Ermeni celladı” olarak anılmıştır. Bununla birlikte, II. Abdülhamid’e olan muhalefetiyle de bilinir. Eser, Paşa’nın bu çetin vazifesi sırasındaki müşahedelerini, Saray ile olan sürtüşmelerini ve idarî hatalara dair tesbitlerini ihtiva etmektedir.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Hüseyin Nazım Paşa’nın hatıratı, birkaç temel mesajı kuvvetle vurgulamaktadır:
• İdarî Zafiyet Tenkidi: Paşa’nın en temel mesajı, II. Abdülhamid devri idaresinin “zâ’fı idaresini, daha doğrusu idaresizliğini, rezalet ve fecaatlerini” milletine gösterme arzusudur. Saray’daki “evham” (paranoya) ve liyakatsizliğin, devletin en mühim meselelerinde bile nasıl felce uğrattığını ispat etmeyi hedefler.
• Hadiselerin Sebebi Olarak Komiteler: Paşa, yaşanan kanlı hadiselerin müsebbibinin “Ermeni ihtilâl hareketleri” olduğunu savunur. Bu hareketlerin, masum bir halk ayaklanması değil, Hınçak ve Troşak gibi komitelerce planlanan, dış destekli (bilhassa Londra ve Rusya) ve terörü bir vasıta olarak kullanan organize bir “ihtilal” olduğunu iddia eder.
• Avrupa Müdahalesini Zorlama Hedefi: Paşa’ya göre, komitelerin asıl maksadı “Müslümanları mukabeleye mecbur ederek karışıklığı umumî bir şekle getirmek, bir Avrupa müdahalesine zemin hazırlamaktı”. Bu suretle “medeni Avrupa’nın müdahalesini celbetmek” ve istiklal kazanmak istiyorlardı.
• Kendi Vazifesinin Meşrulaştırılması: Paşa, “Ermeni celladı” lakabını reddetmese de, aldığı sert tedbirlerin keyfî bir zulüm değil, devletin bekasına yönelik “hakikî bir tehlikeye” karşı mecburi bir müdafaa olduğunu savunur. Kendisini, bir yanda Saray’ın vehimleriyle, diğer yanda komite tehditleriyle mücadele eden vatanperver bir memur olarak takdim eder.
• Devlete Sadık Ermenilerin de Hedef Olması: Paşa, komitelerin sadece Osmanlı idaresine değil, kendilerine katılmayan veya devlete sadık olan Ermenilere de “hain-i millet” diyerek suikastlar düzenlediğini (mesela Avukat Haçik Efendi, Vaiz Dacet Efendi, Başpapaz Sokyas Efendi) belirterek, hadisenin bir “Türk-Ermeni” kavgasından ziyade, “ihtilalci-devlet” mücadelesi olduğunu ima eder.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Paşa’nın iddialarını desteklemek için Zaptiye Nazırlığı sırasında elde ettiği istihbarat raporlarına, itiraflara ve ele geçirilen belgelere dayanmaktadır.
Belgeler (Vesaik):
• Hınçakyan Programı ve Talimatnameleri: Paşa, Hınçak komitesinin programından ve bölük talimatnamelerinden iktibaslar yapar. Bunlar, 5-10 kişilik hücre usulü örgütlenmeyi, kadın bölüklerini ve hedeflerini (Ermenistan’ın istiklali) ortaya koyar.
• Hareket Metotları (Propaganda, Terör): Programın “vesaiti icraiye” (icra vasıtaları) olarak “propaganda”, “ekidasya” (tahrik, nümayiş) ve “terör” başlıklarını sıralar. Terörün gayesi, “casus ve hafiyeleri mahv ve telef etmek” ve “hükümet kuvvet ve azametini kırmak” olarak açıklanır.
• İhtilal Yemini: Komiteye katılanların ettiği yeminin metni paylaşılır. Bu yeminde “…barbar Türkün esaret boyunduruğunu kırmağa… yemin ederim” ifadesi yer alır.
• Komite Beyannameleri: Londra’dan yayınlanan 19 Eylül 1895 tarihli bir beyanname iktibas edilir. Beyannamede, Bâbıâli hadisesinin Hınçak tarafından tertip edildiği açıkça ifade edilir ve “Kavga devam edecek!” denilir.
• Avrupa Devletlerine Verilen Ültimatom: Komitenin sefaretlere verdiği 12 maddelik bir talepler listesi sunulur. Talepler arasında Avrupalı bir serkomser tayini, jandarma ve polisin Avrupalı zabitlerin kumandasına verilmesi ve siyasi mahkumlar için affı umumi gibi maddeler bulunur.
• Eczalı (Gizli Mürekkepli) Mektuplar: Van’da yakalanan bir mektubun, Van Vali Muavini Stepan Efendi’nin Hınçak komitesine hizmet ettiğini isbatladığı belirtilir.
Bilgiler ve Tesbitler (Hadiseler):
• Bâbıâli Baskını (1895): Paşa, bu baskın planını, komiteye katılmayı reddettiği için öldürülen Avukat Haçik Efendi’nin karısından ve katilin (Armenak) itirafından öğrendiğini anlatır.
• Osmanlı Bankası Baskını (1896): Olayın başladığı anı, komitecilerin bankaya önceden mühimmat yığdığını ve askerin müdahalesiyle 13 kişinin sağ yakalandığını belirtir.
• Silah İmalatı: İtirafçılardan (Avadis Ferdinand) alınan bilgiye göre, kumbaraların (el bombaları) Üsküdar Selamsız’da “dökmeci Karabet’in fabrikasında” yapıldığını ve yüzlercesinin kilise ve evlerde saklandığını tesbit eder.
• Propaganda ve Casusluk: Komitelerin “sünnetli casuslar” kullanarak Kürt kıyafetinde Anadolu’ya adamlar soktuğunu ve “Yangın var!” parolasını kullandığını belirtir.
• Hadiselerin Yayıldığı Vilayetler: Paşa, Zaptiye Nazırı olarak İstanbul, Sason ve Talori, Zeytin (Maraş), Van, Bitlis, Erzurum, Trabzon, Sivas, Merzifon, Kayseri, Diyarıbekir ve Eğin gibi pek çok noktada çıkan hadiselerin tafsilatını verir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Paşa’nın üslubu, hem kendini müdafaa etme hem de karşısındakileri (Saray ve komiteler) tenkit etme üzerine kuruludur. İşte metinden bazı vurucu iktibaslar:
• (Kendi vazifesi ve “cellat” lakabı hakkında):* “Bana cihan matbuatında ‘Ermeni cellâdı’ isminin verilmesine sebep olan ve tarihimizin en kanlı vak’alarını teşkil eyliyen Ermeni ihtilâl hareketlerinden başlıyacağım.”
• (Abdülhamid’in vehmi hakkında, Ragıp Bey’in Paşa’ya aktardığı Padişah sözü):* “Evvelce haber alınan bir fesat men olunamaz mı idi? Meğer ki Zaptiye Nâzırı erbabı fesatla müşterek ola!”
• (Komitelerin maksadı hakkında):* “Maksatları, Müslümanları mukabeleye mecbur ederek karışıklığı umumî bir şekle getirmek, bir Avrupa müdahalesine zemin hazırlamaktı.”
• (İhtilalcilerin yemini hakkında):* “…işbu yeminimde sadık olacağım, millettaşlarımın boynunda asılan barbar Türkün esaret boyunduruğunu kırmağa ve bunun neticesine vasıl oluncaya kadar cehdü ikdam etmeğe yemin ederim.”
• (Hınçak beyannamesinden):* “Yaşasın ihtilâl ve hürriyet! Yaşasın Hınçakyan fırkası! Kahrolsun barbarlık!”
• (Paşa’nın vazifede kalma sebebi):* “Aynı zamanda, komiteciler bana tehditnameler göndererek zaptiye nezaretinden çekilmemi… bildirdiler… İşte ben bu gibi tehditler muvacehesinde nezaretten çekilmeği erkekliğe münafi addetmiştim. Bu itibarla da memuriyeti menfuremde [nefret ettiğim memuriyette] sebata mecbur oldum.”
• (Abdülhamid’in en büyük hatası):* “Mamafih Ermeni ihtilalinde Abdülhamid’in büyük bir hatası vardır. O da askeri muaveneti deriğ etmesidir [esirgemesidir]. Bu muavenet temin edilmiş olsaydı Babıâli baskını çabuk bastırılır… ve Anadoluda bir sürü facialar tahaddüs etmezdi.”
• (Osmanlı Bankası baskınından bir itirafçı):* “İşittin mi Nazım Paşa! Şenlik başladı; hayırlı olsun!”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Hüseyin Nazım Paşa’nın hatıratı, hadiselerin Zaptiye Nezareti açısından birincil bir kaynaktır. Bu eserin muhtevasını ve dönemin hadiselerini destekleyen veya farklı açılardan ele alan başka kaynaklar da mevcuttur.

✧✧

Ilgaz Zorlu’nun “Evet, Ben Selanik’liyim: Türkiye Sabetaycılığı” (7. Baskı)

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, Ilgaz Zorlu tarafından kaleme alınmış ve Belge Yayınları tarafından neşredilmiştir. Kitap, esasen yazarın daha evvel Birikim, Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih ve Tiryaki gibi dergilerde yayınlanan makalelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu 7. Baskı, eserin ilk neşrinden sonra ortaya çıkan tenkitlere, tartışmalara ve polemiklere (bilhassa Rifat N. Bali ile olanlara) cevapların da eklendiği genişletilmiş bir nüshadır.
Yazarın Hüviyeti ve Kitapla İrtibatı:
Yazar Ilgaz Zorlu, 1969 İstanbul doğumlu olup, Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü mezunudur. 1990-91 yıllarında Kudüs’te, Sabetaycılığın mühim kaynaklarının muhafaza edildiği Ben Zwi Enstitüsü’nde incelemelerde bulunmuş ve Yahudi tarihi üzerine eğitim görmüştür.
Yazarın konuyla şahsi irtibatı mühimdir; kendisi, Selanik’te okulu ile şöhret bulan ve Atatürk’ün de ilk muallimi olan Şemsi Efendi’nin altıncı kuşaktan torunudur. Zorlu, bu çalışmayı Sabetaycı kökenli bir aileden gelen bir tarihçi olarak , bizzat içinde yaşadığı ve 1975’lerden beri geleneksel hayatına şahit olduğu topluluğun bir tahlili olarak kaleme almıştır.
Kitabın Muhtevası (İçindekiler):
Eser, Sabetaycılığın tarihine, dinî inancına ve diğer çalışmalarla olan irtibatına dair makalelerden müteşekkildir. Başlıca bölümler şunlardır:
• Sabetaycılığın Tarihine İlişkin Makaleler: Şemsi Efendi, Sabetaycılık ve Yahudilik, Sabetaycı soy ağacı belgeleri, Osmanlı mistisizmi ve Masonluk ile irtibatları.
• Sabetaycı Dinî İnancına İlişkin Makaleler: Mistik bir kişilik olarak Sabetay Sevi, üç Sabetaycı cemaat (Karakaşlar, Kapancılar, Yakubiler), Kabbala’nın mistik alemi, Maşiah (Mesih) inancı ve Sabetaycı Kabbala’nın esasları.
• Diğer Çalışmalar: Yazarın Aytunç Altındal ile olan polemiği ve Sabetaycı bir aydının ağzından Sabetaycı karakter üzerine bir mülakat.
• 7. Baskıya Ek Bölüm: Kitabın neşrinden sonra Selçuk Erez, Mustafa Aydın, Dücane Cündioğlu ve bilhassa Rifat N. Bali tarafından kaleme alınan tenkit yazıları ve Zorlu’nun bu tenkitlere verdiği cevaplar.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Kitabın temel gayesi, Türkiye’nin sosyal, kültürel ve siyasi tarihinde mühim roller oynamış olmasına rağmen “tabu” olarak görülen ve “en az ele alınmış” konulardan biri olan Sabetaycılığı (veya “Dönmelik”) ilmi bir zeminde tartışmaya açmaktır.
Başlıca mesajları şunlardır:
• Sabetaycılık, Basit Bir “Dönmelik” Hadisesi Değildir: Yazar, Sabetaycılığın “dönme” kavramıyla küçümsenmesine karşı çıkarak, bunun 17. yüzyılda Sabetay Sevi’nin Mesihlik iddiaları üzerine kurulu , temelleri Yahudi Kabbalizmine dayanan , kendine has bir mistik hareket ve etnik bir cemaat olduğunu vurgular.
• Tarihi Rolün Teslim Edilmesi: Eser, Sabetaycıların 19. asrın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ve modern Türkiye’nin kuruluşunda , Kemalist ideolojinin önde gelen kişileri arasında , İttihat ve Terakki ve Mason locaları içinde faal roller oynadıklarını iddia eder.
• Gizliliğin Sebepleri ve Sonuçları: Cemaatin, Müslümanlık dini inancı altında Yahudi Kabbalizmine bağlı olarak yaşaması ve gördüğü baskılar (bilhassa 1924 Karakaş Rüştü Olayı ve 1942 Varlık Vergisi ) sebebiyle “gizliliği koruma” yolunu seçtiğini ve bunun da konunun ilmi olarak incelenmesini engellediğini belirtir.
• Kültürel Mirasın Kayboluşu ve Araştırma Çağrısı: Yazar, cemaatin (bilhassa 1917 Selanik yangını ve 1924 mübadelesi sonrası) hızla asimile olduğunu ve bu kültürel mozaiğin kaybolmaması için konunun “bilimsel olarak incelenmesi” gerektiğini savunur.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Sabetaycılığın tarihi, teolojisi ve sosyolojisi hakkında çeşitli tesbitler ve belgelere atıflar ihtiva eder:
• Sabetay Sevi ve Hareketin Doğuşu: 1626 İzmir doğumlu Sabetay Sevi’nin , Kabbala ve Zohar tetkikleri , ruhi yapısı ve 1665’te Gazzeli Natan ile tanışıp Mesihliğini ilanı tafsilatıyla anlatılır. Osmanlı Sultanı karşısında din değiştirmesi ve 200 ailelik bir grubun onu takip etmesi hareketin başlangıcı olarak gösterilir.
• Teolojik Esaslar: Hareketin temeli Tora-Talmud ekolünden ziyade , “Tora-Kabbala ekolüne” ve bilhassa İzak Luria’nın (Rav Ari) “kırılma” (Tikkun) ve “kurtarıcı Mesih” doktrinlerine dayandırılır. Sabetaycıların kendilerini “bakiye” (seçilmiş bir grup) olarak gördükleri ve “benzet-benzeme” prensibini (dışta Müslüman görünme) benimsedikleri belirtilir.
• Üç Sabetaycı Cemaat: Sevi’nin kayboluşundan sonra cemaatin üç ana kola ayrıldığı tesbit edilir:
• Yakubiler: Sevi’nin kayınbiraderi Yakov Qerido’ya bağlı olanlar. Daha çok devlet dairelerinde rol aldıkları ve en hızlı asimile olan grup oldukları belirtilir.
• Karakaşlar (Onyollular): Baruhya Ruso’nun (Osman Baba) Mesih’in devamcısı olduğuna inananlar. Dini olarak daha katı oldukları ifade edilir.
• Kapancılar (İzmirliler): Sadece Sevi’ye bağlı kalan ana grup. Ticaret ve sanayide en çok gelişen grup oldukları belirtilir.
• Atıf Yapılan Belgeler:
• Sabetaycı Soy Ağaçları: Ailelerin Yahudi kökünü muhafaza etmek ve karma evlilikleri engellemek için tutulduğu belirtilen üç farklı soyağacı belgesinden bahsedilir.
• Dua Kitapları ve İlahiler: Cemaatin gizli dualarını ve ilahilerini ihtiva eden, bir kısmı İsrail’de (Moşe Attias tarafından yazılan “Sefer Şirut ve Tişbahut Şel Ha Şabtayim” ) bulunan, bir kısmı ise ailelerde saklanan dua kitaplarından bahsedilir. Kitapta bu ilahilerden örnekler de (biri ilk kez yayımlanan) verilir.
• Osmanlıca Risaleler: Sabetaycılar hakkında yazılmış “Dönmeler- Honyos, Koyegos, Sazan” (1919) ve buna cevap olarak yazılan “Dönmelerin Hakikati” (Emekli Binbaşı Sadık) isimli iki risale incelenir.
• Sabetay Sevi’nin Mektubu: Sevi’nin Arnavutluk’taki sürgününde dahi Yahudiliğe inancını kanıtlayan, Yom Kipur Bayramı için dua kitabı istediği bir mektubun İsrail’de olduğu belirtilir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Kitap, “tabu” olarak nitelediği bir konuyu açığa çıkarma iddiasıyla pek çok vurgulu tesbit içermektedir:
* “Sabetaycılık veya genel olarak bilimsel literatürde bilindiği şekliyle Dönmelik konusu ne yazık ki Türk kültür ve siyaset tarihinin en az ele alınmış konularından birini oluşturmaktadır.” * “…modern Türkiye’nin kuruluşu sırasında kemalist ideolojinin önde gelen kişileri arasında Sabetaycı kökenli aydınların sayısı belirgin olarak dikkat çekmektedir.” * “O [Şemsi Efendi] Sabetaycı cemaatin ileri gelen din adamlarından biriydi ve politik fonksiyonları da olmuştu.” * “Şemsi Efendi’nin diğer bir özelliği ise, yaşadığı dönemin en büyük Sabetaycı kabalistlerinden biri olmasıydı.” * “Dolayısıyla Sabetaycı cemaatleri din değiştirme eylemiyle değerlendirerek ‘dönme’ kavramıyla imgelemek, tam olarak bilimsel bir yaklaşım olarak gözükmemektedir.” * “Kısaca sonuçta tüm Sabetaycı cemaatleri -ister Türkiye’de ister Yemen’de olsun- tek bir kavramla ‘Sabetaycılık’ adı altında irdelemek en doğrusu olacaktır.” * “Netice itibariyle, Sabetaycılığı ve Sabetaycıları sadece Yahudi kültürünün bir uzantısı saymak yanlış olacaktır.” (Osmanlı mistisizmiyle ilişkisine atfen)
* “Sabetaycılar hiçbir Yahudi cemaati tarafından da Yahudi kabul edilmemektedirler.” * “…Sabetaycılar Türkiye’nin ve Türkiye kültürünün vazgeçilemez, olmazsa olmaz bir unsurudurlar…” * “…Türkiye’de yaşayan pek çok insan kim ne şekilde reddederse etsin sadece · dinsel nedenlerle manevi olarak itiliyorlar ve dışlanıyorlar.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Ilgaz Zorlu, kendi şahsi gözlemleri ve cemaat üyeleriyle yaptığı mülakatların yanı sıra, tezlerini desteklemek için başlıca şu ilmi kaynaklara ve kurumlara atıfta bulunur:
• Gershom Scholem: Yazarın “devasa eseri” olarak nitelediği, Sabetaycılık üzerine en mühim ilmi kaynak olarak kabul edilen araştırmacıdır.
• Ben Zwi Enstitüsü (Kudüs): Sabetaycılığın mühim kaynaklarının ve Sabetay Sevi’nin mektuplarının muhafaza edildiği, yazarın da incelemelerde bulunduğu arşiv.
• Prof. Dr. Abdurrahman Küçük: Türkiye’de “Dönmeler ve Dönmelik Tarihi” üzerine eser vermiş bir akademisyen olarak sıkça referans gösterilir.
• Salamon Rozanes: 1917 yangını öncesi Selanik’teki Kapancılar kütüphanesine giren ve bulgularını İbranice eserinde yazan tek tarihçi olarak belirtilir.
• Ahmet Emin Yalman: Sabetaycı (Yakubi) kökenli bir aydın olarak , 1922’de Vatan gazetesinde yazdığı “Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi” başlıklı yazı dizisine atıf yapılır.
• Aytunç Altındal, Rifat N. Bali, Dücane Cündioğlu, Selçuk Erez: Kitabın 7. Baskısında, bu yazarların kitap hakkındaki tenkitleri ve Zorlu’nun onlara verdiği cevaplar da mühim bir kaynak ve tartışma zemini olarak yer alır.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler:
Kitaptaki bilgilerin dayanakları (şahitleri) şunlardır:
• Yazarın Kendi Şahitliği: Ilgaz Zorlu, Sabetaycı bir aileden gelmesi hasebiyle, cemaatin “geleneksel yaşamına şahit olduğunu” ve anlatılanların “bizzat yazarının yaşadıklarına ve gözlemlerine dayandığını” ifade eder.
• Cemaat Mensupları (Sözlü Tarih): Yazar, “cemaat üyeleriyle direkt konuşma yolunu” seçtiğini, bilgilerin “cemaatin yaşlı kimselerinin zihinlerinde yeralan geleneksel söylemlerden” oluştuğunu belirtir. En mühim şahitliklerden biri, ismi açıklanmayan Sabetaycı bir iş adamı ile “Sabetaycı Kişilik, Sabetaycı Karakter” üzerine yapılan mülakattır.
• Yazılı Belgeler: Yukarıda zikredilen soy ağaçları, dua kitapları, mektuplar ve Osmanlıca risaleler.
• İlmi Otoriteler: Başta Gershom Scholem olmak üzere, konu üzerine yazan diğer akademisyenler.
Çıkarılacak Sonuçlar:
Kitabın bütününde ulaşılan temel sonuçlar (neticeler) şunlardır:
• Sabetaycılık, Yahudi mistisizmi (Kabbala) ve 17. asır Mesihi hareketlerinden doğan, ancak İslamiyet’i bir “örtü” veya “benzet-benzeme” prensibiyle kabul ederek üç asırdır gizli bir cemaat yapısı sürdüren, özgün bir etnik-dinî kimliktir.
• Bu cemaat, Selanik merkezli olarak Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında modernleşme, siyaset (İttihat ve Terakki ) ve kültür hayatında (eğitim kurumları ) nüfuslarına oranla çok mühim roller oynamıştır.
• Dış baskılar (antisemitizm, Varlık Vergisi ) ve cemaatin kendi içindeki gizlilik kararı , bu kimliğin hem korunmasına hem de ilmi olarak araştırılmasının engellenmesine sebep olmuştur.
• Günümüzde cemaat, dini pratiklerini büyük ölçüde kaybetmiş ve güçlü bir asimilasyon süreci yaşamaktadır
• Yazar, bu kültürel mirasın yok olmaması için “tabu”ların yıkılması ve konunun ilmi platformlarda tartışılması gerektiği neticesine varmaktadır.
7. Kitabın Genel Yönleri (İktibas ve Özet Notu)
Ilgaz Zorlu’nun “Evet, Ben Selanik’liyim” adlı eseri, Türkiye’de “Sabetaycılık” veya “Dönmelik” olarak bilinen, toplumun mühim bir kesimini oluşturmasına rağmen hakkında pek az konuşulan bir konuyu, bizzat o cemaatin içinden birinin kalemiyle aydınlatma iddiası taşıyan cüretkâr bir çalışmadır.
Kitabın Özeti (İktibas):
Eser, Sabetaycılığın 17. asırda Sabetay Sevi’nin Kabbala temelli Mesihlik iddialarıyla başladığını, din değiştirmeye rağmen cemaatin gizli bir şekilde Yahudi mistik inancını sürdürdüğünü tasvir eder. Zorlu, bu topluluğun sadece dini bir azınlık olmadığını, bilhassa Selanik merkezli olarak İttihat ve Terakki ve Masonluk gibi kurumlar vasıtasıyla Osmanlı’nın modernleşmesinde ve Cumhuriyet’in kuruluşunda kilit roller oynadığını savunur.
Kitap, cemaatin iç bölünmelerini (Yakubiler, Karakaşlar, Kapancılar) ve Şemsi Efendi gibi mühim şahsiyetlerini inceler. Yazar, cemaatin tarih boyunca maruz kaldığı baskılar (Varlık Vergisi gibi ) ve kendi tercih ettikleri “gizlilik” nedeniyle kimliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtir.
Bu 7. Baskı, aynı zamanda kitabın yayımlanmasından sonra başlayan hararetli bir polemiği de ihtiva eder. Özellikle araştırmacı Rifat N. Bali, Zorlu’yu ilmi metodlara riayet etmemek, kaynakları (bilhassa Ben Zwi Enstitüsü’ndeki ) yanlış aksettirmek, İbranice bilmeden araştırma yaptığını iddia etmek, Sabetaycı nüfusu (100.000 iddiası ) abartmak ve popülist taleplerde (sinagog tahsisi gibi ) bulunmakla tenkit eder.
Zorlu ise bu tenkitlere verdiği cevaplarda , Bali’nin “belirli bir merkezin savunucusu” olduğunu, kendisinin Ben Zwi Enstitüsü’nde bizzat araştırma yaptığını , Sabetaycıların Yahudi cemaati tarafından dışlandığını ve amacının sadece bu “tabu” konuyu ilmi zemine taşımak ve kaybolmakta olan bir kültürel kimliği korumak olduğunu savunur.
Sonuç Notu:
Netice olarak bu kitap, Sabetaycılık konusundaki suskunluğu bozan, provokatif olduğu kadar şahsi tanıklıklara da dayanan mühim bir denemedir. Yazarın ilmi metodolojisi ve kaynak kullanımı Rifat N. Bali gibi araştırmacılar tarafından sert bir şekilde tenkit edilmiş olsa da, eser, Türkiye’nin sosyal mozaiğinin bu gizli ve mühim parçasının tarihini, kimlik mücadelesini ve günümüzdeki asimilasyon sancılarını gündeme getirmesi açısından dikkate değer bir çalışmadır.

Mehmet Ali Bulut’un “İsrail Nereye Koşuyor?” isimli eseri.
Kitap, İsra Suresi’nin ilk sekiz ayetini merkezine alan tematik bir tefsir ve jeopolitik bir tahlil niteliğindedir.

1. 📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Kitabın Adı: İsrail Nereye Koşuyor?
• Alt Başlık: Vadedilmiş Topraklar ve İsrail’in Geleceği
• Yazar: Mehmet Ali Bulut
• Yayınevi: Hayat Yayınları
• Baskı Bilgisi: 4. Baskı. Kitabın ilk iki baskısı “Tanrının Halkı’nın Allah ile Başı Dertte” adıyla yapılmıştır.
• Yayına Hazırlayan: Rahime Demir
• Yayın Editörü: Erol Şahnacı
• ISBN: 978-605-151-366-9
• Baskı Yeri ve Tarihi: Ankara, 2021
2.
🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin temel mesajı, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nde İsrailoğulları için vaad edilen “iki fesat” (bozgunculuk) döneminin tahlilidir.
• Birinci Fesat ve Ceza: Yazar, İsrailoğullarının Hz. Davut (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.) devirlerinde kurdukları devlet ile “birinci fesat” dönemini yaşadıklarını ; ancak ahlaki bozulma, zulüm ve peygamberlerini katletmeleri sebebiyle bu dönemin Asur ve Babil (Nebukadnezar) istilalarıyla sona erdiğini belirtir. Bu, birinci fesadın cezalandırılmasıdır.
• Rövanş ve İkinci Fesat Dönemi: Kitap, 1948’de İsrail devletinin kurulmasını, İsra Suresi 6. ayette geçen 16″rövanş (kerrete)” dönemi ve “ikinci fesat” döneminin başlangıcı olarak tesbit eder. Yazar, bu dönemin “mallar ve oğullar” (sermaye ve dünya çapındaki destekçiler/lobiler) ile desteklendiğini vurgular.
• İlahî İkaz (Uyarı): Günümüz İsrail’i, bu ikinci fesat dönemindedir. Kitabın ana mesajı İsra Suresi 7. ve 8. ayetlerdir. İsrail’e bir seçim şansı sunulmaktadır:
• Eğer “iyilik ederseniz” (barış yolunu seçer, zulümden vazgeçerseniz), bu kendi lehinize olacak ve “Olur ki Rabbiniz size merhamet eder” vaadi gerçekleşebilir.
• Ancak “eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz”. Yani, eğer zulme ve fesada devam ederlerse, birinci cezalandırmadan çok daha şiddetli bir son (topyekûn imha) ile karşılaşacaklardır.
• Müslümanların Sorumluluğu: Yazar, Müslümanların mevcut dağınıklık, “zillet ve meskenet” hali içinde olmaları sebebiyle İsrail ile baş edemediklerini; ancak Kur’an’ın “yeryüzünün varislerinin salih kullar olacağı” vaadi gereği, Müslümanların yeniden hakiki imana ve birliğe kavuşarak bu zulmü durduracak güç haline gelmeleri gerektiğini vurgular.
3.
📜 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Mehmet Ali Bulut, tezini desteklemek için Kur’an-ı Kerim, Tevrat (Tanah) metinleri, tarihî hadiseler ve jeopolitik analizleri bir arada kullanır.
• Tevrat’ın Tahrifi (Tesbit): Yazar, mevcut Tevrat’ın (Tanah) Hz. Musa’dan (a.s.) asırlar sonra, Babil sürgünü dönüşü kâhinler (yazıcılar) tarafından kaleme alındığını ; bu süreçte metinlerin, Yahudi ırkçılığına ve siyasi emellerine hizmet edecek şekilde kasıtlı olarak tahrif edildiğini iddia eder. Peygamberlere (Hz. İbrahim, Hz. Yakup) hile, yalan gibi yakışıksız fiiller isnat edilmesi ve Âlemlerin Rabbinin “Yahve” adında bir kabile tanrısına dönüştürülmesi bu tahrifata delil gösterilir.
• “II. Babil Operasyonu” (Tesbit): Yazar, 1980’lerin sonunda Saddam Hüseyin’in kendisini “Babil’in devamı” olarak ilan etmesini, İsra Suresi’ndeki “rövanş” döneminin bir işareti olarak yorumlar. 1991’deki Körfez Savaşı’nı “II. Babil Operasyonu” olarak adlandırır. Bu hadise, İsrail’in birinci fesat dönemindeki yıkımının (Babil) intikamının alınmasının ve Arz-ı Mev’ud’a giden yolun açılmasının ilk adımı olarak görülür.
• Kan Grubu Tahlili (Tesbit): Yazar, Hz. İbrahim’in (a.s.) soyu olan Beni İsrail ve Kureyş’in “B” kan grubuna , Arab-ı Âribe (hakiki Samiler) olanların ise “Sıfır” kan grubuna mensup olduğunu belirtir. Buradan hareketle Hz. İbrahim’in (a.s.) Tevrat’ın iddia ettiği gibi Sami değil , kuzeyli bir kavimden (muhtemelen Hurri veya Harranlı) geldiği tesbitinde bulunur.
• Arz-ı Mev’ud ve BOP (Belge/Tesbit): Siyonizmin nihai hedefi “Nil’den Fırat’a” uzanan Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) idealidir. Theodor Herzl’in dahi Kapadokya’yı sınır olarak zikrettiği belirtilir. Yazar, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP), bu hedefe ulaşmak için kullanılan modern bir araç olarak görür.
• Terör Örgütleri (Belge): 1948’de İsrail devletinin kuruluşu, Haganah, İrgun ve Stern gibi Siyonist terör örgütlerinin sistemli katliamları, bombalamaları ve yıldırma faaliyetleri neticesinde gerçekleşmiştir. Bu örgütlerin, günümüzdeki PKK/PYD/DEAŞ gibi vekil (proxy) terör örgütlerinin prototipi olduğu ve Batı (İngiltere/ABD) tarafından desteklendiği vurgulanır.
• Hz. Yakup’un (İsrail) Tıyneti (Tesbit): Tevrat’ta Hz. Yakup’un (a.s.) hile ile kardeşinin (Esav) hakkını alması ve Tanrı ile güreşip “İsrail” adını alması kıssaları tahlil edilir. Yazar, bu hadiselerin peygamberin hakikati olmadığını, ancak Tevrat yazıcılarının bu kıssalar üzerinden İsrail kavminin “tıynetini” (karakterini), yani hileciliğini ve mücadele azmini sembolize ettiğini belirtir.
• Garkad Ağacı (Tesbit): Hadis-i şerifte geçen ve Yahudileri saklayacağı bildirilen “Garkad ağacı” , yazar tarafından modern sığınaklar, füze kalkanları veya İsrail’e koruma sağlayan “Beni Kantura” (Çin gibi) yeni bir vekil güç olarak yorumlanır.
4.
✍️ Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
• “Allah’ın mülkünde birilerinin O’nun iradesini yok sayarak iş tutması, sürdürülebilir olamazdı. Zalimin kılıcı muhakkak kırılmalıydı.”
• “Çünkü Yahudiler şu an zalim de olsalar şimdilik kendi davalarında samimiler.”
• “İsrail, mukadder olan akıbetine varmak için uğraşıyor, koşturuyor.”
• “Kendi elleriyle yazdıklarına ‘Bu Allah’tan bir sözdür.’ diyerek kutsallık atfetmişlerdir.”
• “Ama siyasallaşmış Yahudi için hiçbir kutsal yoktur. O anki faydası neyi gerektiriyorsa onu yapar. İşte gördünüz, o, boşadığı kadına (Filistin’e) yeniden döndü. Hem de zor kullanarak…”
• “Grekler bizi gülünç hale soktular, Romalılar parçalayıp dağıttılar, Hristiyanlar bize işkence edip yağma ettiler, fakat biz kuvvetle intikam alabilmek için çok zayıf olduğumuzdan, Eflatun’un Atina’sı, imparatorların ve papazların Roma’sından doğan medeniyetin dayandığı temelleri çürütecek bir saldırıya geçtik. Şimdi intikamımız tam kıvamındadır.”
• (Ayet iktibası): “Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yapmışızdır.”
• (Yeremya’dan iktibas): “Rab diyor ki: ‘İşte kuzeyden bir ordu geliyor. Dünyanın uçlarından… Büyük bir ulus harekete geçiyor. (…) Yay, kılıç kuşanmışlar, (savaşta) acımasızdırlar. (…) Karşına dizilecekler, ey Siyon kızı!'”
• “İsrail ile Mücadelede Ağaç Figürü” (Haşir Suresi 5. ayete ve Yeremya 6:6’ya atfen, Yahudilerin psikolojik zayıf noktasının “ağaç” olduğu vurgulanır.)
5.
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Yazar, tezlerini desteklemek için Kur’an ve Tevrat (Tanah) dışında çeşitli tarihî, stratejik ve teolojik eserlere atıfta bulunur. Başlıcaları şunlardır:
• Tarih ve Siyaset:
• Ahmet Susa, Tarihte Araplar ve Yahudiler
• Mahmut Nana, Yahudi Tarihi
• Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar
• Theodor Herzl, Hatıralar ve Yahudi Devleti
• Josephus, Yahudilerin Savaşları
• Ömer Rıza Doğrul, Kanlı Gömlek
• Strateji ve Eskatoloji (Ahir Zaman):
• Michael Drosnin, Tevrat’ın Şifresi (Kitapta bu esere sıkça atıf yapılarak İsrail’in akıbetiyle ilgili şifrelerin 1996, 2006 gibi tarihlere işaret ettiği belirtilir.)
• Giovanni Papini, Gog I-II (Özellikle “Ben Rubi’nin Fikirleri” bölümü)
• Johathan Schell, Dünyamızın Kaderi (Nükleer savaş tasvirleri için kullanılır)
• İslamî Kaynaklar:
• Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye ve Şualar
• Celaleddin Suyutî, Kitabü’l-Burhân fî Alâmeti’l-Mehdiyyi’l-Âhir Zaman
• Hadis kaynakları (Müslim, Fiten)
6.
⚖️ Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Yazarın tesbitlerini dayandırdığı temel “şahitler” (deliller/örnekler) ve bunlardan çıkardığı sonuçlar şunlardır:
• Şahit 1: Saddam Hüseyin’in Babil İddiası
• Hadise: Saddam’ın 1980’lerde Babil’in varisi olduğunu söylemesi.
• Sonuç: Bu, yazar için “II. Babil Operasyonu”nun ve İsra Suresi’ndeki “rövanş” döneminin başladığının işaretiydi. İsrail, devletini yıkan Babil’den (Irak) intikamını ABD eliyle almıştır.
• Şahit 2: Siyonist Terör Örgütleri ve Modern Vekil Savaşları
• Hadise: 1948 öncesi Haganah, İrgun ve Stern terör örgütlerinin İngiliz desteğiyle Filistinlileri katletmesi ve sürmesi.
• Sonuç: Bu, İsrail’in devlet kurma metodudur. Bugün de aynı metot, BOP çerçevesinde , vekil örgütler (PKK, PYD, DEAŞ) aracılığıyla ve ABD desteğiyle Arz-ı Mev’ud (Suriye ve Türkiye’nin güneydoğusu dâhil) için kullanılmaktadır.
• Şahit 3: Tevrat Metinlerindeki Peygamber Tasvirleri
• Hadise: Tevrat’ın (Tanah), Hz. Yakup’u (a.s.) hileci, Hz. Davut’u (a.s.) komutanının karısını almak için hile yapan biri gibi göstermesi.
• Sonuç: Bu, peygamberlerin hakikati değil, İsrail kavminin kendi “tıynetini” (karakterini) ve ahlakını (her yolu mübah görme) kendi kutsal metinlerine yansıtmasının delilidir.
• Şahit 4: İşaya ve Yeremya Kehanetleri
• Hadise: Tevrat’ın İşaya ve Yeremya bölümlerinde, İsrail’in (Yahuda/Yeruşalim) “Kuzeyden gelecek” , “dili bilinmeyen” , “acımasız” ve “kavimler kıran” bir ordu tarafından cezalandırılacağının haber verilmesi.
• Sonuç: Yazar, bu “kuzeyden gelecek” gücün, İsra Suresi 3. ayette işaret edilen “Nuh’un zürriyeti” olduğunu ve tarihî literatürde bu ifadenin Türkleri karşıladığını tesbit eder. Nihai cezalandırma (Yevmü’l-Melhame) , Türklerin de içinde bulunduğu bir güç tarafından gerçekleşecektir.
7.
📑 Özet Notu ve Kitabın Genel Değerlendirmesi
Mehmet Ali Bulut’un “İsrail Nereye Koşuyor?” eseri, İsra Suresi’nin ilk sekiz ayetini günümüz jeopolitiğine tatbik eden eskatolojik (ahir zaman ilmi) bir tahlildir.
Ana Fikir:
Kitap, İsrailoğullarına vaad edilen “iki fesat” döneminden yola çıkar. Birincisi, Hz. Davut (a.s.) ile başlayan ve Babil sürgünü ile sona eren eski devlettir. İkincisi ise 1948’de kurulan, “mallar ve oğullar” (küresel sermaye ve lobiler) ile desteklenen günümüz İsrail devletidir.
Temel Tesbitler:
Yazar, Siyonizmin “Arz-ı Mev’ud” (Nil’den Fırat’a) 110hedefine ulaşmak için Tevrat’ı tahrif ettiğini , terörü (Haganah, İrgun) bir devlet politikası olarak kullandığını ve günümüzde de BOP ,ABD ve PKK/PYD gibi vekil güçler aracılığıyla hedefine ilerlediğini savunur. Saddam’ın “Babil” kimliğini öne çıkarması ve 1991 Savaşı, İsrail’in intikamını (rövanş) almasının ilk adımı olarak görülür.
Sonuç ve İkaz:
Kitap, İsrail’in şu an “ikinci fesat” döneminin zirvesinde olduğunu ve zulme devam ettiğini belirtir. Bu durum, İsra Suresi 7. ayet ve Tevrat kehanetleri (İşaya, Yeremya) gereği, “Kuzeyden gelecek” (Nuh’un çocukları/Türkler olarak yorumlanan) bir güç tarafından topyekûn cezalandırılacakları (Yevmü’l-Melhame / Armagedon) bir sona doğru “koştuğunu” iddia eder.
Ancak eser, İsra Suresi 7. (“İyilik ederseniz…”) ve 8. (“Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder…”) ayetlerini bir “çıkış kapısı” olarak sunar. Eğer İsrail zulümden vazgeçip “iyilik” (barış) yolunu seçerse, bu ilahî akıbetin tehir edilebileceği mesajını verir. Kitabın nihai gayesi, bu mukadder ilahî uyarıyı ve seçeneği ortaya koymaktır.

İlhami Soysal’ın “Masonluk ve Masonlar” adlı eseri .
Kitap, Türkiye’deki Masonluğun tarihini, yapısını, tesirini ve bilhassa siyaset ile olan derin irtibatını vesikalar, isim listeleri ve bizzat Masonların ifadeleriyle ortaya koyan bir araştırma niteliğindedir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Dünyada ve Türkiye’de Masonluk ve Masonlar.
• Müellifi: İlhami Soysal.
• Nâşiri: Der Yayınları.
• Basım Bilgileri: Tahlil edilen nüsha, Dördüncü Basım olup Eylül 1988’de İstanbul’da basılmıştır. (İlk basımı Mayıs 1978’dir ).
• Yapısı: Eser; “Sunuş” , “Giriş” , dokuz ana “Bölüm” “Ekler” kısmından müteşekkildir. Ekler kısmında “Masonik Sözlük” , “Marksist Bir Masonun Görüşleri” (Salvador Allende) , Çetin Altan’ın bir suale cevabı ve “Kaynakça” gibi bölümler bulunmaktadır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
İlhami Soysal, eserin “Sunuş” kısmında kitabın gayesini ve kendi duruşunu net bir şekilde ifade etmektedir:
• Tarafsız Aydınlatma Mesajı: Müellif, bu kitabı “masonluğu övmek ya da yermek gibi bir ön yargı ile harekete geçmedik” diyerek, gayesinin “bilmediğimiz ve çok kişinin de bilmediğini gördüğümüz bir konuyu aydınlığa çıkarmak” olduğunu belirtir. Hem yandaşların hem de karşıtların görüşlerini yansıtmaya çalıştığını ifade eder.
• Müellifin Durumu: Soysal, kendisinin Mason olmadığını net bir dille vurgular: “Bu kitabın yazarı bir mason değildir. Ne geçmişte mason olmayı düşünmüştür, ne bugün düşünmektedir ne de gelecek için böyle bir düşüncesi vardır”.
• Tesir ve Nüfuz Mesajı: Kitabın belki de en kuvvetli mesajı, Masonluğun Türkiye’deki sosyal, bürokratik ve bilhassa siyasi hayat üzerindeki derin nüfuzunu göstermektir. Eser, bu teşkilatın sadece bir “hayır cemiyeti” olmadığını, devletin en üst kademelerinden orduya , siyasi partilerden üniversitelere kadar kilit noktaları tutan bir “dayanışma örgütü” olduğunu iddia eder.
• “Kim Kimdir?” Merakı: Müellif, okuyucunun “işin aslından çok dedikodusuna ve spekülasyona açık yanına önem verdiğini” ve “kimlerin mason olduklarını öğrenmek” istediğini tesbit ettiğini, bu sebeple dördüncü basımda “Türkiye’nin ünlü masonlarını listeler olarak” kitabın başına aldığını belirtir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, iddialarını desteklemek için isim listeleri, dahili yazışmalar, foto-belgeler ve bizzat Mason kaynaklarından iktibaslar sunmaktadır.
Öne Çıkan Tesbitler
• Masonluğun Tarifi: Kitap, Masonların kendi tariflerini (“iyi ahlâklı ve erdemli insanlar arasında kardeşliğin kurulması…” ) aktarmakla birlikte, Soysal’ın kendi tesbitini de sunar: “masonluk, işçi sınıfının, emekçilerin değil, tam tersine bunları sömüren kapitalizmin ve burjuvazinin kendi arasında oluşturduğu bir dayanışma örgütüdür”.
• Masonik Kaideler:
• Bir Mason, başka bir Masonun kimliğini bir “Hariciye” (Mason olmayana) açıklayamaz.
• Bir Masona Mason olup olmadığı sorulduğunda, “hayır mason değilim” demesi en büyük ayıplardan biridir.
• Kadınlar “düzenli” localara giremez.
• Locaya girmek için varlıklı olmak şarttır; zira fakir düşen birader “loca çalışmalarına alınmaz” ve “fikir ve oy bağımsızlığını” kaybeder.
• Gizli İletişim ve Dayanışma:
• Masonlar birbirlerini gizli el sıkışma (“Lems”) , duruşlar ve parolalar (mesela “BOAZ” ) ile tanırlar.
• En mühim tesbitlerden biri, Masonik imdat çağrısıdır. Darda kalan bir Mason “Dul kadının oğluna yardım yok mu?” diye seslendiğinde, diğer Masonun “iki eli kanda da olsa o kardeşine yardımda bulunmaya mecburdur”.
• Süleyman Demirel Vak’ası: Kitaptaki en mühim tesbit, 1964’te Süleyman Demirel’in AP Genel Başkanlığına seçilmesi sürecidir.
• Erol Simavi’nin şahitliğiyle, Demirel’in Mason olduğu (“Süleyman Demirel masondu. Hem de üstadlığa kadar çıkmış bir masondu”) belirtilir.
• Demirel’in “mason olmadığını belirten bir belge istemesiyle” başlayan süreçte, Necdet Egeran’ın bu belgeyi verdiği ve bu “sahte belge olayı”nın Türk Masonluğunu ikiye böldüğü (“Masonluğun Parçalanması”) iddia edilir.
Belgeler ve Listeler
Kitap, bu iddiaları desteklemek için çok sayıda vesika ve liste sunar:
• Ünlü Mason Listeleri: Padişah V. Murad , Sadrazamlar (Talat Paşa, Mithat Paşa vb.) , Cumhuriyet Başbakanları (Süleyman Demirel, Bülent Ulusu, Naim Talu, Hasan Saka vb.) , Cumhurbaşkanı Celâl Bayar , İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri (Ziya Gökalp, Dr. Nazım, Cavit Bey vb.) , yüksek rütbeli askerler (Kâzım Özalp, Refik Tulga, Şefik Erensü vb.) , bakanlar, valiler, bürokratlar, profesörler, sanatkârlar ve gazeteciler (Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Erol Simavi, Çetin Altan vb.) isim isim listelenir.
• Aktif Mason Listeleri: 1983-1988 yılları arasında “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”na bağlı 1200’den fazla “en aktif” Masonun adı, meslekleri ve bazen de yöneticilik vasıfları ile birlikte alfabetik olarak listelenir .
• Loca Davetiyeleri: Çeşitli localara (Erenler , Kültür , Hümanitas , Hakikat vb.) ait “Aziz Kardeşim” diye başlayan toplantı davetiyelerinin örnekleri bulunur.
• Vefat İlanları: Hayrullah Örs , Şekûr Okten , Şefik İnsel gibi Masonların vefat ilanları belge olarak sunulmuştur.
• Demirel’in Kayıt Belgesi: Süleyman Demirel’in Ankara “Bilgi Locası”na “43 sıra 48 matrikül numarası” ile kayıtlı olduğunu gösteren matrikül (kayıt fişi) sayfasının bir sureti kitapta yer alır.
• Resmî Yazışmalar: Türkiye Büyük Locası’nın, İngiltere Birleşik Büyük Locası tarafından tanınma çabalarını gösteren ve Necdet Egeran tarafından yürütülen 1959-1960 tarihli yazışmalar ve 1970 tarihli tanınma belgesi mevcuttur.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Eserin müellifi İlhami Soysal’ın ve iktibas yaptığı şahitlerin en dikkat çekici ifadeleri şunlardır:
• Müellifin Duruşu:
“Bu kitabın yazarı bir mason değildir. Ne geçmişte mason olmayı düşünmüştür, ne bugün düşünmektedir ne de gelecek için böyle bir düşüncesi vardır.”
• Masonik Gizlilik Kuralı:
“Masonlar için en büyük ayıplardan birisi, kendisinden başka birinin mason olduğunu bir «Hariciye» açıklamak, bir başkası da doğrudan kendisine mason olup olmadığı sorulduğunda bunu saklaması ve «hayır mason değilim» demesidir.”
• Masonluğun “Yumuşak Karnı” (Sınıfsal Tarafı):
“… Fukaralığa ve muhtaç duruma düşen bir birader, locanın himayesine alınır. Ancak bu durum süresince fikir ve oy bağımsızlığını kaybettiği düşüncesiyle, o birader loca çalışmalarına alınmaz…”
• Masonik Dayanışma Mecburiyeti:
“Bir mason kardeş, yardıma gereksinim duyar da karşısındaki mason kardeşine kendisinin mason olduğunu belirtir ve yardım isterse, yardım istenen, iki eli kanda da olsa o kardeşine yardımda bulunmaya mecburdur.” (Çağrı parolası: “Dul kadının oğluna yardım yok mu?” )
• Erol Simavi’nin Demirel Şahitliği:
“Simavi: – …beni masonluktan soğutan olaylardan biri, Demirel meselesi olmuştur… Süleyman Demirel masondu. Hem de üstadlığa kadar çıkmış bir masondu.” “Simavi: – …İlk kopmam Demirel’in AP Genel Başkanı olacağı zaman, mason olmadığını belirten bir belge istemesiyle başladı… Bu mektup kendisine verildi.”
• 1935’te Kapatılma Kararı (Anadolu Ajansı Haberi):
“Türk Mason Cem’iyeti… faaliyetine … nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberrüü muvafık görülmüştür.”
• Kapatılma Gerekçesi (Tan Gazetesi):
“Bu teşkilâtın kaldırılmasını icabettiren sebep, son fırka programında kökü dışarda bulunan teşekküllerin memleketimizde yer bulamayacağına dair olan kayıttır.”
• Müellifin Sonuç Cümlesi:
“Yani, masonluk, parayı verenin düdük çaldığı ve gereğinde korunduğu bir inanış düzenidir… Üst tarafı lâftır.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
İlhami Soysal, bu eseri hazırlarken hem Masonların kendi neşriyatına hem de Masonluk aleyhine yazılmış eserlere müracaat etmiştir. Kitabın “Kaynakça” bölümünde zikredilen başlıca kaynaklar şunlardır:
• Mason Kaynakları:
• Kemalettin Apak, Ana Çizgileriyle Türkiye’de Masonluk Tarihi
• Dr. Enver Necdet Egeran, Gerçek Yüzüyle Masonluk
• Mithat Gürata, Masonluk Nedir, Ne Değildir
• Dr. Selami Işındağ, Masonluktan Esinlenmeler ve muhtelif ritüel incelemeleri
• Fikret Çeltikçi, Hür Masonluk Tarihinden Notlar
• Periyodikler: Türk Mason Dergisi ve Mimar Sinan Dergisi
• Dahili Vesikalar: Türkiye Büyük Mason Mahfili Yıllığı ve Türk Masonluğu İçinde Bir Olay ve Tahlili
• Haricî (Mason olmayan) ve Tenkitçi Kaynaklar:
• Cevat Rıfat Atilhan, Türk Oğlu Düşmanını Tanı ve Masonluğun İçyüzü
• Necip Fazıl Kısakürek, Rapor II
• M. Ertuğrul Düzdağ, Türkiye’de Masonluk Meselesi
• İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Üç Büyük Tehlike: Siyonizm, Komünizm, Masonluk
• Paul Naudon, Tarihte ve Günümüzde Masonluk
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler
Kitap, iddialarını temellendirmek için muhtelif şahitlerin ifadelerine ve vesikalarına müracaat eder:
• Erol Simavi (Gazeteci, Mason): Hürriyet gazetesinin sahibi ve eski İstanbul Büyük Locası Başkanı 90olarak, Süleyman Demirel’in Masonluğunu ve “mason değil” belgesi istediğini doğrulayan birinci elden bir şahittir.
• Prof. Dr. İhsan Doğramacı (Akademisyen): YÖK Başkanı iken, gençliğinde Mason locasına götürüldüğünü kabul etmiş (“beni alıp oraya götürdüler”) , ancak bir iltimas talebi üzerine ayrıldığını iddia etmiştir. Müellif, bu ifadeyi tahlil ederek Masonluktan “çıkmanın” mümkün olmadığını, ancak “uykuya yatılabileceğini” belirtir.
• Mahmut Yesari (Edip): “Nasıl Mason Olunur?” başlığı altında, kendi Masonluğa kabul (tekris) merasimini; göz bağlama , “Hücre-i Muzlim”de (karanlık oda) kafatası ile bekletilme , kılıç , ateş ve toprakla imtihan edilme safhalarını mizahi fakat tafsilatlı bir dille nakleden bir şahittir.
• Üst Düzey Mason Müellifler (Egeran, Apak, Gürata vb.): Kitap, büyük ölçüde bu kişilerin neşrettiği Masonluğun “resmî” veya “iç” tarihlerini birincil kaynak olarak kullanır. Masonluğun iç çekişmeleri, İngiltere tarafından tanınma çabaları ve Demirel vak’ası sonrası bölünme bu şahitlerin kendi yazdıklarından iktibas edilir.
• Masonluk Aleyhtarı Şahitler (Arvas, Atilhan): Kitap, tenkitçi bir bakış açısı sunmak için İbrahim Arvas gibi şahitlerin iddialarına da yer verir. Arvas, Atatürk’ün Masonları “Yahudi uşakları” diyerek kovduğunu ve locaları kapattırdığını iddia eder. Cevat Rıfat Atilhan ise Masonluğu “Allahsızdırlar, yahudidirler, beynelmilelcidirler ve komünisttirler” diye itham eder.
Çıkarılacak Sonuçlar
İlhami Soysal’ın sunduğu bu vesika ve şahitliklerden şu sonuçlar çıkarılmaktadır:
• Siyasî Nüfuz: Masonluk, kendi iddiasının (“Biz politika ile uğraşmayız” ) aksine, Osmanlı’nın son döneminden (İttihat ve Terakki ) Cumhuriyet’in çok partili hayatına (DP , AP , ANAP ) kadar siyasî iktidarların merkezinde yer almış, sadrazamlar, başbakanlar , bakanlar ve yüksek bürokratlar vasıtasıyla devleti yöneten kadrolarda daima temsil edilmiştir.
• Kapatılma ve Yeniden Doğuş: Atatürk, “kökü dışarda” olduğu gerekçesiyle ve muhtemelen siyasi bir rakip olarak gördüğü İttihatçılığın devamı saydığı için Mason localarını 1935’te kapatmıştır. Ancak teşkilat, Atatürk’ün ölümünden sonra 1948’de “Türk Mason Derneği” adıyla resmen , gayriresmî olarak ise daha evvel yeniden “uyanmıştır” (“Ba’sü-Ba’del Mevt” ).
• O dönem palazlanma dönemi olmuştur.
• İç Bölünme: Teşkilat, kendi içinde yekpare değildir. 1965’teki “Süleyman Demirel Vak’ası” , Masonluğun en temel kaidelerinden birinin (üyeliği inkâr etmemek ) siyasi menfaatler için ihlal edilmesi , teşkilatın ikiye bölünmesine sebep olmuştur: İngiltere tarafından “düzenli” sayılan “Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası” ve “liberal” kanadı temsil eden “Türkiye Büyük Mason Mahfili”.
• Sınıfsal Karakter: Masonluk, “kardeşlik” ve “eşitlik” ilkelerini öne sürse de , Soysal’ın tesbitlerine göre katı bir ekonomik yeterlilik şartı arar. Fakir düşen bir Masonun oy hakkını kaybetmesi , teşkilatın sınıfsal bir temele dayandığını ve esasen “kapitalizmin bir dayanışma örgütü” olduğunu gösterir.
7. Sonuç ve Özet Notu (Genel Yönler ve İktibas)
İlhami Soysal’ın Masonluk ve Masonlar adlı eseri, Türkiye’de bu mevzuda yazılmış en tafsilatlı ve en çok yankı uyandırmış araştırmacı gazetecilik çalışmalarından biridir.
Eserin ilk bölümleri, Masonluğun ne olduğunu, gizli tanışma usullerini , derecelerini ve kaidelerini bizzat Masonik kaynaklardan iktibas ederek açıklar. Bu yönüyle bir “Masonluk Nedir?” kitabı hüviyetindedir.
Ancak eserin asıl ağırlık merkezi ve onu önemli kılan kısım, “Kim Masondur?” sualine verdiği tafsilatlı cevaplardır. Müellif, Osmanlı Padişahlarından Cumhuriyet Başbakanlarına , generallerden valilere profesörlerden gazetecilere kadar Türkiye’nin idari ve entelektüel hayatına yön vermiş yüzlerce ismin Masonluk kayıtlarını ortaya koyar.
Kitap, iki mühim tarihi kırılmayı merkezine alır:
• 1935 Kapatılması: Atatürk’ün, çevresindeki pek çok Masona (Bakan Şükrü Kaya , Doktor Mim Kemal Öke gibi) rağmen, teşkilatı “kökü dışarda” bularak kapattırması. (Tartışılır?)
• 1965 Bölünmesi: Süleyman Demirel’in siyasi kariyeri için Masonluğunu inkâr etmesi ve teşkilatın bir kısmının (Necdet Egeran liderliğinde ) buna “sahte belge” ile yardımcı olması sonucu yaşanan büyük parçalanma.
İlhami Soysal, eserin sonunda Masonluğun “felsefi” iddialarından ziyade “pratik” neticelerine odaklanır. Teşkilatın, iddia ettiği “eşitlik” ilkesinin zenginlik ve fakirlik karşısındaki durumunu tenkit eder. Müellifin nihai hükmü, yine bir Mason üstadının (Necdet Egeran) kitabından yaptığı şu iktibasta gizlidir:
“«… Fukaralığa ve muhtaç duruma düşen bir birader, locanın himayesine alınır. Ancak bu durum süresince fikir ve oy bağımsızlığını kaybettiği düşüncesiyle, o birader loca çalışmalarına alınmaz.»”
Soysal, bu iktibastan yola çıkarak kendi özet notunu şu cümlelerle bağlar:
“Yani, masonluk, parayı verenin düdük çaldığı ve gereğinde korunduğu bir inanış düzenidir… Üst tarafı lâftır.”
Bu eser, Türkiye’de Masonluğun siyasi ve sosyal nüfuzunu anlamak için müracaat edilen temel kaynaklardan biri olma vasfını korumaktadır.

“Balkanlar ve İslâm – Balkanlı Âlimler, Mütefekkirler ve Eserleri (Cilt: III)”

Eser, Balkanlar’ın sadece bir fetih sahası değil, aynı zamanda Osmanlı-İslâm medeniyetinin en mühim ilim, düşünce ve kültür merkezlerinden biri olduğunu ispatlayan son derece kıymetli bir akademik çalışmadır.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, tek bir müellifin kaleminden çıkmış bir kitap değil, Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı zabıtlarından (tebliğ metinlerinden) müteşekkildir.
• Eserin Adı: Balkanlar ve İslâm – Balkanlı Âlimler, Mütefekkirler ve Eserleri – Cilt: III.
• Toplantı Tarihi ve Yeri: 03-04 Ekim 2019, Trakya Üniversitesi Balkan Kongre Merkezi, Edirne.
• Tertip Edenler: Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV) ve Trakya Üniversiteler Birliği.
• Neşreden: Ensar Neşriyat.
• Neşir Tarihi: Haziran 2020.
• Muhtevası: Kitap, 32 adet akademik tebliğden oluşmakta ve bu tebliğler beş ana bölüm altında tasnif edilmektedir :
• Birinci Bölüm: Balkanların İslâmlaşması (İşkodralı Lutfi Paşa’ya odaklanan bir kısım dâhil).
• İkinci Bölüm: Bosnalı Âlim ve Mütefekkirler.
• Üçüncü Bölüm: Kuzey Makedonyalı Âlim ve Mütefekkirler.
• Dördüncü Bölüm: Bulgaristanlı Âlim ve Mütefekkirler (Filibeli Ahmed Hilmi’ye odaklanan bir kısım dâhil).
• Beşinci Bölüm: Edirneli Âlim ve Mütefekkirler (Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’ye odaklanan bir kısım dâhil).
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Bu akademik toplantının ve neticesindeki bu eserin toplu olarak vermek istediği ana mesaj, Balkanlar’ın Osmanlı-İslâm tarihindeki rolüne dair yerleşmiş bazı basmakalıp görüşleri tashih etmektir. Temel mesajları şöyle sıralayabiliriz:
• Balkanlar Bir İlim Merkezidir: Balkanlar, Osmanlı Devleti için sadece bir serhat veya cenk sahası değil, aynı zamanda tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, tasavvuf ve edebiyat sahalarında cihan şümul âlimler yetiştiren mühim bir ilim ve hikmet merkezi olmuştur.
• İslâmlaşma Çok Boyutludur: Bölgenin İslâmlaşması sadece askerî fetihlerle (Örn: Kara Timurtaş Paşa) değil, aynı zamanda Kalenderî/Bektaşî dervişlerinin (Örn: Otman Baba) , Kādirî ve Halvetî şeyhlerinin (Örn: Hasan Kāimî, Sofyalı Bâli Efendi) manevi irşadı ve edebi faaliyetlerle (Örn: Alhamiyado edebiyatı) gerçekleşen derûnî bir süreçtir.
• Modernleşmenin Fikir Arenasıdır: Balkanlar, 19. ve 20. asırda Osmanlı Devleti’nin kaderini tayin eden en mühim fikir hareketlerinin ve tenkitlerin (Tanzimat’a muhalefet, II. Meşrutiyet devri alfabe münakaşaları , Doğu-Batı tenkidi ) de merkez üssü olmuştur.
• Kimlik ve Aidiyet: Balkanlar’ın kaybı, Yahya Kemal ve Filibeli Ahmed Hilmi gibi mütefekkirlerin şahsında, modern Türk kimliğinin ve vatan mefhumunun şekillenmesinde merkezi bir rol oynamıştır.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Balkanlar’daki İslâmî hayatın zenginliğine dair somut tesbitler ve belgelere dayanmaktadır. Tebliğ metinlerinden öne çıkan bazı mühim tesbitler şunlardır:
• Otman Baba ve Hadis Kullanımı: Balkanların İslâmlaşmasında rol oynayan Velâyetnâme-i Otman Baba gibi menkıbevî eserlerde, halkı irşad maksadıyla sahih ve hasen rivayetlerin yanı sıra, “Fakirlik övüncümdür” (الفقر فخري) veya “Dünya leştir, taliplileri de köpeklerdir” (الدنيا جيفة وطلابها كلاب) gibi hadis usûlü açısından mevzu (uydurma) kabul edilen rivayetler de kullanılmıştır.
• Aliya İzzetbegoviç’in Gizli Faaliyetleri: Merhum Aliya İzzetbegoviç ve Dr. Fatih Ali Hasaneyn, 1960’lı ve 70’li yıllarda Yugoslavya’da İslâmî şuuru canlı tutmak için gizli bir teşkilatlanma ile Muhammed Hamidullah’ın İslâm’a Giriş ve Seyyid Kutub’un Din Budur gibi temel eserlerini Boşnakçaya tercüme ettirmiş ve gizlice dağıtmıştır . Bu faaliyetlerin, gençler arasında camiye devamı artırmada mühim bir tesiri olduğu tesbit edilmiştir.
• İşkodralı Lutfi Paşa’nın Kelâmî Duruşu: Lutfi Paşa, Tenbîhü’l-Âkılîn adlı eserinde Allah’ın sıfatları ve müteşâbihât meselesine değinmiş; bila keyf (keyfiyetsiz) imanı esas alan, te’vili (yorumu) reddeden ve haberî sıfatları ispat eden Selefî bir yaklaşım sergilemiştir.
• Hasan Kâfi Akhisârî’nin Siyaset Tenkidi: Bosnalı âlim Hasan Kâfi, Osmanlı idaresindeki bozulmanın sebeplerini; adaletten uzaklaşma, ehil olmayanlara vazife verme (liyâkatsizlik), meşvereti (istişareyi) terk etme ve rüşvet olarak tesbit etmiştir.
• Tanzimat’a Muhalefet: Hilmi b. Hüseyin Bosnevî, gayr-i müslimlerin Meclis-i Meb‘ûsân’a dâhil edilmesine şiddetle karşı çıkmış, bu durumu savunan bir kazaskere reddiye yazmış ve bu uygulamanın şeriata aykırı olduğunu savunmuştur.
• Alfabe Münakaşaları: Manastır Müftüsü Recep Efendi, II. Meşrutiyet devrindeki Arnavutça alfabe münakaşalarında mühim bir rol oynamıştır. Latin alfabesini savunanlara karşı, Müslüman ve Osmanlı kimliğinin muhafazası için Arnavutçanın Arap harfleriyle yazılması gerektiğini müdafaa etmiştir.
• Filibeli Ahmed Hilmi’nin Batı Tenkidi: Filibeli, Batı’yı “maddî medeniyet” ve “manevî medeniyet” olarak ikiye ayırmıştır. Batı’nın fende ve sanayide terakki ettiğini kabul etmekle birlikte, manevî medeniyetinin “tarihte misli görülmemiş bir alçaklık” derecesine düştüğünü (sukut ettiğini) savunmuştur.
• Ömer Lütfi Barkan’ın Para Vakfı Tezi: Kitaptaki bir tebliğ, Edirneli âlim Ömer Lütfi Barkan’ın mühim bir iddiasını tahlil eder. Barkan’a göre, Osmanlı’daki para vakıfları (nakit para ile kurulan vakıflar), esasen “şer’î hile” (hukuki kurgu) yoluyla işletilen ve faiz geliri temin eden müesseselerdi .
• Medresetü’n-Nüvvâb ve Tefsir Anlayışı: Bulgaristan’daki Nüvvâb medresesinin mühim hocalarından Yusuf Ziyaeddin Ersal, Muhammed Abduh’un tefsir anlayışından etkilenmiştir. Toplumun içinde bulunduğu buhranlara çare bulmak maksadıyla Kur’ân’ın içtimaî ve ahlâkî mesajlarına odaklanan bir tefsir yaklaşımı benimsemiştir.
• Yahya Kemal ve Üsküp: Yahya Kemal’in şiir ve düşünce dünyasının kökleri Balkanlar’dadır. Üsküp’ü “Şârdağı’nda devamıydı Bursa’nın” diyerek, onu saf bir Türk şehri ve Anadolu’nun Rumeli’deki manevi bir uzantısı olarak görmüştür.
• Yûnus Emre’nin İzleri: Makedonya Üsküp Millî Kütüphanesi’ndeki cönklerde (halk el yazması mecmualar) Yûnus Emre’ye ait çok sayıda şiirin bulunması, onun manevi tesirinin Balkanlar’daki derinliğini göstermektedir .
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Kitaptaki farklı tebliğlerden, müelliflerin temel tesbitlerini gösteren bazı vurucu noktalar şunlardır:
Hasan Kâfi Akhisârî’nin Siyaset Tenkidi (M. N. Yılmaz’ın tebliğinden):
“…bozulmanın nedenlerini adalette ihmal ve gevşeklik, yönetimde bozulma, görevleri ehline vermemek, tedbir ve görüş sahipleriyle istişareyi ihmal ve terk etmek… rüşvet almak olarak açıklamaktadır.”
Aliya İzzetbegoviç’in Gayesi (Ali Cançelik’in tebliğinden):
“Aliya, görüşmelerinde Bosna için maddi destek istemediklerini, amaçlarının İslâmî şuur verecek eserlerin temini ve gençlere ulaştırılmasını sağlamak olduğunu belirtmiştir.”
Filibeli Ahmed Hilmi’nin Batı Algısı (Ahmet Dağ’ın tebliğinden):
“Avrupa kavimlerinin bugün ulaştıkları sanayi seviyesi her mütefekkiri hayran edecek bir azamettedir. Lakin manevî medeniyetinin sukut ettiği zillet derecesi tarihte misli görülmemiş bir alçaklıktır.”
Filibeli Ahmed Hilmi’nin Şiî-Sünnî Tahlili (K. Ünlüsoy’un tebliğinden):
“Her kim ki, Ehl-i Sünnet’tir, zorunlu olarak Ali’nin şîasıdır. Her kim ki, Ali’ye mensuptur, zorunlu olarak Ehl-i Sünnettir.”
Hilmi b. Hüseyin Bosnevî’nin Meclis Tepkisi (E. N. Dinç’in tebliğinden):
“[Kazasker] ‘Bu mecliste yahudi ile hristiyanın bizimle birlikte oturması gerekir… onlar da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmetindendir.’ Onun bu sözünü duyduğum zaman ‘Bana bu kazaskerin sözünü reddetmek gerekli oldu.’ dedim.”
Yahya Kemal’in Balkanlar Tasviri (H. Ö. Özden’in tebliğinden):
“Üsküp ki Şârdağı’nda devamıydı Bursa’nın.
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş, temiz kanın.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar (Eserde Kullanılan)
Kitaptaki müellifler, tezlerini ispatlamak için çok geniş ve çeşitli birincil kaynaklara müracaat etmişlerdir. Bu kaynaklar, Balkanlar’daki İslâmî ilim mirasının ne kadar zengin olduğunu göstermektedir:
• Tefsir ve Kelâm Kaynakları: Envâru’t-Tenzîl (Beyzâvî) , Rûhu’l-Beyân (İsmail Hakkı Bursevî) , el-Fıkhü’l-ekber (Ebû Hanife).
• Hadis Kaynakları: Sahîh-i Buhârî , el-Câmiu’s-Sagîr (Süyûtî) , Kırk Hadis Şerhleri (İşkodralı Lutfi Paşa, Derviş Ali el-Bosnevî).
• Tasavvuf ve Menâkıbnâmeler: Velâyetnâme-i Otman Baba , Usûlu’l-Fakr Risalesi (Sofyalı Bâli Efendi) , Avârifü’l-maârif (Sühreverdî).
• Tarih ve Siyasetnâmeler: Tâcü’t-Tevârih (Hoca Sadeddin) , Tevârih-i Al-i Osman (Aşıkpaşaoğlu) , Kitab-ı Cihan-Nüma (Neşrî).
• Edebî Kaynaklar: Makedonya Millî Kütüphanesi’ndeki Cönkler , Divan (Sulejman Tabaković) , Divan (Hasan Kāimî).
• Modern Kaynaklar ve Hatıratlar: Bilinmeyen Aliya ve Drina Köprüsü Hatıralarım (Fatih Ali Hasaneyn).
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler (Deliller): Bu kitaptaki tebliğlerin ortaya koyduğu “şahitler” (deliller), Balkan âlimlerinin bizzat kaleme aldıkları eserlerdir. Bu eserler; tefsirler, şerhler, risaleler, divanlar, velâyetnâmeler ve cönklerdir. Kitap, bu birincil delilleri tahlil etmektedir.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Balkanlar, Osmanlı-İslâm medeniyetinin bir “kenarı” veya “serhaddi” değil, bilakis İstanbul, Bursa, Konya gibi şehirlerle eşdeğer bir “ilim merkezi” (merkez-i ilim) olmuştur.
• Bölgedeki İslâmlaşma, hem zahirî (fetih ve idare) hem de bâtınî (irşad ve tasavvuf) yollarla, çok katmanlı bir şekilde gerçekleşmiştir.
• Balkan mütefekkirleri, klasik dönemde İslâmî ilimlerin zirvesinde yer almış (Hasan Kâfi, İşkodralı Lutfi Paşa), modern dönemde ise İslâm dünyasının karşılaştığı en çetin fikrî münakaşalara (Batılılaşma, milliyetçilik, alfabe, İslâm birliği) yön vermişlerdir (Filibeli, Recep Efendi, Yusuf Ziyaeddin Ersal).
• Aliya İzzetbegoviç gibi çağdaş şahsiyetler bile, bu köklü İslâmî ilim geleneğinin bir devamı olarak, 20. asırda komünizm altında dahi entelektüel irşad faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Özet Notu ve Nihai Değerlendirme
“Balkanlar ve İslâm” sempozyumunun bu üçüncü cildi, Balkan coğrafyasının İslâm medeniyeti tarihindeki derûnî ve entelektüel rolünü ortaya koyan bir başvuru eseridir. Kitap, bölge tarihini sadece siyasi ve askeri hâdiselere indirgeyen sığ bakış açısını reddederek, Balkanlar’ın fetihten modern döneme kadar ne denli zengin bir âlim, mütefekkir ve mutasavvıf hazinesine ev sahipliği yaptığını ispatlamaktadır.
Eserin bütünü, Balkanlar’daki İslâmî mirasın ne kadar köklü olduğunu; tefsirden siyasete, tasavvuftan edebiyata kadar her sahada nasıl orijinal ve derinlikli bir birikim oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Kitapta tahlil edilen âlimler ve eserleri, Balkanlar’ın “kaybedilmiş bir vatan” olmasının ötesinde, bugünkü Anadolu İslâm düşüncesini dahi beslemeye devam eden “kurucu bir kaynak” olduğunu göstermektedir.

Mustafa Nushî ve Manzum Kırk Hadis Tercümesi
Bu eser, bir kitap değil, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde Dr. Öğr. Üyesi Kübra Yılmaz tarafından neşredilmiş bir makaledir. Makale, Mustafa Nushî isimli bir müellifin “Terceme-i hadîs-i erba’în” (Kırk Hadis Tercümesi) isimli yazma eserini incelemektedir.
Aşağıda, suallerinize nizamlı bir şekilde cevapları ve makaleden elde edilen mühim tesbitleri arz ediyorum:
1. Eser Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu çalışma, esasen iki ayrı eseri tahlil etmemizi gerektirir: (A) Sizin temin ettiğiniz Kübra Yılmaz’ın makalesi ve (B) Makalenin mevzusu olan Mustafa Nushî’nin eseri.
A. Kübra Yılmaz’ın Makalesi (Temin Ettiğiniz PDF):
• Adı: “Mustafa Nushî ve Manzum Kırk Hadis Tercümesi”.
• Müellifi: Dr. Öğr. Üyesi Kübra Yılmaz (Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi).
• Neşir Yeri: Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
• Maksadı: Türk-İslâm edebiyatındaki “kırk hadis” geleneğine dikkat çekmek , bu geleneğe ait Mustafa Nushî’nin manzum bir eserini tanıtmak, müellifi hakkında malûmat vermek ve eserin şeklî (biçimsel) ve muhtevî (içeriksel) hususiyetlerini tahlil etmektir. Çalışmanın sonunda eserin tam metni de neşredilmiştir.
B. Mustafa Nushî’nin Eseri (Makalenin Mevzusu):
• Adı: Eserin metninde bir isim geçmemekle birlikte , ketebe (bitiş) kaydında “Temme’l-hadîsü’l-erba’în” (Kırk Hadis tamamlandı) ifadesi yer almaktadır. Makale yazarı bu esere “Terceme-i hadîs-i erba’în” adını vermiştir.
• Nüshası: Eserin bilinen tek nüshası Kayseri Raşid Efendi Kütüphanesi’nde (Eki 196 numaralı mecmuanın 7. risalesi) bulunmaktadır.
• Yazı Şekli: Nesih hatla yazılmıştır.
• Yapısı: Eser, manzum (şiir) ve mensur (düzyazı) karışık bir dîbâce (önsöz) ile başlamakta ve ardından 40 adet hadis-i şerifin kıtalar halinde manzum tercümesini ihtiva etmektedir.
• Muhtevası: Eser, 5 ana başlık içermektedir. Kahir ekseriyetini (büyük çoğunluğunu) ibadet konuları teşkil eder. Başlıca konular; abdest, namaz, Hz. Peygamber’e salât ve selâm , zekât, oruç, hac ve Kur’an’ın faziletleridir.
2. Eserin Vermek İstediği Mesajlar
Makalenin (Kübra Yılmaz’ın çalışmasının) ve mevzu edindiği Nushî’nin eserinin temel mesajları şunlardır:
• Kırk Hadis Geleneğinin Ehemmiyeti: Kırk hadis derleme, ezberleme ve muhafaza etmenin faziletine dair rivâyetler , İslâm ulema ve şuarasını (şairlerini) bu türde pek çok eser vermeye teşvik etmiştir. Bu türe, diğer edebî türlere nispeten daha fazla teveccüh gösterilmiştir.
• Didaktik Gaye (Öğreticilik): Nushî’nin eseri ve benzeri manzum tercümeler, hadislerin daha kolay anlaşılması, ezberlenmesi ve halk arasında yaygınlaşmasına katkı sağlama amacı gütmektedir. Nazmın (şiirin) tercih edilmesi, bilhassa ezberde kolaylık ve akılda kalıcılık sağlamak gibi didaktik gayelere matuftur.
• Tercümede Üslûp: Nushî, hadisleri tercüme ederken sadece metne bağlı kalmamış , bazen asıl metinde olmayan ilaveler ve şahsî yorumlar eklemiştir. Bu durum, dinî metin tercümelerindeki öğreticilik gayesinin bir neticesidir.
• Keşfedilmeyi Bekleyen Miras: Makale, kütüphanelerde hâlâ gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok kırk hadis metninin bulunduğunu vurgulamaktadır.
3. Eserde Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Kübra Yılmaz’ın makalesinde ortaya konan temel tesbitler şunlardır:
• Müellifin Kimliği: Eserin müellifi, dîbâcede (önsözde) kendisini “Mustafa bin eş-Şeyh Mahmüd” olarak tanıtan ve “irfan sahibi dostlar arasında ‘Nushî’ ismiyle/mahlasıyla bilindiğini” belirten bir zâttır.
• Müellif Hakkındaki Belirsizlik: Biyografik ve bibliyografik kaynaklarda bu isimde bir müellif tesbit edilememiştir.
• Muhtemel Kimlik (Bir İhtimal): Makale yazarı, Nushî’nin kimliğine dair bir ihtimal üzerinde durur:
• Devlet Arşivleri’nde bulunan H. 1178/M. 1764 tarihli bir evrakta, Filibe’de (bugünkü Plovdiv) Şehabeddin Paşa Camii vâizi olan “Nushî Mustafa Efendi” isminde bir âlimden bahsedilmektedir.
• Ayrıca, H. 1163 (1749) tarihinde Filibe’de yaşanan bir depremi anlatan altı beyitlik bir manzumenin şairi de “Nushî Efendi”dir.
• Makale yazarı, bu iki Nushî’nin aynı kişi olduğu ve kırk hadis müellifinin de “bir ihtiyat kaydıyla birlikte” bu zât olabileceği iddiasında bulunmaktadır.
• Telif Tarihi: Eserde telif veya istinsah tarihi bulunmamaktadır. Ancak dîbâcede Yavuz Sultan Selim’e (ö. 1520) ait Farsça beyitler iktibas edildiğinden , eserin “her halükarda XVI. asrın başından veya ilk çeyreğinden sonraki bir tarihte” yazıldığı kesindir. Eğer müellif Filibeli Nushî ise, eser 18. yüzyıla ait olmalıdır.
• Nushî’nin Hedef Kitlesi: Nushî, eseri “hadisleri sözlüğe başvurmaksızın okumayı ve mânâlarına kolayca vakıf olmayı temenni eden tâlipler” için hazırladığını belirtir. “Tâlib” lafzı, eserin “öğrenci” muhatap kitlesi için hazırlandığını göstermektedir.
• Hadislerin Kaynakları:
• Nushî, tercüme ettiği 40 hadisin kaynaklarını belirtmemiştir.
• Ancak dîbâce kısmında, kırk hadis derlemenin faziletine dair rivâyetleri sıralarken bazı râvî (Ebû Derdâ , İbn Asâkir ) ve eser (İbn Adî’nin Kâmil’i ) isimleri zikretmiştir.
• Makale yazarı (K. Yılmaz), 40 rivâyetin kaynaklarını tesbit etmiştir: 12’si Kütüb-i sitte’de, 3’ü benzer lafızlarla Kütüb-i sitte’de geçmektedir. Diğerleri Ahmed b. Hanbel, Suyûtî, Taberânî, Beyhakî gibi muteber kaynaklardadır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibas)
Makalede, hem kırk hadis türünün ehemmiyetini hem de Nushî’nin üslûbunu vurgulayan bazı vurucu tesbitler şunlardır:
* “Kırk hadis literatürüne ait bu eserlerin yazımına Hz. Muhammed hakkında teşekkül etmiş diğer bazı edebî türlere nispeten daha fazla teveccüh gösterilmiştir.” * “Tespit edilebilenlerin ötesinde kütüphanelerde gün yüzüne çıkmayı bekleyen kırk hadis metinlerinin bulunduğu da düşünülmektedir.” * (Nushî’nin üslûbuna dair): “Hadisin mânâsının birkaç mısrada verilmesi ve kalan mısraların, mütercimin ilgili hadis hakkındaki yorumlarına ayrılması tabii bir durum olsa da… hadisin mânâsıyla doğrudan ilişkili olmayan izahlara girişilmesi Nushî’nin tercüme usûlü açısından dikkat çekicidir.” * (Nushî’nin abdestle ilgili bir hadis tercümesine “münkir olan vudû’yı kâfir olur” eklemesi üzerine): “Buradaki ‘kâfir’ ibaresinin hakikati örten manasına kullanıldığı ve kıtaya Nushî’nin tercüme tercihi sebebiyle eklendiği düşünülmektedir.” * (Makalenin Nushî hakkındaki nihaî üslûp kararı): “Nushî’nin eseri bir yönüyle kelime kelime çeviri usûlü takip etmesi sebebiyle sadık tercümelerden kabul edilebilecekken diğer yandan asıl anlamın yanı sıra yapılan diğer serbest eklemelerle sadık tercüme ifadesinin bir miktar uzağına düşmektedir.” * (Manzum tercümenin gayesi): “…ezberde kolaylık sağlaması ve akılda kalıcı olması gibi didaktik gayelere matuf hadis derlemeleri/tercümelerinde nazmın tercih edildiği bilinmektedir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Makale yazarı Kübra Yılmaz, Mustafa Nushî’nin eserini ve devrini tahlil ederken pek çok temel kaynağa müracaat etmiştir. Bunlar:
• Ana Kaynak (Yazma Eser): Mustafa Nushî, Terceme-i hadîs-i erba’în (Kayseri Raşid Efendi Kütüphanesi, Eki, 196/7).
• Arşiv Belgesi: Osmanlı Arşivi (BOA), AE SMST. III, yer bilgisi: 160-12599, (Filibeli Nushî Efendi hakkında).
• Hadis Külliyatları: Müsnedü el-İmâm Ahmed b. Hanbel , Beyhakî (Şu’abü’l-îmân ), Buhârî (el-Câmi’u’ş-şahîh ), Ebû Dâvûd (Sünen ), Müslim (el-Müsnedü’s-Sahih ), Tirmizî (Sünen ), İbn Mâce (Sünen ), Suyûtî (Câmi’u’l-ehâdîs ), Taberânî (Mu’cemleri ), İbn Hibbân (Sahih ) ve İbn Ebû Şeybe (Musannef ) gibi temel hadis me’hazları.
• Edebî Metinler: Yavuz Sultan Selim’in Farsça Dîvânı ve Selmân-ı Sâvecî’nin Dîvânı (Nushî’nin iktibas yaptığı eserler).
• Akademik Literatür: Yaşar Kandemir’in “Kırk hadis” maddesi (TDV İslâm Ansiklopedisi) ve Nurgül Sucu’nun “Eski Türk Edebiyatında Tercüme Geleneği” gibi makaleler.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Makalede, müellif ve eser hakkındaki tesbitleri desteklemek için kullanılan deliller (şahitler) ve bunlardan varılan neticeler şöyledir:
• Şahit 1: Eserin Ketebe Kaydı (Bitiş Notu): Eserin sonunda yer alan “Temme’l-hadīşü’l-erba inü cāmi uhū ve nāzımuhū Mustafa bin eş-Şeyh Mahmūd el- Arif bi-Nushi Efendi…” kaydı, müellifin adını, babasının adını ve mahlasını net olarak isbatlamaktadır.
• Şahit 2: Dîbâcedeki İktibaslar: Nushî’nin Yavuz Sultan Selim , İmâm Şâfiî ve Fahreddîn-i Irâkî gibi zâtlardan manzum iktibaslar yapması, onun hem Farsça ve Arapçaya vâkıf hem de geniş bir ilmî müktesebata sahip olduğunu göstermektedir.
• Şahit 3: Arşiv Belgesi ve Deprem Manzumesi: 1764 tarihli BOA vesikası ile 1749 tarihli deprem manzumesi , Nushî’nin 18. yüzyılda Filibe’de yaşamış bir âlim (müftü ve vaiz) olabileceğine dair kuvvetli bir karine (delil) teşkil etmektedir.
• Şahit 4: Tercüme Üslûbu: Nushî’nin hadis tercümelerine yaptığı ilaveler (mesela sabah ve yatsı namazlarıyla ilgili hadis tercümesine eklediği “Nifakı kabül itme it ihtimām / Ki īmān (u) İslam’un ekmel olur” beyti ), eserin salt bir tercüme olmadığını, aynı zamanda bir nasihat ve irşad metni olduğunu göstermektedir.
Çıkarılacak Sonuçlar:
• Mustafa Nushî’nin Terceme-i hadîs-i erba’îni, manzum kırk hadis literatürünün muhteva ve kaynak çeşitliliği bakımından dikkat çeken bir örneğidir.
• Müellifin üslûbu, dinî-edebî metinlerin tercümesinde sıkça görülen “hikemî üslûp” (hikmetli ve öğretici tarz) ve okura fayda sağlama gayesini ön planda tutmaktadır.
• Nushî’nin eseri, “aslına halel getirme endişesi” ile “kelime kelime çeviri” arasında gidip gelen, ancak “didaktiğin/talîmî üslûbun” ağır bastığı, yer yer “serbest eklemeler” içeren bir tercüme metoduna sahiptir.
7. Genel Yönleri, Önemli Noktaları (İktibas) ile Sonuç ve Özet Notu
Talebiminiz bu son kısmı için, makalenin genel bir hülasasını ve nihaî neticesini iktibaslarla sunuyorum:
Genel Yönler ve Önemli Noktalar:
Bu makale, İslâmî Türk edebiyatının en velût (verimli) türlerinden olan kırk hadis sahasında, şimdiye kadar üzerinde durulmamış bir müellifi (Mustafa Nushî) ve onun manzum eserini ilim âlemine tanıtmaktadır. Eserin ehemmiyeti, sadece 40 hadisi nazmen tercüme etmesinden değil, müellifinin bu tercümeleri yaparken kullandığı üslûptan kaynaklanmaktadır.
Nushî, eseri “tâlibler” (öğrenciler) için bir ders kitabı hüviyetinde hazırlamıştır. Hadis metnine (Arapça) yer verdikten sonra, onu iki beyitlik bir kıta ile (Türkçe) tercüme etmiştir. Ancak bu tercümeler, modern tercüme anlayışından farklıdır. Makalenin tesbit ettiği üzere Nushî, bazen hadisin mânâsını ilk beyitte tamamlamakta , ikinci beyitte ise mevzuyla alâkalı kendi nasihatini veya ilave bir bilgiyi eklemektedir.
Özet Notu:
Mustafa Nushî’nin eseri, “ibadet” ağırlıklı bir muhtevaya sahip olup , müellifinin kimliği muhtemelen 18. yüzyılda yaşamış Filibeli bir âlime dayanmaktadır. Eserin dîbâcesi (önsözü), müellifin inşa (nesir) konusundaki maharetini , secî (düzyazı kafiyesi) denemelerini ve âyet-hadis iktibaslarıyla zenginleşen âhenkli üslûbunu göstermesi bakımından kıymetlidir. Manzum tercümelerde ise dil, “neredeyse ikinci bir tercümeye ihtiyaç duyulacak denli Arapçadır”. Makale yazarı bunun sebebini, “dinî metinlerin tercümesinde yaşanan titiz tedirginlikte” ve “aslına halel getirme endişesinde” aramaktadır.
Sonuç (Makalenin Nihaî Kararı):
Makale, bu tür metinlerin sadece neşredilmesinin kâfi olmadığını, daha teferruatlı tahlillere muhtaç olduğunu belirterek şu nihaî sonuca varmaktadır:
“Manzum olsun mensur olsun kırk hadis derleme ve tercümelerinin nihai amacı hadislerin anlaşılmasına ve yaygınlaşmasına katkı sağlamaktır. Bununla birlikte ezberde kolaylık sağlaması ve akılda kalıcı olması gibi didaktik gayelere matuf hadis derlemeleri/tercümelerinde nazmın tercih edildiği bilinmektedir. Sınırları belirli bu çalışma neticesinde dinî, edebî, talîmî ve toplumsal pek çok yönü bulunan kırk hadis türü metinlerin neşrinin yanı sıra teferruatlı metin tetkiklerine muhtaç olduğu kanaatine varılmıştır.”

Müellifi Tahsin Yazıcı olan “KORE Birinci Türk Tugayında HATIRALARIM” isimli eseri.

📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: KORE Birinci Türk Tugayında HATIRALARIM.
• Müellifi: Tahsin Yazıcı. Müellif, Kore’ye giden Birinci Türk Tugayı’nın kumandanıdır.
• Basım Yılı: Kitabın 1963 senesinde basıldığı belirtilmektedir.
• İthaf: Eser, “Kore şehitlerine ithaf edilmiştir”.
• Yazılış Gayesi: Müellif, muhtelif mesleklerden birçok vatandaşın arzu ve teşviklerine uyarak bu hatıratı kaleme almaya başladığını , ancak araya giren bazı hadiseler sebebiyle altı senelik bir gecikme yaşandığını ifade etmektedir.
• Muhtevası: Kitap, Kore hakkında bazı temel bilgileri (tarih, arazi, iklim) , harb dolayısıyla cereyan eden hadiseleri , Tugay’ın teşkilini, hareket ve muharebelerini ve muharebeler dışındaki resmi ve hususi olayları ihtiva etmektedir.
• Kaynak Esası: Müellif, bu eseri hazırlarken Tugay’ın görüş ve anlayışına, harp ceridesine, bazı vesikalara ve hadiselerin içinde yaşamış “serinkanlı, anlayışlı bazı arkadaşların görüşlerine dayanan ifadelerinden ve verdikleri rapor ve notlardan” faydalandığını belirtmektedir.

🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Tahsin Yazıcı’nın hatıratı, askeri bir anlatının ötesinde, siyasi, milli ve insani mesajlar vermektedir:
• Komünizmle Mücadele Zarureti: Kitabın “Giriş” bölümü, İkinci Cihan Harbi sonrası dünyayı “demokrasi ve komünizm” olarak iki zıt kutba ayırmaktadır. Kore Harbi, “Demokrasi Komünizm Cepheleri arasında bir harb oyunu” olarak tasvir edilir. Müellife göre bu harb, komünizmin “haris ve zulümkâr ruh ve zihniyetle” yayılmasına karşı Birleşmiş Milletler’in (B.M.) aldığı zaruri bir tedbirdir.
• Milli Vazife ŞUURU: Eser, Türk askerinin bu harbe katılımını, vatan sathından binlerce mil uzakta dahi olsa, bir milli vazife olarak gördüğünü vurgular. Amerikalı bir muhabirin “Ne için memnunsunuz?” sualine bir askerin verdiği şu cevap bu mesajı özetler:
“Dünya sülhunu ve uzaktan vatanımızın hudutlarını kötü niyetli düşmanlara karşı korumaya gideceğimiz için memnunluk, yalnız memnunluk değil, gurur da duyuyoruz!”
• Türk Askerinin Fedakârlığı ve Kahramanlığı: Müellif, isim zikretmekten ziyade birlik adlarını kullanmayı tercih ettiğini, zira “O birlikler içinde sessiz, iddiasız bir çok kahramanlar vardı” diyerek, isimsiz kahramanların fedakârlığını ön plana çıkarır. Gönüllü giden bir subayın mektubundaki “sancağımıza takılacak madalyanın kurdelåsındaki rengi kanımla boyamak istiyorum” ifadesi, bu fedakârlık ruhunu gösterir.
• Uluslararası Taahhütlere Sadakat: Kitap, Türkiye’nin harbe katılma kararının, B.M. Anayasası’na ve kolektif müdafaa anlayışına dayandığını kuvvetle savunur. Bu, Türkiye’nin “dünya sülhunu muhafaza” hususundaki samimiyetinin bir isbatıdır.
📋 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Kore Harbi’ne giden süreci ve Tugay’ın hazırlıklarını vesikalara dayanarak anlatmaktadır.
Bilgiler ve Tesbitler
• Siyasi Arka Plan: Müellif, harbin görünürde “kardeşler harbi” şeklinde başladığını ancak esasen “komünist direktörlerinin aktörleri” olan Kuzeylilerin bir tecavüzü olduğunu tesbit eder.
• Tugayın Teşekkülü: Tugay’ın 5 Ağustos 1950 tarihli emirle kurulduğu , piyade alayı, topçu taburu, istihkâm, uçaksavar, sıhhiye gibi muhtelif birliklerden teşekkül ettiği ve mevcudunun 5.000 civarında olduğu belirtilir.
• Propaganda Faaliyetleri: Müellif, Tugay’ın Ankara’daki hazırlıkları sırasında menfi bir tesbitini aktarır. Sarıkışla’da asker ailelerinin arasına karışan “bâzı kötü niyetlilerin” , “zehirli propaganda” yaptığını, hatta “Kore’de canlarını vereceklerin şehit sayılmamaları lazım gelir” gibi ifadelerle maneviyatı bozmaya çalıştıklarını ifade eder. Bu sebeple 241. Alay’ı Etimesgut’a nakletmiştir.
• Hükümetin Kararlılığı: Kore’ye asker gönderme kararının T.B.M.M.’de müzakere edilmeden alınmasına yönelik tenkitlere, Başvekil Adnan Menderes’in verdiği cevaplar iktibas edilir. Başvekil, bu kararın bir “harb kararı değil, sülhu koruma teşebbüs ve kararı” olduğunu ve B.M. Anayasası’na iltihakla Meclis’in bu vecaibi hükümete “peşinen emretmiş bulunduğunu” savunmuştur.
• “Üzücü Bir Hadise”: Müellif, İskenderun’da gemiye biniş esnasında yaşanan ve “Türk Amerikan silâh arkadaşlığına karşı… işlenmiş büyük bir ihanetti” olarak nitelediği bir hadiseyi kaydeder. Bir Amerikan albayının, “hoş geldiniz” demek için gemiye çıkan Türk subaylarına hakaret ettiğini , meselenin ancak albayın tüm subayların huzurunda tarziye vermesi (özür dilemesi) ile kapatıldığını anlatır.
İktibas Edilen Belgeler
• B.M. Güvenlik Konseyi Kararları: Kitapta, B.M. Güvenlik Konseyi’nin 25 Haziran ve 27 Haziran 1950 tarihli kararlarının tam metinleri yer alır. Bu kararlar, Kuzey Kore’nin tecavüzünü kınar ve azaları yardıma davet eder.
• Türkiye Hükümeti’nin Cevabı: Hükümetin B.M. Genel Sekreteri Trygvie Lie’ye gönderdiği ve “Türkiye Cumhuriyetinin… deruhte eylemiş bulunduğu taahhütleri… yerine getirmeğe âmâde olduğunu” bildiren 28 Haziran 1950 tarihli telgraf metni.
• “Türk Barışsevenler Cemiyeti” Dilekçesi: Hükümetin kararını “Türk anayasasına, hem de Birleşmiş Milletler anayasasına aykırı” bulan ve Meclis’i fevkalade toplantıya çağıran bu cemiyetin dilekçesi .
• Gönüllü Subay Mektubu: Üsteğmen Sertaç Savim’in, “Yunanlılar tarafından şehit edilmiş bir ananın ve malûl gazi bir subayın oğlu” olduğunu belirterek Tugay’a katılma arzusunu ifade ettiği mektubu .
👥 Şahitler ve Vurgu Yapılan Noktalar
Müellif, Tugay’ın manevi ahvalini ve milletin hissiyatını göstermek için şahitlerin sözlerine ve hatıralara geniş yer vermiştir. En vurucu noktalar şunlardır:
• Amerikalı Gazeteci ve Mehmetçikler: Etimesgut’ta Tugay’ı ziyaret eden bir Amerikalı muhabirin erlerle konuşması aktarılır. Muhabirin “Amerika’yı görerek mi, kese yoldan mı gitmek istersiniz?” sualine bir erin cevabı, vazife şuurunu vurgular:
“Kısa yoldan gitmemiz lâzımdır. Kore’deki silâh arkadaşlarımız belki sıkıntıdadırlar. Onların yardımına çabuk yetişmeliyiz.”
• Çanakkale Gazisi Baba: Oğlu Kore’ye gidecek olan Çanakkale’de bir bacağını kaybetmiş ihtiyar bir gazinin ziyareti anlatılır. Müellif, seferden döndükten bir buçuk sene sonra aynı gaziye rastladığını ve oğlunu sorduğunda şu cevabı aldığını nakleder:
“<<- Orada kalmış, haber ilettiler, maaşını almaya geldim, millet sağ olsun!>>”
• Ulukışla’daki Küçük Kız: Tugay’ı taşıyan tren Ulukışla’da durduğunda , altı yaşlarında bir kız çocuğunun Generale çiçek uzatarak söylediği şu söz, müellifi derinden etkilemiştir:
“Ne olur ölmeden gelin emi…”
• Bayram Namazındaki Hoca: İskenderun’da Kurban Bayramı namazında , sefere çıkan askere cihat ve şehitlikten bahsetmesi beklenirken, imamın “keçiyi ve kurbanlık vasıflarını diline doladığını” belirten müellif, bu durum karşısında “Allahın huzurunda olduğumu bile bile içimden ben de ona okumaktan kendimi alamadım, bu suretle Büyük günah işledim” diyerek o anki teessürünü ifade eder.
📚 Eserin Dayandığı Diğer Kaynaklar
Müellif Tahsin Yazıcı, hatıratını yazarken kendi şahitliğinin yanı sıra, eserin muhtelif bölümlerinde şu kaynaklara atıf yapmıştır:
• Tugay’ın Harp Ceridesi (Savaş Günlüğü)
• Resmi Vesikalar
• Hadiseleri bizzat yaşayan “bazı arkadaşların” Rapor ve Notları
• “1955 senesi resimli Kore Dergisi” (Kore’nin kısa tarihi bölümü için)
• “Kore’de I inci Türk Tugayı” adlı kitap (Yüzbaşı Turan Ergüngör’ün eseri, propaganda hadisesi için iktibas edilmiştir)
• “Sayın albay Celâl Dora nın 1968 senesi ortalarında yayınlanan «Kore Savaşlarında Türkler» adlı kitabı” (Eserin 20. Bölümü, bu kitaptaki bazı pasajlara cevap olarak ayrılmıştır)
Kapanış: Sonuç ve Özet Notu
Tahsin Yazıcı’nın KORE Birinci Türk Tugayında HATIRALARIM adlı eseri, Birinci Türk Tugayı’nın Kore’ye gönderilme kararının siyasi arka planından , Tugay’ın teşkiline , Ankara ve İskenderun’daki hazırlık sürecinden gemi yolculuğuna kadar olan safhaları, bizzat kumandanının şahitliğiyle aktaran birinci elden tarihi bir kaynaktır.
Eser, sadece askeri bir sevk ve idare anlatımı olmayıp, aynı zamanda dönemin ruh halini yansıtan sosyolojik bir vesikadır. Kitap, bir yanda “Barışsevenler Cemiyeti” ve “zehirli propaganda” olarak adlandırılan menfi faaliyetleri kaydederken; diğer yanda Çanakkale gazisi babanın , Ulukışla’daki küçük kızın ve “sancağımızdaki rengi kanımla boyamak istiyorum” diyen gönüllü subayın şahsında tecessüm eden sarsılmaz bir milli fedakârlık ruhunu ortaya koymaktadır.
Müellifin tesbitine göre bu sefer, Türkiye’nin komünizm tehdidine karşı “Demokrasi” safında yer aldığının ve “Birleşmiş Milletler şartına bütün kuvvet ve samimiyetle iştirak” ettiğinin açık bir isbatıdır.

KİTAP ÖZETLERİ -13 KİTAP-
https://t.me/chatgptmakalevideo/7513

Hazırlayan: Mehmet Özçelik
www.tesbitler.com
21/11/2025