İSLAM İNANCINA GÖRE TEVRAT

İSLAM İNANCINA GÖRE TEVRAT

İslam inancına göre Tevrat (Tora), Hz. Musa’ya indirilmiş ilahi bir kitaptır. Ancak İslam alimleri, İncil’de olduğu gibi, mevcut Tevrat nüshalarının da (Ahd-i Atik/Eski Ahit) zamanla tahrif edildiğini, içine insan sözünün, tarihsel yorumların ve mitolojik unsurların karıştığını ifade ederler.
İslam alimlerinin (Mütekellimîn ve Müfessirîn) tesbitlerine göre; mevcut Tevrat’ta yer alan ve İslam’ın esasıyla, akılla, ilimle ve zamanla çatışan temel hususlar şunlardır:

1. İnanç (İtikad) Konusundaki Çatışmalar: Allah Tasavvuru
Mevcut Tevrat’taki en büyük problem, Yaratıcı’nın sıfatları konusundadır. İslam’daki “Tenzih” (Allah’ı noksanlıklardan uzak tutma) ilkesi ile Tevrat’taki anlatımlar taban tabana zıttır.
* İnsan Biçimli Tanrı (Antropomorfizm/Teşbih):
* Çatışma: Tevrat’ın Tekvin (Yaratılış) bölümünde, Allah’ın (haşa) Hz. Yakup ile sabaha kadar güreştiği ve Yakup’un Tanrı’yı yendiği anlatılır (Tekvin, 32:24-30). Yine Allah’ın yorulduğu ve 7. gün dinlendiği (Tekvin, 2:2), pişman olduğu veya üzüldüğü gibi insani zayıflıklar atfedilir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Aklen ve naklen, sonsuz Kudret sahibi olan Yaratıcı yorulmaz, güreşmez ve mağlup olmaz. İslam alimleri bu ifadeleri “Teşbih ve Tecsim” (Allah’ı cisme benzetme) sapkınlığı olarak niteler. Kur’an, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (Şura, 11) ve “O’nu ne bir uyuklama tutar ne de uyku” (Bakara, 255) ayetleriyle bu yanılmaları tashih eder.
* Hz. Harun ve Altın Buzağı:
* Çatışma: Tevrat’ta, Hz. Musa Tur Dağı’ndayken, kardeşi ve peygamber olan Hz. Harun’un İsrailoğullarına altından bir buzağı yapıp taptırdığı iddia edilir (Çıkış, 32:1-6).
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam’da peygamberler “Masum”dur (günahsızdır) ve asla şirk koşmazlar. Bir peygamberin put yapması aklen imkansızdır. Kur’an (Taha Suresi), buzağıyı yapanın “Samiri” adında bir münafık olduğunu, Hz. Harun’un ise buna şiddetle karşı çıktığını haber vererek Hz. Harun’un ismetini (masumiyetini) isbat eder.

2. Peygamberlik ve Ahlak Konusundaki Çatışmalar
Tevrat’ta peygamberlere isnat edilen ve genel ahlakla, faziletle ve peygamberlik vakarıyla asla bağdaşmayan iftiralar mevcuttur.
* Hz. Lut (a.s.) Hakkındaki İftira:
* Çatışma: Tevrat’ta (Tekvin, 19:30-38), Hz. Lut’un (haşa) sarhoş olup kendi öz kızlarıyla zina ettiği ve bu ensest ilişkiden nesillerin türediği iddia edilir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Bu, bir peygambere atılabilecek en korkunç iftiradır. İslam alimleri, bu hikayelerin Yahudilerin komşu kabileleri (Moavlılar ve Ammonlular) aşağılamak için uydurduğu siyasi mitler olduğunu belirtir. Kur’an, Hz. Lut’u “Alemlere üstün kılınan” tertemiz bir peygamber olarak tasvir eder.
* Hz. Süleyman ve Putperestlik:
* Çatışma: Tevrat’ta Hz. Süleyman’ın yaşlılığında hanımlarının etkisiyle putlara taptığı ve imansız gittiği iddia edilir (1. Krallar, 11:4).
* İslam Alimlerinin Cevabı: Kur’an bu iftirayı, “Süleyman kâfir olmadı (büyü yapmadı), fakat şeytanlar kâfir oldu” (Bakara, 102) ayetiyle reddeder. İslam’a göre Süleyman (a.s.) muhteşem bir melik-peygamberdir ve tevhid üzere vefat etmiştir.
* Hz. Davud ve Zina İddiası:
* Çatışma: Tevrat’ta (2. Samuel, 11), Hz. Davud’un komutanının karısı Batşeba ile zina ettiği, sonra kadının kocasını öldürttüğü anlatılır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam alimleri bu kıssayı reddeder. Hz. Davud büyük bir peygamber ve adalet timsalidir. Kur’an’daki (Sad Suresi) “iki davacı” kıssası, Hz. Davud’un bir zellesine (küçük hata) işaret etse de, bu asla zina veya cinayet değildir.

3. Hüküm ve Amel Konusundaki Çatışmalar (Hukuki Çifte Standart)
Tevrat’ın hükümleri, cihan şümul (evrensel) adalet ilkeleriyle değil, ırka dayalı bir hukukla şekillenmiştir.
* Faiz (Riba) Meselesi:
* Çatışma: Tevrat’ta faiz, Yahudinin Yahudiye vermesi yasaklanmış, ancak Yahudi olmayana (Gentile) faizle borç vermek serbest bırakılmıştır. “Yabancıya faizle ödünç verebilirsin, ama kardeşine vermeyeceksin” (Tesniye, 23:20).
* İslam Alimlerinin Cevabı: Bu hüküm, evrensel ahlaka ve adalete aykırıdır. Kötü olan bir fiil (sömürü), herkese karşı kötüdür. İslam’da faiz mutlak olarak haramdır; Müslümana da, gayrimüslime de zulmetmek yasaktır. Bu çifte standart, metnin tahrif edildiğinin ve milliyetçi bir yapıya büründürüldüğünün delilidir.
* Savaş Hukuku ve Soykırım Emirleri:
* Çatışma: Tevrat’ın bazı bölümlerinde, fethedilen şehirlerdeki “nefes alan her şeyin” (kadın, çocuk, bebek, hayvan) kılıçtan geçirilmesi emredilir (Tesniye, 20:16).
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam savaş hukukunda kadınlara, çocuklara, din adamlarına ve ağaçlara dokunulmaz. Bebeklerin katlini emreden bir hüküm, “Rahman ve Rahim” olan Allah’tan gelemez. Bu emirler, İsrailoğullarının tarihsel öfkesinin metne yansımasıdır.

4. Akıl, İlim ve Zamanla Çatışan Hususlar
* Yaratılış Tarihi:
* Çatışma: Tevrat’taki soy kütükleri toplanarak yapılan hesaplamalara göre (Ussher kronolojisi), Adem (a.s.) ile günümüz arasında yaklaşık 6000-7000 yıllık bir süre vardır. Ancak modern jeoloji ve antropoloji, insanlığın ve dünyanın yaşının bundan çok daha eski olduğunu isbat etmiştir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Kur’an, yaratılış için belirli bir tarih (takvim) vermez. “Gün” (yevm) tabirini “devir/çağ” olarak kullanır (Secde Suresi, 4-5). Dolayısıyla İslam, zamanın keşifleriyle ve bilimin bulgularıyla çatışmaz; ancak Tevrat’ın harfi harfine tarihlemesi bilimle uyuşmaz.
* Hz. Nuh’un Gemisi ve Tufan:
* Çatışma: Tevrat’ta Tufan’ın tüm dünyayı kapsadığı ve her tür hayvandan birer çift alındığı anlatılır. Biyolojik çeşitlilik ve coğrafi veriler (örneğin Avustralya’daki endemik türlerin Ortadoğu’ya gelmesi), bunun küresel çapta fiziksel imkansızlığını gösterir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Kur’an’da Tufan’ın “kavimsel” (bölgesel) olabileceğine dair işaretler vardır (“Nuh’u kavmine gönderdik”). İslam alimlerinin bir kısmı (örneğin Elmalılı Hamdi Yazır), tufanın sadece o bölgedeki insanları (çünkü insanlık henüz yayılmamıştı) kapsadığını söyleyerek akli ve ilmi bir izah getirirler.
Ancak ekser İslam alimleri Nuh tufaninin genel olduğunu delilleriyle izah ederler.
Bu konu aşağıda ele alınmıştır.

Özet
İslam alimlerine göre Tevrat; Allah’ı insanlaştıran ifadeleriyle Tevhid inancıyla; peygamberlere iftira atan hikayeleriyle Nübüvvet kurumuyla; çifte standartlı hukuk anlayışıyla adaletle; ve hatalı kronolojisiyle bilimle çatışmaktadır. Kur’an-ı Kerim, “Müheymin” sıfatıyla Tevrat’ın içindeki bu yanılmaları düzeltir, peygamberlerin itibarını iade eder ve Allah’ın şanına yakışır bir “Uluhiyet” inancını yeniden tesis eder.

✧✧

İslam alimlerinin (müfessirler ve kelamcılar) bir kısmı, özellikle son dönemde Tufan’ın “bölgesel” olabileceği görüşünü savunsa da, tarih boyunca Cumhur-u Ulema (alimlerin çoğunluğu), Tufan’ın cihan şümul (evrensel/küresel) olduğu görüşünde birleşmiştir.
Klasik tefsirlerde (Taberi, İbn Kesir, Fahreddin Razi gibi) ve kelam kitaplarında, Tufan’ın bütün yeryüzünü kapladığına dair getirilen naklî (ayete dayalı) ve aklî (mantıksal) deliller şunlardır:

1. “Yeryüzü” (El-Arz) İfadesinin Mutlaklığı
Kur’an-ı Kerim’de Tufan anlatılırken kullanılan ifadeler geneldir.
Hud Suresi 44. ayette “Ey yer (Arz), suyunu yut!” emri verilir. Alimler, buradaki “Arz” kelimesinin, herhangi bir bölgeyle sınırlandırılmadığını (tahsis edilmediğini), “Lâm-ı tarif” (belirlilik takısı) ile bütün yeryüzünü kastettiğini belirtirler. Eğer sadece bir bölge olsaydı, “Ey Mezopotamya toprakları” veya “Ey Nuh’un kavminin olduğu yer” gibi bir kayıt olması gerekirdi derler.

2. Hz. Nuh’un “Yeryüzünde Kâfir Bırakma” Duası
Tufan’ın küresel olduğuna dair en güçlü isbatlardan biri, Hz. Nuh’un şu bedduasıdır:
> “Nuh dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!” (Nuh Suresi, 26)
>
Müfessirlere göre, eğer Tufan bölgesel olsaydı ve dünyanın diğer ucundaki (mesela Amerika veya Asya’nın doğusundaki) kâfirler hayatta kalsaydı, bu dua kabul olmamış sayılırdı. Allah (c.c.) bu duayı kabul ettiğine göre, helakın bütün yeryüzündeki inkarcıları kapsaması gerekir. Bu da suyun her yeri kaplamasını zorunlu kılar.

3. “Adem-i Sani” (İkinci Adem) Olarak Hz. Nuh
İslam düşünce tarihinde ve hadis rivayetlerinde Hz. Nuh, “İkinci Adem” olarak bilinir. Saffat Suresi’ndeki şu ayet bu görüşün temelini oluşturur:
> “Ve onun (Nuh’un) soyunu, (yeryüzünde) baki kalanlar kıldık.” (Saffat Suresi, 77)
>
Bu ayet, Tufan’dan sonra yeryüzünde yaşayan herkesin Hz. Nuh’un soyundan geldiğini ifade eder (Zürriyet-i Nuh). Eğer Tufan bölgesel olsaydı, bölge dışındaki insanların soyları da devam edecekti ve bugünkü insanlık sadece Nuh’un (a.s.) değil, diğerlerinin de torunları olacaktı. Alimler, “baki kalanlar” ifadesinin, insan neslinin sadece gemidekilerden devam ettiğini gösterdiğini savunur.

4. Hayvanların Çiftler Halinde Gemiye Alınması
Akıl ve mantık çerçevesinde değerlendirildiğinde; eğer felaket bölgesel olsaydı, hayvan türlerinin gemiye alınmasına gerek kalmazdı. Hz. Nuh ve inananlar, hayvanları almadan başka bir bölgeye hicret edebilirlerdi. Tufan bitince hayvanlar diğer bölgelerden tekrar o bölgeye gelebilirdi.
Kur’an’ın “Her şeyden (her hayvandan) birer çifti içine koy” (Hud, 40) emri, bu türlerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını gösterir. Bu tehlike ancak felaketin bütün dünyayı, dağların tepelerine kadar kaplamasıyla mümkündür.

5. Dağların Sular Altında Kalması ve Oğlunun Akıbeti
Tufan esnasında Hz. Nuh ile oğlu arasında geçen diyalog, suların yüksekliğini tasvir eder. Oğlu, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” der. Hz. Nuh ise “Bugün Allah’ın emrinden (azabından) koruyacak hiçbir şey yoktur” cevabını verir (Hud, 43).
Alimler der ki: Sular en yüksek dağları bile aştı ki, dağa sığınmak bir kurtuluş olmadı. Eğer bölgesel bir sel olsaydı, dağların zirveleri kurtuluş noktası olurdu. Geminin Cudi Dağı’na (yüksek bir mevkiye) oturması da suların ne kadar yükseldiğinin delilidir.

6. Fosil Kalıntıları ve Jeolojik İzler (Klasik Yorum)
Eski dönem İslam alimlerinin bir kısmı, dağların zirvelerinde bulunan deniz canlılarına ait fosilleri ve deniz kabuklarını, Tufan’ın suyunun oralara kadar çıktığının zahiri bir delili olarak görmüşlerdir. (Modern jeoloji bunu levha hareketleriyle açıklasa da, klasik literatürde bu bir delil olarak kullanılmıştır).

Özet
Tufan’ın küresel olduğunu savunan İslam alimleri; “Arz” kelimesinin bütün dünyayı ifade etmesini, Hz. Nuh’un “yeryüzünde kâfir bırakma” duasını, insanlığın sadece Nuh’un soyundan devam ettiğini bildiren ayeti ve dağların bile sular altında kalmasını temel delil olarak sunarlar. Onlara göre Tufan, küfrün yeryüzünden tamamen temizlenmesi ve insanlığın Hz. Nuh ile “Bismillah” diyerek yeniden, tevhid üzere başlaması için gerçekleşmiş külli bir arınma operasyonudur.
Konuyla İlgili Ayetler ( Meali)
* Hud Suresi, 40. Ayet: “Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup fışkırınca) Nuh’a: ‘Her şeyden (hayvanlardan) ikişer çift, ve aleyhine hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman edenleri gemiye yükle’ dedik…”
* Hud Suresi, 44. Ayet: “Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu’ denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu…”
* Saffat Suresi, 77. Ayet: “Biz, yalnız onun (Nuh’un) soyunu kalıcı kıldık.”
* Kamer Suresi, 11-12. Ayet: “Biz de boşalan su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025

 

 




İSLAM İNANCINA GÖRE İNCİL

İSLAM İNANCINA GÖRE İNCİL

İslam inancına göre, İncil (aslî haliyle) Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilmiş hak bir kitaptır. Ancak İslam alimleri ve Kur’an-ı Kerim, bugün elde bulunan İncillerin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna ve Mektuplar) zamanla “tahrif” edildiğini (değiştirildiğini), içine insan sözünün karıştığını ve aslının kaybolduğunu ifade eder.
Bu açıdan, mevcut İncillerde yer alan ve İslam’ın esasına, akla, ilme ve zamana uymayan temel hususlar ve İslam alimlerinin bunlara verdiği cevaplar şunlardır:

1. İnanç Esaslarındaki Çatışmalar (Akıl ve Tevhid ile Uyuşmazlık)
Mevcut İncillerdeki en temel problem, Allah’ın birliği (Tevhid) ve sıfatları konusundadır.
* Teslis (Üçleme) İnancı:
* Çatışma: Hristiyanlıkta “Baba, Oğul, Kutsal Ruh” adı altında üçlü bir tanrı anlayışı vardır. Aklen 1=3 veya 3=1 olması mantık kurallarına (Tenakuz Kanunu) aykırıdır. Sonsuz ve mutlak olan Yaratıcı’nın, sonlu ve sınırlı parçalara bölünmesi aklen imkansızdır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam alimleri (örneğin İmam Gazali, İbn Hazm), Allah’ın “Vahid” ve “Ehad” olduğunu, doğmadığını ve doğurmadığını isbat ederler. Hz. İsa’nın yemek yemesi, uyuması, acı çekmesi gibi insani halleri, onun ilah olamayacağının en büyük delilidir. Bediüzzaman Said Nursi, bu inancın yanılma olduğunu ve Hristiyanlığın zamanla tevhidden uzaklaşıp putperestlik benzeri bir anlayışa (şirk-i hafi) kaydığını belirtir.
* Hz. İsa’nın Uluhiyeti (Tanrısallığı):
* Çatışma: İncillerde Hz. İsa’ya “Tanrı’nın Oğlu” denilmesi, İslam’daki “O’nun hiçbir dengi yoktur” (İhlas Suresi) ilkesiyle ve biyolojik/mantıksal gerçeklerle çatışır. Bir insanın aynı anda hem yaratıcı hem yaratılan olması mantıksızdır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Alimler, İncil’deki “oğul” ifadesinin mecazi (sevilen kul) manasında kullanılabileceğini, ancak Hristiyanların bunu hakiki manaya çekerek sapıttığını söylerler. Kur’an, Hz. İsa’nın sadece bir peygamber ve kul olduğunu vurgular.
* Aslî Günah ve Kefaret:
* Çatışma: İncil’e göre her doğan çocuk günahkar doğar ve İsa (a.s.) insanların günahına kefaret olarak çarmıhta ölmüştür. Bu, “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez” (İsra, 15) ayetiyle ve adalet ilkesiyle çatışır. Aklen de birinin suçuyla başkasının cezalandırılması zulümdür.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İslam fıtrat dinidir; her çocuk tertemiz doğar. Alimler, bu inancın insanı sorumluluktan kaçırmaya ve ruhban sınıfına muhtaç etmeye yönelik sonradan uydurulmuş bir yanılma olduğunu belirtirler.

2. Amel ve Hüküm Konusundaki Çatışmalar (Şeriatın İlgası)
Mevcut İncillerin özellikle Pavlus’un mektupları bölümünde, Hz. Musa’nın şeriatının (hukukunun) iptal edildiği görülür.
* İman-Amel İlişkisi:
* Çatışma: Pavlus, “İnsan şeriatın gereklerini yaparak değil, imanla aklanır” diyerek ameli (ibadeti, haram-helali) önemsizleştirmiştir. Bu, Hz. İsa’nın “Ben şeriatı yıkmaya değil, tamamlamaya geldim” (Matta 5:17) sözüyle çelişir. İslam’da ise iman ve amel bir bütündür; faaliyetsiz iman noksandır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Rahmetullah El-Hindi gibi alimler, Pavlus’un Hristiyanlığı Romalılar için kolaylaştırmak adına domuz eti yemeği serbest bıraktığını, sünneti yasakladığını ve şeriatı kaldırdığını isbat etmişlerdir. Bu, ilahi bir emir değil, siyasi bir tahriftir.

3. İlim, Tarih ve Akılla Çatışan Hususlar
Mevcut İncil metinlerinde tarihi ve bilimsel hatalar mevcuttur.
* Nesep (Soyağacı) Hatası:
* Çatışma: Matta ve Luka İncillerinde Hz. İsa’nın (aslında Hz. Yusuf’un) soyağacı verilir. İki liste birbirinden tamamen farklıdır. İsimler ve nesil sayıları tutmaz. Bu, matematiksel ve tarihsel bir çelişkidir.
* İslam Alimlerinin Cevabı: İbn Hazm “El-Fisal” adlı eserinde bu çelişkileri tek tek dökerek, “Allah’ın kelamında çelişki olmaz, bu kitapların insan eliyle yazıldığının en büyük delili budur” demiştir.
* Kıyamet Tarihi Yanılgısı:
* Çatışma: İncil’de Hz. İsa’nın, “Burada duranlardan bazıları, İnsanoğlu’nun egemenlik içinde geldiğini görmeden ölümü tatmayacaklar” (Matta 16:28) dediği yazar. Yani kıyametin o nesil ölmeden kopacağı vaat edilmiştir. Ancak aradan 2000 yıl geçmiştir ve kıyamet kopmamıştır. Bu, zamanla ve tarihi gerçekle açıkça çatışır.
* İslam Alimlerinin Cevabı: Bir peygamber yalan söylemeyeceğine göre, bu sözler ya Hz. İsa’ya ait değildir ya da metin tahrif edilmiştir.
* Bilimsel Hatalar:
* Çatışma: İncil’de hardal tanesinin “tohumların en küçüğü” olduğu söylenir (Markos 4:31). Ancak bilimsel olarak hardal tanesinden çok daha küçük tohumlar (orkide tohumu gibi) vardır. Yine yaratılışın tarihiyle ilgili verilen rakamlar (Dünya’nın ömrünün 6000 yıl gibi hesaplanması), modern jeoloji ve kozmoloji ile uyuşmaz.

4. İslam Alimlerinin Genel Cevapları ve Metodolojisi
İslam alimleri (Mütekellimîn), Hristiyan dünyasına karşı reddiyeler yazarken şu metodları kullanmışlardır:
* Tahrif-i Lafzı ve Manevi: İncil’in hem metninin değiştirildiği (lafzî) hem de manasının saptırıldığı (manevi) ortaya konulmuştur.
* İzhar’ul-Hak (Hakkı Ortaya Çıkarma): 19. yüzyılda Hindistanlı alim Rahmetullah El-Hindi, Hristiyan misyonerlere karşı yazdığı “İzhar’ul-Hak” eserinde, İncil’deki binlerce çelişkiyi, kendi kaynaklarını kullanarak çürütmüştür.
* Kur’an’ın Hakemliği: Alimler, Kur’an’ın “Müheymin” (önceki kitapları doğrulayan ve yanlışlarını düzelten) sıfatına vurgu yapar. İncil’de Kur’an ile uyuşan yerler “muhtemelen hak”, çatışan yerler “kesinlikle tahrif”, sükut geçilen yerler ise “tavakkuf” (yorumsuz) alanıdır.
* Risale-i Nur Yaklaşımı: Bediüzzaman, İncil’de Hz. Muhammed’e (s.a.v.) dair müjdelerin (Paraklit) bulunduğunu, ancak papazların bunu gizlediğini belirtir. Ayrıca Hz. İsa’nın “hakiki dini”nin ahir zamanda ortaya çıkacağını ve İslam ile omuz omuza vereceğini müjdeler.

Özet
Mevcut İnciller; Tevhid yerine Teslis’i koyarak akılla; adalet yerine Aslî Günah’ı koyarak vicdanla; nesep ve tarih hatalarıyla zamanla; ve ameli terk etmeyi öğütleyerek İslam’ın şeriatıyla çatışmaktadır. İslam alimleri bu durumu, ilahi vahyin korunmayıp insan sözleriyle karışması (Tahrif) olarak açıklar ve yegane sağlam kaynağın Kur’an-ı Kerim olduğunu isbat ederler.

✧✧

Allâme Rahmetullah El-Hindi’nin (1818-1891) kaleme aldığı “İzhar’ul-Hak” (Hakkın Ortaya Çıkması), Hristiyan misyonerlerin iddialarına karşı İslam tarihinin en kapsamlı, en ilmi ve en yıkıcı reddiyelerinden biri kabul edilir. El-Hindi, bu eserinde sadece Kur’an’a dayanarak değil, bizzat Hristiyanların kendi kaynaklarını (İncil ve Tevrat nüshalarını), tefsirlerini ve tarihlerini kullanarak muazzam bir isbat metodu geliştirmiştir.
Müellif, kitabında “Tenakuzat” (Çelişkiler) başlığı altında yüzlerce örnek sıralamıştır. Bunlardan en çarpıcı, en mantıklı izahı zor ve metnin beşer eliyle tahrif edildiğini gösteren örnekler şunlardır:

1. Hz. İsa’nın (a.s.) Nesebi (Soyağacı) Meselesi
İncil’in ilahi bir kitap olmaktan çıktığının en bariz göstergesi, bizzat Hz. İsa’nın atalarının sayılmasında yapılan hatadır. El-Hindi, Matta ve Luka İncillerini yan yana koyarak şu zıtlığı ortaya çıkarır:
* Matta İncili (1:16): Hz. İsa’nın babası (üvey babası kabul edilen) Yusuf’un, Yakup’un oğlu olduğunu yazar.
* Luka İncili (3:23): Aynı Yusuf’un, Heli’nin oğlu olduğunu yazar.
* El-Hindi’nin Tespiti: Bir kişinin iki biyolojik babası olamaz. Ayrıca Matta, Hz. Davud’dan Hz. İsa’ya kadar 26 kuşak sayarken, Luka 41 kuşak sayar. Aradaki 15 ata ismi tamamen farklıdır. El-Hindi, “Bu bir yanılma değil, açık bir tahriftir; Kutsal Ruh tarafından yazdırılan bir kitapta, peygamberin dedesinin ismi unutulmaz” diyerek bu durumu tenkit eder.

2. Asa (Değnek) Alma Yasağı ve İzni
Hz. İsa’nın havarilerini tebliğ için göreve gönderirken verdiği emirler, iki İncil metninde taban tabana zıttır:
* Markos İncili (6:8): “Yolculuk için yanlarına bir değnekten başka bir şey almamalarını emir verdi.” (Yani değnek almak serbest, hatta emir.)
* Matta İncili (10:10): “…Ne çanta, ne iki mintan, ne çarık, ne de değnek alın.” (Yani değnek almak yasak.)
* Luka İncili (9:3): “Yol için bir şey, ne değnek, ne torba… almayın.” (Burada da yasak.)
* El-Hindi’nin Tesbiti: Bir peygamber aynı anda aynı topluluğa “Yanınıza değnek alın” ve “Yanınıza değnek almayın” demez. Bu durum, metni aktaranların hafızalarındaki zaafı ve metnin ilahi koruma altında olmadığını gösterir.

3. Hz. Süleyman’ın Atları (Rakam Hataları)
Rahmetullah El-Hindi, Eski Ahit (Tevrat ve Zebur bölümleri) içindeki tarih kitaplarında geçen rakamsal hataları da isbat ederek, “Rakamları bile korunamamış bir kitaba itikad bina edilmez” der.
* 1. Krallar (4:26): “Ve Süleyman’ın arabaları için kırk bin (40.000) at ahırı vardı.”
* 2. Tarihler (9:25): “Ve Süleyman’ın atlar ve arabalar için dört bin (4.000) ahırı vardı.”
* El-Hindi’nin Tesbiti: Kutsal metinlerde “sıfır hatası” olmaz. Aradaki fark on kattır. Bu, kâtiplerin istinsah (kopyalama) sırasında dikkatsizlik yaptıklarının ve metnin beşer kelamı olduğunun delilidir.

4. Ahazya’nın Tahta Çıkış Yaşı (Baba-Oğul Paradoksu)
Bu örnek, mantık sınırlarını zorlayan çok net bir tarihi hatadır:
* 2. Krallar (8:26): Ahazya kral olduğu zaman 22 yaşındaydı.
* 2. Tarihler (22:2): Ahazya kral olduğu zaman 42 yaşındaydı.
* El-Hindi’nin Tesbiti: İşin garip tarafı, Ahazya’nın babası Yoram, 40 yaşında ölmüştür (2. Tarihler 21:20). Eğer 2. Tarihler’deki “42 yaşında kral oldu” ifadesi doğru kabul edilirse, Ahazya babasından 2 yaş büyük demektir ki, bu biyolojik olarak imkansızdır. Bu, “Vahiy” değil, tarihçilerin dikkatsiz notlarıdır.

5. Yahuda İskariyot’un Ölümü
Hz. İsa’ya ihanet eden havarinin akıbeti konusunda İnciller farklı tasvirler sunar:
* Matta İncili (27:5): Yahuda, pişman olup paraları tapınağa attı ve gidip kendini astı.
* Resullerin İşleri (1:18): (Luka’nın devamı sayılır) Bu adam (Yahuda), o parayla bir tarla satın aldı, baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü.
* El-Hindi’nin Tesbiti: Biri “intihar etti (asıldı)” diyor, diğeri “düştü ve parçalandı” diyor. Biri parayı “attı” diyor, diğeri “tarla aldı” diyor. Bu iki rivayet birbiriyle telif edilemez.

6. Hırsızların Tavrı
Hz. İsa çarmıha gerildiğinde (Hristiyan inancına göre), yanında iki hırsız daha çarmıha gerilmiştir.
* Matta İncili (27:44): Onunla beraber haça gerilen haydutlar da ona böyle hakaret ettiler (İkisi birden).
* Luka İncili (23:39-40): Asılan suçlulardan biri ona küfretti… Fakat öteki onu azarladı ve Hz. İsa’yı savundu.
* El-Hindi’nin Tesbiti: Matta’ya göre ikisi de düşman, Luka’ya göre biri dost biri düşman. Bu, olayın şahitlerinin hadiseyi net hatırlamadığını, kulaktan dolma bilgilerle yazdıklarını gösterir.
Rahmetullah El-Hindi’nin Metodunun Özeti
Allâme El-Hindi, bu örnekleri verirken şu hikmetli sonucu çıkarır:
“Bir kitapta tek bir yalan veya çelişki bulunsa, o kitabın ‘tamamının’ Allah kelamı olduğu iddiası düşer. Çünkü Allah (cc) unutmaz, yanılmaz ve çelişkiye düşmez. Bu hatalar gösteriyor ki, eldeki kitaplar, Hz. İsa’ya inen asıl İncil değil, sonradan insanlar tarafından yazılmış tarihçe ve biyografi kitaplarıdır.”
O, bu eseriyle Hristiyan dünyasında büyük bir şok etkisi yapmış ve “Kitab-ı Mukaddes Hatasızdır” dogmasını (yanlış inancını) yerle bir etmiştir.

✧✧

Kur’an-ı Kerim, kendinden önceki kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil) için “Müheymin” (gözetleyici, koruyucu, doğrusunu yanlışından ayıran ve düzelten) sıfatını taşır (Maide, 48).
Önceki sohbetimizde Rahmetullah El-Hindi’nin isbat ettiği İncil’deki çelişkiler ve yanılmalar, Kur’an’ın süzgecinden geçerek tashih edilir (düzeltilir). Kur’an, tahrif edilmiş kısımları ayıklar ve hadisenin aslını ve hakikatini insanlığa bildirir.
İşte İncil’deki bozulmuş inançları düzelten ve akılla, ilimle ve tarihle bağdaşmayan noktaları tashih eden ilgili ayetlerden örnekler :

1. Teslis (Üçleme) İnancının Reddi ve Tevhidin İsbatı
Hristiyanlıkta sonradan ortaya çıkan “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” inancı, Allah’ın birliği (Tevhid) esasına aykırıdır. Kur’an, bu yanlış inancı (dogmayı) net bir dille reddeder ve Allah’ın “üç” değil, “tek” olduğunu beyan eder.
> “Andolsun, ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur…”
> (Maide Suresi, 73. Ayet)
>
> “Ey Ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, doğrudan başka bir şey söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberidir… O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. ‘(Tanrı) üçtür’ demeyin, kendi hayrınıza olmak üzere buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır…”
> (Nisa Suresi, 171. Ayet)
>
2. Çarmıh Hadisesinin (Crucifixion) Tarihsel Düzeltmesi
İncillerde Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi, yanındaki hırsızlar ve o andaki olaylar hakkında büyük çelişkiler vardır. Kur’an, bu tarihi karmaşaya son noktayı koyar: Hz. İsa çarmıha gerilmemiştir, öldürülmemiştir; Allah onu kendi katına yükseltmiştir. Çarmıha gerilen kişi başkasıdır (benzeri gösterilmiştir).
> “Bir de ‘Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük’ demelerinden dolayı (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler. Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
> (Nisa Suresi, 157-158. Ayet)
>
3. “Allah’ın Oğlu” İddiasına Cevap ve Beşeriyet Vurgusu
İncil’deki en büyük yanılmalardan biri, Hz. İsa’ya uluhiyet (tanrılık) atfetmektir. Kur’an, Hz. İsa’nın ve annesi Hz. Meryem’in “yemek yiyen” (yani biyolojik ihtiyaçları olan, acıkan, susayan) birer insan olduklarını hatırlatarak, ilah olamayacaklarını mantık yoluyla isbat eder.
> “Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğru bir kadındır. (Nasıl ilâh olabilirler?) İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl da (haktan) çevriliyorlar.”
> (Maide Suresi, 75. Ayet)
>
> “O (İsa), sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.”
> (Zuhruf Suresi, 59. Ayet)
>
4. Kitabın Tahrif Edildiğinin İlanı
Rahmetullah El-Hindi’nin gösterdiği gibi, İncil yazarları kendi sözlerini veya duyduklarını Allah’ın sözü gibi kaydetmişlerdir. Kur’an, bu durumu (elle kitap yazıp Allah’a isnat etmeyi) şiddetle tenkit eder.
> “Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılıkla satmak için ‘Bu Allah katındandır’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onlara! Vay kazandıklarından ötürü onlara!”
> (Bakara Suresi, 79. Ayet)
>
> “Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: ‘Bu Allah katındandır’ derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.”
> (Âl-i İmran Suresi, 78. Ayet)
>
5. Hz. İsa’nın Allah’a Kulluğu ve İtirafı
Hristiyan teolojisi Hz. İsa’yı “Oğul Tanrı” ilan ederken; Kur’an, ahirette Allah ile Hz. İsa arasında geçecek dehşetli bir diyaloğu şimdiden haber verir. Bu ayet, Hz. İsa’nın bu sapkın inançlardan beri (uzak) olduğunu tasvir eder.
> “Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, ‘Beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilah bilin’ diye sen mi dedin?’ buyurduğu zaman o, ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin’ der.”
> (Maide Suresi, 116. Ayet)
>
Özet
Görüldüğü üzere Kur’an-ı Kerim; İncil’in ihtiva ettiği doğruları tasdik etmekle beraber, sonradan eklenen şirk unsurlarını, tarihsel hataları ve mantıksız inançları ayıklamıştır. Kur’an’a göre Hz. İsa; babasız doğan bir mucize, Allah’ın şerefli bir kulu ve peygamberidir. O, ne Allah’ın oğludur ne de çarmıhta ölmüştür. Kur’an, bu cihan şümul hakikatlerle, Hristiyan alemini de aslına ve esasına dönmeye, yani Tevhid’e davet etmektedir.

✧✧

Risale-i Nur Külliyatı, ahir zaman hadiselerine ve dinler tarihine külli bir nazarla bakar. Bediüzzaman Said Nursi (r.a.), Hristiyan alemini toptan reddetmek yerine, onları “Müslüman İseviler” olmaya namzet bir topluluk olarak görür. Özellikle “Küfr-ü Mutlak” (Allah’ı inkar ve anarşizm) tehlikesine karşı, İslamiyet ile Hristiyanlığın hakiki dindarlarının ittifak etmesi gerektiğini isbat eder.
İşte Risale-i Nur’da geçen Hz. İsa, Hristiyanlığın arınması (tasaffi) ve o büyük ittifakın detayları:

DİNSİZLİĞE KARŞI MUKADDES İTTİFAK VE “HAKİKİ İSEVİLİK ”

1. Hristiyanlığın Tasaffisi (Arınması)
Bediüzzaman, Hristiyanlığın mevcut haliyle kalamayacağını, ilim ve hakikatin baskısıyla hurafelerden temizleneceğini müjdeler. Buna “Tasaffi” denir.
* Bulutların Dağılması: Nasıl ki rüzgar bulutları dağıtıp güneşi gösterirse; zamanın ve ilmin uyanışı da Hristiyanlık içindeki “Teslis” (üçleme) ve “Ruhbanlık” gibi yanılmaları (tahrifatı) dağıtacaktır.
* Tevhide Dönüş: Hristiyanlık, aslına ve esasına rücu ederek, “Tevhid” (Allah’ın birliği) inancını kabul edecek ve İslamiyet’e yaklaşacaktır. Bediüzzaman buna “Hakiki İsevilik” namını verir. Bu yeni akım, İslamiyet’in hakikatleriyle omuz omuza verecektir.

2. Büyük Düşman: Tabiatperestlik ve İnkarcılık
Neden ittifak gereklidir? Çünkü karşıdaki düşman, başka bir din değil; “Dinsizlik” cereyanıdır. Bediüzzaman’a göre ahir zamanda materyalizm, tabiatçılık ve felsefi sapkınlıklar birleşerek “Allah’ı inkar” eden dehşetli bir cereyan (Deccalizm/Komünizm/Ateizm) oluşturacaktır.
* İttifakın Zarureti: Bu inkarcı akım o kadar güçlü saldıracaktır ki, ne tek başına İslam alemi ne de Hristiyan dünyası buna mukavemet edemeyebilir. Bu yüzden, aradaki küçük ihtilafları bırakıp, “Allah vardır ve ahiret haktır” diyen herkesin, bu dinsizlik yangınına karşı birleşmesi elzemdir. Bediüzzaman, “Şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir” (Lem’alar) diyerek bu stratejiyi çizer.

3. Hz. İsa’nın Şahs-ı Manevisi ve Nüzulü
Hristiyanlığın arınması ve bu ittifakın liderliği meselesinde Risale-i Nur, Hz. İsa’nın gelişini (Nüzul-i İsa) iki boyutta ele alır:
* Şahs-ı Manevi (Külli Ruh): Hz. İsa’nın nüzulü, öncelikle “Hakiki Hristiyanlık” cereyanının ortaya çıkıp, İslam hakikatleriyle birleşmesidir. Bu manevi şahsiyet, dinsizliği fikren öldürecektir.
* Şahs-ı Cismani: Bediüzzaman, “O şahs-ı maneviyi temsil eden bir şahsın dahi o makama, o vazifeye gelmesi, hikmet-i İlahiyeden uzak değildir” diyerek, Hz. İsa’nın (a.s.) bedenen de dünya yüzüne inebileceğini, ancak bunu herkesin hemen tanıyamayacağını, zamanla ve iman nuruyla tanınacağını belirtir.

4. Kur’an’a Tabi Olan İsa (a.s.)
Risale-i Nur’un en orijinal tesbitlerinden biri şudur: Hz. İsa geldiğinde yeni bir din getirmeyecek, mevcut İncil ile de amel etmeyecektir.
* Müslüman İseviler: Hz. İsa, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şeriatına tabi olacak, Kur’an ile hükmedecektir. Hristiyanlığı hurafelerden temizleyip, İslam’ın “Tevhid” sancağı altına sokacaktır.
* Hakikat Kılıcı: “Dinsizlik cereyanı (Deccal), çok kuvvetli göründüğü bir anda, Hz. İsa’nın şahs-ı manevisinden gelen ve İslamiyet ile birleşen hakikat kılıcıyla o dinsizliği dağıtacaktır.”

Özet: İki Dinin Evliliği
Risale-i Nur’a göre istikbalde; akılla ve ilimle çatışan tahrif edilmiş Hristiyanlık sönecek; yerine vahye dayalı, Kur’an’ı tasdik eden saf bir İsevilik doğacaktır. Bu, bir nevi İslamiyet ile Hristiyanlığın manevi izdivacı (evliliği) gibidir. Müslümanlar ve dindar Hristiyanlar, ortak düşman olan “inançsızlık ve ahlaksızlık” seline karşı külli bir set çekeceklerdir. Bu, “Fecr-i Sadık”ın (gerçek aydınlığın) en büyük müjdesidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




HAKİKAT YOLUNDA BEŞ MEŞALE: İMAN, İHLAS VE BEKA ARAYIŞI

HAKİKAT YOLUNDA BEŞ MEŞALE: İMAN, İHLAS VE BEKA ARAYIŞI


İnsanoğlu, yaratılışının gayesi olan “marifetullah” (Allah’ı bilmek) yolculuğunda, yolunu aydınlatacak meşalelere muhtaçtır. Risale-i Nur Külliyatı, Kur’an-ı Kerim’in cihan şümul mesajını asrın idrakine sunan manevi bir tefsir olarak, bu yolda bizlere rehberlik etmektedir. Paylaşılan beş levha, insanın enesinden sıyrılıp Rabbine yönelişinin, tabiatının zaaflarını aşıp fazilete ulaşmasının reçeteleridir.
1. Levha: İlmin İki Yüzü ve Ruhun Gıdası
> Metin: “İlim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır.” > Kaynak: Risale-i Nur – Barla Lahikası (Mektup 260/214) –
>
İzah ve Araştırma:
İnsan zihni malumata açtır, ancak her bilgi ruhun gıdası değildir. Bediüzzaman burada ilmi tasnif ederken, modern pedagojinin çok ötesinde bir nazar ortaya koyar. Bazı ilimler teknik veya ansiklopediktir; bir kez öğrenildiğinde zihnin arşivinde durur ve ihtiyaç anında çağrılır. Bu, “ilacın” faaliyeti gibidir; hastalık anında lazımdır, sürekli alınmaz.
Ancak “Ulûm-u İmaniye” yani iman ilimleri (Allah’ı, sıfatlarını, ahireti ve varlığın hakikatini bilmek), zihinsel bir arşiv bilgisi değil, “hayati” bir ihtiyaçtır. Nasıl ki beden günde birkaç kez ekmek ve suya muhtaçsa ve “Dün su içmiştim, bugün ihtiyacım yok” diyemiyorsa; ruh da her an tazelenmeye, gaflet tozlarını silmeye muhtaçtır. İman ilmi, insanın kainattaki zıt ve aykırı hadiseler karşısında sarsılmamasını sağlayan manevi bir bağışıklık sistemidir. Bu ilmin tekrarı, malumatfuruşluk değil, ruhun nefes almasıdır. Zira her yeni gün, yeni günahlar ve gaflet perdeleriyle gelir; bu perdeleri yırtacak olan ise her gün tazelenen iman nurudur.
2. Levha: Hizmetin Geniş Dairesi ve Kalbin Sadakati
> Metin: “Risale-i Nur’un dairesi çok geniştir, şakirdleri pek çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez; belki daha içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb ise hem dairede, hem hariçte olamaz. Hem hariçteki irşada hevesli zatlar, Risale-i Nur’un şakirdleriyle meşgul olmamalı.” > Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (28. Lem’a) –
>
İzah ve Araştırma:
Bu ifade, sosyolojik ve psikolojik açıdan bir “cemaat” veya “hizmet” disiplinini tasvir ederken, bireyin derûnî bütünlüğünü korumayı hedefler. Bediüzzaman, hizmet dairesini bir hapishane değil, bir cazibe merkezi olarak çizer. Buradaki incelik şudur: Hakikat mesleği, sayı çokluğuna veya taraftar toplama hırsına dayanmaz.
“Bir kalb hem dairede hem hariçte olamaz” tespiti, insanın dahili dünyasındaki odaklanma problemine işaret eder. İnsan kalbi “tevhid” (birlik) üzerine yaratılmıştır; aynı anda iki zıt kutba, iki farklı metoda, iki ayrı gayeye tam manasıyla bağlanamaz. Bu bir yanılma değil, fıtrat kanunudur. Metin, dışarıya gidenin peşinden koşulmamasını öğütleyerek, hizmetin izzetini korur. Ön plana çıkan şey, kalabalıklar değil, sadakat ve sebattır. Tarih boyunca büyük inkişaflar, kalabalık yığınlar tarafından değil, davasına kalbiyle kilitlenmiş serdengeçtiler tarafından gerçekleştirilmiştir.
3. Levha: Gençlik Hevesatı ve Akıbetin Görünmezliği
> Metin: “Evet, gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür. Âkibeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.” > Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (13. Söz) –
>
İzah ve Araştırma:
Gençlik, insan hayatının en fırtınalı, enerjinin en yüksek olduğu dönemidir. Bediüzzaman, gençlik psikolojisini tahlil ederken “akıl” ile “his” arasındaki savaşa dikkat çeker. Akıl, sonuç odaklıdır; isbat arar ve geleceği (akıbeti) düşünür. Hissiyat (duygular) ise anlıktır; şimdiki zamanın hazzına odaklanır.
“His ve heves kördür” ifadesi, edebi bir mecaz olmaktan öte, psikolojik bir gerçektir. Bir genç, anlık bir öfke veya şehvet ile işlediği bir hatanın, ömür boyu sürecek hapis veya pişmanlık getireceğini o an düşünemez. Çünkü o an, “akıbet” (sonuç) hissin sisli perdesi altında kaybolmuştur. “Bir dirhem hazır lezzet”, anlık küçük bir hazdır; “bir batman (büyük bir ağırlık birimi) lezzet” ise sabrın sonundaki büyük mükafattır (cennet veya dünyevi başarı). Bu vecize, gençleri duygularının esiri olmaktan kurtarıp, hikmetin ve aklın tenkidinden geçmiş kararlar almaya davet eder.
4. Levha: İhlas ve Rıza Eksenli Mücadele
> Metin: “Hüner, RIZA-YI İLAHÎYİ kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “Herkes beni dinlesin” diye vazifeni unutup, vazife-i İlahiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.” > Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (21. Lem’a / İhlas Risalesi) –
>
İzah ve Araştırma:
İslam düşünce tarihinde “İhlas”, amelin ruhu olarak kabul edilir. Bu metin, insanın enesini okşayan “başarılı olma”, “çok takip edilme”, “alkışlanma” gibi zahiri göstergeleri yerle bir eder.
Modern dünyada başarı, nicelikle (sayı, para, takipçi) ölçülürken; Bediüzzaman başarıyı (hüneri), sadece “Allah’ın rızası” olarak tanımlar. Burada çok ince bir sınır çizilir: Tebliğ (anlatmak) kulun faaliyeti, tesir (kalbe kabul ettirmek) Allah’ın takdiridir. Kişi, insanları toplama hırsına kapıldığında, aslında Allah’ın hükümranlık alanına (Rububiyetine) müdahale etmeye çalışmaktadır. Bu, gizli bir şirk ve büyük bir edepsizliktir. Tarihte peygamberlerin dahi “Bizim vazifemiz sadece tebliğdir” diyerek neticeyi Allah’a bıraktıkları görülür. Bu düstur, hizmet eden insanı stresten, riyadan (gösterişten) ve sonuç odaklı tükenmişlikten kurtarır.
5. Levha: Ölümle Yüzleşmek ve Derûnî Tövbe
> Metin: “Ey Rabb-i Rahîm’im ve ey Hâlık-ı Kerim’im! ‘Küllü âtin karîb’ (Her gelecek yakındır) sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim… Cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kâliyle bağırarak derim: El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!” > Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (17. Lem’a / 13. Nota) –
>
İzah ve Araştırma:
Tasavvuf ve İslam hikmetinde “Rabıta-i Mevt” (ölümü düşünmek), kalbi dünyadan soğutup ahirete ısındıran en etkili yöntemdir. Bediüzzaman, Arapça bir kaide olan “Küllü âtin karîb” (Gelecek olan her şey yakındır) hükmünce, zamanı ortadan kaldırır ve kendini şu an ölmüş gibi tasvir eder.
Bu, karamsar bir tablo değil, varoluş bir uyanıştır. Kefeni giymek, tabuta binmek; insanın acziyetini en çıplak haliyle hissetmesidir. “Hacalet” (utanç), günahların ruh üzerinde bıraktığı ağırlıktır. Kişi, henüz ölmeden kendini ölmüş gibi hissederek, o dehşetli yolculukta sığınabileceği tek kapının Allah’ın rahmeti olduğunu idrak eder. Bu yakarış, enaniyetin kırıldığı, ruhun “Hannan” (Çok merhametli) ve “Mennan” (Karşılıksız bol veren) isimlerine iltica ettiği zirve noktasıdır.
Müradif Ayet-i Kerimeler ( Meali)
Bu vecizelerin manalarını teyit eden ve köklerini oluşturan Kur’an-ı Kerim ayetleri şunlardır:
* (İlim ve İman Hakkında) – Taha Suresi, 114. Ayet: “…Rabbim! İlmimi arttır, de.”
* (Rıza ve İhlas Hakkında) – Beyyine Suresi, 5. Ayet: “Halbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.”
* (Gençlik ve Hevesat Hakkında) – Kıyame Suresi, 20-21. Ayet: “Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını) seviyorsunuz. Ve ahireti bırakıyorsunuz.”
* (Tebliğ ve Vazife Hakkında) – Kasas Suresi, 56. Ayet: “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.”
* (Ölüm ve Yakınlığı Hakkında) – Kaf Suresi, 19. Ayet: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.”
Özet
Risale-i Nur Külliyatı’ndan derlenen bu beş levha, insanın manevi inşası için elzem olan temel taşları yerine oturtmaktadır. Birinci levha, iman ilminin ekmek ve su gibi hayati bir ihtiyaç olduğunu, süreklilik arz etmesi gerektiğini vurgular. İkinci levha, hakikat hizmetinde kalbin bölünemezliğini ve sadakatin önemini hatırlatır. Üçüncü levha, gençliğin his ve heves tuzağına düşerek gelecekteki büyük mükafatı (akıbeti) feda etme riskine karşı uyarır. Dördüncü levha, hünerin kalabalıkları toplamakta değil, Allah’ın rızasını kazanmakta olduğunu, neticenin Allah’a ait olduğunu beyan eder. Son levha ise, ölümün mutlak ve yakın bir gerçek olduğu bilinciyle, insanın acziyetini kabul edip Rabbine sığınmasının en büyük kurtuluş reçetesi olduğunu isbat eder. Bu vecizeler, tabiat batağına saplanmış modern insana, külli bir bakış açısı ve faziletli bir hayat yolu sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025

 

 




KAİNAT KİTABINDAN HAKİKAT DERSLERİ: ACZİYETTEN MARİFETE YOLCULUK

KAİNAT KİTABINDAN HAKİKAT DERSLERİ: ACZİYETTEN MARİFETE YOLCULUK


​1. Levha: Hakikatin İzleti ve Dünyaya Tenezzül Etmemek
​Metin: “Biz Risale-i Nur şakirdleri, Risale-i Nur’u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz.”
Kaynak: Risale-i Nur – Şuâlar (14. Şua) –

​İzah ve Araştırma:
Bu ifade, İslam tarihinin en nazik meselelerinden biri olan “dini siyasete veya şahsi menfaate alet etme” tehlikesine karşı sedd-i Zülkarneyn gibi duran bir düsturdur. Bediüzzaman, imanı “elmas”, dünyevi makam ve cereyanları ise “şişe” parçalarına benzetir. Elmas, şişe parçaları toplamak için bir araç yapılamaz.
​Buradaki hikmet şudur: Hakikat o kadar ulvi ve mukaddestir ki, değil geçici dünya siyasetine, kâinatın tamamına dahi basamak yapılmaz. İnsanların teveccühünü kazanmak veya dünyevi bir hakimiyet kurmak için dini kullanmak, o mukaddes hakikatin kıymetini düşürmektir. Risale-i Nur talebeleri, rıza-yı İlahi haricinde hiçbir gaye gütmeyerek, tarihteki “hasbîlik” (karşılıksız fedakarlık) geleneğinin en parlak temsilcileri olmuşlardır. Bu duruş, zahiri bir mağlubiyet gibi görünse de, manen en büyük kuvvettir; zira kimseye minneti olmayan, hakikati eğip bükmez.
​2. Levha: Sanat ve Sanatkâr İlişkisi (Mantık ve Tevhid)
​Metin: “San’atlı bir eser, SAN’ATKÂRI icâb eder.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler –

​İzah ve Araştırma:
Bu vecize, kelam ve felsefe tarihinde “Hudûs” ve “Nizam” delillerinin en veciz, en avamın dahi anlayacağı şekilde özetlenmiş halidir. Mantık ilminin temel kaidesi olan nedensellik (illiyet) prensibine dayanır: “Fiil failsiz olmaz, eser müessirsiz olmaz.”
​Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz olamazken; atomdan galaksilere kadar muazzam bir nizam ve ince bir sanatla yaratılan bu kâinatın sahipsiz olması, kör tesadüflere havale edilmesi mümkün değildir. Ördek gibi basit görünen bir canlının tüylerindeki su tutmayan yapı, renklerindeki ahenk ve biyolojik donanımı, külli bir ilmi ve iradeyi gösterir. Bediüzzaman bu isbat metoduyla, modern fenlerin tasvir ettiği harika yapıların arkasındaki “Sâni-i Zülcelal”i (Celal sahibi Sanatkârı) nazara verir. Eser, Sanatkârını şahit gösterir.
​3. Levha: Manevi Tıbb-ı Nebevî: İman İlacı
​Metin: “Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi’ ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz… O tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz.”
Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (Hastalar Risalesi) –

​İzah ve Araştırma:
İnsanlık tarihi boyunca hekimler bedensel yaralara merhem aramışlardır. Ancak ruhun ızdırabı, bedenin acısından daha derin olabilir. Bediüzzaman, burada “Tiryak” (panzehir/ilaç) kavramını kullanarak, hastalığın zahiri acısının ötesinde, ruhun ümitsizlik hastalığına dikkat çeker.
​Hastalık, imansız bir gözle bakıldığında yok oluşa, hiçliğe ve karanlığa bir gidiştir. Bu bakış açısı ruhu ezer. Ancak iman gözlüğüyle bakıldığında hastalık; günahları temizleyen bir sabun, ömür dakikalarını ibadet hükmüne geçiren bir iksir ve Rahman’ın dergâhına iltica etmeye bir davetiyedir. Namaz ve istiğfar (tövbe), ruhun üzerindeki ağırlıkları atarak, bedendeki hastalığın verdiği elemi, manevi bir huzura dönüştürür. Bu, tıbbın ötesinde bir “şifa-i sadır” (göğüs ferahlığı) tedavisidir.
​4. Levha: Vücudun Faniliği ve İlahi İhtar
​Metin: “Evet hastalık bu manayı bize ihtar edip der ki: ‘Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsaid muhtelif maddelerden terkib edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla…'”
Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (25. Lem’a) –

​İzah ve Araştırma:
İnsanın enaniyetini (egosunu) besleyen en büyük yanılma, kendini ebedi ve sarsılmaz zannetmesidir. Nemrutları ve Firavunları ilahlık iddiasına kadar götüren his, sıhhat ve afiyetin verdiği sarhoşluktur.
​Hastalık ise ilahi bir mürebbi (eğitici) gibi gelir ve kula der ki: “Sen bir ‘terkip’sin (bileşim).” Felsefi manada, parçalardan oluşan her şey dağılmaya mahkumdur. Taştan ve demirden olmayan, et, kemik ve kandan oluşan bu narin yapı, her an bozulabilir. Bu tasvir, insanı aczini bilmeye ve asıl Mâlikini (Sahibini) tanımaya sevk eder. Hastalık, insanın tabiatındaki gurur putunu kıran, onu Rabbi karşısında secdeye götüren rahmetli bir tokat gibidir. Aczini bilen, Kudret-i Sonsuz’a dayanır.
​5. Levha: Zamanın Akışı ve Fena Hakikati
​Metin: “Ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.”
Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı

​İzah ve Araştırma:
Edebiyatta “ömür”, çoğu zaman bir suyun akışına veya bir rüzgarın esişine benzetilir. Bu benzetme, zamanın tutulamaz, durdurulamaz ve geri döndürülemez yapısını ifade eder. İnsan, “şimdi” dediği anda bile o an maziye karışır.
​Bu vecize, gaflet uykusundaki insanı sarsar. Dün geçmiştir, yarın ise meçhuldür; elde sadece şu an vardır. Ömrün rüzgar gibi geçmesi, dünya lezzetlerinin de kalıcı olmadığını, fani olduğunu hatırlatır. Tarih, “ebediyen yaşayacağım” zannederek saraylar kuran, ancak bugün isimleri bile unutulmuş krallarla doludur. Bu hakikat, insanı ebedi olan ahiret yurduna hazırlık yapmaya, rüzgar gibi geçen zamanı ibadet ve hayırla “baki” (kalıcı) elmaslara dönüştürmeye davet eder.
​6. Levha: Her Gün Yeni Bir Alem
​Metin: “Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır.”
Kaynak: Risale-i Nur (21. Söz / Namaz Bahsi)

​İzah ve Araştırma:
Bediüzzaman’ın zaman anlayışında, kainat statik (durağan) bir yapı değildir; sürekli bir “teceddüt” (yenilenme) halindedir. Her gün güneşin doğuşuyla, aslında yeni bir alem yaratılır.
​Bu bakış açısı, insana muazzam bir ümit ve fırsat penceresi açar. Dün hatalarla kirlenmiş olabilir, fakat bugün bembeyaz bir sayfadır. “Her yeni gün, yeni bir alemin kapısıdır” sözü, psikolojik olarak da insanı geçmişin travmalarından kurtarıp, “şimdi”nin inşasına odaklar. Mümin, her sabah uyandığında, kendisine bahşedilen bu yeni alemi, namazla, duayla ve güzel amellerle nurlandırma imkanına sahiptir. Eğer o gün gafletle geçirilirse, o alem karanlık bir şekilde maziye gömülür; eğer ibadetle geçirilirse, ahirette seyredilecek nurani bir manzara olur.
​Müradif Ayet-i Kerimeler
​Risale-i Nur’daki bu hakikatlerin dayandığı Kur’an-ı Kerim ayetlerinden bazıları şunlardır:
• ​(İhlas ve Dünyaya Alet Etmeme) – En’am Suresi, 162. Ayet: “De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.'”
• ​(Sanat ve Sanatkâr) – Al-i İmran Suresi, 191. Ayet: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız; bizi ateş azabından koru’ derler.”
• ​(İman ve Şifa) – Şuarâ Suresi, 80. Ayet: “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”
• ​(Acz ve Yaratılış) – Fatır Suresi, 15. Ayet: “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Allah ise; O, her bakımdan zengindir, övgüye lâyık olandır.”
• ​(Ömrün Kısalığı) – Kehf Suresi, 45. Ayet: “Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.”
​Özet
​İncelenen bu altı levha, Risale-i Nur’un insana ve kâinata bakışını özetleyen birer pusula niteliğindedir. Birinci levha, iman hizmetinin hiçbir dünyevi menfaate alet edilemeyecek kadar yüce olduğunu vurgular. İkinci levha, kâinattaki sanat eserlerinden yola çıkarak Sanatkâr’ın varlığını aklen isbat eder. Üçüncü ve Dördüncü levhalar, hastalık ve musibetlerin, insanın gururunu kırıp aczini bildiren ve onu hakiki şifa kaynağı olan imana ve dua kapısına yönlendiren ilahi birer ihtar olduğunu ders verir. Beşinci levha, ömrün rüzgar gibi geçtiğini hatırlatarak dünyevileşmeye karşı uyarırken; Altıncı levha her yeni günün, insan için taze bir başlangıç ve ahiret hesabına işlenecek yeni bir fırsat olduğunu müjdeler. Bu vecizeler bütünü, insanı gafletten uyandırıp, tabiat perdesini yırtarak marifetullaha ulaşmaya davet eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




KAİNAT KİTABINDA İMAN DELİLLERİ VE İSTİKBAL MÜJDELERİ

KAİNAT KİTABINDA İMAN DELİLLERİ VE İSTİKBAL MÜJDELERİ


​1. Levha: Bedendeki Devr-i Daim ve Haşrin İspatı
​Metin: “Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun! Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her senede bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun… Eğer düşünebilseydin… haşir ve neşri inkâr etmezdin.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye –

​İzah ve Araştırma:
Bediüzzaman bu metinde, biyolojik bir hakikati, ahiretin en büyük meselesi olan “Haşir” (öldükten sonra diriliş) için muazzam bir isbat aracı olarak kullanır. Modern bilim bugün isbat etmiştir ki, insan vücudundaki hücreler sürekli yenilenmekte, yaklaşık 6-7 ayda veya senede bir, vücudun zerreleri büyük oranda değişmektedir.
​Bu tasvir, mantıksal bir kıyastır: Bir binanın tuğlaları sürekli değiştiği halde bina ayakta duruyorsa, o binayı ayakta tutan “ruh” veya “kanun” bakidir. Allah (c.c.), dünyada her sene insanın bedenini adeta yeniden yaratmaktadır (tecdid). Gözünün önünde her yıl gerçekleşen bu “küçük dirilişi” gören insanın, “Öldükten sonra bu kemikler nasıl dirilecek?” demesi, aklın faaliyetini durdurması demektir. Metindeki “kafasız” tabiri, hakaret değil, bir durum tesbitidir; “kafası (aklı) olduğu halde onu kullanmayan” demektir. Zira göz önündeki tabiat kitabını okumayan, manen kördür.
​2. Levha: Hakikat ve Şerri Hayra Yormak (Hüsn-ü Bizzat ve Hüsn-ü Bilgayr)
​Metin: “Herşey ya hakikaten güzeldir, ya bizzât güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (18. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
Bu vecize, İslam düşünce tarihinin en derin estetik ve kötülük problemi çözümüdür. İnsan nazarı genellikle zahire takılır; hastalığı, ölümü, fırtınayı çirkin görür. Bediüzzaman ise güzelliği ikiye ayırır:
• ​Hüsn-ü Bizzat: Gül gibi, ışık gibi, sıhhat gibi kendisi güzel olanlar.
• ​Hüsn-ü Bilgayr (Neticeleri itibariyle güzel): Görünüşte çirkin veya sert, fakat neticesi muhteşem olanlar.
​Ameliyatın kendisi kanlı ve acılıdır (görünüşte çirkin), fakat neticesi şifadır (hakikatte güzel). Yağmurun çamuru zahiren kirliliktir, fakat baharın gelmesi o çamura bağlıdır. Bu bakış açısı, insana kainattaki her hadiseye “Güzel gören güzel düşünür” prensibiyle bakmayı öğretir. Hayatın zorlukları karşısında isyan etmek yerine, o zorluğun arkasındaki Rahmani hediyeyi (neticeyi) beklemeyi telkin eder.
​3. Levha: İslam’ın Küresel İstikbali
​Metin: “Rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükûmetleri Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mektubat/Sözler –

​İzah ve Araştırma:
Bu ifade, bir temenniden öte, sosyolojik bir öngörü ve müjdedir. Bediüzzaman, materyalizmin ve dinsizliğin insanlığı manevi bir buhrana sürüklediğini, Batı’nın fen ve teknolojide ilerlese de ruhunu kaybettiğini teşhis etmiştir.
​İnsan fıtratı, hakikate ve huzura muhtaçtır. Tabiatperestlik ve maddeci felsefe, ruhun ebediyet arzusunu tatmin edemez. Tarih şahittir ki, büyük buhranların ardından insanlık hep semavi talimlere sığınmıştır. Bugün Avrupa ve Amerika’da İslam’a olan ilginin artması, manevi boşluğun Kur’an ile dolacağının ayak sesleridir. Kur’an’ın cihan şümul mesajı, aklı ikna ve kalbi tatmin eden tek reçete olduğu için, istikbalde “geniş kıtaların” sığınağı olacaktır.
​4. Levha: Tarihi Misyon ve Uyanış Çağrısı
​Metin: “Ey asırlardan beri Kur’an’ın BAYRAKTARLIĞI vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlat ve torunları! UYANINIZ!…”
Kaynak: Risale-i Nur – Tarihçe-i Hayat –

​İzah ve Araştırma:
Bu haykırış, Türk milletinin İslam tarihindeki şerefli mazisine bir atıftır. Selçuklu ve Osmanlı ecdadı, asırlarca “İla-yı Kelimetullah” (Allah’ın adını yüceltme) davasının sancaktarlığını yapmış, Haçlı seferlerine göğsünü siper etmiştir.
​Bediüzzaman, “Fecr-i Sadık” (Gerçek şafak) tabiriyle, İslam dünyasının üzerindeki gaflet ve gerileme karanlığının bitmek üzere olduğunu müjdeler. Ancak bu aydınlık, kuru bir bekleyişle değil; ecdadın sahip olduğu o yüksek fazilet, iman ve fedakarlık ruhuna yeniden sahip çıkmakla mümkündür. Bu metin, milli şuuru dini şuurla birleştiren, gençliği yanlış inançlardan (dogmalardan) kurtarıp tarihsel misyonuna çağıran bir manifestodur.
​5. Levha: Gökyüzündeki İtaat ve Tevhid
​Metin: “Şimdi göğe bak! Gök içinde hadsiz ecramdan yalnız KAMER’E dikkat et! Onun hareketi, bir Kadîr-i Hakîm’in EMRİYLE…”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler –

​İzah ve Araştırma:
Gökyüzü, tevhidin en büyük laboratuvarıdır. Bediüzzaman, nazarımızı gök cisimlerine (ecram) ve özellikle Ay’a (Kamer) çevirir. Ay’ın Dünya etrafındaki dönüşü, milim şaşmayan takvimi, gelgit olaylarını düzenlemesi; kör ve sağır bir “tesadüf” eseri olamaz.
​Kocaman kütlelerin, direksiz ve dayanaksız uzay boşluğunda, birbirine çarpmadan ve yörüngeden çıkmadan dönmesi, ancak mutlak bir Kudret ve Hikmet sahibinin “Emri” ile mümkündür. “Hareket”, bir muharriki (hareket ettireni) gerektirir. Bu tasvir, astronomiyi bir tefekkür aracına dönüştürür. Ay’a bakan insan, sadece bir gök cismi değil, Rabbinin kudretine boyun eğmiş itaatkar bir memur görmelidir.
​6. Levha: Tablacı ve Nimetin Gerçek Sahibi
​Metin: “Birinci Söz’de denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymetdar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu İN’AM EDENİ TANIMAMAK NİHAYET DERECEDE BİR BELÂHET…”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (1. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
Bu temsil, sebepler (esbab) ile Müsebbib (Allah) arasındaki ilişkiyi anlatan en meşhur Risale-i Nur örneklerinden biridir. Ağaç, toprak, güneş veya marketteki satıcı; hepsi birer “tablacı”dır (garson/getirici). Elmayı ağacın, sütü ineğin yaptığını sanmak; garsona bahşiş verip yemeği ısmarlayan padişahı yok saymak kadar büyük bir ahmaklıktır (belahet).
​İnsan düşüncesi bazen sebeplere takılır ve zahiri olana minnet eder. Oysa hakiki şükür, nimetin aslı ve esası olan Allah’a yapılmalıdır. Bu vecize, insanı şirkin gizli türlerinden arındırır ve “Elhamdülillah” demenin şuurlu halini ders verir.
​Müradif Ayet-i Kerimeler
​Bu hikmetli sözlerin Kur’an’daki kaynakları ve müradifleri şunlardır:
• ​(Haşir ve Bedenin Yenilenmesi) – Rum Suresi, 19. Ayet: “O, ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır ve toprağı ölümünden sonra diriltir. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.”
• ​(Güzellik ve Hayır) – Secde Suresi, 7. Ayet: “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve insanı yaratmaya çamurdan başlamıştır.”
• ​(İslam’ın Hakimiyeti) – Nasr Suresi, 1-2. Ayet: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğün zaman…”
• ​(Tarihi Misyon/Allah Yolunda Cihad) – Maide Suresi, 54. Ayet: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilsin ki) Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…”
• ​(Gökyüzü ve Ay) – Yasin Suresi, 38-40. Ayet: “…Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik… Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.”
• ​(Nimet ve Şükür) – Nahl Suresi, 53. Ayet: “Size ulaşan her nimet Allah’tandır.”
​Özet
​Bediüzzaman Said Nursi’nin (r.a.) bu altı vecizesi; insanın enesini ve tabiat anlayışını tenkit ederek hakikati ortaya koyar. Birinci levha, bedendeki hücresel yenilenmeyi haşir için bir delil sayarken; ikinci levha, kainattaki her hadisenin neticesi itibariyle güzel olduğunu vurgular. Üçüncü ve dördüncü levhalar, Kur’an’ın cihan şümul hakikatinin istikbalde tüm dünyayı kuşatacağını ve Türk milletinin ecdadına yakışır bir uyanışla bu sancaktarlığı sürdürmesi gerektiğini hatırlatır. Beşinci ve altıncı levhalar ise, gök cisimlerinin itaatinden ve nimetlerin sunuluşundan yola çıkarak; sebepleri (tablacıları) aşıp, her şeyin dizgini elinde olan Müsebbibü’l-Esbab’ı tanımanın külli bir şuur gerektirdiğini isbat eder. Bu dersler, “kafası boş” bir inkar yerine, tahkiki bir imanı inşa eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




EZEL VE EBED ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ: İNSANIN MANEVİ YOLCULUĞU

EZEL VE EBED ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ: İNSANIN MANEVİ YOLCULUĞU


​İnsan, şu kâinatın en karmaşık muamması ve en nazlı misafiridir. Risale-i Nur, bu misafirin yol haritasını çizerken, ona elindeki anahtarları, kalbindeki tuzakları ve ruhundaki genişliği tanıtır. İşte o hakikat dersleri:
​1. Levha: Sonsuzluğun Anahtarı Olarak İman
​Metin: “Bir adamın imanı, ebedî ve dünya kadar bir mülk-ü bâkinin anahtarı ve nurudur.”
Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı (Şualar) –

​İzah ve Araştırma:
Mantık ilmi açısından bakıldığında, sınırlı bir sebep, sınırsız bir sonuç doğuramaz. Ancak “İman” bahsinde bu denklem değişir. İnsan, cüz’i (sınırlı) bir irade ile “inandım” der; karşılığında ise Bâki (sonsuz) bir mülk kazanır. Bediüzzaman, imanı sadece bir “kabul ediş” değil, bir “anahtar” ve “nur” (ışık) olarak tasvir eder.
​Karanlık bir saray düşünün; içi mücevherlerle dolu olsun. Işık yoksa o mücevherler görünmez, hatta ayak bağı olur. İman, kâinat sarayının ışığıdır. O ışık yandığında, ölüm bir yok oluş değil, terhis tezkeresi; musibetler birer imtihan, kabir ise sonsuz bir alemin kapısı olur. Tarihte hiçbir hükümdar, ne İskender ne Napolyon, fethettikleri ülkeleri öteki tarafa götürebilmiştir. Ancak mümin, iman anahtarıyla, dünya kadar geniş ve ebedi bir mülkün tapusunu, henüz dünyadayken ruhuna kazır. Bu, insan için en kârlı ticarettir.
​2. Levha: İhlasın Sırrı ve İlahi Cömertlik
​Metin: “Evet, ihlas ile kim ne isterse ALLAH verir.”
Kaynak: Risale-i Nur (Zühret-ün Nur / Lem’alar) –

​İzah ve Araştırma:
İslam ahlakının temelini, “İhlas” oluşturur. İhlas, amelin ruhudur; samimiyettir, bir şeyi sırf Allah rızası için yapmaktır. Bediüzzaman burada sosyolojik ve psikolojik bir yasaya işaret eder: “Samimiyetin kıramayacağı kapı yoktur.”
​Tarihte İslam alimleri, maddi imkansızlıklar içinde devasa eserler vücuda getirmişlerdir. İmam Gazali’den İmam Rabbani’ye kadar bu zatların sözlerinin asırlarca yankılanmasının sebebi, kelime oyunları değil, o kelimelerin arkasındaki ihlas gücüdür. “Kim ne isterse Allah verir” düsturu, bir nevi ilahi taahhüttür. Kul, aradan kendi menfaatini, şöhret tutkusunu ve enaniyetini çıkarıp sadece Hakk’ı isterse, Kâinatın Sahibi o kulun elini boş çevirmez. İhlas, duaların kabulündeki en keskin şifredir.
​3. Levha: Gençlik ve İhtiyarlık Arasındaki Hüzünlü Geçiş
​Metin: “Medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzân olan ihtiyarlık, yerine geliyor.”
Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı (Mektubat) –

​İzah ve Araştırma:
Edebiyatın en kadim temalarından biri “fânilik”tir. Şairler yüzyıllardır “gençliğin elveda deyişini” hüzünle işlemişlerdir. Bediüzzaman bu gerçeği, “zevklerin kaynağı” (medar-ı ezvak) olan gençlik ile “hüzünlerin kaynağı” (menşe-i ahzân) olan ihtiyarlık arasındaki nöbet değişimi olarak tasvir eder.
​Gençlik; enerjinin, hayallerin ve hazzın zirvesidir. Ancak tabiat kanunu gereği, her zirve bir inişi barındırır. İhtiyarlık; hastalıkların, ayrılıkların ve acziyetin hissedildiği, hüzünlü bir sonbahardır. Bu vecize, insanı karamsarlığa itmek için değil, “gaflet uykusundan” uyandırmak içindir. Gençliğin sarhoşluğuyla hayatı ebedi sanan insan, ihtiyarlığın ayak seslerini duyduğunda sarsılır. Akıllı insan, o “giden” sermayeyi (gençliği), “gelen” hüzünlü dönemde (ihtiyarlık ve ahiret) kendine ışık olacak amellere dönüştüren kimsedir.
​4. Levha: Manevi Boğulma ve Dikkat Çağrısı
​Metin: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma…”
Kaynak: Risale-i Nur – Lem’alar (17. Lem’a) –

​İzah ve Araştırma:
Bu metin, Risale-i Nur’un en sarsıcı psikolojik tahlillerinden biridir. İnsanda, kâinatı yutabilecek kadar geniş “letaifler” (duygular, hisler, manevi cihazlar) vardır. Kalp, ruh, sır gibi bu cihazlar sonsuzluğu ister. Ancak insan, bazen bu devasa potansiyeli, küçücük bir heves uğruna harcar.
​Bir haram lokma, gayrimeşru bir öpücük veya kırıcı bir kelime… Zahiren küçük görünse de, manevi dünyada bir “karadelik” etkisi yapabilir. Koca bir geminin, küçük bir delikten giren suyla batması gibi; insanın iman ve fazilet dolu ruhu da, küçük görülen bir günahın içinde boğulabilir. Bediüzzaman burada “Hazer et” (Sakın!) diyerek, mümini manevi mayın tarlalarında yürüyen bir asker gibi dikkatli olmaya; külli duygularını, basit ve geçici (fani) zevklerde boğmamaya çağırır.
​5. Levha: Tevhidin Dört Sütunu
​Metin: “Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mabud; yalnız O’DUR.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (10. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
İnsan kalbi, fıtraten sevmeye ve istemeye kodlanmıştır. Tasavvuf tarihinde bu arayış seyr-i süluk ile anlatılır. Bediüzzaman bu dört kavramla insanın iç dünyasındaki hiyerarşiyi düzenler:
• ​Mahbub (Sevilen): Kalp sevgisiz yaşayamaz, ama fani sevgililer kalbi tatmin etmez. Gerçek sevilecek O’dur.
• ​Matlub (İstenen): İnsan hep ister, talepleri bitmez. İstenmeye layık olan O’dur.
• ​Maksud (Amaçlanan): Her işin bir gayesi vardır. Tek gaye O’nun rızası olmalıdır.
• ​Mabud (Tapılan): Ve nihayet, önünde secde edilecek yegane makam O’dur.
​Bu sıralama, kelime-i tevhidin (“Lâ ilâhe illallah”) kalpteki açılımıdır. İnsan, sevgisini, isteğini ve amacını fani dünyaya, makama veya şahıslara yönelttiğinde yanılma yaşar ve acı çeker. Huzur, ancak bu dört kancayı asıl sahibine takmakla mümkündür.
​6. Levha: Aklın Garip Hali ve Odaklanma Sorunu
​Metin: “Aklın pek garib bir hali vardır. Öyle bir yed-i tûlâ sahibidir ki; Bazan kâinatı ihata etmekle kucağına alıyor… Bazan da bir katre suda boğulur, bir zerre içinde yok olur, bir kılda kaybolur.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye –

​İzah ve Araştırma:
İnsan aklı, elastik bir yapıya sahiptir. Teleskopla galaksileri seyrederken kâinatı kucaklayan o akıl; mikroskopla bir mikroba baktığında veya şahsi bir meselesine daldığında o kadar küçülür ki, o zerrenin içinde boğulur.
​Bu, felsefede “tümel” ve “tikel” bakış arasındaki çatışmadır. Bediüzzaman, materyalist bilimin veya maddeye saplanan aklın çıkmazını tasvir eder. Akıl, maddeye (zerreye, katreye) daldığında, bütünü (Sâni-i Zülcelal’i) unutabilir. Bir sineğin kanadını incelerken, o kanadı yaratan Allah’ı göremez hale gelebilir. “Bir kılda kaybolmak”, detaya takılıp hakikati ıskalamaktır. Metin, aklın bu zaafına dikkat çekerek, insanı maddede boğulmaktan kurtarıp, tefekkürle genişlemeye davet eder.
​Müradif Ayet-i Kerimeler
​Bu hikmetli sözlerin dayandığı Kur’an-ı Kerim ayetleri şunlardır:
• ​(İman ve Ebedi Mülk) – Ankebut Suresi, 64. Ayet: “Bu dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”
• ​(İhlas ve Dua) – Mü’min Suresi, 60. Ayet: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim…”
• ​(Gençlik ve İhtiyarlık) – Rum Suresi, 54. Ayet: “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir…”
• ​(Küçük Günahlardan Sakınma) – Zilzal Suresi, 7-8. Ayet: “Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”
• ​(Hakiki Mahbub/Tevhid) – Bakara Suresi, 165. Ayet: “…İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (her şeyden) daha fazladır.”
​Özet
​Risale-i Nur’dan derlenen bu altı vecize, insanın manevi anatomisini çizer. İman, fani dünyada baki bir mülkü kazandıran mucizevi bir anahtardır. İhlas, duaların ve amellerin kabul şartı olan “sırlı” bir güçtür. Hayatın akışı içinde gençlik zevkleri yerini ihtiyarlık hüzünlerine bırakırken; insan, kalbindeki sonsuz sevgi ve istek potansiyelini (mahbub, matlub) sadece Allah’a yönelterek huzur bulabilir. Ancak bu yolda dikkatli olmak gerekir; zira insan, o koca aklıyla kâinatı kucaklayabildiği gibi, gaflete düşüp küçük bir “lokma” veya “nazar” içinde manevi dünyasını batırabilir. Akıl, detaylarda boğulmamalı, külli bir bakışla hakikati bulmalıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025




KÂİNATIN SIRLI DİLİ: MÜHÜRLER, MEKTUPLAR VE MÜJDELER

KÂİNATIN SIRLI DİLİ: MÜHÜRLER, MEKTUPLAR VE MÜJDELER


​1. Levha: Hayat ve Rızık Arasındaki Mantıksal Bağ
​Metin: “Hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de O’dur, Ondan başkası olmaz.”

​İzah ve Araştırma:
Bu vecize, mantık ilmindeki “télazum” (birbirini gerektirme) prensibine dayanır. Bir makineyi icat eden mühendis, o makinenin hangi yakıtla çalışacağını en iyi bilen ve o yakıtı ona göre ayarlayandır. Hayat muazzam bir makine, rızık ise onun yakıtıdır.
​Biyolojik açıdan bakıldığında, mide ile elma, göz ile ışık, ciğer ile hava arasında “ezeli” bir uyum vardır. Elmayı hiç görmemiş bir mideyi kim yaratmışsa, elmayı da o yaratmıştır. Tesadüf veya kör kuvvetler, bu iki farklı unsuru (insan bedeni ve gıda) birbirine bu kadar hassas bir bağlantı ile bağlayamaz. Bu isbat, insanı rızık endişesinden kurtarır. Rızkı veren, hayatı verendir. O halde Rezzak-ı Kerim’e güvenmek, hayatın en büyük huzur kaynağıdır.

2. Levha: Eşyadaki İlahi İmza (Sikke-i Tevhid)
​Metin: “Her bir şey, bir mühür-ü Rabbanî hükmünde bütün eşyayı kendi Hâlık’ına isnad eder.”
Kaynak: Risale-i Nur – Sözler (33. Söz) –

​İzah ve Araştırma:
Eski dönemlerde padişahlar, fermanlarına veya hazinelerine özel mühürlerini basarlardı. O mühür, o eşyanın kime ait olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösterirdi. Bediüzzaman, bir çiçeği, bir arıyı veya bir atomu, Allah’ın “Rabbani bir mührü” olarak tasvir eder.
​Öyle bir mühür ki, taklit edilmesi imkansızdır. Bir tek papatyayı yaratabilmek için güneşe, bahara, toprağa ve yağmura hükmetmek gerekir. Dolayısıyla o papatya, lisan-ı haliyle der ki: “Beni kim yaptıysa, kâinatı o yapmıştır.” Bu nazar, insanı politeizmden (çok tanrıcılık) ve sebeplere tapmaktan kurtarır; her şeyde Bir olan Allah’ın imzasını gösterir.

3. Levha: Dünya Misafirhanesi ve Bakış Açısı
​Metin: “Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse, her yer kalbe bârdır (yüktür) ve herkes düşmandır.”
Kaynak: Risale-i Nur – Mektubat/Sözler –

​İzah ve Araştırma:
İnsan psikolojisi, bulunduğu mekandan ziyade, o mekanın sahibine olan güveniyle şekillenir. Bediüzzaman dünyayı bir “misafirhane” olarak tanımlar. Eğer misafir, ev sahibini (Allah’ı) tanır ve O’nun rahmetine güvenirse, evdeki diğer misafirler (hayvanlar, olaylar, insanlar) ona dost olur. Çünkü bilir ki hepsi aynı Kerim Zat’ın misafiridir.
​Ancak insan, Sahibini tanımazsa, dünya vahşi bir ormana dönüşür. Hastalıklar düşman, ölüm yok oluş, hayvanlar canavar gibi görünür. “Yâr” (dost) olmayan için, dünya “bâr” (yük) olur. Bu vecize, mutluluğun dış şartlarda değil, derûnî bir iman teslimiyetinde olduğunu, yanılmadan kurtulmanın yolunun Sahibini tanımaktan geçtiğini anlatır.

4. Levha: Ölümün İki Yüzü (Terhis mi, İdam mı?)
​Metin: “Mevt ehl-i dalalet için i’dam-ı ebedîdir… ve mevti mübarek bir terhis tezkeresine çeviren yalnız Kur’an ve imandır.”
Kaynak: Risale-i Nur – Şualar (11. Şua) –

​İzah ve Araştırma:
Tarih boyunca insanlığın en büyük korkusu ölüm olmuştur. İmansız bir bakış (ehl-i dalalet) için ölüm; çürümek, yok olmak, sevdiklerinden ebediyen ayrılmak ve karanlık bir kuyuya atılmaktır (i’dam-ı ebedi). Bu korkunç tablo, insan ruhunu daha dünyadayken cehenneme çevirir.
​Fakat Kur’an ve iman, ölümü bir “yok oluş” değil, bir “yer değiştirme” olarak sunar. Askerin görevini tamamlayıp evine dönmesi gibi, mümin de dünya vazifesini bitirip asıl vatanına, dostlarına ve Rabbine kavuşur. Bu bir “terhis tezkeresi”dir. Cenaze aracı, korkunç bir sona değil, ebedi bir saadete açılan kapıya yolcuyu taşıyan bir vasıtadır. Bu hakikat, hayatın lezzetini acılaştıran ölüm korkusunu, vuslat (kavuşma) sevincine dönüştürür.

5. Levha: İslam’ın Parlak Geleceği
​Metin: “İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak.”
Kaynak: Risale-i Nur – Tarihçe-i Hayat –

​İzah ve Araştırma:
Bu ifade, Bediüzzaman’ın sosyolojik dehasını ve Kur’an’a olan sarsılmaz itimadını gösterir. 20. yüzyılın başlarında İslam dünyası en zayıf anlarını yaşarken, o, ümitsizliğe düşmemiştir. Çünkü o, İslam’ın kılıç zoruyla değil, “akıl, ilim ve hakikat” gücüyle yükseleceğini öngörmüştür.
​Modern fenlerin keşifleri, Kur’an’ın külli hakikatlerini isbat ettikçe; insanlık dinsizliğin verdiği manevi boşluktan kaçıp İslam’a sığınacaktır. “Hakaik-i Kur’aniye” (Kur’an hakikatleri), akla ve fıtrata en uygun sistem olduğu için, geleceğin medeniyetinde ön plana çıkacak ve hükümferma olacaktır. Bu, kuru bir hamaset değil, tarihin akışının okunuşudur.

6. Levha: Sanat ve Sanatkârı Ayırt Etmek (Tavus Kuşu Örneği)
​Metin: “Tavus Hâlıkının yaldızlı bir mektubudur… Mektubu kâtib zanneden… elbette aklını aşk perdesinde saklamış, hakikatın hakikî suretini görmemiş.”
Kaynak: Risale-i Nur – Barla Lahikası –

​İzah ve Araştırma:
Bu misal, tasavvuftaki “Vahdet-i Vücud” meselesinin yanlış anlaşılmasına veya panteist (doğayı tanrılaştıran) yanılmalara karşı ince bir tenkit ihtiva eder. Tavus kuşu harika bir sanat eseridir, adeta yaldızlı bir mektuptur. İnsan o güzelliğe hayran kalır.
​Ancak mektubun güzelliği, kâğıttan ve mürekkepten değil, kâtibin (yazanın) sanatından gelir. Mektuba aşık olup kâtibi unutmak; veya “Kâtip bu mektubun içindedir” demek akıl kârı değildir. Bediüzzaman, “Mana-i Harfi” (Ona, Onu yapan namına bakmak) ile “Mana-i İsmi” (Ona, kendisi namına bakmak) arasındaki farkı ders verir. Tavusa “Maşallah” demek, “Allah ne güzel yaratmış” demektir ve doğrusu budur. Sadece “Ne güzeldir” demek ise, sanatı Sanatkâr’dan koparmaktır.

7. Levha: Dağların Tesbihi ve Vazifesi
​Metin: “Ey Kâdir-i Külli Şey! Dağlar ve içindeki mahluklar Senin mülkünde… Senin kuvvet ve kudretinle… müsahhar ve müdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir eden Hâlıkını takdis ve tesbih ederler.”
Kaynak: Risale-i Nur – Şualar

​İzah ve Araştırma:
Coğrafya kitaplarında dağlar, cansız kaya kütleleri veya jeolojik kıvrımlar olarak anlatılır. Risale-i Nur ise dağlara “canlı birer memur” nazarıyla bakar. Dağlar; suların depolandığı, madenlerin saklandığı, havanın temizlendiği devasa direkler ve hazinelerdir.
​Bu vecize, dağların başıboş olmadığını, “Kâdir-i Külli Şey”in (Her şeye gücü yeten Allah’ın) emriyle hareket ettiğini (müsahhar) ve vazife gördüğünü (tavzif) hatırlatır. Dağların bu itaatkar duruşu ve insanlığa hizmeti, onların kendi dilleriyle (lisan-ı hal) Yaratıcılarını tesbih etmeleridir. İnsan bu nazarla baktığında, kâinat ölü bir madde yığını değil, zikir çeken muazzam bir ordu halini alır.

Müradif Ayet-i Kerimeler
​Risale-i Nur’daki bu hakikatlerin menbaı olan Kur’an ayetleri şunlardır:
• ​(Rızık ve Hayat) – Hud Suresi, 6. Ayet: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.”
• ​(İlahi Mühür/Tevhid) – Fussilet Suresi, 53. Ayet: “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki) uçsuz bucaksız ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz…”
• ​(Dünya Hayatı/Misafirhane) – Ankebut Suresi, 64. Ayet: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur.”
• ​(Ölüm ve Terhis) – Mülk Suresi, 2. Ayet: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”
• ​(İstikbal ve İslam) – Nur Suresi, 55. Ayet: “Allah, içinizden iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına… dair söz vermiştir.”
• ​(Sanat ve Yaratıcı) – Secde Suresi, 7. Ayet: “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve insanı yaratmaya çamurdan başlamıştır.”
• ​(Dağlar ve Tesbih) – Enbiya Suresi, 79. Ayet: “…Dağları ve kuşları Davud’un emrine amade kıldık; onlar da tesbih ediyorlardı…”
​Özet
​Bu yedi levha, Risale-i Nur’un insana kazandırdığı külli bakış açısını özetler. Rızkı verenin hayatı yaratan olduğu gerçeğiyle güveni; her şeydeki ilahi mühürle tevhidi; dünyanın bir misafirhane olduğu bilinciyle huzuru; ölümün bir terhis tezkeresi olduğu müjdesiyle ebedi ümidi; sanat eserine (tavusa) bakıp Sanatkârı tanımakla marifeti; ve dağların zikrini işitmekle kâinatla barışık olmayı ders verir. Bu vecizeler, insanı maddeperestliğin dar kalıplarından çıkarıp, iman ve Kur’an hakikatlerinin geniş ve nurlu iklimine davet eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/11/2025