SÖZLER

Sözler

Bu eser, müellifi Bediüzzaman Said Nursi tarafından, iman hakikatlerini ve Kur’an-ı Hakîm’in sırlarını, muhtelif temsiller (misaller) ve bürhanlar (deliller) kullanarak tefsir etmek gayesiyle kaleme alınmıştır. Kitabın genel muhtevası, her bir “Söz” başlığı altında iman, ubudiyet (kulluk), tevhid (Allah’ın birliği), haşir (yeniden diriliş) ve risalet (peygamberlik) gibi temel esasları akla ve kalbe hitap edecek surette izah etmektir.
Eserin muhtevası fihristine göre şu şekildedir:
Sözlerin Muhtevası
• Birinci Söz (S. 5): “Bismillah” kelimesinin mühim sırlarını ve ne kadar kıymettar bir İslâm nişanı olduğunu bir temsil ile tefsir eder.
• Ondördüncü Lem’anın İkinci Makamı (S. 8): (Makam münasebetiyle buraya alınmıştır) Besmelenin altı mühim sırrını izah eder ve kâinat, arz ve insan simasındaki rububiyet sikkelerine (mühürlerine) nasıl baktığını açıklar.
• İkinci Söz (S. 16): İmanın ne kadar büyük bir saadet ve nimet olduğunu ve imansızlığın (küfrün) manevî bir cehennem tohumu taşıdığını bir temsil ile tefsir eder.
• Üçüncü Söz (S. 18): İbadetin ne büyük bir ticaret ve saadet; fısk ve sefahetin ise ne büyük bir hasaret (zarar) ve helâket olduğunu mantıkî bir temsil ile tefsir eder.
• Dördüncü Söz (S. 20): Namazın ne kadar kıymettar ve mühim olduğunu ve az bir masrafla kazanıldığını bir temsil ile izah eder.
• Beşinci Söz (S. 22): Namaz kılmak ve büyük günahları işlememenin (takva) insanın hakikî bir vazifesi olduğunu bir temsil ile tefsir eder.
• Altıncı Söz (S. 25): Nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmanın kârlı bir ticaret olduğunu , satanların beş derece kâr, satmayanların beş derece hasaret içinde olduğunu ikna edici bir temsil ile tefsir eder.
• Yedinci Söz (S. 30): “İman-ı Billah vel-yevm-il-âhir” (Allah’a ve ahiret gününe iman) hakikatinin ve hayat-ı dünyeviyenin mühim bir sırrını makul bir temsil ile izah eder.
• Sekizinci Söz (S. 34): Dünyanın, insanın ve dindeki hakikatlerin mahiyetini (Suhuf-u İbrahim’de aslı bulunan ) parlak bir temsil ile tefsir eder ve dinsiz insanın en bedbaht mahluk olduğunu isbat eder.
• Dokuzuncu Söz (S. 40): Beş vakit namazın tayin edilen o vakitlere tahsisinin hikmetini “Beş Nükte” ile tefsir eder.
• Onuncu Söz (S. 48): Haşir ve Ahiret hakikatini, “Oniki Suret” (temsil) ve “Oniki Hakikat” (bürhan) ile tefsir ve isbat eder.
• Onbirinci Söz (S. 120): Kâinatı muntazam bir saray ve insanı onda ubudiyet (kulluk) vazifeleriyle mükellef gösteren (Sure-i Şems’e işaret eden ) ulvî bir temsil ile tefsir eder.
• Onikinci Söz (S. 130): Hikmet-i Kur’aniye ile hikmet-i felsefenin (düşüncenin) müvazenesini (karşılaştırmasını) parlak bir temsil ile yapar; Kur’an’ın i’cazını (mucizeliğini) ve felsefenin (düşüncenin) aczini isbat eder.
• Onüçüncü Söz (S. 137): “İki Makam”dır. Birinci Makam , yine Kur’an hikmeti ile felsefe (düşünce) hikmetini müvazene eder. İkinci Makam , gençliğin dalalet ve sefahet uçurumundan kurtuluşunu ve imandaki hakikî lezzeti misallerle izah eder. (Bu sözün ayrıca mahpuslara teselli veren haşiyeleri ve Leyle-i Kadir’de ihtar edilen bir zeyli bulunmaktadır).
• Ondördüncü Söz (S. 163): Akla sığışmayan bazı ulvî Kur’an hakikatlerini (mesela 6 günde yaratılış , her şeyin yazılı olması , Arş’ın hameleleri , “Kün” emri ) temsillerle akla yaklaştırır. Bir Hâtimesi ve Zelzele hakkında mühim bir Zeyli vardır.
• Onbeşinci Söz (S. 176): Melaike ve şeytanların mübarezeleri (mücadeleleri) hakkındaki âyetlerin sırrını “Yedi Basamak” ile tefsir eder. Zeyli , Kur’an’ın Kelâmullah olduğunu muknî (ikna edici) delillerle isbat eder.
• Onaltıncı Söz (S. 193): Cenab-ı Hakk’ın “Ehadiyet-i zâtiyesi ile külliyet-i ef’ali” ve “mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması” gibi yüksek hakikatlerin sırrını “Dört Şua” ile tefsir eder.
• Onyedinci Söz (S. 202): Hayatın lezzeti içindeki mevt (ölüm) elemini ve visal (kavuşma) içindeki zeval (ayrılık) elemini tefsir eder. Dünyanın fâni değil, seyyar bir ticaretgâh ve misafirhane olduğunu gösterir. (Zeylinde münacatlar ve şiire benzer levhalar vardır).
• Onsekizinci Söz (S. 230): “Üç Nokta”dır. Birincisi, fahre meftun nefse te’dib sillesi vurur; ikincisi, çirkin görünen şeylerdeki hakikî güzellik cihetini gösterir; üçüncüsü, Risalet-i Ahmediye’ye (A.S.M.) dair ince bir delili tefsir eder.
• Ondokuzuncu Söz (S. 235): Risalet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) “Ondört Reşha” namıyla on dört kat’î ve parlak bürhanla isbat ve tefsir eder.
• Yirminci Söz (S. 245): “İki Makam”dır. Birinci Makam , Sure-i Bakara’daki üç mühim âyete (Âdem’e secde, bakara zebhi, taştan su çıkması) dair şeytanî şüpheleri reddeder. İkinci Makam , Mu’cizat-ı Enbiya (Peygamber mucizeleri) yüzündeki Kur’anî i’cazı ve hikmetleri gösterir.
• Yirmibirinci Söz (S. 269): “İki Makam”dır. Birinci Makam , namazın kıymetini ve faidelerini izah eder. İkinci Makam , şeytanın vesveselerine karşı “Beş Yara”ya beş merhem tarif eder.
• Yirmiikinci Söz (S. 279): Tevhid-i hakikîyi “İki Makam” ile tefsir eder. Birinci Makam , bir temsili hikâye ile “Oniki Bürhan” vasıtasıyla vahdaniyeti (Allah’ın birliğini) isbat eder. İkinci Makam , “Oniki Lem’a” ile vahdaniyeti ve Cenab-ı Hakk’ın evsaf-ı celaliye ve cemaliyesini isbat eder.
• Yirmiüçüncü Söz (S. 311): İmana dair hakikatleri ve insanın terakkiyat ve tedenniyatını (yükselme ve alçalma) “Beş Nokta” ve “Beş Nükte” ile tefsir eder.
• Yirmidördüncü Söz (S. 332): Esma-i Hüsna’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) cilvelerini “Beş Dal” ile tefsir eder. Üçüncü Dal hadîslere gelen evhamı “Oniki Asıl” ile reddeder. Dördüncü Dal mahlukatın (melaike, insan, hayvan, nebatat) ubudiyet vazifelerini beyan eder. Beşinci Dal , tevhid ayetinin “Beş Meyvesi”ni gösterir.
• Yirmibeşinci Söz (S. 365): Kur’an’ın mu’cizeliğini (i’caz-ı Kur’aniye) “Üç Şua” içinde “Kırk Vecih” ile tefsir ve isbat eder.
• Yirmialtıncı Söz (S. 463): Kader ve cüz’-i ihtiyarî meselesini “Dört Mebhas” ile tefsir eder. Hâtimesinde , tezkiye-i nefsin esaslarını “Dört Hatve” ile ders verir.
• Yirmiyedinci Söz (S. 480): İçtihad meselesini, bu zamanda neden içtihad yapılamayacağını “Altı Mani” ile izah eder. Zeylinde , Sahabelerin neden en yüksek mertebede olduklarını kat’î isbat eder.
• Yirmisekizinci Söz (S. 497): Cennet ve saadet-i ebediyeye dairdir. Birinci Makam , Cennet’in cismanî lezzetlerine ve hurilere dair suallere cevaptır. İkinci Makam (Arabîdir) haşri kuvvetli isbat eder.
• Yirmidokuzuncu Söz (S. 503): Melaike , beka-i ruh ve haşir hakikatlerini tefsir ve isbat eder.
• Otuzuncu Söz (S. 535): “Ene” (benlik) ve “Zerre”nin mahiyetini, felsefe (düşünce) ve diyanet yolunun farklarını göstererek tefsir eder.
• Otuzbirinci Söz (S. 559): Mi’rac-ı Ahmediye’yi (A.S.M.) ve kemalâtını kat’î delillerle isbat ve tefsir eder.
• Otuzikinci Söz (S. 590): Tevhid hakikatini “Üç Mevkıf” ile isbat eder. Ehl-i dalalet ile ehl-i hidayetin hayat-ı dünyeviye ve muhabbet hakkındaki müvazenelerini gösterir.
• Otuzüçüncü Söz (S. 653): Kâinatın Hâlıkını tanımak için marifet pencereleri olan “Otuzüç Pencere”yi gösterir.
• Lemaat (S. 691): Risale-i Nur şakirdlerine küçük bir mesnevî ve imanî bir divandır.
• Konferans (S. 747): (Risale-i Nur’un mahiyeti hakkında bir gençlik rehberi olarak hazırlanmış bir muhtevadır ).

“Sözler,” Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin kaleme aldığı Risale-i Nur Külliyatı’nın ilk ve en mufassal (detaylı) bölümlerinden biridir. Bu eserin temel gayesi, asrın anlayışına uygun bir surette, Kur’an-ı Kerim’in imanî hakikatlerini (inanç esaslarını) aklî ve mantıkî delillerle isbat etmektir. Eser, imanın en temel rükünlerinden başlayarak, insanın kâinat ve kendi hayatı hakkındaki suallerine cevaplar sunar.
“Sözler” Mecmuasının Başlıca Mevzuları:
“Sözler,” Otuz Üç adet “Söz” başlığı altında toplanan müstakil bahislerden (konulardan) oluşur. Her bir “Söz,” imanî bir meselenin veya mühim bir sualin tahkikine (araştırmasına) ve izahına hasredilmiştir.
• İmanın Temel Esasları:
• Allah’ın Varlığı ve Birliği (Tevhid): Kâinattaki nizam ve intizam, her bir varlık üzerindeki ilahî mühürler (sikkeler) nazara verilerek Allah’ın varlığı (Vacibü’l-Vücud) ve birliği (Vahdaniyet) isbat edilir. Özellikle Yirmi İkinci Söz ve Otuz İkinci Söz gibi bölümler bu mevzuyu derinlemesine ele alır.
• Nübüvvet (Peygamberlik): Peygamberlerin, hususan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın peygamberliğinin hakkaniyeti ve beşeriyet (insanlık) için ne kadar zarurî bir rehber olduğu izah edilir. On Dokuzuncu Söz (Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi) bu mevzuya bir misaldir.
• Haşir (Ahiret İnancı): Dünyevî hayatın gayesi ve insanın ebedî bir hayata olan ihtiyacı, aklî delillerle ortaya konur. Onuncu Söz (Haşir Risalesi), ahiret inancını en zayıf delillerden en kuvvetli delillere doğru bir silsile içinde, fevkalade mukni (ikna edici) bir tarzda isbat etmesiyle meşhurdur.
• Kur’an’ın Hakkaniyeti: Kur’an-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunun kırk vecihle (yönle) isbat edildiği Yirmi Beşinci Söz (Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi), eserin en mühim bahislerindendir.
• İnsanın Vazifesi ve Hayatın Manası:
• Ubudiyet (Kulluk): İnsanın bu dünyaya gönderiliş gayesinin “ibadet” olduğu, ibadetin sadece şeklî merasimlerden ibaret olmayıp, bütün kâinatı bir tefekkür ve zikir kitabı gibi okumak manasına geldiği vurgulanır. Dokuzuncu Söz ve Yirmi Birinci Söz (Namaz hakkında) bu konuya ışık tutar.
• Tefekkür: Eser, baştan sona bir tefekkür rehberidir. İnsanı, kendi nefsinden (enaniyetinden) çıkarak, kâinattaki hadiselere ve varlıklara Allah namına (mana-yı harfî ile) bakmaya davet eder.
• Mühim Suallere Cevaplar:
• Kader ve Cüz’-i İhtiyarî: İnsan iradesinin mahiyeti ve Allah’ın her şeyi kuşatan kaderi arasındaki nazik denge, Yirmi Altıncı Söz (Kader Risalesi)’nde izah edilir.
• Şeytanın Varlığı ve Şerlerin Hikmeti: Neden şeytanın yaratıldığı, kötülüklerin (şerlerin) ve musibetlerin hangi hikmetlere mebnî (dayalı) olarak hayata dahil edildiği gibi çetin suallere cevaplar verilir.
“Sözler” mecmuası, her bir bahsiyle, aklı ve kalbi beraber tatmin etmeyi hedefler. Düşünceyi harekete geçirir ve imanı, “tahkikî” (araştırmaya dayalı) bir seviyeye çıkarmaya yardımcı olur.

Onuncu Söz: Haşir Bahsi (Yeniden Dirilişin İsbatı)

Onuncu Söz, “Sözler” mecmuasının en mühim ve hacimli bahislerinden biridir. Temel gayesi, âhirete imanın bir rüknü olan Haşri (öldükten sonra yeniden dirilmeyi) en kat’î ve aklî delillerle isbat etmektir. Eser, bu mühim hakikati hem avamın (halkın) hem de havassın (âlimlerin) fehmedebileceği bir surette izah eder.

1. Mukaddeme: Temsilî Hikâye
Bahis, bir “temsilî hikâyecik” ile başlar. Bu hikâyede, bir padişahın muhteşem bir memleketine giden iki kardeş anlatılır :
• Bahtiyar Kardeş (Mü’mini temsil eder): Bu memleketin (kâinatın) bir sahibi ve padişahı (Sâni’-i Zülcelâl) olduğunu anlar. Buradaki her şeyin O’nun nizamı ile hareket ettiğini , bu dünyanın geçici bir misafirhane ve imtihan meydanı olduğunu ve bu hizmetlerine mukabil padişahın kendilerini ebedî bir saadet sarayına (Cennet’e) davet edeceğini anlar. Ona göre hareket eder.
• Sersem Kardeş (Kâfiri temsil eder): Padişahı tanımaz, memleketi “sahibsiz” zanneder. Nizamı inkâr eder, her türlü zulmü ve sefaheti irtikâb eder. “Bu memleket harab edilip başka yere göç edileceğine inanmam” der.
Bu temsil, imanın ve küfrün dünyaya bakış farkını ve âhiretin zaruretini gösterdikten sonra, bahtiyar kardeşin sersem kardeşine âhiretin varlığını isbat ettiği “Oniki Suret” başlar. Bu “Oniki Suret”, “Oniki Hakikat”e işaret eder.
2. Oniki Hakikat (Haşrin Aklî Delilleri)
Onuncu Söz, haşri aklî olarak isbat etmek için Oniki “Hakikat” sunar. Bu hakikatlerin özeti şudur:
• Rububiyet ve Saltanat Hakikati: Kâinatta görünen bu muhteşem saltanat ve rububiyet (idare ve terbiye), kendisine itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere mücazat (ceza) vermeyi iktiza eder. Bu dünyada bu adalet tam tecelli etmediğinden, bir Mahkeme-i Kübra’ya (büyük mahkemeye) bırakılmıştır.
• Kerem ve Rahmet Hakikati: Kâinatın sahibinin görünen sonsuz keremi (cömertliği) ve rahmeti, ihsan ve ikram etmek ister. Aynı zamanda izzet ve haysiyeti de edepsizlerin te’dibini (cezalandırılmasını) ister. Bu fâni dünyada bu tecelliler tam yerleşmediğinden , ebedî bir mükâfat ve mücazat yurdunu zarurî kılar.
• Hikmet ve Adalet Hakikati: Kâinattaki her iş, sonsuz bir hikmet ve adalet ile dönmektedir. Hikmet ve adalet ise, hizmet edenlere taltif (iltifat), raiyetin hukukunu muhafaza ister. Bu dünyada zalim izzetinde, mazlum zilletinde göçüp gittiğinden , bu adalet ve hikmet tehir edilmiş, bir Mahkeme-i Kübra’ya bırakılmıştır.
• Sehavet ve Cemal Hakikati: Bu dünyadaki geçici sergilerde gösterilen emsalsiz nimetler (mat’umat) ve mücevherler, sonsuz bir sehavet (cömertlik) ve tükenmez hazineler sahibini gösterir. Böyle bir sehavet, “daimî bir dâr-ı ziyafet” ister. Aynı şekilde, bu fâni âyinelerde gösterilen gizli ve nazirsiz cemal (güzellik), “daimî görünmek ve görmek” ister. Bu da ebedî bir yurdu (Cennet’i) ve orada ebedî kalacak seyircileri (insanları) iktiza eder.
• Şefkat ve İcabet Hakikati: En edna bir mahlukun en edna bir hacetini görüp yerine getiren bir şefkat sahibi, elbette mahlukatın en efdalinin (Hz. Muhammed A.S.M.) , bütün mahlukatın da iştirak ettiği “ebedî saadet” gibi en büyük hacetini ve en büyük duasını kabul edecektir. Bu duanın kabulü, Cennet’in icadına sebebiyet vermiştir.
• Haşmet ve Sermediyet Hakikati: Bu geçici misafirhane ve imtihan meydanındaki haşmetli icraat (mesela bahar ordusunun teçhizatı ) gösterir ki, bu saltanat geçici fâniler üstünde durmaz. Elbette “daimî saraylar, müstemir meskenler” olan bir âhiret yurdu vardır.
• Hıfz ve Hafîziyet Hakikati: Kâinattaki her şeyin, en ehemmiyetsiz hadiselerin bile suretlerinin ve neticelerinin kaydedilmesi (fotoğraflar, kâtipler temsili) ve her şeyin (mesela bitkilerin) tarihçe-i hayatının tohumunda saklanması, “hafîziyet” (koruma) ismini gösterir. Bu kadar dikkatli bir muhafaza, elbette bir “muhasebe” içindir. İnsanın amelleri de kaydedilir ve bir Mahkeme-i Kübra’da muhasebesi görülecektir.
• Va’d ve Vaîd Hakikati: O Zât (Allah), fermanlarında (Kur’an’da) “mükerrer va’dediyor ve şiddetli tehdid ediyor ki: ‘Sizleri makarr-ı saltanatıma getireceğim, mutileri mes’ud, âsileri mahbus edeceğim.'”. Kudretine gayet kolay olan ve izzetine zıd olan “hulf-ül va’d” (va’dinden dönmek) O’nun şânından olmadığından, va’dettiği âhireti elbette getirecektir.
• Enbiya ve Evliyanın Şehadeti: Başta Resul-i Ekrem (A.S.M.) olmak üzere bütün enbiya (peygamberler) ve evliya (veliler), mu’cizelerine ve kerametlerine istinaden, müttefikan (ittifakla) o Zât’ın âhireti hazırladığını haber vermektedirler. Onların tevatür ve icma’ kuvvetindeki şehadetleri, haşrin vukuuna kat’î bir delildir.
• Bahar Haşri (Nümuneler): En mühim hakikat budur. Gözümüzün önünde her baharda, ölmüş yeryüzü “haşr-i baharî” ile yeniden diriltilmekte; üçyüz binden ziyade nebatat ve hayvanat enva’ı karıştırılmadan, hatasız, noksansız birkaç gün zarfında yeniden yaratılmaktadır. Bu hadsiz kudret mu’cizelerini (haşir nümunelerini) her sene yapan bir Kudret-i Ezeliye’ye , insanın bir sayha (ses) ile haşredilmesi nasıl ağır gelebilir? (Bu hakikat, âyetle de teyid edilir ).
• İnsanın Câmiiyeti: (Bu hakikat Onuncu Söz’de “Onbirinci Suret” olarak temsil içinde , Yirmidokuzuncu Söz’ün İkinci Esas’ının Beşinci Medar’ında “Beşinci Medar” olarak ve Yirmiüçüncü Söz’ün Birinci Mebhas’ının Birinci Noktası’nda detaylandırılmıştır.) İnsan, “ahsen-i takvim”de yaratılmış, kâinatın en câmi’ meyvesi olmuş, “emanet-i kübra”yı yüklenmiş ve “ebede uzanmış emelleri” olan bir mahluktur. Böyle bir mahlukun, ebedî saadet için yaratıldığı halde, fena-yı mutlaka (sonsuz yokluğa) atılması, hikmete ve adalete zıddır .
• Risalet ve Kur’an’ın Şehadeti: (Bu hakikat Onuncu Söz’de “Onikinci Suret” , Yirmidokuzuncu Söz’de “Dokuzuncu ve Onuncu Medar” ve Onuncu Söz’ün “Hâtime”sinde zikredilmiştir.) Başta Resul-i Ekrem (A.S.M.) bin mu’cizesiyle ve elindeki ferman olan Kur’an-ı Hakîm kırk vecihle mu’cize olmasıyla, bütün kuvvetleriyle haşri iddia ve isbat etmektedirler. Bu iki “bürhan-ı nâtık”ı inkâr etmek, bütün kâinatı inkâr etmek gibi muhaldir.

Hâtime (Sonuç)
Eser, haşrin akıldan uzak olmadığını, bilakis İbn-i Sina gibi dâhîlerin “Haşir aklî değil, naklîdir (imanla bilinir)” demelerine mukabil, Kur’an feyziyle haşrin “İsm-i A’zam’ın tecellisiyle” bahar gibi kolay ve kat’î olduğunu isbat ettiğini belirterek son bulur.

✧✧

Yirmibeşinci Söz: Mu’cizat-ı Kur’aniye (Kur’an’ın Mucizeliği)
Bu Söz, Kur’an-ı Hakîm’in Allah kelamı (Kelâmullah) ve kırk yönden (kırk vecihle) mu’cize olduğunu isbat etmeye hasredilmiştir. Eser, bir “Mukaddeme” ve “Üç Şua” (Işık) üzerine tesis edilmiştir.
1. Mukaddeme (Kur’an’ın Tarifi)
Mukaddeme, Kur’an’ın ne olduğunu tarif eder. Bu tarifte Kur’an;
• Kâinat kitabının ezelî bir tercümesi,
• Âlem-i gayb ve şehadetin müfessiri (tefsir edicisi),
• Gizli İlahî isimlerin hazinelerinin keşfedicisi (keşşafı),
• Hadisat satırlarının altındaki hakikatlerin anahtarı (miftahı),
• Âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı,
• İslâm âleminin güneşi, temeli, hendesesi,
• Âhiret âlemlerinin haritası,
• Allah’ın zât, sıfat ve şuunatının (işlerinin) en açık tefsiri ve bürhanı,
• İnsaniyetin mürebbisi (terbiyecisi) ve hakikî hikmeti,
• İnsanın bütün manevî ihtiyaçlarına merci olacak câmi’ bir kütübhane-i mukaddesedir.
Bu tariften sonra, Kur’anın “İsm-i A’zam”dan ve “her ismin mertebe-i a’zamından” gelmesi cihetiyle “Kelâmullah” ünvanına tam lâyık olduğu belirtilir.

2. Birinci Şua (Kur’an’ın Belâgatı)
Bu şua, Kur’anın belâgatındaki (edebî ve manevî üstünlüğündeki) mu’cizeliği iki surette inceler:
• Birinci Suret (Tarihî İcaz): Kur’an, belâgatın zirvede olduğu bir zamanda , Kâbe duvarına altunla yazılan “Muallakat-ı Seb’a” gibi eserlerle iftihar eden Arap ediblerine meydan okumuştur (tahaddi). Onlara “Bir suresinin mislini getirin, yoksa dünyada ve âhirette helâk olursunuz” demiştir. O zeki ve siyasî kavim, can ve mallarını tehlikeye atan “muharebe” yolunu seçmiş, en kolay yol olan “muaraza” (bir benzerini getirme) yoluna girmemiştir. Bu durum, muarazanın “mümkün olmadığını, muhal olduğunu” kat’î surette isbat eder.
• İkinci Suret (Dâhilî İcaz – Beş Nokta): Kur’anın belâgatı şu beş temelden gelir:
• Nazmın Cezaleti: Cümle ve kelimelerindeki hârika nizam, metanet ve karşılıklı intizam. (Misal olarak « وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ¦ âyetindeki her kelimenin azlığı ifade etmesi veya « وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ âyetinin sadakanın beş şartını birden ihtiva etmesi gösterilir.)
• Mananın Belâgatı: Manasının yüksekliği ve hakkaniyeti.
• Üslûbun Bedaati: Emsalsiz, garib ve taze üslûbu. (Sure başlarındaki Mukattaat harfleri (الٓمٓ ۝ الٓرٰ ۝ طٰهٰ ۝ يٰسٓ ۝ حٰمٓ ۝ عٓسٓقٓ .)
• Lafzın Fesahati: Lafzının akıcı, selis olması. Binlerce kez tekrar edilmesine rağmen usanç vermemesi , bilakis lezzet vermesi, her dem taze kalması.
• Beyanın Beraati: İfadesindeki fevkalâde üstünlük. Tergib (teşvik) , terhib (korkutma) , medih zem (kınama) , isbat ve irşad gibi bütün kelâm tabakalarında en yüksek mertebede olması.
3. İkinci Şua (Kur’an’ın Câmiiyeti)
Bu şua, Kur’anın hârikulâde câmiiyetini (kapsayıcılığını) “Beş Lem’a” (Parıltı) ile izah eder:
• Lafzındaki Câmiiyet: Bir kelâm, kelime, harf veya sükûtun çok vücuh (yön) ve manalar ihtiva etmesi. Her tabakadan muhataba ayrı bir kapıdan hisse vermesi. (Misal olarak وَ الْجِبَالَ اَوْتَادًا¦ âyetinin bir âmîye, bir şâire, bir coğrafyacıya ve bir feylesofa ayrı ayrı manalar ifade etmesi.)
• Manasındaki Câmiiyet: Bütün müçtehidlerin, âriflerin, kâmillerin ve muhakkiklerin meşreb ve mesleklerine (yollarına) kaynaklık etmesi ve onlara rehber olması.
• İlmindeki Câmiiyet: Şeriat, hakikat ve tarîkat ilimlerini; kâinatın hikmetini, İlâhî ilimleri ve âhiret maarifini (bilgilerini) kendi ilminden akıtması. (Delil olarak Risale-i Nur’un tamamı gösterilir.)
• Mebahisindeki Câmiiyet: Kâinat, Hâlık, insan, vazifesi, dünya, âhiret, mazi, müstakbel, ezel ve ebed gibi en küllî bahislerden ; insanın yaratılışı, yeme-içme âdâbı gibi en cüz’î bahislere kadar her şeyi câmi’ olması.
• Üslûb ve Îcazındaki Câmiiyet: Bir surede bütün Kur’an’ın, bir âyette bütün surenin hülâsasının dercedilmesi. İnsanın bütün manevî ihtiyaçlarına cevap vermesi. Çok uzun hakikat silsilelerinin başını ve sonunu zikrederek (îcaz) bütün silsileyi göstermesi. (Misal olarak Kıssa-i Yusuf’taki veya haşri isbat eden âyetlerdeki îcaz gösterilir.)
4. Üçüncü Şua (Gaybî İhbarlar, Şebabet ve Tevafuk)
Bu şua, Kur’anın üç hârika vech-i i’cazını (mu’cizelik yönünü) “Üç Cilve” (Tecelli) ile beyan eder:
• Birinci Cilve (İhbarat-ı Gaybiye): Gaybdan verdiği haberlerdir.
• Geçmişe (Maziye) Dair İhbarı: Okuma yazma bilmeyen (ümmi) bir Zâtın (A.S.M.) lisanıyla, Hz. Âdem’den Asr-ı Saadete kadar peygamberlerin hayatlarını, Tevrat ve İncil’in tahrifattan sonra bile kalan kısımlarıyla mutabık , ihtilaflı kısımlarını ise düzelterek (musahhihane) haber vermesi.
• Geleceğe (İstikbale) Dair İhbarı: Rumların (Bizans) Farslara (Sasaniler) galebe edeceğini (Sure-i Rum), Mekke’nin fethedileceğini (Sure-i Feth) ve daha birçok hadiseyi olmadan evvel haber vermesi ve haber verdiği gibi çıkması.
• İlâhî ve Kevnî Hakikatlere Dair İhbarı: Kâinatın tılsımını, hilkatin muammasını açan , aklın tek başına yetişemeyeceği tevhid ve âhiret hakikatlerini ders vermesi.
• İkinci Cilve (Şebabeti / Gençliği): Kur’an, her asırda taze nâzil oluyor gibi gençliğini ve tazeliğini muhafaza eder. Beşerî kanunlar ve eserler ihtiyarlanıp değiştiği halde , Kur’an’ın hükümleri asırlar geçtikçe daha da kuvvetlenir. Bu asrın sefahet ve dalalete düşmüş medeniyetine karşı, Kur’an’ın getirdiği hak (adalet, fazilet, teavün) esasları, medeniyetin bâtıl (kuvvet, menfaat, cidal) esaslarına tam bir galebesini gösterir. (Zekat ve ribanın yasaklanması, tesettür ve miras hükümleri gibi.)
• Üçüncü Cilve (Tevafuku / Uygunluğu): Her asırdaki ve her tabakadaki insanların fehim (anlayış) seviyelerine uygun hitab etmesi. Aynı ders ve âyette, en basit avamdan en yüksek havassa kadar herkesin hissesini alması. (Misal olarak Sure-i İhlas’ın veya âyetinin farklı tabakalara farklı manalar ifade etmesi gösterilir.)
Eserin Hâtimesi (Sonu), Kur’an’ın bu vecihlerle mu’cize olduğunu, onun mu’cizelerinin de Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) bir mu’cizesi olduğunu ve Risalet-i Ahmediye’nin de Kur’an’ın Kelâmullah olduğuna bir mu’cizesi olduğunu belirterek, Kur’an’ın Arş-ı A’zam’dan gelen sarsılmaz bir hakikat olduğunu teyid eder.

 

✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧