MEKTUBAT
MEKTUBAT
Bu eser, müellifin muhtelif zamanlarda talebelerine ve dostlarına yazdığı veya suallerine cevap olarak kaleme aldığı mektupların toplanmasından meydana gelmiştir.
Kitabın genel muhtevası, her bir mektubun müstakil bir risale gibi belirli konuları izah etmesi üzerine kuruludur. Eserin sonunda yer alan fihristeye istinaden, kitabın bölümlerini teşkil eden mektupların başlıca muhtevaları şu şekildedir:
Temel İmanî Suallere Cevaplar
Kitabın ilk mektupları, temel itikadî suallere cevaplar ihtiva eder.
• Birinci Mektub: Dört mühim suale cevap verir:
• Hazret-i Hızır Aleyhisselâm’ın hayatta olup olmadığı ve “Meratib-i Hayat”ın (hayat mertebelerinin) beş derece olduğu.
• $خَلَقَ الْمَوْتَ وَ الْحَيُوةَ$ (O, ölümü ve hayatı yarattı) âyetine istinaden, mevtin (ölümün) de hayat gibi mahluk ve bir nimet olmasının sırrı
• Cehennem’in nerede olduğuna dair, Cehennem-i Suğrâ ve Cehennem-i Kübrâ izahları.
• Dünyaya karşı olan aşk-ı mecâzînin (mecazî aşkın), Aşk-ı Hakikîye (hakikî aşka) nasıl inkılab edebileceği.
• Onikinci Mektub: Üç mühim suale cevap verir:
• Hazret-i Âdem’in Cennet’ten ihracı (çıkarılması) ve kâfirlerin Cehennem’e idhalinin (sokulmasının) hikmeti (Tavzîftir – vazifelendirmedir).
• Şeytanların ve şerlerin (kötülüklerin) yaratılmasının hikmeti (“Halk-ı şer, şer değil, belki kesb-i şer şerdir” kaidesi).
• Masumlara ve hayvanlara gelen musibetlerin (belâların) ve belâların hikmeti (“Mülk Onundur. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder.”).
• Onbeşinci Mektub: Altı mühim suale cevap verir. Bunlar arasında Sahabeler devrindeki fitnelerin hikmeti, Cemel ve Sıffin vak’alarının mahiyeti, Hazret-i İsa’nın (A.S.) nüzulü, Deccal meselesi ve “Her şey helâk olacaktır” âyetinin Cennet ve Cehennem’e şümulü olup olmadığı gibi derin mevzular bulunur.
Şeâir-i İslâmiye ve İbadetlere Dair Hikmetler
Eser, İslâm şeâirinin (sembollerinin) ve ibadetlerin hikmetlerine dair derin izahlar ihtiva eder.
• Yirmidokuzuncu Mektub (İkinci Kısım – Ramazan Risalesi): Ramazan orucunun, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, insanın hayat-ı içtimaiyesine, nefsin terbiyesine ve nimetlerin şükrüne bakan “Dokuz Nükte” (hikmet) ile izah edildiği bir risaledir .
• Yirmidokuzuncu Mektub (Yedinci Kısım – İşarat-ı Seb’a): Şeâir-i İslâmiyeyi (Ezan ve Kamet gibi) tağyire (değiştirmeye) teşebbüs eden ehl-i bid’anın delillerini “Yedi İşaret” ile çürütür.
Nübüvvet ve Velâyet Mevzuları
Kitabın en hacimli ve mühim bölümlerinden biri, Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) isbatına ve velâyet yolunun (Tarîkat) mahiyetine dairdir.
• Ondokuzuncu Mektub (Mu’cizat-ı Ahmediyye): Eserin en mufassal bölümlerinden biridir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın üç yüzden fazla mu’cizesini beyan eder. Bu bölümde İrhasat (peygamberlik öncesi harikalar) , İhbarat-ı Gaybiye (gelecekten haber vermesi) , parmaklarından su akması , az yemekle çok orduların doyması , ağaçların ve hayvanların Ona itaat etmesi, Şakk-ı Kamer (Ay’ın yarılması) ve Mi’rac gibi yüzlerce delil tasnif edilmiştir.
• Beşinci Mektub: İmam-ı Rabbânî’den iktibaslarla Hakaik-i Îmaniye (iman hakikatleri) ile Tasavvuf yolunu mukayese eder; imanı gıdaya, tasavvufu meyveye benzetir.
• Onsekizinci Mektub: Ehl-i keşfin müşahedelerinin (Muhyiddin-i Arabî gibi) Âlem-i Misal ile alâkasını ve Vahdet-ül Vücud meşrebinin Sahabe mesleği olan Cadde-i Kübra yanında nâkıs (noksan) bir mertebe olduğunu izah eder.
• Yirmidokuzuncu Mektub (Dokuzuncu Kısım – Telvihat-ı Tis’a): Velâyet ve Tarîkatın mahiyetini, Sünnet-i Seniyeye ittiba’nın ehemmiyetini , Vahdet-ül Vücud gibi meşreblerin vartalarını (tehlikelerini) ve Tarîkatın dokuz mühim semeresini (meyvesini) “Dokuz Telvih” (Dokuz İşaret) ile beyan eder. Bu kısmın zeylinde “Acz, fakr, şefkat, tefekkür” yolu en kısa ve selâmetli yol olarak tarif edilir.
Şahsî ve İçtimaî Hayata Dair Mektuplar
• İkinci Mektub: İlim ve din hizmetinde bulunanların hediyeleri kabul etmemesi, istiğna (minnet almama) prensibini açıkla.
• Onaltıncı Mektub: Müellifin siyasetten neden içtinab ettiğini (kaçındığını) , istiğna ve bereket ile nasıl yaşadığını izah eder.
• Yirmibirinci Mektub: Hanede bulunan ihtiyar valideyn ve akrabaların bereket direği, rahmet vesilesi ve musibet def edicisi olduğunu beyan eder.
• Yirmiikinci Mektub: Ehl-i iman arasındaki uhuvveti (kardeşliği) esas tutup, adavet (düşmanlık) ve hırsın zararlarını ve gıybetin çirkinliğini izah eder.
• Yirmialtıncı Mektub (Birinci Mebhas): Şeytanın desiselerini çürüten “Hüccet-ül Kur’an Aleşşeytan” bölümüdür. (Üçüncü Mebhas) Menfî milliyet (negatif milliyetçilik) fikrinin zararlarını ve müsbet milliyetin (pozitif milliyetçiliğin) İslâmiyet’e hâdim (hizmetkâr) olması gerektiğini beyan eder.
Kader, Haşir ve Tevhid’e Dair Derin Mevzular
• Yirminci Mektub: Sabah ve akşam namazlarından sonra okunan ve İsm-i A’zam mertebesini taşıyan Kelâm-ı Tevhidin (“La ilahe illallah vahdehu…”) on bir kelimesinin her birindeki müjdeyi (Birinci Makam) ve Tevhid bürhanını (İkinci Makam) izah eden en mühim Tevhid risalelerinden biridir.
• Yirmidördüncü Mektub: Kâinatın en mühim muammalarından olan mevt (ölüm), zeval (yok olma) ve firak (ayrılık) meselesinin; Rahîm, Hakîm ve Vedud isimleriyle nasıl telif edileceğini “Beş Remiz” ve “Beş İşaret” ile halleden bir risaledir.
• Hakikat Çekirdekleri: Eserin sonunda yer alan, müellifin 35 sene evvel yazdığı 111 adet hikmetli vecizesini ihtiva eden bir bölümdür .
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
Bu mektup, sabah ve akşam namazlarından sonra okunan ve İsm-i A’zam mertebesini taşıdığı rivayet edilen şu Kelâm-ı Tevhidin:
$لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْيِى وَيُمِيتُ، وَهُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ، بِيَدِهِ الْخَيْرُ، وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ، وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ$
on bir kelimesinin tefsiridir. Bu tefsir “İki Makam” olarak sunulmuştur:
• Birinci Makam (On Bir Müjde):
Bu bölümde, Kelime-i Tevhid’in on bir cümlesinin her birinde, insanın ruhu için ne kadar büyük bir müjde, teselli ve şifa olduğu izah edilir.
• $لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ$ (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesi; hadsiz ihtiyaçlara müptela ve nihayetsiz düşmanların hücumuna hedef olan insan ruhuna, bütün ihtiyaçlarını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını açar ve bütün düşmanlarından emin kılacak bir Kudret-i Mutlaka sahibini tanıttırır4.
• $وَحْدَهُ$ (O birdir) cümlesi; kâinatla alâkadar olan insan ruhunu, perişaniyetten ve keşmekeşten kurtarır. Mâlik’in bir olduğunu bilmekle, başka şeylere müracaat edip minnet çekmekten kurtarır
• $لَهُ الْمُلْكُ$ (Mülk umumen Onundur) cümlesi; insanın kendini ve sevdiği kâinatı başıboş ve sahipsiz telakki etmesinden doğan dehşetli ızdırabı izale eder. Mülkü sahibine teslim ederek, cefasını değil, safâsını çekmeyi temin eder
• Diğer kelimeler de (O’na hamd etmek, hayatı O’nun vermesi , ölümü O’nun vermesi , O’nun Hayy-ı Lâyemut olması , bütün hayrın O’nun elinde olması vb.) bu minvalde ruha müjdeler veren birer pencere olarak izah edilir.
• İkinci Makam (On Bir Bürhan):
Bu makam, İsm-i A’zam noktasında Tevhid’in isbatına dairdir. Kâinatta görünen her bir fiilin, ismin ve eserin, doğrudan doğruya Vâhid-i Ehad olan Allah’ı nasıl gösterdiğini delillerle ortaya koyar.
• Kâinattaki umumî nizam ve mizan (ölçü), O’nun Vâhid (Bir) olduğunu gösterir.
• En küçük bir eserin (mesela bir sineğin) yaratılması, bütün kâinatın yaratılması kadar O’nun kudretine kolaydır. Bu ise O’nun Vahdetine (birliğine) ve Ehadiyetine (her şeyde bizzat O’nun tecelli ettiğine) delildir.
• Her şeyin hayatını veren O olduğu gibi (Muhyî), ölümünü veren de O’dur (Mümît). Bu fiillerin O’ndan başkasına havalesi imkânsızdır.
• Bütün kâinatın bir Sâni’-i Vâhid’e verilmesi, vücub (zorunluluk) derecesinde kolay iken; müteaddid sebeplere veya tabiata havale edilmesi, imtina’ (imkânsızlık) derecesinde müşkilâtlıdır.
Mektubat’ın diğer yerlerinde de (mesela Onsekizinci Mektub’da ve Yirmidokuzuncu Mektub’da ) Tevhid hakikati, Vahdet-ül Vücud meşrebi ve Şeâir-i İslâmiye bağlamında izah edilir.
Haşir (Yeniden Diriliş) Hakkındaki İzahlar
Haşir mevzuu da Mektubat’ta müteaddid yerlerde, Tevhid ile bağlantılı olarak ve kat’î delillerle izah edilir.
• Onuncu Mektub (İkinci Sual):
“Meydan-ı Haşir nerededir?” sualine cevap verilir. Bu izaha göre, Küre-i Arz’ın senelik hareketiyle (yörüngesiyle), ileride Meydan-ı Haşr-i Ekber olacak (en büyük toplanma meydanı olacak) bir dairenin hududu çizilmektedir. Dünya bir çekirdek gibidir; Haşir ise o çekirdeğin, içindekilerle beraber bir ağaç veya sünbül (başak) suretinde açılmasıdır. Dünya tarlası, o büyük Haşir meydanını dolduracak manevî mahsulatı yetiştirmekte ve o meydana göndermektedir.
• Yirminci Mektub (Onuncu Kelime):
Haşir hakikati, $وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ$ (O, her şeye kadirdir) cümlesinin bir tefsiri olarak ele alınır.
• En mühim delil, Haşr-i Baharîdir. Her bahar mevsiminde, yeryüzünde hayvanat ve nebatatın üç yüz binden fazla nev’ini (türünü) kemal-i intizam ile haşredip neşreden (diriltip yayan) bir Kudret-i Mutlaka için , insanın haşri de o bahar kadar kolaydır.
• $مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ$ (Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, ancak tek bir nefsin yaratılması [ve diriltilmesi] gibidir) âyetinin sırrıyla, bütün insanların haşri, tek bir nefsin ihyası (diriltilmesi) kadar O Kudrete kolay gelir.
• Yirmidördüncü Mektub (İkinci Makam):
Kâinattaki zeval (yok oluş) ve firak (ayrılık), ilk bakışta Rahmet ve Hikmet’e zıt görünse de, hakikatte durumun böyle olmadığı izah edilir.
• Eşya ademe (hiçliğe) gitmiyor, belki Daire-i Kudretten Daire-i İlme geçiyor.
• Bu dünya, Âlem-i Beka’ya (ebediyet âlemine) ve Âhiret pazarına münasip mahsulatı yetiştiren bir mezraa (tarla) hükmündedir.
• Bu dünyada yaşananlar, Cennet’te ebedî manzaralar şeklinde müşahede edilecektir. Dolayısıyla fâni mevcudatın bir an görünüp gitmesi, o ebedî manzaraları teşkil etmek ve kaydetmek içindir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
Mektubat’taki izahlara göre Şeâir-i İslâmiye’nin mahiyeti ve ehemmiyeti:
Şeâir-i İslâmiye Nedir ve Ehemmiyeti Nereden Gelir?
Şeâir-i İslâmiye, şahsî bir mesele değil, “Hukuk-u Umumiye” (kamu hukuku) nev’inden sayılır. Yani o, bir şahsın değil, bütün Müslümanların ortak malı ve hakkıdır. Eser, bu hakikati şöyle vurgular:
• Hukuk-u Umumîdir: Şeâire ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. Onların en cüz’îsi dahi (sünnet kabilinden bir mesele bile olsa) en büyük bir mesele hükmünde ehemmiyetlidir.
• Tarihî Bir Zincirdir: Bu şeâirler, Asr-ı Saadet’ten (Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın devrinden) şimdiye kadar bütün Eâzım-ı İslâm’ın (İslâm büyüklerinin) bağlandığı “Nuranî Zincirleri” teşkil eder. Onları tahrib ve tahrif etmeye (bozmaya) çalışanların “dehşetli bir hataya” düştükleri belirtilir.
Mektubat’ta Zikredilen Başlıca Şeâir Örnekleri
Eserde, ehemmiyeti vurgulanan başlıca şeâirler şunlardır:
• Ramazan Orucu (Savm): Yirmidokuzuncu Mektub’un İkinci Kısmı (Ramazan Risalesi), Ramazan orucunun İslâmiyet’in beş şartından biri olmasının yanı sıra, “Şeair-i İslâmiyenin A’zamlarındandır” (İslâm şeâirlerinin en büyüklerindendir) diye tarif edilir.
• Ezan ve Kamet: Yirmidokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmı’nda, Ezan ve Kamet gibi şeâirlerin başka dillere tercüme edilerek değiştirilmesine teşebbüs eden ehl-i bid’at şiddetle tenkit edilir.
• Hatt-ı Kur’anî (Kur’an Yazısı): Yirmidokuzuncu Mektub’un Üçüncü Kısmı, Kur’an yazısının (Arapça harflerin) muhafazasının ehemmiyetine işaret eder.
Şeâir Neden Değiştirilemez? (Taabbüdîlik Sırrı)
Mektubat’ta şeâirlerin neden değiştirilemeyeceği, bilhassa Yirmidokuzuncu Mektub’un Birinci Kısmı’ndaki Dokuzuncu Nükte’de izah edilir. Bu izaha göre Şeriat meseleleri iki kısımdır:
• Ma’kul-ül Mana (Manası Akılla Anlaşılan): Bir hikmeti ve maslahatı (faydası) olan hükümlerdir.
• Taabbüdî (İbadet Yönü Ağırlıklı): Aklın muhakemesine bağlı olmayan, illeti (hakikî sebebi) sadece “Emir” olan hükümlerdir.
Şeâir-i İslâmiye, bu ikinci kısım olan Taabbüdî ciheti ağır basan hükümlerdendir.
• Onların hikmeti ve maslahatı (faydası), onların hakikî illeti (varlık sebebi) değildir. Bu sebeple, yüz bin maslahat gelse dahi, o taabbüdî olan şeâiri değiştiremez.
• Eserde buna misal olarak Ezan verilir: “Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır; şu hâlde bir tüfek atmak kâfidir” denilemez. Çünkü bu fayda, Ezan’ın binler hikmetinden sadece biridir.
• Ezan’ın asıl hikmeti; “nev’-i beşer namına… Hilkat-i Kâinatın Netice-i Uzması… olan İlân-ı Tevhid ve Rububiyet-i İlahiyeye karşı İzhar-ı Ubudiyete vasıta” olmasıdır. Bir tüfek sesi asla bunun yerini tutamaz.
Şeâirlerin Başka Lisana Tercümesi Meselesi
Yirmidokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmı, şeâirleri başka lisana tercüme etme fikrini şiddetle reddeder:
• Lafızlar Sadece Kılıf Değil, Canlı Cilttir: Bu mübarek lafızlar (Ezan, Kamet, Namaz tesbihatı vb.), manalarına “camid libas değil; cesedin hayatdar cildi gibidir.” Cilt değişirse vücut zarar görür.
• Alemdirler (İsimdirler), Tercüme Edilemezler: Bu lafızlar, zamanla örfî-şer’î manalarına alem (özel isim) hükmüne geçmiştir. Alem ve isim ise değiştirilemez. Mesela $سُبْحَانَ الله$ diyen hangi milletten olursa olsun, Cenab-ı Hakk’ı takdis ettiğini anlar15.
• İhtiyaç Yoktur: Dünyevî bir menfaat için bir günde elli kelime yabancı lisan öğrenen bir Müslüman’ın, elli senedir her gün elli defa tekrar ettiği bu mübarek kelimelerin muhtasar bir mealini bir-iki haftada öğrenmemesi “hayvandan daha aşağı” bir durum olarak tarif edilir ve böylelerinin tembelliği hatırına şeâirlerin bozulması “kâr-ı akıl değildir” denir.
• İmam-ı A’zam’ın Fetvası Hususîdir: İmam-ı A’zam’ın, “ihtiyaç halinde Fatiha yerine Farisî tercümesi caizdir” fetvasının umumi olmadığı; merkez-i İslâm’dan uzak diyar-ı baîdede (uzak ülkelerde) olanlara, hakikî ihtiyaca binaen, Fatiha’ya mahsus ve kuvvet-i imandan gelen bir hamiyetle verilmiş hususî bir ruhsat olduğu, fakat bunu za’f-ı imandan ve Arapça’ya nefretten ileri gelen bir tahrif arzusuna alet etmenin “dini terk ettirmek” olduğu ifade edilir.