Güç Sahipliğinin İmtihanı: “Nimet” Olarak Şehir ve İlahi Adalet
Güç Sahipliğinin İmtihanı: “Nimet” Olarak Şehir ve İlahi Adalet
Tarih, kudreti eline geçirenlerin bu kudretle nasıl imtihan olduklarının sayısız misaliyle doludur. Siyaset düşüncesinin en kadim meselesi, gücün tabiatı gereği yol açtığı “zehirlenme” ve bu zehirlenmenin zahirî yansımalarıdır. İnsanlık tarihi, asıllarını unutan, enaniyet çukuruna düşen ve elindeki “nimetleri” şahsi birer basamak telakki edenlerin hüsranına şahittir.
Bu ezelî hayat mücadelesinin modern bir yansımasını gözler önüne sermektedir.
“Büyük Oyun” ve İktidarın Gölgesi
Büyük şehirler, bilhassa İstanbul gibi cihanşümul bir asıldan gelen kadim merkezler, her devirde sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda bir iktidar sembolü, bir “atlama taşı” olmuşlardır. “Büyük Oyun” ve “derin akıl” mefhumları, siyasi hayatın sadece zahirî (görünen) bir cepheden ibaret olmadığını, dahilî ve girift bağlantıların olduğunu iddia eder.
Bu nazarla bakıldığında, ahtapotun kolları misali yayılan ve “gizli şer odakları” olarak tasvir edilen yapılar, meşru zeminleri kullanarak küllî bir hâkimiyet tesis etme gayesi güdebilirler. Bu noktada en tehlikeli yanılma, “hedefe giden yolda her şey meşrudur” pervasızlığıdır. Fazilet sahibi bir idare, gayesinin meşruiyeti kadar, o gayeye ulaşmak için kullandığı vasıtaların meşruiyetiyle de mükelleftir.
Mühim nokta budur: Meşru bir hedefe (eğer hedef meşru ise) gayri meşru yollarla, yolsuzlukla veya emanete hıyanetle varılamaz. Varıldığı zannedilen yer, olsa olsa bir “güç zehirlenmesi” halüsinasyonudur.
Sorumluluk, Vurdumduymazlık ve Kör Muhalefet
“İstanbul nimet nimet!” ifadesi, bu şehrin sunduğu imkanların muazzamlığını gösterir. Ancak bu “nimet,” idareci omuzlarına ağır bir mesuliyet yükler. Halkın darda, karda kalması, sel veya deprem gibi felaketlerle boğuşması anlarında, idareciden beklenen faaliyet, ciddiyet ve samimiyettir.
Bir yandan “balıkçıda yemek” veya “tatil yapmak” gibi misaller, bu mesuliyet duygusundan kopuşun, enaniyetin ve halkın derdiyle dertlenmemenin sembolleri haline gelir.
Bu vurdumduymazlığı daha da tehlikeli kılan, senaryodaki tesbitle, “Erdoğan düşmanlığı” gibi zıt kutuplar üzerine kurulu siyasi atmosferdir. Siyasi taassup, gözleri kör eder; nazar ve bakış kabiliyetini alır. Taraftarlar, yapılanları görmedikleri gibi, yapılmayanları da “vardır bir hikmeti” diyerek örterler. Yapıcı tenkit mekanizması işlemez, zira her tenkit “düşman” safına yazılmakla eşdeğer tutulur. Bu körlük, tasvir edilen “şer odaklarının” ve yolsuzluk düzeninin en kuvvetli gıdasıdır.
Mızrak, Çuval ve İlahi Adalet
Ancak hayatın değişmez bir kaidesi vardır: “Artık mızrak çuvala sığmıyor.”
İnsan eliyle kurulan her hileli düzen, ne kadar “derin akıl” ürünü olursa olsun, kendi zıt delillerini üretir. Kanalizasyon patladığında, koku her yere yayılır ve hiçbir suni gündem bu kokuşmuşluğu perdeleyemez. Verilen vaatlerin unutulması, yapılan yolsuzlukların ifşa olması, kaderin bir tecellisidir.
İşte bu noktada, küllî senaryonun son ve en vurucu kısmına geliyoruz: İlahi Adalet.
Dünya hayatındaki eksik ve gecikmiş adalet, düşünce sahibi insanı Ahiret’e yönlendirir. Zira, “İyi ki ahiret var.” Orada hiçbir şey gizli kalmaz. Organlar konuşur, gizlilikler ifşa olur. Hâkim bizzat Allah’tır; rüşvet, iltimas, siyasi taraftarlık veya “konjonktür” orada sökmez.
Yetimin, fakir fukaranın, garip gurebanın malına el uzatanlar, o gün en çetin hesapla yüzleşirler. İnsanların hileleri, planları, “büyük oyunları” ne olursa olsun, asıl ve küllî plan sahibinin Allah olduğu hakikati değişmez.
Âl-i İmrân Suresi, 54. Ayet):
> “Onlar tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah tuzak bozanların en hayırlısıdır.”
>
Netice olarak, tarihi ibret şudur: Hiçbir güç, adaletten üstün değildir. Ve hiçbir hile, İlahi adaletten kaçamaz. Kaderin tokadı geç gelse de, isbatı ve tesiri çetin olur.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025