MÜNAZARAT: HÜRRİYET, MEŞRUTİYET VE İÇTİMAİ REÇETELER

MÜNAZARAT: HÜRRİYET, MEŞRUTİYET VE İÇTİMAİ REÇETELER

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Meşrutiyet’in ilanından sonra (1910-1911 yıllarında) Doğu Anadolu’daki aşiretleri dolaşarak, onların “Meşrutiyet (Demokrasi/Anayasal Sistem) gâvurluk mudur?”, “Hürriyet dinden çıkmak mıdır?” şeklindeki şüphelerine, Kur’anî ve akli cevaplar vermiştir. Bu diyaloglar, İslam’ın demokrasi ve özgürlük kavramlarına bakışını netleştirir.

1. Hürriyetin İmanla İlişkisi: “Allah’a Kul Olan, Başkasına Kul Olmaz”

O dönemde halk, “Hürriyet” denilince “her istediğini yapmak, sefahate dalmak” gibi yanlış bir manayı anlıyordu. Bediüzzaman Hazretleri ise hürriyeti, imanın bir hassası (özelliği) olarak tarif ederek, insanlık tarihinin en veciz hürriyet tanımını yapmıştır.
Üstad’a göre hakiki hürriyet; ne kendine ne de başkasına zarar vermemektir. Hürriyetin kaynağı ise imandır.
Risale-i Nur’da bu hakikat şöyle formüle edilir:
> “Hürriyetin şen’i odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.” Bediüzzaman.

“Rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz.
Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez.
Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet..”
>
Demek ki istibdat ve baskı, imanın zayıflığından; hürriyet ve adalet ise imanın kuvvetinden gelir.

2. Meşrutiyet ve Şeriat: “İsim ve Hakikat” Farkı

Aşiretler, İstanbul’daki bazı batılılaşma hareketlerini görerek Meşrutiyet’e (Anayasal sisteme) karşı çıkıyor, bunu şeriata aykırı görüyorlardı. Bediüzzaman ise onlara; isimlere değil, manaya bakmalarını öğütledi.
Eğer Meşrutiyet; “Meşveret” (Danışma) ve “Kanun hakimiyeti” ise, bu zaten İslam’ın emridir. Keyfi yönetim (İstibdat) ise İslam’a zıttır.
Metinde geçen şu diyalog çok çarpıcıdır:
> “Meşrutiyet ve kanun-u esasî, işittiğiniz mesele ise; hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telakki ediniz, muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyet’tedir.” (Münazarat, s. 23).
>
Bediüzzaman, istibdadı “zulmün temeli”, meşrutiyet-i meşruayı ise “Asya’nın bahtını açacak anahtar” olarak görür. Yöneticilerin keyfine göre değil, şeriatın adalet prensiplerine ve kanuna göre yönetilmesi gerektiğini savunur.

3. Üç Büyük Düşman ve Medresetü’z-Zehra Projesi

Münazarat’ın en can alıcı tespiti, geri kalmışlığımızın sebepleridir. Bediüzzaman, “Bizim düşmanımız nedir?” sualine karşı üç temel düşmanı sıralar:
* Cehalet (Bilgisizlik).
* Zaruret (Fakirlik).
* İhtilaf (Bölünmüşlük).
Bu düşmanlara karşı silahımız ise; Sanat (Teknoloji/Üretim), Marifet (Eğitim/İlim) ve İttifak (Birlik) olmalıdır.
Bediüzzaman, bu cehaleti yenmek için Doğu Anadolu’da hem din ilimlerinin hem de fen ilimlerinin beraber okutulacağı “Medresetü’z-Zehra” isminde bir üniversite kurulmasını teklif eder.
Eğitim sistemindeki şu muazzam tespiti, bugün dahi pedagojinin temelidir:
> “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir (din ilimleridir). Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (fen ilimleridir). İkisinin imtizacıyla (birleşmesiyle) hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder (uçar). İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit; birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder.” (Münazarat, s. 127).
>
4. Kürt-Türk Kardeşliği ve Milliyet

Aşiretlerle yapılan konuşmalarda, etnik köken ve milliyetçilik konuları da gündeme gelir. Bediüzzaman, Kürtlerin Türklerle olan tarihi bağını ve İslam sancağı altındaki hizmetlerini nazara vererek, ayrılıkçı fikirlerin (o zamanki ecnebi kışkırtmalarının) ne kadar zararlı olduğunu anlatır.
Türkler, İslam’ın kahraman ordusu ve bayraktarıdır. Kürtler de o ordunun kuvvetli bir parçasıdır. “Cesaretli bir kavim (Kürtler) ile, akıllı ve hamiyetli bir kavmin (Türkler) ittifakından” büyük bir güç doğacağını müjdeler.
Netice: Adalet ve Meşveret
Münazarat Risalesi’nin özü; yönetimin şahıslara değil, “Şura”ya (Meclise) ve “Kanun”a dayanması gerektiğidir. İslam, istibdadı reddeder.
Kur’an-ı Kerim, Şura Suresi’nde yönetim biçimini şöyle belirler:
> “…Onların işleri, aralarında şura (danışma) iledir…” (Şûrâ Suresi, 42/38).
>
Hülasa; Münazarat, İslam’ın “adalet, meşveret ve kanun hakimiyeti” prensipleriyle gerçek hürriyetin İslam’da olduğunu isbat eden sosyolojik bir reçetedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
14/11/2025