İMANIN İKİ KANADI: SABIR VE TEVEKKÜL

İMANIN İKİ KANADI: SABIR VE TEVEKKÜL

İnsan, fıtratı gereği aciz ve fakirdir; bela ve musibetlere karşı zayıftır, ihtiyaçları ise sınırsızdır. Hayat yolculuğunda karşılaştığı zorluklar, hastalıklar ve düşmanlar onu sarsar. İşte bu noktada, Kur’an-ı Kerim’in ve iman hakikatlerinin ders verdiği iki manevi silah devreye girer: Musibetlere karşı Sabır, hadiselerin ağırlığına karşı Tevekkül.

1. Sabır: Üç Farklı Cephede Mücadele

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, sabrı pasif bir bekleyiş olarak değil, aktif bir direnç kuvveti olarak tarif eder. Bediuzzaman sabrı üç kategoride ele alır:
* Masiyete (Günahlara) Karşı Sabır: Nefsin haram arzularına karşı durmak.
* Musibete Karşı Sabır: Hastalık ve belalara karşı isyan etmeden dayanmak.
* Taatte (İbadette) Sabır: İbadetlerin sürekliliğindeki zorluğa göğüs germek.
Üstad’ın sabır konusundaki en mühim tespiti, insanın bu “sabır kuvvetini” yanlış kullanmasıdır. Cenab-ı Hak, insana her an için yetecek kadar sabır kuvveti vermiştir. Ancak insan, “vehim” (yanlış düşünce) ile bu kuvveti dağıtır.
Risale-i Nur’da bu hakikat şöyle tasvir edilir:
> “Cenab-ı Hakk’ın sana verdiği sabır kuvvetini, eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir. Ve o kuvvetle dayanabilirsin.” ,
“”Sen, üç sabırla mükellefsin. Birisi: Taat üstünde sabırdır. Birisi: Masiyetten sabırdır. Diğeri: Musibete karşı sabırdır.”
>
İnsan; geçmişteki bitmiş acıları düşünüp hüzünlenerek ve gelecekte gelmesi muhtemel (ama henüz gelmemiş) günleri düşünüp endişelenerek, elindeki sabır kuvvetini sağa sola saçar. Neticede “hazır zamandaki” musibete karşı sabrı tükenir ve şikayete başlar. Halbuki “bugün” için verilen sabır, bugünün yüküne yeter.

2. Tevekkül: Kâinatın Sultanına Dayanmak
Tevekkül; sebepleri tamamen reddetmek veya tembellik etmek demek değildir. Bilakis, vazifesini yaptıktan sonra, yükü üzerinden atıp neticeyi Allah’tan beklemektir. İnsan, hadiselerin dizgininin kendi elinde olmadığını, her şeyin “Müsebbibü’l-Esbab” (Sebepleri Yaratan) olan Allah’ın kudretinde olduğunu bilmelidir.
Risale-i Nur’un Yirmi Üçüncü Sözünde tevekkülün tarifi şöyledir:
> “Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telâkki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak’tan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir.”
>
Tevekkül eden insan bilir ki; kâinat başıboş değildir. Bir Sultan-ı Zîşan, her şeyi idare etmektedir. Bu inanç, insanı “dünya kadar ağır” yüklerin altında ezilmekten kurtarır.

3. İmanın Verdiği Emniyet ve Huzur
Sabır ve tevekkül, imanın derecesine göre kuvvet kazanır. İnsan, Allah’ın “Hakîm” (Hikmet Sahibi) ve “Rahîm” (Merhamet Sahibi) olduğuna ne kadar kuvvetli inanırsa, başına gelenlerde o kadar hikmet arar ve O’na güvenir.
Musibetler, zahiri (dışsal) nazarda çirkin ve acı görünebilir. Ancak tevekkül ehli, o hadisenin arkasındaki “Kader-i İlahi”nin adaletini ve rahmetini görür.
> “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni (iki cihan saadetini) iktiza eder.” (Sözler)
>
Bu silsile gösteriyor ki, tevekkül imanın doğal bir neticesidir. Allah’a inanan, O’na güvenir. O’na güvenen, hadiseler karşısında titremez.
Netice: Vekil Olarak Allah Yeter
Kur’an-ı Kerim, müminlerin en zor anlarında bile sığınacakları o muazzam kaleyi Al-i İmran Suresi’nde şöyle gösterir:
> “Bize Allah yeter. O, ne güzel vekildir!” (Âl-i İmrân Suresi, 3/173)
>
Hayatın ağır yüklerine karşı belimiz büküldüğünde yapılacak iş: Evvela sebeplere başvurmak (fiili dua), sonra “Hasbünallah” (Allah bize yeter) diyerek O’nun rahmetine itimad etmek ve o andaki sıkıntıya karşı sabır kuvvetini idareli kullanmaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
14/11/2025