RUHUN EBEDİYET NİDASI: VİCDANIN ŞAHADETİ VE AHİRETİN İSBATI
RUHUN EBEDİYET NİDASI: VİCDANIN ŞAHADETİ VE AHİRETİN İSBATI
Kâinatın tılsımını açan en mühim anahtar, insanın kendi mahiyetinde gizlidir. İnsan, zahiri nazarda küçük bir cisim gibi görünse de, esasen bütün kâinatın külli bir fihristesi ve İlahi isimlerin en câmi bir aynasıdır. Bu muazzam varlık, fani dünyanın dar kalıplarına sığmayacak kadar ulvi istidatlarla donatılmıştır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda, hususan Sözler mecmuasında yaptığı derinlikli tahliller, insanın bu dünyadaki gurbetini ve asıl vatanı olan ebediyet yurduna olan iştiyakını harikulade bir surette tasvir eder.
1. Ruhun Cevherindeki Gayr-ı Mahdud İstidat ve Hikmet
Cenab-ı Hakk’ın “Hakîm” isminin bir tecellisi olarak, kâinatta abes, faydasız ve israf edilmiş hiçbir şey yoktur. En küçük bir sineğin kanadından, semavattaki yıldızların hareketine kadar her şeyde bir hikmet ve gaye müşahede edilir. Hal böyleyken, mahlukatın en şereflisi olan insanın ruhuna yerleştirilen sınırsız kabiliyetlerin neticesiz kalması düşünülebilir mi?
Bediüzzaman Hazretleri, bu hakikati şu veciz ifadelerle ortaya koyar:
> “Beşerin cevher-i ruhunda derc edilmiş gayr-ı mahdud istidadat… saadet-i ebediyeye elini uzatmış…” (Sözler, RNK Neşriyat, s. 521).
>
İnsanın ruhunda ekilen bu istidat tohumları, sadece bu kısa dünya hayatı için verilmiş olsaydı, bu durum “hikmet” ve “iktisat” kanunlarına zıt ve aykırı olurdu. Nasıl ki balıklara yüzgeç verilmesi suyun varlığına, kuşlara kanat verilmesi havanın vücuduna delildir; insana da ebedi bir saadeti arzulayan “sınırsız istidatlar” verilmesi, o istidatların inkişaf edeceği bir “Ebediyet Âlemi”nin varlığının en kuvvetli isbatıdır.
2. Vicdanın Yanılmaz Sesi: “Ebed! Ebed!”
İnsanın fıtratında, aklın vesveselerine kapılmayan, doğrudan doğruya hakikati haykıran bir “derûnî” mekanizma vardır ki, buna “vicdan” denir. Vicdan, insanın yaratılışındaki aslı ve esası temsil eder. İnsan, aklıyla inkar etse bile, vicdanıyla ebediyeti arzulamaktan asla vazgeçemez. Bu, bir yanılma veya bir yanlış inanç değil, fıtratın bizzat konuşmasıdır.
Metinde geçen şu ifadeler, bu derûnî hali ne güzel tasvir eder:
> “Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse ‘Ebed!.. ebed!’ sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz.” (Sözler, RNK Neşriyat, s. 522).
>
İnsanın “ene”si (benliği), sonlu ve fani olanla tatmin olmaz. Ona dünyaları verseniz, “Daha yok mu? Bu da bitecek, bana bitmeyen lazım!” diye feryat eder. Bu hal gösteriyor ki; insan bu fani misafirhane için değil, baki bir saltanat için yaratılmıştır. Vicdanın bu ısrarlı talebi, o talebi karşılayacak olan Zât-ı Zülcelal’in vaadinin bir nevi aksisdasıdır.
3. Dünya Tarlası ve Ahiret Hasadı
Gözlem ve nazarımızla görüyoruz ki, dünya hayatı insanın sahip olduğu bu muazzam potansiyeli tam manasıyla ortaya çıkarması için yeterli değildir. İnsanın arzuları ebede kadar uzanırken, ömrü bir şimşek parıltısı gibi kısa sürmektedir. Bu zıtlık, dünyanın son durak olmadığını, bilakis bir bekleme salonu ve bir imtihan meydanı olduğunu gösterir.
Üstad Bediüzzaman, dünyanın bu “yetersizliğini” şöyle ifade eder:
> “Evet şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir.” (Sözler, RNK Neşriyat, s. 525).
>
Bir çekirdek, toprağın altında çürüyüp gitmek için değil, sümbüllenenip meyve veren bir ağaç olmak için vardır. İnsanın ruhundaki istidat çekirdekleri de bu dünya toprağında filizlenir, fakat tam manasıyla neşvünema bulup meyve vermesi, ancak “Dâr-ı Bekâ”da, yani ahiret yurdunda mümkün olacaktır. Dünya, bu istidatların sadece numunelerinin görüldüğü, asıllarının ise ahirette inkişaf edeceği bir mezradır.
Netice ve Hikmet
Bütün bu deliller, Kur’an-ı Kerim’in cihan şümul mesajıyla tam bir mutabakat içindedir. Rabbimiz, Mü’minun Suresi’nde mealen şöyle buyurmaktadır:
> “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun Suresi, 23/115)
>
Netice itibarıyla; insanın cevher-i ruhundaki sınırsız kabiliyetler, vicdanındaki sönmek bilmeyen ebediyet aşkı ve dünyanın bu kabiliyetlere dar gelmesi, ahiretin vücudunu güneş gibi zahir kılar. İnsan, ebed için yaratılmıştır ve ebede gidecektir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
13/11/2025