Risale-i Nur’dan Esaslar – 2 –

Risale-i Nur’dan Esaslar – 2 –

Risale-i Nur’un, menbaını Kur’an’dan alan, istikameti en büyük keramet sayan ve ihlas, sebat, uhuvvet gibi sarsılmaz esaslara dayanan manevî bir cihad ile asrın getirdiği dalalet cereyanlarına karşı galebe etmesi keyfiyeti, ayetler ve o ayetlerin işaret ettiği hakikatler zaviyesinden (açısından) şu şekilde tafsilatlı (detaylı) bir surette izah edilebilir:

1. Asrın Teşhisi ve Vazifenin Tayini: Manevî Cihad

Bediüzzaman Hazretleri’nin “asrın dahisi ve görevlisi” olarak tavsif edilmesi, onun içinde bulunduğu zamanın hastalıklarını (illetlerini) isabetle teşhis etmesinden ileri gelmektedir. Evvelki asırlarda temel mesele cehalet ve tecrübesizlik iken, bu asrın en dehşetli hastalığı, felsefe-i maddiyyeden (materyalist düşünceden) neş’et eden (kaynaklanan) küfr-ü mutlak (tam bir inançsızlık) ve dalalet-i fenniye (bilimden gelen sapkınlık) olmuştur.
Bu sebeple, vazife, basit bir irşad (yol gösterme) veya nasihat vazifesi değil, doğrudan doğruya imanı kurtarmak vazifesidir. Muarızlar, artık basit inkârcılar değil, bilimi ve felsefeyi bir “burhan” gibi kullanan zındıka komiteleridir.
Buna karşı kullanılacak silah, maddî kılıç veya siyasî galebe olamazdı. Zira, Risale-i Nur’un mesleği, “vazifesini yapar, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmaz.” Vazife tebliğdir; kabul ettirmek, kalbleri çevirmek Allah’ın vazifesidir. Bu manevî cihadda, yegâne silah, burhan yani isbattır.
Cenab-ı Hak, hakikati tebliğ ederken hikmet ve delil yolunu emreder:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel şekilde mücadele et…” (Nahl, 16/125)
Risale-i Nur, bu ayetin sırrınca, muarızlarını “ikna” ve “ilzam” (susturma) yolunu tercih etmiş; aklı, kalb ile mezcederek (birleştirerek) iman-ı tahkikîyi (araştırmaya dayalı imanı) ders vermiştir.

2. Menba ve Maya: Kur’an-ı Hakîm

Bu hizmetin “menba-ı Kur’an” ve “mayası İslam”dır. Risale-i Nur, müellifinin şahsî bir eseri veya felsefî bir düşüncesi değil, doğrudan doğruya Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın bu asrın fehmine (anlayışına) bir dersi ve manevî bir tefsiridir.
Bediüzzaman, “Üstadım Kur’andır” diyerek, kendisini devreden çıkarmış ve meselenin Kur’an’ın bir mucize-i manevîsi olduğunu isbat etmiştir. Bu, eserin tesirindeki fevkalade gücün sırrıdır. Muhatap, bir şahsı değil, doğrudan Kur’an hakikatlerini bulmaktadır.
Kur’an, kendisinin her şeye kâfi bir hidayet rehberi ve sarsılmaz bir burhan olduğunu beyan eder:
“Şüphesiz bu Kur’an, en doğru yola iletir ve salih ameller işleyen mü’minlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsrâ, 17/9)
“…Biz o kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, bir doğru yol göstericisi, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl, 16/89)
Risale-i Nur, bu ayetlerin bir tecellisi olarak, Kur’an’ın bu asırda sarsılmaz bir “sedd-i Zülkarneyn” vazifesi gördüğünü isbat etmiştir.

3. En Büyük Keramet: İstikamet

Mesleğin “en büyük kerameti istikamet” olması, en mühim esaslarından biridir. Bu asır, harikalar ve şaşırtıcı haller (keramet-i kevniye) asrı değil, hakikat ve burhan asrıdır. İnsanlar, gözle görülen harikalardan ziyade, aklı ve kalbi tatmin eden delillere muhtaçtır.
İstikamet, yani sırat-ı müstakim üzere sebat etmek, dalaletin ve sefahetin her tarafı istila ettiği bir zamanda, en zor ve en kıymetli haldir. Bu, keramet-i ilmiye (ilim kerameti) ve keramet-i istikamet (doğruluk kerameti) olarak tezahür eder.
Peygamber Efendimiz’e (s.a.s) “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı” dedirten ayet, tam da bu hakikate işaret eder:
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hûd, 11/112)
İstikametin ehemmiyeti ve neticesi ise bir başka ayette şöyle müjdelenir:
““Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.” (Ahkâf, 46/13-14)
Risale-i Nur, harika kerametler peşinde koşmak yerine, en zor şartlarda dahi Kur’an hakikatlerinden taviz vermeyerek bu “istikamet kerametini” bilfiil göstermiştir.

4. Mesleğin Ruhu: İhlas, Uhuvvet ve Tesanüd

“ihlas, sebat, sadakat, uhuvvet, tesanüd” ise, bu manevî cihadın nasıl yürütüleceğinin proğramıdır.

a) İhlas (Samimiyet):
Bu mesleğin ruhu ve hareket ettirici motorudur. Müradifleri; samimiyet, hâlisiyet, sadece Rıza-yı İlâhî’yi gaye edinmektir. İhlas, amele uhrevî bir hayat üfler. O olmadan yapılan hizmet, en büyük dahi olsa, “hebâen mensûrâ” (saçılmış toz zerreleri) olur.
“Halbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak (ihlasla), hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine, 98/5)
Risale-i Nur mesleğinde, maddî veya manevî hiçbir menfaat, hattâ manevî makamlar dahi gaye yapılamaz. Gaye yapılırsa ihlas kırılır.

b) Uhuvvet ve Tesanüd (Kardeşlik ve Dayanışma):
Bu asrın dehşetli şahs-ı manevî-i dalaleti (dalaletin manevî şahsiyeti) karşısında, ferdî (şahsî) mukavemetin (direncin) mağlup düşeceği bedihîdir (açıktır). Bu cereyana karşı ancak daha kuvvetli bir şahs-ı manevî ile mukabele edilebilir. Bu şahs-ı manevînin çimentosu “uhuvvet” (kardeşlik), kuvveti ise “tesanüd” (dayanışma) ve “iştirak-i a’mâl-i uhrevî”dir (uhrevî amellere ortaklık).
Bu meslekte “ene” (ego, benlik) değil, “nahnü” (biz) esastır. Fena fi’l-ihvan (kardeşler içinde erimek) sırrıyla, şahsî enaniyeti bırakıp, kardeşlerinin şahs-ı manevîsi içinde erimek esastır.
Kur’an-ı Kerim, bu sarsılmaz bağı emreder:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât, 49/10)
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” (Âl-i İmrân, 3:103)

c) Sebat ve Sadakat (Kararlılık ve Bağlılık):
İstikametin fiilî tezahürüdür. Sebat, yolda sabit kadem olmaktır. Sadakat ise, davaya, üstadına ve kardeşlerine karşı sarsılmaz bir bağlılık göstermektir. Bu asrın fitneleri, en kuvvetli görünenleri dahi yoldan çıkarırken, bu meslekte sebat ve sadakat, en büyük bir kuvvet vesilesi olmuştur.
“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar sözlerini zerre kadar değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 33:23)

Netice: Manevî Galebe
“gayesine doğru yürümüş ve galebe etmiştir” tesbiti, bu cihadın neticesidir. Bu galebe, siyasî veya maddî bir hâkimiyet değildir. Bu, manevî bir galebedir. Bu galebe:
• İmanı Kurtarma Galebesidir: En ümitsiz bir zamanda, milyonlarca insanın imanının kurtarılmasına vesile olmaktır.
• İlmen Galebedir: Felsefenin ve maddiyyunluğun en Cihan şümul (evrensel) iddialarını, Kur’an’ın burhanlarıyla çürütmek ve susturmaktır.
• Hakkın Galebesidir: Her türlü tazyik, hapis ve zulme rağmen, hakikatin inkişaf ederek (gelişerek) kalbleri ve akılları fethetmesidir.

Cenab-ı Hak, hakkın daima üstün geleceğini vaad etmiştir:
“De ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl, yok olmaya mahkûmdür.”” (İsrâ, 17:81)
“…Allah ise, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.” (Tevbe, 9:32)

Hülasa olarak;
Risale-i Nur mesleği, bu asrın ihtiyaçlarına tam cevap veren; kaynağını, metodunu ve hedefini Kur’an’dan alan; şahsî deha yerine kolektif bir şahs-ı manevîye dayanan; keramet olarak istikameti ve silah olarak burhanı kullanan; ihlas, uhuvvet ve sebat ile techiz edilmiş bir iman hizmeti ve manevî bir fetih hareketidir.

Bakınız:

https://tesbitler.com/2015/01/03/risale-i-nurdan-esaslar/

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
13/11/2025