Hakikat Yolcusunun Küllî Seyri: Varlık, Vazife, Rahmet ve Kardeşlik Üzerine Bir Tahlil

Hakikat Yolcusunun Küllî Seyri: Varlık, Vazife, Rahmet ve Kardeşlik Üzerine Bir Tahlil

​İnsanoğlu, kâinat sahnesine adım attığı andan itibaren “Ben neyim?”, “Nereden geliyorum?”, “Bu âlemdeki yerim nedir?” ve “Gayem nedir?” sualleriyle karşı karşıya kalmıştır. Felsefî (düşünce) akımlar ve medeniyetler bu suallere farklı cevaplar aramışsa da, ilahî mesajın nuruyla aydınlanan hikmet yolu, bu cevapları en sarsılmaz mantıkî ve derûnî delillerle sunmuştur.
​İnsanın ontolojik (varlıksal) makamı ve Rahmet , Hâlık’a olan en yakın münasebeti Dua , varoluşunun gayesi Hakikî Terakki, yolculuktaki imtihanı Hastalık ve Arınma ve diğer yolcularla münasebeti Uhuvvet (Kardeşlik) .
​Bu araştırma, bu beş merhaleyi sırasıyla tahlil edecektir.

1. Kâinatın Merkezindeki Muamma: Âciz-i Mutlak ve Hakikat-i Rahmet
​”Kat’iyen anla ki: Senin gibi zayıf-ı mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahluka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.” (Şualar)

​Bu ifade, insanın kâinattaki yerini tanımlayan en sarsıcı ve en mantıklı tasvirdir. İnsan, fıtratı itibarıyla “âciz-i mutlaktır”; bir mikroba dahi mağlup olabilir. “Fakir-i mutlaktır”; nefes almaktan rızka kadar sonsuz ihtiyaçlara muhtaçtır. “Zayıf-i mutlaktır” ve “fânidir”.
​İbret ve hikmet buradadır: Bu kadar âciz bir varlığa, “koca kâinatın musahhar edilmesi” (hizmetine verilmesi) bir tesadüf olabilir mi? Güneşin ona soba, ayın kandil, bulutların sebil, toprağın bir hazine olması; aklın, mantığın ve bilimin kabul edeceği üzere, başıboş bir tabiatın (doğanın) eseri olamaz.
​Bu muazzam zıtlık (çelişki) –yani insanın acziyeti ile kâinatın ona hizmetkârlığı arasındaki nisbetsizlik– tek bir hakikatle izah edilebilir: “Hakikat-i rahmet”. Bu, kör bir rahmet değildir. Ardında sonsuz bir Hikmet (her şeyi yerli yerine koyma), İnayet (hususi koruma), İlim (her şeyi bilme) ve Kudret (her şeye güç yetirme) vardır. Bu vecize, varlığın gayesiz olmadığını, aksine küllî bir Rahmet tarafından idare edildiğini mantıkî bir delil ile isbat eder.

2. En Mantıkî İspat: Sineğin Nidasından Duanın Kabulüne
​”Sineğin kafasındaki o küçük küçük hüceyratın nidalarına ‘Lebbeyk’ söyleyen o Sâni’-i Semi’ ve Basîr’in, Senin dualarını işitmemesi ve o dualara müsbet cevablar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?” (Mesnevî-i Nuriye)

​Birinci vecizede tesis edilen “Rahmet” hakikatinin, ferdî hayattaki en büyük tecellisi “dua”dır. Bu söz, duanın kabuliyetindeki mantıkî ve inkâr edilemez delili sunar.
​Tarih boyunca bazı düşünce akımları, “Allah bu kadar büyükken, benim küçük meselelerimi neden duysun?” şeklindeki şüpheye düşmüştür. Bu vecize, bu şüpheyi kâinattan getirdiği bir delil ile çürütür. Nazarımızı (bakışımızı) en küçük varlığa, bir sineğin kafasındaki “hüceyratın nidalarına” (hücrelerin ihtiyaç seslerine) çevirir.
​O Sâni’-i Hakîm (Hikmetli San’atkâr), en küçük bir hücrenin rızkını, faaliyetini ve ihtiyacını bilir, görür ve ona “Lebbeyk” (Buyur, cevab veriyorum) der. Kâinatı bu kadar tafsilatlı bir ilim ve işitme (Semi’) ve görme (Basîr) sıfatlarıyla idare eden bir Zât’ın; kâinatın en mükerrem misafiri, en şuurlu mahluku ve âciz-i mutlak olan “insanın” dualarını işitmemesi, ona cevap vermemesi aklen, mantıken ve ilmen imkânsızdır. Sineği gözetene, fili (veya insanı) gözetmek ağır gelmez. Bu, O’nun Semi’ ve Basîr isimlerinin zarurî bir icabıdır.

3. İlerlemenin Aslı: Fani Dünyadan Ebedî Hayata Yöneliş
​”Hakiki terakki ise insana verilen kalp, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek her biri kendine lâyık hususi bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.” (Sözler)

​İnsan, kâinatın Rahmet tarafından idare edildiğini ve bu Rahmet Sahibi ile “dua” yoluyla irtibat kurabileceğini idrak ettikten sonra, şu sualle karşılaşır: “Peki benim vazifem nedir? Nasıl ‘terakki’ edeceğim (ilerleyeceğim)?”
​Bu vecize, modern asrın en büyük yanılmalarından birine, yani “terakki” (ilerleme) mefhumuna derûnî bir tenkit (eleştiri) getirir. Asrın aldatıcı parlaklığı, terakkiyi sadece maddî ilerleme, teknoloji ve dünyevî refah olarak tasvir eder.
​Oysa bu söz, “hakiki terakkiyi” yeniden tanımlar: İlerleme, zahiri değil, derûnîdir. İnsana verilen her bir cihaz (kalp, sır, ruh, akıl, hayal) fani dünyaya değil, “hayat-ı ebediyeye” (sonsuz hayata) yöneldiğinde terakki başlar.
• ​Aklın vazifesi, fani işlerde boğulmak değil, kâinatı tefekkür ederek Hâlık’ı bulmaktır.
• ​Kalbin vazifesi, geçici sevgililere bağlanmak değil, Ebedî olan’a ayna olmaktır.
• ​Hayal kuvvesinin vazifesi, boş emeller peşinde koşmak değil, cenneti ve ebedî saadeti tasavvur etmektir.
​Hakiki medeniyet ve ilerleme, insanın bütün bu kuvvelerini, yaratılış gayesi olan “ubudiyet” (kulluk) faaliyetiyle meşgul etmesidir.

4. Yolculuğun İbreti: Hastalık Titremesi ve Günahların Dökülmesi
​”Hadîste vardır ki: ‘Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de, öyle günahları silker.'” (Lem’alar)

​Hakiki terakki yolculuğu imtihanlardan hâlî değildir. Bu yolculuktaki en büyük sarsıntılardan biri “hastalık” ve musibetlerdir. İnsan, âciz fıtratıyla bu musibetler karşısında sarsılır.
​Bu vecize, hadîs-i şerifin hikmetine dayanarak, bu sarsıcı hadiseye ibretli ve teselli edici bir mana kazandırır. Hastalık, bir ceza veya manasız bir elem değildir. Tıpkı “ermiş bir ağacı” silkelemenin, onun meyvelerini (veya kuru yapraklarını) dökmesine vesile olması gibi, mü’minin hastalığı ve onun verdiği “titreme” de, o mü’minin manevî kirlerini, yani günahlarını döker.
​Bu, musibeti bir rahmete çeviren bir nazardır (bakıştır). Edebî bir benzetme (teşbih) ile, en acı verici hadiselerden birinin aslında bir “temizlenme” ve “arınma” faaliyeti olduğu ders verilir. Bu, hastanın sabrını şükre, şikâyetini duaya çeviren hikmetli bir formüldür.

5. Mesleğin Esası: İman Kardeşliği ve Müşterek Düşman
​”Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü daha şiddetli düşmanlar ve Yılanlar var.” (Tarihçe-i Hayat)

​İnsan, bu ebedî hayat yolculuğunda yalnız değildir. Diğer mü’minler onun yol arkadaşlarıdır. Ancak bu sosyal hayatta kaçınılmaz olarak sürtüşmeler, husumetler ve hatta “düşmanlık” dahi vaki olabilir.
​Bu vecize, İslâmî sosyal hayatın ve iman hizmetinin en mühim esasını ortaya koyar: Uhuvvet (Kardeşlik).
• ​Asıl (Esas): Kardeşliğin temeli “imandır”. Bir kişide iman varsa, o “o noktada” kardeşimizdir.
• ​Hüküm: O kardeş bize “düşmanlık da etse”, ona mukabele etmek (karşılık vermek) “mesleğimizce” (hizmet anlayışımızca) caiz değildir.
• ​Sebebi (Hikmeti): Mantıkî ve stratejik bir sebep sunulur: “Çünkü daha şiddetli düşmanlar ve Yılanlar var.”
​Bu, tarihî ve ibretli bir derstir. Mü’minlerin kendi aralarındaki cüz’î (küçük) düşmanlıklarla meşgul olması, asıl “şiddetli düşman” olan küfür, dinsizlik, ahlâksızlık ve cehalet gibi “yılanlara” karşı mücadeleyi zaafa uğratır. Bu, dikkati asıl hedeften saptırmamayı, iç çekişmelerde boğulmamayı ve iman kardeşliğinin her türlü şahsî husumetin üstünde olduğunu ilân eden küllî bir düsturdur.

📖 Konuyla İlgili Kur’an-ı Kerim’den Ayet-i Kerimeler

​Bu beş vecizenin işaret ettiği hakikatlerin aslı (esası) ve kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir:
• ​Rahmet, Acziyet ve Kâinatın Hizmetkârlığı Üzerine :
• ​”O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan…” (Bakara, 2/29)
• ​”Allah, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir…” (Câsiye, 45/13)
• ​”…İnsan (ise) çok zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ, 4/28)
• ​”O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan…” (Bakara, 2/29)

• ​”Allah, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir…” (Câsiye, 45/13)

• ​”…İnsan (ise) çok zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ, 4/28)

• ​Duanın Kabulü, Semi’ ve Basîr Olmak Üzerine (Vecize 2):
• ​”Kullarım, sana beni sorduklarında, (söyle ki) ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit, dua edenin duasına cevap veririm…” (Bakara, 2/186)
• ​”Rabbiniz şöyle dedi: ‘Bana dua edin, duanıza cevap vereyim…'” (Mü’min, 40/60)
• ​”…Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.” (İbrâhîm, 14/39)
• ​”Kullarım, sana beni sorduklarında, (söyle ki) ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit, dua edenin duasına cevap veririm…” (Bakara, 2/186)

• ​”Rabbiniz şöyle dedi: ‘Bana dua edin, duanıza cevap vereyim…'” (Mü’min, 40/60)

• ​”…Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.” (İbrâhîm, 14/39)

• ​Hakiki Gaye ve Ebedî Hayat Üzerine :
• ​”Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)
• ​”Ey huzur içinde olan can! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/27-30)
• ​”Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)

• ​”Ey huzur içinde olan can! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/27-30)

• ​Musibet, Hastalık ve Günahlara Kefaret Olma Üzerine :
• ​”Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155)
• ​”Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah, çoğunu affeder.” (Şûrâ, 42/30)
• ​”Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155)

• ​”Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah, çoğunu affeder.” (Şûrâ, 42/30)

• ​Uhuvvet (Kardeşlik) ve Müşterek Düşman Üzerine :
• ​”Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin…” (Hucurât, 49/10)
• ​”Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” (Âl-i İmrân, 3/103)
• ​”Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin…” (Hucurât, 49/10)

• ​”Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” (Âl-i İmrân, 3/103)

📜 Makalenin Özeti

​Bu araştırma yazısı, Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilen beş veciz sözü tahlil etmiştir.
• ​İlk olarak, insanın “âciz-i mutlak” olmasına rağmen kâinatın ona hizmetkâr kılınmasının, ancak her şeyi kuşatan ilim, kudret ve hikmet sahibi bir “Rahmet” ile izah edilebileceği mantıkî delillerle ortaya konulmuştur.
• ​İkinci olarak, bu Rahmet Sahibinin, en küçük bir hücrenin ihtiyacını (sineğin nidasını) dahi işitip cevap vermesinin, insanın “duasına” cevap vereceğinin en kuvvetli mantıkî isbatı (kanıtı) olduğu gösterilmiştir.
• ​Üçüncü olarak, “hakiki terakkinin” maddî ilerleme değil, insanın kalp, ruh, akıl gibi bütün manevî cihazlarını “ebedî hayata” yönlendirerek yaratılış gayesi olan kullukla meşgul etmesi olduğu tasvir edilmiştir .
• ​Dördüncü olarak, bu yolculuktaki “hastalık” ve musibetlerin, manasız bir elem olmadığı; aksine, bir hadîs-i şerifin hikmetiyle, mü’minin günahlarını döken bir “arınma” vesilesi olduğu ibretle beyan edilmiştir.
• ​Son olarak, bu manevî yolculukta, mü’minlerin şahsî düşmanlıkları bırakıp “iman kardeşliğini” esas tutmaları gerektiği; zira asıl mücadelenin “daha şiddetli düşmanlara” karşı verilmesi lüzumu vurgulanmıştır .

​Netice olarak, bu beş vecize, insanın varoluş konumunu (Rahmet), Hâlık’ı ile irtibatını (Dua), hayatının gayesini (Terakki), imtihanını (Hastalık) ve sosyal nizamını (Uhuvvet) çizen küllî bir hikmet tablosu sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
13/11/2025