RİSÂLE-İ NUR’DAN TEVHİDE DAİR NOTLAR

RİSÂLE-İ NUR’DAN TEVHİDE DAİR NOTLAR

Risale-i Nur Külliyatı’nın temel esası ve gayesi olan “Tevhid-i Hakikî”yi (Hakikî Tevhid) isbat etme yolunda pek mühim noktaları bir araya getirmektedir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, Risale-i Nur’un “dükkanında Tevhid’den başka bir şey bulunmadığının” bir hülasası mahiyetindedir.

1. Kâinat: Bir Kitab-ı Samedânî ve Tevhid Mührü
“Bir kitabda yazılı bir harf…” cümlesi, Risale-i Nur mesleğinin esasını teşkil eden mana-yı harfî bakış açısını, yani eşyaya kendi namına değil (mana-yı ismî), Sâni’i namına (mana-yı harfî) bakmayı ders verir.
“(Alem de bir kitab olup…)” şeklinde izah edildiği gibi, kâinat, her bir mahluku bir “harf”, bir “kelime”, bir “cümle” ve her bir nevi bir “risale” olan muazzam bir Kitab-ı Kebir’dir. Bu kitabın her bir harfi, sadece kendi yapısını değil, asıl olarak Kâtib’ini, Nakkaş’ını ve Sâni’ini, yani Allah’ı (celle celâluhu) esmasıyla tarif eder.
Cenâb-ı Hak, bu kitabın her yerine kendi birliğinin mühürlerini vurmuştur:
• Sikke-i Mahsusa (Hususi Mühür): Her bir cüz’îde, mesela tek bir çiçekte veya bir sinekte görülen o şeye mahsus san’at, intizam ve hikmet, onun Sâni’inin hususi mührüdür.
• Hâtem-i Has (Özel Mühür): Bütün bir nev’in (mesela bütün sineklerin veya bütün çiçeklerin) aynı plan, aynı program ve aynı temel yapıda yaratılması, o nev’e vurulmuş özel bir mühürdür.
• Hâtem-i Vâhidiyet (Vâhidiyet Mührü): Bütün “aktar-ı semavat ve arzın” (göklerin ve yerin her tarafının) tek bir elden idare edilmesi, rızıklarının aynı kanunla verilmesi , bütün varlıkların birbiriyle tam bir tesanüd (dayanışma) içinde olması , bütün kâinatın tek bir Zât’ın idaresinde olduğunu gösteren Vâhidiyet mührüdür.
• Sikke-i Ehadiyet (Ehadiyet Mührü): Kâinatın bütününde tecelli eden isimlerin (mesela Hayy, Kayyûm, Alîm, Kadîr) aynı anda tek bir zerrede, tek bir hücrede veya tek bir insanda tecelli etmesi, o Zât’ın “her şeyin yanında hâzır ve nâzır” olduğunu ve “mekândan münezzeh” olduğunu gösteren Ehadiyet sikkesidir.
Bu mühürler o kadar açıktır ki, “Hebenneka” kıssasında olduğu gibi, en ahmak bir adam dahi kâinattaki bu intizamı gördüğünde Sâni’i inkâra gitmemelidir. Zira kâinattaki bu intizam ve san’at, Sâni’in varlığına öyle kuvvetli şehadet eder ki, O’nu inkâr etmek, kendi varlığını inkâr etmekten daha akıl dışıdır.
Bu hakikate Kur’an-ı Kerim şöyle işaret eder:
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halîmdir, çok bağışlayıcıdır.” (İsrâ Suresi, 17:44)

2. Şirkin ve İnkârın Muhaliyeti (İmkansızlığı)
Tevhid’in isbatı kadar, zıddı olan şirkin ve inkârın (Allah’ı tanımamanın) aklen ne derece imkânsız ve muhal olduğunu isbat etmeye odaklanmıştır.
Risale-i Nur mesleği, imanı “kabul”den ziyade “isbat” üzerine kurar. İnkârı ise sadece “red” değil, “aklen imkânsızlığını” (muhaliyetini) gösterir.
• Her Zerreye İlahlık Vermek Mecburiyeti: Eğer kâinattaki zerreler (atomlar) Allah’ın “memur-u İlahî”si (ilahi memurları) olmasalar, o vakit her bir zerrenin gördüğü vazifeyi (mesela bir hava zerresinin hem bir çiçeğin bünyesinde çalışıp hem bir insanın nefesinde vazife görmesi) kendi başına yapabilmesi için, nihayetsiz bir ilme, hadsiz bir kudrete, her şeyi görür bir göze [sahip olması gerekir. Bu ise, “zerrat adedince bâtıl âliheleri kabul etmek” demektir. Bir Vâcib-ül Vücud’u (varlığı zorunlu olan Allah’ı) kabul etmemek, sayısız muhal ilahları kabule mecbur eder.
• Esbabın (Sebeplerin) Acziyeti: “Varlıkların yaratılmalarındaki üç muhal” olarak sıralanan yollar (kendi kendine teşekkül, esbabın icadı, tabiatın iktizası) aklen batıldır. Zira sebepler (esbab), yaratmak için değil, sadece İlahi kudrete “perdedar” olmak için vaz edilmişlerdir. “terzilik san’atı” misaliyle bunu harika izah eder. En kabiliyetli insan dahi dikenli bir ağaca gömlek giydiremezken, Sâni’-i Hakîm’in her baharda “üç yüz binden fazla risaleleri” (yani nebatat ve hayvanat taifelerini) noksansız yaratması, sebeplerin ve tabiatın ne kadar âciz, Sâni’in ise ne kadar Kadîr olduğunu gösterir.
• Hâkimiyetin İştiraki Reddetmesi: “âmiriyet ve hâkimiyetin muktezası; rakib kabul etmemektir.” Basit bir köyde iki muhtarın nizamı bozması gibi, kâinat gibi sonsuz derecede intizamlı bir saltanatta zerre kadar bir şirkin (ortaklığın) bulunması, o nizamı alt üst ederdi. Kâinattaki bu kusursuz nizam, Hâkim’in Vâhid-i Ehad (Bir ve Tek) olduğunu isbat eder.
Kur’an-ı Kerim, bu şirk ve inkâr yolunun batıl olduğunu ve yaratmanın sadece Allah’a mahsus olduğunu şöyle beyan eder:
“İşte bu, Allah’ın yarattığıdır. Haydi, Allah’tan başkalarının ne yarattığını bana gösterin! Hayır, o zâlimler apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Lokmân Suresi, 31:11)
“O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Haşr Suresi, 59:24)

3. Tevhid-i Âmî’den Tevhid-i Hakikî’ye Terakki
“Tevhid iki kısımdır” bahsi, marifetullahtaki (Allah’ı tanımadaki) mertebeleri gösterir:
• Tevhid-i Âmî (Genel Tevhid): Kâinata bir bütün olarak bakıp “Bütün bu âlem Allah’ındır” demektir. Bu, çarşıdaki bütün malların tek bir zâta ait olduğunu genel olarak bilmektir. Bu, “Heme Ost” (Her şey O’dur) diyen Vahdet-ül Vücud meşrebinin bir gölgesi değil, “Heme Ezost” (Her şey O’ndandır) hakikatinin avamî bir mertebesidir.
• Tevhid-i Hakikî (Hakikî Tevhid): Kâinatın bütününe “Allah’ındır” dedikten sonra, kâinattan çekilip her bir mahluka, her bir zerreye doğrudan nazar edip, o şeyin üzerindeki san’atı, isimlerin cilvesini ve Ehadiyet mührünü okuyabilmektir.
“Her denk üzerinde o zâta aid olduğunu okur ve bilir.” Bu, taklidden tahkike geçmektir.
Risale-i Nur’un gayesi, bu ikinci yol olan Tevhid-i Hakikî’yi, yani “Âlemde her bir şey, bütün eşyayı kendi Hâlıkına verir” hakikatini isbat etmektir.

4. Marifet Yolları: İnnî ve Limmî / İmkân ve Hudûs
Tevhid’in isbatında kullanılan mantıkî bürhanlara (delillere) gelince:
• Bürhan-ı İnnî (Eserden Müessire): “dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale” denilmiştir. Bütün Risale-i Nur, bu bürhan üzerine bina edilmiştir. San’atlı bir esere (kâinata) bakarak Sâni’in (Allah’ın) varlığını, birliğini ve sıfatlarını isbat eder. Bu yol, “şübhelerden daha sâlimdir.”
• Delil-i İmkân (Contingency Argument): Bu delil, her mahlukun “mütesaviy-üt tarafeyn” (iki tarafı eşit) olduğunu, yani varlığı ile yokluğunun eşit ihtimalde olduğunu belirtir. Madem bir zerre, “gayr-ı mütenahî imkânlar, ihtimaller” arasından “muayyen bir yola sülûk eder” ve hikmetli bir vazife yapar; öyleyse onu “tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid” vardır. O da Vâcib-ül Vücud olan Allah’tır.

Hülâsa: Tevhid’in Sühuleti (Kolaylığı) ve Dalaletin Müşkilâtı
Netice olarak,
• Tevhid Yolu: “Suda, havada, ziyada yürümek” gibi kolaydır. Zira her şeyi Vâhid-i Ehad’e isnad ettiğinizde, bir karınca “Firavun’un sarayını başına yıkar”, bir mikrop “en cebbar bir zalimi kabre sokar.” Çünkü intisab (bağlılık) vardır. Bütün yükü Kadîr-i Mutlak’a bırakmak vardır.
• Şirk ve Dalalet Yolu: “Buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli” ve “nihayetsiz müşkilât” ile doludur. Zira Allah’ı tanımayan ve O’na tevekkül etmeyen insan, “kendi vücudunu yüklenemediği halde, koca dünya yükünü bîçare beline ve kafasına yüklenir.”
O (cc), bize şah damarımızdan daha yakındır. Biz O’ndan uzağız. O’nun şiddet-i zuhurundan (görünmesinin şiddetinden) gizlenmesi , zıddı ve noksanı olmamasındandır.
Cenâb-ı Hak, bu hakikatleri Kur’an-ı Kerim’de şöyle teyid eder:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf Suresi, 50:16)

https://tesbitler.com/2015/01/01/risale-i-nurdan-tevhide-dair-notlar/

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
11/11/2025




KUR’AN-I KERIMDE GEÇEN NİÇİN VE NEDEN KELİMELERİ VE HİKMETLERİ

KUR’AN-I KERIMDE GEÇEN NİÇİN VE NEDEN KELİMELERİ VE HİKMETLERİ

Kur’an-ı Kerim, Allah-u Teâlâ’nın kelamı olması hasebiyle, her harf ve kelimesinde derin hikmetler barındıran mu’cizevî bir kitaptır. O’nun üslûbu, sadece bir hükmü bildirmekle kalmaz, aynı zamanda o hükmün sebebini, gayesini ve ardındaki ilahî maksadı da beyan eder.
Bu noktada, “لِ” (Li) ve “لِمَ” (Lime) edatları, Kur’an’ın bu “gayeli” üslûbunu anlamada kilit bir faaliyete sahiptir. Bu edatlar, Arap dilbilgisinde “sebebiyet” , “gaye” ve “illet” bildirmek için kullanılır.
Kur’an’ın bu edatları kullanmasındaki temel hikmet; kâinatta hiçbir şeyin “abesten” (gayesiz, tesadüfî) yaratılmadığını, her emrin, her yasağın ve her hadisenin ilahî bir hikmete, bir gayeye mebnî (dayalı) olduğunu insana idrak ettirmektir.
İşte bu edatların ve müradiflerinin (eş anlamlılarının) Kur’an’daki kullanımı, verdikleri mesajlar ve hikmetleri:
1. “لِ” (Li) Edatı: Lâm-ı Ta’lîl (Sebep ve Gaye Bildiren ‘Li’)
Bu, Kur’an’da sebebiyet bildiren edatların en meşhurudur. Genellikle “için”, “diye”, “-sın diye”, “amacıyla” şeklinde tercüme edilir. Bir fiilin veya emrin “neden” yapıldığını, gayesinin ne olduğunu açıklar.
Hikmeti ve Mesajları:

* Yaratılışın Gayesini Bildirmek: Allah Teâlâ’nın kâinatı ve insanı neden yarattığını bu edatla açıklar. En küllî gaye budur.
* Hükümlerin Maslahatını (Faydasını) Göstermek: Farz kılınan ibadetlerin veya yasaklanan fiillerin ardındaki hikmeti, insana sağlayacağı faydayı veya koruyacağı zararı gösterir.
* Tefekküre Sevk Etmek: Kâinattaki nizamın ve hadiselerin “neden” o şekilde cereyan ettiğini beyan ederek, insanı aklını kullanmaya ve tefekküre davet eder.
* İmtihanın Aslını (Esasını) Belirtmek: Dünyadaki musibetlerin, nimetlerin veya hadiselerin birer “imtihan” gayesi taşıdığını vurgular.
Ayetlerden Misaller :
* En Küllî Gaye (İbadet):
> “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
> (Zâriyât, 51/56)
> Buradaki “li-ya’budûn” (لِيَعْبُدُونِ), yaratılışın gayesinin “kulluk” olduğunu açıkça bildirir.
>
* İmtihanın Gayesi:
> “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır…”
> (Mülk, 67/2)
> Buradaki “li-yebluvekum” (لِيَبْلُوَكُمْ), hayat ve ölümün gayesinin “sınamak” (imtihan) olduğunu gösterir.
>
* Hükümlerin Hikmeti (Oruç):
> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.”
> (Bakara, 2/183)
> Buradaki “le’allekum tettekûn” (لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ – …sakınasınız diye), orucun farz kılınmasındaki sebebin “takvaya erişmek” olduğunu beyan eder. (Bu ayette ‘Li’ yerine ‘Le’alle’ gelse de aynı gaye manasını taşır.)
>
* Hükümlerin Hikmeti (Kısas):
> “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (adam öldürmekten) sakınırsınız.”
> (Bakara, 2/179)
> Buradaki “fi’l-kısâsi hayâtun” (kısasta hayat vardır) ifadesi, hükmün gayesini (hayatı korumak) açıklar. Ayetin devamındaki “le’allekum tettekûn” (sakınasınız diye) yine gayeyi pekiştirir.
>
* Tefekkür ve Akletme Gayesi:
> “…Allah, size âyetlerini böyle açıklıyor ki akıl erdiresiniz.”
> (Bakara, 2/242)
> Buradaki “le’allekum ta’kılûn” (لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ – …akıl erdiresiniz diye), ayetlerin açıklanma sebebinin “akletmek” olduğunu bildirir.
>
2. “لِمَ” (Lime) Edatı: Sual ve Tenkit (Sorgulama)
Bu edat, “Li” (için) ve “Mâ” (ne) kelimelerinin birleşimidir ve “Ne için?”, “Neden?”, “Niçin?” manasına gelir. Kur’an-ı Kerim’de bu edat, genellikle bir durumu sorgulamak, muhatabı tenkit etmek (eleştirmek) veya bir çelişkiyi (zıtlığı) ön plana çıkarmak için kullanılır.
Hikmeti ve Mesajları:
* Çelişkiyi (Zıtlığı) Göstermek: İnsanın sözü ile fiili arasındaki tutarsızlığı yüzüne vurmak için kullanılır.
* Tevbih ve Azarlama (Tenkit): Yapılan bir hatayı veya yanlışı sorgulayarak muhatabı kınamak ve uyarmak maksadı taşır.
* Hakikati İdrak Ettirme: Muhataba “Neden böyle yapıyorsun?” diye sorarak, yaptığı fiilin manasızlığını veya yanlışlığını onun kendisinin idrak etmesini sağlamaktır.
Ayetlerden Misaller ( Meali ile):
* Söz ve Fiil Çelişkisi:
> “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”
> (Saf, 61/2)
> Buradaki “lime tekûlûn” (لِمَ تَقُولُونَ – Niçin söylüyorsunuz?), mü’minleri derinden sarsan bir tenkittir. Gaye, onları söz ve fiil birliğine davet etmektir.
>
* Nankörlüğü Sorgulama:
> “(İnsana) ‘Rabbinden sana ne (gibi bir zarar) geldi ki O’nun (emirlerine) karşı geldin?’ denildiği zaman (ne cevap verecek?)” [Bu ayet Tefsirî bir manadır, Saf Suresindeki daha sarihtir]
> Daha net bir misal: Hz. Zekeriya’nın (a.s.) durumunda:
> “Zekeriyyâ, ‘Rabbim!’ dedi, ‘Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, karım da kısırken benim nasıl oğlum olur?’…” (Âl-i İmrân, 3/40). Burada “nasıl” (Ennâ) kullanılsa da, “Lime” (niçin) edatı da bu hayret ve sorgulama makamlarında kullanılır.
>
* Kâfirlerin İnadını Sorgulama:
> “…De ki: ‘O halde niçin (inanıyorsanız) daha önceki peygamberleri öldürüyordunuz?'”
> (Bakara, 2/91)
> Buradaki “fe-lime taktülûn” (فَلِمَ تَقْتُلُونَ – O halde niçin öldürüyordunuz?), onların iddialarındaki samimiyetsizliği ve çelişkiyi ortaya koyar.
>
3. Diğer Sebebiyet Bildiren Müradifler
Kur’an’da “Li” dışında, aynı gaye ve sebep manasını taşıyan başka edat ve terkipler de vardır:

A. “كَيْ” (Key)
“Li” gibi, “için”, “-sın diye” manasına gelir ve kuvvetli bir gaye bildirir.
* Misal:
> “…Tâ ki (o mal) içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın…”
> (Haşr, 59/7)
> Buradaki “key lâ yekûne” (كَيْ لَا يَكُونَ – …olmasın diye), fey ve ganimet mallarının taksimindeki ilahî hikmeti (servetin tek elde toplanmasını engelleme) açıklar.
>
B. “حَتَّى” (Hattâ)
Asıl manası “kadar” (sona eriş) olsa da, çok sık olarak “sonucunda … olsun diye” şeklinde bir gaye manası taşır.
* Misal:
> “Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın…”
> (Bakara, 2/193)
> Buradaki “hattâ lâ tekûne fitnetun” (حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ – Fitne kalmayıncaya/yok oluncaya kadar/olsun diye), mücadelenin gayesini net olarak çizer.
>
C. “مِنْ أَجْلِ” (Min Ecli)
“Sebebiyle”, “…yüzünden”, “…uğruna” manasında, çok net bir sebebiyet bildirir.
* Misal:
> “Bu sebeple (Habil-Kabil kıssası) İsrâiloğulları’na şöyle yazdık: Kim bir kimseyi, bir kimseye veya yeryüzünde (çıkardığı) bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur…”
> (Mâide, 5/32)
> Buradaki “min ecli zâlike” (مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ – Bu sebeple), konulan ağır hükmün sebebini, önceki kıssaya (ibretlik hadiseye) bağlar.
>
Özet ve Küllî Manalar
Kur’an-ı Kerim’in “Li”, “Key”, “Hattâ” gibi edatları kullanarak hükümleri ve hadiseleri “sebeplendirmesi”;
* Tesadüfün Reddi: Kâinatta hiçbir şeyin başıboş, gayesiz ve tesadüfî olmadığını, her şeyin bir “İllet-i Gâiye” (en yüce gaye) olan Allah’ın ilim ve hikmetine bağlı olduğunu ders verir.
* Aklî Bir Davet: İnsanı “Neden?” sorusunu sormaya ve cevaplarını Kur’an’da aramaya sevk eder. Bu, aklı iptal eden bir dogma (yanlış inanç) değil, aklı kullandıran hikmetli bir üslûptur.
* Tatmin Edici İman: Mü’minin, “Neden namaz kılıyorum?”, “Neden bu musibet başıma geldi?”, “Allah dünyayı neden yarattı?” gibi en temel suallerine cevap verir. Bu cevaplar, imanı taklitten tahkike (araştırmaya dayalı) çıkarır ve kalbi mutmain kılar.
* Hükümlerdeki Rubûbiyet: Allah’ın sadece “Yaratan” değil, aynı zamanda her şeye bir gaye ile “hükmeden” (Rab) olduğunu, O’nun emirlerinin insanın hem dünyası hem ahireti için en faydalı nizam olduğunu gösterir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
12/11/2025




RİSALE-İ NUR’UN HAKİKATI ÜZERİNE TAFSİLATLI BİR İZAH

RİSALE-İ NUR’UN HAKİKATI ÜZERİNE TAFSİLATLI BİR İZAH

Risale-i Nur’un hakikati, “asrın hakikatıdır.” O, bu asrın idrakine, hususiyetle de fen ve felsefeden neş’et eden (kaynaklanan) şübehat (şüpheler) ve dalalet (sapıklık) cereyanlarına karşı Kur’an-ı Hakîm’in elmas bir kılıcı ve manevî bir tefsiridir.
Bu izahı, altı ana başlıkta tanzim edebiliriz:

1. Hakikati: Asrın İdrakine Kur’anî Bir Reçete Olması

“Risale-i nurlar asrın idrakine söylenmiş hakikatlardır” Bu, onun mahiyetinin temelidir.
Risale-i Nur, “hakaik-i imaniye”yi (iman hakikatleri) aklî, mantıkî ve hissî burhanlar (isbatlar, deliller) ile isbat eder. O, sadece nakle değil, akla da hitap eder. Bu asrın “akıl” ve “fen” ile meşgul olan idrakine, imanın “makul” (akla uygun) ve “mâkul” (anlaşılabilir) olduğunu gösterir.
• Müradifler (Hakikat): Gerçek, doğruluk, esas, temel, bâtılın zıddı.

Risale-i Nur’un menbaı (kaynağı) olan Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendisi “hak”tır. Bu hakkın bu asra bakan cihetini izah eder.
• Ayet :
Ra’d 13:1
${Elif-lâm-mîm-râ. Bunlar, kitabın (Kur’an’ın) âyetleridir. Sana rabbinden indirilen haktır. Fakat insanların çoğu inanmazlar.}$
“Risale-i nurlar küfrün tüm kalelerini herc-ü merc etmiştir” ifadesi, hakkın bâtıla galebesini (üstün gelmesini) ifade eder.

• Ayet :
Enbiyâ 21:18
${Hayır, biz hakkı bâtılın üzerine atarız da o, bâtılın başını ezer. Bir de bakarsın bâtıl yok olup gitmiştir. (Yalandan) Allah’a isnat ettiğiniz vasıflardan ötürü yazıklar olsun size!}$

2. Lisanı: Tahrif ve Sadeleştirmenin İlmî Cehd Gereği Reddi

En mühim noktalardan biri, “Tercümeler ile, sadeleştirme bahaneleri ile tahrif edilmemelidir” ve “Risalelerin sadece dini değil, dili de muhafazaya çalıştığını bilmemektedirler” ikazıdır.
Bu lisan, sıradan bir lisan değil, “Kur’anî ıstılahları” (terimleri) muhtevi (ihtiva eden) bir “ilmî lisan”dır. Kelimeler, manaların zarflarıdır; zarf yırtılırsa veya kabaca değiştirilirse, mazruf (içindeki muhteva) zayi olur veya en azından derûnî manası kaybolur. Risale-i Nur’daki “ene,” “zerre,” “tabiat,” “adem” gibi kelimeler, basit müradiflerle karşılanamayacak derecede derin ve tefsirî bir muhtevaya sahiptir.
• Müradifler (Tahrif): Bozma, değiştirme, aslından saptırma, manayı kaydırma.
Lisanın muhafazası, vahyin aslıyetinin muhafazasıyla doğrudan bağlantılıdır. Kur’an, lafzı ve manasıyla bir bütündür.
• Ayet :
Fussilet 41:3
${Bu, bilen bir toplum için âyetleri Arapça bir Kur’an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.}$
Kur’an’ın bu “ayrıntılı” ve “belirli bir dilde” (Arapça) olması, o dilin ve o dilden neş’et eden İslâmî terminolojinin ehemmiyetini gösterir. Risale-i Nur, bu terminolojiyi muhafaza ederek dinin ruhunu da muhafaza etmeye çalışır.

3. Üslûbu: Muhatabı Seviyesine Çıkaran Tedris Metodu

“Risale-i Nurlar muhatabın seviyesine inmekten ziyade, muhatabını kendi seviyesine çıkarmaktadır” tesbiti, onun bir “tedris” (eğitim) ve “terbiye” (yetiştirme) metodu olduğunu gösterir.
Onu “günlük gazete” gibi görenler veya “ilmi çalışma içerisine girmeyenler,” bu eserin bir “tefekkür” ve “mütalaa” kitabı olduğunu idrak edememişlerdir. İlim, çaba (cehd) ve gayret ister. Risale-i Nur, okuyucusunu “avâm” (sıradan) seviyesinden “tahkik” (araştırma, derinleşme) seviyesine davet eder. Sizin “er mesabesindeki avama, rütbe takarak… ona rütbe takmaktadır” benzetmesi bu hakikati pek güzel tasvir eder.
• Müradifler (İlmî Çalışma): Tedkikat, mütalaa, tahsil, tefekkür, nazar-ı dikkat.
Bilgi ve idrak seviyesi, gayretle yükselir. Bilenle bilmeyen bir olmaz.
• Ayet :
Zümer 39:9
$(Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve rabbinin rahmetini umarak ibadet eden kimse mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.}$

4. Menbaı: Kesbî Değil, Vehbî ve Kur’anî Olması

“Risale-i Nurlar kesbi değil tamamen vehbidirler” ifadesi, bu eserlerin beşerî bir düşünce veya “kesbî” (çalışmayla elde edilen) bir ilim olmadığını, doğrudan doğruya Kur’an’ın feyzinden ve ilhamından süzüldüğünü belirtir.
Bu, Müellifinin (Bediüzzaman Said Nursi) sıkça vurguladığı gibi, “sünühat,” “ihtarât” ve “ilham” neticesidir. O, kendini bir “tercüman” olarak görür. Bu, felsefenin zıddına “hikmet”tir. Felsefe kesbîdir, hikmet ise ekseriyetle vehbîdir (Allah vergisidir).
• Müradifler (Vehbî): Allah vergisi, bağışlanmış, ilhama dayalı, çalışmayla kazanılmayan.
• Müradifler (Kesbî): Çalışarak elde edilen, kazanılmış, aklî çabaya dayalı.
“Risale-i Nurdaki her bir mesele 200 ayetin hülasa ve izahıdır” tesbiti de bu vehbî menbaı teyit eder. O, Kur’an’dan başka üstad kabul etmez.

• İktibas (Risale-i Nur):

“Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Benim ne haddim var ki, ona sahip çıkayım? Belki, Kur’ân-ı Hakîm’in feyziyle, benim kalbime ve fikrime gelmiş. Ben de tanzim etmişim.”
Hikmetin “verilmesi” (vehbî oluşu) Kur’an’da şöyle ifade edilir:
• Ayet :
Bakara 2:269
${Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.}$

5. Neticesi: İstikamet, Teslimiyet ve Uhuvvet Kazandırması

Risale-i Nur’un nazari (teorik) hedefi “iman-ı tahkikî” (araştırmaya dayalı iman), amelî (pratik) neticesi ise “istikamet” ve “teslimiyet”tir.
“Risale-i nurun en büyük hususiyeti, kendisini okuyana istikamet ve teslimiyeti vermesidir.” Bu, imanın sadece bilgiden ibaret olmadığını, bir hayat nizamı olduğunu gösterir. Tahkikî iman, sarsılmaz bir “teslimiyet” (Allah’a boyun eğme) ve “istikamet” (dosdoğru yol üzere olma) doğurur.
• Müradifler (İstikamet): Doğru yol, dosdoğru olma, sırat-ı müstakim, ifrat ve tefritten (aşırılıklardan) uzak olma.
• Müradifler (Teslimiyet): Boyun eğme, kendini Allah’a verme, İslâm olma, rıza gösterme.
İslâmiyetin özü istikamet ve teslimiyettir.
• Ayet :
Hûd 11:112
${Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.}$
Ayrıca, “sadakat, sebat, uhuvvet, muhabbet, tesanüd” gibi ulvi kavramları kazandırması, Risale-i Nur’un sadece ferdî bir kurtuluş değil, aynı zamanda “içtimaî” (toplumsal) bir “ihya” (diriliş) projesi olduğunu da gösterir.
• Ayet :
Hucurât 49:10
${Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.}$

6. Kapsamı: Cihan Şümul (Evrensel) ve Küllî Bir Dava Olması

“Risale-i nurlar asırları aşan bir eserdir” ve “Dünyasına giremeyeceği ve fethedemeyeceği insan yoktur” ifadeleri, davasının “cihan şümul” (evrensel) olduğunu gösterir.
O, muayyen bir coğrafyaya veya zamana hapsedilemez. Çünkü o, imanın ve küfrün mücadelesi gibi “ezelî” ve “ebedî” bir davayı ele alır. “Umumül belva” (herkesin müptela olduğu yaygın musibet) haline gelen meselelere (tabiatçılık, tesadüf, şirkin modern suretleri) çözümler getirmesi, onun bu küllî ve cihan şümul yapısındandır.
• İktibas (Risale-i Nur):
“Risale-i Nur, bu asrı, belki gelecek asırları tenvir edecek (aydınlatacak) bir mu’cize-i mâneviye-i Kur’âniyedir.”
Bu davanın cihan şümul olması, Kur’an’ın mesajının cihan şümul olmasından gelir:
• Ayet :
Furkân 25:1
${Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indiren Allah’ın şanı yücedir.}$

Hâtime (Sonuç):
Bu tesbitler, Risale-i Nur’un neden “anlaşılmak için yazıldığını,” neden “sadeleştirme” adı altında tahrife uğratılmaması gerektiğini ve neden muhatabından “ilmî bir gayret” ve “tefekkür” talep ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. O, vehbî bir Kur’an hazinesidir ve bu asrın manevî hastalıklarına karşı “istikamet” ve “teslimiyet” reçetesidir.

Bakınız:

https://tesbitler.com/2015/01/02/risale-i-nurun-hakikati/

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
11/11/2025




RİSALE-İ NURUN KUDSİYETİ – 2 –

RİSALE-İ NURUN KUDSİYETİ – 2 –

Bu esaslar üç ana başlık altında ele alınacaktır:
• Hizmetin Kudsiyeti: İhlas ve Şahs-ı Manevi
• Cazibenin Sırrı: Asrın İdrakine Hitap ve Kapsayıcılık
• Temel Gaye: İmanı Kurtarmak ve Hayata İstikamet Vermek

1. Hizmetin Kudsiyeti: İhlas ve Şahs-ı Manevi
Hizmetin kudsiyetinin “başkalarının bu işe müdahalesini reddettiğini” ve “Üstad bile kendini devre dışı bırakmış” olduğunu ifade ediyor.
Bu tesbit, Risale-i Nur mesleğinin temel taşı olan ihlâs ve bu ihlâstan doğan şahs-ı manevi mefhumları ile doğrudan alakadardır.

İhlâs ve Rıza-yı İlahi:
Hizmetin kudsiyeti, fani şahıslara değil, bizzat Kur’an hakikatlerine ve Cenab-ı Hakk’ın rızasına dayanmasından ileri gelir. Bu hizmette maksat, şahsi kemalat veya dünyevi bir menfaat değil, sadece Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu noktada, “nefsi hesabına hizmette ahkam kesenler” veya “münferid bir hareket sonucu” ortaya çıkan enaniyetli tavırlar, hizmetin bu kudsî yapısıyla taban tabana zıttır.

Risale-i Nur Külliyatı’nda bu mana şöyle teyid edilir:
“Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.”
Bu sırra binaen, hizmette şahsi tasarruflar veya “mıymıntılı haller” ile hizmeti kendi kısır dairesine çekme gayretleri, ihlâsı zedeler.

Şahs-ı Manevi ve Enaniyetin Eriitilmesi:

“Tek yapılacak iş ise; bir buz parçası nevindeki enaniyeti o havuz içerisine atıp eritmektir” teşbihi, Risale-i Nur’daki şahs-ı manevi düsturunun en latif izahlarından biridir. Hizmet, şahısların dehasına değil, talebelerin ihlâs ile tesis ettiği o “havuza”, yani şahs-ı maneviye dayanır.
“Bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.”
Bu şahs-ı manevi, “Fani olan şahısların maneviyatını ve kemâlatını kendinde cem edip bâkileştiriyor” şeklinde ifade bulmuştur. Hizmetin “istifrağ etmesi” veya “dışarı atması” da, bu kolektif ruha, yani ihlâs düsturuna aykırı hareket eden ferdî enaniyetlerin o havuzda yer bulamamasının bir neticesidir.

Bu birlik ve ihlâsın Kur’an’daki temeli ise şu ayet-i kerimedir:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz…”
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:103)

2. Cazibenin Sırrı: Asrın İdrakine Hitap ve Kapsayıcılık
“Risale-i Nur her fıtrata uygun devayı sunuyor,” “Yüz kapılı bir saray olan insanın mutlaka bir kapısından dünyasına giriyor” ve “Çobanından eğitimcisine… bütün farklı kesimleri bir çatı altında topluyor” diyerek, eserin cihan şümul cazibesine işaret ediyor.

Asrın İdrakine Uygunluk:
Risale-i Nur’un cazibesi, bu asrın temel hastalığı olan tabiat ve tesadüf fikrine dayalı şüpheleri ve imansızlığı, aklı ikna ve kalbi tatmin ederek tedavi etmesidir. Sadece nakle veya hisse değil, aynı zamanda akla ve ilme dayalı deliller (bürhan) sunar. “Ehli bilim onda bilimsel hakikatları bulurken,” “Asrın idrakine söylüyor” ifadeleri bu hakikati tasdik eder.

“Risale-i Nur, sair telifat gibi, ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka merciî yoktur.”

Bu eser, doğrudan Kur’an’dan beslendiği için, her fıtrata hitap eder. O, bir “manevi eczahane”dir. Kur’an-ı Kerim’in bu vasfı, onun tefsiri olan Risale-i Nur’da da tezahür eder:
“Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.”
(İsrâ Sûresi, 17:82)

Telfik ve Tevhid:
“14 asırdır süre gelen velayet yollarını ve ilim zincirlerini tek bir halkada ve havuzda bir araya getirip telfik ediyor”.
Risale-i Nur’un velayet-i kübra (büyük velayet) mesleği olduğunu gösterir. Bu meslek, tarikat gibi derûnî (iç) yolculuktan ziyade, doğrudan Kur’an hakikatlerine dayanarak imanı tahkik etme yoludur. Bu sebeple “ehli tasavvuf ve tarikat da onda zikri, ezkâr ve evradını buluyor” ancak asıl gaye, imandaki tevhidi hayata ve amele de yansıtmaktır.

3. Temel Gaye: İmanı Kurtarmak ve Hayata İstikamet Vermek

Risale-i Nur’un fonksiyonlarını ve nihai gayesini özetlemektedir: “Risale-i Nur problemlere çözüm üretiyor,” “Zulmetten nura çıkarıyor,” “İnsanı insan yapacak esasları gösteriyor” ve “Dinde ve de düşünce ve konuşmayı kısırlaştıran dilde tamirat yapıyor.”

Zulmetten Nura Çıkarmak:

Risale-i Nur’un temel vazifesi, bu asrın en büyük meselesi olan imanı kurtarmaktır. Diğer bütün vazifeler (ahlak, içtimai hayat, fikir istikameti) bu temel üzerine bina edilir. “Küfürde cehennemi, imanda cenneti gösteriyor” ifadesi, bu gayenin bir tezahürüdür.

“Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü, iman saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için…”

Bu vazife, Kur’an’ın “insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarma” gayesinin bu asırdaki bir tecellisidir:
“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tâğûttur. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.”
(Bakara Sûresi, 2:257)

Müsbet Hareket ve Uhuvvet:

“Risale-i Nur kavgayı kaldırıyor,” “İnsanları kardeş yapıyor, dost yapıyor” .
Hizmetin “müsbet hareket” metodunu gösterir. Hizmetin esası tenkit veya tahrip değil, tamir ve imardır. Bu da ancak Müslümanlar arasındaki kardeşlik (uhuvvet) ruhunun tesisi ile mümkündür.
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.”
Bu müsbet hareketin Kur’an’daki emri açıktır:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”
(Hucurât Sûresi, 49:10)

Netice

Risale-i Nur’un kudsiyeti; şahıslardan, makamlardan veya dünyevi alkışlardan değil, doğrudan doğruya Kur’an’a ve ihlâs ile rıza-yı İlahi’ye hizmet etmesinden kaynaklanır. Bu hizmet, ferdî enaniyetleri “şahs-ı manevi havuzunda” eritmeyi, asrın idrakine iman hakikatlerini sunmayı ve insanlığı “zulmetten nura” çıkarmayı gaye edinmiş cihan şümul bir Kur’an tefsiridir.

Bak:

https://tesbitler.com/2017/06/01/risale-i-nurun-kudsiyeti/

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
11/11/2025




Risale-i Nur’da Eğitim- 2 –

Risale-i Nur’da Eğitim- 2 –

Risale-i Nur’un eğitim sistemi, asrın idrakine ve ihtiyaçlarına cevap veren, hem aklı hem de kalbi tamir ve tatmin eden Kur’anî bir menhecdir (metottur).

1. Eğitimin Başlangıç Noktası: Nefsin Islahı (Tezkiye-i Nefs)
Eğitimin (terbiyenin) ilk ve en esaslı adımı, bizzat eğiticinin veya öğrencinin kendi nefsinden başlamasıdır.
“Madem nefsim emmaredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.”
Bu, Kur’anî bir esastır. Nefs, yapısı itibarıyla kötülüğü (fena şeyleri) şiddetle arzu etme meylindedir. Buna Nefs-i Emmâre denir.
• Ayet (Nefs-i Emmâre): Hz. Yusuf’un (a.s.) diliyle bu hakikat şöyle ifade edilir:
“Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, rabbimin merhamet edip korudukları hariç, şiddetle kötülüğü emreder. Şüphesiz rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Yûsuf 12/53)
Bu nefsin ıslah edilmesine ve arındırılmasına ise Tezkiye-i Nefs tabir edilir. Eğitim, bir cihette bu tezkiye yolculuğudur.

• Ayet (Tezkiye):
“Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems 91/9-10)
Bediüzzaman’ın daima nefsini muhatap alması , bu tezkiye mücahedesinin bir tezahürüdür ve “başkasına nasihat etmeden evvel kendi nefsine nasihat etme” prensibinin fiilî bir isbatıdır.

2. Nasihatin Tesiri ve Usûlü: Lisan-ı Hal
Metninizde, nasihatin tesirsiz kalmasının üç sebebine işaret edilmektedir: İspat ve iknâ eksikliği, muvazenesizlik ve zamana (ilcaat-ı zamana) uygun konuşmamak.
Bu, eğitimin en mühim unsurlarından birinin Lisan-ı Hal olduğunu gösterir. Söz (lisan-ı kal), ancak fiil ve hal (lisan-ı hal) ile tasdik edildiğinde tesir eder.
• Ayet (Söz ve Fiil Uyumu):
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saf 61/2-3)
Risale-i Nur’un tesirinin bir sebebi, müellifinin sözüyle halinin birbirini tasdik etmesidir. Eğitimde muvaffakiyet, mürebbînin (eğiticinin) anlattığı hakikatleri evvelâ kendi hayatında yaşamasıyla mümkündür.

3. Eğitimin Temel Ocağı: Aile ve Valideler
Eğitimin en kalıcı ve sarsılmaz temelleri ailede, hususan valide (anne) tarafından atılır.
“Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.”
Bu ilk telkinat, insanın fıtratına atılan çekirdekler hükmündedir.
• Müradif Kavram: Fıtrat: İnsanın, İslâm’ı ve hakikati kabul etme kabiliyetiyle (fıtratullah) yaratılmasıdır. Anneden alınan ilk dersler, bu fıtratı ya muhafaza edip inkişaf ettirir ya da (Allah korusun) bozar.
• Ayet (Ailenin Korunması): Cenâb-ı Hak, ailenin bu merkezî rolüne ve mesuliyetine şöyle işaret eder:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrîm 66/6)
Bu koruma (vikâye), ancak iman ve fazilet esaslarına dayalı sahih bir terbiye ile mümkündür.

4. Eğitimin Medresesi: Akıl ve Kalbin İmtizacı
Bediüzzaman’ın eğitim modeli, Medresetü’z-Zehra projesinde de tasvir edildiği gibi , akıl ve kalbin beraber hareket etmesini esas alır. Tek kanatla uçuş (pervaz) mümkün değildir.
“Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder.”
Bu imtizaç (bütünleşme), Kur’an’ın iki temel davetine icabettir: Tefekkür (akletme) ve Tezekkür (zikir ve anma).
• Müradif Kavramlar: Tefekkür ve Tezekkür:
• Tefekkür: Aklın, kâinattaki (tabiattaki) ayetlere (delillere) bakıp Sâni’i (Sanatkârı) bulmasıdır.
• Tezekkür: Kalbin, Kur’an ayetleriyle ve zikirle gafletten uyanıp Rabbini hatırlamasıdır.
Risale-i Nur eğitimi, bu ikisini birleştirir.
• Ayet (Akıl ve Kalp Beraberliği):
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar (Tezekkür/Kalp). Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler (Tefekkür/Akıl): ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!’ (derler).” (Âl-i İmrân 3/191)

5. Eğitimin Gayesi ve Ruhu: İman-ı Tahkikî
Eğitimin nihai gayesi, insanı insan yapmaktır. Bu da ancak iman ile mümkündür. “İman, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder.”
Risale-i Nur’un hedeflediği eğitim, iman-ı taklidî (taklide dayalı iman) değil, iman-ı tahkikî (araştırmaya, isbata dayalı iman) kazandırmaktır.
• Ayet (İman ve İlim): İman, ilimle (tahkik ile) kuvvet bulur ve insanın derecesini yükseltir.
“…Allah, içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mücâdele 58/11)
Bu imanın hayata yansıması ise ibadetle olur. İmanın amele dönüşmüş en parlak tasviri namazdır. Namaz, eğitimi ve nefis terbiyesini destekleyen en büyük “oto-kontrol” mekanizmasıdır.
• Ayet (Namazın Terbiyevî Gücü):
“(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

6. Eğitimin Tahrik Unsuru: Âhiret Akidesi
İnsanı ve toplumu ayakta tutan, zulümden ve tecavüzden alıkoyan, hayatı manalı kılan en büyük hakikat âhirete imandır.
Onuncu Söz’de ,dört esaslı delil (çocuklar, ihtiyarlar, gençler ve aile hayatı), ahiret akidesinin içtimaî (toplumsal) hayatın temel taşı olduğunu isbat eder.
• Müradif Kavram: Mesuliyet (Sorumluluk) Şuuru: Ahirete iman, hesap verme şuurunu tesis eder. Bu şuur, eğitimin en güçlü dâhilî müeyyidesidir (yaptırımıdır).
• Ayet (Hesap Şuuru):
“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzâl 99/7-8)
Bu ayet, en küçük bir fiilin dahi karşılıksız kalmayacağını bildirerek, insana cihan şümul bir mesuliyet yükler ve onu terbiye eder.

7. Eğitimin Mayası: Muhabbet
Kâinatın yaratılış mayası muhabbettir. Dolayısıyla, peygamberlerin yolu olan eğitimin esası da muhabbet olmalıdır; Firavunların yolu olan korku değil. Ancak bu muhabbet, fâni mahlûkata değil, Bâkî olan Hâlık-ı Zülcelâl’e tevcih edilmelidir.
• Müradif Kavram: Muhabbetullah ve Havfullah: İnsandaki havf (korku) ve muhabbet (sevgi) cihazları, halka (yaratılmışlara) değil, Hâlık’a (Yaratıcı’ya) yöneltilmelidir. Mahlukattan korkmak elim bir bela, onlara fâni cihetiyle muhabbet etmek belalı bir musibettir.
• Allah sevgisi (Muhabbetullah), O’nun azameti karşısında titremeyi (Havfullah) da beraberinde getirir. Bu korku, sevgiye zıt değil, hürmeti ve ciddiyeti temin eden bir fazilettir.
• Ayet (Karşılıklı Sevgi):
“…Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…” (Mâide 5/54)

8. Eğitimin Vasıtası: Temsil ve Kıssa
Risale-i Nur, en derin ve mücerred (soyut) imanî hakikatleri, temsiller vasıtasıyla muşahhas (somut) hale getirir. Bu, Kur’anî bir tarzdır. Temsiller ve kıssalar, hakikatlerin akla ve kalbe daha kolay yerleşmesini (teshîl) sağlar.
• Ayet (Misal/Temsil):
“Biz, insanlar düşünüp ibret alsınlar diye Kur’an’da onlara her türlü misali verdik.” (Zümer 39/27)
• Ayet (Kıssa):
“Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır…” (Yûsuf 12/111)
Bu temsiller, hayalî hikâyeler değil, hakikatlerin dürbünle yaklaştırılmış tasvirleridir [29, 30].

9. Eğitimin Devamlılığı: Muhatabı Tanıma ve Tebliğ
İnsan “yüzer kapılı bir saray” gibidir. Eğitimci (mürebbî), muhatabının bütün kapılarının kapalı olduğunu zannetmemelidir. Mutlaka açık bir kapı, hususan fıtrat kapısı vardır.
Bu, tebliğde ve davette bıkkınlık göstermemeyi, muhataba hikmetle yaklaşmayı gerektirir.
• Ayet (Davet Usûlü):
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et. Şüphesiz rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl 16/125)
Bu ayet, eğitimin üç seviyesini gösterir:
• Hikmet: Aklî deliller ve iknâ yolu (ilim sahiplerine).
• Mev’ize-i Hasene (Güzel Öğüt): Kalbi yumuşatan, teşvik ve terhib (korkutma) yolu (avam tabakasına).
• Cidâl-i Ahsen (En Güzel Mücadele): Şüpheleri olanlarla en güzel ve muknî (ikna edici) tarzda konuşmak.

Hâsıl-ı Kelâm (Netice)
Risale-i Nur’un eğitim sistemi,
• İnsanın kendi nefsinden başlayan (Tezkiye),
• Lisan-ı hal ile tesir eden,
• Ailede ve bilhassa validenin fıtrata ektiği çekirdeklerle temellenen,
• Akıl ve kalbin imtizacıyla (Tefekkür ve Tezekkür) Medrese-i Nuriyelerde inkişaf eden,
• İman-ı tahkikîyi ve namazı merkezine alan,
• Ahiret akidesi ile mesuliyet şuurunu tesis eden,
• Muhabbeti (Muhabbetullahı) esas alıp korkuyu değil hürmeti öğreten,
• Temsil ve kıssalarla en derin hakikatleri kolaylaştıran,
• Ve her insanın fıtrat kapısını bularak hikmetle davet etmeyi sürdüren cihan şümul ve Kur’anî bir terbiye yoludur.

Bak:

https://tesbitler.com/2015/01/02/risale-i-nur-da-egitim/

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
11/11/2025




RİSALE-İ NURLARDA CUMHURİYET HALK PARTİSİ- 2 –

RİSALE-İ NURLARDA CUMHURİYET HALK PARTİSİ- 2 –

Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin, hususan Demokrat Parti (DP) iktidarı dönemindeki siyasî duruşunu ve bu duruşun ardındaki derûnî hikmetleri tasvir etmektedir. Bu hikmet, basit bir siyasî tarafgirlik değil, “ehven-i şer” (şerlerin daha hafifi) kaidesine dayanan, iman ve vatanın muhafazasını gaye edinen basiretli bir stratejidir:
1. Siyasî Duruşun Esası: “Ehven-i Şer” ve “Def’-i Mazarrat” Prensibi
Üstad Hazretlerinin Demokrat Parti’yi (DP) muhafazaya çalışmasının temel sebebi, onu “en iyi” olarak görmesinden ziyade, karşısındaki alternatifi “en kötü” olarak tesbit etmesidir.
• Tahlil: Bediüzzaman Hazretleri, o dönemde üç ana siyasî cereyan tesbit eder :
• Komünist, dinsizlik cereyanı: Bunu en dehşetli tehlike olarak görür.
• İfsad komitesi: Dinsizliği neşretmeye çalışan gizli bir yapı.
• Garplılaşmak (Batılılaşmak): Hristiyanlara benzemeyi esas alan siyasîler.
Üstad Hazretlerine göre, Halk Partisi (CHP) iktidara gelirse, “komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır” Bu, iman ve vatan için “zarar-ı azîm”dir (en büyük zarar). Demokrat Parti ise, meslek itibarıyla bu iki dehşetli cereyana (komünizm ve dinsizlik) muarızdır.
Her ne kadar DP içinde üçüncü cereyana (garplılaşma) meyledenler olsa da, bu “vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zarar” hükmündedir.
• Prensip (Müradifler): Bu duruş, fıkıh ve hikmetin mühim bir kaidesi olan “ehven-i şerri ihtiyar” (iki şerden daha hafif olanı seçmek) prensibidir. Bu, “celb-i menâfi”den (faydaları çekmekten) daha mühim olan “def’-i mazarrat” (zararları defetmek) kaidesinin bir icabıdır. “Vücudun gitmemesi için kolun kopması kabul edilmiş” ifadesi, bu prensibin tam bir tasviridir.
• Kur’anî Dayanak (Zaruret Hâli): Bu prensibin Kur’anî temeli, zaruret hâllerinde daha az haram olanın tercih edilmesine cevaz veren düsturlara dayanır.
${…فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَآ اِثْمَ عَلَيْهِ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ}$
“O, size yalnız ölü hayvan etini, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü aşmamak üzere (bunlardan yemesinde) günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Bakara Sûresi, 2:173)
Bu ayet, daha büyük bir zarardan (ölüm) kurtulmak için daha küçük bir zararın (haram olanı yemek) işlenebileceğini gösterir. Üstad’ın siyasî tavrı da, “imanın ve vatanın helâketi” gibi daha büyük bir zararı defetmek için, “dinde lâübali” bazı unsurları barındıran bir partiyi destekleme zaruretine dayanmaktadır.

2. Düşmanlığın Sebebi: Dinsizlik ve İstibdad-ı Mutlak
CHP zihniyetine karşı duruşun şahsî veya siyasî bir rekabet olmadığını, bilakis “dinsizlik” ve “istibdad-ı mutlak” (mutlak despotizm) tehlikesine dayandığını vurgulamaktadır.
• Tahlil: İktibaslar , CHP’nin “İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri”ni ve “yirmi yedi yıldır perde altındaki… eşedd-i zulmü” temsil ettiğini belirtir. Risale-i Nur’a ve müellifine yapılan muameleler, bu zihniyetin “keyfî işler” olduğunu ve “tarihte emsali görülmemiş bir cinayet” seviyesine vardığını gösterir.
• Hedef: Tehlike sadece siyasî bir baskı değil, “bu asil Türk milleti”ni ve onun imanını hedef alan bir cereyandır. Üstad, “Eğer Ankara’da hâkim olan Halk Partisi… inat etse… mülhidler, bolşevizmi zındıka ile birleştirdiğine alâmettir” diyerek tehlikenin manevî buudunu (boyutunu) ortaya koyar.

3. Fitne, Tefrika ve Irkçılık Tehlikesi
“C planı; Cemaatları birbirine düşürmek” ve “D planı;… çatışmalarını körüklemektir” tahlilleri, Risale-i Nur’daki ikazlarla tam bir mutabakat içindedir.
• Tahlil (Tefrika): Üstad Bediüzzaman, “Halk Partisinin müfrit dessasları”nın ve “müfrit şeytanlar”ın ana hedefinin, “Nur talebelerini Demokratlardan bu tarzda nefret ettirip hükûmeti yıkmaya” çalışmak olduğunu belirtir. Bu, tam olarak “ehli imanın arasına tefrika tohumları saçmak”tır.
• Tahlil (Irkçılık): Üstad, Millet Partisi açısından ve Adnan Menderes’e hitaben yazdığı mektupta , “ırkçılık” tehlikesine şiddetle dikkat çeker. Buna “Frenk illeti” (Avrupa hastalığı) der ve “Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu frenk illetini aşılamış” tesbitini yapar. Irkçılığın, “hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin… aleyhine cephe almaya mecbur” edeceğini ve milleti böleceğini ifade eder.
• Kur’anî Dayanak (Tefrika ve Fitne): Kur’an-ı Kerim, tefrikayı ve fitneyi en büyük tehlikelerden biri olarak zikreder.
${وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَآءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناً وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ}$
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:103)
${وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَآءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ}$
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:105)

4. Adalet-i Mahza: “Birisinin Günahıyla Başkası Mes’ul Olmaz”
Bediüzzaman’ın mücadelesinin şahıslarla değil, “zihniyet” ve “cereyan”larla olduğunu isbat eder.
• Tahlil: Üstad Hazretleri, Kur’an’ın bir kanun-u esasîsi olan “Birisinin hatâsı ile başkası, partisi, akrabası mes’ul olmaz” düsturunu hem ırkçılığın (unsurculuk) reddine hem de CHP’ye karşı tutumuna esas alır.
• Irkçılığı reddeder, çünkü ırkçılık “bir adamın cinayetiyle mâsum bir kardeşini… öldürmekte kendini haklı zanneder” .
• Aynı adalet prensibiyle, CHP’ye mensup olan herkesi değil, o partinin “müstebid”, “müfrit” ve “dessas” olan, “İttihatçıların bozuk kısmı”ndan gelen zihniyetini hedef alır. Hatta “eski partinin bana karşı zulümlerini helâl ettiğim” diyerek, meselenin şahsî olmadığını gösterir.
• Kur’anî Dayanak (Şahsî Mesuliyet): Bu düstur, Kur’an-ı Kerim’de defaatle vurgulanan “adalet-i mahza”nın (tam ve saf adaletin) temelidir.
${قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباً وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ}$
“De ki: “O, her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir rab mı arayayım? Herkes günahı ancak kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O, size üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.”” (En’âm Sûresi, 6:164)

5. Nasihat, İhtar ve “Öz Tenkit”
“Suçu başkalarında aramak yerine,bir öz eleştiri yapmak gerekmez mi?” suali, Üstad’ın DP’ye olan tavrında açıkça görülmektedir. O’nun desteği körü körüne bir tasdik değil, “ihtar” (uyarı) ve “nasihat” dolu bir muhafazadır.
• Tahlil: Bediüzzaman, DP’lilerin “cinayetleri” başkalarına yüklemesini eleştirir ve onlara “hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz” diye seslenir.
• DP’nin tehlikelerden kurtulması ve “âlem-i İslâmın teveccühünü” kazanması için iki mühim reçete sunar:
• “Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir.”
• “Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler.”
• Bu tavır, “dönüş yapıp, telafi ederek, geri adım atmak gerekmez mi?” çağrısıyla örtüşür. Üstad, DP’yi desteklerken bile onları “hakikat-i İslâmiyeye yapışınız!” diyerek ciddî bir surette ikaz etmiştir.
• Kur’anî Dayanak (Nasihat ve İhtar): Bu tavır, mü’minin mü’mine karşı “emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker” (iyiliği emretme, kötülükten sakındırma) ve “nasihat” vazifesinin bir icabıdır.
${وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ}$
“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.” (Zâriyât Sûresi, 51:55)

Netice
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin, hayat-ı içtimaiyeye (sosyal hayata) bakışının merkezinde “imanın muhafazası” olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde isbat etmektedir. O’nun CHP’ye karşı ve DP’ye lehdar olan tavrı, siyasî partilerin isimlerinden veya şahıslarından ziyade, o partilerin temsil ettiği “zihniyet”e ve “cereyan”lara karşıdır.
Bu duruş;
• Büyük zararı (dinsizlik, komünizm) defetmek için küçük zararı (bazı lâübalilikler) kabul eden “ehven-i şer” hikmetine,
• Milleti parçalayan “tefrika” ve “ırkçılık” fitnelerine karşı uyanık olmaya,
• Zulmü ve cinayeti kim yaparsa yapsın, Kur’an’ın “adalet-i mahza” ve “şahsî mesuliyet” prensibine,
• Dost ve müttefik dahi olsa, hakikati söylemekten, “ihtar” ve “nasihat” etmekten çekinmemeye dayanmaktadır.

Bak:

https://tesbitler.com/2015/01/02/risale-i-nurlarda-cumhuriyet-halk-partisi/

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
11/11/2025