TAKVA: KAYBETMEMENİN KAZANCI

TAKVA: KAYBETMEMENİN KAZANCI

Hayatta elbette müsbet, hayır ve güzellik gibi şeyler sevilir, tavsiye edilir ve hedeflenir. Ancak insanın asıl imtihanı; kazanmaktan ziyade kaybetmemektir. Zira kaybetmemek, çoğu zaman kazanmanın ta kendisidir.
İnsan, yaratılış itibarıyla İslâm fıtratı üzere dünyaya gelir. Bu doğuştan gelen sermaye, iman ve hidayet istidadıdır. Fakat bu sermaye, eğer korunmazsa ziyan olur. İşte takva, o ilâhî sermayeyi muhafaza etme şuuru, yani manevî kaybı önleme gayretidir.

1. Kazanmak mı, Kaybetmemek mi?

İnsanın hayatındaki her fiil bir ticarettir. Cenâb-ı Hak Kur’an’da:
“Ey iman edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?”
(Saff, 10 — Meali)
buyurarak, bu ticaretin ebedî kazanç veya kayıp getireceğini beyan eder.
Bir mümin, her anını bir ticaret bilinciyle yaşar. Ancak bu ticaretin esası “fazla kazanmak”tan önce “kaybetmemek”tir.
Zira kazanç, bir gayrettir; ama kaybetmemek, bir koruyuş, bir muhafazadır.
Birincisi amel ile olur; ikincisi takva ile.

2. Kötülük Yapmamak En Büyük İyiliktir

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurur:
“Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir.”
(Buhârî, Îmân, 4)
Bu hadis, kötülük yapmamanın, bizzat bir iyilik olduğunu gösterir.
İyilik yapmak, insanı yüceltir; ancak kötülükten sakınmak, insanı korur.
Kötülük yapmamak, sadece başkalarına değil, kişinin kendi ruhuna da iyiliktir. Çünkü her işlenen kötülük, kalpte siyah bir nokta bırakır.
O halde kötülük yapmamak, kalbin kirlenmemesini sağlar.
Ve kirlenmemek, temizlenmekten daha üstündür.

3. Kirlenmemek: Manevî Temizliğin Şartı

İslâm sadece temizlik dini değil, “kirlenmeme” dinidir.
Nitekim Kur’an’da:
“O vakit, orada temizlenmek isteyen erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever.”
(Tevbe, 108 — Meali)
buyrulmuştur.
Ancak asıl fazilet, kirlenmeden temiz kalabilmektir.
Zira: “Kirlenmemeye gayret edenin temizlenmeye ihtiyacı kalmaz.”
Zira günah, manevi kirin adıdır. Ondan uzak durmak, takvanın özüdür.

4. Günah İşlememek Vaciptir ve Takvadır

Sevap işlemek, bir yükselmedir; günah işlememek ise bir muhafazadır.
Vacip, sünnetten üstündür. Dolayısıyla günah işlememek (vacibi yerine getirmek), birçok sünnetten evlâdır.
Takva, işte bu şuuru diri tutmak demektir:
“Allah görüyor, biliyor ve hesaba çekecek.”
Bu bilinç, insanı günahın eşiğinden çevirir.
Takva, dışta bir çekinme değil, içte bir farkındalıktır.
Nitekim Resûlullah (s.a.v.) kalbini işaret ederek buyurmuştur:
“Takva işte buradadır.”
(Müslim, Birr, 32)

5. Cenneti Kaybetmemek Asıl Hedeftir

İnsan, doğuştan cennet yoluna girmiş bir varlıktır.
Fakat bu yolun üzerinde nefsin, şeytanın ve dünyanın tuzakları vardır.
Cenneti kazanmak büyük bir gaye olsa da, onu kaybetmemek daha hayati bir endişedir.
Tarih, nice âlimlerin, sultanların, zenginlerin ve güçlülerin, bir gaflet sebebiyle ebedî kayba sürüklendiğini gösterir.
Zira “cenneti kazanmak” bir gayrettir; “cenneti kaybetmemek” ise bir uyanıklıktır.
Kur’an’da Cenâb-ı Hak, takva sahiplerini şöyle müjdeler:
“Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.”
(Nahl, 128 — Meali)
Demek ki Allah’ın beraberliği, takvaya bağlıdır.
Takva, cennet kazandırdığı gibi, cehennemden de emin kılar.

6. Takva: İmandan Sonra En Üstün Amel

İman bir başlangıçtır, takva onun muhafazasıdır.
Bir mücevherin değeri, onu koruyan muhafazanın sağlamlığı kadardır.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Şüphesiz Allah katında en değerliniz, takvaca en üstün olanınızdır.”
(Hucurât, 13 — Meali)
Bu üstünlük, ne soyla ne servetle; sadece kalpteki takva ile ölçülür.
Takva, hem dünyada huzurun, hem ahirette cennetin anahtarıdır.

KONUYLA ALAKALI AYETLER

• “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”
(Âl-i İmrân, 102)
• “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.”
(Talâk, 2)
• “Allah, takvâ sahiplerini sever.”
(Âl-i İmrân, 76)
• “Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.”
(Nahl, 128)
• “Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini kötü arzulardan men ederse, şüphesiz cennet onun barınağıdır.”
(Nâziât, 40-41)
• “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O size doğruyu yanlıştan ayıracak bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar.”
(Enfâl, 29)

ÖZET

İnsan, hayatında kazanmaktan ziyade kaybetmemeye odaklanmalıdır.
Zira kaybetmemek bir kazançtır, kötülük yapmamak en büyük iyiliktir, kirlenmemek zaten temizliktir.
Günah işlememek vaciptir ve vacip, birçok sünnetten üstündür.
Takva, günahlardan sakınmak ve manen kirlenmemektir.
İmandan sonra amellerin en üstünü takvadır; çünkü takva, hem imanı korur hem de cenneti kaybetmemenin en sağlam yoludur.
Cennet kazanılmakla değil, korunmakla muhafaza edilir.
İşte asıl kazanç, kaybetmemeyi bilmektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




Allah’ım, Kızlarımızı ve Kadınlarımızı Yoldan Çıkaranları Kahreyle

Allah’ım, Kızlarımızı ve Kadınlarımızı Yoldan Çıkaranları Kahreyle

Tarih boyunca toplumların çöküşü, çoğu zaman kadının ifsad edilmesiyle başlamıştır. Çünkü kadın, bir toplumun kalbidir; kalp bozulursa, bedenin diğer azaları da ifsat olur.
Kadın, sadece bir fert değil; neslin, ailenin ve imanın taşıyıcısıdır. Onun iffeti, sadece kendi şahsına değil, bütün bir millete nur olur.

🔹 Kadını İfsad Eden, Nesli Zehirler

Firavun’un sihirbazları nasıl halkın aklını büyüyle bağladıysa, bugün de modern dünyanın büyücüleri ekranlardan, modadan, müzikten ve reklamlardan kadının ruhunu esir ediyor.
Güzel olanı süs adıyla çirkinleştiriyorlar.
Hürriyet dedikleri şey, aslında nefsin köleliğidir.
Kadının başörtüsüne, edebine, vakarına, merhametine saldıran her anlayış;
bir medeniyeti içten çürütür.
Bunu bilerek yapanlar, şeytanın yeryüzündeki memurlarıdır.
Ve her biri, kadınları yoldan çıkararak ümmetin kalbine hançer saplıyorlar.

🔹 İmanla Korumak

Kur’an’da Cenâb-ı Hak buyurur:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; dışarı çıktıkları zaman üstlerine dış örtülerini alsınlar. Bu, onların tanınması ve eziyet edilmemesi için en uygun olandır.”
(Ahzâb Sûresi, 33/59 )
Bu âyet, bir yasak değil; bir koruma kalkanıdır.
Kadın, iffetiyle bir kale olur; kalenin kapısını açan, nefsin rüzgârına kapılırsa, içeriye düşman girer.
Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Dünya bir metadır (geçimliktir) ; dünyanın en hayırlı metası, saliha kadındır.”
(Müslim, Radâ’, 64)

🔹 Tarihten İbret

Roma, Bizans ve Endülüs…
Hepsi aynı hatayı yaptı: Kadını süs ve eğlence aracı hâline getirdi.
Saraya harem girdiğinde, iman kaleden çıktı.
Ve her defasında, o toplumlar çöktü.
Zira kadın çürüyünce, nesil çürür; nesil çürüyünce medeniyet göçer.

🔹 Bugünün Fitnesi

Bugün televizyon dizileri, sosyal medya, reklamlar; kadını iffetten uzaklaştırıp “serbestlik” maskesiyle rezaleti teşvik ediyor.
Kadınlara “kendin ol” diyorlar ama aslında nefsin esiri ol diyorlar.
Yeryüzünde en ağır vebali taşıyanlar, işte bu ifsad mühendisleridir.
Eğer Allah’ın bir kahır tokadı inecekse, o tokat kadınların ahlâkını ve imanını bozanlara inecektir.

🔹 Duamız

Allah’ım, kızlarımızı ve kadınlarımızı koru.
Onları ifsad edenleri, fitne ateşiyle yak;
ümmetin namusuna göz dikenlere fırsat verme.
İffetiyle parlayan, vakar ve imanla yaşayan kadınları çoğalt.
Zira onlar, ümmetin son kaleleridir.

📜 Konuyla İlgili Ayetler

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”
(İsrâ Sûresi, 17/32 )
“İman eden erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar…
İman eden kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar…”
(Nûr Sûresi, 24/30-31 )
“O gün ne mal fayda verir ne evlât. Ancak Allah’a temiz bir kalple gelen kurtulur.”
(Şuarâ Sûresi, 26/88-89 )

🌺 Özet

Kadın, ümmetin kalbidir.
Kalp temizse ümmet diridir; kalp bozulursa ümmet ölür.
Tarihten bugüne her fitne, önce kadının iffetini hedef almıştır.
Bugün de aynı oyun sürmektedir.
Bu sebeple en büyük beddua, kadınlarımızı yoldan çıkaranlara;
en büyük dua ise, kadınlarımızı imanla koruyanlara olmalıdır.
Zira kadın iffetiyle bir kale, edebiyle bir melek, imanı ile bir nurdur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




Kudüs: Geçmişin Aynası, İbretin Şehri

Kudüs: Geçmişin Aynası, İbretin Şehri

Kudüs, sadece bir coğrafi mekân değil, hayatın ve tarihin derin katmanlarını barındıran müstesna bir açıdır. Üç semavî dinin; İslâm’ın, Hristiyanlığın ve Yahudiliğin kalbi ve mihveri olması hasebiyle, onun aslı ve yapısı, sıradan bir şehir olmanın çok ötesindedir. Kudüs, bir medeniyetler beşiği olduğu kadar, ibret alınması gereken nice hakikatin de tasvirini sunar.

Tarihin Derûnî Akışı ve Mânevî Faaliyet

Kudüs’ün tarihi, M.Ö. ikinci bin yıllarına kadar uzanır. Hz. Dâvûd’un şehri fethederek başkent yapması ve oğlu Hz. Süleyman’ın meşhur Mâbed’i inşa ettirmesi, bu mekâna derûnî bir ehemmiyet kazandırmıştır. Bu faaliyet, sadece siyasî bir hamle değil, aynı zamanda manevî bir merkez kurma gayretidir. Kudüs, peygamberlerin mirası, rüyası ve isbatı olmuştur.
Ancak bu cihan şümul ehemmiyet, aynı zamanda bitmeyen bir mücadele sahası da oluşturmuştur. Babil sürgünü, Roma istilası, Haçlı Seferleri ve nihayet Osmanlı idaresi… Her dönem, şehirde derin izler bırakmıştır. Haçlı Seferleri’nin vahşeti ve ardından Selahaddin Eyyubî’nin 1187’deki fethi, insanlık tarihine kaydedilmiş büyük bir ibret vesikasıdır. Selahaddin’in fethi, sadece askerî bir zafer değil, aynı zamanda bir fazilet ve merhamet tasviridir. Fethettiği şehirde kimsenin canına, malına dokunmayarak gösterdiği adalet, İslâm hikmetinin zahiri bir tezahürüdür.
Düşünce ve Tabiat Üzerine Bir Nazar
Kudüs’ün tarihi, bize iktidarın gelip geçiciliğini ve kuvvetin tek başına ebedî saadet getiremeyeceğini mantıklı bir biçimde gösterir. Şehri ellerinde tutan her kuvvet, bir gün muhakkak zeval bulmuştur. Bu tabiat kanunu, bize dünyevî saltanatların geçici yapısını idrak etmeyi öğretir. Bugünün müreffeh devleti, yarının mazlumu olabilir. Bu, tarihin tekerrür eden tasviridir.
Osmanlı Devleti’nin 400 yıl süren idaresi ise, bu şehir için nisbeten uzun bir sükûnet devri olmuştur. Osmanlı, farklı inançların ve kavimlerin bir arada hayat sürmesine imkân tanıyarak, İslâm düşüncesinin hoşgörüsünü ve adaletini tatbik etmiştir. Bu dönem, dinî ve kültürel çeşitliliğin barışlı bir şekilde faaliyet gösterebileceğinin en mantıklı ve edebi isbatıdır. Osmanlı, Kudüs’ü bir mücadele alanı olmaktan çıkarıp, bir himaye ve hizmet alanı olarak görmüştür.

Hikmetin Esası ve İbretin Cevabı

Kudüs, bugün de acı ve çileyle yoğrulmuş vaziyettedir. Şehir, derûnî ve zahiri ihtilafların merkezinde yer almaktadır. Bu durum, bize bir hikmet dersi vermektedir: Asıl ve kalıcı olan, maddî kuvvet değil, manevî adalettir. Kudüs’e sahip olmak, sadece topraklarına hükmetmek değil, onun cihan şümul manevî yükünü de taşımayı gerektirir.
Şehrin maruz kaldığı her zulüm, her haksızlık, insanoğlunun kibrinin ve enaniyetinin acı bir tasviridir. Kudüs’ün tarihi, bir tenkit ve nazar davetidir: Ey insanlık! Bu kutsal beldenin aslına ve manevî yapısına yakışır bir faaliyet sergilemek, bir külli vazifedir. Aksi takdirde, tarih bizi tekrar ve tekrar aynı ibretli akıbete sürükleyecektir.

📖 Konuyla Alakalı ve Müradifi Ayetler

Konumuzun muhtevası, adalet, merhamet, iktidarın geçiciliği, cihad ve imtihan gibi hususlarla bağlantılıdır. Bu hususlarla açısı olan ayetlerin mealleri aşağıdadır.

1. Adalet ve Faziletin Ehemmiyeti

> Nisâ Sûresi 4/135: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletten alıkoymasın. Adaletli olun; bu, takvaya (Allah’a karşı gelmekten sakınmaya) daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
>
2. İktidarın Geçiciliği ve İbret
> Âl-i İmrân Sûresi 3/140: “Eğer siz bir yara almışsanız, o topluluk da (Karşı taraf) benzeri bir yara almıştır. O günleri (zafer ve yenilgi günlerini) insanlar arasında döndürür dururuz. (Bu da) Allah’ın, iman edenleri bilmesi (ortaya çıkarması) ve sizden şahitler edinmesi (seçmesi) içindir. Allah, zalimleri sevmez.”
>
3. İmtihan ve Hayatın Yapısı
> Ankebût Sûresi 29/2-3: “İnsanlar, inanıyoruz demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, elbette doğruları ortaya çıkaracak, elbette yalancıları da ortaya koyacaktır.”
>
4. Kudüs ve Cihan Şümul Mânevî Merkez
> İsrâ Sûresi 17/1 (Müradif Olarak Mânevî Öneme İşaret): “Kulunu (Muhammed’i) bir gece, Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren (Allah) eksikliklerden münezzehtir. (Biz, bu gece yolculuğunu) ona âyetlerimizden bazılarını göstermek için yaptık. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”
>
📝 Özet (Hülasa)
Kudüs, üç semavî din için kutsal bir açı teşkil eden, tarihi derin ve ibretli bir şehirdir. Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman dönemlerinden, Babil sürgünü, Roma işgali ve Haçlı Seferleri’ne kadar uzanan süreç, şehrin derûnî ehemmiyetini gözler önüne sermiştir. Selahaddin Eyyubî’nin adaletli fethi, İslâm hikmetinin bir tasviridir.
Tarihî nazar, dünyevî iktidarın geçici yapısını ve kuvvetin tek başına kalıcı saadet getiremeyeceğini mantıklı biçimde isbat eder. 400 yıllık Osmanlı idaresi, farklı inançların bir arada, barışçıl bir şekilde hayat sürebileceği zahiri bir faaliyet örneği sunmuştur. Kudüs’ün mevcut durumu, insanoğlunun kibrine karşı tenkit ve düşündürücü bir davettir. Kalıcı olan, maddî kuvvet değil, cihan şümul adalettir. Şehrin aslına yaraşır bir külli adalet, hem hayatın hem de maneviyatın gereğidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




YOLU BOZANLAR VE NESLİ YOLDAN ÇIKARANLAR

YOLU BOZANLAR VE NESLİ YOLDAN ÇIKARANLAR

Eğer bana bir bedduâ hakkı verilseydi, onu sadece bir cümlede toplardım:
“Allah’ım, kızlarımızı ve kadınlarımızı yoldan çıkaranları kahreyle.”
Çünkü bir milletin temeli kadındır.
Kadın, yalnızca bir anne değildir; o, neslin mayası, inancın aynası, ahlâkın kalıbıdır.
Kadın bozulursa, aile dağılır; aile dağılırsa toplum çürür; toplum çürürse millet çöker.
İşte tarih, bu zincirin defalarca kırıldığı dönemlerin ibret levhasıdır.

🌿 Kadın; Fıtratın Mihveri

Kadın, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet tecellisidir.
Onda şefkat vardır, onda incelik, iffet, zarafet ve merhamet vardır.
Kur’an, kadını bir süs veya meta olarak değil, bir emanet olarak tarif eder.
“Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.”
(Bakara, 2/187)
Yani kadın ve erkek, birbirinin örtüsüdür.
Kadını soyundurmak, aslında erkeği de çıplak bırakmaktır.
Bugün “özgürlük” denilerek iffet zinciri koparılmıştır.
Reklam, moda, sinema ve sosyal ağlar, kadın üzerinden bir şehvet ekonomisi kurmuştur.
Oysa kadını yücelten şey süs değil, sırdır.
Kendini gizleyeni Allah korur; kendini teşhir edeni insanlar tüketir.

⚖️ Tarihten Bir Ayna

Tarih boyunca milletlerin çöküşünün en açık göstergesi, kadın terbiyesindeki çözülmedir.
• Roma, iffetini kaybettiğinde çökmüştü.
• Endülüs, kadınlar saraylarda şarkılar söylerken düşmüştü.
• Osmanlı, haremin edeple dolduğu zaman kudret bulmuş, ahlâk gevşeyince gücünü yitirmişti.
Bugün de aynı virüs, başka isimlerle karşımızda:
“modernlik”, “özgürlük”, “kadın hakları” gibi süslü başlıklar altında, aslında kadını esarete mahkûm eden bir zihin istilâsı yürütülüyor.
Kadının bedeni meta, kalbi oyuncak, ruhu reklam malzemesi hâline getiriliyor.
Ve bu tuzağı kuranlar, en büyük cürmü işliyor: bir milletin kızını yoldan çıkarmak.

🔥 Yolu Bozanlar: Asrın Firavunları

Bugün ekranlarda, dizilerde, sosyal medyada, müziklerde, reklam panolarında
hep aynı hedef gözetiliyor:
aileyi parçalamak, kadını iffetinden koparmak, nesli yönsüzleştirmek.
Firavun nasıl erkek çocukları öldürüp kadınları sağ bırakmışsa,
asrın Firavunları da kadınları manen öldürüyor, ruhlarını esir alıyor.
Kur’an, bu hâli şöyle haber verir:
“Firavun, halkını parçalara ayırdı. Onlardan bir kısmını güçsüz düşürüyordu.”
(Kasas, 28/4)
Bugünün dünyasında da aynı strateji sürüyor:
Kadın, kendi fıtratına yabancılaştırılıyor; erkek, kadın düşmanına dönüştürülüyor;
böylece toplum kendi özünü tüketen bir makineye çevriliyor.

🌙 İffet: Unutulan Kalkan

Bir kadın iffetini koruduğu sürece Allah onu korur.
Bir kadın namusunu gözettiği sürece melekler ona dua eder.
Bir kadın tesettürüne sadık kaldığı sürece, o toplumun namusu da korunur.
Ama eğer bir milletin kızları moda tapınağında secdeye kapanırsa,
ahlâk elbisesi soyunur, iman elbisesi de yırtılır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
“Ümmetimden öyle kadınlar gelecek ki, giyinik oldukları hâlde çıplaktırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Onlar cennetin kokusunu dahi alamazlar.”
(Müslim, Libâs 125)
Bu hadisin mânâsı çağımızda bütün çıplaklığıyla tezahür etmiştir.
Moda, iffet elbisesini yırtmış; medya, hayasızlığı normalleştirmiştir.

🕊️ Bedduâ mı, Feryat mı?

Bu duâ, bir nefretin değil; bir feryadın sesidir.
Çünkü yoldan çıkan bir kadının ardından, binlerce erkek, binlerce çocuk, binlerce nesil savrulur.
Bir toplumun kadınları iffetsizliğe, erkekleri umursamazlığa alışırsa,
o toplumun geleceği, iman mezarlığına döner.
Dolayısıyla “Allah’ım, kızlarımızı yoldan çıkaranları kahreyle” duası;
bir öfke değil, neslin ıslahı için bir yakarıştır.
Zira bazen bir milletin dirilişi, bir annenin gözyaşıyla başlar.

🌸 Son Söz

Kadın, rahmetin tecellisidir; onun edebi giderse, rahmet de çekilir.
Bir milletin istiklâli, toprağında değil, kadınlarının yüreğindedir.
O yürek temiz kaldıkça, o millet kirlenmez.

ÖZET

Bu yazı, kadını yoldan çıkarmanın bir milletin sonunu hazırlayan en büyük fitne olduğunu vurgular.
Kadın, neslin mayasıdır; iffetini kaybederse toplum çürür.
Tarih, bu gerçeğin sayısız misalini göstermiştir.
Modern çağın sahte özgürlük anlayışı, kadını ruhen köleleştirmiştir.
Asrın en büyük duası, “Allah’ım kızlarımızı yoldan çıkaranları kahreyle” duasıdır;
zira bu feryat, nesli kurtarma arzusunun sesidir.
Gerçek kurtuluş, iffetin yeniden ihyâsındadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




MAHŞERDE “Z RAPORU” – Ebediyetin Büyük Hesabı

MAHŞERDE “Z RAPORU” – Ebediyetin Büyük Hesabı

Her akşam esnaf, gün sonunda dükkânının kasasına oturur. Gün boyu yapılan her alış verişin, her kazancın, her kaybın neticesini görmek için “Z Raporu” alır.
O küçük kâğıtta bütün günün hikâyesi saklıdır: kimden ne alındı, kime ne satıldı, ne kazanıldı, ne kaybedildi.
Lâkin insanoğlunun en büyük “Z raporu” bu dünyada değil, mahşer meydanında alınacaktır.
O gün, her nefesin, her bakışın, her kelimenin hesabı bir tuşla değil, bir Hakikat emriyle açılacaktır.
Zira “Her şey Levh-i Mahfûz’da yazılıdır.” (Bkz. Yâsîn, 36/12)

🕊️ İlâhî Kayıt Sistemi: Levh-i Mahfûz ve Kirâmen Kâtibîn

İnsanın her hareketi, her niyeti, her söz parmak izi gibi eşsizdir ve meleklerin kaleminde yerini alır.
Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
“Üzerinizde gözetleyici melekler vardır. Kirâmen kâtibîn; onlar ne yaptığınızı bilirler.”
(İnfitâr, 82/10–12)
Bugün dünyada bilgisayarlar, yazılımlar, dijital hafızalar saniyeler içinde milyarlarca veriyi kaydedebiliyorsa, Kâinatın Sahibi’nin yarattığı manevî kayıt sistemi bundan elbette bin kat daha mükemmeldir.
İşte mahşer günü bu kayıtlar açılacak, insanoğlu kendi “dosyasını” okuyacaktır:
“Kitabını oku! Bugün hesap sorucu olarak kendi nefsin sana yeter.”
(İsrâ, 17/14)

⚖️ Mahşerin Karakolu: Münker ve Nekir’in Sorgusu

Kabirde başlayan sorgu, mahşerdeki büyük divanın ön sorgusudur.
Münker ve Nekir, birer zabit gibi sual eder: “Rabbin kim, dinin ne, peygamberin kim?”
Bu sorgu, mahkemenin ilk kapısıdır.
Ve her kul, bu sorguya hazırlığını dünyadayken yapar.
Zira mezar, âhiretin ilk durağıdır; orada rahat eden, mahşerde de kolay eder.

🧠 Organlar Konuşacak, Hafıza Şahitlik Edecek

O gün sadece diller değil, eller, ayaklar, gözler ve kulaklar da dile gelecektir.
“O gün, onların dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları işler hakkında şahitlik edecektir.”
(Nûr, 24/24)
İnsanın beynine emanet edilen hafıza, dünyada fotoğraf gibi geçmişi kaydeder.
İşte o gün, Allah Teâlâ bu hafızayı konuşturur.
Hiçbir mazeret kalmaz.
Ne “unutmuştum” denebilir, ne de “ben yapmadım”.
Çünkü bütün deliller, kendi içinde mühürlüdür.

🌅 Mahşer Gününün Süresi: “Yarım Günlük” Bir Ebediyet

Kur’ân-ı Kerîm bu büyük hesabın süresine dair şöyle buyurur:
“Kıyamet gününde onların kalacakları süre, gündüzün ancak bir kısmı kadardır. Onlar birbirlerini tanırlar.”
(Yûnus, 10/45)
“O gün, sanki akşamla kuşluk arası kadar bir vakit kaldıklarını sanırlar.”
(Nâziât, 79/46)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hakikati şöyle beyan buyurmuştur:
“Mümin kulun hesabı, Allah katında yarım gün (dünya ölçüsüyle beş yüz yıl) kadar sürecektir.”
(Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân, 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/374)
Yani o günün “yarım gün” oluşu, rahmetin tezahürüdür.
Allah, mümin kullarına kolaylık eder; onlar için o uzun bekleyiş, bir kuşluk vakti kadar görünür.

🌸 Müfessirlerin Hikmetli Yorumu

• İmam Kurtubî:
“Müminlerin hesabı hafif olur. Allah onlara rahmet eder. Onlar için o gün, yarım gün gibi gelir.”
• İmam Nevevî:
“Hadisteki yarım gün, müminin hissedeceği süredir; çünkü Allah Teâlâ onların hesabını kolaylaştırır.”
Böylece mahşer, mümin için korkunun değil; ilâhî adaletin, rahmetin ve affın tecelli sahası olur.

💎 Z Raporunun İlâhî Karşılığı

Mahşer günü herkesin “Z raporu” alınacaktır:
• Kazancın: Salih ameller, niyetler, sabır, tevazu.
• Zararın: Günah, zulüm, kibir, nankörlük.
Ve her şey “baki defterlere” işlenecektir:
“Gerçekten amel defterleri yazılmıştır. O gün ne haksızlık yapılır, ne de bir şey eksik bırakılır.”
(Kehf, 18/49)
Müminin defteri sağından verilecek, yüzü nurlanacaktır:
“Artık kitabı sağından verilen: ‘Alın, kitabımı okuyun!’ der.”
(Hâkka, 69/19)
Zalim ve inkârcının defteri ise solundan veya arkasından verilecek, yüzü kararacaktır:
“Kitabı solundan verilen ise, ‘Keşke kitabım verilmeseydi!’ diyecektir.”
(Hâkka, 69/25)

🙏 Son Dua

اللّٰهُمَّ حَاسِبْنَا حِسَابًا يَسِيرًا وَارْزُقْنَا وُجُوهًا نَاضِرَةً إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةً
“Allah’ım, bizi kolay bir hesapla hesaba çek ve yüzlerini sana yönelten nurlu kullarından eyle.”

📜 Konuyla Müradif Ayetler

• “Kitabını oku! Bugün kendi nefsin sana yeter.”
(İsrâ, 17/14)
• “O gün her nefis yaptıklarının karşılığını eksiksiz görür.”
(Âl-i İmrân, 3/25)
• “O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye bölük bölük çıkarlar.”
(Zilzâl, 99/6)
• “Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür, kim zerre kadar şer işlerse onu görür.”
(Zilzâl, 99/7–8)
• “Hiç şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”
(Hac, 22/47)

ÖZET

Bu yazıda, mahşerdeki hesabın “Z raporu” benzetmesiyle anlatıldığı gibi, her insanın hayat defteri en ince ayrıntısına kadar kayıt altındadır.
Levh-i Mahfûz, Kirâmen Kâtibîn, Münker ve Nekir, organların şahitliği ve hafızanın dile gelişi, ilâhî adaletin kusursuz sistemini gösterir.
Kur’an ve hadislerde bildirildiği üzere, müminlerin hesabı kolay ve kısa sürecektir.
O günün “yarım gün” kadar görünmesi, rahmetin büyüklüğüne işarettir.
Dünya bir ticaret yeridir; âhiret ise bu ticaretin Z raporunun alındığı mahkeme-i kübrâdır.
Gerçek akıllı, dünyadayken defterini temiz tutandır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
04/11/2025




BİR DELİ YETER: AKL-I MELEKÛTİYİ KAYBEDENLERİN DÜNYASI

BİR DELİ YETER: AKL-I MELEKÛTİYİ KAYBEDENLERİN DÜNYASI

Tarihin sayfalarını çeviren el, çoğu zaman bir deli parmağı olmuştur.
Bir mecnunun bir tuşla bastığı düğme, bir dünyanın sonu olmuştur.
Bir kurşunla başlayan savaş, milyonların mezar taşına dönüşmüştür.
Bir “karar” adı verilen cinnetle, şehirler küle dönmüştür.
Evet, dünyayı yıkmak için bir deli yeter…
Daha önce böyle bir yazı kaleme almıştım.[1]
Çünkü delilik, aklın kaybı değil; aklın şeytanın eline geçmesidir.
Dünya, bir imtihan meydanıdır; insan da o meydanın merkezinde bir mikyastır.
Kur’ân “إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ” (Asr, 2) buyurur — insan gerçekten ziyandadır.
Zira eline verilen kudreti, şerre sarf eder; imar için verilen aklı, tahribe kullanır.
Bir deli, bir manyak, bir mecnun…
Eğer ene’sini (benliğini) ilahlaştırırsa, Firavunlaşır.
Eğer hırsını adaletin önüne geçirirse, Nemrutlaşır.
Eğer makamını kudsiyetle karıştırırsa, Deccal’in yoluna girer.
Bütün zamanların belaları, bir “büyük deliliğin” türevleridir.
Bir zamanlar bir Sırp askeri, bir kurşun sıktı — kıtalar karardı.
Bir gün bir diktatör “Alman ırkı üstün” dedi — insanlık karardı.
Bir sabah Hiroşima’da bir pilot düğmeye bastı — güneş karardı.
Şimdi bir adam çıkmış, “Dünyayı yüz elli defa havaya uçuracak kadar silahımız var” diyor.
Trump bu, belli olmaz!
Bu söz, sadece nükleer başlıklı bir tehdit değil; aynı zamanda akl-ı beşerin iflas belgesidir.
Evet, bu devirde delilik diplomalıdır, cinnet protokollüdür, mecnunluk resmîdir.
İnsanlık, ilimle kudret kazandı; fakat hikmetsiz kaldı.
İman olmadan akıl, cehennemin yolunu aydınlatan bir meşaledir.
Vicdan olmadan ilim, şeytanın elinde kılıç gibidir.
Eğer akıl, kalbin hizmetine girmezse, şeytanın aleti olur.
Bugün o hâl tam da budur:
Atom, bir nimet iken; ene’nin elinde bir lanet oldu.
Kudret, bir emanet iken; ihtirasın elinde bir tahrip âleti oldu.
Trump, Putin, Xi, Zelenski…
Hepsi aynı satranç tahtasının taşlarıdır.
Kimi beyaz oynar, kimi siyah; ama hepsi aynı masanın oyunudur.
Zira perde arkasında menfaatin ilahı oturur.
Birileri yaşamak için öldürür, kazanmak için yıkar, barış demek için bomba atar.
Bu çağda akıl, vicdanını kaybettiği için delilik sistemleşti.
Savaş artık bir cinnet değil, bir sanayi koludur.
Ve o cinnet, “ilerleme” diye alkışlanmaktadır.
Ey insan!
Kainatın nizamı senin vicdanına bağlıdır.
Bir kalp bozulsa, bir dünya sarsılır.
Bir akıl delirse, bir millet mahvolur.
Bir lider azsa, bir çağ kararır.
Kur’ân “وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ” (Tekvîr, 5) buyurur — vahşiler bir araya toplandığında…
İşte bugün o âyetin manası, nükleer düğmelerin başında bekleyen ellerde tecelli ediyor.
Delilik bir kişide zuhur eder, ama sonuç bütün insanlığı yakar.
Kıyamet, sadece semadan değil; insanın kendi elinden kopacaktır.

Sonuç:

İnsanoğlu, kendini bilmezse Rabbini de bilmez.
Rabbini bilmeyen, kudretini kudsiyet sanır.
O vakit bir delilik, bir kıyamete bedel olur.
Bir deli yeter…
Ama bir “hakîm” de yeter — hikmetiyle, merhametiyle, imanı ve aklıyla.
Dünya, mecnunların değil; melekûtî akla sahip olanların omuzunda durur.
Yoksa o akıl çekilirse, kıyamet sadece semadan değil; insanın kalbinden kopar.

ÖZET:

Bu makale, “Bir deli dünyayı yıkmaya yeter” hakikatinden hareketle; modern çağın güç, silah, ve menfaat hırsının insanlığı nasıl cinnet eşiğine getirdiğini ele alır.
Tarihten misallerle, günümüz liderlerinin nükleer tehditleri, aklın hikmetsiz kaldığında şeytanî bir kuvvete dönüştüğünü gösterir.
İman ve hikmetin insanı aklın ifsadından koruyan yegâne siper olduğu bir hakikattir.
Neticede, dünyayı yıkacak bir deli kadar, onu kurtaracak bir hakîm de yeter denilerek; insanın kendi derûnî ıslahına çağrı yapılır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
03/11/2025

[1] https://tesbitler.com/2022/03/09/bir-deli-yeter/




Sahipsiz Kalmamak: İmanın En Derûnî Hâli

Sahipsiz Kalmamak: İmanın En Derûnî Hâli

İnsanın bir sahibi olması…
Ne büyük bir şeref, ne yüce bir güven, ne derin bir huzur…
Zira iman, yalnızca bir bilgi yahut kabul değildir; iman, güvenmektir, dayanmaktır, sığınıp teslim olmaktır.
İman; insanın, bu uçsuz bucaksız kâinatta sahipsiz olmadığını bilmesidir.
İman; insanın, dünya çölünde avare bir seyyah değil, bir Rabbin himayesinde aziz bir misafir olduğunu idrak etmesidir.
Kimsesizlik: En Büyük Yalnızlık

Kâinatın sessizliğinde bir an kal, yıldızlara bak…
Her biri yerinde, vazifesine devam ediyor.
Güneş bir an şaşmaz, ay yolunu kaybetmez, ağaç dalını bilmeden uzatmaz.
Çünkü her şeyin bir sahibi, her şeyin bir Rabbi vardır.
Yalnız insan, bazen sahibini unutur.
Unuttuğu vakit, işte o zaman kimsesizliğin en koyusunu, yalnızlığın en derûnîsini yaşar.
Halbuki insanın kimsesi vardır;
O da, “Kimsesizlerin Kimsesi” olan Allah’tır.

Mensubiyetin Şerefi

İman, yalnızca inanmak değildir; mensubiyettir.
Bir yere, bir makama, bir kudrete, bir rahmete mensub olmaktır.
İnsan, Rabbine mensub olduğu nisbette şeref bulur.
Zira mahlûkat içinde en fakir, en âciz, en muhtaç olan insana, “Benim Rabbim var.” dedirten şey işte bu mensubiyettir.
Bir kölenin sultana ait olması nasıl bir vakar kazandırırsa, bir kulun Allah’a mensubiyeti de öyle bir izzet kazandırır.
Çünkü “Her şey O’nundur” hakikatine dayanmak, insanı zilletin en dibinden izzetin zirvesine çıkarır.

Aidiyetin Huzuru

Aidiyet, bir sığınaktır.
Bir çocuğun annesinin elini tutarken hissettiği huzur, kulun Rabbine yönelmesiyle kalbinde doğar.
O’na yönelen kimse, fırtınalar ortasında bile emniyettedir.
Çünkü artık dayandığı yer, kudret-i ezeliyedir.
“Allah, mü’minlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır.”
(Bakara, 2/257)
Bu ayet, sadece bir hüküm değil, aynı zamanda bir hakikattir:
İnsanın velisi Allah’tır, Rabbi Allah’tır, kimsesi O’dur.
O’nu bulan, kendisini bulur;
O’na bağlanan, asla sahipsiz kalmaz.

Kimsesizler Kimsesi

İnsan, bazen her şeyini kaybeder.
Makamını, malını, dostlarını, kudretini…
Ama bir şeyi kaybetmedikçe asla sahipsiz olmaz: İmanını.
Zira iman, insanın kalbine Allah’ın “Ben seninleyim.” hitabını duyurur.
Bu hitabı işiten kimse, kimsesizliğin karanlığında bile aydınlığa kavuşur.
Ey kimsesizim diyen insan!
Bil ki, senin bir Kimsen var.
Sana şah damarından daha yakın olan, seni senden daha iyi bilen bir Sahibin var.
Kalbini O’na çevir, gönlünü O’na aç, derdini O’na anlat.
Çünkü “Allah kimseyi sahipsiz etmez, sahipsiz bırakmaz.”

Son Söz

İmanın hakikati; sahibini bulmaktır.
Sahibini bulan insan, dünyada kaybolmaz;
dünyada kaybolmayan, ebediyette de yalnız kalmaz.
O hâlde insanın en büyük saadeti şudur:
“Benim Rabbim var.” diyebilmektir.
Bu sözü söyleyenin artık ne korkusu kalır, ne de kimsesizliği.
Çünkü iman, insanın ebedî sahibine dayanması,
ve o sahibin “Ben kulumun yanındayım.” rahmetine sığınmasıdır.

Hiç kimse yok kimsesiz
Herkesin var bir kimsesi
Ben bugün kimsesiz kaldım
Ey kimsesizler kimsesi

Allah kimseyi sahipsiz etmesin.
Sahipsiz bırakmasın.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
02/11/2025