BERCESTE VE İZAHI – 115

BERCESTE VE İZAHI – 115

​1. Fennî: İnsan-ı Kâmil Olma Yolculuğu
​ Fennî’nin kaleme aldığı, hayatın mahiyetini ve insanın vazifesini anlatan derin bir nasihattir.
​Aslı:
شو میدانه نیچوندر بو کلیش ابتداکسك تهقیق
بوتون افعالی ایله کتابه و سنته تطبیق
کونل ییقما کونل یاپ جنس و مذهب ایتیوپ تفریق
ایدبر بو حق سوزی پرده بشر کرکده ملک تصدیق
مظالم ادمییتله دکدر قابل توفیق
صافین بر دیدمی آغلانما خاندان اولمق ایسترسک
دوقومما خاطر موره سلیمان اولمق ایسترسک

​Transkripsiyon:
Şu meydana niçindir bu geliş etdinsin ger tahkîk
Bütün ef’âlini eyle Kitâb’a vü Sünnet’e tatbîk
Gönül yıkma gönül yap cins ü mezheb itmeyip tefrîk
Eder bu hak sözü perde beşer gerekde melek tasdîk
Mezâlim âdemiyyetle değildir kâbil-i tevfîk
Sakın bir dîdeyi ağlatma handan olmak istersen
Dokunma hâtır-ı mûra Süleymân olmak istersen

​Açıklama:
Bu dünyaya niye geldiğinin hakikatini detaylı bir şekilde araştır.
Bütün fiillerini Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olarak yap.
Cins ve mezhep ayrımı yapma. Gönül yıkma, gönül yap.
Yeryüzünde insanlar gökyüzünde de melekler bu hak sözü tasdik ederler.
İnsanlık zulümle, işkenceyle asla bir başarı elde edemez.
Eğer bu dünyada gülmek istiyorsan sakın bir gözü ağlatma.
Eğer Hz. Süleyman gibi kudretli bir hükümdar olmak istiyorsan karıncanın dahi hatırını gözet.

​Bu beyitler, insanın hayat bağlantısını ve dünya üzerindeki mesuliyetini izah eder. Fennî, ilk mısrada insanın tabiatıyla varoluş bir soruyla yüzleşmesini öğütler: “Bu meydana niçindir bu geliş?” Bu, insanın kendini bilme ve varoluşun hikmetini arama yolculuğunun başlangıcıdır. Bu yolculukta kılavuz ise Kur’an ve Sünnet’tir. Bütün ef’âlin bu düstura göre olması, insanın fiillerine bir nizam ve ahenk vermesini sağlar.
​Şair, insanın en mühim faziletlerinden biri olan merhamete de dikkat çeker. “Gönül yıkma, gönül yap” mısraı, insana gönül yapmanın, gönülleri kazanmanın ve ayrılıkları bırakmanın ehemmiyetini hatırlatır. Düşünce ve hikmet sahibi bir insan, cinsiyet, ırk veya mezhep gibi zahiri farklılıklara takılmaz. Çünkü enaniyetten ve ayrılıktan münezzeh bir fazilet, ancak gönül yapma sanatıyla elde edilir. Zulüm ve işkencenin insanlık faziletiyle aykırı olduğunu belirterek, adaletin ve merhametin insanı yücelten birer özellik olduğunu vurgular. Son iki mısra ise, teşbihi bir şekilde insanın merhamet ve adaletteki sınırı aşmaması gerektiğini anlatır. Karıncanın dahi hatırını gözetmek, Hz. Süleyman’ın sahip olduğu kuvvet ve merhamet faziletini birlikte taşımaktır. Bu, cihan şümul bir düsturdur: büyük olmanın yolu, küçükleri gözetmekten geçer.

​2. Hz. Mevlânâ: Hz. Mevlânâ’nın mısralarıyla insanı Hak erleriyle sohbet etmeye ve onlardan feyz almaya davet eder.
​Aslı:
خواهی که درین زمانه فردی گردی
یا در ره دین صاحب دردی گردی
این را به جز از صحبت مردان مطالب
مردی گردی، چو گرد مردی گردی

​Transkripsiyon:
Hâhî ki derîn zemâne ferdî gerdî
Yâ der reh-i dîn sâhib-i derdî gerdî
Înrâ be-cüz-ez-sohbet-i merdân metaleb
Merdî gerdî, çü gîrd-i merdî gerdî

​Açıklama:
Bu zamanda adam gibi adam olmak istersen
Ya da din yolunda aşk derdine düşmek istersen
Bunları, Hak erlerinin sohbetinden başka yerde arama.
Hak erleriyle birlikte olursan sen de Hak dostu olursun.

​Hz. Mevlânâ, bu beyitte derûnî kemalâtın yolunu tasvir eder. Çağımızda “adam gibi adam” olmak, yani kâmil bir şahsiyet kazanmak veya dinin yolunda aşk derdine düşmek isteyenlere bir çare sunar: Hak erlerinin, yani Cenab-ı Hakk’a yakın olan, mâneviyatı yüksek şahsiyetlerin sohbetlerine iştirak etmek. Bu, insanın ene ve enaniyetini kırmasına, nefsini terbiye etmesine ve ruhen tekâmül etmesine vesile olur.
​Bu beyit, insan-ı kâmil olmanın, yani fazilet sahibi bir şahsiyet kazanmanın en mühim basamaklarından birinin, sıhhatli ve bereketli bir çevre edinmek olduğunu gösterir. Çevre, insanın ahlakını ve manevi yapısını büyük ölçüde etkiler. İnsan, kiminle düşüp kalkarsa, onun ahlak ve fikirlerinden teessür alır. Bu yüzden, Hak erlerinin etrafında olmak, onların fikir ve düşünce tarzından feyz almak, kişinin kendi nefsine ve hayatına bir nazar ve bakışla bakmasını sağlar. Bu beyit aynı zamanda, yalnızlığın zararlarını ve toplumsal bağlantının ehemmiyetini de vurgular. Hakikat, bu birliktelikten ve sohbetten doğar.
​Makalenin Özeti
​Bu beyitler, Fennî ve Hz. Mevlânâ gibi büyük şair ve düşünce adamlarının dilinden süzülmüş derin manaları ihtiva etmektedir. Fennî’nin beyitleri, insanın bu dünya hayatındaki vazifesini ve maksadını izah eder. Hak ve adalete uygun fiillerde bulunmak, gönül yıkmamak ve enaniyetten kaçınmak, insan-ı kâmil olmanın temelidir. Hz. Mevlânâ’nın beyitleri ise, mânevi tekâmül ve fazilet kazanmanın yolunun, Hak erlerinin sohbetlerine katılmaktan geçtiğini beyan eder. Bu beyitler, hayatın hikmeti ve manevi terakki gibi mühim meseleleri ele alarak, insana hem ahlaki hem de derûnî bir yol haritası sunar. Bu beyitler, yalnızca edebi mısralar değil, aynı zamanda hayatın derin manalarını barındıran düşünce hazineleridir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025

 

 




BERCESTE VE İZAHI – 114

BERCESTE VE İZAHI – 114

​Makam ve Meziyetin Perdesi: Günah ve Sevap İhtiva Eyleyen İnsan

​İktibas:
​Cihânda devlet eder aybın âdemin mestûr
​Günâh ederse de farzâ sevâbdır derler
​Râşid

​İzah ve Açıklama
​Bu beyitte Râşid, makam ve mevki sahibi olan bir kişinin toplumdaki yerini ve bu konumun getirdiği zahiri itibarını tasvir ediyor. Cihan, yani bu dünya hayatında, bir adamın aybı yani kusurları ve eksiklikleri makamı ve devleti sayesinde örtülür. Devlet sahibi olmak, yalnızca maddi zenginliği veya siyasi gücü ifade etmez; aynı zamanda toplum içinde saygı duyulan, sözü dinlenen bir mevkii işgal etmeyi de ihtiva eder.
​Beytin ikinci mısraı bu durumu daha da derinleştiriyor: “Günâh ederse de farzâ sevâbdır derler.” Yani, öyle bir mevki sahibidir ki, faraza bir günah işlese bile, insanlar onun bu fiilini makamına hürmeten veya onun sözünden çekindikleri için sevap olarak değerlendirirler. Bu beyit, insan fıtratının ve toplumun aykırı bir cihetini ortaya koyuyor. İnsanlar, kuvvetli ve makam sahibi olanın fiillerini tenkit etmekten çekinir, hatta günahlarını bile meşru gösterme eğiliminde olurlar. Bu durum, adaletin değil, zahiri gücün hükmettiği bir sosyal yapının hazin bir tasviridir. Bu, aynı zamanda enaniyetin nasıl bir perde çekebileceğini, kişinin hatalarını başkalarına dahi doğru gösterme gücünü nasıl ele geçirebileceğini gösterir.

​Hikmet ve Düşündürücü Bağlantısı
​Bu mısralar, sadece tarihi bir tasvir değil, cihan şümul bir hakikatin ifadesidir. Mevki ve kuvvetin, insanlık üzerindeki aykırı tesirine bir nazar çeker. İnsanlar, hakikatin faziletini değil, kuvvetin heybetini nazara alır ve ona göre hareket ederler. Bu beyit, bizi asıl meziyetin ve makamın insanın kalbini ve ahlakını süsleyen faziletler olduğunu düşünmeye sevk eder. Zahiri makamlar fani ve geçicidir. Oysa faziletin makamı bâki ve cihan şümuldür.

​Rahatın Zıttı: Huzura Ulaşmak
​İktibas:
​Terk-i râhat eyle râhât andadır
​Keçecizâde İzzet Molla

​İzah ve Açıklama
​Keçecizâde İzzet Molla’nın bu tek mısralık beyiti, derin bir hikmet ve düşünceyi ihtiva eder. “Terk-i râhat eyle râhât andadır” mısrası, rahatını terk et ki, gerçek rahatı bulasın demektir. Bu mısraın zahiri manası, tembellik ve uyuşukluğu bırakıp çalışmak ve gayret etmekle huzura erişileceğidir. Ancak bu beyit, sadece dünya işleri için değil, hayatın bütün halleri için geçerli cihan şümul bir düsturdur.
​Buna göre, rahatlık ve konfor arayışı, kişiyi gelişimden, ilerlemeden ve hakiki faziletlerden alıkoyar. Bir insan, sürekli kolay ve zahmetsiz olanı aradığında, enaniyetine yenik düşer ve bu durum onu hem maddi hem de manevi olarak tembelleştirir. Hakiki huzur, zorluklara göğüs germekten, zahmet çekmekten ve nefsinin arzularını dizginlemekten neşet eder. Bir nevi, bu beyit insanın kendi nefsine karşı bir mücadele vermesini ve bu mücadelenin sonunda kazandığı huzurun, hiçbir zahiri rahatlığın yerine geçemeyeceğini tasvir eder.
​Hikmet ve Düşündürücü Bağlantısı
​Bu beyit, modern hayatın konfor düşkünlüğüyle zıt bir duruş sergiler. Terk-i rahat, sadece bir zahmetten kaçınmak değil, aynı zamanda ruhun tekamülü ve nefs terbiyesi için gerekli bir adımı atabilmektir. Bu mısra, bize hayatın asıl gayesinin sadece rahat ve konfor peşinde koşmak olmadığını, bilakis, gayret ve mücadelenin içindeki fazilet ve huzuru keşfetmek olduğunu hatırlatır. Bu mısradan hareketle denilebilir ki, bir insan, dünya hayatındaki imtihan ve meşakkatleri terk ettiğinde, ahiret hayatında da gerçek huzuru ve rahatlığı bulamayacaktır.

​Zehrin Panzehiri: Fazilet ve Merhamet
​İktibas:
​Semm-i âzâra edip şehd-i nevâzişle ivaz
​Hüner oldur sana zehr olana sen tiryâk ol
​Sâbit

​İzah ve Açıklama
​Sâbit’in bu beyiti, karşılıklı ilişkilerde fazilet ve merhametin önemini tasvir eder. “Semm-i âzâra edip şehd-i nevâzişle ivaz”, yani incitmeye, zehirlemeye karşı, tatlılıkla ve okşamayla karşılık ver demektir. Burada “semm-i âzâr” incitici, yaralayıcı söz ve davranışları, “şehd-i nevâziş” ise tatlı, şefkatli ve hoşgörülü muameleyi temsil eder. Beyit, birinin sana zehirli bir söz veya davranışla geldiğinde, senin ona bal gibi tatlı bir muameleyle cevap vermeni öğütler. Bu, olumsuzluğa pozitiflikle karşılık vermenin faziletidir.
​İkinci mısra, bu fazileti daha da vurgular: “Hüner oldur sana zehr olana sen tiryâk ol.” Gerçek hüner, gerçek fazilet ve meziyet, sana zehir olan kişiye senin panzehir olmandır. Bu mısra, bir reaksiyon vermenin ötesinde, olumsuzluğu dönüştürme, iyiliği ve fazileti yayma hikmetini ihtiva eder. Kötülüğe iyilikle, zehire panzehirle karşılık vermek, enaniyetini yenen ve fazilet sahibi olan birinin yapısıdır.
​Hikmet ve Düşündürücü Bağlantısı
​Bu beyit, İslâm ahlakının temel düsturlarından biri olan sabır ve bağışlamanın edebi bir tasviridir. Kötülüğe kötülükle cevap vermek kolaydır ve nefsin arzusudur. Ancak kötülüğe iyilikle cevap vermek, yüce bir ahlakın ve derûnî bir kuvvetin isbatıdır. Sâbit, bu beyitte, sadece şahsî ilişkiler için değil, cihan şümul bir ahlaki prensibi ortaya koyar. Zehirin panzehiri olmak, aykırılıkları ve zıtlıkları uyuma dönüştürme faziletine erişmektir.
​Aşkın Yolu: Gözyaşı ve Mücadele
​İktibas:
​Âgâhî karıştır kanı yaş ile
​Hak bulunmaz hayâl ile düş ile
​Eremem menzile bu gidiş ile
​Hemen aşk atına binip sürmeli
​Âgâhî

​İzah ve Açıklama
​Âgâhî’nin bu gazelinden alınan beyitler, hakikate ulaşma yolunu ve bu yolun meşakkatini tasvir eder. “Âgâhî karıştır kanı yaş ile” mısrası, bu yolda çekilen zahmet ve acıyı anlatır. Gözyaşı o kadar çoktur ki, adeta kanla karışmıştır. Bu, bir dervişin, bir âşıkın derûnî ızdırabını tasvir eder. “Hak bulunmaz hayâl ile düş ile” mısrası ise, hakikatin kuru kuruya düşünmekle, hayal etmekle veya düşler kurmakla elde edilemeyeceğini açıkça ortaya koyar. Hakikat, ancak zahmet ve mücadele ile bulunur. Bu, kuru bilgi ve teorik düşüncenin bir faydası olmadığını, asıl olanın fiili gayret olduğunu vurgular.
​”Eremem menzile bu gidiş ile” mısrası, kişinin mevcut durumuyla, yani sadece hayallerle, kuru ilimle veya pasif bir duruşla hedefe ulaşamayacağını ifade eder. Bu bir nevi öz-tenkit ve öz-farkındalık beyanıdır. Son mısra ise bu çıkmaza bir çözüm sunar: “Hemen aşk atına binip sürmeli.” Hakikate, menzile ulaşmanın tek yolu, akıl ve hayalin sınırlarını aşan, kuvvetli ve iradeli bir duygu olan sevgidir. Aşk, insanı o hedefe doğru hızla taşıyan, bütün engelleri aşmasını sağlayan kuvvetli bir at gibidir.
​Hikmet ve Düşündürücü Bağlantısı
​Bu beyitler, hikmetin sınırlarını zorlar. Âgâhî, sadece akıl ve mantıkla hakikate ulaşılamayacağını, bu yolda ancak derûnî bir aşkın rehberlik edebileceğini tasvir eder. Bu, kuru ilmin ve zahiri bilginin ötesine geçerek kalbî bir yönelişin önemini vurgular. Hakikate ulaşmak için çekilen ızdırap, gözyaşı ve kan dökme metaforları, bu yolun kolay olmadığını ve büyük bir adanmışlık gerektirdiğini gösterir. Bu beyitler, modern insanın arayışları için de bir ışık tutar. Sadece bilgi edinerek veya yüzeysel düşünerek manevî bir tekamüle erişilemeyeceğini, bunun için bir meşakkat ve aşk yolculuğuna çıkılması gerektiğini anlatır.
​Makalenin Özeti
​Bu makalede, farklı beyitler üzerinden hayatın ve insan olmanın çeşitli veçheleri ele alınmıştır. İlk beyitte, Râşid’in tasviriyle, zahiri makam ve mevkinin insan kusurlarını nasıl örttüğü ve bu durumun sosyal bir yanıltıcı olduğunu ortaya koyan bir tenkit yapılmıştır. İkinci beyitte, Keçecizâde İzzet Molla’nın hikmetiyle, gerçek rahatın ve huzurun, rahatlığı terk etmek ve gayret etmekle bulunacağı fikri işlenmiştir. Üçüncü beyitte, Sâbit’in fazilet dersiyle, kötülüğe karşı iyilikle, zehire karşı panzehirle mukabele etmenin yüce bir meziyet olduğu açıklanmıştır. Son olarak, Âgâhî’nin beyitleri, hakikate ulaşmanın sadece akıl ve hayalle mümkün olmadığını, bu yolda en büyük kılavuzun ve kuvvetin aşk olduğunu isbat etmiştir. Her bir beyit, kendi özel konusu içinde derin bir hikmet barındırmakla birlikte, hepsi birbiriyle bütünleşerek insanın manevî ve ahlaki tekamülü için birer rehber niteliğindedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025




BERCESTE VE İZAHI – 113

BERCESTE VE İZAHI – 113

​Berceste Beyitlerin Derûnî İhtivaları: İnsan, Hayat ve Hakikat Arayışı
​Bu makalede, önümüze konulan beş farklı beyit üzerinden insan hayatının derûnî meselelerini ele alacağız. Her bir beyit, kendi içinde bir hakikat barındırır ve bu hakikat, bize cihan şümul düşünceler sunar. Bu beş mısra ve beyit, bizi adaletten muhabbete, gafletten tevhide ve dünyaya karşı takındığımız tavırlara kadar pek çok mevzuda tefekküre sevk etmektedir.

​1. Adalet, Fazilet ve Hakk’a İnkıyad
​İktibas:
​Dîğer sitâyişe bir şâh adl ü dâdı kadar
Sezâ-yı hürmet olur Hakk’a inkıyâdı kadar
​-Âsaf

​Bu beytin tasvir ettiği üzere, bir şahın veya yöneticinin medhedilmeye en layık olduğu husus, onun adaleti ve hukuka olan bağlılığıdır. Tarih boyunca, adaletle hükmeden nice sultanlar ve padişahlar, milletlerin nazarında yücelmiş, faziletleriyle anılmıştır. Mesela, Hz. Ömer’in (r.a.) adaleti, tüm zamanlara ders veren bir timsaldir. Onun, “Fırat kenarında bir kurt bile telef olsa, Ömer’den sorulur” sözü, adaletin ne denli mühim bir vazife olduğunu isbat eder. Bir yöneticinin adil olması, sadece tebaasına karşı bir mesuliyet değil, aynı zamanda Hak’ka karşı bir kulluk vazifesidir.
​Beytin ikinci mısrası, bu düşünceyi daha da derinleştirerek, bir insanın hürmet ve saygıya layık olmasının en mühim sebebini, Cenab-ı Hak’ka olan inkıyadına, yani tam bir teslimiyetine bağlar. Adalet, Hak’ka olan teslimiyetin bir neticesidir. Eğer bir kişi, yaratıcısına karşı boyun eğmişse, O’nun koyduğu hudutlara riayet ediyorsa, bu inkıyad onun bütün fiillerine yansır. O kişi, adaleti de, sevgiyi de, ilmi de Hak’tan bir emanet olarak görür ve hayatını bu emanetin hakkını vererek tanzim eder. Bu açıdan, adalet sahibi olmak, evvela Hak’ka karşı dürüst ve teslim olmuş olmanın bir zahiri ifadesidir.

​2. Gaflet, İlim ve Tevhid Işığı
​İktibas:
​Salâh-ı hâli mahv eyler dem-i pîrideki gaflet
Tecellî-i füyûzât-ı sabâha hâb olur mâni’
​-Antepli Aynî

​Bu beyit, insan ömrünün en mühim meselelerinden biri olan gaflet mevzuunu ele alır. İlk mısrada şair, yaşlılık deminde yaşanan gafletin, insanın halini ve salahiyetini perişan ettiğini dile getirir. Gençlik yıllarının o bitmeyen enerjisi ve gelecek hayalleri, bazen bizi ahiret ve manevi hakikatlerden uzaklaştırabilir. Ancak yaşlılık, bu hayallerin sonuna yaklaştığımızı, hayatın zahiri yüzünün giderek silikleştiğini gösteren bir levhadır. İşte bu demde dahi gaflette kalmak, insanın bütün bir hayatını heba etmesine yol açabilir. Zira insana verilen ömür, Hakk’ı bilmek, O’na kulluk etmek ve rızasını kazanmak için bir fırsattır. Gaflet ise bu fırsatı yitirmektir.
​İkinci mısra, bu düşünceyi daha anlaşılır bir şekilde tasvir eder: “Sabahın feyzinin tecellîsinden istifade etmeye uyku engel olur.” Bu ifade, bir teşbihin ötesinde derin bir hikmet barındırır. Sabah vakti, ilahi feyiz ve rahmetin yeryüzüne saçıldığı, tecelli ettiği bir zamandır. Hadis-i Şeriflerde de sabahın bereketi hususunda nice beyanlar mevcuttur. Uykuda kalmak, bu feyizden mahrum kalmak demektir. Bu, maddi bir uykunun yanı sıra, kalbin ve aklın gaflet uykusunda olması halini de temsil eder. İnsan, kendi nefsine ve dünyaya dalmışsa, kalbi uyanık değilse, en parlak hakikatler bile ona tesir edemez. Bu yüzden, gerçek uyanıklık, sabahın feyzine mazhar olmak için ruhî bir uyanıklık içinde olmaktır.

​3. Muhabbet, İman ve Peygamberin (s.a.v.) Varlığı
​İktibas:
​Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl
​-Lâedri

​Bu mısra, Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) varlığının ilahi muhabbetin bir neticesi olduğunu, aynı zamanda O olmadan da bu muhabbetin tam manasıyla tecelli edemeyeceğini dile getiren cihan şümul bir hikmet taşır. Ayette buyrulduğu üzere, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) Bu kulluğun, Allah’ı bilme ve O’na muhabbet besleme esasına dayandığı düşünüldüğünde, Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) gönderilişi, bu muhabbetin hayat bulması, kemal bulması ve insanlığa ulaşması için bir vesile olmuştur. Allah Teâlâ, kullarına olan muhabbetinin bir isbatı olarak Resulünü göndermiş, O’nun vasıtasıyla cihan şümul bir nizam kurmuştur.
​İkinci mısra, “Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl?” sorusuyla, imanın en mühim rükünlerinden birine parmak basar. Allah’a olan muhabbet, Peygambere itaat ve muhabbet ile kaimdir. Bu, Kur’an’da da şöyle beyan olunur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 3/31) Yani, Allah’a duyulan muhabbetin doğruluğunun isbatı, Peygamberin yoluna tâbi olmaktır. O’nun getirdiği şeriat, O’nun ahlakı ve O’nun sireti olmadan, Allah’a yönelen sevginin kuru bir iddiadan başka bir şey olması muhtemeldir. Zira muhabbetin bir yolu, usulü ve âdâbı vardır ve bu yol bizzat Hazreti Peygamber (s.a.v.) Efendimizdir.

​4. Varlıktan Vazgeçiş ve Hak’la Bir Olma
​İktibas:
​Yağmâ edersen varlığın gider gönülden darlığın
Mahv eylesin ağyarlığın yâr olısar mihmân sana
​-Niyâzî-i Mısrî

​Niyâzî-i Mısrî’nin bu beyti, tevhid ve tasavvuf düşüncesinin merkezindeki bir mevzuya işaret eder. Beytin ilk mısrası, “varlığın yağmalanması” tabiriyle, enaniyeti ve nefsani arzulardan sıyrılmayı tasvir eder. İnsanın gönlü, kendi benliğinin, nefsini ilahlaştırmasının darlığı ile doludur. Bu darlıktan kurtulmanın tek yolu, insanın kendisini, arzu ve heveslerini yokluğa mahkûm etmesidir. Varlık, yani ene ve enaniyet, insan ile Allah arasındaki en büyük perdedir. Bu perde ortadan kalktığında, gönül darlığı da gider.
​İkinci mısra, bu manevi yolculuğun nihai gayesini gösterir: “Ağyarlığın (yabancılığın) yok olsun ki, o dost (Hak) sana misafir olsun.” “Ağyar”, “gayr” kelimesinden türemiş olup, “başka, yabancı” manasına gelir. Burada, Hak’tan başka olan her şey kastedilir. Bize yabancı olan, bizi Hak’tan uzaklaştıran her şey yok olduğunda, gönlümüz Hak için boş ve hazır hale gelir. İşte o zaman, ilahi bir misafirliğe nail olunur. Bu hal, tasavvufta “fenâfillah” olarak tasvir edilen, kişinin kendi varlığını ilahi varlıkta yok etmesi ve O’nunla bir olması halini anlatır. Hak’la olan bağlantı, ancak benlik perdesinin yırtılmasıyla tahakkuk eder.

​5. Dünya Sevgisi ve Akıbetin Düşündürücü Açıları
​İktibas:
​Gedâ-yı bî-nevâ ol devlet-i dünyâyı n’eylersin
Ölüm en son mukarrerdür kuru gavgâyı n’eylersin
​-Ulvi

​Bu beyit, insanı dünyaya karşı takındığı tutum ve açısını düşünmeye sevk eder. Şair Ulvi, fakir ve eli boş bir insan olsan bile, bu dünyanın makam ve iktidarına ne kadar değer veriyorsun diye sorar. Dünya malı, makamı ve iktidarı, fani ve geçici şeylerdir. İnsanlar, bu geçici varlıklar için birbirleriyle didişir, zıt ve aykırı düşüncelere kapılır ve hayatlarını bir kavga içinde geçirirler.
​İkinci mısra, bu manasız mücadelenin ne denli beyhude olduğunu çarpıcı bir şekilde ifade eder: “Ölüm en son mukarrerdür (kesinleşmiştir), kuru gavgayı neylersin?” Ölüm, hayatın bir parçası değil, hayatın sonu olarak kaçınılmaz bir hakikattir. Bu isbatı inkâr etmek mümkün değildir. İnsan, ne kadar mal ve mülk biriktirse, ne kadar makam sahibi olsa da, ölüm geldiğinde her şeyini geride bırakır. O halde, fani olan için yapılan kuru kavgaların, manasız çekişmelerin ne anlamı olabilir? Bu mısra, bize, dünyaya takılıp kalmaktansa, asıl yurdumuz olan ahirete hazırlık yapmamız gerektiğini, hayatı bu büyük hakikat nazarıyla yaşamamız gerektiğini hatırlatan bir ibrettir. Hayat, kuru bir gavgadan ibaret değildir; manası, hikmeti ve derinliği vardır. Bu manayı idrak etmek, ancak ölümün kaçınılmaz bir sonuç olduğu gerçeğini kabullenmekle mümkündür.
​Makale Özeti
​Bu makalede, beş farklı berceste beytin derûnî muhtevasını ele aldık. Her bir beyit, insan hayatının farklı bir açısına ışık tutmaktadır. Birincisi, yöneticinin fazileti olan adaletin, Hakk’a olan inkıyadın zahiri bir tezahürü olduğunu gösterdi. İkincisi, gafletin insanı manevi feyizlerden mahrum bıraktığını, hakiki uyanıklığın ruhen teyakkuzda olmakla mümkün olduğunu tasvir etti. Üçüncüsü, ilahi muhabbetin Hazreti Peygamber (s.a.v.) ile kaim olduğunu ve O’nsuz bir sevginin tam manasıyla tecelli edemeyeceğini izah etti. Dördüncüsü, nefs ve ene gibi varlık perdelerinin yok edilmesiyle tevhidin ve Hakk’a yakın olmanın mümkün olduğunu beyan etti. Son olarak, dünya malı ve makamı için yapılan kavgaların ölüm gerçeği karşısında ne denli manasız olduğunu, fani olana değil, baki olana yönelmenin hikmetini dile getirdi. Bu beyitler, bize bir bütün olarak hayatın mana ve hikmetini, Hakikat’in nuruyla görmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025




BERCESTE VE İZAHI – 112

BERCESTE VE İZAHI – 112

​1: Nâbî’nin “Usandık” Redifli Gazelinden Bir Mısra
​İktibas ve İzahı
​Aslı:
Ber devlet içün çerhe temennâdan usanduk
Ber vasl içün ağyâre müdârâdan usanduk
​Günümüz Türkçesiyle İzahı:
“Bir makam ve hayat bahtiyarlığı için feleğe yalvarmaktan usandık. Bir kavuşma için başkalarına yalandan yüz verip müdara etmekten usandık.”
​Bu mısralar, meşhur hikemî düşünce şairi Nâbî’ye aittir. Nâbî, yaşadığı devrin sosyal ve ahlaki yapısına derin bir nazar ile bakmış, hayatın zahiri ve derûnî bağlantılarını sorgulamıştır. Şairin bu beyitte dile getirdiği usanmışlık, şahsî bir hissiyattan öte, dönemin ahlaki çözülüşüne karşı gösterilen cihan şümul bir tepkidir.
​Bir Makale: Toplumsal Tenkit ve Fazilet Düşüncesi
​Nâbî’nin bu berceste beyti, divan edebiyatındaki hikmet düşüncesinin en güçlü ön plan dışavurumlarından biridir. Şair, bir dize yerine iki mısra ile öylesine geniş bir muhtevayı ihtiva eder ki, okuyan her ferd, o dönemin toplumsal hastalıklarının tasvirine şahit olur. Nâbî, hayatın çarkında bir mevki elde etmek veya bir arzularına kavuşmak için insanların dalkavukluk, riya ve müdara gibi kötü faziletlere ne kadar düştüğünü bir tenkit nazarıyla ele alır. O, bu eylemlerin insan ruhunu nasıl yorduğunu ve enaniyetini nasıl zedelediğini cevap olarak sunar.
​İnsanlık hayatı boyunca her devirde, maddî kazançlar uğruna, bir başkasına yalan yanlış inançlar sergileyerek yahut riyakâr bir tebessümle yanaşarak makam ve mevki elde etme çabası olmuştur. Nâbî’nin tenkidi, bu durumun sadece bir yanılma değil, aynı zamanda insanın aslî yapısı ve faziletlerinden kopuşunun isbatı olarak önümüze serilir. Şairin bu mısraları, tabiatı itibarıyla bir devr-i daim olan hayatta, asıl bahtiyarlığın, başka insanların lütfuna muhtaç olmadan, kendi iradesi ve faziletiyle yaşamak olduğunu hatırlatır. O, feleğe temennadan usanmıştır; çünkü en yüce makamların dahi, Allah’ın takdiri dışında bir müdara ile elde edilemeyeceğinin şuurundadır. Aynı şekilde bir vuslat için başkalarına müdara etmekten usanmıştır; zira saf ve hakiki bir kavuşma ancak saf kalplerin nasibidir. Bu mısralar, maddiyat ve makam hırsı sebebiyle zedelenen ruhlara bir tenkit ve aynı zamanda bir hikmet dersidir.

​2.: Çelebizâde Âsım’ın Aklı ve Güzelliği Ele Alan Beyti
​İktibas ve İzahı
​Aslı:
Hüsn olur nâkıs bulunca âdemin aklı tamâm
Çerh eder mi kimsenin âlemde her yanın tamâm
​Günümüz Türkçesiyle İzahı:
“İnsanın aklı kâmil bir hâle gelince, zahiri güzelliği eksilir. Felek, dünyanın her yanını bir insan için mükemmel kılar mı?”
​Çelebizâde Âsım Efendi’nin bu beyti, güzellik ile aklın zıt ve aykırı bir bağlantısı olduğunu dile getirir. Beyit, sadece insanı değil, cihanı da bu açıdan ele alır.
​Bir Makale: Hikmet ve Güzellik Arasındaki Zıtlık
​İnsanın yapısı, zahiri bir görüntüden ve derûnî bir muhtevadan ibarettir. Çelebizâde Âsım Efendi, bu mısralar ile zahiri güzelliğin geçiciliğini ve akıl ile hikmetin ise daimi olan hayat bağlantısını tasvir eder. Beyit, bir başka gerçeği daha gözler önüne serer: “Çerh eder mi kimsenin âlemde her yanın tamâm.” Bu mısra, tabiatın ve feleğin, insan için her şeyi mükemmel kılmadığının bir isbatı gibidir. Hayat, eksiklikler ve faziletlerden müteşekkil bir bütündür ve asıl olgunluk, bu eksiklikleri kabul edebilmekten geçer.
​Makul ve hikmet sahibi bir insan, bilmenin ve tecrübenin getirdiği olgunlukla zahiri güzelliğin bir yanılma olduğunu anlar. Çünkü gerçek güzellik, ruhun ve aklın kemalindedir. Çelebizâde’nin bu beyti, bir yandan gençliğin verdiği coşku ve güzelliğin akıl ile nasıl zıt ve aykırı düştüğünü tasvir ederken, bir yandan da cihan şümul bir hakikati dillendirir: Dünyada her şeyin tam ve kâmil olması mümkün değildir. Enaniyetin bir tezahürü olan her şeyi mükemmel isteme arzusu, bu beytin verdiği hikmetli cevap karşısında anlamsız kalır. Bu durum, insanı maddî ve zahiri güzellikler yerine, aklın ve ruhun derûnî muhtevasına yönelmeye sevk eder. Bu makam, insanı kemal mertebesine taşıyan bir fazilettir.

​3.: Bahtî (I. Ahmed)’nin Zikir Hakkındaki Beyti
​İktibas ve İzahı
​Aslı:
Zikr eyle Hakk’ı her nefes
Allâh bes bâkî heves
Bes gayrıdan ümmîdi kes
Tekrâr-ı zikrullâh ile
​Günümüz Türkçesiyle İzahı:
“Her nefeste Hakk’ı zikret. Allah yeter, geri kalanı boştur. Allah’ın zikrini tekrar ederek başkalarından ümidini kes.”
​Bu beytin sahibi olan Bahtî, Osmanlı padişahı I. Ahmed’dir. Bir mısra yerine dört mısra ile kaleme aldığı bu şiir parçası, bir nasihatnâme muhtevası taşır. Şair, insanı Rabbine yönelmeye ve O’ndan başka her şeyden ümidini kesmeye davet eder.
​Bir Makale: Zikrullah ve Derûnî Huzur
​Bahtî mahlasıyla şiirler yazan I. Ahmed’in bu derin ve hikmetli mısraları, insanın derûnî hayatına bir nazar ve bakışın ön plan dışavurumudur. Şair, insanın tabiatının gereği olan dünyaya ve maddeye yönelik heveslerinin birer yanlış inanç olduğunu ve bu heveslerin ancak Allah’ı zikrederek terk edilebileceğini ifade eder. Zikrullah, ene ve enaniyetin zincirlerini kırıp, kalbi mâsivâdan arındıran bir anahtardır.
​Bu mısralar, modern hayatın karmaşasında kaybolan insan ruhuna bir yol bağlantısı sunar. İnsan, hayatın getirdiği hırs ve endişelerle yorulmuş, kendi varlığının ve tabiatının hakikatini unutmuştur. I. Ahmed’in şiiri, bu yanılmaya düşmüş ruhlara “Allah bes, bâkî heves” diyerek bir cevap verir. Bu ifade, derûnî bir huzur ve faziletin isbatı niteliğindedir. Başkalarından medet ummak, dünyaya bel bağlamak, insanı yoran ve nihayetinde bir hüsrana sürükleyen bir davranıştır. Şairin nasihati, bu kısır döngüden kurtulmanın yolunun, kalbi Allah’ın zikri ile mamur etmek olduğunu gösterir. Zikrin tekrarı, sadece dilin değil, kalbin de Allah’la sürekli bir bağlantı içinde olmasını sağlar. Bu sayede insan, başka şeylerden ümidini keserek, tek ve cihan şümul olan hakikate yönelir ve derûnî bir saadet ve huzur bulur.

​4.: Fitnat Hanım’ın Tevekkül Beyti
​İktibas ve İzahı
​Aslı:
Tevekkül bâdbânın kıl güşâde fülk-i ihlâsa
Eser bahr-i emelde bir müsâ’id rüzgâr elbet
​Günümüz Türkçesiyle İzahı:
“İhlas gemisine tevekkül yelkenini aç. Ümit denizinde elbet uygun bir rüzgâr eser.”
​Bu beyit, Osmanlı şairlerinden Fitnat Hanım’a aittir. Kadın şairlerin en önemlilerinden biri olan Fitnat Hanım, bu beytinde tevekkül ve ihlas düşüncesini alegorik bir tasvir ile anlatmıştır.
​Bir Makale: İhlas ve Tevekkülün Hikmeti
​Fitnat Hanım’ın bu mısraları, bir düşünce ve hikmet şaheseridir. Şair, insan hayatını bir gemi yolculuğuna benzetir. Bu gemi “ihlâs fülkü”, yani samimiyet gemisidir. Bu gemiyi seyir ettiren yelken ise “tevekkül bâdbânı”, yani Allah’a tam bir teslimiyet ve güven yelkenidir. Bu alegorik tasvir, insan hayatının derûnî muhtevasını ihtiva eder. İnsan, hayatta başarılı olmak, hedeflerine ulaşmak için sadece çalışmakla kalmamalı, aynı zamanda kalbini ihlasla doldurmalı ve neticeyi Allah’a bırakarak tevekkül etmelidir.
​Tevekkül, yanlış bir inanç olarak tembellikle karıştırılır, oysa ki tevekkül, gerekli çabayı gösterdikten sonra enaniyet ve gururdan arınarak neticeyi Yaradan’a havale etme faziletidir. Şair, “Eser bahr-i emelde bir müsâ’id rüzgâr elbet” diyerek, bu tevekkül ve ihlasın bir cevap ve karşılığı olacağını söyler. Bu mısra, insanın ümitlerinin denizinde, bir gün mutlaka uygun bir rüzgârın eseceğinin, emeklerin karşılıksız kalmayacağının isbatı niteliğindedir. Bu hikmetli dize, tevekkülün sadece bir inanç değil, aynı zamanda bir hayat biçimi olduğunu gösterir. İhlas ve tevekkül, insanın derûnî hayatını sarsılmaz bir güç ve huzur ile dolduran cihan şümul bir fazilettir. Bu mısralar, sadece o dönemin değil, her devrin insanına yol gösteren, umut aşılayan ve gönül huzurunu öğreten bir nasihattir.

​Makale Özetleri ve Bütünlüğü
​Bu makaleler, Osmanlı edebiyatının farklı şairleri aracılığıyla insan hayatının derinliklerine dair hikmetli bir nazar sunmaktadır. Nâbî, zahiri riyaya ve dalkavukluğa karşı durarak insanın faziletini ve haysiyetini savunur. Çelebizâde Âsım, zahiri güzelliğin geçiciliğini ve asıl kemalin akılda olduğunu vurgulayarak derûnî bir olgunluğun yolunu gösterir. Bahtî (I. Ahmed), Allah’ın zikrinin, hayatın boş heveslerine karşı bir cevap olduğunu ve en büyük huzurun O’na tevekkülde yattığını ifade eder. Fitnat Hanım, ihlas ve tevekkülün birleşimiyle, ümit denizinde mutlaka istenilen rüzgârın eseceğini, bu faziletin bir karşılığı olacağını isbat eder.
​Tüm bu makaleler, insanın derûnî ve zahiri hayatı arasında kurduğu bağlantıları ele alır. Her biri, bireyin iç dünyasındaki huzuru, ahlaki duruşunu, Allah’la olan ilişkisini ve hakiki aşkın muhtevasını ayrı bir açıdan tasvir eder. Birbiriyle zıt ve aykırı gibi görünen temennalar, aslında aynı cihan şümul hakikatlere hizmet eder: Hayat, zahiri değil, derûnî bir muhteva ile yaşandığında anlam kazanır. Makam ve şöhret değil, fazilet ve hikmet peşinde olmak asıldır. Riyakârlık ve dalkavukluktan uzak durup, gönlü ihlas ve tevekkülle mamur etmek, insanı enaniyetten arındırır ve hakiki bahtiyarlığa ulaştırır. Tüm bu şairler, farklı konuları ele alsa da, insanın en kâmil haline erişebilmesi için nefsinin kötü faziletlerinden arınması ve kendini hakikatin peşine bırakması gerektiğini hikmetli bir dille anlatırlar. Bu makaleler, geçmişin edebi mirasından hareketle, günümüz insanına da ışık tutan, düşündürücü bir bütünlük sunar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025