BERCESTE VE İZAHI – 27 —
BERCESTE VE İZAHI – 27 —
Divan Şiiri ve Hikmet Yüklü Beyitlerden Derlemeler: Bir Makale Denemesi
I. Beyit: Nefis Terbiyesi ve İlahi Buyruk
Yazıların İktibası, İzahı ve Açıklaması:
Orijinal Metin (Osmanlı Türkçesi):
Nâbî kimi görse yürüdür hükmini nefsüñ
Ḥaḳḳuñ bize gönderdiği fermân unutulmış
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
Nâbî kimi görsen yürütür hükmünü nefsin
Hakk’ın bize gönderdiği fermân unutulmuş
Nâbî
Açıklama (Günümüz Türkçesi):
Ey Nâbî! Her kimi görsen, nefsinin hükmünü yürütüyor.
Herkes nefsine yenilmiş durumda.
Hakk’ın bize gönderdiği ferman unutulup gitmiş.
İzah ve Hikmet:
Bu beyit, Divan şairlerinden Nâbî’ye aittir ve nefis terbiyesi ile ilahi buyruklara bağlılık temalarını işler. Nâbî, toplumdaki genel bir durumu gözler önüne serer: İnsanlar, akıllarını, iradelerini ve mantıklarını bir kenara bırakarak nefsinin istekleri doğrultusunda hareket etmektedir. Burada “nefis” (nefs), genellikle bireyin bencil arzularını, şehvetini, öfkesini ve dünya malına düşkünlüğünü temsil eder. Şair, bu durumun acı bir sonucunu belirtir: Hakk’ın bize gönderdiği ferman (ilahi emirler, kutsal kitaplar, peygamberlerin tebliğleri) unutulmuştur. Beyit, bir vicdan muhasebesi çağrısıdır. İnsan, kendi heva ve heveslerinin kölesi olmak yerine, yaratıcının buyruklarına itaat etmeli, ahlaki ve manevi sorumluluklarını hatırlamalıdır. Aksi takdirde, toplumdaki düzen, adalet ve hikmet kaybolmaya mahkûmdur.
II. Beyit: Gönül Eğitimi ve Ferahlama
Yazıların İktibası, İzahı ve Açıklaması:
Orijinal Metin (Osmanlı Türkçesi):
Gönül ders-i gamuñı çoḳdan unutdı hâtırıñ ḫoş tut
O mürgüñü başḳa bir ṣayyâd tutdı hâtırıñ ḫoş tut
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
Gönül ders-i gamın çoktan unutdu hâtırın hoş tut
O mürgü başka bir sayyâd tutdu hâtırın hoş tut
Şeyh Gâlib
Açıklama (Günümüz Türkçesi):
Ey sevgili! Gönül, senin gamının dersini çoktan unuttu. Sen hatırını hoş tut!
Gönül kuşunu başka bir avcı tuttu. Sen hatırını hoş tut!
İzah ve Hikmet:
Bu beyit, Divan şiirinin son büyük ustalarından Şeyh Gâlib’e aittir. Beyitteki hitap, genellikle sevgiliye veya bizzat şairin kendi gönlüne (kalbine, ruhuna) yöneliktir. Temelinde teselli, ümit ve yeniden doğuş fikri yatar.
• ”Gönül ders-i gamın çoktan unuttu”: Gönül, çektiği acıları, üzüntüleri (gam dersini) geride bırakmıştır. Bu, bir tür ruhsal arınma ve geçmişin yükünden kurtulmadır.
• ”O mürgü başka bir sayyâd tutdu”: Burada mürg (kuş) gönlü veya ruhu, sayyâd (avcı) ise genellikle aşkın kendisini, ilahi aşkı veya yeni bir sevgiliyi temsil eder. Gönül kuşu artık başka bir avcının (yeni bir aşkın, yeni bir manevi yolun) elindedir. Bu, eski üzüntülere takılıp kalmamak gerektiğini, çünkü gönlün enerjisini artık başka bir yere yönelttiğini anlatır. Tekrarlanan “hâtırın hoş tut” (keyfin yerinde olsun, gönlün ferah olsun) ifadesi, şefkatli bir öğüt ve zorluklara karşı iyimserlik aşılar. Hikmet, hayatın sürekli değiştiği, acıların kalıcı olmadığı ve ruhun her zaman yeni manevi veya duygusal serüvenlere açık olduğu gerçeğindedir.
III. Beyit: Ramazan ve Rahmet Kapıları
Yazıların İktibası, İzahı ve Açıklaması:
Orijinal Metin (Osmanlı Türkçesi):
Ramâzândır bugün cânâ mü’minler şâdûmân oldı
Açıldı bâb-ı raḥmetler bize dâru’l-emân oldı
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
Ramazândır bugün cânâ mü’minler şâdûmân oldu
Açıldı bâb-ı rahmetler bize dâru’l-emân oldu
Alvarlı Muhammed Lütfi
Açıklama (Günümüz Türkçesi):
Ey benim canım! Bugün Ramazan’dır. Müminler mutlu oldu.
Rahmet kapıları açıldı. Ramazan bizim için sığınılacak bir kapı oldu.
İzah ve Hikmet:
Bu beyit, tasavvufi yönü güçlü olan halk şairi Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’ye aittir. Beyit, Ramazan ayının manevi önemini ve coşkusunu dile getirir.
• ”Ramazândır bugün cânâ mü’minler şâdûmân oldu”: Ramazan’ın gelmesiyle müminler büyük bir sevinç ve neşe duyar. Bu sevinç, sadece oruç tutmaktan değil, aynı zamanda manevi yenilenme fırsatından kaynaklanır.
• ”Açıldı bâb-ı rahmetler bize dâru’l-emân oldu”: Ramazan’da rahmet kapıları (Allah’ın merhameti ve bağışlaması) ardına kadar açılır. Dâru’l-emân (güvenli, huzurlu yer, sığınak) ifadesi, Ramazan ayını günahlardan korunmak, nefisleri terbiye etmek ve manevi huzura kavuşmak için bir sığınak olarak gösterir. Hikmet, Ramazan’ın sadece bir ibadet dönemi değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı artıran, bireyin kendini sorgulamasını sağlayan ve en önemlisi, ilahi affın en bol olduğu kutsal bir zaman dilimi olduğunun vurgulanmasıdır.
IV. Beyit: Aşkın Zorluklarına Boyun Eğme
Yazıların İktibası, İzahı ve Açıklaması:
Orijinal Metin (Osmanlı Türkçesi):
Vücûdım ney gibi süraḫ süraḫ olsa âh itmem
Muḥabbetden dem urdum incinmek olmaz cefâlardan
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
Vücûdum ney gibi sürah sürah olsa âh etmem
Muhabbetden dem urdum incinmek olmaz cefâlardan
Fuzûlî
Açıklama (Günümüz Türkçesi):
Vücudum ney gibi delik delik olsa bile yine ah etmem.
Bir kere muhabbetten dem vurdum, aşk davasında bulundum.
Artık çektiğim cefalardan incinmek olmaz.
İzah ve Hikmet:
Divan şiirinin büyük ustası Fuzûlî’ye ait bu beyit, onun meşhur aşk ve ıstırap temasını en çarpıcı biçimde işler. Şair, çektiği zorluklara rağmen aşkından vazgeçmeyeceğini, aksine bu zorlukları kabullendiğini dile getirir.
• ”Vücûdum ney gibi sürah sürah olsa âh etmem”: Ney, içi boşaltılıp delikler açılan bir sazdır. Bu delikler üflendiğinde güzel bir ses çıkarır. Fuzûlî, vücudunun ney gibi delik deşik edilse (büyük acılar çekse) bile âh etmeyeceğini (şikayet etmeyeceğini) söyler. Ney, tasavvufta insan-ı kâmili (olgun insanı) veya dünyadan ayrılmış ruhu simgeler.
• ”Muhabbetden dem urdum incinmek olmaz cefâlardan”: Madem ki muhabbetin (aşkın, özellikle ilahi aşkın) davasına girmiş, bu yolda söz söylemiş, o hâlde aşkın getirdiği cefâlardan (eziyetlerden, zorluklardan) incinmek yakışmaz.
Hikmet, gerçek aşkın, fedakârlık ve çile gerektirdiğidir. Aşk yoluna giren kişi, bu yolun dikenlerini peşinen kabul etmeli, acıyı bile sevgiliye ulaşmanın bir aracı olarak görmelidir. Şikâyet etmek, davasına ihanettir. Bu, sadece beşeri aşk için değil, aynı zamanda manevi yolda (tasavvuf) ilerleyen dervişin yolundaki zorlukları kabullenmesi için de geçerli bir düsturdur.
V. Beyit: Manevi Yolculuğun Menzipleri
Yazıların İktibası, İzahı ve Açıklaması:
Orijinal Metin (Osmanlı Türkçesi):
Ân kes ki derûn-ı sîne-râ dil pindâşt
Gâmî do se-reft ü cümle ḥâṣıl pindâşt
Tesbîḥ ü seccâde, tevbe vü zühd ü ver‘
İn cümle rehest, ḫâce menzil pindâşt
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
Ân kes ki derûn-ı sîne-râ dil pindâşt
Gâmî do se-reft ü cumle hâsıl pindâşt
Tesbîh u seccâde, tevbe vu zühd u ver’
İn cumle rehest, hâce menzil pindâşt
Hz. Mevlânâ
Açıklama (Günümüz Türkçesi):
Göğsünün içindeki gönlü (kalbi) zanneden kimse,
Bu yolda iki-üç adım attı da her şey oldu-bitti sandı.
Aslında tesbih, seccade, tövbe, takva, dindarlık,
Bunların hepsi yolun başlangıcıdır; ama efendi bunları varacağı yer sandı.
İzah ve Hikmet:
Bu beyit, büyük mutasavvıf Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye aittir ve manevi yolculuğun inceliklerini anlatır. Farsça ve Türkçe karışık (lehçe-i müşterek) yazılmış bu beyitte, Mevlânâ, kendini manevi olarak yeterli gören, ancak yolun başında olan kişileri eleştirir.
• ”Tesbîh u seccâde, tevbe vü zühd u ver’ / İn cümle rehest, hâce menzil pindâşt”: İnsanlar, tesbih çekmeyi, seccade üzerinde namaz kılmayı, tövbe etmeyi, zühdü (dünyadan el çekmeyi) ve ver’i (şüpheli şeylerden kaçınmayı) manevi hedefin kendisi (menzil) zannederler. Oysa Mevlânâ’ya göre, bu sayılanların hepsi, manevi yolculuğun “rehi” (yoludur, başlangıç aşamalarıdır). Hikmet, ibadetlerin araç mı, amaç mı olduğu sorusunda yatar. Mevlânâ, şeklî ibadetlerin ve görünürdeki dindarlık eylemlerinin, asıl hedefe (Allah’a vuslat, kâmil insan olmak) ulaşmak için birer vasıta olduğunu, bunları nihai hedef sanmanın ise hamlık olduğunu vurgular. Gerçek menzil, kalbin arınması, benliğin feda edilmesi ve ilahi hakikate ulaşmaktır.
Makale: Nefis Tuzağı, Aşkın Sığınağı ve Yolculuğun Hakikati
Tarihin derinliklerinden günümüze ulaşan bu berceste beyitler, yalnızca birer edebi miras değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin manevi ve ahlaki pusulasını barındıran hikmet damlalarıdır. Nâbî, Şeyh Gâlib, Alvarlı Lütfi, Fuzûlî ve Hz. Mevlânâ gibi farklı dönemlerin ve ekollerin büyükleri, insan ruhunun temel çatışmalarını ve sığınaklarını ele alarak bize yol gösterir. Bu beyitler, birbiriyle uyumlu ve bütünlük içinde, Nefis ve Ferman, Keder ve Teselli, Zorluk ve Aşk ve son olarak Araç ve Amaç eksenlerinde derin bir düşünce iklimi sunar.
Nefsin Gölgesi ve Unutulan Ferman
Makalemizin başlangıcını Nâbî’nin acı tespiti şekillendirir: “Nâbî kimi görsen yürütür hükmünü nefsin / Hakk’ın bize gönderdiği fermân unutulmuş.” Bu, tarih boyunca süregelen bir krizin edebi yankısıdır. İnsan, yaratılış gayesinin üstünlüğüne rağmen, çoğu zaman nefsinin bencil ve doymak bilmez arzularına esir düşmüştür. Siyasi hırslar, dünya malına düşkünlük, öfke ve kibir… Tüm bunlar, ilahi fermanın yani adaletin, merhametin ve ahlaki sınırların unutulduğu bir toplum tablosu çizer. Tarih, fermanı unutup nefsinin peşine düşen nice kavmin ve medeniyetin çöküşüne şahittir. Bu beyit, bize ahlaki sorumluluğu hatırlatır; bireyin huzuru, ancak nefsin dizginlenmesi ve evrensel hakikate uyum sağlamasıyla mümkündür.
Aşkın Gücüyle Gelen Ferağ ve Sığınak
Nefsin tuzağından kurtuluşun en yüce yolu, aşkın ve maneviyatın sığınağına yönelmektir. Şeyh Gâlib’in tesellisi bu noktada devreye girer: “Gönül ders-i gamın çoktan unutdu hâtırın hoş tut / O mürgü başka bir sayyâd tutdu hâtırın hoş tut.” Şair, kederin kalıcı olmadığını, gönlün daima yeni bir aşka, yeni bir manevi hedefe doğru kanatlandığını müjdeler. Bu, yenilenme ve ümit mesajıdır. Eski dertlere takılıp kalmak yerine, gönül kuşunu ilahi veya samimi bir aşka teslim etmek, ruhsal ferahlamanın anahtarıdır.
Bu ruhsal ferahlamanın en somut tarihsel ve manevi sığınağı ise Ramazan ayında kendini gösterir. Alvarlı Muhammed Lütfi’nin dediği gibi: “Açıldı bâb-ı rahmetler bize dâru’l-emân oldu.” Ramazan, sadece açlık ve susuzluk değil, aynı zamanda nefisleri terbiye etme, sosyal adaleti anlama ve ilahi rahmete sığınma kapısıdır. Tarihte Ramazan, savaşların dahi durulduğu, fakirle zenginin aynı sofrada buluştuğu ve toplumsal vicdanın en keskin olduğu bir güvenli bölge (dâru’l-emân) olmuştur.
Cefaya Razı Olmak ve Yolculuğun Gerçeği
Aşkın sığınağına girmek, kolay bir yolculuk değildir; aksine, en büyük fedakârlığı gerektirir. Fuzûlî, bu aşkın zorluklarını en yüksek perdeden dile getirir: “Muhabbetden dem urdum incinmek olmaz cefâlardan.” Fuzûlî’nin aşkı, yalnızca beşeri bir tutku değil, ilahi hakikate ulaşma yolundaki çile taahhüdüdür. Vücudun ney gibi delik deşik olsa da şikayet etmemek, gerçek âşığın şiarıdır. Bu ibretli duruş, bize gösterir ki, yüce bir hedefe ulaşmak isteyen, dünyevi rahatı ve şikâyeti bir kenara bırakmak zorundadır. Tarihte büyük reformları, sanat eserlerini veya keşifleri gerçekleştirenler hep bu cefaya razı olma bilinciyle hareket etmişlerdir.
Nihayet, bu manevi yolculukta düşülebilecek en büyük yanılgıyı Hz. Mevlânâ uyarır: “Tesbîh ü seccâde, tevbe vü zühd ü ver’ / İn cümle rehest, hâce menzil pindâşt.” Görünürdeki dindarlığı, manevi yolculuğun nihai hedefi (menzil) sanmak, büyük bir hatadır. Tesbih, seccade, oruç ve tövbe birer araçtır (reh). Asıl amaç, kalbi temizlemek, nefsanî arzuları öldürmek ve mutlak hakikate (Allah’a) ulaşmaktır. Mevlânâ’nın bu hikmeti, hem geçmişteki hem de günümüzdeki şekilcilik ve özden uzaklaşma tehlikesine karşı bir fener görevi görür. Gerçek erdem, görünenin ötesinde, kalpteki samimiyet ve nefsle mücadelededir.
Sonuç: Bu berceste beyitler, bizi nefsimizi sorgulamaya, kederlerimizi arkada bırakmaya, zorlukları kucaklamaya ve şekilcilikten öze dönmeye davet eden bir bütündür. İnsan, kendi heva ve heveslerinin kölesi olduğu sürece huzur bulamaz; ancak aşkın ve ilahi fermanın yoluna girer, zorlukları metanetle karşılar ve ibadetlerini amaç değil araç olarak görürse, gerçek menzile ulaşabilir.
Makale Özeti
Bu makale, Nâbî, Şeyh Gâlib, Alvarlı Muhammed Lütfi, Fuzûlî ve Hz. Mevlânâ’ya ait beş berceste beyit üzerinden insan ruhunun manevi yolculuğunu ve ahlaki sorumluluklarını ele almıştır. Nâbî’nin beyitiyle nefsin hükmünü yürütmenin ve ilahi fermanı unutmanın toplumsal ve bireysel krizi tespit edilmiş, Şeyh Gâlib’in sözleriyle ise kederin geçici olduğu ve gönlün her zaman yeni bir manevi hedefe yönelmesi gerektiği vurgulanmıştır. Alvarlı Lütfi’nin beyiti, Ramazan’ı rahmet kapılarının açıldığı, huzurlu bir sığınak olarak gösterirken, Fuzûlî’nin mısraları gerçek aşkın (muhabbetin) eziyet ve çile (cefa) gerektirdiğini ve bu zorluklardan şikayet etmemenin âşığın onuru olduğunu açıklamıştır. Son olarak, Hz. Mevlânâ’nın hikmeti, tesbih, seccade ve tövbe gibi ibadetlerin yalnızca yolda atılan adımlar (reh) olduğunu, asıl hedefin (menzil) ise kalbin arınması ve hakikate ulaşmak olduğunu belirterek makale bir sonuca ulaşmıştır. Makale, tüm bu temaların birbiriyle uyum içinde, manevi bir uyanışa ve derin bir tefekküre davet ettiğini vurgulamaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
09/10/2025
![]()

