BERCESTE VE İZAHI – 22 –

translator

Double-click

Select to translate

 

BERCESTE VE İZAHI – 22 –

​Beş Şairden Beş Hayat Dersi

​Edebiyatın en kadim ve soylu damarlarından biri olan Divan Şiiri, yüzlerce yılın birikimini birkaç dizeye sığdırabilme sanatıdır. Bu sanatın en nadide parçaları olan berceste beyitler, aşkın imtihanından bilginin anlamına, dünyanın fâniliğinden hakikati söylemenin bedeline kadar, insanlık hallerine dair derin hikmetler sunar. Bu makale, farklı devir ve meşreplerden beş büyük şairin kaleminden çıkan bu seçkin beyitleri, taşıdıkları edebi, ibretli ve düşündürücü anlamlar çerçevesinde ele alacaktır.

​I. Mutlak Aşkın İmtihaı: “Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım dedim”
​(Görsel 1: Zâtî’ye ait beyit)
​Beyit:
يولكه جانا روان ايستم كرك جانم ديدم
يوزمه بيك خشم ايله باقدى ديدى جانكى وار
Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım dedim
Yüzüme bin hışm ile bakdı dedi cânın mı var
​Şair: Zâtî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Akıcı, canlı bir aruz kalıbı)
Anlam: Sevgiliye “Ey canım, senin yoluna canımı feda edeyim.” dedim. Yüzüme büyük bir kızgınlıkla baktı ve “(senin hâlâ maddi varlığını temsil eden) canın mı var?” dedi.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, Divan Edebiyatı’ndaki aşkın sadece bir sevgi beyanı değil, bir yok oluş (fenâ) tecrübesi olduğunu gösteren en çarpıcı örneklerdendir. Âşık, canını sevgilinin uğruna feda etmeyi teklif eder. Ancak Sevgili’nin (ki bu bazen ilahi aşkın bir tecellisi olarak kabul edilir) cevabı şok edicidir: “Cânın mı var?”
​Bu soru, edebi açıdan, mecazi anlamda feda edilmesi gerekenin maddi can değil, benlik ve ego olduğunu vurgular. Gerçek aşk yoluna giren kişi, zaten en başta nefsini ve benliğini yok etmelidir. Eğer hâlâ “canımı feda edeyim” diye teklif edebiliyorsa, bu, o canın hâlâ var olduğunu, yani fenâ makamına ulaşılamadığını gösterir. Sevgili’nin “bin hışm” ile bakması, aşkın şakaya gelmez, mutlak bir teslimiyet istediğini belirtir. Bu, okuyucuyu düşündüren ve ibret alınması gereken bir durumdur: İddia ile gerçek teslimiyet arasındaki derin fark.

​II. Bilginin Özü ve Kuru Emek: “Okumakdan ma’nâ ne kişi Hakk’ı bilmekdir”
​(Görsel 2: Yûnus Emre’ye ait beyit)
​Beyit:
او قومقدن معنى نه كيشى حقّى بيلمكدر
چون اوقودك بيلمزسنى ها بر قورو امكدر
Okumakdan ma’nâ ne kişi Hakk’ı bilmekdir
Çün okuduk bilmezsin ha bir kuru emekdir
​Şair: Yûnus Emre
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Sade ve nasihat dili için uygun bir kalıp)
Anlam: Okumanın amacı kişinin marifete ulaşması yani Allah’ı bilmesidir. Okuduğun halde Allah’ı bilmiyorsan, çektiğin kuru bir emektir.

​İzah ve Açıklama
​Yûnus Emre, Türkçe şiirin ve Tasavvuf Edebiyatının temel taşlarından biridir. O, bu beytinde, bilgi (ilim) ile marifet (bilgeliğin özü/irfan) arasındaki ayrımı net bir şekilde ortaya koyar. Yûnus’a göre, okumanın asıl amacı, Hak’kı bilmek, yani Allah’a dair bilgi ve idrake ulaşmaktır.
​Eğer kişi, ciltler dolusu kitap okumasına rağmen bu marifete erişemiyorsa, yaptığı şey sadece **”kuru bir emek”**ten ibarettir. Burada vurgulanan hikmet şudur: Bilgi, eğer kalbe inip kişiyi dönüştürmüyorsa, hayatın ve varoluşun amacına hizmet etmiyorsa, bir yükten farksızdır. Bu, sadece tarihi ilim meclislerine değil, günümüzün bilgi çağında yaşayan her bireye yönelik ibret dolu bir eleştiridir. Edebi sadeliği ile en derin hikmetli düşünceyi aktarır: Gerçek ilim, pratik, kalbi ve nihai amaca yönelik olandır.

​III. Mutlak Güzelliğin Tekrarı Yok: “Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin”
​(Görsel 3: Fuzûlî’ye ait beyit)
​Beyit:
صويه ويرسن باغبان كلزارى زحمت چكمسين
بر كل آچيلماز يوزك تك ويرسه بيك كلزاره صو
Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâra su
​Şair: Fuzûlî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Akıcı ve lirik bir aruz kalıbı)
Anlam: Bahçıvan, gül bahçesinin tamamını suya versin, tek tek gülleri sulayacağım diye zahmete katlanmasın. Bahçıvan ne yaparsa yapsın, senin yüzün gibi, yüzünün gülü gibi bir gül tekrar açılacak değil o bahçede.

​İzah ve Açıklama
​Fuzûlî, bu beytinde mutlak güzelliğin eşsizliğini ve fâniliğin ötesindeki bu güzelliği oluşturma çabasının boşunalığını anlatır. Şair, bahçıvanı (bâğbân), gül bahçesini (gülzâr) sulama zahmetinden vazgeçmeye çağırır. Neden mi? Çünkü bahçıvan, binlerce gül bahçesine su verse bile, sevgilinin yüzünün gülü gibi bir tek gül dahi açtıramayacaktır.
​Bu edebi karşılaştırma, beşeri çabanın sınırlarını gösterir. Doğa, ne kadar mükemmel olursa olsun, sevgilinin yüzündeki ilahi tecelli kadar yüce bir güzellik oluşturamaz. Sevgilinin yüzü, bütün güllerin toplamından daha değerlidir. Beyit, sadece övgü değil, aynı zamanda ibret de ifade eder: İnsanoğlu, geçici güzelliklere ve suretlere ne kadar çaba harcarsa harcasın, mutlak ve ilahi olanın yansımasına asla yetişemez. Bu, okuyucuyu düşündüren bir tasavvufi yoruma kapı açar: Gerçek Güzellik’i (Cemâl) aramak, fâni olanla uğraşmaktan vazgeçmekle mümkündür.

​IV. İktidarın Fâniliği: “Mülk-râ to mülk-i garb u şark-gîr”
​(Görsel 4: Hz. Mevlânâ’ya ait beyit)
​Beyit:
ملك را تو ملك غرب و شرق كير
چون نمى ماند تو آنرا برق كير
Mülk-râ to mülk-i garb u şark-gîr
Çün nemî mâned to ân-râ berk-gîr
​Şair: Hz. Mevlânâ
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Farsça şiir için klasik bir kalıp)
Anlam: Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat kalmayacak, sen onu bir şimşek farz et; çaktı, söndü.

​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ’nın bu Farsça beyti, iktidarın ve dünya malının geçiciliği üzerine evrensel bir ders verir. Şair, okuyucuyu farazi bir senaryoya davet eder: “Farz et ki, bütün doğunun ve batının mülkünü ele geçirdin.” Bu, ulaşılabilecek en yüksek dünyevi makamdır. Ancak bu makam, diğer tüm dünyevi şeyler gibi kalıcı değildir (“nemî mâned”).
​İşte beyitin hikmet yüklü benzetmesi: Mademki bu mülk kalmayacak, o halde onu şimşek (berk) gibi kabul et. Şimşek, en parlak ışığı saniyede çakar ve hemen söner. Bu, iktidarın ve şöhretin tarihi boyunca bilinen en keskin özetidir. İbret alınacak mesaj çok açıktır: Gücün, şöhretin ve zenginliğin parlaklığı ne kadar göz kamaştırıcı olursa olsun, ömrü bir şimşek kadardır. Bu, insanı düşündüren ve dünyevi hırslarından arındıran bir uyarıdır.
​V. Hakikatin Bedeli: “Avnî nice ibrâz-ı kemâl eylesin âdem”
​(Görsel 5: Yenişehirli Avnî’ye ait beyit)
​Beyit:
عونی نیجه ابراز كمال ايليسن آدم
بر يرده كه حق سويليينى داره چكرلر
Avnî nice ibrâz-ı kemâl eylesin âdem
Bir yerde ki Hak söyleyeni dâra çekerler
​Şair: Yenişehirli Avnî
Vezin: Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün (Şikayet ve hayıflanma için uygun bir kalıp)
Anlam: Ey Avnî! İnsan neden maharetini ortaya koyup göstersin? Öyle bir yerdeyiz ki doğru söyleyeni dara gönderirler.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, şairin kendi mahlasını (Avnî) kullanarak, hakikati söylemenin tehlikesini ve adil olmayan bir toplumun portresini çizer. Şair, kendine (ve okuyucuya) sorar: “İnsan, yeteneğini, kemalini (ibrâz-ı kemâl) neden göstersin, niye ortaya koysun?”
​Cevap, tarihi boyunca sıkça rastlanılan acı bir gerçeği yansıtır: Öyle bir zamandayız ki, “Hak söyleyeni dâra çekerler.” Yani, doğruyu, gerçeği çekinmeden söyleyenler cezalandırılır, hatta idam edilir (Hallâc-ı Mansûr gibi mistiklerin akıbetine gönderme olabilir). Bu beyit, toplumdaki yozlaşmayı ve hikmetin kıymetinin bilinmemesini ibret dolu bir sitemle eleştirir. Edebi açıdan, şairin toplumsal eleştiriyi keskin bir dille yapması, Divan şiirinin sadece aşk ve güzellikten ibaret olmadığını gösterir. Bu, okuyucuyu düşündüren ve adaletsizlik karşısındaki bireyin çaresizliğini yansıtan derin bir eleştiri metnidir.
​Makale Özeti
​Bu makale, Divan Edebiyatı’nın seçkin temsilcilerinden Zâtî, Yûnus Emre, Fuzûlî, Hz. Mevlânâ ve Yenişehirli Avnî’nin kaleminden çıkan beş hikmetli beyiti incelemiştir. Zâtî, aşkın maddeden arınmış mutlak teslimiyet istediğini, feda edilecek ilk şeyin benlik olduğunu gösterir. Yûnus Emre, okumanın nihai amacının Hak’kı bilmek olduğunu ve bu amacı taşımayan bilginin kuru emek sayıldığını vurgular. Fuzûlî, sevgilinin yüzündeki ilahi güzelliğin fâni olan hiçbir çabayla taklit edilemeyeceğini anlatır. Hz. Mevlânâ, en büyük dünyevi iktidarın bile ömrünün şimşek kadar kısa olduğunu hatırlatarak fâniliği düşündürür. Son olarak, Yenişehirli Avnî, Hakikati söylemenin bedelinin dahi asıldığı bir toplumda kemâli göstermenin anlamsızlığını sitemle dile getirir. Bu beyitler, farklı konuları ele almalarına rağmen, ibret, hikmet ve teslimiyet temaları etrafında birleşerek, insana varoluşun amacını ve dünyanın geçici yüzünü sorgulatan kadim bir edebi mirasın gücünü ortaya koyar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025




BERCESTE VE İZAHI – 21 –

BERCESTE VE İZAHI – 21 –

​Edebiyatımızda Beş Derin Soluk

​Edebiyat, varoluşun en karmaşık düğümlerini çözmeye çalışan bir ayna gibidir. Özellikle Divan Edebiyatı, asırlar süren bir medeniyet birikiminin süzülmüş inceliklerini, her biri başlı başına bir hikmet olan beyitler aracılığıyla günümüze taşır. Bu beyitler, sadece ahenkli kelimeler yığını değil, insan, tabiat ve ilahi aşk üçgeninde kaleme alınmış derin hikmetlerdir. İşte farklı şairlerin kaleminden çıkmış, varoluşa dair beş ayrı bakış açısını sunan o “berceste” (seçkin) beyitler ve onların ruhumuzdaki yankıları.

​I. Aşkın Garip Suali: “Yerin gülşen nedîmin gül bu feryâdın nedir bülbül”

​(Görsel 1: Kâtib’e ait beyit)
​Beyit:
يرك كلشن نديمن كل بو فريادك نه در بلبل
Yerin gülşen nedîmin gül bu feryâdın nedir bülbül
​Şair: Kâtib
Vezin: Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün (Halk diline en yakın, akıcı bir kalıp)
Anlam: Ey bülbül! Yerin gülbahçesi, dostun da gül; daha ne diye feryat edip duruyorsun?

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, Divan Şiiri’nin en kadim ve merkezi imgelerinden olan Gül-Bülbül metaforunu tersten okur. Geleneksel olarak bülbül, güle duyduğu kavuşulmaz aşkın feryadıyla yanıp tutuşur. Ancak şair Kâtib, bu durumu sorgular: “Bak, bulunduğun yer gülşen (gül bahçesi), yanındaki dostun da bizzat gül. İstediğin her şey elinin altındayken, bu feryat, bu yanıp yakılma neden?”
​Bu sorgulama, bir ibret dersi verir: İnsanoğlunun sahip olduğu nimetleri görmezden gelip, her şeye rağmen şikâyet etme, hep yokluğa odaklanma eğilimine bir eleştiridir. Bülbül, aşık olduğuyla aynı mekânı paylaşmasına rağmen, belki de tam kavuşmanın verdiği kaybetme korkusuyla yahut kavuşmanın getirdiği sıradanlaşmayı reddederek feryat eder. Hikmet şudur: İnsan, elindeki mutluluğun değerini bilmek yerine, hep bir eksikliğin peşinden koşar ve bu durum, asıl huzursuzluğun kaynağıdır. Şair, okuyucuyu, mevcut güzellikler içinde dahi bir “yoksunluk” oluşturma eğilimi üzerine düşündürmeye sevk eder.

​II. Aşkın Yaraları ve Fani Su: “Zevk-i tîgından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk”

​(Görsel 2: Fuzûlî’ye ait beyit)
​Beyit:
ذوق تيفكدن عجب يوق اولسه كوكلم چاك چاك
كيم مرور ايلن بيراقر رخنه لر ديواره سو
Zevk-i tîgından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakır rahne-ler dîvâra su
​Şair: Fuzûlî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Hareketli ve coşkulu bir kalıp)
Anlam: Ey sevgili! Su, geçtiği zaman toprakta nasıl yaralar açıyorsa, senin bakışının özlemi de gözlerimden akan yaşlar gibi, benim bağrımda yarık, şerha şerha yaralar açmakta. (Fuzûlî’nin orijinal anlamı daha sadıktır: Senin kılıcının zevkinden gönlüm parça parça olsa şaşılmaz; zira su bile akıp geçmekle duvarda yarıklar bırakır.)

​İzah ve Açıklama
​Aşkın en büyük mütefekkirlerinden Fuzûlî, bu beytinde aşk acısından alınan lezzeti (zevk-i tîğ) ve bunun yıkıcı gücünü anlatır. Şair, sevgilinin kılıcıyla yaralanmaktan, yani onun cefasından dahi bir haz duyduğunu ifade eder. Bu, Divan şiirinin temel edebi motiflerinden olan “Aşk Cefadan Doğar” ilkesinin en güçlü ifadelerindendir.
​Beyit, yıkıcı gücü göstermek için doğal bir örneğe başvurur: Su. Su, hayat verici ve yumuşak görünse de, zamanla duvarlarda (dîvâr) derin yarıklar (rahne) açar. Şair, kendi gönlünü, suyun sürekli akışına maruz kalan bir duvar olarak düşünür. Bu “su”, bir yandan gözyaşları olabilir, diğer yandan da sevgilinin bitmek bilmeyen cevr ve sitemleri olabilir. İbret alınacak nokta: En yumuşak, en fani şeyler bile sürekli tekrarlandığında en sağlam görünen yapıyı dahi yıkabilir. Fuzûlî, aşkın şiddetini anlatırken, tarihi bir hakikat olan suyun aşındırıcı gücünü, deruni bir yıkımın metaforu olarak kullanır ve bu, onu düşündürücü kılar.

​III. Kibrin Sonu: “Dâr-ı cihân ki dâ’ire-i inkılâbdır”

​(Görsel 3: Hersekli Ârif Hikmet’e ait beyit)
​Beyit:
دار جهان كه دائره انكقلابدر
البتّه حال اهال غرورك خرابد
Dâr-ı cihân ki dâ’ire-i inkılâbdır
Elbette hâli ehl-i gurûrun harâbdır
​Şair: Hersekli Ârif Hikmet
Vezin: Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün (Ağır ve keskin bir vezin)
Anlam: Bu dünya yurdu sürekli değişip duran bir daire gibidir. Gururlu kişilerin sonu elbette harap olmaktır.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, doğrudan doğruya hikmetli bir uyarıdır. Şair, dünyayı (dâr-ı cihân), sürekli bir değişim ve dönüşüm (dâ’ire-i inkılâb) içinde olan bir daireye benzetir. Bu daire, feleğin dönüşünü, yükselişin ardından gelen düşüşü temsil eder. Bu tarihi hakikate dayanarak, şair ikinci mısrada hükmünü verir: Gururlu, kibirli kişilerin (ehl-i gurûr) sonu elbette harap olmaktır (harâbdır).
​Beyit, okuyucuya ibret dolu bir kader dersi sunar. Mademki dünya durmadan dönüyor ve her şey fâni, o halde bu fâni dünyanın geçici makamlarına ve şöhretine güvenip kibirlenmek büyük bir yanılmadır. Kibir, bu dönüşe karşı gelme iddiasıdır ve bu iddia, kaçınılmaz olarak yıkıma yol açar. Edebi açıdan, basit bir retorikle en büyük ahlaki kusurlardan birini hedef alır ve tevazunun erdemine dolaylı olarak işaret eder. Bu, kişiyi kendi durumu üzerine düşündüren evrensel bir uyarıdır.

​IV. İrfan Meclisinde Fedakârlık: “Meclis-i irfâna bir şeb mûm olan ehl-i hüner”

​(Görsel 4: Muhibbî-i Âmidî’ye ait beyit)
​Beyit:
مجلس عرفانه بر شب موم اولان اهل هنر
محو ايدركندنى امّا صبح مقصوده ايرر
Meclis-i irfâna bir şeb mûm olan ehl-i hüner
Mahv eder kendini ammâ subh-ı maksûda erer
​Şair: Muhibbî-i Âmidî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Akıcı, nasihat içeren bir kalıp)
Anlam: İrfan meclisini bir gece mum gibi aydınlatan hüner sahipleri, kendilerini mum gibi yandıkları için mahvederler; ama kavuşma sabahına da ererler.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, ilahi ve dünyevi bilgelik yolundaki fedakârlığı mum metaforu üzerinden anlatır. İrfan meclisi, bilginin ve hikmetin paylaşıldığı kutsal bir ortamdır. Ehl-i hüner (sanat/hüner sahibi) kişi ise, bu meclisi mum gibi aydınlatandır. Mum, etrafını aydınlatmak için kendini eritir (mahv eder) ve yok olur.
​Buradaki hikmet, hakikate ulaşmanın (maksûda ermek) ancak nefsi feda etmekten geçtiği gerçeğidir. Mumun erimesi, dervişin/bilge kişinin egosundan, kibirinden ve dünyevi arzulardan arınmasını temsil eder. Bu kendini yok etme (fenâ) süreci zordur, ancak neticesi aydınlıktır: Maksat sabahına (subh-ı maksûd) ulaşmak. Bu, tarihi Sufi geleneğin ruhunda yatan temel ibret ilkesidir: Başkasına ışık olmak ve amaca ulaşmak için, öncelikle kendi varlığını hak yolda eritmek gerekir. Bu derin fedakârlık hikmeti bizi düşündürür.

​V. Âcizlerin Rehberi: “Yâ Resûlallâh to dâni ümmetânet âcizend”

​(Görsel 5: Lâedrî’ye atfedilen Na’t-ı Şerîf)
​Beyit:
يا رسول الله تو دانی امتّانك عاجزند
رهنمای عاجزانى بى سر و بى پایى تويى
Yâ Resûlallâh to dâni ümmetânet âcizend
Reh-nümâ-yı âcizânî bî-ser ü bî-pâ toyî
​Şair: Lâedrî (Meşhurdur ki Mevlânâ’ya ait olduğu yönünde bir ihtilaf vardır.)
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Yakarış ve dua için uygun bir kalıp)
Anlam: Ey Allah’ın Resulü! Bilirsin ki senin ümmetin âcizdir. Bu başsız ve ayaksız âcizlerin yol göstericisi sensin.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, Divan Edebiyatı’nın en önemli türlerinden biri olan Na’t (Peygamber Efendimiz’i övme şiiri) geleneğine aittir. Beyitteki dil edebi olarak Farsça ve Osmanlıca karışımıdır (özellikle ilk mısra). Şair, doğrudan Peygamber Efendimiz’e hitap ederek kulluğun ve ümmetin acziyetini dile getirir.
​Acizlik (âcizend), tasavvufta kişinin Allah karşısındaki mutlak yetersizliğinin farkına varmasıdır. Şair, ümmetin “başsız ve ayaksız” (bî-ser ü bî-pâ) yani çaresiz ve yolunu kaybetmiş olduğunu vurgular. Bu ibret dolu itiraf, beşer olmanın sınırlılığını gösterir. İşte tam bu noktada, şair, Peygamber Efendimiz’i bu âcizlerin yol göstericisi (reh-nümâ-yı âcizânî) olarak yüceltir. Beyit, sadece övgü değil, aynı zamanda manevi bir sığınma ve yakarış ihtiva eder. Hikmet, insanın en büyük kuvvetinin, kendi zayıflığını idrak etmesi ve doğru rehberi bulmasından geçtiğini anlatır. Bu beyit, inancın ve manevi rehberliğin tarihi önemini hatırlatarak bizi düşündürür.
​Makale Özeti
​Bu makale, Divan Edebiyatı’nın beş seçkin beyitini (berceste beyitleri) incelemiştir. Her beyit, varoluş bir temayı ele alarak okuyucuya hikmet, ibret ve edebi derinlik sunar. Kâtib’in beyiti, elimizdeki nimetlere rağmen şikâyet etme eğilimimizi sorgularken; Fuzûlî’nin mısraları, aşkın yıkıcı ve aynı zamanda haz verici gücünü, suyun aşındırıcı gücüyle metaforlaştırır. Hersekli Ârif Hikmet, dünyanın dönüşlü ve fani yapısını hatırlatarak, kibirli olmanın kaçınılmaz sonunun harabiyet olduğunu vurgular. Muhibbî-i Âmidî ise, irfan yolunun aydınlanma (maksûda erme) için fedakârlık ve kendini yok etme (fenâ) gerektirdiğini, mum metaforuyla anlatır. Son olarak, Lâedrî’ye atfedilen Na’t, ümmetin acziyetini itiraf ederek, Peygamber Efendimiz’i çaresizlerin yol göstericisi olarak yüceltir. Bu beş beyit, bir bütün olarak, insanı kendini bilmeye, haddini aşmamaya, feda etmeye ve manevi rehberlik aramaya davet eden kadim bir medeniyetin sesidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025




BERCESTE VE İZAHI – 20 –

BERCESTE VE İZAHI – 20 –

​Bu beyitler, Divan Edebiyatı’nın zenginliğini ve derinliğini yansıtan, farklı şairlere (Vehbî, Ârifî, Fuzûlî, Keçecizâde İzzet Molla) ait, önemli mesajlar ihtiva eden nadide eserlerdir.

​Berceste Beyitlerin Işığında: İnsanın Özü, Aşkın Hâli ve Hayatın Hikmeti

​1. Vehbî’den İnsan ve Şeytan Tezadı

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​بريريني سومه ينك كندي اوزون بيلهمينك
آدمه باش كمينك اسميني شيطان اوقورز
​Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün
Birbirini sevmeyenin kendi özün bilmeyenin
Âdem’e baş eğmeyenin ismini şeytân okuruz
​Açıklama ve İzah:
​Bu beyit, insan olmanın en temel erdemlerini ve ahlaki sorumluluklarını sert bir dille ortaya koyuyor. Şair Vehbî (veya Neş’et’e de atfedilebilir), üç temel hatayı sıralayarak bunların bir araya geldiği kişiyi mecazi olarak şeytan diye adlandırıyor:
• ​Birbirini sevmeyen: Toplumsal uyumun ve insaniyetin temeli olan muhabbetten (sevgiden) yoksunluk.
• ​Kendi özünü bilmeyen: Nefs-i emmâreyi (kötülüğü emreden nefs) terbiye edememiş, irfan sahibi olamamış, yani hikmet ve manevi anlamda kendi gerçekliğini ve yaratılış gayesini idrak edememiş kişi. “Kendini bilen Rabb’ini bilir” düsturunun tersi.
• ​Âdem’e baş eğmeyen: Burada Âdem (Hz. Âdem) figürü, hem insanlığın özünü hem de İslami ve tasavvufi açıdan hilafet (Allah’ın yeryüzündeki temsilciliği) makamını simgeler. “Baş eğmemek,” kibir ve itaatsizliği, yani İblis’in (Şeytan) ilk hatasını temsil eder.
​Vehbî, sevgi, özbilinç ve tevazu/itaat gibi insani değerlerden uzaklaşanların, ismen insan olsa bile ruhen şeytanın izini takip ettiğini vurgular. Bu, bireysel ahlakın toplumsal huzur ve manevi yükseliş için ne denli elzem olduğunu gösteren güçlü bir hikmet dersidir.

​2. Ârifî’den Gönül ve Vuslat Hasreti

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​خاطركدن چيقماسين لطف ايت همان مهجور اولان
اولماسين باري كوكلدن دور كوزدن دور اولان
​Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
Hâtırından çıkmasın lutf et hemân mehcûr olan
Olmasın bârî gönülden dür dür olan gözden dür olan
​Açıklama ve İzah:
​Şair Ârifî, bu beyitte aşkın acı ama derin bir yönünü, ayrılığı (hicran) işliyor. Beyit, sevgiliye (sevgili ister beşeri ister ilahi olsun) bir yakarış ve ricadır:
• ​”Hâtırından çıkmasın lutf et hemân mehcûr olan”: Lütfet, hemen ayrı düşmüş, uzakta kalmış olanı (yani beni) aklından, hatırından çıkarma. Şair, fiziksel ayrılığa razı olduğunu ancak manevi bir unutuluşa dayanamayacağını belirtiyor.
• ​”Olmasın bârî gönülden dür dür olan gözden dür olan”: Bari gözden ırak (fiziken uzakta) olan, gönülden de ırak (manen unutulmuş) olmasın.
​Bu söz, “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur” şeklindeki yaygın atasözünün edebiyat ve aşk açısından tam tersini talep eden, ona meydan okuyan bir ifadedir. Ârifî, gerçek aşkın, fiziki mesafelere yenik düşmeyeceğini, asıl vuslatın gönülde sürdüğünü ve sevgiliye duyulan bağlılığın bir lütuf olarak unutulmamasını dilediğini gösterir. Bu, kalıcılığı ve vefayı merkeze alan bir edebi derstir.

​3. Fuzûlî’den Fakirlik ve İhtişamın Sınırları

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​حقير باقما بكا كيمسه دن صيكينمه كم
فقير پادشه آسا كداي محتشم
​Mefâ‘îlün Fe‘ilâtün Mefâ‘îlün Fe‘ilün
Hakîr bakma bana kimseden sığınma kemem
Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâyı muhteşemem
​Açıklama ve İzah:
​Büyük şair Fuzûlî’ye ait bu beyit, benlik ve değer yargıları üzerine derin bir tezatı ihtiva eder. Şair, okuyucusuna veya muhatabına seslenerek, tevazu ile onurun ilginç bir sentezini sunar:
• ​”Hakîr bakma bana kimseden sığınma kemem”: Bana hor görme, küçük görme (hakîr bakma) ve kimseden sığınmam gereken kötü (kem) bir şey değilim. Bu, şairin kendi değeri ve onuruna sahip çıkışıdır.
• ​”Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâyı muhteşemem”: Ben, padişah gibi (pâdişeh-âsâ) bir fakir ve ihtişamlı (muhteşem) bir dilenciyim (gedâ).
​Fuzûlî, burada mistik ve hikmetli bir duruş sergiler. Maddi açıdan fakir veya bir dilenci (gedâ) olabilir; ancak bu fakirlik ve dilencilik, onu sıradanlaştırmaz. O, aşkın (ilahi aşkın) yüceliği sayesinde bir padişahın ihtişamına sahiptir. Dış görünüşünün aldatıcılığına dikkat çekerek, asıl zenginliğin kalpteki manevi değerler olduğunu vurgular. Bu, riyayı ve yüzeysel bakışı reddeden, özdeğerin ne olduğunu sorgulatan bir ibret dersidir.

​4. Keçecizâde İzzet Molla’dan Aşkın Cömertliği

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​نقود اشكنى چشمم عجب مى ايتسه سبيل
عزيز اولور او كيشى آقجه سين ايدرسه رذيل
​Mefâ‘îlün Fe‘ilâtün Mefâ‘îlün Fe‘ilün
Nukûd-ı eşkini çeşmim aceb mi etse sebîl
Azîz olur o kişi akçesin ederse rezîl
​Açıklama ve İzah:
​Keçecizâde İzzet Molla, bu beyitte aşkın ve cömertliğin edebi bir karşılaştırmasını yapar. Beyit, gözyaşlarının maddi değerden daha kıymetli bir servet olarak görülmesini sağlar:
• ​”Nukûd-ı eşkini çeşmim aceb mi etse sebîl”: Gözümün, gözyaşı paralarını (nukûd-ı eşk, yani gözyaşlarını para gibi düşünerek) sebîl etmesi, yani karşılıksız ve bol bol dağıtması şaşırtıcı mıdır (aceb mi)? Aşık, gözyaşını bir hazine gibi görür ve onu hesapsızca döker.
• ​”Azîz olur o kişi akçesin ederse rezîl”: O kişi ki, parasını (akçe) değersiz (rezîl) eder, yani bol bol dağıtırsa yüce (azîz) olur.
​Buradaki hikmet şudur: Nasıl ki bir insan malını, parasını cömertçe harcadığında toplum içinde saygınlık kazanır (azîz olur); aynı şekilde aşık da gözyaşlarını (aşkın kıymetli alametini) hesapsızca ve karşılık beklemeden akıttığında, aşkın manevi dünyasında yücelir. Aşkın maddi karşılık beklemez cömertliğini, manevi yücelişin anahtarı olarak sunan, düşündürücü bir karşılaştırmadır.

​5. Vehbî’den Sonsuz Aşk ve Cemal Sırrı

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​وهبيا مست ازلى بز سوزز هر كوزلى
آنده كوروب لم يزلى اسمي جانان اوقورز
​Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün
Vehbîyâ mest-i ezelî biz severiz her güzeli
Anda görüp lem yezel’i ismini cânân okuruz
​Açıklama ve İzah:
​Şair Vehbî, burada doğrudan tasavvufi bir temayı, yani ilahi aşkı ve cemali ele alır.
• ​”Vehbîyâ mest-i ezelî biz severiz her güzeli”: Ey Vehbî! Biz ezelden sarhoş (mest-i ezelî) olanlarız ve her güzeli severiz. “Ezel sarhoşluğu,” ruhların yaratılışın başlangıcında Allah’ın tecellisine şahit olup O’nun aşkıyla coşmasını ifade eder. “Her güzeli sevmek,” ise yaratılmıştaki her güzelliğin Allah’ın güzelliğinden bir yansıma olduğunu bilmek demektir.
• ​”Anda görüp lem yezel’i ismini cânân okuruz”: O güzellerde “Lem Yezel”i (ezeli ve ebedi olan, daima var olanı, yani Allah’ı) görüp, ismini “Cânân” (canların canı, sevgili) diye okuruz/çağırırız.
​Bu beyit, Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) düşüncesinin edebi bir ifadesidir. Şair, tüm kâinattaki güzelliklerin (beşeri güzellikler dahil) birer ayna olduğunu ve bu aynalara bakarak mutlak güzelliğin kaynağı olan Allah’ın tecellisini gördüğünü dile getirir. Bu, en yüksek seviyede bir idrak ve aşk halidir.

​Makale Özeti
​Bu beş berceste beyit, Divan Edebiyatı’nın dört farklı şairinin kaleminden çıkan, İnsanın Özü, Aşkın Halleri ve Manevi Zenginlik temalarını işleyen bir manzume oluşturur.
​Vehbî’nin ilk beyti (1. Beyit), sevgi, özbilinç ve tevazu üçgeninde insanlığın ahlaki temellerini sorgular; bu erdemlerden yoksun olanı şeytanın izinden giden olarak niteler. Bu, bireysel erdemin toplum ve maneviyat için hayati önem taşıdığının bir işaretidir. Ârifî’nin yakarışı (2. Beyit), fiziki ayrılığa rağmen gönül bağının sürmesi gerektiğini vurgulayarak, aşkın mesafeler üstü vefasını yüceltir.
​Fuzûlî (3. Beyit) ve Keçecizâde İzzet Molla (4. Beyit), maddi ve manevi zenginlikleri çarpıcı tezatlarla karşılaştırır. Fuzûlî, dışarıdan dilenci (fakir) görünse de, ruhen padişahlar gibi ihtişamlı (muhteşem) olduğunu ilan ederek, özdeğeri ve manevi gururu ön plana çıkarır. İzzet Molla ise, gözyaşını karşılıksız dağıtılan bir hazineye benzeterek, gerçek cömertliğin ve aşkın yüceliğinin maddi hesaplarla ölçülemeyeceğini gösterir.
​Son olarak, Vehbî’nin ikinci beyti (5. Beyit) tüm bu temaları birleştirir ve Vahdet-i Vücud düşüncesini taşır. Şair, ezelden gelen ilahi bir sarhoşlukla her güzeli sevdiğini, çünkü her güzellikte ezeli ve ebedi olanın (Allah’ın) yansımasını gördüğünü ifade eder.
​Bu beyitler bütünü, insana iki temel ders verir:
• ​Dışa Değil, Öze Bak: Asıl değer, sahip olunanlarda değil; kalpteki sevgi, özbilinç ve manevi duruştadır. Bir dilenci, bir padişah kadar muhteşem olabilir.
• ​Aşkın Sonsuzluğu: Gerçek aşk, ayrılığa ve maddiyata yenik düşmez; o, tüm varlıkta tecelli eden mutlak güzele ulaşmanın en kısa yoludur. İnsanın kendini bilmesi ve başkasını sevmesi, aslında o mutlak güzeli idrak etmenin ilk adımlarıdır.
​Bu edebi miras, okuyucuyu hem kendi nefsini sorgulamaya hem de kâinatın yüzeyindeki geçici güzelliklerin ötesindeki ezeli hikmeti aramaya davet eden, düşündürücü bir ibretler toplamıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025




BERCESTE VE İZAHI – 19 –

BERCESTE VE İZAHI – 19 —

​İrfan Yolu: Aşkın Sırları, İtibarın Kaynağı ve Gönül Âleminin Hakikatleri

​Divan şiirinin “berceste beyitleri,” sadece estetik birer manzume değil, aynı zamanda asırlar süren bir irfan ve tecrübenin süzülmüş özüdür. Her biri, insanın varoluş amacını, aşkın mertebelerini, dünyanın geçiciliğini ve hakikate ulaşmanın yollarını fısıldayan birer hikmet pınarıdır. Bu makale, sunulan beyitler, kendi teması içinde genişçe ele alarak, bu kadim sözlerin sunduğu düşündürücü ve ibretli dersleri ortaya koymaktadır.

​Beyit 1: İlim Yükünü Bırakmak
​İktibas:
Hîn me-keş bâr-ı hevâ ân bâr-ı ilm
Tâ bebînî der-derûn anbâr-ı ilm
(Hz. Mevlânâ)
​İzah ve Açıklama:
Bu hikmetli beyit, ilmin hakikatine dair derin bir görüş sunar. Mevlânâ, bilgi yükünü (bâr-ı ilm) hevâ ve heves uğruna taşımamayı öğütler. Yani ilim, şöhret, kibir veya dünyevi çıkarlar için bir araç olarak kullanılmamalıdır. Dışarıdan öğrenilen ve nefse hizmet eden ilim, sadece bir yüktür. Eğer bu yük atılırsa, kişi kendi derûnunda (içinde) gizli olan ilim ambarını (anbâr-ı ilm) görebilir. Bu, ilm-i ledün (ilahi, doğrudan gelen bilgi) olarak bilinen hakiki ilme ulaşmanın, nefsi terbiye etmekten geçtiğini vurgulayan önemli bir edebi derstir.
​Beyit 2: Kader ve Rıza
​İktibas:
Çün zûd nîşte bûd Hak firkat-i mâ
Ez-behr-i çi bûd ceng u ân vehşet-i mâ?
Ger bed bûdem berestî ez-zehmet-i mâ
Ver nîk bûdem yâd konî sohbet-i mâ
(Hz. Mevlânâ)
​İzah ve Açıklama:
Bu beyitte Mevlânâ, kader ve ilahi takdir konusunu ele alır ve Hakk’a yönelerek bir sorgulama yapar. Mademki Hak, ayrılığımızı erken yazdı (takdir etti), o halde çekilen bunca savaş ve kargaşa niye? Bu firkat (ayrılık) acısı niye? Eğer âşık kötü ise, Sevgili (Hak), ondan kurtulduğu için sevinmeli, yok eğer iyi ise, sohbetini daima yâd etmelidir. Bu sorgulama, ilahi takdire karşı bir isyan değil, aksine rıza halini pekiştiren, “madem her şey takdir edilmiş, acı çekmek yerine neden bu durumu sükûnetle kabul etmiyoruz?” sorusunu sorduran derin bir düşündürücü beyittir.

​3. Usûlî: Derdin Ehl-i Olmak
​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Ehl-i derd ol ehl-i derd ol ehl-i derd ol ehl-i derd
Ey Usûlî’den su’âl edip tesellâ isteyen
(Usûlî)
​İzah ve Açıklama:
Usûlî, kendisine teselli arayışıyla soru soran birine hitap eder ve beklenmedik bir cevap verir: Teselli, dertten kurtulmak değil, derdin ehli olmaktır. Dört kez tekrarlanan “Ehl-i derd ol” emri, şairin bu konuya verdiği önemi gösteren çarpıcı bir edebi tekrardır. Tasavvufi bağlamda dert, ilahi aşkın veya hakikat arayışının getirdiği manevi ıstıraptır. Bu ıstırap, kişiyi olgunlaştıran ve Hakk’a yaklaştıran bir lütuftur. Teselli, dertten kaçmakla değil, o derdi sahiplenmek, ona yoldaş olmak ve onunla yaşamayı öğrenmekle bulunur. Bu, hayatın zorluklarına karşı duruşumuzu sorgulatan düşündürücü bir yaklaşımdır.

​4. Sâ’ib-i Tebrîzî: Düşüncesiz Terk

​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Hiç kârî bi-te’emmül gerçi Sâ’ib hûb nîst
Bi-te’emmül âstîn-efşânden ez-dünyâ hoşest
(Sâ’ib-i Tebrîzî)
​İzah ve Açıklama:
Sâ’ib-i Tebrîzî, bir işi düşüncesizce (bi-te’emmül) yapmanın güzel olmadığını kabul eder. Ancak bu genel kuralın bir istisnası vardır: Dünyadan el etek çekmek (âstîn-efşânden ez-dünyâ), yani dünyevi işlerden, hırs ve tamahdan uzaklaşmak, düşünülmeksizin (bi-te’emmül) yapıldığı takdirde güzeldir. Bu, kişinin dünya bağlarından kurtulmasının, rasyonel hesaplara, “ne kazanırım, ne kaybederim” gibi düşüncelere feda edilemeyecek kadar değerli bir eylem olduğunu ifade eder. Gerçek teslimiyet ve tecerrüd (dünyadan sıyrılma), tereddütsüz ve anlık bir karar gerektirir. Bu hikmetli beyit, maddiyatın geçiciliği konusunda ibretli bir çağrıdır.

​5. Kenzi: Fakirin Kalbine Dokunmak

​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Bu meseldir fukarâ kalbine her kim dokuna
Dokunanın sînesi Allâh okuna dokuna
(Kenzi)
​İzah ve Açıklama:
Kenzi’nin bu beyiti, sosyal adaletin ve manevi hassasiyetin önemine dikkat çeker. Fakirlerin kalbini onaran, teselli eden, destekleyen kişiye (her kim dokuna) büyük bir müjde vardır. Bu kişi, bizzat Allah’ın ilgisinin ve lütfunun hedefi haline gelir; sînesi Allâh okuna dokuna (gönlü Allah’ın oklarının, yani ilahi sevgi ve merhametin hedefi olur). Burada “ok”, mecazi olarak hedefe ulaşan bir teveccühü simgeler. Bu, ilahi rızanın, sadece ritüelistik ibadetlerde değil, yoksulun gönlünü hoş etmekte yattığını öğreten, son derece ibretli ve hikmetli bir kuraldır.

​6. Fenî: Alçakgönüllülükte Yükselmek

​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Bi’t-tezellül hâk-i pây-i pîre yüz sür ma gibi
İ’tilâ-yı kadr ise maksûd eğer Tûbâ gibi
(Fennî)
​İzah ve Açıklama:
Fennî’nin bu beyti, alçakgönüllülük (tezellül) ve manevi yükseliş (i’tilâ) arasındaki paradoksal ilişkiyi açıklar. Eğer amaç, cennetteki yüce bir ağaç olan Tûbâ gibi değerinin yükselmesi (i’tilâ-yı kadr) ise, o zaman tıpkı su gibi (alçakgönüllülük sembolü) pirin ayağının toprağına yüz sürmelisin. Su, daima en alçak noktaya akar. Burada Pîr, mürşidi veya manevi rehberi temsil eder. Gerçek hikmet, alçalmakta gizli olan yükseliştir. Nefsi kırarak tevazu göstermek, dünyevi makam arayışından vazgeçmek, manevi mertebelerin en yücesine ulaşmanın anahtarıdır. Bu, edebi güzelliği olan, derin bir ibret dersidir.

​7. Neccârzâde Rızâ: Sevgilinin Kemal Güzelliği
​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Gören âşık cemâl-i bâ-kemalin görmeyen âşık
O gül-ruhsâra bi’llâhî Hudâvend-i cihân âşık
(Neccârzâde Rızâ)
​İzah ve Açıklama:
Neccârzâde Rızâ, Sevgili’nin (Hz. Muhammed, ilahi tecelli veya mürşit) cemâlinin (yüzünün/güzelliğinin) kemalini (mükemmelliğini) ele alır. Bu güzellik karşısında, O’nu gören de âşıktır, görmeyen de âşıktır. Sevgili’nin güzelliği öylesine mükemmeldir ki, şair yemin ederek (bi’llâhî) cihanın yaratıcısı olan Allah’ın bile o gül yanaklıya âşık olduğunu söyler. Bu, tecelli eden güzelliğin mutlak kaynağının ilahi olduğunu ve bu güzelliğin tüm varoluşu kendine hayran bıraktığını ifade eden, edebi açıdan mübalağalı ve düşündürücü bir ifadedir.

​Makalenin Özeti

​Bu makale, Fuzûlî, Şeyh Gâlib, Hz. Mevlânâ ve diğer büyük şairlerin berceste beyitleri aracılığıyla aşk, itibar, kader, dostluk ve manevî terbiye gibi evrensel temaları incelemiştir. Fuzûlî, aşkın kemâlini benlikten geçme olarak tanımlarken; Şeyh Gâlib, itibarın kaynağını bağlılıkta ve kısmetin ise paramparça bir gönülde olduğunu kabul eder. Hz. Mevlânâ, insanları gaflet uykusundan uyanmaya ve hevâdan arınmış ilme yönelmeye çağırır; kaderi ise rıza ile kabul etmeyi öğütler. Usûlî, tesellinin dertten kaçmak yerine, derdin ehli olmakla bulunacağını söyler. Lâedrî, uygun bir dostun yokluğunun tüm ömrü zayi edeceğini vurgularken; Mezâkî, feleğin lütfunun gecikmiş olmasının dünyevi heveslerin boşluğunu gösterdiğini anlatır. Nâ’ilî, vuslatın değerinin çekilen sıkıntıya değeceğini belirtir. Son olarak Kenzi ve Fennî, fakir gönlü onarmanın ilahi teveccühü celb ettiğini ve gerçek yükselişin alçakgönüllülükten geçtiğini ifade ederler. Bu beyitler, yüzyıllar ötesinden günümüze ulaşan, insana hayatın anlamını, zorluklarını ve manevi yolculuğun inceliklerini sorgulatan, derin hikmetler ve ibretler barındırmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




BERCESTE VE İZAHI – 18 –

BERCESTE VE İZAHI – 18 —

​İrfan Meclisinden Yansıyan Hikmetler: Sevgi, İtibar ve İmtihan

​İnsanlık tarihi boyunca edebiyat, en derin duyguların ve en ince düşüncelerin aktarıldığı kadim bir yol olmuştur. Özellikle Divan şiirinin “berceste beyitleri”, yüzyıllar ötesinden günümüze süzülen birer hikmet pınarıdır. Fuzûlî’den Şeyh Gâlib’e, Lâedrî’den Hazreti Mevlânâ’ya uzanan bu edebi yolculukta, aşkın kemâli, dostluğun kıymeti, feleğin cilvesi ve ilahi bilgiye ulaşmanın sırları işlenir. Bu makalede, seçilmiş beyitlerin derin anlamlarını, tarihi ve edebi bağlamlarını ayrı ayrı ele alarak, onlardan alacağımız ibretleri ve düşündürücü hakikatleri ortaya koyacağız.

​1. Fuzûlî: Canı Cânâna Vermenin Kemâli
​Beyit ve Açıklaması

​Orijinal Metin:
Cânını cânâna vermekdir kemâli âşıkın
Vermeyen cân i’tirâf etmek gerek noksânına
(Fuzûlî)
​Anlamı: Bir âşık için tam (kemâl) nokta, (maddî varlığı olan) canını cananına verebilmek, yani (benliğinden) vazgeçmektir. Canından vazgeçemeyen kişi, kendi noksanını itiraf etmelidir.
​İzah ve Açıklama
​Fuzûlî’nin bu beyiti, ilahi aşk (aşk-ı ilahi) ve fenâ (yok olma) kavramlarının temelini oluşturur. Şair, gerçek aşığın tanımını yapar: Gerçek âşık, kendi varlığını, yani canını, uğruna yandığı Cânân’a (Sevgili/Allah) tereddütsüzce sunandır. Bu açıdan “canı vermek,” sadece maddî bir ölüm değil, kişinin kendi benliğinden, nefsinden ve benlik davasından (“ene”sinden) vazgeçmesidir. Tasavvufta bu, “ölmeden önce ölmek” düsturuna uyar.
​Canını sevgilisine feda eden âşık, bu teslimiyetle kemâle erer.
Beytin ikinci mısrası ise bu kemâle eremeyenleri uyarır: Canından, yani benliğinden vazgeçemeyen, dünya lezzetlerine esir olan kişi, bu durumun bir noksanlık olduğunu dürüstçe itiraf etmelidir. Aşk, bencilliği, hırsı ve dünyevi bağlılıkları yakıp kül eden bir ateştir; bu ateşte yanmayı göze alamayan, aşk yolunda tam bir teslimiyet gösteremeyen, aşkta eksik kalmıştır. Fuzûlî, canı, canlar cananı için bağışlamayı tam bir teslimiyet olarak görür.

​2. Şeyh Gâlib: İtibarın Kaynağı ve Aşkın Payı

​Beyitler ve Açıklamaları
​Beyit 1: İtibarın Kaynağı
Orijinal Metin:
Efendimsin cihânda i’tibârım varsa sendendir
Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir
(Şeyh Gâlib)
​Anlamı: Sen benim efendimsin, bu dünyada eğer bir itibarım varsa, bu senden kaynaklanmaktadır. Âşıkların arasında eğer bir şöhrete sahipsem, bu yine senden kaynaklanmaktadır.
​Beyit 2: Aşkın Payı
Orijinal Metin:
O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düşdü
(Şeyh Gâlib)
​Anlamı: Ruhların yaratıldığı can meclisinde istek kumaşları bölüşüldüğü zaman, bize sevgi hissesi olarak paramparça olmuş bir gönül düştü.

​İzah ve Açıklama
​A. İtibarın Kaynağı
​Şeyh Gâlib, Mevlevîliğin büyük şairlerinden olması hasebiyle, ilk beyitte övgüsünü ve bağlılığını Hazret-i Mevlânâ’ya (ya da ilahi sevgiliye) yöneltir. Bu beyitteki “Efendim” hitabı, onun mürşidi olan Mevlânâ’yı işaret eder. Şair, dünyadaki itibarının (saygınlığının) ve âşıklar meclisindeki iştiharının (şöhretinin) kaynağının tamamen Efendisi’ne olan mensubiyetinden geldiğini söyler. Bu, yalnızca bireysel bir tevazu değil, tasavvuf yolunda itibarın ve şöhretin kişinin kendi varlığına (nefsine) değil, bağlı olduğu yola ve o yolun mürşidine ait olduğu inancıdır. Gerçek itibar, dış dünyadan değil, manevî bağlılıktan gelir.
​B. Aşkın Payı
​İkinci beyit, tasavvufun kilit kavramlarından biri olan Bezm-i Ezel/Bezmi Elest (Ruhlar Meclisi) hadisesine gönderme yapar. Rivayete göre, ruhlar yaratılıp dünyaya gönderilmeden önce Allah’a verdikleri sözün (“Elestü bi-Rabbiküm – Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”) meclisidir burası. Bu mecliste, dünyaya ait kâle-i kâm (istek/dilek kumaşları) bölüşülürken, her ruh dünyadaki kısmetini seçmiştir. Şeyh Gâlib, kendi ruhunun payına düşenin ise, zenginlik, şan, şöhret gibi maddi ‘kumaşlar’ yerine, hisse-i mahabbet (sevgi payı) olduğunu söyler. Ancak bu sevgi, kolay elde edilen bir lütuf değil, acı ve ıstırap dolu bir yoldur, bu yüzden gönül ona pâre pâre (paramparça olmuş) düşmüştür. Bu, şairin, aşk acısından paramparça olmuş gönlünü büyük bir rıza ve şükranla kabul edişinin ilanıdır.

​3. Lâedrî: Münasip Dostun Önemi

​Beyit ve Açıklaması
​Orijinal Metin:
Her kimin yokdur cihânda bir münâsib hem-demi
Hem günü zâyi’ geçer hem rüzgârı hem demi
(Lâedrî)
​Anlamı: Bu dünyada uygun bir dostu olmayan kişinin; hem günü, hem ömrü, hem de zamanı boşa gider.
​İzah ve Açıklama
​Lâedrî (şairi bilinmeyen) imzasıyla anılan bu beyit, iyi bir dostun (münasib hem-dem) hayatımızdaki vazgeçilmez yerini vurgular. “Hem-dem” kelimesi, “aynı nefesi paylaşan,” yani ruhen uyumlu, yoldaş anlamına gelir. Beytin temel hikmeti şudur: Eğer kişinin hayatında kendisine uygun, fikren ve ruhen destek olabilecek bir dostu yoksa, o kişinin bütün varlığı, yani günü (geçici zamanı), rüzgârı (talih ya da geçici hali), ve demi (nefesi, yani bütünüyle ömrü) zâyi’ (boşa) geçer.
​Bu, sadece sosyal bir yalnızlık tespiti değil, aynı zamanda manevî bir uyarıdır. İnsan, yaratılış itibarıyla mükemmel bir düzenin parçasıdır. Maneviyatta yol almak için de rehbere ve yol arkadaşına ihtiyaç vardır. Tasavvufi yolda, “sâdık dost” (münasip hem-dem), insanın Hak yolunda ilerlemesini sağlayan, yanlış yollara sapmasını engelleyen, gönlü besleyen önemli bir unsurdur. Münasip dostu bulamayan, doğru yolu bulmakta zorlanır ve ömrünü heva ve heves uğruna harcar.

​4. Mezâkî: Feleğin Tersine Dönüşü

​Beyit ve Açıklaması
​Orijinal Metin:
Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-ı murâd üzre felek ammâ neden sonra
(Mezâkî)
​Anlamı: Felek, bin tane boş kadehten sonra bir tane dolu kadeh sunar. Elbette bir gün arzumuz istikametinde döner; ama iş işten geçtikten sonra.
​İzah ve Açıklama
​Mezâkî’nin bu beyiti, hayatın döngüsüne ve feleğin (talihin, zamanın, dünyanın) insanlar üzerindeki etkisine dair derin bir ibret dersi verir. Beyit, insanın çektiği zorlukları ve sabırla beklediği mutluluğun bazen çok geç geldiğini, hatta ‘iş işten geçtikten sonra’ geldiğini anlatır.
​Şair, mutluluğu (dolu kadeh/câm-ı memlû) elde etmeden önce çekilen uzun sıkıntılı süreci “bin tehî peymâneden sonra” (bin boş kadehten sonra) diyerek abartılı bir şekilde vurgular. Felek, yani dünya düzeni, her ne kadar bazen insanın murâdı (arzusu) vefkinde (doğrultusunda) dönecek olsa da, bu durum çok uzun bir bekleme ve tükenme sürecinin ardından gerçekleşir. Bu, insanın dünya heveslerine gereğinden fazla bağlanmaması gerektiği konusunda düşündürücüdür. Dünya, lütfunu sunsa bile, bunu genellikle kişinin hevesi ve ihtiyacı azaldığı bir zamanda yapar. Bu sebeple, feleğin cilvelerine takılıp kalmamalı, asıl gayeyi (Allah’a yönelme) unutmamalıdır.

​5. Hazreti Mevlânâ: Uyanış ve İlim Ambarı

​Beyitler ve Açıklamaları
​Beyit 1: Uyanışın Önemi
Orijinal Metin:
Ger mî-hâhi bekā vü pîrûz, mehosb
Ez-âteş-i aşk-ı dûst mî-sûz, mehosb
Sad-şeb höftî vü hâsıl-ı ân dîdî
Ez-bahr-i Hudâ imşeb tâ rûz mehosb
(Hz. Mevlânâ)
​Anlamı: Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedî saadet istiyorsan, uyuma! Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma! Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün. Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!
​Beyit 2: İlim Yükünü Bırakmak
Orijinal Metin:
Hîn me-keş bâr-ı hevâ ân bâr-ı ilm
Tâ bebînî der-derûn anbâr-ı ilm
(Hz. Mevlânâ)
​Anlamı: Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki, içindeki ilim ambarını göresin.
​İzah ve Açıklama
​A. Uyanışın Önemi
​Hazreti Mevlânâ’nın bu coşkulu dörtlüğü, “uyku” metaforu üzerinden insanın gaflet halini eleştirir. Bekā (ebedîlik) ve pîrûz (saadet) isteyen kişiye hitaben, dünyanın gelip geçici zevklerine dalmanın ve gaflet uykusunda olmanın manevi kazanç getirmeyeceğini öğütler. Gerçek varlık ve zafer, Dost’un (Hak/Allah) aşk ateşinde yanıp yakılmakla elde edilir. “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün” dizesi, ömrün boşa geçirilmiş zamanlarına bir atıftır ve pişmanlık duyulması gereken hali belirtir. Mevlânâ, bu gece (bu an), dünya uykusunu terk edip Hakk aşkı için sabaha dek uyanık kalmaya (uyanışa, zikre, ibadete) çağırır.
​B. İlim Yükünü Bırakmak
​İkinci beyit, bilginin mahiyetine dair önemli bir uyarı ihtiva eder. İlim, eğer hevâ ve heves (nefsin arzuları, kibir, gösteriş) için taşınırsa, kişiye sadece yük olur. Mevlânâ, dış dünyadan edinilen bilgiyi (ilm-i kâl) nefsin arzularından temizlemeyi öğütler. Ancak bu dünyevî yük atılırsa, kişinin derûnunda (içinde), yani kalbinde saklı olan ilm-i ledün (ilahi, doğrudan gelen bilgi) ambarını görmesi mümkün olur. Bu, ilmin gayesinin birikim veya gösteriş değil, kalbin temizlenmesi ve hakikatle buluşma olduğunu düşündürür.

​6. Na’ilî: Beklemeye Değer Kavuşma

​Beyit ve Açıklaması
​Orijinal Metin:
Kadem kadem gece teşrîfi Nâ’îlî o meh-likā
Cihân cihân elem-i intizâra değmez mi
(Nâ’ilî)
​Anlamı: Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin, gece, yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi, dünyalar dolusu bekleme sıkıntısını çekmeye değmez mi?
​İzah ve Açıklama
​Na’ilî’nin bu beyiti, vuslat (kavuşma) yolundaki intizârın (bekleyişin) kıymetini anlatır. Şair, Sevgili’nin (ilahi sevgili ya da mürşit) teşrifinin (gelmesinin) kadem kadem (adım adım, yavaş yavaş) olmasını dahi büyük bir şeref sayar. Sevgilinin yüzü meh-likā (ay yüzlü) olarak tasvir edilir ki, bu da onun güzelliğinin parlaklığını ve benzersizliğini ifade eder.
​Beyitteki temel soru, büyük bir ödül ile büyük bir çabanın kıyaslamasıdır: Sevgili’nin bu yavaş ve değerli gelişi, karşılığında cihân cihân elem-i intizâr (dünyalar dolusu bekleyiş sıkıntısı/ıstırabı) çekmeye değer midir? Elbette cevabı evettir. Aşk yolunda çekilen her sıkıntı, her bekleyiş, sonunda gerçekleşecek olan vuslatın kıymetini katbekat artırır. Bu, ilahi aşk yolunda sabrın ve tahammülün ne kadar değerli olduğunu gösteren düşündürücü bir örnektir.
​Makale Özeti
​Bu makalede incelenen kadim beyitler, Divan şiirinin temelini oluşturan Aşk, İtibar, Dostluk, Zaman ve İlim gibi evrensel temaları hikmetli bir dille işlemektedir. Fuzûlî, gerçek âşık olmanın şartını benlikten vazgeçme (canı cânâna verme) olarak tanımlar ve teslimiyeti sorgular. Şeyh Gâlib, hem dünyevi hem de manevi itibarın kaynağını Mevlânâ’ya (mürşide/Hak’ka) bağlılıkta görürken, Bezmi Elest’te kendi payına aşk acısı dolu bir gönül düştüğünü şükranla kabul eder. Şairi bilinmeyen (Lâedrî) beyit, doğru ve uygun bir dosta sahip olmamanın, ömrü boşa geçirmek anlamına geldiğini ibretle hatırlatır. Mezâkî, feleğin lütfunu çoğu zaman iş işten geçtikten sonra sunduğunu belirterek, dünya heveslerine bağlanmanın boşluğunu düşündürür. Son olarak Hazreti Mevlânâ, insanın gaflet uykusundan uyanmasını ve hevâdan arınmış ilmin kişinin kalbindeki hakikat ambarını açacağını öğütler. Tüm bu beyitler, insanın kâinattaki yerini, manevi yolculuğunun zorluklarını ve kemâle ermenin sırlarını, edebi bir derinlik ve ahenk içinde sunar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025

 




Islah Kelimesinin Aslı ve Anlamı

  1. Islah Kelimesinin Aslı ve Anlamı


Islah (إصلاح) kelimesi, s-l-ḥ (ص ل ح) kökünden gelir.
Bu kök, “düzeltmek, barışmak, uyum sağlamak, yararı artırmak, fesadı gidermek” anlamlarını taşır.
Fesad (bozmak, ifsat) kökünün zıddıdır.
Yani ıslah = fesadın zıddıdır.
🔹 2. Kur’ân’da Islah Kavramı
Kur’ân’da “ıslah” kelimesi ve türevleri yaklaşık bir çok yerde geçer.
Bu kullanımlar üç ana kısımda toplanabilir:

🟢 A. Ferdî Düzeyde Islah
Kişinin kendini, imanını, amelini, ahlâkını düzeltmesi anlamına gelir.
Bakara 160:
“Ancak tevbe edenler, hallerini düzeltenler (أصلحوا) ve (gerçeği) açıklayanlar müstesna. İşte onların tevbesini kabul ederim..Çünkü ben, tevbeleri çokça kabul eden ve merhameti bol olanımdır..”

Bu açıdan ıslah, kalp, niyet, amel ve ahlâk bütünlüğünü hedefler.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
Islah-ı nefs, ıslah-ı âlem için bir mukaddemedir.
Zira nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.
Vede kendini ıslah etmeyen, âlemi ıslah edemez.

🟢 B. Toplumsal (İçtimaî) Düzeyde Islah

Toplum içindeki düzeni, adaleti, barışı ve hakkı tesis etmek anlamındadır.
A‘râf 56:
“Islah edildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın…”

Burada yeryüzü, Allah’ın düzeni (nizâm-ı İlâhî) anlamında olup, insanın zulüm ve fesadıyla bu düzenin bozulmaması istenir.
Hucurât 10:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin (فَأَصْلِحُوا)…”

Buradaki ıslah, sosyal barışı ve kardeşliği koruma eylemidir.

🟢 C. İlâhî Islah (Allah’ın Kullarını Islah Etmesi)

Allah Teâlâ’nın, kullarının kalplerini, hallerini, nesillerini düzeltmesi anlamındadır.
Ahzâb 71:
“(Allah’a karşı) doğru söz söyleyin ki Allah amellerinizi ıslah etsin (يُصْلِحْ) ve günahlarınızı bağışlasın.”

Tahrîm 4:
“(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.”

🔹 3. Muradif (Yakın Anlamlı) Kavramlar
Islah kavramıyla aynı anlam kümesinde bulunan bazı Kur’ânî kelimeler şunlardır:
Kelime – Kök – Anlam – Islah’la İlişkisi
Salâh (صلاح)s-l-ḥDüzgünlük, doğruluk, iyilik hali –
Islah’ın fiil hali; ıslah edilmiş durum
Tezkiye (تزكية)z-k-y – Arındırmak, temizlemek.
Islah’ın kalbî yönü; nefsi temizleme
İnâbe (إنابة)n-w-b -Geri dönmek, Allah’a yönelmek.
Islah’ın niyet yönü – Tevbe (توبة)t-w-b
Pişmanlıkla dönmek.
Islahın başlangıcı.
Islah-ı Zâtü’l-Beyn (إصلاح ذات البين)–Arayı düzeltmek. Toplumsal barışın tesisi
Amel-i Sâlih (عمل صالح)–Salih amel, faydalı iş.
Islahın fiilî sonucu.

🔹 4. Islah – Fesad İlişkisi

Kur’ân’da ıslah, genellikle fesad kavramının zıddı olarak kullanılır:
Bakara 11-12:
“Onlara, ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!’ denildiğinde,
‘Biz ancak ıslah edicileriz (مصلحون)’ derler.
Dikkat edin! Gerçekte onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat farkında değildirler.”

Bu ayet, riya, nifak ve siyasî istismar altında yapılan “ıslah” iddialarının aslında “fesad” doğurabileceğini gösterir.
Yani ıslah niyetiyle fesad çıkarmak, en tehlikeli ifsat türüdür.

🔹 5. Genel Açıdan Islah
En büyük ıslah, imanî ve içtimaî olan bir vazifedir:
Özellikle insanın imanını kurtarmak, bütün dünyaya bedel bir vazifedir.
Çünkü bir insanı ıslah eden, bir âlemi ıslah etmiş olur.

Ve yine:
Islah niyetiyle tahripkârane hareket etmek, tahriptir, ıslah değil.
Bozmaktan, düzeltmek değil.
Bu ölçüyle, ıslah:
• Fesadı gideren,
• Hakkı ikame eden,
• Kalpleri barıştıran,
• Allah’ın rızasına uygun düzeltme eylemidir.

🔹 6. Kavramsal Sonuç

Boyut – Islah’ın Anlamı – Kur’ânî Karşılığı.
Ferdi – Nefsini, ahlâkını, imanını düzeltmek.
Bakara 160, Ahzâb 71.
Toplumsal – İnsanlar arasında adalet, barış ve düzen kurmak.
Hucurât 10, A‘râf 56.
İlâhî – Allah’ın kullarını hidayetle düzeltmesi.
Ahzâb 71.

Zıddı – Fesad (bozmak, ifsat etmek)
Bakara 11-12

*****

Bir Kissa:

Hz. Musa kötü birine karşı; Allah onu ıslah etsin, der.
Ertesi gün o adamın öldüğünü duyunca Allah’a; Ya Rabbi ben onun ölmesi için değil, düzelmesi için demiştim deyince, Cenâb-ı Hak cevaben;
Onun ıslahı ölmesiydi, der.

O halde; Islah-ı Nefis ve Hal olanları ve de Allah dilediklerini dilediği gibi ıslah etsin.!
Ne diyelim?

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025




VİCDAN KAZANDI – İSRAİL KAYBETTİ

VİCDAN KAZANDI – İSRAİL KAYBETTİ

İsrail yenildi. Geriye büyük bir enkaz ve nefret bırakarak.
Tarihinin en büyük zilletini yaşayarak.
Gazze izzet ve onurunu daha da yüceltti.
İslam’ın ve Müslümanların izzetini korudu, kan ve gözyaşıyla bedel ödeyerek..
Müslümanların ve dünyanın gözünü açıp uyanmasını sağladı.
Dünya vicdanı kazandı.
Dünya ve insanlar tarafını belli etti.
Dünya yeni bir hakikate gebe.
Israil Dünyadan tecrid edildi.
Dünya Yahudi hakimiyeti kırıldı.
Zincirler çözüldü.
Maskeler düştü.
Bin yılda temizleyemeyeceği bir soykırım leke, kan ve gözyaşını geride bıraktı.
Tarihte bir daha lanetle anılmayı hak etti.
İlahi gazabı tescil etti.
70 yıllık işgal anlaşma ile sonlandı,eğer tinetindeki ihaneti tekrar ortaya çıkarmazsa.

******

İSRAİL YENİLDİ: TARİHİN YÜZÜNE ÇALINAN ZİLLETİN BELGESİ

1. “İsrail yenildi.”
Bu cümle yalnızca askerî bir mağlubiyetin değil, ilahî adaletin tecellisinin ilanıdır.
Kur’an buyurur:
“Zalimler nasıl bir inkılapla devrileceklerini yakında bileceklerdir.”
(Şuarâ, 227)
Zulümle yükselen hiçbir güç, adaletin güneşi doğduğunda ayakta kalamaz.
İsrail yenildi; çünkü silahı güçlüydü ama kalbi ölüydü.
Gazze’nin taşları, çocukların sabrı ve annelerin duası karşısında yenildi.
Bu, ilahî bir hesaplaşmanın sessiz zaferidir.

2. “Geriye büyük bir enkaz ve nefret bırakarak.”

Bu enkaz sadece yıkılmış binalar değil, vicdanların harabeye dönmesidir.
İsrail’in zulmü, kendi propagandasını, kendi mitini, kendi “masumiyet” perdesini yıktı.
Artık dünya o “acımasız devleti” değil, “ahlaksız bir gücü” görüyor.
Nefret, onların ruhuna sinen ateştir; o ateş, dışarıda değil, içlerinde yanacaktır.

3. “Tarihinin en büyük zilletini yaşayarak.”

Kur’an, kibirle yürüyen toplumların akıbetini haber verir:
“Allah dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltır.”
(Âl-i İmrân, 26)
Zillet, yalnızca yenilgi değildir; hakikatten kopuşun son perdesidir.
İsrail, tanklarının gölgesinde zilleti tattı; çünkü mazluma galebe çalmak değil, mazlumun duasına hedef olmak en büyük hezimettir.
Onlar zafer sandıklarını aslında bir utanç mezarına çevirdiler.

4. “Gazze izzet ve onurunu daha da yüceltti.”

Gazze, modern çağın Kerbelâ’sıdır.
Her damla kanıyla, onurun imanla beslendiğini ispatladı.
Gazze’nin direnişi, “küçük bir belde”nin değil, imanla dolu bir kalbin direnişidir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadisatın tazyikatından kurtulabilir..
” (Sözler, 23. Söz)
Gazze, işte bu imanın çağımızdaki örneğidir.

5. “İslam’ın ve Müslümanların izzetini korudu, kan ve gözyaşıyla bedel ödeyerek.”

Bazen bir milletin izzeti, bir avuç mü’minin sabrına bağlanır.
Gazze’deki çocuklar, ümmetin onurunu omuzladı.
Kan, o izzetin mühürleridir.
Her şehit, ümmetin alnına çekilmiş bir **“izzet çizgisi”**dir.
Gazze, sadece toprak değil; ümmetin yeniden doğuş rahmidir.

6. “Müslümanların ve dünyanın gözünü açıp uyanmasını sağladı.”

Her musibet bir ikazdır, her zulüm bir uyanışa davettir.
Gazze, İslam dünyasına şunu haykırdı:
“Uykuda kaldığınız her an, bir çocuk daha ölür.”
Artık gaflet perdesi yırtıldı.
Batı’nın çifte standardı, insanlığın önünde teşhir oldu.
Vicdanı olan herkes artık kim zalim, kim mazlum biliyor.

7. “Dünya vicdanı kazandı.”

Bir topluluk mazlum olunca, hakikat onun tarafına geçer.
Gazze’nin yıkımı, insanlığın kalbinde bir diriliş başlattı.
Artık dünya, hakkı savunmanın, insan kalmanın ne olduğunu yeniden hatırlıyor.
Bu zafer, silahla değil, vicdanla kazanılan bir zaferdir.

8. “Dünya ve insanlar tarafını belli etti.”

Artık tarafsızlık bir yalandır.
Ya zulmün yanında, ya mazlumun safında olacaksın.
Gazze, insanlığa bir ayna tuttu:
Kimde insanlık var, kimde çıkar.
Kur’an buyurur:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun.”
(Nisâ, 135)

9. “Dünya yeni bir hakikate gebe.”

Her enkaz, bir dirilişin beşiğidir.
Gazze’nin yıkımı, yeni bir dünyanın doğum sancısıdır.
Bu doğumda acı vardır, kan vardır; ama sonunda adaletin, merhametin ve tevhidin sabahı vardır.
Zulüm duvarları yıkılırken, hakikat güneşi doğuyor.

10. “İsrail dünyadan tecrid edildi.”

Yalanın maskesi düşünce, yalnızlık başlar.
İsrail artık sadece bir devlet değil; zulmün sembolü olarak anılacak.
Ne diplomasi ne medya artık onu temize çıkaramaz.
İnsanlık, onun elinden soğuk bir taş gibi çekiliyor.

11. “Dünya Yahudi hakimiyeti kırıldı.”

Bu, ırka değil, sisteme dair bir cümledir.
Kapitalizmin, medyanın, siyasetin iplerini elinde tutan küresel tahakküm çatladı.
Gazze’nin minarelerinden yükselen ezan, o tahakkümün üzerine manevî bir yıldırım gibi düştü.
Hakimiyet artık para ve propaganda ile değil, hakikat ve sabırla şekillenecek.

12. “Zincirler çözüldü.”

Korku zincirleri…
Sessizlik zincirleri…
Menfaat zincirleri…
Gazze’nin sabrı, bu zincirleri kırdı.
Artık kimse “güçlüye boyun eğmek kaderdir” diyemiyor.
Kader, Allah’a teslimiyetle şekillenir.

13. “Maskeler düştü.”

Her maske, bir hakikati gizlemek içindi.
İnsan hakları, özgürlük, demokrasi diyenlerin yüzü, Gazze’deki çocukların cesetleriyle açığa çıktı.
Artık kimse “medeniyet”i bu kirle örtüp saklayamaz.
Dünya, sahte putlarını kaybetti.

14. “Bin yılda temizleyemeyeceği bir soykırım leke, kan ve gözyaşını geride bıraktı.”

Bu leke, sadece ellerinde değil, ruhlarında kaldı.
O kan, toprağa değil; tarihe işlendi.
Bu soykırım, kendi meşruiyetini kendi eliyle yok etti.
Hiçbir propaganda, o lekeleri silemeyecek.

15. “Tarihte bir daha lanetle anılmayı hak etti.”

Kur’an’da buyurulur:
“Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.”
(Hûd, 18)
Bu lanet, sadece bir beddua değil; ilahi bir hükümdür.
Firavun’un, Nemrut’un, Ebu Cehil’in kaderi neyse,
artık o da aynı satırda yazılıdır.

16. “İlahi gazabı tescil etti.”

Gazap, zulmün kaçınılmaz sonucudur.
İlahi adalet, gecikse de şaşmaz.
Gazze’deki mazlumların duası, arşa çıkmış, ve Arş’tan cevap gelmiştir:
“ Kafirler (Zalimler) için hazırlanan ateşten sakının.” (Âl-i İmrân, 131 )
Bu, artık tarih değil, kaderin mühürlenmiş sayfasıdır.

17. “70 yıllık işgal anlaşma ile sonlandı, eğer tinetindeki ihaneti tekrar ortaya çıkarmazsa.”

Bu, zahirde bir “barış”tır; ama hakikatte bir imtihan dönümüdür.
Tarihte nice milletler, sözle imtihan oldu, ama niyetleriyle hüküm giydi.
Eğer İsrail tekrar o tinetine dönerse, bu sefer sadece toprak değil, köküyle birlikte kazınacaktır.
Çünkü zulümle abat olan, adaletle imha edilir.

Sonuç:

Gazze kazandı; çünkü iman kazandı.
İsrail yenildi; çünkü zulüm yıkılır.
Dünya değişti; çünkü hakikat yeniden doğdu.
Ve tarih artık yeni bir sahife açtı:
“Zalimlerin saltanatı bitti; mazlumların duası galip geldi.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
09/10/2025