BERCESTE VE İZAHI – 17 –

translator

 

BERCESTE VE İZAHI – 17 –

​İrfan Yolunda Beş Durak: Aşk, İlim, Terk ve Uyanış
​Bu makale, Klasik Türk Edebiyatı’nın ve tasavvufi düşüncenin derinliğini yansıtan beş farklı şairin beş beytini merkeze alarak; aşk, ilim, nefs terbiyesi, dünyadan el çekme ve hakikat yolunda uyanıklık gibi kadim konuları ele almaktadır. Her bir beyit, kendi içinde bir felsefe barındıran, asırlar ötesinden günümüze ışık tutan birer hikmet pınarıdır.
​1. Hikmet-i İlim ve Nefsin Yükü: Hz. Mevlânâ

​Farsça ve Transkripsiyon:
Hîn me-keş behr-i hevâ ân bâr-ı ilm
Tâ bebînî der-derûn anbâr-ı ilm
Hz. Mevlânâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki
İçindeki ilim ambarını göresin.”
​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin bu derinlikli beyti, ilmin (bilginin) amacını ve mâhiyetini sorgular. Şair, bilgiyi bir “yük” olarak tanımlayarak, bilginin sadece zihinsel bir birikim, kuru bir malumat yığını haline gelmesi tehlikesine işaret eder. Eğer bilgi, hevâ ve heves (nefsin geçici arzuları, bencillik) uğruna kullanılır, makam, mevki veya kişisel menfaat için araçsallaştırılırsa, bu bilgelik değil, ağır bir yüktür.
​Ancak beyit, bu yükü terk etmenin karşılığında bir vaatte bulunur: “İçindeki ilim ambarını göresin.” Mevlânâ’ya göre gerçek ilim, dışarıdan öğrenilen değil, gönlün derinliklerinde, ruhun özünde saklı olan, ilahî bir lütufla açığa çıkan mârifet yani bilgeliktir. Kişi, nefsanî gayelerden arındığında, dış dünyanın gürültüsünü susturduğunda, taşıdığı yük hafifler ve asıl hazine olan ‘iç bilgi ambarı’ yani sezgi, kalbi idrak ile ulaşılan hakikatler kendisine ayân olur. Bu, “nefsini bilen Rabbini bilir” düsturunun ilimdeki yansımasıdır. Tarihi ve tasavvufi olarak bu, sûfilerin “zâhirî ilim” (dış) ve “bâtınî ilim” (iç) ayrımındaki temel görüşlerden biridir.
​2. Aşkın Ebedi Gözü: Necârzâde Rızâ

​Arapça ve Transkripsiyon:
Gören âşık cemâl-i bâ-kemâlin görmeyen âşık
O gül-ruhsâra bi’llâhi Hudâvend-i cihân âşık
Neccârzâde Rızâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Yemin olsun ki kemâle eren yüzünü gören de âşık, görmeyen de;
Hatta şu kâinatın yaratıcısı dahi senin o gül yüzüne âşık.”
​İzah ve Açıklama
​Necârzâde Rızâ’ya ait olduğu belirtilen bu beyit, Divan şiirinin zirvesindeki ilahi ve beşeri aşkın birleştiği noktayı ifade eder. Beyit, mübalağanın (abartı) ve te’kid (vurgulama, yemin) sanatının en çarpıcı örneklerinden biridir.
​Şair, sevgiliye (mutlak güzelliğe, yani yaratıcının tecellisine) duyulan aşkın evrenselliğini ilan eder. “Kemâle eren yüz” (cemâl-i bâ-kemâl), hem beşeri anlamda en mükemmel güzelliği hem de tasavvufta Cemâl-i İlâhî’yi (Allah’ın güzellik sıfatının tecellisi) simgeler. Aşkın, görmeye ve görmemeye bağlı olmadığını ifade ederek, bu aşkın kaynağının göz değil, kalb olduğunu vurgular. Göz, bir perdedir; asıl aşık olan ruhtur.
​Beytin zirve noktası, “O gül-ruhsâra bi’llâhi Hudâvend-i cihân âşık” mısrasıdır. “Bi’llâhi” (Allah’a yemin olsun) ifadesiyle sevgiliye duyulan hayranlığın ciddiyeti pekiştirilir. Asıl müthiş iddia ise kâinatın yaratıcısının dahi (Hudâvend-i cihân) o gül yüze âşık olmasıdır. Bu ifade, tasavvufi bir derinlik taşır. “Gül yüz”, Mutlak Güzelliğin bir tecellisi olduğundan, aslında Yaratıcı’nın kendi yarattığı güzelliği sevmesi, “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve yarattım” kudsi hadisinin estetik bir yorumudur. Yaratıcının bile hayran olduğu bir güzellik karşısında beşerî aşkın yüceliği ve mazuriyeti anlatılır. Bu, aşkın yaratılışın özünde olduğu fikrinin edebi bir ifadesidir.
​3. Dünyadan El Çekme Sanatı: Sâ’ib-i Tebrîzî

​Farsça ve Transkripsiyon:
Hîç kârî bî-te’emmül gerçi Sâ’ib hûb nîst
Bi-te’emmül âstîn-efşânden ez-dünyâ hoşest
Sâ’ib-i Tebrîzî
​Günümüz Türkçesiyle:
“Ey Sâib! Hiçbir işi düşünmeksizin yapmak güzel değildir.
Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek güzeldir.”
​İzah ve Açıklama
​İsfahan üslûbunun büyük şairi Sâ’ib-i Tebrîzî, bu beytinde dünya görüşü ve eylem hikmetine dair çarpıcı bir paradoks sunar. Beytin ilk dizesi, aklın ve tedbirin gerekliliğini vurgular: Hayatta yapılan her işin, “te’emmül” yani derinlemesine düşünme, ölçüp biçme ile yapılması esastır ve güzelliktir. Bu, İslâm ahlâkında da önemli bir yer tutan ihtiyatlı olma ilkesidir.
​Ancak ikinci mısrada, bu kurala bir istisna getirir ve büyük bir kontrast oluşturur: “Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek (âstîn-efşânden) güzeldir.” Âstîn-efşânden (yenini silkelemek), bir şeyi bırakıp gitme, vedalaşma, kayıtsız kalma anlamlarına gelir. Şairin demek istediği şudur: Dünya, tabiatı itibarıyla geçici, aldatıcı ve nihayetinde bir hapis yeridir. Bu hakikat o kadar aşikâr, o kadar kesindir ki, bu dünyadan yüz çevirmenin, ona bağlanmamanın, onun geçici zevklerine dalmamanın ayrıca bir düşünceye ve tereddüde ihtiyacı yoktur.
​Diğer işler akılla ve tereddütle yapılırken, dünyayı terk etme kararı anlık bir sezgi, bir kalp coşkusu, tereddütsüz bir teslimiyetle verilmelidir. Dünya sevgisi (hubb-ı dünya) öyle bir hastalıktır ki, ondan kurtulmak için en hızlı ve tereddütsüz kararı vermek gerekir. Bu, bir nevi aklın dahi ötesinde bir hakikat idraki gerektiren, anlık bir uyanışın önemini vurgulayan bir ifadedir.
​4. Gecenin Kıymeti ve Bekleyişin Eziyeti: Nâ’ilî

​Arapça ve Transkripsiyon:
Kadem kadem gece teşrifi Nâ’ilî o mehin
Cihân cihân elem-i intizâra değmez mi
Nâ’ilî
​Günümüz Türkçesiyle:
“Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin gece,
Yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi,
dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı çekmeye değmez mi?”
​İzah ve Açıklama
​Divan şiirinin Sebk-i Hindî (Hint Üslûbu) akımının önemli temsilcilerinden Nâ’ilî-i Kadîm’in bu beyti, aşkın ıstırabını ve vuslatın (kavuşmanın) yüceliğini işler. Beyit, zengin imgeler ve söz tekrarlarıyla (tekrîr) sanatsal bir derinlik kazanmıştır.
​Buradaki sevgili, güzelliğiyle “meh” (ay)’a benzetilmiştir. Sevgilinin gelişi, “kadem kadem” (adım adım, yavaş yavaş) gerçekleşir ve bu, onun nazının (aşk oyununun) bir parçasıdır. Gecenin karanlığı içinde ayın yavaşça yükselmesi gibi, sevgilinin gelişi de yavaş ve görkemli bir olaydır. “Teşrif” kelimesi, onun bu gelişine bir şeref ve değer atfeder.
​Bu yavaş ve nazlı gelişin karşısında ise “cihân cihân elem-i intizâr” (dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı) yer alır. “Cihân cihân” (dünyalar dolusu) ifadesiyle, çekilen bekleme acısının büyüklüğü ve derinliği mübalağa sanatı ile anlatılmıştır. Şair, çektiği bu devasa ızdırabı, sevgilinin bir anlık nazlı teşrifine feda etmeyi sorgular ve cevabın kesin bir “değer” olduğu ima edilir. Bu, aynı zamanda tasavvufta seyr ü sülûk (manevi yolculuk) sırasında çekilen zorlukların, Hakikate ulaşma anındaki zevk karşısında önemsiz kalacağını anlatan bir sembolizm de taşır. Aşık, çektiği acının büyüklüğü oranında kavuşmanın lezzetini yüceltir.
​5. Ebedi Hayatın Anahtarı: Hz. Mevlânâ

​Farsça ve Transkripsiyon:
Ger mî-hâhî bekā vü pîrûz, mehosb
Ez-âteş-i ʿaşḳ-ı dûst mî-sûz, mehosb
Sad şeb hoftî vü hâsıl-ı ân dîdî
Ez-bahr-i Hudâ imşeb tâ rûz mehosb
Hz. Mevlânâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet istiyorsan, uyuma!
Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma!
Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün;
Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!”
​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ’nın bu beyti (ki aslında bir kıtadır), tasavvuf yolunun en temel ilkelerinden biri olan uyanıklığı (yakazat) ve gece ibadetinin önemini emreder. Beyit, bir davet ve aynı zamanda bir uyarı niteliği taşır.
​Şair, arayışın amacını en başta koyar: “Bekā vü pîrûz” (ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet). Bu amaca ulaşmanın ilk şartı “mehosb” (uyuma!) emridir. Buradaki uyku (hosb), sadece bedeni uyku değil, asıl olarak gaflet uykusudur. Gaflet, insanın hakikatten, yaratılış amacından ve ilahî aşktan uzak kalması halidir.
​Gerçek hayatı arayan kişiye sunulan yol, **”Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl”**maktır. “Dost” burada Allah’tır. Yanıp yakılmak ise aşkın yakıcı ateşiyle nefsi terbiye etmek, sabaha kadar ibadet etmek ve tefekkürle meşgul olmaktır. İkinci beyit ise bir muhasebe ve teşvik ihtiva eder: “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün.” Gafletle geçirilen ömrün verimsizliği hatırlatılır. Son mısrada ise “Ez-bahr-i Hudâ” (Allah aşkına) diyerek emri en güçlü şekilde tekrar eder: “Bu gece sabaha kadar uyuma!” Mevlânâ, hakikat yolcusuna ebedi saadeti fani uykulara tercih etmesi gerektiğini, uyanıklığın sadece bedeni değil, gönül ve idrak uyanıklığı olduğunu öğütler. Bu, Divan ve Tasavvuf edebiyatında şeb-i ihyâ (geceyi ibadetle geçirme) geleneğinin en güçlü şiirsel ifadelerindendir.
​Makale: Aşk, İlim ve Terk İle Dokunan Uyanışın İpeği
​İnsanlık tarihi, daima bir arayışın, bir uyanışın öyküsüdür. Kadim şairlerin ve sufilerin sözleri ise bu arayışın yol haritası, uyanışın manifestosu olmuştur. Farklı zamanlarda yaşamış, farklı coğrafyalarda kalem oynatmış olsalar da, Mevlânâ, Sâ’ib-i Tebrîzî ve Nâ’ilî gibi üstatların eserleri, ruhun özündeki aynı hakikate parmak basar: Gerçek hayat, gaflet uykusundan uyanmakla başlar. Bu makalede, sunduğumuz beş hikmetli beyit üzerinden, tasavvuf ve irfan yolunun beş temel durağını inceleyeceğiz: İlmin Amacı, Aşkın Evrenselliği, Dünyadan Tereddütsüz El Çekme, Vuslatın Değeri ve Gafletten Kurtuluş.
​1. İlim Yükünden Kurtulup Öz Bilgeliğe Erişim (Mevlânâ)
​Mevlânâ’nın: “Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki / İçindeki ilim ambarını göresin,” uyarısı, bilginin ahlâkî sorumluluğuna dair yüzyıllık bir ders sunar. İlim, modern çağda olduğu gibi eski devirlerde de bir güç aracıydı. Ancak Mevlânâ’ya göre, güç için edinilen bilgi, nefs-i emmârenin (bencillik ve arzuların) hizmetkârı olduğunda, o bilgi bir ışık olmaktan çıkar, taşıyanı ezen ağır bir yüke dönüşür. Bir fâkih (hukukçu) veya bir filozof, bilgisini makam için, tartışmayı kazanmak için kullandığında, aslında kendi içindeki Hakikat ambarının kapısını kapatmış olur. Zira hakiki ilim, “ledün ilmi” denilen, kalb yoluyla edinilen, tevazu ve samimiyetle yeşeren bilgidir. Dış yükü bırakan derviş, içindeki hikmet pınarını bulur ve böylece ilim, yük olmaktan çıkıp “nûr” (ışık) haline gelir.
​2. Aşkın Mutlak Kudreti ve Yaratılışın Gayesi (Necârzâde Rızâ)
​Necârzâde Rızâ’nın beytindeki, “Yemin olsun ki kemâle eren yüzünü gören de âşık, görmeyen de; / Hatta şu kâinatın yaratıcısı dahi senin o gül yüzüne âşık,” ifadesi, aşkı evrenin merkezine koyan bir tasavvufî kozmolojiyi işaret eder. Bu, basit bir beşeri methiye değil, tevhidi (birliği) ilan eden bir sestir. Sevgili, mutlak güzelliğin bir yansımasıdır. Öyle bir yansıma ki, ona duyulan hayranlık, yaratanı da kapsar. Yaratıcının, yarattığı güzelliği sevmesi, yaratılışın aşk ile var olduğu fikrini pekiştirir. Görmenin ve görmemenin ötesindeki aşk, kalbin perdesiz idrakidir. Bu, imtihan dünyasında çektiğimiz tüm acıların, gördüğümüz tüm güzelliklerin nihai gayesinin ilahi güzelliğe (Cemâl-i İlâhî) duyulan sonsuz meyil olduğunu hatırlatır.
​3. Tereddütsüz Terk Kararı: Dünyanın Aldatıcılığı (Sâ’ib-i Tebrîzî)
​”Ey Sâib! Hiçbir işi düşünmeksizin yapmak güzel değildir. / Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek güzeldir,” sözü, Sâ’ib-i Tebrîzî’nin dünya hayatına dair keskin felsefesini ortaya koyar. Bir işe başlarken tedbirli olmak, akıl yürütmek ve sonucu hesaplamak (te’emmül), dünyevi yaşamın bir zorunluluğudur. Ancak şair, dünyaya karşı takınılacak tavırda bu temkinin yersiz olduğunu söyler. Zira dünyanın fâniliği (geçiciliği), te’emmüle gerek duyulmayacak kadar çıplak bir hakikattir.
​”Âstîn-efşânden” (etek silkelemek), yani dünyadan yüz çevirme eylemi, bir zorunluluk değil, bir idrakin meyvesi olmalıdır. O idrak anı geldiğinde, düşünceye, pişmanlığa, ertelemeye yer yoktur. Bir anlık tereddüt, kişiyi dünya bataklığına geri çekebilir. Dolayısıyla hakikat yolcusu, dünyadan el çekme kararını te’emmülsüz, coşkulu ve anlık bir teslimiyetle vermelidir. Bu, dünyaya karşı uyanıklığın zirvesidir.
​4. Vuslatın Bedeli: Bekleyişin Kıymeti (Nâ’ilî)
​Nâ’ilî’nin: “Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin gece, yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi, / dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı çekmeye değmez mi?” beyti, aşkın metafiziğini sabır ve bekleyiş üzerinden kurar. Sevgilinin “kadem kadem” gelişi, manevî yolculuktaki tedriciliği (aşamalı ilerleyişi) simgeler. Vuslat (kavuşma) birdenbire değil, adım adım gerçekleşir.
​Bu nazlı ve yavaş ilerleyişin karşılığı ise **”cihân cihân elem-i intizâr”**dır. Bu büyük acı, vuslat anının değerini katbekat artırır. Eğer sevgili kolayca gelseydi, aşkın ve hasretin anlamı kalmazdı. Bu durum, tarihi bir ibretle, Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’a duyduğu hasrete, ya da tasavvuf yolunda kırk yıl çile çeken bir dervişin tek bir zikir anına erişine benzetilebilir. Çekilen elem, dostun teşrifine bir bedeldir ve bu bedel, verilen karşılığın büyüklüğü (cihân cihân vuslat) yanında anlamsız kalır.
​5. Gafletten Uyanış: Ebedi Hayatın Sırrı (Mevlânâ)
​Mevlânâ’nın son kıtası: “Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet istiyorsan, uyuma! / Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma! / Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün; / Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!” tüm bu felsefelerin pratik bir eylem çağrısıyla sonuçlanmasıdır. Burada uyku, kesinlikle gaflet halidir.
​Bu uyarı, kişinin kendiyle yüzleşmesini gerektirir. Gafletle geçirilen ömür, sonuçsuz bir rüyadan ibarettir. Ebedi saadetin yolu, aşkın ateşine teslim olmaktan ve geceyi ihyâ etmekten geçer. Gecenin sükûneti, kalbin uyanması için en uygun zemindir. Mevlânâ, “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün?” diyerek, okuyucuyu bir muhasebe yapmaya davet eder. Gafletin getirisi hep aynıdır: Hiçlik. Bu nedenle, Allah aşkına, asıl hayatı kazanmak için bu gece (bu an), hakikat yolunda uyanık kalma vaktidir.
​Makale Özeti
​Bu makale, Hz. Mevlânâ, Sâ’ib-i Tebrîzî ve Nâ’ilî’nin hikmetli beytleri üzerinden irfan yolunun beş temel ilkesini ele almıştır. Mevlânâ’nın ilim anlayışı, bilginin nefsanî arzulardan arındırılarak kalbî idrake, yani öz bilgeliğe dönüştürülmesi gerektiğini vurgular. Necârzâde Rızâ’nın aşk tanımı, aşkın kâinatın yaratılış gayesi olduğunu, gören ve görmeyen tüm varlıkların bu mutlak güzelliğe âşık olduğunu gösterir. Sâ’ib-i Tebrîzî, dünya sevgisinden kurtulmanın, üzerinde düşünülmeyecek kadar acil ve keskin bir karar olması gerektiğini savunarak, tereddütsüz terk etme felsefesini sunar. Nâ’ilî ise, sevgilinin adım adım gelen teşrifinin, dünyalar dolusu çekilen bekleme ıstırabına değer olduğunu kanıtlayarak, vuslatın kıymetini bekleyişin zorluğuyla yüceltir. Son olarak Mevlânâ, tüm bu yolların nihai sonucu olarak, ebedi hayatı arzulayan herkesi gaflet uykusundan uyanmaya ve geceyi aşk ateşiyle ihya etmeye davet eder. Tüm bu beytler, özde tek bir mesaja odaklanır: Hakikat, uyanık bir kalbin eseridir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




BERCESTE VE İZAHI – 16 –

BERCESTE VE İZAHI – 16 —

​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​Bu bölümde, her bir beyit ve kıt’a, şairinin ismi, transliterasyonu ve kısa açıklamasıyla birlikte kendi konusu içinde ele alınmıştır.
​A. İktidar, Adalet ve Dünya Fâniliği Teması
• ​Nâbî (Beyit 142)
• ​Beyit (Transliterasyon): Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz
• ​İzah ve Açıklama: Biz, mevki ve makam (câh) memleketinin taştan yapılmış nice kalelerini gördük ki, kırık kalbin (inkisâr) beddua ahının toplarına dayanamamışlardır.
• ​Ziyâ Paşa (Beyit 125)
• ​Beyit (Transliterasyon): Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına
• ​İzah ve Açıklama: Ey Rabbim! Yeryüzünü zulümle perişan eden zalimlerin toprağın altına girdiklerindeki hâli (zîr-i hâkin hâleti) akıllarına hiç gelmez mi acaba?
• ​Lâedrî (Beyit 156)
• ​Beyit (Transliterasyon): Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser
• ​İzah ve Açıklama: Zâlimin gelecek ipini (ikbâlini), mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser.
• ​Bâkî (Beyit 82)
• ​Beyit (Transliterasyon): Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir
• ​İzah ve Açıklama: Fazilet ehli insanların dünyevî makam mevkî olarak alt kısımlarda yer alması şaşırtıcı değildir. Denize bakın, ne kadar çöp varsa (hâr ü has) hep üst kısımdadır.
• ​Örfî (Beyit 95)
• ​Beyit (Transliterasyon): Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir
• ​İzah ve Açıklama: Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin (bahr-i serâb) üstündedir.
• ​Bâkî (Beyit 112)
• ​Beyit (Transliterasyon): Baş eğemez edâniye dünyâ-yı dün için / Allâh’adır tevekkiülümüz i’timâdımız
• ​İzah ve Açıklama: Biz, bu değersiz dünya (dünyâ-yı dün) için aşağılık kimselere (edâniye) boyun eğmeyiz. Bizim tevekkülümüz ve güvenimiz Allah’adır.
​B. Manevi Olgunluk ve Hikmet Teması
• ​Ziyâ Paşa (Beyit 136)
• ​Beyit (Transliterasyon): Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde
• ​İzah ve Açıklama: Bir kişinin yeteneğini gösteren şey ne söylediğinden ziyade ne yaptığıdır. Çünkü bir insanın aklının derecesi ancak eseri üzerinde görülür.
• ​Yûnus Emre (Beyit 134)
• ​Beyit (Transliterasyon): Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil
• ​İzah ve Açıklama: Dervişlik, sadece hırka giymek ve başına taç takmakla olmaz. Gönlünü derviş edebilen kişi, zaten hırkaya muhtaç değildir.
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 135)
• ​Beyit (Transliterasyon): Âsûde kesî ki der-kem u bîşi nîst… Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst
• ​İzah ve Açıklama: Azı ve çoğu düşünmeyen, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olan kimse, dünyaya da dünya halkının gamına da aldırış etmez. Kendisinden de zerre kadar bir benlik duygusu (hîşî) kalmaz.
• ​Lâedrî (Beyit 139)
• ​Beyit (Transliterasyon): Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer
• ​İzah ve Açıklama: Peygamber Efendimiz ﷺ bir beşerdir; fakat diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise Allah Rasûlü de insanlar arasında öyledir.
• ​Nef’î (Beyit 118)
• ​Beyit (Transliterasyon): Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil / Çarha ile söyleşemem âyînesi sâf değil
• ​İzah ve Açıklama: Mucizevi sözler söyleyen bir papağan gibiyim. Söylediğim şeyler sıradan sözler değil. Ben, bu dönen gökyüzü (Çarh) ile söyleşemem çünkü onun aynası saf (temiz) değil.
• ​Nâ’ilî (Beyit 143)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ey Nâ’îlî hamûşi mahz-ı hikmetdir ammâ / Eş’ârı böyle söyler üstâd söyleyince
• ​İzah ve Açıklama: Ey Nâ’îlî! Susmak (hamûşî) hikmetin kaynağıdır, bunu biliyoruz. Fakat üstat (üstâd) şiir söyleyince de böyle güzel söylüyor.
• ​Zârifi (Beyit 124)
• ​Beyit (Transliterasyon): Meşveretsiz kim ki bir iş işleye / Şol nedâmet parmağın çok dişleye
• ​İzah ve Açıklama: Eğer bir kimse istişare edip danışmadan (meşveretsiz) bir iş yaparsa; parmağını pişmanlıkla (nedâmet) ağzına götürür ve çokça ısırır.
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 138)
• ​Beyit (Transliterasyon): Çift-i mâyî çift bâyed hem-sıfat… Der do-çift-i kefş ü mûze der niger
• ​İzah ve Açıklama: Eşlerin birbirine benzemesi (hem-sıfat) lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak. Ayakkabının bir teki ayağa dar gelir ise ikisi de işe yaramaz.
​C. Aşk, Teslimiyet ve Çile Teması
• ​Muhibbî (Beyit 133)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet / Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi
• ​İzah ve Açıklama: Bu yeme, içme ve eğlenceyi (ayş ü işret) bırak. Çünkü sonu kötüdür, fâniliktir. Gerçek, ebedî bir sevgili (Yâr-ı bâkî) ister isen, ibadet (ta’at) gibisi yoktur.
• ​Ayaşlı Muallim Şâkir (Beyit 128)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil / Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil
• ​İzah ve Açıklama: Ne kahrı düşmanın elinden ne de iyiliği dosttan bil. Bütün işlerini Allah’a bırak (tefvîz et), sana gelen her şeyi yüce Allah’tan bil.
• ​Dürrî (Beyit 69)
• ​Beyit (Transliterasyon): Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir
• ​İzah ve Açıklama: Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür.
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 141)
• ​Beyit (Transliterasyon): Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned
• ​İzah ve Açıklama: Şu ney nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun feryadı ayrılıkların (cüdâyîhâ) destanı, hikâyesidir.
• ​Fuzûlî (Beyit 123)
• ​Beyit (Transliterasyon): Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su
• ​İzah ve Açıklama: Ey gözlerim! Gönlümdeki yangını söndürmek için boşuna yaşlar serpip durmayın. Benim gönlümde öyle bir yangın var ki artık ona su kâr etmez.
• ​Fuzûlî (Beyit 137)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ârızın yâdıyle nemnâk olsa müjgânım n’ola / Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su
• ​İzah ve Açıklama: Ey sevgili! Senin yanağını anınca kirpiklerim ıslansa buna hiç şaşılır mı? Gül isteyenin dikenleri sulaması (hâre su vermek) lüzumsuz değildir.
• ​Fuzûlî (Beyit 143)
• ​Beyit (Transliterasyon): Gam günü etme dil-i bîmârdan tîğin dırîğ / Hayr’dır vermek karanû gicede bîmâre su
• ​İzah ve Açıklama: Ey sevgili! Gam günü geldiğinde bu hasta gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme. Karanlık gecede, hastaya su vermek hayırlı bir iştir, sevaptır.
• ​Fuzûlî (Beyit 113)
• ​Beyit (Transliterasyon): Âh u feryâdın Fuzûlî incitipdir âlemi / Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedir
• ​İzah ve Açıklama: Ey Fuzûlî! Senin aşkından dolayı inlemelerin insanları incitiyor. Eğer bu aşk belasından hoşnut isen, neden bu kadar feryat ediyorsun?
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 129)
• ​Beyit (Transliterasyon): Bî-çâre ter ez-âşık-ı bî-sabr kocâst?… Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vu ne cefâst
• ​İzah ve Açıklama: Gerçek aşkta ne vefa ne de cefa vardır. Sabırsız aşıktan daha zavallı kim vardır? Zira bu aşk, hiç dermanı olmayan bir derttir.
• ​Şeyhülislâm Yahyâ (Beyit 111)
• ​Beyit (Transliterasyon): Getirdin ey dil-i âvâre sîneye bir bir / Ne denlü gussa vü gam varsa âşinâ diyerek
• ​İzah ve Açıklama: Ey avare gönlüm! Ne kadar çok sıkıntı, keder varsa, bunlar sana dosttur (âşinâ) diyerek bir bir gönlüme getirdin.
​II. Ebediyetin Aynası ve Aşkın Zorlu Yolu: Hikmet, Adalet ve Gönül
​Bu geniş edebi ve tarihi külliyat, insanlığın evrensel sorgulamalarına cevap arayan birer hikmet pınarıdır. Beyitler, bizi geçici olan (fânî) ile kalıcı olan (bâkî) arasındaki çetin seçimle yüzleştirir.
​A. Adaletin Zirvesi ve Fâniliğin İbreti
​Makalenin temeli, dünya iktidarının ne kadar fani ve aldatıcı olduğu gerçeği üzerine kuruludur. Bâkî, dünyevî makamları (izz ü câh) deniz üstündeki çer-çöpe benzeterek, erdemin görünür olana değil, öze ait olduğunu vurgular. Örfî, iyi giden günlerin bile serap denizi üzerinde ilerleyen bir gemi olduğunu hatırlatarak, gafletten uyanmayı emreder.
​Bu fani düzende, ilahi adalet mutlak ve kaçınılmazdır. Nâbî’nin ifadesiyle, kırık bir kalpten çıkan âh, en sağlam taş kaleleri (sengîn hisâr) dahi yıkan bir top gücü taşır. Ziyâ Paşa, zulmedenlerin sonunu, yani toprağın altındaki hâli unutmalarının en büyük körlük olduğunu sorgular. Lâedrî, bu durumu kesin bir hükümle tamamlar: “Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser”. Bu tarihi ve ibretli uyarılar, insanı dünya zevklerine karşı uyarır ve Bâkî’nin teslimiyetini getirir: Biz bu değersiz dünya için aşağılık kimselere boyun eğmeyiz, bizim güvenimiz Allah’adır.
​B. Kâmil Olgunluk ve Sözün Asaleti
​Fâniliğin farkında olan ruh, iç bir olgunluğa yönelir. Bu olgunluk, Yûnus Emre’nin dediği gibi, hırka veya taçla değil, gönlün derviş edilmesiyle elde edilir. Hz. Mevlânâ ise, bu gönül zenginliğinin zirvesini benliksizlik (hîşî nîst) olarak tanımlar; azlık ve çokluk kaydından azade olmaktır.
​İnsan zâtındaki bu asaleti, söz ve eserle dışa vurur. Ziyâ Paşa, aklın derecesinin laf ile değil, eserle görünür olduğunu belirtir. Ancak bu eser, Nef’î’nin kendini **”mucizevi sözler söyleyen papağan”**a benzetmesi gibi, ancak hakikati yansıtabilecek bir saflıkta olmalıdır. Nâ’ilî, susmanın hikmet olduğunu bilmekle birlikte, üstâdın şiirinin bu kuralı bozacak kadar güzel olması gerektiğini savunarak, edebi ifadenin gücünü yüceltir. Lâedrî ise, tüm bu manevi saflığın zirvesini, Hz. Peygamber’in “taşlar arasındaki yakut” meseliyle, özün ve asaletin fiziksel görünüşün ötesinde olduğunu ifade ederek taçlandırır.
​Hikmet yolu, aynı zamanda akıl ve istişare yoludur. Zârifi, meşveretsiz iş yapanın pişmanlık parmağını dişleyeceğini ibretle anlatır. Mevlânâ ise, bu dünyadaki her türlü eşleşmede uyumun (hem-sıfat) önemini, ayakkabı çiftlerinin işe yaramazlığı örneğiyle açıklar.
​C. Gönül Kederini Aşinâ Bilmek ve Ebedi Sevgiliye Teslimiyet
​Fani zevkleri bırakan (ayş ü işret) ve tüm işlerini Allah’a havale eden (tefvîz et) kişi için tek yol Yâr-ı Bâkî’ye (Ebedi Sevgili) yönelmektir. Muhibbî’ye göre bu yolun anahtarı ibadettir (ta’at).
​Bu manevi yol, kaçınılmaz olarak gussa ve gam verir. Şeyhülislâm Yahyâ, avare gönlün tüm kederleri dost (âşinâ) diyerek sinesine topladığını ifade ederek, acının bile manevi bir terbiye aracı olduğunu gösterir. Bu keder, Dürrî’de seher vaktinin âhı ile çözülen bir düğüme dönüşür.
​Aşkın zirvesi ise Fuzûlî’nin o muazzam yakarışlarında görülür. Gönlündeki aşkın yangınına gözyaşı bile çare kılmaz. Âşık, sevgiliye yalvarırken, gam gününde cefa veren keskin bakışlarını esirgememesini ister; çünkü bu cefa, karanlık gecede hastaya su vermek gibi bir hayırdır. Zira gül isteyen, dikenleri (hârı) de sulamayı göze almıştır. Mevlânâ’nın dediği gibi, gerçek aşkta zaten ne vefa ne de cefa aranır; aşk, başlı başına bir derttir ve dermanı yoktur. Bu, ayrılığın feryadını (cüdâyîhâ) dinleyen Ney’in hikâyesidir.
​Fuzûlî’ye yöneltilen o düşündürücü soru, bu çilenin özünü özetler: “Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedir”. Eğer aşk belasından hoşnutsan, bunca feryat neden? Cevap, aşkın, rızanın ve feryadın aynı anda var olabildiği, insana özgü, en derin ve en edebi maneviyat hâlinde gizlidir.
​ÖZET
​Bu makale, 24 berceşte beyitten oluşan geniş bir külliyatı, Adalet, İç Olgunluk ve Aşk-ı İlâhî temaları altında incelemektedir. Ziyâ Paşa ve Nâbî’nin beyitleriyle zulmün fâniliği ve kırık kalbin ahının (top-ı inkisâr) gücü vurgulanmış, Bâkî ve Örfî’nin mısralarıyla dünyanın geçiciliğine karşı tevekkül ve i’timadın önemi belirtilmiştir. Manevi olgunluk yolunda, Yûnus Emre’nin gönül dervişliği, Ziyâ Paşa’nın esere bakma ilkesi ve Lâedrî’nin Hz. Peygamber’i yakuta benzetmesiyle özün asaleti ele alınmıştır. Makalenin son bölümünde ise, Muhibbî’nin ibadetle ebedi sevgiliye yöneliş çağrısı, Fuzûlî’nin söndürülemez aşk ateşi ve Hz. Mevlânâ’nın ayrılık feryadı (ney) ile aşkın çileli ancak yüce mertebesi işlenmiştir. Tüm bu beyitler, insanın fani dünyanın aldatmacasına karşı, hikmet, teslimiyet ve ilahi aşkla donanmış kâmil bir ruha ulaşma mücadelesini edebi ve ibretli bir dille özetler.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025




BERCESTE VE İZAHI – 15 –

BERCESTE VE İZAHI – 15 —

I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
Aşağıdaki beyitler, farklı şair ve düşünürlerin kaleminden süzülmüş, her biri insan ve kâinat hakkındaki derin bir gerçeği yansıtan edebi ve hikmetli mirasımızın zirve noktalarıdır.
A. Adalet ve İktidarın Fâniliği Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 142 | Nâbî | Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz | Biz, mevki ve makam memleketinin taştan yapılmış nice kalelerini gördük ki onlar beddua ahının toplarına dayanamamışlardır. |
| 125 | Ziyâ Paşa | Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına | Ey Rabbim! Yeryüzünü zulümle perişan eden zalimlerin toprağın altına girdiklerindeki hâli akıllarına hiç gelmez mi acaba? |
| 156 | Lâedrî | Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser | Zâlimin gelecek ipini yani gelecek güzel günlerini mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser. |
| 82 | Bâkî | Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir | Fazilet ehli insanların dünyevî makam mevkî olarak alt kısımlarda yer alması şaşırtıcı değildir. Denize bakın, ne kadar çöp varsa hep üst kısımdadır. |
| 95 | Örfî | Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir | Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların, elemlerin vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin üstündedir. |
B. İç Hakikat ve Manevi Olgunluk Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 138 | Ziyâ Paşa | Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde | Bir kişinin yeteneğini gösteren şey ne söylediğinden ziyade ne yaptığıdır. Çünkü bir insanın aklının derecesi ancak eseri üzerinde görülür. |
| 134 | Yûnus Emre | Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil | Dervişlik, sadece hırka giymek ve başına taç takmakla olabilecek bir şey değildir. Gönlünü derviş edebilen kişi, zaten hırkaya muhtaç değildir. |
| 135 | Hz. Mevlânâ | Âsûde kesî ki der-kem u bîşi nîst… Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst | Azı ve çoğu düşünmeyen, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olan kimse, dünyaya da dünya halkının gamına da aldırış etmez. Kendisinde de zerre kadar bir benlik duygusu kalmaz. |
| 122 | Fuzûlî | Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü / İstılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz | Eğer bir kimsenin karakterinde kötülük küfürü, karanlığı varsa; o kişi bütün dini terimleri öğrense bile hakiki bir müslüman olamaz. |
| 127 | Bâkî | Bâtıl hemîşe bâtıl u bîhûdedir velî / Müşkil budur ki sûret-i hakdan zuhûr ede | Bâtıl, her zaman bâtıldır ve faydasızdır; fakat sıkıntılı olan nokta şu ki bazen hak suretinde sanki doğruymuş gibi görünür. |
| 139 | Lâedrî | Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer | Peygamber Efendimiz ﷺ bir beşerdir; fakat diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise Allah Rasûlü de insanlar arasında öyledir. |
C. Aşk, Teslimiyet ve Zamanın İdrakı Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 141 | Hz. Mevlânâ | Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned | Şu ney nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun feryadı ayrılıkların destanı, hikâyesidir. (Ney, nefsani arzulardan kurtulmuş, ilâhî sevgi ile dolmuş kâmil insanın sembolüdür.) |

| 69 | Dürrî | Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir | Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür. |
| 121 | Hz. Mevlânâ | İn bâd-ı seher mehrem-i râzest mehosb / Hengâm-ı tazarru’ u niyâzest mehosb | Bu sabah rüzgârı, âşıkların sırrına mahremdir, uyuma. Yalvarıp yakarma, dua zamanıdır, uyuma. |

| 133 | Bahtî (I. Ahmed) | N’ola tacım gibi başımda götürsem dâ’im / Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün | Daima tacım gibi başımda götürsem şaşılır mı? O, resullerin şahı Hz. Peygamber’in ayağının resmidir. |
II. Gönül Kalelerinin Fethi: Ebediyet Uğruna Fani Dünyayı Aşmak
Divan ve Tekke şiirinin görkemli sancağı altında toplanan bu beyitler, insanın tarihi, edebi ve manevi yolculuğunun üç ana durağını aydınlatır: Zâlimin çöküşü (Adalet), kâmil insanın inşası (Hakikat) ve aşkın son durağı (Ebediyet). Bu kâinat divanında, söz, sadece bir ifade değil, aynı zamanda ibret ve hikmetin ta kendisidir.
A. İktidarın Serabı ve Adaletin Kaçınılmaz Yıkımı
Dünya, şairlerin gözünde, asla güvenilmeyecek, geçici bir serap denizidir. Örfî, hayat gemisinin yolculuğunu bu tehlikeli fânilikle belirler: “Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir”. Bu serap dünyada, makam ve mevkii (izz ü câh) temsil edenler, aslında denizin yüzeyindeki değersiz çer-çöp (hâr ü has) gibidir. Fazilet ehli ise, ağırlıklarıyla dibe çöker, gözden ırak kalır.
Ancak bu dünya düzeninde, ilahi adalet her zaman en büyük yıkıcı güçtür. Nâbî, tarihe not düşen bir hikmetle, kırık kalbin (inkisâr) âhının toplarından daha güçlüsünün olmadığını haykırır: “Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz”. Bu ibretli gerçeği, Lâedrî bir tehdit olarak tamamlar: “Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser”. Zâlim, kendi sonunu getiren o âhı unutur. Ziyâ Paşa, bu unutkanlığı sorgular: “Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına”. En büyük kibir, toprağın altındaki hâli unutmaktır.
B. Kâmil İnsanın İnşası: Benliksizlik ve Eser
İktidarın ve zâlimin akıbeti bilindikten sonra, düşündürücü bir biçimde, insanın kendini inşa etme süreci başlar. Bu sürecin temeli, dış gösterişin reddidir. Yûnus Emre, dervişliğin hırka veya taç gibi simgelerle değil, gönül haliyle mümkün olduğunu söyler: “Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil”.
Manevi olgunluğun zirvesi, benliksizlikte yatar. Hz. Mevlânâ’ya göre huzurlu (âsûde) kişi, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olduğu gibi, “Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst”. Yani, kendisinde zerre kadar bir benlik duygusu kalmamıştır.
Bu iç saflık, dış dünyaya eylem (iş) ve eser olarak yansımalıdır. Ziyâ Paşa’nın meşhur uyarısı bu noktada temel bir hikmettir: “Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde”. Bir kişinin aklının derecesi, boş lafta değil, ortaya koyduğu eserde görülür. Ancak bu yolda, bâtılın hak suretinde görünme tehlikesi de vardır. Fuzûlî, en büyük tehlikenin zattaki kötülük olduğunu vurgular: “Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü / İstılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz”. Yani, ilim ve dini terimleri öğrenmek, zâtındaki (karakterindeki) kötülüğü gidermez.
Bu hakikat arayışının nihai örneği ise, Lâedrî’nin tarif ettiği Yakut-Beşer örneğidir: “Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer”. Hz. Peygamber, bedenen insan olsa da, özü itibarıyla taşlar arasındaki yakut gibi eşsizdir; hakiki değerin zatta olduğunu ispatlar. Bu yüce makama olan bağlılığı ise, I. Ahmed’in beytinde görürüz: “N’ola tacım gibi başımda götürsem dâ’im / Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün”.
C. Ayrılığın Feryadı ve Aşkın Ebedi Gecesi
Manevi yolculuğun kaynağı ve enerjisi ise aşktır. Bu aşk, Mevlânâ’nın ünlü Ney metaforuyla anlatılır: “Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned”. Ney’in feryadı, ayrılıkların (cüdâyîhâ) hikâyesidir; insanın ilahi kaynağından kopuşunun ve ona duyduğu sonsuz özlemin edebi ifadesidir.
Bu özlem, ruhta bir yangın başlatır. Fuzûlî, gözyaşlarının dahi söndüremediği bu muazzam aşk ateşini dile getirir: “Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su”. Âşık, bu çilenin ortasında dahi sevgiliye teslimdir. Gözyaşıyla dikenleri sulasa bile, gülün açması için bu fedakârlık boşa gitmez: “Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su”. Hatta sevgiliye yalvararak, gam gününde kılıç gibi keskin bakışlarını esirgememesini ister; zira bu cefa, karanlık gecede hastaya su vermek gibi bir hayırdır.
Bu aşk yolunda yalnızlık ve sıkıntılar bir düğüm oluşturduğunda, Dürrî, çözümü seher vaktinin teslimiyetine bağlar: “Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir”. Mevlânâ da aynı çağrıyı yapar: “İn bâd-ı seher mehrem-i râzest mehosb / Hengâm-ı tazarru’ u niyâzest mehosb”. Seher, yakarış ve dua zamanıdır, uyuma!
Tüm bu manevi yolculuk, zamanın idrakıyla nihayete erer. Yahya Kemal, hayatın “Dönülmez akşam” ufkunda olduğunu haykırarak, kalan ömrün nasıl geçtiğine dikkat çeker: “Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç”. Zamanın geçiciliği, bireyi nihai hakikate, ebedi sevgiliye yönlendirir.
ÖZET
Bu makale, Divan ve Tekke şiirinin 18 seçkin beyitini (Nâbî, Ziyâ Paşa, Fuzûlî, Mevlânâ, Bâkî, Yûnus Emre, Yahya Kemal ve diğerleri) bir araya getirerek, Adalet, Hakikat ve Aşk temalarında derin bir hikmet sunmuştur. Makale, ilk olarak Nâbî’nin **”âh-ı inkisâr”**ının zalimin kalesini yıkan gücüyle ve Ziyâ Paşa’nın zalimin ölüme karşı unutkanlığıyla dünyevî iktidarın fâniliğini işlemiştir. Ardından, Yûnus Emre’nin gönlün dervişliği, Ziyâ Paşa’nın aklın eserde görünmesi ve Mevlânâ’nın benliksiz huzuruyla (hîşî nîst) kâmil insanın inşası ele alınmıştır. Son olarak, Mevlânâ’nın Ney’in ayrılık feryadı ve Fuzûlî’nin söndürülemez aşk ateşi üzerinden aşkın ebedi ve çileli yolculuğu anlatılmıştır. Makale, Yahya Kemal’in “Dönülmez akşamın ufkundayız” uyarısıyla, tüm bu manevi derslerin zamanın idrakı ile anlam kazandığını vurgulamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




ZITLIKLARIN YARATILMASINDA MANALAR

ZITLIKLARIN YARATILMASINDA MANALAR

1. HİKMET CİHETİ: Zıtların birlikte yaratılışı, kemâlin ve terakkînin şartıdır.

Hikmet, Allah’ın her şeyi gayeli, ölçülü ve yerli yerince yaratmasıdır.
Cenâb-ı Hak, kâinatta “zıtlık” kanununu hikmetinin bir gereği olarak koymuştur. Çünkü zıt olmadan terakki, kemal, imtihan, marifet ve tecelli olmaz.

🔸 Misaller:
• Ruh – Nefis: Ruhun yükselmesi, nefse karşı mücahedeyle olur.
Eğer nefis olmasa, sabır, irade, cihad, takva gibi kemalatlar ortaya çıkmazdı.
• İman – Küfür: İmanın değeri, küfür imkânının varlığıyla anlaşılır.
• Nur – Zulmet: Nurun kıymeti karanlıkla bilinir.
• Hayır – Şer: Şer olmazsa hayrın farkı idrak edilmez.
Cenâb-ı Hak, zıddiyet içinde güzellikleri gösteriyor; çunkü her şey zıddıyla bilinir.

Hikmet yönüyle, zıtlıklar, varlığın güzelliğini, denge ve intizamını temin eder.
Bir tablo, sadece beyazla olmaz; karanlık renkler de lazımdır ki sanat tecelli etsin.

🌸 2. MANA CİHETİ: Zıtlar, tevhidin manasını ve esmanın tecellisini gösterir.

Mana yönüyle, zıtlıklar Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli zeminidir.
Çünkü her bir isim, ancak zıddının varlığıyla anlaşılır.
🔸 Misaller:
• Şifa ismi, hastalığın varlığıyla tecelli eder.
• Rezzâk ismi, açlık duygusuyla anlaşılır.
• Rahîm ismi, aciz ve muhtaç varlıklarla görünür.
• Gafûr ismi, günah ve kusur zemini olmadan bilinmez.
Zıtların bir arada olmasında, esma-i İlahiye’nin çeşit çeşit tecellileri görünür.

Dolayısıyla, dünyadaki zıtlıklar — melek-şeytan, ruh-nefis, hayır-şer — hepsi Allah’ın isimlerinin aynasıdır.
Şeytan olmasa Hâdî ismi,
Hastalık olmasa Şâfî ismi,
Gece olmasa Nur ismi tam tecelli etmezdi.

🌼 3. MASLAHAT CİHETİ: Zıtlıklar imtihanın ve adaletin gereğidir.

Maslahat, bir şeyin yaratılış gayesindeki fayda ve hikmet bütünlüğüdür.
Allah insanı imtihan için yaratmıştır (Mülk, 2).
İmtihanın anlamlı olması için iki yol bulunmalıdır: hayır ve şer, doğru ve yanlış, melek ve şeytan, ruh ve nefis…
“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.”
(İnsan Sûresi, 2–3)
Bu ayet, zıtların imtihan hikmetini açıklar.
İnsan, ruh ve nefis arasında tercih yaparak iradesini, ahlakını, yönünü belirler.
Bu da onun sorumluluğunu doğurur.

Nitekim kötülüğün başı olan Şeytanın hilkati, küfür için değil; belki imtihan ve mücahede içindir.
Cihad ve terakki onunla olur.
Tıpkı gübrenin tohumun yetişmesine vesile olması gibi.
Yani: Şeytan musibet değil, bir imtihan vasıtasıdır.
Tıpkı ateşin hem yakıcı hem de pişirici olması gibi.

🌷 4. FAYDA CİHETİ: Zıtlıklar, kemâl, denge, güzellik ve şükür doğurur.

Zıtlar arasındaki mücadele, varlığı canlı, dinamik, anlamlı kılar.
Zıtlık olmasaydı tefekkür, şükür, dua, mücadele, kıymet, hassasiyet olmazdı.

🔸 Ruh ve nefis:
• Mücahede doğurur → terakki sağlar.
• Nefis olmasa sabır, azim, tevekkül gibi faziletler bilinmezdi.
🔸 Şeytan ve melek:
• Melek, itaatin zirvesi;
• Şeytan, inkârın zirvesi.
İnsan ise bu ikisi arasında imtihanın merkezidir.
Bu sayede insan, meleği de geçebilir, şeytana da düşebilir.
🔸 Madde ve mana:
• Madde, sınavın sahasıdır.
• Mana, yön ve hedefidir.
Madde olmadan amel; mana olmadan yön olmaz.
Birlikte yaratılmışlardır ki insan maddeden manaya, şekilden hakikate yürüsün.

Hayır ve şer, sıhhat ve maraz, hayatın nakışlarını teşkil eder; kâinat bir nakıştır ki, zıtların ahengiyle güzelleşmiştir.

🌺 SONUÇ: Zıtların Hikmet, Mana, Maslahat ve Fayda Tablosu

Cihet -Zıtların Rolü -Sonuç
Hikmet -Kemâl ve terakki için yaratılmıştır.
Gelişim ve denge doğurur.
Mana-Esma-i İlahiye’nin tecelli zemini.
Allah’ın isimleri görünür hale gelir.
Maslahat-İmtihan ve adaletin gereğidir.İnsan iradesiyle değer kazanır.
Fayda-Mücadele, tefekkür, şükür ve kemal doğurur.Ruhsal yükseliş, manevî zenginlik olur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025