BERCESTE VE İZAHI – 14 –

BERCESTE VE İZAHI – 14 —

Bu seçkin beyitler dizisi, Divan ve Tekke şiirinin en temel eğitimlerini; dünyanın fâniliğini, ilahi adaleti, aklın ve istişarenin önemini, rıza makamını ve ilahi aşkın sırrını bir araya getirerek geniş, kapsamlı ve düşündürücü bir manevi yol haritası sunar. Her bir beyit, kendi konusu içinde ele alınarak, birbiriyle uyumlu ve bütünlük içerisinde, hikmetli bir makaleye dönüştürülmüştür.
​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​1. Lâedrî – Beyit 156
​Beyit (Transliterasyon):
Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser
Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser
İzah: Zâlimin gelecek ipini yani gelecek güzel günlerini mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser.
​2. Dürrî – Beyit 69
​Beyit (Transliterasyon):
Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn
Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir
İzah: Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür.
​3. Örfî – Beyit 95
​Beyit (Transliterasyon):
Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd
Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir
İzah: Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların, elemlerin vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin üstündedir.
​4. Hz. Mevlânâ – Beyit 129
​Beyit (Transliterasyon):
Bî-çâre ter ez-âşık-ı bî-sabr kocâst?
Kin aşk gırıftârî-yi bî-hîç devâst
Derman-ı gam-ı aşk ne bohl u ne riyâst
Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vü ne cefâst
İzah: Sabırsız âşıktan daha zavallı kim vardır? Zira bu aşk, hiç dermanı olmayan bir derttir. Aşk derdinin ilacı ne cimrilik ne de riyadır. Gerçek aşkta ise ne vefa ne de cefa vardır.
​5. Zârifi – Beyit 124
​Beyit (Transliterasyon):
Meşveretsiz kim ki bir iş işleye
Şol nedâmet parmağın çok dişleye
İzah: Eğer bir kimse istişare edip danışmadan bir iş yaparsa; parmağını pişmanlıkla ağzına götürür ve çokça ısırır.
​6. Ayaşlı Muallim Şâkir – Beyit 128
​Beyit (Transliterasyon):
Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil
Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil
İzah: Ne kahrı düşmanın elinden oluyor zannet ne de iyiliği dosttan bil. Bütün işlerini Allah’a bırak, her şeyi gönül hoşluğu ile karşıla. Sana gelen her şeyi yüce Allah’tan bil.
​9. Fuzûlî – Beyit 123
​Beyit (Transliterasyon):
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su
İzah: Ey gözlerim! Gönlümdeki yangını söndürmek için boşuna yaşlar serpip durmayın. Benim gönlümde öyle bir yangın var ki artık ona su kâr etmez.
​10. Muhibbî – Beyit 133
​Beyit (Transliterasyon):
Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi
İzah: Bu yeme, içme ve eğlenceyi bırak. Çünkü sonu kötüdür, fâniliktir. Gerçek, ebedî bir sevgili (yâr-ı bâkî) ister isen, ibadet gibisi yoktur.

​II. Adaletin Sırrı, Hikmetin Dengesi ve Aşkın Ebedi Yolu Üzerine Makale

​Edebiyatımızın en nadide örneklerinden oluşan bu beyitler, bizlere bir yandan dünyanın geçici ve aldatıcı yüzünü gösterirken, diğer yandan ilahi adaletin ve manevi kurtuluşun kapılarını aralamaktadır. Bu beyitler, hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir hayatı, tarihi şairlerimizin edebi zarafetiyle sunar.
​Dünya Denizinde Fânilik ve Adaletin Sancısı
​Şairlerin mısraları, dünyaya dair ilk ve en önemli dersi verir: Bâkî, faziletin kıymetini dünyanın gözden kaçırmasını, bir deniz teşbihiyle açıklar.
​Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir

​Dünyevî itibar ve makam (izz ü câh), denizin yüzeyindeki çer-çöp (hâr ü has) gibidir; hafif oldukları için suyun üstünde yüzerler. Oysa asıl değerli olan (fazilet ehli), ağırlıkları nedeniyle “alt kısımlarda” kalır. Bu, dünyanın değer yargılarına yönelik keskin bir eleştiridir. Bu fânilik ve aldanış uyarısı, Örfî’nin beytinde bir zirveye ulaşır.
​Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir

​Ey Örfî! Geçici iyi günlere sevinme, çünkü sıkıntı gemin dahi, suya kavuşulamayan bir serap denizi üzerinde ilerlemektedir. Her iki şair de, dünya saadetinin bir yanılma, bir tuzak olduğu konusunda tarihi bir uyarıda bulunur.
​Bu fânilik içerisinde, ilahi adalet tek mutlak hakikattir. Lâedrî, mazlumun ahının gücünü, zalimin taştan kalesini yıkan topa benzetir (Önceki beyitlerimizde bu tema işlenmişti), burada ise ikbal ipini kesen kılıç olarak gösterir:
​Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser

​Yani, zalimin geleceği ve haksız yere başkasının rızkını kesenin kendi rızkı, manevi bir kuvvet olan mazlumun bir âhı ile kesilir. Bu, dünya hayatında adaletin gecikebileceği, ancak asla yok olmayacağı yönünde ibretli bir hükümdür.

​Hikmetin Dengesi: İstişare, Uyum ve Rıza Makamı

​Fâniliğin ve adaletin bilincinde olan insan, hayatını hikmet ile tanzim etmelidir. Zârifi, akılla hareket etmenin temel kuralını koyar:
​Meşveretsiz kim ki bir iş işleye / Şol nedâmet parmağın çok dişleye

​İstişare (meşveret) etmeden iş yapan kişi, kaçınılmaz olarak pişmanlığa düşer ve nedamet parmağını ısırır. Bu, bireysel karar alma süreçlerinde bile aklın ve kolektif bilincin rehberliğini emreden tarihi ve düşündürücü bir hükümdür.
​Akıl ve mantıkla atılan adımların yanı sıra, toplumsal ve kişisel huzur için uyum ve denge şarttır. Hz. Mevlânâ, bu dengeyi en basit örnekle anlatır:
​Çift-i mâyî çift bâyed hem-sıfat / Tâ ber-âyed kârhâ bâ-maslahat / Çift bâyed ber misâl-i hem-diger / Der do-çift-i kefş ü mûze der niger

​Eşler (veya ortaklar) aynı vasıflara (hem-sıfat) sahip olmalıdır ki işler uygunlukla (maslahat) yürüsün. Tıpkı bir çift ayakkabının teki dar gelince ikisinin de işe yaramaması gibi, uyumsuzluk bütünü bozar.
​Tüm bu çabaların üstünde ise rıza ve teslimiyet makamı gelir. Ayaşlı Muallim Şâkir, imanın huzurunu verir:
​Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil / Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil

​Sana gelen ne düşmanın kahredici eliyle ne de dostun lütfuyla gelmiştir; her şeyi Yüce Allah’tan (Cenâb-ı Kibriyâdan) bil ve işlerini O’na havale et (Hakk’a tefvîz et). Bu, kader karşısında tam teslimiyeti ve gönül hoşluğunu emreden en büyük hikmet dersidir.
​Aşkın Sonsuz Ateşi ve Ebedi Sevgiliye Yöneliş
​Dünyanın fâniliğini ve rızanın huzurunu idrak eden kişi için tek yol, Yâr-ı Bâkî’ye (Ebedi Sevgili) yönelmektir. Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) bu yönelişi bir görev olarak tanımlar:
​Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet / Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi

​Yeme, içme ve eğlenceyi (ayş ü işret) bırak, çünkü sonu fâniliktir. Ebedi sevgiliyi istiyorsan, ibadet (ta’at) gibi bir yol yoktur.
​Bu ibadet ve aşk yolunda, bazen en büyük sıkıntı, en büyük kurtuluşun anahtarıdır. Dürrî, kalpteki sıkıntı düğümünün (ukde-i derûn) çözümünü seher vaktinin feyzine bağlar:
​Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir

​Seher vakti edilen samimi bir âh, goncanın seher yeliyle açılması gibi, ruhtaki düğümleri çözer ve ferahlık verir.
​Bu gönül yangını, Fuzûlî’de ise tarifsiz bir aşka dönüşür. Gözyaşları, sevgiliye duyulan aşkın şiddetini söndürmeye yetmez:
​Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su

​Fuzûlî, gönlündeki bu denli tutuşan aşk ateşine, gözyaşının çare olamayacağını ifade eder. Bu, aşkın yoğunluğunu ve iradesi dışındaki bir kudret tarafından kuşatılmışlığını gösterir.
​Bu aşk, Mevlânâ’ya göre nihayetinde vefa ve cefa gibi ikilikleri aşan, mutlak bir teslimiyet ve aşk hâlidir:
​Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vü ne cefâst

​Gerçek aşkta ne sevgiliye karşı vefa beklentisi, ne de sevgiliden gelen cefa şikâyeti vardır. Aşkın kendisi derttir, dermanı yoktur. Bu, aşkın hakiki ve kâmil hâli olup, kişinin kendisini tamamen bu manevi ateşe teslim etmesi demektir.
​Sonuç
​Bu beyitler, tarihi, edebi ve ibretli bir bütünlük içinde, Müslüman Türk düşünce hayatının merkezini oluşturan Adalet, Hikmet, Teslimiyet ve Aşk kavramlarını işler. Zalimin geçici ikbalinden (Lâedrî), fani dünyanın serap denizine (Örfî), oradan ibadetle elde edilen Yâr-ı Bâkî’ye (Muhibbî) uzanan bu yolculuk, istişare (Zârifi), rıza (Muallim Şâkir) ve uyum (Mevlânâ) ile desteklenir. Nihayetinde tüm sıkıntılar (Dürrî) ve acılar (Fuzûlî), aşkın ve fenânın sonsuzluğunda (Mevlânâ) son bulur.
​ÖZET
​Bu makale, Bâkî, Örfî, Lâedrî, Muhibbî, Zârifi, Dürrî, Muallim Şâkir, Fuzûlî ve Hz. Mevlânâ’ya ait seçkin beyit üzerinden, dünyanın fâniliği ve manevi olgunlaşma yolunu incelemektedir. Bâkî ve Örfî’nin uyarılarıyla dünyanın geçici ve aldatıcı yüzü ortaya konulurken, Lâedrî ilahi adaletin tecelli gücünü (zâlimin rişte-i ikbâlini kesen âh) vurgular. Muhibbî, fani zevkleri terk edip ebedi sevgiliye ibadetle yönelmeyi öğütlerken; Zârifi istişarenin (meşveret), Mevlânâ ise uyumun (hem-sıfat) önemini beşerî ilişkilerde huzurun anahtarı olarak sunar. Muallim Şâkir, insanın kahrı da lütfu da Cenâb-ı Kibriyâdan bilerek tam tefviz ve rıza makamına ulaşmasını ister. Dürrî, iç sıkıntıların seher vakti edilen bir âh ile çözüleceğini belirtirken, Fuzûlî ve Mevlânâ’nın beyitleri ise hakiki aşkın şiddetini (gönüldeki söndürülemez odlar) ve vefa-cefa ikiliklerinden azade oluşunu (gerçek aşkta ne vefa ne cefa) anlatarak makaleyi manevi zirvede sonlandırır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




BERCESTE VE İZAHI – 13 –

BERCESTE VE İZAHI – 13 –

​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​1. Ziyâ Paşa – Beyit 125
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
روى خاكی ظلم ايله پامال ايدن ظالمك
زير خاكك حالتى كلمزمی يا رب يادينه
​Beyit (Transliterasyon):
Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin
Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına
​İzah ve Açıklama:
Ey Rabbim! Yeryüzünü zulümle perişan eden zalimlerin toprağın altına girdiklerindeki hâli akıllarına hiç gelmez mi acaba?
​2. Yûnus Emre – Beyit 134
​Beyit (Osmanlıca):
درويشلك ديدكگری خرقه ايله تاج دگل
گونلون درويش ايلمين خرقه يه محتاج دگل
​Beyit (Transliterasyon):
Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil
Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil
​İzah ve Açıklama:
Dervişlik, sadece hırka giymek ve başına taç takmakla olabilecek bir şey değildir. Gönlünü derviş edebilen kişi, zaten hırkaya muhtaç değildir.
​3. Hz. Mevlânâ – Beyit 135
​Beyit (Osmanlıca/Farsça):
آسوده كسى كه در كم و بيشى نيست
در بند توانگرى و درويشى نيست
فارغ ز جان و از غم خلق جهان
با خويشتنش به ذره یی خویشی نیست
​Beyit (Transliterasyon):
Âsûde kesî ki der-kem u bîşi nîst
Der-bend-i tevângerî vü dervîşî nîst
Fâriğ zi-cihân u ez-gam-ı halk-ı cihân
Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst
​İzah ve Açıklama:
Azı ve çoğu düşünmeyen, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olan kimse, dünyaya da dünya halkının gamına da aldırış etmez. Kendisinde de zerre kadar bir benlik duygusu kalmaz.
​4. Lâedrî – Beyit 139
​Beyit (Osmanlıca/Arapça):
محمد بشر لا كالبشر
بل هو ياقوت بين الحجر
​Beyit (Transliterasyon):
Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer
Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer
​İzah ve Açıklama:
Peygamber Efendimiz ﷺ bir beşerdir; fakat diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise Allah Rasûlü de insanlar arasında öyledir.
​5. Nâ’ilî – Beyit 143
​Vezin: Mef’ûlü Fâ’ilâtün Mef’ûlü Fâ’ilâtün
​Beyit (Osmanlıca):
ای نائلى خموشى محض حكمتدر اما
اشعاری بویله سويلر استاد سويلينجه
​Beyit (Transliterasyon):
Ey Nâ’îlî hamûşî mahz-ı hikmetdir ammâ
Eş’ârı böyle söyler üstâd söyleyince
​İzah ve Açıklama:
Ey Nâ’îlî! Susmak hikmetin kaynağıdır, bunu biliyoruz; fakat üstat şiir söyleyince de böyle güzel söylüyor.

​II. Zâlimin Unutuşu, Gönlün Dervişliği ve Sözün Hikmeti Üzerine Bir Mukayese

​Bu seçkin beyitler silsilesi, dış görünüşün (simgeler, iktidar, zenginlik) geçiciliğine ve aldatıcılığına karşı, iç gerçeğin (gönül, benliksizlik, öz) kalıcılığını ve asaletini vurgular. Bütün hikmet, dünyaya ve benliğe dair kayıtların çözülmesinde yatar.
​Zâlimin En Büyük Unutkanlığı: Ölüm ve Hesap
​Makalenin hikmet zeminini, Ziyâ Paşa’nın dehşetli sorusu atar. O, dünyayı zulümle perişan eden (zulm ile pâmâl) iktidar sahiplerinin en büyük akıl tutulmasını sorgular:
​Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin
Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına

​Ey Rabbim! Yeryüzünü çiğneyip geçen bu zalimler, toprağın altındaki hâllerini (zîr-i hâkin hâleti), yani ölümün ve hesabın kaçınılmazlığını neden akıllarına getirmezler? Ziyâ Paşa’nın bu beyti, ibretli ve düşündürücü bir tarihi ders verir: Zulümle kazanılan hiçbir makam ebedi değildir. Toprak, en güçlü hükümdarın dahi son durağıdır. Bu nihai sonu idrak edememek, zalimin cehaletinin ve bencilliğinin en büyük göstergesidir. Beyit, dünya saltanatına bel bağlayan her insana bir kefen bezinin kıymetini hatırlatan bir ayna görevi görür.
​Hakiki Dervişlik: Gönül Hırkası ve Benliksizlik
​Ziyâ Paşa’nın zahiri iktidarın fâniliğini ilan etmesinin ardından, Yûnus Emre ve Hz. Mevlânâ, gerçek manevi değerin ve iç huzurun nerede bulunacağını gösterirler. Yûnus Emre, dervişliğin kıyafet ve simgelerde değil, kalpteki durumda olduğunu net bir şekilde ifade eder:
​Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil
Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil

​Yûnus Emre, dervişliğin sadece hırka giymek veya başa taç takmak gibi dış ritüellerle elde edilemeyeceğini söyler. Asıl olan gönlü derviş etmektir; yani kalbi tasfiye etmek, arındırmak ve alçakgönüllülükle doldurmaktır. Bu ruh haline ulaşan kişi, zaten dış bir simgeye (hırkaya) ihtiyaç duymaz.
​Bu manevi derinliğin zirvesini ise Hz. Mevlânâ tanımlar. Gerçekten huzurlu (âsûde) insanın tarifi, bütün dünya kayıtlarından azade oluşunda yatar:
​Âsûde kesî ki der-kem u bîşi nîst / Der-bend-i tevângerî vü dervîşî nîst / Fâriğ zi-cihân u ez-gam-ı halk-ı cihân / Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst

​Gerçekten huzurlu kişi, ne azlığı ne çokluğu düşünür; ne zenginliğin (tevângerî) ne de fakirliğin (dervîşî) esiri olur. Dünyadan ve dünya halkının derdinden de uzaktır. En can alıcı nokta ise: kendisinin dahi zerre kadar bir benlik duygusu (hîşî) kalmamıştır. Bu dört dizelik beyit, benlikten tamamen sıyrılma (fenâ), yani mutlak özgürlük ve huzur hâlini, edebi bir dille resmeder. Yûnus’un “Gönlün Dervişliği” ile Mevlânâ’nın “Benliksiz Huzuru,” iç hakikatin dış gösterişten üstünlüğünü ispatlayan iki temel direktir.

​Özün Asaleti: Yakut ve Ustalıkla Konuşmak

​İç hakikatin ne olduğunu ortaya koyduktan sonra, Lâedrî ve Nâ’ilî, bu hakikatin eşsizliğini ve ifade edilme biçiminin önemini gösterirler. Lâedrî, Hz. Peygamber’in benzersizliğini dile getirerek, asaletin kaynağının özde olduğunu belirtir:
​Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer
Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer

​Bu edebi ve hikmetli beyit, Hz. Peygamber’in insani yönünü kabul ederken (Muhammedün beşerun), onun diğer insanlar gibi olmadığını (lâ ke’l-beşer) vurgular. Tıpkı taşların arasında yakutun (yâkûtün beyne’l-hacer) eşsizliği gibi, Peygamber Efendimiz de insanlar arasında manevi bir cevherdir. Bu, dervişlikten elde edilen iç özün, onu taşıyan kişiyi nasıl benzersiz kıldığının en yüce örneğidir.
​Son olarak Nâ’ilî, bu iç özün ve hikmetin dışa vurumunun ancak ustalıkla yapılması gerektiğini savunur. Susmak (hamûşî) bir erdemdir, ancak ustaca konuşmak daha büyük bir sanattır:
​Ey Nâ’îlî hamûşî mahz-ı hikmetdir ammâ
Eş’ârı böyle söyler üstâd söyleyince

​Susmanın bizzat hikmetin kendisi olduğunu bilen Nâ’ilî, bu kuralı bozmanın tek istisnasını sunar: Üstat (üstâd), yani sözün ehli olan kişi, şiiri (eş’ârı) böyle güzel ve etkili söyleyince, bu durum hikmetten ayrılmaz. Bu beyit, iç bilginin (hikmet/hamûşî) değerini korurken, o bilginin ancak sanatlı bir yetkinlikle (üstâdâne) ifade edildiğinde gerçekten güçlü bir etki bıraktığını gösterir.

​Netice: Hakikate Açılan Gönül

​Bu beş beyit, zulümle inşa edilen dış otoritenin fâniliğini (Ziyâ Paşa) bir çıkış noktası olarak belirler ve hakikate açılan yolu gösterir. Bu yol, benlikten vazgeçişi (Mevlânâ) ve gönlün dervişliğini (Yûnus Emre) esas alır. Ardından, bu iç saflığın en yüce örneğinin yakut misali bir beşer (Lâedrî) olduğunu hatırlatır ve nihayet, bu iç bilginin (hikmet) dış dünyaya ancak ustaca ve güzel bir sözle (Nâ’ilî) aktarılması gerektiğini öğütler. Bu, Divan ve Tekke şiirinin insanlığa bıraktığı, tarihi, edebi ve ibretli bir manevi terbiye dersidir.

​ÖZET
​Bu makale, Ziyâ Paşa, Yûnus Emre, Hz. Mevlânâ, Lâedrî ve Nâ’ilî’ye ait beş beyit ve dizeyi inceleyerek, içdeki hakikat, adalet ve benliksizlik temalarını ele almıştır. Ziyâ Paşa, zulmedenlerin, toprağın altındaki hâllerini hatırlamayışlarını sorgulayarak dünyevî otoritenin fâniliğini ve ilahi adaletin kaçınılmazlığını vurgular. Yûnus Emre, dervişliğin hırka veya taç gibi dış sembollerle değil, gönlün derviş edilmesiyle gerçekleştiğini ifade ederken; Hz. Mevlânâ, az ve çoğu düşünmeyen, zerre kadar benlik duygusu kalmayan (hîşî nîst) kişinin mutlak huzurunu (âsûde kesî) tanımlayarak iç özgürlüğün zirvesini gösterir. Lâedrî, Hz. Peygamber’i taşlar arasındaki yakuta benzeterek, gerçek değerin özde ve ruhta olduğunu, dış görünüşte olmadığını belirtir. Son olarak Nâ’ilî, susmanın (hamûşî) hikmet olmasına rağmen, üstadın şiirinin o hikmeti en güzel şekilde dışa vurduğunu dile getirerek, iç bilgeliğin zarif ve etkili bir ifade biçimiyle taçlandırılması gerektiğini ortaya koyar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




BERCESTE VE İZAHI – 12 –

BERCESTE VE İZAHI – 12 –

​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​1. Nâbî – Beyit 142
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
طوب آه انكساره پايدار اولماز ينه
كشور جاهك نيچه سنگين حصارين كورمشز
​Beyit (Transliterasyon):
Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz
​İzah ve Açıklama:
Biz, mevki ve makam memleketinin taştan yapılmış nice kalelerini gördük ki onlar beddua ahının toplarına dayanamamışlardır.
​2. Ziyâ Paşa – Beyit 138
​Vezin: Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün
​Beyit (Osmanlıca):
آيينه سى ايشدر كيشينك لافه باقيماز
شخصك كورونور رتبة عقل اوزرنده
​Beyit (Transliterasyon):
Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde
​İzah ve Açıklama:
Bir kişinin yeteneğini gösteren şey ne söylediğinden ziyade ne yaptığıdır. Çünkü bir insanın aklının derecesi ancak eseri üzerinde görülür.
​3. Hz. Mevlânâ – Beyit 141 (Mesnevî’nin Girişi)
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün
​Beyit (Osmanlıca/Farsça):
بشنو اين نى چون شكايت مى كند
از جداييها حكايت مى كند
​Beyit (Transliterasyon):
Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned
Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned
​İzah ve Açıklama:
Şu ney nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun feryadı ayrılıkların destanı, hikâyesidir. (Ney, nefsani arzulardan kurtulmuş, ilâhî sevgi ile dolmuş kâmil insanın sembolüdür.)
​4. Fuzûlî – Beyit 143
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
غم گونى ايتمه دل بياردن تيغك دريغ
خيردر ويرمك قارانو كيجه ده بيماره صو
​Beyit (Transliterasyon):
Gam günü etme dil-i bîmârdan tîğin dırîğ
Hayr’dır vermek karanû gicede bîmâre su
​İzah ve Açıklama:
Ey sevgili! Gam günü geldiğinde bu hasta gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme. Karanlık gecede, hastaya su vermek hayırlı bir iştir, sevaptır.
​5. Fuzûlî – Beyit 137
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
عارضك ياديله نمناك اولسه مژگانم نوله
ضايع اولماز گل تمناسيله ويرمك خاره صو
​**Beyit (Transliterasyon):
Ârızın yâdıyle nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su
​İzah ve Açıklama:
Ey sevgili! Senin yanağını anınca kirpiklerim ıslansa buna hiç şaşılır mı? Elbette böyle olacak, çünkü gül isteyen dikenleri de sular. Senin gibi bir gülün açması için dikene su vermek lüzumsuz değildir.

​II. Gönlün Gücü, Eylemin Aynası ve Ayrılığın Destanı: Hakikat Yolunda Yürüyüş
​Divan şiiri, Nâbî’nin hikmetli tecrübesi, Ziyâ Paşa’nın toplumsal tenkidi, Hz. Mevlânâ’nın ruhani feryadı ve Fuzûlî’nin aşk ve fedakârlık ahlakı ile birleşerek, fânilik ve ebediyet arasındaki ince çizgiyi aydınlatır. Bu beyitler, insanın iç dünyasının kudretini ve dış dünyaya yansıyan sorumluluğunu tarihi ve edebi bir derinlikle ele alır.

​Enkisarın Topu: Maneviyatın Maddeye Galibiyeti

​Hikmetli şair Nâbî, dünya tarihi boyunca nice iktidar ve mevki (câh) sahibi kişinin sonunu gözlemlemiş bir bilgelikle konuşur. O, zâlimin ve kibirlinin inşa ettiği otorite kalelerinin yıkılışının, maddî bir orduya değil, manevî bir güce bağlı olduğunu haykırır:
​Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz

​Nâbî, mevki ve makam memleketinin (kişver-i câh) taştan yapılmış nice sağlam kalelerinin (sengîn hisâr), kırık kalbin (inkisâr) âhının topuna (top-ı âh-ı inkisâr) dayanamayacağını söyler. Tarih, Firavunların, Nemrutların ve sayısız zalim iktidarın çöküşünü kaydetmiştir. Bu çöküşler, çoğu zaman ezilenlerin, bedduaların ve mazlumların gönlünden kopan feryatların birikimiyle gerçekleşmiştir. Bu beyit, iktidar sahiplerine, en sağlam surların bile ilahi adaletin tecelli edişi karşısında ne kadar zayıf olduğunu anlatan, ibret dolu ve düşündürücü bir derstir.

​Lâf Değil İş: Aklın Rütbesi Eserde Görünür

​Nâbî’nin manevi gücün zaferini ilan etmesinin ardından, Ziyâ Paşa, bu gücü kullanacak olan insanın dünyevi ölçüsünü netleştirir. 19. yüzyılın ıslahatçı zihniyetiyle konuşan Paşa, bir kişinin değerinin boş sözlerle (lâf) değil, somut eylemlerle (iş) ölçülmesi gerektiğini vurgular:
​Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde

​Bir kişinin yeteneğini ve zekâsını (rütbe-i akl), yalnızca yaptığı işler (eser) gösterir; çünkü kişinin aynası iştir. Bu, laf kalabalığına ve gösterişe dayalı bir sosyal düzene karşı yapılmış güçlü bir edebi ve hikmetli uyarıdır. İster bir lider olsun, ister bir sanatkâr; bir insanın aklının derecesi ancak ortaya koyduğu somut ürünlerde, faydalı icraatlarda ve eserlerde tecelli eder. Bu hikmet, çağlar ötesi bir prensip olarak, laf üreten değil, icraat yapan kişiyi yüceltir.

​Varoluşun Feryadı: Ayrılıkların Hikâyesi

​Bu dıştaki adalet ve faaliyetin derinliğinde, Hz. Mevlânâ, insan ruhunun temel motivasyonunu, yani ayrılıktan duyulan sonsuz özlemi dile getirir. Mesnevî’nin açılış beyiti, Ney’in feryadını, ilahi aşka ulaşmanın yolunu arayan kâmil insanın simgesi olarak sunar:
​Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned
Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned

​”Şu ney nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun feryadı ayrılıkların destanı, hikâyesidir.” Ney, kesildiği kamışlıktan, yani mutlak birlik yurdundan ayrılmış olmanın ıstırabını dile getirir. İnsan da, nefsani arzulardan kurtulup (kâmil insan) ilahi sevgiye doldukça, aslında kökünden, Yaradan’dan ayrı düşmüş olmanın feryadını yükseltir. Bütün çileler, bütün aşklar, bütün manevi arayışlar, bu cüdâyîhâ (ayrılıklar) hikâyesinin bir parçasıdır.

​Sevginin Ahlakı: Gam, Sevap ve Fedakârlık

​Ayrılığın kaynağını kavrayan ruh, Fuzûlî’nin mısralarında aşkın ve fedakârlığın en yüce mertebesine ulaşır. O, sevgiliden gelen kılıç gibi keskin bakışları bile bir ihsan olarak kabul ederken, bu çilenin ortasında dahi merhameti elden bırakmaz:
​Gam günü etme dil-i bîmârdan tîğin dırîğ
Hayr’dır vermek karanû gicede bîmâre su

​Ey sevgili! Aşkın verdiği gam günü geldiğinde, bu hasta gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme. Zira bu çile, karanlık gecede bir hastaya su vermenin sevabına benzer. Aşkın yarası bile, onu ihsan edenden geldiği için, bir lütuf ve sevaptır.
​Bu fedakârlık ve çile kabulü, diğer beyitte doruğa ulaşır. Aşkın hedefi olan güle ulaşmak için, o gülü çevreleyen dikene (hâr) hizmet etmek, yani çile çekmek dahi sevgiliye ulaşmanın meşru bir yoludur:
​Ârızın yâdıyle nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su

​Sevgilinin yanağını (ârız) anınca kirpiklerim (müjgân) ıslansa ne olur? Gül arzusunda olan için, dikene su vermek ziyan olmaz. Fuzûlî, âşıkın sevgilisi için katlandığı her türlü acı, gözyaşı ve fedakârlığın zayi olmadığını, aksine o yüce amaca hizmet ettiğini edebi bir dille anlatır. Bu, sevgi ve maneviyatta fedakârlık ahlakının en çarpıcı ifadesidir.
​Netice: Bütün Bir Varoluş Rehberi

​Bu beyitler, bize bütün bir varoluş rehberi sunar. Gücün yalnızca inkisârın âhında yattığını (Nâbî), bu gücü kullanacak kişinin aklının eserle ölçüldüğünü (Ziyâ Paşa), bütün bu eylem ve çilenin kökünde ayrılık feryadının olduğunu (Hz. Mevlânâ), ve bu feryat dolu yolculuğun ancak fedakârlık ve sevap ile anlam kazandığını (Fuzûlî) öğretir. Divan şiiri, böylece, dünya sahnesinde adaleti, iç dünyada ise hakikati arayan insana yol gösteren, tarihi, edebi ve ibretli bir kılavuz olmaya devam eder.

​ÖZET

​Bu makale, Nâbî, Ziyâ Paşa, Hz. Mevlânâ ve Fuzûlî’ye ait beş berceşte beyit üzerinden manevî güç, eylemin değeri, ayrılık ve fedakârlık temalarını incelemiştir. Nâbî, en güçlü iktidar kalelerinin bile mazlumların kırık kalpten çıkan âhına (Top-ı âh-ı inkisâr) dayanamayacağını belirterek manevî adaletin maddî otoriteye üstünlüğünü vurgular. Ziyâ Paşa, bir kişinin değerinin boş sözde değil, aklının derecesinin göründüğü eserde (iş) olduğunu söyleyerek eylem ahlakını öne çıkarır. Hz. Mevlânâ, Mesnevî’nin girişinde, Ney’in feryadını cüdâyîhâ (ayrılıklar) hikâyesi olarak niteleyip, insan ruhunun temelinde yatan ilahi özlemi ve manevi yolculuğu işaret eder. Son olarak Fuzûlî’nin beyitleri, sevgiliden gelen çileyi (Gam günü) dahi hayırlı bir iş (bîmâre su vermek) olarak görmeyi ve gül temennâsıyla dikene su vermenin (fedakârlık) aşkın gereği olduğunu öğreterek, çile ve öz güvenin fazîletini yüceltir. Makale, bu beyitlerin sunduğu hikmetin, insan hayatının bütün olarak hikmet oluşturduğunu göstermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025




BERCESTE VE İZAHI – 11 –

BERCESTE VE İZAHI – 11 –

​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​1. Bâkî – Beyit 82
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
يره كچسه يريدر اهل فضيلت چونكه آه
عزّ و جاهك خار و خس دريا مثال اوستنده در
​Beyit (Transliterasyon):
Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh
İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir
​İzah ve Açıklama:
Fazilet ehli insanların dünyevî makam mevkî olarak alt kısımlarda yer alması şaşırtıcı değildir. Denize bakın, ne kadar çöp varsa hep üst kısımdadır.

​2. Dürrî – Beyit 69
​Vezin: Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
بر آه صبحه گاهه باقار عقدهء درون
زيرا گشادی غنچه يه باد سحر ويرير
​Beyit (Transliterasyon):
Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn
Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir
​İzah ve Açıklama:
Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür.

​3. Lâedrî – Beyit 156
​Vezin: Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
ظالمك رشتهء اقبالنى بر آه كسر
مانع رزق اولانك رزقنى الله كسر
​Beyit (Transliterasyon):
Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser
Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser
​İzah ve Açıklama:
Zâlimin gelecek ipini yani gelecek güzel günlerini mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser.

​4. Hz. Mevlânâ – Beyit 138
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
جفت ماي جفت بايد هم صفت
تا برايد كارها بامصلحت
جفت بايد بر مثال همدگر
در دو جفت كفش و موزه در نگر
​Beyit (Transliterasyon):
Çift-i mâyî çift bâyed hem-sıfat
Tâ ber-âyed kârhâ bâ-maslahat
Çift bâyed ber misâl-i hem-diger
Der do-çift-i kefş ü mûze der niger
​İzah ve Açıklama:
Eşlerin birbirine benzemesi lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak! Ayakkabının bir teki ayağa dar gelir ise ikisi de işe yaramaz.

​5. Örfî – Beyit 95
​Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
​Beyit (Osmanlıca):
روزگارك بويله ايّامندن عرفى اولما شاد
كشتى محنت زده ك بحر سراب اوستنده در
​Beyit (Transliterasyon):
Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd
Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir
​İzah ve Açıklama:
Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların, elemlerin vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin üstündedir.

​II. Hikmet, Adalet ve Dünyanın Faniliği Üzerine Bir Makale: “Deryanın Altındaki Cevher ve Zâlimin İkbal İpi”

​Divan şiiri, yalnızca bir estetik haz kaynağı değil, aynı zamanda hayatın en çetrefilli meselelerine ışık tutan, yüzyıllardır damıtılmış bir hikmet pınarıdır. Bâkî’den Hz. Mevlânâ’ya, Dürrî’den Lâedrî’ye uzanan bu berceşte beyitler, bize dünyanın karmaşık yapısını, adaletin kaçınılmazlığını, iç huzurun kaynağını ve insani ilişkilerin temelini ahenkli bir bütünlük içinde sunar. Bu beyitler zinciri, hakikat, adalet ve fânilik temalarını işleyerek okuyucuyu derin bir tefekküre davet eder.

​Hakikat ve Dünya Mizanı: Bâkî’nin Deryası

​Makaleye yön veren ilk hikmet, “Sultânü’ş-şuarâ” Bâkî’nin çarpıcı teşbihiyle açılır. O, fazilet ehlinin dünyevi makam ve mevki olarak alt kısımlarda yer almasını, kâinatın işleyişindeki bir paradoksla açıklar:
​Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir

​Bâkî, faziletin yeryüzünde itibar görmeyişini, bir denizin yüzeyindeki çer-çöpe (hâr ü has) karşı, asıl kıymetli cevherin denizin derinliklerinde kalmasıyla izah eder. Tarihin her döneminde, maddenin parıltısı mananın derinliğini gölgelemiştir. Oysa ki, toplumun manevi yükünü taşıyan, ilim ve irfanla donanmış kişiler, çoğunlukla “alt kısımlarda” kalmıştır. Bu, bir sitemden ziyade, bir tespittir; asıl kıymet, yüzeyin gürültüsünde değil, derinliğin sükûnetinde yatar. Bâkî, okuyucuyu, dünyevi izzet ve şöhretin (izz ü câh) tıpkı deniz yüzeyindeki değersiz atıklar gibi geçici ve hafif olduğu hakikatini idrak etmeye çağırır.

​İç Huzurun Kaynağı ve Adaletin Soluğu: Dürrî ve Lâedrî’nin Âh’ı

​Bâkî’nin faziletli insanın kaderini çizdiği noktadan hareketle, Dürrî ve Lâedrî, “âh” kavramının manevi ve adaleti sağlayan gücüne odaklanır. Dürrî, iç sıkıntının (ukde-i derûn) çözümünü seher vaktinin feyzine bağlar:
​Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir

​Kalpteki düğümün çözülmesi, bir çabanın veya dünya gücünün değil, Allah’a yönelen samimi bir seher âhının sonucudur. Tıpkı goncanın, seher yeliyle açılıp güle dönüşmesi gibi, manevi sıkıntılar da ancak ilahi bir ilhamla ferahlığa kavuşur. Bu, bireysel kurtuluşun ve huzurun yoludur.
​Bu bireysel “âh”, Lâedrî’nin beytinde ise toplumsal adaletin kılıcı hâline gelir. Mazlumun sessiz feryadı, zâlimin geleceğini keser:
​Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser

​Lâedrî, tarihin defalarca şahitlik ettiği bir hakikati dile getirir: Hükümdarların ve güç sahiplerinin ikbal ipleri, çoğu zaman ordular veya ihtilallerle değil, mazlumların kalbinden kopan bir dua ve âhh ile kesilmiştir. Daha da ötesi, bir başkasının rızkına haksız yere engel olanın, en nihayetinde kendi rızkının da Kesici (Allah) tarafından kesileceği uyarısı, ilahi adaletin tecelli mekanizmasını gözler önüne serer. Bu beyitler, zulme uğrayan için umut, zâlim içinse en büyük ikazdır.

​Toplumsal Ahenk ve Uyumun Sırrı: Hz. Mevlânâ’nın Misali

​Bireysel manevi sükûnet ve toplumsal adalet temelleri atıldıktan sonra, Hz. Mevlânâ, hayati bir denge ve uyum ilkesini basit ama derin bir benzetmeyle ortaya koyar. O, eşlerin ve ortakların uyumunun önemini vurgular:
​Çift-i mâyî çift bâyed hem-sıfat / Tâ ber-âyed kârhâ bâ-maslahat / Çift bâyed ber misâl-i hem-diger / Der do-çift-i kefş ü mûze der niger

​Mevlânâ, işlerin doğru bir maslahatla (uygunlukla) yürümesi için eşlerin (veya genel olarak ortakların) “hem-sıfat” yani aynı vasıflara sahip, birbirine denk olması gerektiğini söyler. Misal olarak ayakkabı ve mesti gösterir: Bir çiftin tekleri birbirine benzemez ve uyum sağlamazsa, o çift ayakkabının hiçbir işe yaramayacağı aşikârdır. Bu hikmet, evlilikten iş ortaklığına, hatta bir toplumun kurumlarının işleyişine kadar her alanda geçerli olan denklik, uyum ve ahenk prensibini temel alır.

​Geçicilik ve İbret: Örfî’nin Serap Denizi

​Makalenin son beyiti, bütün bu dünyevi meşgalelerin ve geçici durumların üzerine bir fânilik perdesi örer. Şair Örfî, okuyucuyu (ve kendisini) dünyevi başarılara karşı aşırı sevinçten men ederek bir ihtiyat dersi verir:
​Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir

​Ey Örfî! Dünyanın gidişatının iyi olmasından, işlerinin yolunda gitmesinden çok sevinme. Zira senin sıkıntılarla dolu gemin (keştî-i mihnet-zede) bile, bir serap denizinin (bahr-i serâb) üzerindedir. Bu, su gibi görünen ama asla suya kavuşulamayacak bir yanılma denizidir. Örfî, hem bireyin hem de devletlerin geçici refah dönemlerine aldanmaması gerektiğini, bu dünyanın temelinin istikrarsızlık ve fânilik üzerine kurulu olduğunu vurgular. Gerçek saadet ve istikrar, serap denizinin ötesinde aranmalıdır.

​Sonuç: Edebi Mirasın Bütünlüğü

​Bu beş beyit, Divan şiirinin sadece estetik bir sanat değil, aynı zamanda hayat okulunun başucu kitabı olduğunu gösterir. Bâkî, bize gerçek değerin gizlendiğini; Dürrî ve Lâedrî, manevi bir soluk olan âhın hem bireysel huzurun hem de ilahi adaletin kaynağı olduğunu; Mevlânâ, beşeri ilişkilerde uyumun zorunluluğunu; ve son olarak Örfî, bütün bu dünyanın fâniliğini öğütler. Bu beyitler, Türk-İslam medeniyetinin tarih boyunca süregelen hikmetli, ibretli ve düşündürücü bakış açısını, edebi bir zarafetle günümüze taşımaktadır. Onlar, geçmişin sesiyle geleceğe yön veren ebedî prensiplerin aynasıdır.

​ÖZET

​Bu makale, Divan şiirinin beş seçkin beyitini (Bâkî, Dürrî, Lâedrî, Hz. Mevlânâ ve Örfî) esas alarak, hayatın temel hakikatlerini incelemektedir. Bâkî’nin beytinden yola çıkarak, faziletin kıymetinin genellikle dünyanın yüzeyindeki değersiz unsurların altında kaldığı, yani gerçek değerin gizli olduğu fikri işlenmiştir. Dürrî ve Lâedrî’nin beyitleri, seher vaktinde edilen bir “âh”ın (içten dua ve feryat) hem bireysel sıkıntıları çözen bir manevi güç hem de zâlimin geleceğini kesen bir ilahi adalet mekanizması olduğu temasını birleştirmiştir. Hz. Mevlânâ’nın dörtlüğü, ayakkabı benzetmesiyle, işlerin başarılı yürümesi için eşler ve ortaklar arasındaki uyum ve denkliğin hayati önemini vurgulamıştır. Son olarak Örfî’nin uyarısı, dünyevi refah ve başarının geçici olduğu, insanın sıkıntı gemisinin dahi bir “serap denizi” üzerinde yüzdüğü gerçeğiyle okuyucuyu fânilik üzerine tefekküre davet etmiştir. Makale, bu beyitlerin sunduğu hikmetin, adalet, uyum ve ibret temalarıyla edebiyat tarihimizdeki bütüncül ve düşündürücü rolünü özetlemektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




BERCESTE VE İZAHI – 10 –

BERCESTE VE İZAHI – 10 –

​1. Alvârlı Muhammed Lütfi
​İktibas:
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın arş-ı Rahmânı
Alvârlı Muhammed Lütfi

​İzah ve Açıklama:
Bu iki mısra, gönül ahlakının mutlak önemini ve hassasiyetini vurgular. “Sakın bir canı incitme”, zira bir gönlü kırmak, mecazi olarak “Rahmân’ın arşını (Allah’ın arşını) yıkmak gibi” ağır bir günah ve sonuç doğurur. Bu, gönlün Allah’ın tecelli ettiği yer olduğu inancına dayanan, manevi sorumluluğu en üst düzeye çıkaran bir hükümdür.

​2. Es’âd Muhlis Paşa
​İktibas:
Mey gibi her bir harâmın sekri olsaydı eğer
Ol zaman ma’lûm olurdu mest kim huşyâr kim
Es’âd Muhlis Paşa
​İzah ve Açıklama:
Es’âd Muhlis Paşa, ikiyüzlülüğü ve riyayı eleştiren düşündürücü bir varsayımda bulunur. “Eğer işlediğimiz her bir günahın, şarap gibi bir sarhoşluk veren etkisi (sekri) olsaydı”, o zaman kimin sarhoş (mest) ve kimin aklı başında (huşyâr) olduğu herkes tarafından bilinirdi. Yani günahların gizli kalması, insanların gerçek manevi hallerini saklamasına, dolayısıyla riyakârlığa ve ikiyüzlülüğe yol açmaktadır.

​3.Kalp Kırmanın Yıkımı: İki Temel Ahlak Kuralı
​Bütün manevi yolculuğun ve tevazuun merkezinde gönül ahlakı vardır. Hz. Mevlânâ, bütün dünyevi ve uhrevi hırsların sonunun ölüm olduğunu hatırlattıktan sonra, temel ahlaki emri verir: “Âzâr-ı dil-i hiç moselmân meteleb” (Hiçbir müslümanın kalbini incitmeyi gözetme). Bu emir, Alvârlı Muhammed Lütfi tarafından en uç noktaya taşınır: “Sakın incitme bir cânı / Yıkarsın arş-ı Rahmânı”. Bir gönlü kırmak, mecazi olarak ilahi arşı yıkmak kadar büyük bir vebaldir.
​Bu yüce gönül ahlakı, Hoca Ahmed Yesevî’nin felsefesinde hizmet ahlakına dönüşür. O, gönlü kırık olana merhem olmayı ve mazluma yoldaş olmayı emrederken, kibirden (Mâ u menlik’ten) kaçmayı da öğütler. Hakka yakınlık, kibirde değil, tevazuda ve hizmette saklıdır.

​Gönlün en yüce sırrı olan sevgi (muhabbet), korunması gereken bir emanettir. İzzet Ali Paşa, aşkın sırrının bir “Allah emaneti” ve “biricik bir cevher” olduğunu söyleyerek, onun cahil (nâ-dân) kişilere ifşa edilmemesi gerektiğini belirtir. Bu emanet, bazen çile, bazen coşku olarak tecelli eder. Muvakkit-zâde Pertev’in de dediği gibi, ilahi takdir kimini sevdaya, kimini bezenmişliğe bırakır; gül süslenirken bülbül çilede (gavdâda) kalır.
​Bu çileli sevginin ifadesi, kelimelere sığmaz. Hâletî’nin gözyaşları, sevgilinin sualine karşı “hâzır-cevâb” olarak acıyı hemen anlatır. Aşkın tarifsiz ıstırabının en samimi tercümanı gözyaşıdır. Öte yandan, Kâmî’nin sitemi, vefanın yitirildiği dünyada bülbülün boş yere inlediğini gösterir.
​Ancak bu ıstıraplı aşk, ebedi eserlerin kaynağıdır.
​Son olarak, bu meşakkatli yolculukta düşen günahkârlar için Kâtibî, kibirli zühde karşı ilahi rahmete olan sarsılmaz güveni savunur: “Bizim Allâh’ımız vardır”. Bütün bu hikmet ve ahlakın nihai meyvesi ise özel bir karakterdir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




BERCESTE VE İZAHI – 9 –

BERCESTE VE İZAHI – 9 –

​1. Hayâlî
​İktibas:
Bizi bî-kes sanıp ey gam yok etmekden hazer kıl kim
Cihânı yok iken var eyleyen Allâh’ımız vardır
Hayâlî
​İzah ve Açıklama:
Şair Hayâlî, bu beyitte gam’a (keder ve tasa) hitap ederek, tevekkülün ve ilahi kudretin gücünü ilan eder. Ey gam, bizi kimsesiz (bî-kes) sanıp da yok etmeye kalkışmaktan sakın ve çekin. Çünkü bizim, bütün kâinatı yoktan var eden bir Allah’ımız vardır. Bu, imanın ve tevekkülün verdiği manevi güçle, en büyük kederlere karşı dahi yılmamayı öğreten, derin bir teslimiyet ve ümit beyan eden düşündürücü bir sözdür.

​2. Muvakkit-zâde Pertev
​İktibas:
Kimini sevdi Hudâ kimini sevdâda kodu
Gülü arâyiş edip bülbülü gavdâda kodu
Muvakkit-zâde Pertev
​İzah ve Açıklama:
Bu beyit, ilahi takdirin (yazgının) ve imtihanın farklı tecellilerini anlatır. Allah (Hudâ), kullarından kimini sevmiş ve rızasına nail kılmış, kimini ise sevdaya ve imtihanın içine bırakmıştır. Bu durum bir örnekle açıklanır: Gülü (güzel olanı) süsleyip bezediği halde, bülbülü (aşık olanı) ise kavganın (gavdâ) ve çilenin içinde bırakmıştır. Bu, ilahi iradenin her kul için farklı bir imtihan yolu çizdiğini ve bazıları için aşkın kendisinin bir çile olduğunu gösteren, kadere ve hikmete dair düşündürücü bir tespittir.

​3. Makale: Vahdet Yolunda Zühd ve Gönül Sırrı
​1. Fâni Dünyanın Prangaları ve Tevbe İhtiyacı
​İnsan, varlık sahnesindeki en büyük imtihanını vakit ve nefisle verir. Huldî’nin “gözler kapanmadan hesabı gör” uyarısı, hayatın ertelenemez bir görev olduğunu hatırlatır. Bu görev, şöhretin ve hırsın tuzaklarından (dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng) kurtulmayı gerektirir. Bâkî’nin “Ey pây-bend-i…” diye yakarışı, bizi dünyanın lüzumsuz meşgalelerine ne zamana kadar takılı kalacağımız sorusuyla yüzleştirir.
​Zira bu dünya, Misli’nin tespit ettiği gibi, bir eğlence yeri değil. “Güldürürse bir vakit de hüzün eyler hitâm.” Geçici sevincin sonu daima kederdir ve bu, peygamberlerin dahi kaderidir. Dünya tahtı da bu fâniliğe dahildir. Muhibbî’nin (Kanuni Sultan Süleyman) dilinden dökülen “Saltanat dedikleri ancak cihân gavgasudur” itirafı, dünyevi gücün dahi bir kargaşa olduğunu, asıl saadetin ise vahdette (yalnızlıkta ve birlik bilincinde) olduğunu gösteren tarihi bir ibrettir.

​4. İlahi Takdir, Tevekkül ve Gönül Ahlakı
​Fânilik bilinci, insanı tevekküle yönlendirir. Şair Hayâlî, en büyük keder olan gam’a dahi meydan okur: “Bizi bî-kes sanıp ey gam yok etmekden hazer kıl kim / Cihânı yok iken var eyleyen Allâh’ımız vardır.” Bu tevekkül, aynı zamanda ilahi takdirin farklı tecellilerini de kabul etmeyi gerektirir. Muvakkit-zâde Pertev’in dediği gibi, “Kimini sevdi Hudâ kimini sevdâda kodu”. Gül bezenir, ama bülbül çilede (gavdâda) kalır; her birine düşen imtihan farklıdır.
​Bu imtihanların en büyüğü ise gönül kırmama ahlakıdır. Hz. Mevlânâ, bütün çabaların ve mülk arayışının ölümle sonlanacağı gerçeği karşısında, “Âzâr-ı dil-i hiç moselmân meteleb” (hiçbir müslümanın kalbini incitmeyi arama) diyerek, kalbi Allah’ın nazargâhı ilan eder. Bu ahlak, Hoca Ahmed Yesevî’nin yolunda hayat bulur: “Kayda körseŋ köŋli sınuk merhem bolgıl.” Kırık gönüllere merhem olmak, kibirden (Mâ u menlik’ten) uzak durmak, Mahşer’de Hakk’a yakın olmanın anahtarıdır.

​5. Rahmet, Zühd ve Eşsiz Şahsiyet
​Nihayetinde, bütün bu manevi yolculuk ve çile, kuru bir zahitliğe değil, Allah’ın geniş rahmetine dayanır. Kâtibî, günahkâr (mücrim) olsa da, şefaate ve Allah’ın merhametine olan güvenini, zahidin kuru zühdüne karşı savunur.
​Bütün bu yüksek ahlakı, tevekkülü hayatında toplayan, özel ve yüksek karakterli şahsiyet ise daima gıptayla anılır. Yahya Kemal ve Süleyman Nazif’in ortak beyitleri, bu karakterin zirvesini tanımlar: “Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine / Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine.” Bu beyit, taklitçilikten uzak, asil duruşuyla emsalsiz olan bir insan idealine duyulan derin bir özlemdir.

​Makale Özeti

• ​Fânilik ve Muhasebe: Dünya hayatı geçicidir, her neşenin sonu hüzünle biter. İnsan, gözleri kapanmadan tövbe etmeli ve dünyanın lüzumsuz meşgalelerinden uzaklaşarak vaktinde kendi nefs muhasebesini yapmalıdır. Hatta saltanat bile bir kargaşa olup, asıl saadet vahdettedir.
• ​Ahlak ve Tevekkül: Ölümün kesinliği karşısında en önemli ahlaki vazife, gönül kırmamaktır. Kibir ve benlik davasından kaçınarak kırık gönüllere merhem olmak, ilahi rızaya yakın olmanın yoludur. En büyük kederlere karşı dahi, kâinatı yoktan var eden Allah’a tevekkül etmek gerekir.
• ​Zühd ve Şahsiyet: Kusurlu olana rağmen, kuru zühde ve kibre değil, Allah’ın rahmetine ve şefaate güvenmek esastır. Bütün bu hikmet ve ahlakı nefsinde toplayan, özel ve emsalsiz (devr-i kadîm efendisi) karaktere binlerce kez gıpta edilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025




Zincirleri Kırılan Dünya: Maskelerin Düştüğü Zaman

Zincirleri Kırılan Dünya: Maskelerin Düştüğü Zaman

Bir zamanlar dünya, görünmeyen zincirlerle bağlanmıştı.
Bu zincirler demirden değil, korkudan, hırstan, makamdan, paradan ve sefahatten örülmüştü.
Kimi darbeyle, kimi borçla, kimi şehvetle esir alınmıştı insanlık.
Fakat o zincirlerin ucunda, sinsi bir el, kadim bir akıl vardı:
Tarihin karanlık dehlizlerinde kendini “seçilmiş” sanan, başkalarını köle sayan o ruh…
Ve bugün onun siyasi siması: İsrail.

Bir Asrın Maskesi Düşüyor

Asırlarca zulmünü medeniyet diye sundu.
Hırsızlığını ticaret, sömürüsünü kalkınma, katliamını savunma diye gösterdi.
Medya, siyaset, finans ve kültürle — insanlığın damarlarına sızdı.
Bir halkın yüreğini, bir ümmetin hafızasını esir almak istedi.
Kudüs’ü esir aldı, kalpleri fethetmeye kalktı.
Ama unuttu: Hakikat, ne kadar örtülse de bir gün parlar.
Bugün artık dünya, o maskeyi yırtıyor.
Çünkü maskenin ardında bir yüz değil, bir yara var.
Gazze’de akan kan, insanlığın kalbinde yankılanıyor.
Afrika’nın mazlum çocukları, Asya’nın yorgun anneleri, Latin Amerika’nın sessiz halkları —
artık aynı hakikati görüyorlar:
Zulmün dini, dili, milleti yoktur. Ama zalimin yüzü bellidir.

Tarihin Dönüm Noktası

Firavun’un sarayında Musa’nın duası yankılanıyor yeniden.
Nemrud’un ateşi büyüdükçe, İbrahimlerin sayısı artıyor.
Bir çağ kapanıyor; zulüm düzeninin çatlaklarından ışık sızıyor.
Tarihin terazisi yeniden kuruluyor.
Çünkü Allah, zalimlere mühlet verir ama ihmal etmez.
Ve zulüm, kendi çukurunu kazmaya başladığında —
hakikat yürümeye başlar.

Yeni Bir Şuurun Doğuşu

Bugün yeryüzü, sadece bir direniş değil, bir uyanış yaşıyor.
Artık tanklar değil, kalpler yürüyor.
Artık para değil, vicdan hükmediyor.
Artık “küresel efendiler” değil, hakikatin sesi yankılanıyor.
Dünya, İsrail’in ve destekçilerinin yalan maskesini düşürdü.
Artık insanlık, korku zincirlerini kırıyor.
Çünkü hakikat zincir tanımaz.
Ve bir kere özgürlüğü koklayan ruh, bir daha esir olmaz.

Son Söz:

Bütün maskeler düştü.
Şimdi sahnede sadece hakikat ve yalan var.
Zincirleri kırılmış bir dünyanın eşiğindeyiz.
Ve tarih, bir kez daha yazılıyor:
“Zalimler için yaşasın cehennem.”
Çünkü her çağın Firavunu olur,
Ama Allah, her Firavun’un karşısına mutlaka bir Musa çıkarır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 




“Paranın Zinciri, Sefahetin Tuzağı: Dünyayı İki İple Bağlayan Güç”

“Paranın Zinciri, Sefahetin Tuzağı: Dünyayı İki İple Bağlayan Güç”

Dünyada faiz yoluyla parayı ve sefahet yoluyla da kadını elinde tutan yahudiler;
dünyayı bu ikisiyle kontrol etmektedirler.[1]

Yüz sene önce böyle olduğu gibi bugünde bankalar yoluyla parayı, Epstein gibilerle de kadın ve sefaheti isletmektedirler.
Bediüzzaman bu illete ve zillete ayetlerden delil getirerek şöyle izah etmiştir;

“Meselâ,  -Kızlarınızı sağ bırakıp yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlardı. (Bakara Sûresi: 49.)-
Benî İsrâil’in oğullarının kesilip, kadın ve kızlarını hayatta bırakmak, bir Firavun zamanında yapılan bir hâdise ünvânıyla, Yahudî milletinin ekser memleketlerde her asırda mâruz olduğu müteaddit katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefîhânede oynadıkları rolü ifade eder.
-Sen Yahudîleri, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun. (Bakara Sûresi: 96.)
Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Ne kötü bir şeydir o yaptıkları! (Mâide Sûresi: 62.)
Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Mâide Sûresi: 64.)
İsrâiloğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: “Siz yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız. (İsrâ Sûresi: 4.)
Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin. (Bakara Sûresi: 60; A’râf Sûresi: 7.)

Yahudîlere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayat-ı içtimâiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumiyi tazammun eder ki: Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermâye ile mübâreze ettirip, fukarâyı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mâl eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve dâimâ zulmünü gördükleri hükümetlerden ve gàliplerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.” Sözler.366.

*******

Tarih, insanlığın kalbine vurulmuş zincirlerin hikâyesidir. Bu zincirlerin bir ucu paraya, diğer ucu ise sefahete bağlanmıştır.
Bu iki ipi, asırlardır maharetle tutan bir el vardır: Yahudi sermayesi ve Siyonist akıl.

I. Parayla Kurulan Krallık

Bediüzzaman Said Nursî, bir asır önce “Sözler”de bu gerçeği açıkça dile getirirken, sadece bir dönemin siyasetini değil, çağlar boyu süren bir dünya düzenini işaret ediyordu:
“Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip, fukarâyı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren o millet olduğu gibi…”
(Sözler, 366)
Faizle parayı büyüten, emeği küçülten bir düzen…
Bu düzenin kalbi bankalardır; damarları borsalardır; beyni ise faizin matematiğini ilahî bir kanun gibi insanlığa kabul ettiren küresel sermaye aklıdır.
Bir zamanlar Firavun’un sihirbazları insanları gözbağıyla büyülerdi; bugün faiz sihirbazları ekranlardan, raporlardan, grafiklerden yeni bir “büyü” üflemektedir:
“Faiz artarsa istikrar gelir.”
“Para çoğalırsa refah artar.”
Hâlbuki o para, insanın emeğini emen görünmez bir zincir olmuştur.

II. Sefahetle Kurulan Esaret

Nursî’nin ikinci vurgusu, “kadınların hayatta bırakılması” hadisesidir. Bu cümle, sadece bir tarihî olayı değil, insanlığın ahlâkî çöküşünü temsil eder:
“Kadın ve kızlarını hayatta bırakmak… onların hayat-ı beşeriye-i sefîhânede oynadıkları rolü ifade eder.”
(Sözler, 366)
Bugün sefahet, sadece bir günah değil; bir endüstri, bir psikolojik savaş aracıdır.
Hollywood’dan sosyal medyaya, moda podyumlarından dijital ağlara kadar her şey insanı “tüketici” kılmak, arzularını kışkırtmak için tasarlanmıştır.
Bir zamanlar kadın hayatın iffetli kalbi idi; şimdi reklamın yüzü, ticaretin malzemesi yapılmıştır.
Jeffrey Epstein gibi karanlık isimler, aslında birer gölgedir.
Asıl görünmeyen el, insanın fıtratını bozan, şehveti ideolojiye, zevki hürriyet zannına dönüştüren zihindir.
Böylece, insanın iradesi elinden alınmış, sefahet bir uyuşturucu, para bir bağımlılık hâline gelmiştir.

III. Zilletin Hikmeti ve Hakikati

Bediüzzaman’ın dikkat çektiği bu iki illet —faiz ve sefahet— sadece bir kavme ait değildir.
Bugün bu iki ateş, bütün insanlığın evine girmiştir.
Evlerimizi tüketimle, ruhlarımızı arzuyla, kalplerimizi hırsla yakmaktadır.
Kur’ân bu zilleti şöyle bildirir:
“Onlar, kendilerine Allah’tan bir ceza gelinceye kadar zillet ve meskenet damgası vurulmuştur.
Bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri sebebiyledir.”
(Bakara Sûresi, 61 )
Zillet, hakikatten kopmanın cezasıdır.
Kim Kur’ân’ın adaletini bırakır, faizin sistemine sığınırsa; kim iffetin nurunu terk eder, sefahetin ateşine yaklaşırsa; o da bu zilletin gölgesine düşer.

IV. Zincirleri Kıracak Nur

Fakat bu zincirler ebedî değildir.
Onun içindir ki zaman, imanın nurlarıyla aydınlanacaktır. Bir müjde olarak dünde ve bugün de geçerlidir.
Çünkü faiz karanlıktır, ama infak nuru onu deler.
Sefahet bir bataktır, ama iffet nuru onu kurutur.
Zincirler parayla bağlandıysa, imanla kırılır.
Dünya sefahetle kirletildiyse, hayâ ile temizlenir.
Ve o gün, insanlık tekrar “malın hizmet ettiği, insanın aziz olduğu” bir dünyaya uyanacaktır.

Sonuç: İki İple Bağlı Dünya

Faiz ve sefahet…
İkisi de görünmez zincir; ikisi de kalbi esir alan birer sihir.
Birincisi insanın emeğini çalar, ikincisi iradesini.
Birincisi cebini soyar, ikincisi ruhunu.
Bediüzzaman’ın bir asır önce gösterdiği o “iki büyük illet”, hâlâ insanlığın kalbinde atıyor.
Fakat her hastalığın devası, her karanlığın sabahı vardır.
Çünkü Kur’ân’ın nuru, ne faizle söner, ne sefahetle kirlenir.
Ve bu nur, zincirleri kıracak olan hakikatin ta kendisidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
07/10/2025

 

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=Yahudi+
https://www.facebook.com/reel/780086448530215/
https://tesbitler.com/index.php?s=Fuhu%C5%9F+
https://tesbitler.com/index.php?s=Epstein+