Truva Atı ve Domuzluğun Özrü: Tarihten Günümüze İhanetlerin Aynası

Truva Atı ve Domuzluğun Özrü: Tarihten Günümüze İhanetlerin Aynası

Tarihin sahnesi, hıyanet ve hilelerin hiç eksik olmadığı bir meydandır. İnsanlığın ortak hafızasında Truva Atı, sadece bir savaş hilesi değil; dostluk perdesi altında gizlenen ihanetin sembolü olmuştur. Bugün Gazze’de, Filistin’de yaşananlar da tarihin bu ibretlik tablolarını hatırlatmaktadır.

Özür ile Aklanan Domuzluk Olmaz

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, Katar’a yönelik saldırı için özür dilemesi, “domuzun özrü” mesabesindedir. Çünkü özür, işlenen günahı ortadan kaldırmaz. Mazlumu katleden, masumu yakan bir zihniyetin özrü; ne masumların kanını geri getirir, ne de işlenen suçu temizler. Bu, ancak tarih önünde yeni bir utanç vesikasıdır.

Şeytanın Kardeşleri

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in adı yeniden Ortadoğu’da zikrediliyor. Oysa bu isim, Irak’ın işgalinde dökülen kanın, yıkılan şehirlerin ve yetim kalan çocukların sembolüdür. Hamas’ın ona “şeytanın kardeşi” demesi boşuna değildir. Çünkü şeytanın dostu ve kardeşi, ancak fitneyi büyütür, zulmü artırır.
Nitekim Blair’in “barış” adı altında önerilen planlarda adı geçmesi, Truva Atı misali, barışın değil yeni felaketlerin habercisidir. Hainin ortağı da haindir; Irak’ta ABD’nin yanında duranlar, bugün Gazze için sözde barış planı sunarken aynı kirli oyunu yeniden sahneye koymaktadır.

Sumud’un Duruşu

Gazze’ye insani yardım götüren Sumud Filosu, tarihte Haçlı seferlerine karşı koyan İslam donanmalarını hatırlatmaktadır. Bugün Türk, İtalyan ve İspanyol gemilerinin refakati, zalimin karşısında bir caydırıcılık göstermektedir. “Ebabil kuşları Ebrehe’nin fillerini nasıl taşlarla yere sermişse, mazlumların duası da zalimlerin gemilerini batırmaya muktedirdir.”

Hainlik Zinciri: Atina’dan Tel Aviv’e

Ortadoğu’da zulmün eline taş taşıyan sadece işgalci İsrail değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın istihbarat paylaşımı, tarihin şu ibretli sözünü bir kez daha doğrulamaktadır:
“Hainin ortağı da haindir.”
Tarih, kendi milletine ihanet edenlerin, dost bildiklerini de gün gelip yarı yolda bıraktığını defalarca göstermiştir.

Tarihten İbret, Bugüne Hikmet

• Roma Truva Atı ile şehri içeriden düşürmüştü.
• İngilizler Osmanlı’yı “mandater dostluk” adı altında parçalamıştı.
• Bugün ABD ve İsrail, “barış planı” adı altında Gazze’yi teslim almak istiyor.
Tarih tekerrür ediyor; fakat ibret alınmazsa tekerrür, sadece bir felaketin habercisi olur.

Sonuç: Zalimlerin Sonu

Zalimler, özürlerle, sahte planlarla, masa başı hilelerle varlıklarını sürdürmeye çalışır. Fakat her zalimin bir sonu vardır. Firavun’un denizde boğulduğu gibi, Nemrut’un sineğe mağlup olduğu gibi, Ebrehe’nin fillerinin Ebabil taşlarıyla yerle bir olduğu gibi…
Bugün Netanyahu’nun, Blair’in, Trump’ın ve onların safında yer alanların sonu da farklı olmayacaktır. Çünkü tarih, mazlumların sabrıyla yazılır, zalimlerin hilesiyle değil.
“Zalimler için yaşasın cehennem!” sözü, dün olduğu gibi bugün de adaletin en veciz hükmüdür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




NURLU HAKİKATLER

NURLU HAKİKATLER

Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilmiş derin manalar ihtiva eden, imani ve hikmetli konuları ele alan dört farklı pasajdır. Bu metinler, varlık, insan, rızık ve Allah’ın (Vâcibü’l-Vücud’un) sıfatları gibi temel konulara odaklanır.

​1. Metin ve İzahı
​Metin İktibası

​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teşhir eden, gece ve gündüzü çeviren Zât’ın elindedir. Öyle ise; bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakiki Rezzak olur.”
(Risale-i Nur – Sözler/454)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, rızık kavramını en geniş ve hikmetli manasıyla ele alır. İnsan rızkının sadece bir lokma yemekten ibaret olmadığını, aksine büyük bir kozmik düzene bağlı olduğunu vurgular.

• ​Rızkın Aslı (Yerin Hayatı): Rızık, insanın doğrudan çabasıyla değil, toprağın canlanması ile elde edilir. Toprak, cansız bir madde iken baharda binlerce hayat tohumunu sürmekle, adeta yeniden dirilir. Bu, rızık zincirinin ilk ve en büyük halkasıdır.
• ​Bahara ve Kudrete Bağlılık: Yerin dirilişi ise bahar olayına bağlıdır. Bahar ise kendi başına tesadüfen gelmez; Güneş’i (Şems) ve Ay’ı (Kamer) belirli bir düzen içinde hareket ettiren, geceyi gündüze çeviren sonsuz kudret sahibi bir Zât’ın (Allah’ın) kontrolündedir.
Metin, rızık zincirini bir elmanın yetişmesinden, galaksilerin hareketine kadar genişletir.
• ​Hakiki Rezzak (Gerçek Rızık Verici): Sonuç olarak, tek bir elmayı bile hakiki rızık olarak verebilecek olan, ancak bütün yeryüzünü o elmanın benzeri binlerce meyveyle ve rızıkla dolduran kudrettir. Bu kudret sahibi Allah (c.c.), “Hakiki Rezzak” (gerçek rızık verici) olarak nitelenir. İnsan, kendi çabasıyla sadece rızka ulaşan bir araçtır; rızkı yaratan ve veren O’dur.

​2. Metin ve İzahı
​Metin İktibası

​”İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir (yüksektir). Cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz (ihmal edilemez). Abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa (tam yokluğa) kaçamaz. Cehennem dahi ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindânesini açıp bekliyorlar.”
(BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 34)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, insanın evrendeki benzersiz konumunu ve büyük sorumluluğunu anlatır. İnsanın basit bir canlı değil, kozmik bir önem taşıyan varlık olduğu fikri işlenir.
• ​İnsanın Değeri ve Kaderi: İnsan cevheri büyük ve mahiyeti yüce bir varlıktır. En önemli vasfı ise “Ebede namzettir” ifadesiyle ebedi bir hayata aday olmasıdır. Bu, insanın yalnızca dünya hayatı için yaratılmadığını, asıl hedefinin sonsuzluk olduğunu belirtir.
• ​Sorumluluk ve Düzen: İnsanın önemi, onun fiillerinin büyüklüğüyle de (iyi veya kötü, cinayeti dahi azimdir) ilişkilidir. Ayrıca, insanın yapısındaki intizamın mühim olduğu, yani keyfi ve düzensiz bir varlık olamayacağı vurgulanır. “Abes olamaz, mühmel kalamaz” denilerek insanın yaratılışının bir hikmeti olduğu ve ihmal edilemeyeceği kesinkes belirtilir.
• ​Sonsuzluk ve Akıbet: İnsan, basit bir yok oluşa (Fena-i mutlak veya Adem-i sırf) mahkûm edilemez. Çünkü böylesine değerli ve büyük bir varlığın sonu, ya en büyük mükâfat olan Cennetin kucağına (âğuş-u nazindânesi) ya da en büyük ceza olan Cehennemin ağzına olmalıdır. Her iki ebediyet kapısının da insanı beklediği bu ifade, insanın yaptıklarının sonucunun büyüklüğünü ve ciddiyetini gösterir.

​3. Metin ve İzahı
​Metin İktibası
​”Bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemal-i san’at, faydeli bir hüsn-ü nakış göstererek Sâni’-i Zülcelal’in medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et.”
(Risale-i Nur – Sözler)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, sanat ve hikmet kavramları üzerinden Allah’ın yaratılışındaki mükemmelliği ve benzersizliği anlatır.
• ​Akılları Hayran Bırakan Sanat: Yaratılış (kâinat), “Bütün ukûlü hayrette bırakan” derecede şaşırtıcı ve derin bir “hikmetli cemal-i san’at” (sanat güzelliği) taşır. Bu sanat, sadece güzel değil, aynı zamanda **”faydalı bir hüsn-ü nakış”**tır (yararlı bir güzellikli desen). Bu, yaratılan her şeyin hem estetik hem de işlevsel bir mükemmelliğe sahip olduğu anlamına gelir.
• ​Yaratılışın Gayesi (Methiye Kasidesi): Bu eserler (yaratılanlar), “Sâni’-i Zülcelal’in” (Celal sahibi Sanatkâr’ın) övgülerine dair yazılmış bir “kaside-i medhiye” (methiye şiiri) gibidir. Yani kâinat, sessiz bir dille, her bir parçasıyla Yaratıcısını yücelten ve O’nun isimlerini ve sıfatlarını ilan eden bir övgü manzumesidir.
• ​Örnekler (Nar ve Mısır): Bu hakikate somut örnek olarak nar ve mısır gösterilir. Narın içindeki tanelerin muntazam dizilimi ve lezzeti, mısır koçanındaki yüzlerce tohumun kusursuz yerleşimi, hem sanatın faydasını hem de hikmetin güzelliğini bir arada sergileyen, akla hitap eden delillerdir.

​4. Metin ve İzahı
​Metin İktibası
​”Nasılki Vâcibü’l-Vücud’un Zât-ı Akdesi, başkalara hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemali, mümkinatın ve mahlukatın hüsnülerine (güzelliklerine) benzemez, hadsiz derecede daha âlidir. Evet koca Cennet bütün hüsn ve cemaliyle bir cilvesi bulunan ve bir saat müşahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi ve naziri ve misli olamaz.”
(BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 76)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, Vâcibü’l-Vücud’un (varlığı zorunlu olan Allah’ın) Zât (öz) ve Cemal (güzellik) sıfatlarının benzersizliğini ve sonsuzluğunu konu alır.
• ​Zât ve Sıfatlarda Benzersizlik: Metin, Allah’ın “Zât-ı Akdesinin” (Kutsal Özü) ve sıfatlarının yarattıklarına (mümkinat – var olması mümkün olanlar) hiçbir yönden benzemediğini, onlardan hadsiz derece yüksek olduğunu belirtir. Bu, “Tenzih” (Allah’ı yaratılmışların sıfatlarından uzak tutma) ilkesinin bir ifadesidir.
• ​Kutsal Güzelliğin Yüceliği: Allah’ın “kudsî cemali” (kutsal güzelliği) de böyledir; mahlukatın (yaratılmışların) güzelliklerine benzemez, onlardan hadsiz derece daha yücedir. Yani dünyadaki ve hatta cennetteki tüm güzellikler, O’nun sonsuz güzelliğinin yanında gölgeden ibarettir.
• ​Cenneti Unutturan Cemal: Bu sonsuz güzelliğin bir delili olarak, koca Cennet’in bile bütün güzelliğiyle O’nun Cemalinin sadece bir tecellisi (cilvesi) olduğu ifade edilir. Öyle ki, Cennet ehline (ehl-i Cennet) bu sonsuz, “cemal-i sermedî” (ebedi güzellik) bir saatliğine gösterilse, o anın lezzetiyle Cennet’in tüm nimetlerini unutturacak kadar muhteşemdir.
• ​Sonuç: Böylesine sonsuz (sermedî) bir Cemal’in elbette nihayeti, benzeri (şebihi, naziri) veya misli olamaz. Bu, Allah’ın eşsiz ve mutlak tekliğini (Ehad) vurgulayan yüce bir tespittir.

​Makale: Rızık, İnsan ve Vâcibü’l-Vücud’un Sonsuz Sanatında Tevhidin Dört Perdesi

​Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden süzülüp gelen bu dört hikmetli parça, kâinatı, insanı ve rızkı merkezine alarak Vâcibü’l-Vücud’un (Allah’ın) mutlak birliğini ve kemalini dört farklı açıdan ispat eden manevi bir mimari kurar. Bu metinler, birbirinden ayrı konular gibi görünse de, özünde tek bir gerçeğe işaret eder: Tevhidin (birliğin) ve Sâni-i Zülcelal’in sanatındaki muhteşem ahenk.

​I. Rızık Zincirinde Gizlenen Rezzakiyet Sırrı

​Makalemizin ilk perdesini, rızık meselesine dair derin bir tefekkür açar:
​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teşhir eden, gece ve gündüzü çeviren Zât’ın elindedir. Öyle ise; bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakiki Rezzak olur.”
​Bu pasaj, gündelik hayatın en temel ihtiyacı olan rızkı, kozmik bir operasyonun nihai sonucu olarak gösterir. Bir elmanın oluşumu, sıradan bir kimyasal süreç değil, Güneş’i ve Ay’ı bir nizam içinde döndüren, kışın ölü toprağını baharla dirilten sonsuz bir kudretin mührüdür.
Eğer o Zât olmasaydı, bir elmayı dahi gerçek rızık olarak vermek mümkün olmazdı. İşte bu zincirleme, kusursuz intizam, rızkın basit bir madde değil, kaynağı Yüce Kudret olan mukaddes bir emanet olduğunu gösterir. Bu perspektif, insanın kendisine gelen her zerrenin ardındaki Hakiki Rezzak’ı görmesini, O’na şükretmesini ve O’na güvenmesini sağlar.

​II. Ebediyete Aday İnsanın Yüce Mahiyeti

​Rızık perdesinin hemen ardından, kâinattaki bu büyük düzenin en anlamlı meyvesi olan insan gelir. İkinci metin, insanın ne kadar büyük bir sır taşıdığını haykırır:
​”İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir (yüksektir). Cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz (ihmal edilemez). Abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa (tam yokluğa) kaçamaz. Cehennem dahi ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindânesini açıp bekliyorlar.”
​İnsan, diğer varlıklara benzemeyen, ebedi hayata aday (namzet) tutulmuş yüce bir cevherdir. Bu yücelik, sadece potansiyelinde değil, aynı zamanda sorumluluğunun ağırlığında da gizlidir. Yaptığı en ufak bir yanlışın dahi “azim” (büyük) bir karşılığı olması, yaratılışının ne kadar ciddiye alındığını gösterir. Böylesine intizamlı, abes ve ihmal edilmekten uzak yaratılmış bir varlık, basitçe yok olup gidemez. Onun sonu, fani bir hiçlik değil, Cennetin kucağı veya Cehennemin ağzıdır. Bu, insanın cüzi iradesiyle dahi evrenin kaderini etkileyebilecek büyüklükte bir varlık olduğunu ve rızkın sadece bir beslenme aracı değil, aynı zamanda ebedi yolculuğun enerjisi olduğunu düşündürür.

​III. Kâinatın Sanatında Tevhidin Kasidesi

​Bu iki büyük hakikat, kâinatın nasıl bir sanat eseri olduğu sorusuna yol açar. Üçüncü metin, yaratılışın bir övgü şiiri (kasidesi) olduğunu ifade eder:
​”Bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemal-i san’at, faydeli bir hüsn-ü nakış göstererek Sâni’-i Zülcelal’in medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et.”
​Kâinat, kuru bir varlık yığını değil, akılları hayrette bırakan, hem hikmetli (amaçlı) hem de faydalı bir güzelliği (hüsn-ü nakış) bir arada barındıran muazzam bir sergidir. Narın içindeki kusursuz mimari ya da mısır koçanındaki intizam, tesadüfün işi olamaz. Her biri, Celal sahibi olan Sanatkârın (Sâni’-i Zülcelal) sınırsız gücünü ve inceliğini ilan eden birer övgü şiiridir. İnsan, bu kasideyi okumakla yükümlüdür. O, Rezzak’ın verdiği rızkı (nar ve mısırı) tüketirken, aynı zamanda bu rızkın arkasındaki sonsuz sanatı da müşahede etmelidir. Bu, sanattan Sanatkâr’a yükselen bir idrak yolculuğudur.

​IV. Vâcibü’l-Vücud’un Sonsuz Cemalinde Mutlakiyet

​Son metin, bütün bu güzellik ve düzenin kaynağı olan Zât’ın, mutlak ve erişilmez kemalini ortaya koyarak tevhidin zirvesine ulaşır:
​”Nasılki Vâcibü’l-Vücud’un Zât-ı Akdesi, başkalara hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemali, mümkinatın ve mahlukatın hüsnülerine (güzelliklerine) benzemez, hadsiz derecede daha âlidir… bir saat müşahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi ve naziri ve misli olamaz.”
​Eğer evrende Rızık O’ndan geliyorsa, eğer İnsan ebediyete namzet ve büyük bir sanat eseri ise, o zaman bu düzeni kuran Vâcibü’l-Vücud’un Zât’ı ve Cemal’i de yarattıklarının hiçbirine benzeyemez. Cennetin tüm nimetlerini ve güzelliklerini bile unutturacak kudretteki o cemal-i sermedî (ebedi güzellik), sonsuzluk mührünü taşır. Bütün bu düzenin, bütün bu rızkın, bütün bu ebedi gayenin tek bir kaynağı vardır ve o kaynak, eşsiz, benzersiz, misilsiz ve mutlak olan Allah’tır.

​Makale Özeti
​Bu makalede, dört farklı metin üzerinden İslami metafiziğin temel taşları işlenmiştir. Rızık, kozmik bir nizamın sonucu olarak Allah’ın (Hakiki Rezzak) sonsuz kudretinin delili olarak sunulmuştur. Bu rızkın muhatabı olan İnsan, basit bir fani değil, ebediyete aday, büyük bir hikmetle yaratılmış ve amellerinin karşılığı ya Cennet ya da Cehennem olan yüce bir varlık olarak tanımlanmıştır. Evren ise, nar ve mısır gibi somut örneklerle, Sâni-i Zülcelal’i öven hikmetli bir sanat eseri (kaside-i medhiye) olarak görülmüştür. Son olarak, tüm bu sanatın ve düzenin kaynağı olan Vâcibü’l-Vücud’un Zât’ının ve Cemalinin, yaratılmışların (mümkinat) güzelliklerinden hadsiz derece yüksek ve benzersiz olduğu vurgulanarak, makale Tevhidin mutlakiyetçi ispatıyla nihayetlendirilmiştir. Dört metin de, varlık zincirinin her halkasında, Allah’ın eşsizliğini ve birliğini (Tevhid) ilan eden güçlü deliller sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Sumud Filosu: Denizlerde İzzetin İmtihanı

Sumud Filosu: Denizlerde İzzetin İmtihanı

Tarih, bazen birkaç geminin gölgesinde yazılır. Bugün “Sumud Filosu”nun dalgalarla mücadelesi, yalnızca Akdeniz’de yol alan bir insani yardım seferi değildir. O, mazlumların umudunu sırtlamış, mahzun çocukların gözyaşlarını dindirmek için açılmış bir rahmet kapısıdır.
Tıpkı tarihte Haçlı ordularının Kudüs surlarını zorladığı günlerde, Selahaddin’in çadırında mazlumların duası ne kadar büyük bir kuvvet olmuşsa; bugün de Gazze kıyılarında “unutulmadık” diyen masumların feryadı, bu küçük gemilerin yelkenine vurmuş bir kudret gibidir.

Denizler Üzerinde Hak-Batıl Çatışması

Gemilerin adı “Alma, Sirius, Adara…” Ama hepsinin yüreğinde tek bir isim çarpıyor: Filistin.
Bir yanda topyekûn kuşatma altına alınmış bir halk, açlığın ve susuzluğun nefesini ensesinde hisseden çocuklar… Diğer yanda yüzyıllardır zulmü bir kimlik hâline getirmiş, Allah’ın gazabına uğramış, mazlumların ahını hiçe sayan bir millet…
Denizin ortasında yan yana gelen bu iki kutup, aslında çağların ötesinden gelen ezelî mücadelenin yeni bir perdesidir. Hakkın sesini kısmak isteyenlerin gemileri, bu defa “abluğa” diye adlandırdıkları bir zulüm zinciriyle ortaya çıkıyor. Ama unuttukları bir hakikat var: Zulüm ile abad olanın sonu hüsrandır.

Bir Uygarlığın İmtihanı

Sumud Filosu’na saldırı, yalnızca birkaç geminin engellenmesi değildir. O, bütün insanlığın vicdanına indirilmiş bir darbedir. Bu tablo, bize Endülüs’ün yıkılışını, Bosna’da Srebrenitsa’da katledilenleri, Çanakkale’de zulme karşı omuz omuza verilen direnişi hatırlatıyor.
Evet, bugün Gazze kıyılarında bekleyen çocukların gözlerinde Çanakkale’nin Mehmetçiği vardır. Selahaddin’in sancağı, belki o gemilerin direklerine asılmamıştır ama ruhu orada dalgalanmaktadır.

Kardeşliğin İnşası

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle; Türk, Kürt, Arap omuz omuza vermeden, bu coğrafyada barış mümkün değildir. Çünkü mazlumun kimliği yoktur. Gazze’de ölen çocuk “Filistinli” değil, insanlığın evladıdır. O halde gemilerin yükü yalnızca un, ilaç, su değil; birlik ruhudur.

Düşündürücü Bir Sual

İnsanoğlu tarihin her döneminde zulme sessiz kalarak kendi sonunu hazırlamıştır. Endülüs düşerken Avrupa saraylarında şenlikler vardı. Srebrenitsa’da kadınlar katledilirken, Batı medeniyetinin başkentlerinde şampanyalar patlıyordu. Bugün Gazze bombalanırken, dünya yine aynı sessizliği yaşıyor.
İşte burada insana şu ibretli soru düşüyor:
“Zulme sessiz kalan bir dünya, kendi sonunu nasıl aklayacak?”

Son Söz

Sumud Filosu, belki maddeten küçük bir filo. Ama manen, dev bir destanın denizlere vurmuş yankısıdır. Bu gemiler batırılabilir, yolcuları alıkonulabilir. Ama o gemilerin yelkenine sinmiş mazlumların duasını, hiçbir donanma söndüremez.
Unutmayalım: Tarihte nice büyük imparatorluklar yıkıldı. Ama bir damla mazlum gözyaşını dindirmek için yola çıkanların hatırası, asırlara meydan okudu.
Ve bugün denizlerde süzülen bu gemiler, bize şunu hatırlatıyor:
Zulüm payidar olmaz, umut hiçbir zaman sönmez.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Haydut Devletin Zulmü ve Sumud’un İbretli Çağrısı

Haydut Devletin Zulmü ve Sumud’un İbretli Çağrısı

Tarih, zalimlerle mazlumların bitmeyen mücadelesine şahittir. Firavun ile Musa, Nemrud ile İbrahim, Ebu Cehil ile Muhammed (asm),
Ve bugün: İsrail ve hamisi Amerika ile Gazze’nin mazlumları.

Zalimlerin Tekrar Eden Yüzü

Firavun’un azgınlığı, Nemrud’un kibri, Hitler’in soykırımı bugün farklı bir yüzle sahnede: Siyonist İsrail.
Gazze semalarında patlayan bombalar, denizlerde kuşatılan yardım gemileri, insanlık onurunu ayaklar altına alan zulümler… Hepsi tarihin eski sayfalarından yeniden okunuyor.
Kur’an’ın tabiriyle:
“Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Onları sadece gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

Sumud: Karıncaların İmanı

Bugün Sumud Filosu, Nemrud’un ateşine su taşıyan karıncalar gibidir. Biliyorlar ki tek başlarına ateşi söndüremezler. Ama safını belli etmek, mazlumu yalnız bırakmamak, vicdanı hayatta tutmak için yola çıkıyorlar.
Bir tarafta atom bombaları, donanmalar, uçaklar; diğer tarafta vicdan, dua, sabır ve iman…
Allah katında tartının ağır basanı bellidir.

Hadislerin Haber Verdiği Hakikat

Rasûlullah (asm) buyuruyor:
“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)
Yine buyuruyor ki:
“Yakında milletler, yemek yiyenlerin sofralarına çağırdıkları gibi size karşı birleşecekler.” Ashab, “O gün biz az mı olacağız?” diye sordu. Efendimiz, “Hayır, çok olacaksınız. Fakat selin önündeki çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden korkuyu söküp alacak, sizin kalbinize de ‘vehn’ bırakacaktır.” dediler: “Vehn nedir Ya Rasulallah?” Buyurdu ki: “Dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmek.” (Ebu Davud, Melahim, 5)
Bugün İslam ümmetinin zayıflığının sebebi de işte budur: dünyaya aşırı bağlılık ve ölümü korkunç görmek.

Mazlumların Duası

Gazze’de yaralı bir çocuğun duası, yürekleri titretti:
“Ya Rab! Bayrağımızı yükselt, şehitlerimize merhamet et, yaralılarımıza şifa ver, esirlerimizi kurtar…”
Bu dua, tarih boyunca mazlumların ortak yakarışıdır. Musa’nın duasıdır, İbrahim’in duasıdır, Muhammed’in (asm) duasıdır.
Allah, mazlumun duasını arşın altından işitir. Zalimlerin saraylarını ise bir anda yerle bir eder.

Dünyanın Vicdanı:

Bugün Kolombiya, İrlanda, İtalya’dan yükselen sesler; meydanlara çıkan yüzbinler, Sumud için direnen yürekler… İnsanlığın vicdanının hâlâ ölmediğini gösteriyor.
Ama asıl görev, iman sahiplerinin omuzundadır. Çünkü bu sadece politik bir mesele değil, iman ve insanlık meselesidir.

Son Söz

İsrail’in ateşi büyütmesine karşı, Sumud’un su taşıyan karıncaları susmuyor. Tarih göstermiştir ki, hiçbir zalim baki kalmamıştır. Firavun’un denizi, Nemrud’un ateşi, Hitler’in mağarası, hepsi sonunda kendi zulümleriyle yok oldu.
Bugün de zalimlerin hükmü geçici, mazlumların duası ebedîdir.
“Allah, zalimleri asla sevmez.” (Âl-i İmrân, 57)
Zulüm ebedî değildir, iman ebedîdir.
Ve unutmayalım:
Mazlumların duası, Sumud’un sabrı, zalimin tankından daha güçlüdür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com