Gazze: İnsanlığın Vicdanında Kapanmayan Yara

Gazze: İnsanlığın Vicdanında Kapanmayan Yara

• yüzyılın kalbinde, insanlığın gözleri önünde tarihin en büyük utanç sayfalarından biri yazılıyor. Gazze, iki buçuk milyon insanın yaşadığı küçük bir toprak parçası olmaktan öte, çağımızın vicdan terazisidir. Burada yaşananlar yalnızca Filistin halkına değil, tüm insanlığa ayna tutmaktadır.

Çöken Vicdan, Çöken Düzen

Birleşmiş Milletler’in 80. yılında, kuruluş felsefesi olan “barışı korumak” ilkesi, Gazze’nin yıkıntıları altında gömülmüş durumda. BM Raportörü Francesca Albanese’nin raporu, vahşetin büyüklüğünü gözler önüne seriyor: 65 bin kesin ölü, ama akademisyenlere göre gerçekte 680 bin kayıp. Bunların 380 bini beş yaş altı masum bebekler. Bu sayı yalnızca bir istatistik değil; insanlığın kanlı sicilinde bir kara lekedir.
Gazze’de hastaneler yıkılıyor, çocuklar anestezisiz ameliyat ediliyor, yüz binler sakat kalıyor. Evler, camiler, kütüphaneler, hatta zeytin ağaçları dahi hedef alınıyor. İsrail’in uyguladığı bu strateji, “sadece insanı değil, hayatı da yok etme” politikasıdır.

Batı’nın İkiyüzlülüğü

Ne yazık ki bu soykırım sadece İsrail’in suçu değildir. Fon sağlayan, silah gönderen, diplomatik kalkan olan ABD ve Avrupa devletleri de bu suça ortaktır. Holokost’tan ders çıkarıldığını iddia eden Batı, bugün Gazze’deki yeni soykırıma gözlerini kapatmakla kalmıyor, destek veriyor.
Gazze’deki ölümler karşısında sessiz kalanlar, Ruanda ve Bosna’da olduğu gibi tarihin utanç listesine yazılmaktadır. İnsanlığın ortak değerleri, “veto zulmü”nün gölgesinde birer birer yok edilmektedir.

Dünya Çapında Çatlayan Sessizlik

İngiliz müzisyen Alexi Murdoch’un “Game Over Israel” kampanyası, İspanya’nın İsrail’e silah ambargosu, Brezilya’nın soykırım davasına katılması, dünyanın dört bir yanında milyonların sokaklara çıkması… Bunlar, sessizliğin çatladığını gösteren işaretlerdir. Fakat yeterli değildir. Çünkü her geçen gün Gazze’de bir çocuk daha ölmekte, bir anne daha evladını toprağa gömmektedir.

Türkiye’nin Çağrısı: Tarihi Sorumluluk

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’deki konuşması, “Gazze’de insanlık ölüyor” haykırışı, tarihe bir kayıt olarak geçti. MHP Lideri Bahçeli’nin “askerî seçenek dahil ültimatom zamanı geldi” sözleri, Türkiye’nin sabrının tükendiğini ilan etti. İslam ülkelerine “Kudüs Paktı” önerisi, bölgesel bir güvenlik mimarisi arayışını gündeme taşıdı. Bu, artık sadece Filistin’in değil, bütün İslam dünyasının güvenlik meselesidir.

Sonuç: Gazze İnsanlığın Turnusol Kağıdıdır

Gazze’de olup bitenler bir savaş değil, tek taraflı bir katliamdır. Tarih boyunca Moğol istilaları, Haçlı seferleri, dünya savaşları yaşandı. Fakat bugünkü tablo, insanlığın tüm ilerlemesine rağmen, en vahşi yöntemlerle işlenen bir toplu kıyımı temsil ediyor.
Bugün Gazze’ye sessiz kalanlar, yarın kendi şehirlerinin yıkılışına da sessiz kalacaklardır. Çünkü zulüm, engellenmediğinde yayılır.
Gazze, sadece Filistin’in değil, insanlığın geleceğidir.
Ya insanlık Gazze’de yeniden dirilecek, ya da Gazze insanlığın mezarı olacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




BM’de Erdoğan’ın Çığlığı: “Gazze’de İnsanlık Ölüyor”

BM’de Erdoğan’ın Çığlığı: “Gazze’de İnsanlık Ölüyor”

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kürsüden yükselen sözleri, yalnızca diplomatik bir konuşma değil; insanlık vicdanının haykırışıydı:

“Gazze’de insanlık ölüyor. Çocuklar açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan can veriyor. Buna sessiz kalmak tüm insanlığın utancıdır.”

Batı’nın İkiyüzlülüğü

Erdoğan’ın altını çizdiği en çarpıcı noktalardan biri, Batı dünyasının ikiyüzlülüğüydü. Demokrasi, insan hakları ve özgürlük adına dünyaya ders vermeye kalkan güçler, Gazze’deki bebek ölümlerine karşı suskun. ABD’nin BM’de ateşkesi defalarca veto etmesi, Avrupa’nın İsrail’e silah desteği, bu ikiyüzlülüğün somut örnekleri.

“Kudüs Paktı” Çağrısı

Erdoğan, İslam ülkelerine de seslendi: “Kudüs Paktı” adını verdiği ortak bir duruşun gerekliliğini dile getirdi. Ona göre mesele sadece Filistin değil; İslam dünyasının onuru ve geleceğidir. “Birlik olmadığımız sürece, zalimlerin karşısında mazlumları koruyamayız” mesajı, Türkiye’nin tarihi misyonunu da hatırlattı.

Evanjelist-Siyonist İttifakına Karşı

Konuşmanın satır aralarında dikkat çeken bir nokta ise, Gazze’deki katliamın sadece askeri değil, inanç merkezli bir proje olduğuna yapılan dolaylı göndermeydi. ABD’deki Evanjelist lobinin İsrail’e sınırsız desteği, Armagedon inancıyla birleşiyor. Erdoğan’ın “Bu zulmün arkasında kirli hesaplar var” vurgusu, işte bu noktayı işaret ediyordu.

Türkiye’nin Duruşu

Cumhurbaşkanı’nın BM’deki sözleri, Türkiye’nin bugüne kadarki çizgisinin kararlı bir tekrarı oldu: “Biz mazlumun yanındayız, zalimin karşısındayız.” Bu cümle, yalnızca bir dış politika tercihi değil; aynı zamanda medeniyetimizin tarihî sorumluluğunu hatırlatan bir düsturdur.

Özet

• Erdoğan, BM kürsüsünde Gazze’deki katliamı insanlık dramı olarak nitelendirdi.
• Batı’nın ikiyüzlü tavrı ve ABD’nin veto politikaları sert şekilde eleştirildi.
• İslam ülkelerine “Kudüs Paktı” ile ortak hareket çağrısı yapıldı.
• Zulmün arkasında inanç temelli kirli hesapların bulunduğuna dikkat çekildi.
• Türkiye’nin tarihi misyonu ve “mazlumun yanında, zalimin karşısında” duruşu yinelendi.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Armagedon Gölgesinde Gazze: Evanjelist-Siyonist İttifakının Kanlı Hesabı

Armagedon Gölgesinde Gazze: Evanjelist-Siyonist İttifakının Kanlı Hesabı

Ortadoğu’nun kanayan yarası Filistin, sadece bölgesel bir mesele değil; küresel güçlerin inanç ve siyaset merkezli hesaplarının çatışma alanı. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü katliamın arkasında yalnızca askerî strateji değil, kökleri derin teolojik saplantılara dayanan bir zihniyet var.

“Tanrıyı Kıyamete Zorlama” İnancı

İsrail’in yayılmacı politikaları, sıradan bir güvenlik refleksiyle açıklanamaz. Yahudi mistisizmiyle harmanlanmış “Armegedon” inancı, Tanrı’nın kıyameti getirmesi için tarihî süreci hızlandırmayı hedefliyor. Bu noktada İsrail yalnız değil. ABD’de yaklaşık 20 milyon Evanjelist Hristiyan, “Mesih’in dönüşü” için İsrail’le kader birliği yapmış durumda.
Bu çevreler, Kudüs’ün tamamen İsrail kontrolüne geçmesini, Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine “Süleyman Mabedi”nin inşa edilmesini, ardından büyük bir dünya savaşının çıkmasını adeta dini bir zorunluluk olarak görüyor.

Evanjelist-Siyonist Ortaklığı

Bugün ABD’deki siyasal kararların önemli kısmı bu Evanjelist lobinin baskısı altında şekilleniyor. Cumhuriyetçi kanadın büyük bölümü, İsrail’e sınırsız destek verilmesini bu inançla savunuyor. Silah sevkiyatları, BM’deki veto kararları, “Gazze’de ateşkesi engelleme” politikaları, bu teolojik-siyasi ittifakın güncel sonuçlarıdır.
Bir yandan “insan hakları” sözleriyle dünyaya ahlak dersi veren Batı, diğer yandan Filistinli çocukların üzerine yağan bombalara sessiz kalıyor. Çünkü mesele, yalnızca jeopolitik değil, Armagedon inancının gölgesinde şekillenen bir ideolojik tercihtir.

Dünyayı Ateşe Atacak Tehlike

Asıl tehlike, bu saplantının sadece Filistin’i değil, tüm dünyayı bir kıyamet senaryosuna sürükleyebilecek olmasıdır. Zira Evanjelist-Siyonist ittifakı, nükleer güçleri ve devasa finans kaynaklarıyla, yalnızca bölgesel bir değil, küresel bir yangının fitilini ateşlemektedir.
Bugün Gazze’de denenmiş olan “sessiz soykırım” politikası, yarın başka coğrafyalarda da tekrarlanabilir. Sessiz kalan uluslararası toplum, aslında kendi geleceğini de ipotek altına sokmaktadır.

Sonuç

Gazze’de akan kan, sadece İsrail’in değil; ABD’deki Evanjelist-Siyonist ittifakının ve onlara göz yuman Batı’nın sorumluluğudur. Bu inanç temelli siyaset, dünyayı kıyamet senaryosuna doğru sürüklüyor.
Sorulması gereken soru şudur: İnsanlık, bir grubun “Tanrıyı kıyamete zorlama” inancı uğruna ateşe mi atılacak, yoksa geç olmadan aklın ve vicdanın yoluna mı dönülecek?
Bak:
https://tesbitler.com/index.php?s=Armegedon+

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Vicdanın Sesi

Vicdanın Sesi

Birleşmiş Milletler Kürsüsünden Yükselen Feryat

Bugün, modern dünyanın en büyük utançlarından birine tanıklık ediyoruz. 21. yüzyılın sözde medeni toplumları, küresel barışın kalbi olması beklenen Birleşmiş Milletler çatısı altında, Gazze’de yaşanan insanlık dramını izlemekle yetiniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM 80. Genel Kurulu’nda yaptığı tarihi konuşmada bu suskunluğa karşı vicdanları harekete geçmeye çağırdı ve Gazze’deki durumun bir savaş değil, bir “toplu kıyım politikası” olduğunu vurguladı.
Erdoğan’ın konuşması, uluslararası toplumun çifte standardını ve eylemsizliğini yüzlerine vuran keskin bir eleştiri niteliğindeydi. “Birleşmiş Milletlerin amacı uluslararası barış ve güvenliği korumaktır” sözünü hatırlatarak, bu temel ilkenin Gazze’de nasıl ayaklar altına alındığını gözler önüne serdi. Sayılara sığdırılamayacak bir felaketten bahsetti: 65.000’i aşkın sivilin katledilmesi, 20.000’den fazla çocuğun hayatını kaybetmesi… Bu rakamlar, sadece istatistik değil, her biri birer masum can ve paramparça olmuş birer aile demek.
Gazze’de yaşananlar, modern tarihte benzerine az rastlanır bir vahşettir. Hastanelerin bombalanması, sağlık çalışanlarının öldürülmesi, ambulansların hedef alınması… Hayati altyapının bilerek ve isteyerek yok edilmesi, insani yardımların engellenmesi, hatta insanların açlık silahıyla ölüme terk edilmesi, bu kıyımın sadece askeri operasyon olmadığını isbatlar niteliktedir. Erdoğan’ın gösterdiği, leğenlerle su arayan kadınların ve elleri, kolları anestezi olmadan ampute edilen çocukların fotoğrafları, bu barbarlığın en somut isbatlarıdır. “Böyle bir gaddarlığın makul bir sebebi olabilir mi?” sorusu, tüm dünyanın vicdanına yöneltilmiş, cevabı bulunamayan bir feryattır.
Erdoğan, Gazze’deki bu durumun bir “savaş” değil, “toplu kıyım” olarak adlandırılması gerektiğini belirtti. Bu, bir çatışma değil, bir tarafın diğer tarafı tamamen yok etme girişimidir. Sadece insanlar değil, hayvanlar, tarım alanları, ağaçlar, su kaynakları; yani bir yaşamın devamlılığı için gerekli olan her şey sistematik olarak yok ediliyor. İsrail yönetiminin bu “canlıya ve hayata düşmanlık” politikası, yalnızca Gazze ile sınırlı kalmıyor, Batı Şeria ve komşu ülkeleri de tehdit ederek bölgesel barışı tehlikeye atıyor.
Konuşmanın en can alıcı noktası ise uluslararası toplumun tepkisizliği oldu. BM’nin kendi personelini bile koruyamadığını belirten Erdoğan, bu sessizliğin ve eylemsizliğin yaşanan vahşete ortak olmak anlamına geldiğini cesurca dile getirdi. Batı’da İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen insan hakları, ifade özgürlüğü ve demokrasi gibi temel değerlerin Gazze karşısında ağır yara aldığını vurguladı.
Bu tarihi konuşma, sadece Gazze için bir adalet çağrısı değil, aynı zamanda tüm insanlık için bir uyarı niteliğindedir. Erdoğan, “İnsanlık tarihi son bir asırda böyle bir vahşet görmemiştir” diyerek, bu kara lekenin tüm dünyanın ortak hafızasına kazındığını belirtti. BM kürsüsünden yükselen bu ses, tüm dünyaya şunu haykırıyor: Çocukların, kadınların ve masum sivillerin gözler önünde katledildiği bu utanç verici tabloya karşı sessiz kalmak, insan olmanın en temel erdemlerine sırt dönmektir. Artık harekete geçme ve Filistinli mazlumların yanında dimdik durma zamanıdır. Çünkü bu utanç, yalnızca Gazze’ye değil, tüm insanlık vicdanına aittir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Filistin Meselesi ve Gazze Dramı: Tarihten Günümüze Bir İnsanlık İmtihanı

Filistin Meselesi ve Gazze Dramı: Tarihten Günümüze Bir İnsanlık İmtihanı

Giriş

 

  1. yüzyılın en sancılı miraslarından biri olan Filistin meselesi, aradan geçen yüzyıla rağmen çözümsüzlüğünü koruyor. 1948’de İsrail’in kuruluşuyla başlayan işgal süreci, 1967’deki Altı Gün Savaşı ile genişledi; bugün ise insanlığın gözleri önünde Gazze’de bir soykırım boyutuna ulaşmış durumda. İsrail ordusunun sürdürdüğü saldırılar, binlerce yıllık Filistin halkını toprağından koparmayı, devlet kurma iradesini yok etmeyi amaçlıyor. Ancak yaşananlar sadece Ortadoğu’yu değil, tüm dünyayı bir ahlakî ve tarihî imtihanla karşı karşıya bırakıyor.

 

Gazze’de Güncel Dram

 

Gazze Şeridi, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in aralıksız saldırılarıyla kan gölüne döndü. Son verilere göre 65 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetti; yüz bini aşkın insan yaralandı. Elektrik, su ve gıda akışı kesilmiş; insanlar insan onuruna yakışmayan şartlarda yaşam mücadelesi veriyor. Uluslararası hukukun açık ihlallerine rağmen, İsrail yönetimi saldırılarını “meşru müdafaa” kılıfıyla meşrulaştırmaya çalışıyor.

Bu tabloya karşılık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadeleri dikkat çekicidir:

“Başka türlü bunun izahı mümkün değil. Bu dört dörtlük bir soykırımdır. Biz yalnızca rükuda ve secdede eğiliriz, zulüm karşısında asla eğilmeyiz.”

 

Batı’nın İkiyüzlülüğü

 

Gazze dramında Batı dünyasının tavrı tarihe utanç vesikası olarak geçti. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde defalarca ateşkesi veto ederek İsrail’e açıkça kalkan oldu. ABD Büyükelçisi Thomas Barrack’ın sözleri ise, Batı’nın zihniyetini gözler önüne serdi:

“O coğrafyada boyun eğmek için Arapçada bir kelime yok.”

Bu sözler, aslında Batı’nın Filistin halkını barış değil, teslimiyetle özdeşleştirdiğini ortaya koymaktadır.

 

Dünya Vicdanının Uyanışı

 

Bütün bu zulme rağmen dünya genelinde güçlü bir vicdanî uyanış yaşanıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Filistin için devlet kurmanın bir ödül değil, bir hak olduğunu açıkça ilan etti.

Avrupa’da da dengeler değişiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, BM Genel Kurulu’nda ülkesinin Filistin Devleti’ni tanıdığını açıkladı. Ardından Belçika, Portekiz, Malta, Lüksemburg ve Andorra gibi ülkeler aynı yönde adım attılar. Böylece, Filistin’i tanıyan ülke sayısı 151’e ulaştı.

Bu gelişmeler, tarihin akışını değiştirebilecek niteliktedir. Çünkü Filistin’i devlet olarak tanımayan ülkeler artık dünya kamuoyu karşısında utanç listesinde yer almaktadır.

 

İsrail’de Çatlak Sesler

 

İsrail içinde de çatlaklar büyümektedir. Gazze’deki askeri kayıplar, subayların donanımsız cepheye sürülmesi ve “askerî sistemin çöküşü” itirafları, İsrail ordusunun içten çözülmekte olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda İsrailli halk, Netanyahu’nun evinin önünde toplanarak ateşkes ve esir takası çağrısında bulunmuştur. Bu tablo, İsrail toplumunun da mevcut politikayı taşımakta zorlandığını göstermektedir.

 

Filistin Direnişi ve Onurlu Duruş

 

Filistin halkı için yaşananlar sadece bir coğrafi işgal değil, aynı zamanda tarihî ve kimliksel bir yok etme teşebbüsüdür. Buna rağmen Gazze’de ve Batı Şeria’da yükselen direniş, tarihe onurlu bir duruş olarak geçmiştir. İsrailli orkestra şefi Ilan Volkov’un bile Filistin için eylem yaparken tutuklanması, meselenin artık bir evrensel insanlık meselesine dönüştüğünü göstermektedir.

 

Sonuç: Tarih Şahitlik Ediyor

 

Gazze’de yaşananlar yalnızca bir savaş değil, tarihin önümüze koyduğu büyük bir imtihandır. Filistin halkının direnişi, dünya devletlerinin tutumu, uluslararası kurumların tavrı ve vicdanların sessizliği tarih tarafından kayda geçirilmektedir.

Bugün yaşanan soykırımın adı bellidir; faili açıktır. Ama aynı zamanda insanlık için de bir fırsat doğmuştur: Filistin Devleti’ni tanımak, bu topraklarda adil ve kalıcı barışın tek yoludur. Aksi hâlde Gazze’de akan kan, bütün insanlığın alnına kara bir leke olarak kazınacaktır.

 

📌 Tarih şunu kaydedecektir:

 

Filistin halkı toprağını, kimliğini ve onurunu savunurken, zulme ortak olanlarla zulme karşı duranlar arasındaki çizgi netleşmiştir. Ve bu çizgi, gelecek nesiller için bir vicdan terazisi olacaktır.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze’nin Hazin Dramı, İsrail’in Vahşeti ve Uyanan Dünya

Gazze’nin Hazin Dramı, İsrail’in Vahşeti ve Uyanan Dünya

Gazze… Bir zamanların münbit toprakları, bugün insanlığın utanç sahnesi hâline gelmiş durumda. On binlerce masumun hayatını kaybettiği, yüz binlercesinin yaralandığı ve milyonların açlık, susuzluk ve hastalıkla pençeleştiği bir coğrafya… İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü sistematik saldırılar, sadece askeri bir operasyon değil; apaçık bir soykırım girişimidir.

ABD’nin Kanlı Vetoları

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ardı ardına gündeme gelen ateşkes tasarıları, 14 üyenin desteğine rağmen tam 6 kez ABD vetosuna takıldı. Washington yönetimi, sözde “barış elçisi” rolü oynamak yerine, İsrail’in katliamlarını perdeleyen ve meşrulaştıran bir suç ortağına dönüşmüş durumda. ABD’nin bu tutumu, uluslararası hukuk ve insan hakları kavramlarının yalnızca çıkar odaklı birer vitrin süsü olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Avrupa’nın Geç Gelen Uyanışı

Uzun yıllardır İsrail yanlısı bir siyaset izleyen Batı dünyasında ise çatlak sesler çoğalmaya başladı. İngiltere, Kanada, Avustralya ve son olarak Portekiz’in Filistin’i devlet olarak tanıması, yıllarca görmezden gelinen zulmün artık inkâr edilemeyecek boyutlara ulaştığını gösteriyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda başka devletlerin de Filistin’i tanımaya hazırlanması, geç de olsa hakikatin dünyaya dayatıldığının işareti.
Bu adımlar, Filistin davasına diplomatik zemin kazandırmakla kalmıyor; aynı zamanda İsrail’in uluslararası meşruiyetini de hızla aşındırıyor.

Netanyahu ve Siyonist İştah

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Golan Tepeleri’nden vazgeçmeyeceğini ilan etmesi, Lübnan topraklarına saldırılar düzenlemesi ve Batı Şeria’daki yeni ilhak planları, Siyonist işgalin doymak bilmez bir açgözlülükle sürdüğünü gösteriyor. İsrail’in “ateşkes” anlaşmalarını dahi tanımaması, onun için barışın bir seçenek olmadığını; tek hedefin işgal ve yok etme olduğunu ispatlıyor.

İnsanlığın Kanayan Vicdanı

Gazze’de 65 bini aşkın can toprağa düştü. On binlerce çocuk ve kadın, hedef gözetilmeden bombaların altında kaldı. Hastaneler yıkıldı, ambulanslar vuruldu, yardım noktaları dahi sistematik olarak hedef alındı. Bu tablo karşısında Papa 14. Leo’nun barış çağrısı bile, Batı’nın içten içe duyduğu vicdan azabının bir tezahürü olarak okunmalı.
Fakat ne yazık ki, çağrılar yetmiyor. Çünkü İsrail ve en büyük destekçisi ABD, bu kandan besleniyor.

Dünya 5’ten Büyüktür

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği “Dünya 5’ten büyüktür” gerçeği, bugün Gazze üzerinden bütün çıplaklığıyla gözler önünde. Birleşmiş Milletler’in veto mekanizmasına sıkışmış yapısı, adalet yerine güçlünün çıkarını koruyan bir kulübe dönüşmüş durumda. Bu çarpık sistem değişmedikçe, mazlumların çığlığı kulaklarda yankılanmaya devam edecek.

Direnişin Çanakkalesi: Filistin

Her şeye rağmen, Gazze halkı sabır ve direnişiyle dünyaya örnek oluyor. Onların gösterdiği sebat, tarihin en zor zamanlarında milletimizin yazdığı Çanakkale destanını hatırlatıyor. Küresel Sumud Filosu’nun yeniden denizlere açılması, dünya çapında düzenlenen destek eylemleri ve yükselen dayanışma çağrıları, bu mücadelenin sadece Filistinlilerin değil, insanlığın onur mücadelesi olduğunu gösteriyor.

Sonuç

Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece bir coğrafyanın dramı değil; insanlığın sınavıdır. İsrail’in vahşeti, ABD’nin kanlı ortaklığı ve Batı’nın ikiyüzlülüğü tarihe kara bir leke olarak geçerken; dünyanın giderek uyanışı ve mazlumların davasına sahip çıkışı da umut ışığını büyütüyor.
Gazze’nin yarınları, bugünkü bu direnişle ve insanlığın adalet arayışıyla yazılacak. Çünkü zulüm ilelebet payidar olamaz.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti

Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti

İnsanı, kâinatın en şerefli misafiri kılan sır, onun fıtratına nakşedilmiş olan ibadet ve şükür kabiliyetidir. Yüce Yaratıcı, bu kâinatı öyle hikmetli bir biçimde inşa etmiştir ki, her bir varlık kendi lisan-ı haliyle O’na olan minnetini ve teslimiyetini ilan eder. İşte elimizdeki o manidar metinler de bu derin hakikati gözler önüne sermektedir.

1. Metin: Yaratılışın Gizli Sohbeti

İktibas: “Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Hem nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.” (Bediüzzaman-Said Nursi – Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye – 163)

İzah ve Açıklama:
Bu paragraf, kâinatın her bir parçasının ne kadar bilinçli ve amaçlı bir şekilde işlediğini muazzam bir benzetmeyle anlatıyor. Hindistan cevizi ve nar ağacı, kendi varlıklarıyla bir lisan-ı hal oluşturur. Lisan-ı hal, sözle ifade edilemeyen ancak eylem ve durumla anlaşılan bir dil demektir. Bu ağaçlar, çamurdan, topraktan ve bulanık sudan beslenirken, meyvelerine en saf, en lezzetli gıdaları ikram ederler. Bu durum, onların kendi benliklerini aşan bir ilahi emre tabi olduklarını gösterir. Kendi menfaatlerini değil, Rablerinin onlara yüklediği vazifeyi yerine getirerek meyvelerine hizmet ederler. Bu, adeta bir annenin, kendi zorluklara katlanarak çocuğuna en iyi gıdayı sunması gibidir.
Bu hikmetli misal bize şunu fısıldar: Gerçek bir yaratılış, sadece fiziksel bir süreçten ibaret değildir. Her bir parçanın bir anlamı, bir hikmeti ve bir amacı vardır. Bu, ağaçların bile bir “istek” ve “alma” eylemiyle bir rahmet hazinesinden beslendiğini, kendilerinin bulanık suya razı olup meyvelerine saf bir şurup ikram ettiğini gösterir. Bu, ilahi bir düzenin ve ilahi bir şefkatin delilidir. İnsan da bu düzenin bir parçasıdır. Kendi fani ve topraktan yaratılmış varlığıyla, sonsuz bir hikmet ve rahmetten beslenir. Onun vazifesi de bu nimetlere nankörlük etmek değil, onları fark edip şükranla Yaradan’a yönelmektir.

2. Metin: İnsanın Sorumluluğu ve İmtihanı

İktibas: “İnsan, umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıtırsa, mukabilinde insan iman ile O’nu tanımazsa; hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini O’na sevdirmese; hem bu kadar türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, şükür ve hamd ile O’na hürmet etmese; cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl, bir dâr-ı mücâzât hazırlamasın?”

İzah ve Açıklama:
Bu metin, insanın kâinattaki yerini ve sorumluluklarını sorguluyor. İnsanın, diğer varlıklardan farklı olarak, “ehemmiyetli bir vazife” ve “ehemmiyetli bir istidat” ile donatıldığını vurguluyor. Bu vazife ve istidat, sadece fiziksel hayatta kalmak değil, aynı zamanda Yaratıcısını tanımak ve O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmektir.
Yüce Allah, sanatını ve kudretini sergilediği kâinatla, kendini insana tanıtır. Her bir varlık, her bir düzen, O’nun varlığının ve birliğinin bir delilidir. Eğer insan, bu delillere rağmen iman etmezse, kendisine bahşedilen sayısız nimete rağmen şükür ve hamd ile karşılık vermezse, bu durum ilahi izzete ve gayrete aykırıdır.
Metinde “başıboş bırakılsın” ifadesi, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve her eylemin bir karşılığı olduğunu hatırlatır. İnsan, sorumlu bir varlıktır ve sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde cezasız kalması düşünülemez. Bu, adaletin bir gereğidir. Bu metin, bizleri gafletten uyandırarak, kendimize ve kâinattaki yerimize dair derin bir tefekküre davet eder.

3. Metin: Yönelişin Gücü
İktibas: “Kul Der ki; ‘İşlerimi Halledip, Rabbime Yöneleyim.’ Rabbimiz Der ki; ‘Bana Yönelin, İşlerinizi Halleyim.'”

İzah ve Açıklama:
Bu kısa ama hikmet dolu metin, modern insanın en büyük yanılgılarından birini, yani öncelik sıralamasını gözler önüne seriyor. İnsan, genellikle dünyevi işlerini, problemlerini ve meşguliyetlerini birer engel olarak görür ve bu engelleri aştıktan sonra ibadete ve maneviyata yöneleceğini düşünür. “Önce işlerimi halledeyim, sonra namaz kılarım,” “Önce bu projeyi bitireyim, sonra kendimi dine veririm” gibi düşünceler, bu yanlış önceliklendirmeyi yansıtır.
Ancak metin, bu düşünceyi ters yüz ediyor ve ilahi bir çözüm sunuyor: Gerçek çözüm, işleri halledip sonra yönelmek değil, aksine, Allah’a yönelerek işlerin hallolmasını beklemektir. Bu, bir teslimiyet ve tevekkül dersidir. İnsanın gücü ve iradesi sınırlıdır, ancak Rabbinin kudreti ve iradesi sonsuzdur. O’na yönelen bir kulun işleri, O’nun inayeti ve yardımıyla daha kolay ve daha bereketli bir şekilde çözülür. Bu metin, bizlere, hayatın karmaşasında kaybolmak yerine, her şeyin sahibine sığınmayı ve O’nu merkeze almayı öğütler.

4. Metin: Kadere Teslimiyet ve İman

İktibas: “İ’lem Eyyühel-Aziz! Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun, lisan-ı haliyle: ‘Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faidimizi düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim.’ diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, söyle ve Merci-i Hakiki’ye dön, imana gel, mukedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.” (Mesnevi-i Nuriye 119 – Habbe)

İzah ve Açıklama:
Bu metin, kader ve musibetler karşısında insanın nasıl bir tavır alması gerektiğini çok etkili bir benzetmeyle anlatıyor. Çobanın sürüyü korumak ve doğru yola sevk etmek için attığı taşlar, ilk bakışta bir ceza gibi görünebilir. Ancak koyun için bu taşlar, bir rehberlik ve koruma işaretidir. Çünkü koyun, çobanın kendisinin iyiliğini istediğini bilir ve bu duruma teslim olur.
İnsan da aynı şekilde, başına gelen musibetleri ve zorlukları, ilahi bir çobanın (Allah’ın) kendisini doğru yola çevirmek için attığı “taşlar” olarak görmelidir. Bu musibetler, bizi nefsinin heva ve heveslerinden, hatalı yollardan çevirir. Metin, “O seni senden daha ziyade düşünür” diyerek, Allah’ın kuluna olan şefkatinin ve merhametinin derinliğini vurguluyor. Bu şefkat, insanı bir hatadan korumak veya daha büyük bir hayra ulaştırmak için musibetler gönderebilir. Bu, imanın ve tevekkülün en önemli derslerinden biridir: Başımıza gelen her şeyde bir hikmet ve hayır aramak, isyan etmek yerine teslim olmak.

5. Metin: İnsanın Bedeni ve Emanet Bilinci

İktibas: “İnsanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lâkîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib san’at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni’-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymetdar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur.” (Bediüzzaman – Said Nursi (R. A) Mesnevi-i Nuriye – 65)

İzah ve Açıklama:
Bu metin, insan vücudunun mülkiyeti hakkındaki yaygın yanılgıyı düzeltiyor. İnsan, kendi bedenini “sahibi” olarak değil, bir “emanetçi” olarak görmelidir. Beden, ne yolda bulunmuş, ne de değersiz bir eşya gibi edinilmiştir. Aksine, içindeki eşsiz sanat ve mucizelerle, hikmet sahibi bir Yaratıcının kudret eliyle inşa edilmiş, çok kıymetli bir “hane”dir.
Bu hanede insan “emaneten” oturur. Emanet bilinci, kişiye büyük bir sorumluluk yükler. Bedenine iyi bakmak, onu haramdan korumak ve en önemlisi, asıl sahibinin rızasına uygun bir şekilde kullanmakla yükümlüdür. Bu anlayış, insanın bedenini hoyratça kullanmasını, onu günahlara alet etmesini engeller. Vücudun her bir hücresi, her bir organı, ilahi sanatın birer şahididir. Bu şahitlerin lisan-ı halleriyle, kendilerini yaratan Sani’e şükürlerini ilan ettiklerini bilmek, insanın kendi bedenine olan saygısını ve sorumluluğunu pekiştirir.

6. Metin: Hayatın ve Ölümün Hakikati

İktibas: “Ölüm haktır. Evet bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da, iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.”

İzah ve Açıklama:
Bu metin, hayatın fani, bedenin ise geçici bir yapıya sahip olduğunu hatırlatıyor. Vücudumuz, demir ve taş gibi sağlam ve kalıcı malzemelerden değil, et, kan ve kemik gibi birbirinden farklı ve her an dağılmaya müsait unsurlardan oluşmuştur. Bu “mütehalif” (birbirinden farklı) unsurların bir araya gelmesi, hayat denilen muazzam bir olguyu oluşturur. Ancak bu birliktelik, her an ayrılmaya, dağılmaya “melhuz” (muhtemel) bir durumdadır.
Bu gerçek, bize hayatın ve bedenin kalıcı olmadığını, ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu hatırlatır. Bu, karamsarlık değil, aksine, hayatın her anının kıymetini bilmek ve asıl hedef olan ahiret yurdu için hazırlık yapmak gerektiği mesajını taşır. Vücudun zayıflığı ve dağılmaya olan yatkınlığı, insanın fani olduğunu ve bu dünyada bir misafir olduğunu idrak etmesini sağlar. Böylece insan, bu fani bedeniyle sonsuzluğa namzet olan ruhunu beslemeye yönelir. Bu metin, ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleşerek hayatı daha anlamlı kılmanın yolunu gösterir.

Makalenin Özeti
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye adlı eserinden alınan altı farklı metin üzerinden, insanın kâinattaki yeri, yaratılışın hikmeti, ibadet ve şükrün önemi, kader ve musibetlere bakış açısı ile insan vücudunun bir emanet olduğu hakikatleri işlenmiştir.
Her bir metin, Yüce Yaratıcı’nın kudret ve hikmetini farklı bir pencereden gösterirken, insanı kendi iç dünyasında ve kâinatta derin bir tefekküre davet eder. Ağaçların lisan-ı haliyle rahmetten beslenip meyvelerine ikram etmeleri, her şeyin bir amaca hizmet ettiğini ve bu amacın şükür olduğunu gösterir. İnsanın imtihan dünyasındaki sorumluluğu, iman, ibadet ve şükürle Rabbine yönelmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Başımıza gelen her musibetin, ilahi bir rahmet ve terbiye aracı olduğu, fani olan bedenimizin bir emanet olduğu ve ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğu vurgulanır.
Sonuç olarak, bu metinler bütünü, insanı dünyevi meşguliyetlerin ötesine geçerek, asıl hayatın manevi ve ebedi boyutlarına odaklanmaya teşvik eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




BİR TEFEKKÜR

BİR TEFEKKÜR

“Hattâ ben, mutavassıt bir badem ağacı gördüm ki: Kırka yakın baş hükmünde büyük dalları var. Sonra bir dalına baktım, kırka yakın dili hükmünde küçük dalları var. Sonra o küçük dalının bir diline baktım, kırk çiçek açmıştır. O çiçeklere nazar-ı hikmetle dikkat ettim, herbir çiçek içinde kırka yakın incecik, muntazam püskülleri, renkleri ve san’atları gördüm ki; herbiri Sâni’-i Zülcelal’in ayrı ayrı birer cilve-i esmasını ve birer ismini okutturuyor. İşte hiç mümkün müdür ki, şu badem ağacının Sâni’-i Zülcelal’i ve Hakîm-i Zülcemal’i, bu camid ağaca bu kadar vazifeleri yükletsin; onun manasını bilen, ifade eden, kâinata ilân eden, dergâh-ı İlahiyeye takdim eden, ona münasib ve ruhu hükmünde bir melek-i müekkeli ona bindirmesin?”

Bediüzzaman-Said Nursi(r.a.)
Sözler – 514

***

1. Badem Ağacındaki Tefekkür

Üstad, bir badem ağacını mercek altına alıyor. Ağacın:
• dalları başlara benziyor,
• küçük dalları dillere benziyor,
• çiçekleri sayısız tecelliler taşıyor,
• çiçeklerin püskülleri her biri ayrı bir isim ve sıfatı okutturuyor.
Burada her şeyin Allah’ın isimlerini okuttuğunu göstermeye çalışıyor. Yani cansız gibi görünen bir ağaç, aslında Allah’ın Hayy, Hakîm, Musavvir, Latîf, Rezzâk gibi isimlerinin aynasıdır.

2. Kur’ân Ayetleri ile Bağlantı

Kur’ân, defalarca insanı kâinata bakmaya ve ibret almaya davet eder:
• “Onlar göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın…” (Âl-i İmrân, 3/191)

• “De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın varlıkları ilk defa nasıl yarattığına ibretle bakın. Allah, kıyâmetten sonraki âhiret hayatını da işte böyle yaratacaktır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter..” (Ankebût, 29/20)

• “Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.” (Nahl, 16/65)

• “O, gökten bir su indirendir. Onunla her çeşit bitkiyi bitirdik; ondan bir yeşillik çıkardık, ondan üst üste taneler; hurma ağacından tomurcuklarından sarkan salkımlar; üzüm, zeytin, nar… İşte bunlarda iman edenler için ibret vardır.” (En‘âm, 6/99)

Bu ayetler badem ağacı misalini aynen destekler. Bir tek ağaç bile adeta Kur’ân gibi okunacak bir kitap hükmündedir.

3. Kâinattaki Olaylar Işığında

Bugünkü bilimsel gözlem de aynı gerçeği gösterir:
• Bir badem ağacının tohumu küçücük bir DNA programıyla yazılmıştır. İçinde yüzlerce sayfa ansiklopedi bilgisi kadar bilgi kodludur.
• O küçücük çekirdekten; dalları, yaprakları, çiçekleri, kokusu, tadı, rengi, zamanı gelen meyvesi çıkıyor.
• Her çiçek, arıların ziyaretine uygun bir şekilde yaratılıyor; polenleri, renkleri, kokuları ekolojik dengenin bir parçası olarak işliyor.
• Her meyvenin içinde tekrar bir tohum var; bu da devamlılık sırrı.
Yani bilim diliyle de bakılsa, “tesadüf” demek imkânsız. Hepsi ilim, hikmet, irade ile düzenleniyor.

4. Melekî Vazife Meselesi

Üstad’ın son cümlesi önemli:
“Hiç mümkün müdür ki… bu manaları kâinata ilan eden, Allah’a takdim eden, uygun bir melek ona bindirilmesin?”

Yani, her şeyin bir manevî dili vardır. Badem ağacı, Allah’ın isimlerini gösteriyor. Onu görüp anlayan bir melek de, o ağacın yaptığı tesbihatı Allah’a arz eder. Bu, Kur’ân’da geçen şu hakikati hatırlatır:

• “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihini anlamazsınız.” (İsrâ, 17/44)

Demek ki ağaçlar, kuşlar, dağlar, rüzgârlar Allah’ı zikrediyor. Biz bazen fark etmiyoruz; ama onların zikirlerini melekler temsil ediyor.

5. Sonuç

• Bir badem ağacı sadece bir ağaç değildir; ilâhî isimlerin aynasıdır.
• Her çiçek, her dal, her yaprak Allah’ın bir ismini okutur.
• Kur’ân, sürekli bu tefekküre davet eder: “Bak, düşün, ibret al.”
• Bilimsel keşifler de, bu manaları teyit eder.
• Ve bütün bu zikri, meleklere havale edilen bir tesbihat dili vardır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




“Ruhânî” ve “Nurânî” tabirleri

“Ruhânî” ve “Nurânî” tabirleri

1. Ruhânî nedir?

• Ruh ile alâkalı, ruha ait, ruh mahiyetinde olan şeyler için kullanılır.
• Ruh, mahlûktur; Allah’ın “emr” âleminden bir tecellisidir:
“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsrâ, 85)
Dolayısıyla “ruhânî varlıklar” deyince melekler, cinler, ervah-ı tayyibe (salih insanların ruhları), ervah-ı habîse (şer ruhlar) anlaşılır.
• Ruhânî, bedenle mukayyet olmayan, maddî kayıtlara fazla girmeyen varlıklara da denir.
Misaller:
• Melekler (tamamen ruhânî varlıklardır)
• Cinler (ruhanîdir ama nurânî değillerdir)
• İnsan ruhu

2. Nurânî nedir?

• “Nurdan yaratılmış, nur mahiyetinde olan, ışık gibi engel tanımayan, şeffaf varlıklar” demektir.
• “Nur” maddî ışık gibi değildir; manevî, latif bir vücut tarzıdır.
• Nurânî varlıklar için mesafe, zaman, mekân engel teşkil etmez.
• Risale-i Nur’da, nurânî varlıkların “bir anda bin yerde bulunabilme” özellikleri özellikle anlatılır.
Misaller:
• Melekler (hem ruhânî, hem nurânîdir)
• Cennet ehlinin bedenleri (âhirette nurânîleşecektir)
• Peygamberimizin (asm) mucizelerinden bazıları (mesela aynı anda farklı yerlerde görünme, tayy-ı mekân gibi halleri)

3. Ruhânî ile Nurânî arasındaki fark

• Mahiyet:
• Ruhânî: Ruh ile ilgili, ruh gibi varlık.
• Nurânî: Nurdan yaratılmış, ışık mahiyetinde.
• Hız ve Sınır:
• Ruhânî varlıkların da beden kayıtları yoktur ama bazılarının (örneğin cinlerin) hareketleri nuranîler kadar süratli değildir.
• Nurânî varlıklar için ise engel yoktur; bir anda birçok yerde bulunabilirler.
• Örnek:
• İnsan ruhu → Ruhânîdir ama nurânî değildir; çünkü bir anda sadece bir bedene bağlıdır.
• Melekler → Hem ruhânî hem nurânîdir; aynı anda çok yerde bulunabilirler.
• Cinler → Ruhânîdir, fakat nurânî değildir; mekân ve zaman kayıtlarına daha çok tâbidirler.

4. Benzerlikleri

• İkisi de maddî varlıklar gibi katı, ağır, cisimli değildir.
• İkisi de gözle görülmez, duyularla kavranmaz.
• İkisi de Allah’ın kudretiyle “emr âlemine” bağlıdır.

5. Özet Misal

• Ruhânî: İnsan ruhu → tek bedene bağlı, hız ve tecellide sınırlı.
• Nurânî: Güneşin ışığı gibi → aynı anda binler yerde bulunabilen, şeffaf ve engel tanımayan.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
“Nurânî şeyler için, kesretle ihtilât ve inkısam yoktur. Meselâ, bir güneşin aksi binler âyinede bulunur; fakat güneşin ziyasına nisbeten hiçtir.” (Sözler, 30. Söz)

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




İsrail ve ABD: Yalnızlaşmanın Eşiğinde Bir Ortaklık

İsrail ve ABD: Yalnızlaşmanın Eşiğinde Bir Ortaklık

Gazze’de aylardır süren katliamlar, işgal ve zorunlu göç politikaları, İsrail’i yalnızca bölge halklarının değil, dünya kamuoyunun da vicdanında mahkûm etmiştir. ABD ise bu zulmün en büyük destekçisi olarak aynı kaderi paylaşmaktadır. Gün geçtikçe artan uluslararası tepkiler, İsrail ve ABD’yi yalnızlaştırmakta; içeride ise toplumsal çalkantılar giderek büyümektedir.

Kudüs ve İşgal Politikaları

İsrail’in son olarak Batı Şeria’da bazı köy ve mahallelere giriş-çıkışları Filistinliler için izne bağlaması, işgalin yeni bir boyutunu gözler önüne sermektedir. Kudüs üzerindeki bu baskıcı uygulamalar, “kutsal şehri” uluslararası çatışmaların merkezine taşımaktadır.

Türkiye Faktörü ve İsrail’in Yeni Tehdit Algısı

ABD’li eski istihbarat subayı Scott Ritter’ın açıklamaları, İsrail’in artık en büyük tehdit olarak İran’ı değil, Türkiye’yi gördüğünü ortaya koymaktadır. Suriye’de bir “tampon bölge” planı ise, İsrail’in Türkiye ile doğrudan bir karşılaşmadan korktuğunu göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin bölgesel güç olarak yükselişini teyit eden bir gelişmedir.

Toplumsal Tepkiler ve Sanat Dünyası

Gazze’deki soykırıma karşı yalnızca siyaset değil, sanat ve toplum da tepki göstermektedir. Bingöl’de sahne alan sanatçı Alişan’ın, Hülya Koçyiğit’in ve yüzlerce doktorun sabah namazı buluşmasının ortak mesajı aynıdır: Zulme karşı sessiz kalmamak. Bu tepkiler, dünyanın dört bir yanında vicdanların harekete geçtiğinin göstergesidir.

İsrail ve ABD’nin İçeriden Çöküşü

Tel Aviv’de savaşın son bulması için yapılan protestolar, İsrail’deki huzursuzluğu ortaya koymaktadır. ABD’de ise Gazze politikasına karşı giderek büyüyen toplumsal muhalefet dikkat çekmektedir. Zulme ortaklık, yalnızca dışarıda değil içeride de büyük bir çürüme doğurmaktadır.

Teknoloji Şirketleri ve Propaganda

Google’ın İsrail ile yaptığı propaganda anlaşması, teknolojinin nasıl bir “savaş aracı” olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır. Ancak bu girişimler, gerçeği gizleyememektedir. Zira Gazze’de yaşananlar, dünyanın dört bir yanında milyonların gözleri önündedir.

Erdoğan ve BM Genel Kurulu

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’de Gazze soykırımını gündeme taşıyacak olması, Türkiye’nin diplomatik alanda da Filistin’in en güçlü savunucusu haline geldiğini göstermektedir. Bu süreçte Filistin’i tanıyan devletlerin artması beklenmektedir.

Sonuç: İlahi Adalet ve Tarihî Dönüm Noktası

Gazze’de katledilen bebeklerin, açlığa mahkûm edilen halkın feryadı arşa yükselmiştir. Tarih, zulüm imparatorluklarının çöktüğüne defalarca şahit olmuştur. İsrail ve ABD’nin içine düştüğü yalnızlaşma ve çürüme, bu zulmün bedelinin ağır olacağının işaretidir. Ebâbil kuşları misali, mazlumların duası ve sebatı, zalimlerin sonunu getirecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze’de Açlık, Soykırım ve İsrail’in Çöküş Senaryosu

Gazze’de Açlık, Soykırım ve İsrail’in Çöküş Senaryosu

Gazze Şeridi, 7 Ekim 2023’ten bu yana tarihin en ağır kuşatmalarından ve saldırılarından birine maruz kalıyor. İsrail’in bombardımanları, sistematik ablukası ve uluslararası hukuku hiçe sayan politikaları nedeniyle bölgede insani felaket her geçen gün derinleşiyor. Son 24 saatte en az 3 Filistinli açlıktan hayatını kaybederken, resmi rakamlara göre toplam can kaybı 65 bin 283’e ulaştı. Gayriresmî tahminler ise bu sayının çok daha yüksek olduğunu, gerçek ölü sayısının 680 binlere çıkabileceğini gösteriyor.

Açlık ve Kuşatma Politikası

Gazze Sağlık Bakanlığı, son günlerde yalnızca bombardıman değil, açlığın da başlıca ölüm nedeni hâline geldiğini açıklıyor. Yardım dağıtım noktaları İsrail tarafından sistematik olarak hedef alınıyor. Böylece hem gıda hem de tıbbi malzemelere erişim engelleniyor. Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in işgal ve soykırım politikalarına destek sağlayan Boeing, Lockheed Martin, Elbit Systems ve Hikvision gibi 15 şirketi açıkladı. Bu şirketlerin tedarik zincirindeki rolü, soykırımın küresel boyutunu gözler önüne seriyor.

Uluslararası Sessizlik ve Çifte Standart

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarından çekilmesi için 12 aylık süre tanımıştı. Ancak sürenin dolmasına rağmen İsrail her gün Filistinlileri açlığa mahkûm ediyor. BM yetkilileri ve insan hakları örgütleri, üye devletlerin baskı konusunda sessiz kaldığını belirtiyor. Uluslararası hukukun işletilmemesi, Filistin halkının katliamının küresel sistemin gözü önünde devam etmesine yol açıyor.

İsrail’in Varoluşsal Krizi

İbranice basında yayınlanan bir analiz, İsrail’in iki yıl içinde çökeceğini öne sürdü. Analist, Hamas’ın “yenilmez devlet” efsanesini yıktığını, halkın kitlesel göçe yöneldiğini ve devletin içeriden parçalandığını ifade ediyor. Askerlerin ağladığı, yerleşimcilerin kaçtığı, bakanların sonuçsuzca bağırdığı; yani İsrail’in psikolojik ve siyasi olarak çözülme sürecine girdiği vurgulanıyor. Bu analiz, İsrail’in sadece güvenlik krizi değil, varoluş bir deprem yaşadığını gösteriyor.

Batı’da Farklı Sesler ve Yeni Dengeler

İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın Filistin’i resmen tanıması, dünya siyasetinde yeni bir kırılmaya işaret ediyor. Yakında yedi devletin daha bu adımı atması bekleniyor. Öte yandan ABD iç siyasetinde F-35 anlaşmaları tartışılırken İsrail lobilerinin paniğe kapıldığı görülüyor. Türkiye’ye F-35 verilmesi hâlinde İsrail’in vurulabileceği korkusu açıkça dile getiriliyor. Bu durum, Tel Aviv’in bölgedeki kırılganlığını ortaya koyuyor.

Savaş Suçları ve İtiraflar

İsrailli askerlerin sivillere karşı işlediği savaş suçları bizzat kendi ağızlarından itiraf ediliyor. Bir asker, içinde aile olduğunu bilmesine rağmen bir binaya roketatarla saldırdığını ve insanların diri diri yanışını “komik” bulduğunu anlattı. Bu tür açıklamalar, soykırımın yalnızca emir-komuta zinciriyle değil, toplumsal bir çürüme ile de bağlantılı olduğunu gösteriyor.

Sonuç: Çöküşün Eşiğinde Bir Devlet

Bugün İsrail, tarihin tüm sömürgeci projeleriyle aynı çıkmaza sürükleniyor. Yalan, gasp ve öldürme üzerine kurulu hiçbir proje uzun vadede ayakta kalamadı. Gazze’de işlenen soykırım, yalnızca Filistinlilerin değil, İsrail’in de kendi sonunu hızlandırıyor. Zaman daralıyor; ya dünya sessizliğini bozarak bu insanlık suçunu durduracak ya da tarihe, insanlığını terk ederek her şeyini kaybeden bir nükleer devletin çöküşüne tanıklık edecek.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




İttihat ve Terakki ve Masonluk

  1. İttihat ve Terakki ve Masonluk (19. yüzyıl sonları – 1918)

    “İttihat ve Terakki’den günümüze masonluk” meselesi hem Osmanlı’nın son dönem siyasetini hem de Cumhuriyet’in siyasi ve toplumsal yönelişlerini etkileyen başlıklar arasında sık sık gündeme gelir.

    Osmanlı’nın son döneminde özellikle Selanik, İzmir, İstanbul gibi merkezlerde mason locaları aktifti.
    • İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bazı önde gelen isimleri (Talat Paşa, Cavit Bey, Mithat Şükrü gibi) mason localarına üyeydi.
    • Selanik’teki Macedonia Risorta locası ve diğer İtalyan-Fransız kökenli localar, İttihatçıların bir araya geldiği merkezlerden biri oldu.
    • Masonluğun o dönemde cazibesi daha çok gizlilik imkânı sağlaması ve Batı tarzı fikirlerin rahatça tartışılabilmesiydi.
    • 1908 II. Meşrutiyet’in ilanında İttihat ve Terakki’nin etkisi büyüktür; mason locaları da bu süreçte fikir ve örgütlenme açısından zemin teşkil etti.

    2. Cumhuriyet’in Kuruluş Dönemi (1923–1935)

    • Cumhuriyet’in ilanından sonra birçok kurucu kadronun mason localarıyla ilişkisinden bahsedilir; ve bu durum ayni zamanda Batı’yla uyumlu modernleşme fikriyle de ilgilidir.
    • 1935’te Atatürk döneminde mason locaları göstermelik olarak kapatıldı. Çünkü zaten devlette hakim pozisyonunda idi. Her zamanda olduğu gibi faaliyetlerini gizli olarak sürdürdüler.
    • Localar II. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1948’de Demokrat Parti döneminde açiktan faaliyete geçtiler.

    3. Soğuk Savaş Dönemi (1950–1980)

    • Türkiye’de mason locaları bu dönemde özellikle iş dünyası, bürokrasi ve üniversitelerde etkili oldular.
    • Masonluk, doğrudan bir siyasi parti olarak değil, “liberal Batıcı” bir çevre olarak faaliyet de bulundu.
    • Darbelere dair iddialar:
    • 1960 ve 1971 müdahalelerinde mason asıllı bazı asker ve bürokratların rolü olmuştur.
    • Ancak bu darbeler masonlukla beraber; NATO, CIA, Gladio gibi yapılar da aktif olarak belirleyici olmuştur.

    4. 12 Eylül 1980 ve Sonrası
    • 1980 darbesinde mason locaları iş dünyasında etkin mason çevrelerin “serbest piyasa” politikalarıyla uyumlu bir ortam arzuladığı ifade edilir.
    • 1980 sonrası ANAP ve Turgut Özal döneminde liberal ekonomiyle birlikte mason locaları yeniden güçlendi.

    5. Günümüz (2000’ler – 2020’ler)

    • Masonluk artık Türkiye’de bir dernek statüsünde faaliyet göstermektedir (Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası gibi).
    • Özellikle iş dünyası, sivil toplum ve akademik çevrelerde etkinliklerini sürdürüyorlar.
    • Küresel ölçekte Masonluk, “küresel sermaye, düşünce kuruluşları, kültürel örgütlenme” ile ilişkilendirilir.
    • Türkiye’de de zaman zaman masonik yapılanmaların medya, bankacılık ve bazı siyasi lobilerde etkili oldukları bilinir.

    6. Darbeler ve Masonluk İddiaları
    • 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat süreçlerinde bazı asker-sivil masonların bulunduğu bilinir.
    • Masonluk tek başına bir “darbe mekanizması” değil; daha çok NATO, CIA, Batılı çıkar ağlarının bir kanalı/ortak platformu olarak rol oynamıştır.
    Kale kapılarını içeriden alanlardan olmuşlardır.
    • Yani darbelerde masonluk genellikle “araç” olarak kullanılmıştır.

    7. Genel Değerlendirme

    • İttihat ve Terakki’den günümüze masonluk, Türkiye’de modernleşme, Batı’ya eklemlenme ve elitler arası dayanışma alanında etkili olmuştur.
    • Doğrudan “Türkiye’yi masonlar yönetiyor” gibi iddialarla beraber özellikle kritik dönemlerde mason çevreler Batı’yla uyumlu politikaları desteklemişlerdir.
    • Özellikle darbeler, gizli servis faaliyetleri ve küresel ekonomik çıkarlar bağlamında masonluğun “yardımcı rol” oynadığı söylenebilir.

    Bakınız:
    https://tesbitler.com/index.php?s=Mason+

  2. https://vt.tiktok.com/ZSDmpbKHx/

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – tesbitler.com




Arapça’da Gramer Temel

  1. Arapça’da Gramer Temel

    • Arapça’da isimler ya müzekker ya da müennes olarak kullanılır.
    • Gerçek (hakikî) müennes: Anne, kız, kadın gibi doğrudan dişiliğe işaret eden varlıklar.
    • Mecazî müennes: Dil kaidesi gereği dişi kabul edilen kelimeler (örneğin: güneş = الشمس, toprak = الأرض).
    • Çoğu isim aslî olarak müzekker kabul edilir; müenneslik ancak alâmetle (tâ merbûta, şemsî kullanım, tevkîfî kural) belirlenir.
    ➡️ Yani müzekkerlik aslî, müenneslik ise arızîdir. Bu, Arap dilinde “aslolan müzekkerliktir” kaidesiyle özetlenir.

    2. Kur’ân’da Müzekker Kullanımının Genel Sebebi

    Kur’ân’da birçok kelime ve kavramın müzekker sigasıyla zikredilmesinin sebepleri:
    • Kapsayıcılık
    • Müzekker sigası, Arapçada hem erkekleri hem kadınları içine alabilen cinsiyet üstü bir formdur.
    • Meselâ:
    “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا” (Ey iman edenler)
    Burada “ellezîne” müzekker sigasındadır; fakat hem kadın hem erkek mü’minleri kapsar.
    • Aslîlik ve güç vurgusu
    • Müzekker, dilde aslî olduğu için Allah Teâlâ’nın kudretini, vahyin umumiliğini, emirlerin bağlayıcılığını ifade eder.
    • Müenneslik daha özel ve sınırlı bir kullanımdır.
    • İlâhî hitapta üstünlük değil, kuşatıcılık esası
    • Yani müzekker siganın seçilmesi erkeğe üstünlük tanımak için değil, dilin umumi kuralı sebebiyledir.
    • Kur’ân’da kadınlara özel konularda ayrıca müennes ve dişi ifadeler de geçer (ör. “المؤمنات” – mü’min kadınlar).

    3. Müzekker Kullanılan Temel Kavramlar

    • Allah’ın isimleri ve sıfatları → daima müzekker sigayla gelir.
    Sebep: İlâhî kudretin kemal ve azametine işaret.
    • İnsan toplulukları (nas, mü’minûn, kâfirûn, münafıkûn) → müzekker sigada geçer.
    Sebep: Hem erkek hem kadınları içine alan kuşatıcı dil.
    • Gaybî hakikatler (azap, sevap, hesap, iman, küfür) → çoğunlukla müzekker açıdan ifade edilir.
    Sebep: Cinsiyet üstü, küllî hakikatler olmaları.
    • Peygamber hitapları → genellikle müzekker.
    Sebep: Risalet makamı gereği “asliyet ve temsil” yönüyle kullanılır.

    4. Müennesin Özellikle Tercih Edildiği Yerler

    Kur’ân’da bazı kelimeler özellikle müennes sigada gelir:
    • الأرض (yer/arz) – “arz” kelimesi Arapçada mecazî müennes kabul edilir.
    • شمس (güneş) – mecazî müennes.
    • نفس (nefs) – müennes.
    • رحمة (rahmet) – tâ merbûta sebebiyle müennes.
    ➡️ Bu kullanım, çoğunlukla lütuf, şefkat, doğurganlık, üretkenlik, incelik gibi manaları çağrıştırır. Yani mecazî müennesin seçimi de manevî incelik taşır.

    5. Hikmetler ve İncelikler

    • Hitabın umumiliği: Müzekker siganın tercih edilmesi, “Kur’ân’ın evrensel hitabını” sağlar.
    • Belağat inceliği: Bazı yerlerde müzekker-müennes farklılığı, ayetin nazmındaki ahenk, vezin ve secî için de önemlidir.
    • Tecellî yönü: Kudret ve celâl konuları genellikle müzekker; rahmet ve cemâl konuları müennes lafızlarla ifade edilir.
    6. Risale-i Nur’dan Bir Bakış
    Bediüzzaman, Kur’ân’daki kelime tercihlerinin “tesadüf değil, tam hikmet ve belâgat ölçüsü” olduğunu sıkça vurgular. Mesela:
    • Kur’ân’ın mucizeliği bahsinde, tek bir kelimenin yer değişmesinin manayı nasıl bozacağını izah eder.
    • Dolayısıyla müzekker/müennes tercihi de tamamen bu nazm-ı İlâhî’nin bir parçasıdır.

    Özetle:
    • Arapçada müzekkerlik aslî, müenneslik arızîdir.
    • Kur’ân’da müzekker siganın tercih edilmesi, üstünlükten değil kapsayıcılık ve asliyetten kaynaklanır.
    • Müennes sigalar ise özellikle rahmet, toprak, nefis gibi anlam derinliği taşıyan alanlarda tercih edilmiştir.
    • Bu farklılıklar Kur’ân’ın nazmındaki mucizevî dengeyi gösterir.

    ****

    📌 Müzekker Kullanılan Kelimelerden Örnekler

    • اللَّهُ
    “اللَّهُ لا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ” (Bakara, 255)
    🔎 Kudret ve celâl yönünü yansıtan müzekker sigada zikredilmiştir.
    • الَّذِينَ آمَنُوا
    “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ” (Bakara, 183)
    🔎 Müzekker sigası hem erkek hem kadın mü’minleri kapsar; evrensel hitap sağlar.
    • الْقُرْآنُ
    “إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ” (Vâkıa, 77)
    🔎 Kur’ân, müzekker sigada “yücelik, azamet ve bağlayıcılık” vurgusuyla gelir.
    • عَذَابٌ
    “إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا” (Furkan, 65)
    🔎 Azabın ciddiyet ve ağırlığı müzekker kullanımla ifade edilir.
    • الْكافرون
    “قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ” (Kâfirûn, 1)
    🔎 Küfür ehli müzekker sigada zikredilir; kadınları da kapsayan bir topluluk ifadesidir.

    📌 Müennes Kullanılan Kelimelerden Örnekler

    • الأرض (yer)
    “وَالْأَرْضُ مَدَدْنَاهَا” (Kaf, 7)
    🔎 Arz, bereket ve doğurganlık yönüyle mecazî müennes kullanılır.
    • الشمس (güneş)
    “وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا” (Yasin, 38)
    🔎 Hayat kaynağı oluşu, cemâlî tecellîsiyle müennes olarak zikredilir.
    • النفس (nefs)
    “وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا” (Şems, 7)
    🔎 Nefis, tezkiye ve terbiyeye muhtaç yönüyle müennes gelmiştir.
    • الرحمة (rahmet)
    “وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ” (A’râf, 156)
    🔎 Rahmetin şefkat ve lütuf yönü müennes kalıpla ifade edilir.
    • النار (ateş)
    “وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ” (Bakara, 24)
    🔎 Cehennem ateşi, kuşatıcı ve yakıcı şiddetiyle müennes lafızda zikredilmiştir.
    🌟 Netice
    • Müzekker kelimeler → Kudret, celâl, hüküm ve evrensel bağlayıcılığı vurgular.
    • Müennes kelimeler → Rahmet, bereket, doğurganlık veya kuşatıcı ceza gibi incelikleri ifade eder.

    *****

    1. Arapça’da Müennes Kavramı

    • Hakikî müennes: Bizzat kadınlık/dişilik ifade eden kelimeler (امرأة, بنت).
    • Mecazî müennes: Tâ merbûta ile biten, çoğul kalıbı gereği veya dilde tevkîfî olarak müennes kabul edilen kelimeler (أرض, شمس, رحمة).
    • Kur’ân’da müennes → çoğunlukla mecazî müenneslerdir.

    2. Müennes Kullanımının Sebepleri

    • Lugat kuralı: Arapçada bazı kelimeler tevkîfî olarak müennes kabul edilmiştir. (arz, güneş, ateş gibi)
    • Mecazî anlam: Bereket, üretkenlik, doğurganlık, kuşatıcılık gibi yönleri ifade eder.
    • Belâgat inceliği: Rahmet, şefkat veya cezanın kuşatıcılığı gibi cemâlî ve celâlî isimleri farklı yönleriyle yansıtır.
    • Nazım ahengi: Kur’ân’ın secî ve vezin yapısında müennes siganın özel bir ahenk oluşturması.

    3. Neden Müzekker Olarak Değil?

    • Müzekker dilde aslî ve kapsayıcıdır; güç, kudret ve celâl yönünü ifade eder.
    • Müennes ise hususîdir; belirli çağrışımlar (bereket, rahmet, kuşatıcılık, ceza) için tercih edilir.
    • Yani “arz”ı veya “rahmet”i müzekker söylemek, onların inceliğini, şefkat ve cemâlî yönünü eksiltirdi.
    • Müennes sigalar, o kavramın hassas, kuşatıcı veya lütuf/şiddet yüklü özelliğini ortaya çıkarır.

    5. Risale-i Nur Açısından Bir Bakış
    Bediüzzaman, Kur’ân’daki lafız tercihlerinin tamamen hikmet ve belâgat ölçüsüyle olduğunu söyler.
    • Meselâ, “arz”ın müennes gelmesi, onun bir “rahmet anası” gibi bütün canlılara beşik oluşuna işaret eder.
    • “Dünya”nın müennes oluşu, aldatıcı ve geçici yönünü gösterir.
    • “Rahmet”in müennes oluşu, cemâl ve şefkat tecellîsini ön plana çıkarır.

    Özet:
    • Kur’ân’da müennes kullanılan kelimeler genellikle mecazî müenneslerdir.
    • Müenneslik, rahmet, bereket, üretkenlik veya kuşatıcı ceza gibi manaları taşır.
    • Müzekker kullanılmamasının sebebi, bu inceliklerin kaybolmaması ve Kur’ân’ın nazmında ahengin korunmasıdır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Kur’an-ı Kerim ve Yaratıcıyı Tanıma

  1. Kur’an-ı Kerim ve Yaratıcıyı Tanıma

    İktibas: “Hâlıkımızın esma-i hüsnasıyla ve sıfat-ı kutsiyesiyle onu kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.” (Âyet-ül Kübra, Risale-i Nur)

    İzah ve Açıklama: Bu ifade, Yaratıcı’yı (Hâlık) tanıma sürecinin insan aklının ve idrakinin sınırları içinde gerçekleşebileceğini belirtir.
    Esma-i Hüsna, Allah’ın en güzel isimleri, sıfat-ı kutsiyesi ise O’nun yüce sıfatlarıdır. İnsan, kendi yetenek ve kapasitesine (kabiliyetimizin nisbetinde) göre bu isim ve sıfatlar aracılığıyla Allah’ı anlamaya gayret edebilir. Bu durum, O’nun sonsuz ve sınırsız büyüklüğünü tam olarak idrak edemeyeceğimizi, ancak O’nun tecellilerini kendi sınırlarımız içinde gözlemleyerek ve tefekkür ederek marifetullaha ulaşmaya çalışabileceğimizi gösterir. Tıpkı bir okyanusun tüm suyunu bir damlada göremeyeceğimiz gibi, Yaratıcının sonsuz kemalatını da sınırlı aklımızla tam olarak kavrayamayız. Ancak O’nun sanatını, eseri olan kâinatı inceleyerek O’nun sonsuz isim ve sıfatlarını görebiliriz.

    Makale: Yaratılışın Penceresinden Marifetullah

    İnsanoğlu var olduğu günden bu yana “kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularının cevaplarını aramıştır. Bu arayış, nihayetinde Yaratıcı’yı tanıma (marifetullah) arayışına dönüşür. Ancak Yaratıcı’yı tanımak, O’nun sonsuz ve mutlak varlığını sınırlı bir akılla idrak etmekle mümkün değildir. O’nun mahiyetini tam manasıyla kavramak, insan aklının sınırlarını aşan bir durumdur. İşte tam da bu noktada, “Hâlıkımızın esma-i hüsnasıyla ve sıfat-ı kutsiyesiyle onu kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.” ifadesi bize bir yol haritası sunar.
    Allah’ın isim ve sıfatları, O’nun kainattaki tecellileridir. Her bir isim ve sıfat, O’nun farklı bir yönünü, bir kudret nişanesini gösterir. Mesela, “Şâfî” ismini hastalıklardan şifa bulduğumuzda, “Rezzâk” ismini rızkımızın geldiğini gördüğümüzde, “Hakîm” ismini ise kâinattaki mükemmel düzen ve ahengi fark ettiğimizde anlarız. Her bir varlık, her bir olay, O’nun bir isminin aynasıdır. Bir çiçeğin renklerindeki ahenk, bir kuşun kanadındaki tasarım, göklerdeki yıldızların intizamı, denizlerdeki canlıların çeşitliliği… Bütün bunlar, bize Yaratıcı’nın sanatkarlığını, ilmini, kudretini gösterir. İnsan, bu tecellileri gördükçe, kendi varlığının ve kâinatın ne kadar ince bir hesapla yaratıldığını anlar. Ve anlar ki, bu kusursuz sanatın Sahibi, ancak sonsuz kemâl sahibi bir Zat olabilir.
    Tarih boyunca bu hakikati idrak eden pek çok âlim, veli ve düşünür, eserlerinde bu marifet yolculuğunu anlatmıştır. İmam Gazali, İbn Arabi, Mevlana gibi büyük şahsiyetler, kaleme aldıkları eserlerde bu yolculuğun inceliklerini işlemiş, insanın kendi iç âlemine yönelerek ve kâinat kitabını okuyarak Rabbini tanıyabileceğini vurgulamışlardır. Bu yol, salt bir bilgi birikimi değil, aynı zamanda kalbî bir tefekkür ve manevi bir uyanış gerektirir. Yaratılışın harikaları karşısında hayranlıkla durabilen ve bu harikalardan bir Yaratıcıya ulaşan bir kalp, okyanusun damlasına sığdığı gibi, Yaratıcı’nın sınırsız azametini kendi sınırlı dünyasında hissedebilir.
    Özet: Bu makale, Allah’ı tanıma yolunun, O’nun isim ve sıfatları aracılığıyla ve insanın kendi idrak kapasitesi ölçüsünde mümkün olduğunu vurgulamaktadır. Her bir yaratılış eserinin, Allah’ın bir isminin tecellisi olduğu ve bu tecellileri doğru okuyarak marifetullaha ulaşılabileceği anlatılmıştır.

    2. Kedinin Mırıltısı ve Yaratıcıya Yakarış

    İktibas: “Hazin mırmırlarını dikkatle dinlersen, ‘Ya Rahim, ya Rahim’ çektiklerini anlarsın.” (Risale-i Nur)

    İzah ve Açıklama: Bu ifade, bir hayvanın, hatta bir kedinin mırıltısının bile anlamsız bir ses olmayıp, bir manası olduğunu, Yaratıcıya yönelik bir zikir ve yakarış olabileceğini anlatır. “Ya Rahim” ismi, Allah’ın merhamet ve şefkat sahibi olduğunu ifade eder. Bir kedinin acı veya sevinç anındaki mırıltısı, aslında O’nun sonsuz merhametine sığınma ve O’ndan merhamet dileme hali olarak yorumlanır. Bu durum, sadece insanların değil, tüm canlıların fıtratında Yaratıcıya karşı bir bağ ve yönelişin bulunduğunu gösterir.

    Makale: Canlıların Dilinden Merhamet Arayışı

    Kainat, Yaratıcı’nın sayısız eseriyle dolu bir sergi gibidir. İnsan, bu serginin en dikkatli izleyicisi olması gerekirken, çoğu zaman etrafındaki sesleri, hareketleri ve canlıları sadece sıradan şeyler olarak görür. Oysa her bir fısıltı, her bir hışırtı, her bir canlı sesi, kendine mahsus bir dille Yaratıcı’yı tesbih eder. İşte bir kedinin mırıltısı da bu eşsiz dillerden biridir. Mırıltısı, bir kedinin sevinçten, acıdan veya korkudan çıkardığı bir ses olmaktan öte, manevi bir derinlik taşır. Bu derinliği idrak edebilenler, o seste bir sığınma, bir yakarış ve bir merhamet arayışının fısıltısını duyarlar. “Hazin mırmırlarını dikkatle dinlersen, ‘Ya Rahim, ya Rahim’ çektiklerini anlarsın.” ifadesi bu hakikati dile getirir.
    Kedi, yavrularına olan şefkati, kendini savunurken gösterdiği hırsı, aç kaldığında sığındığı köşesi ve doyduğunda gösterdiği memnuniyet ile kendi varoluşunun farkındadır. Ve bütün bu hallerinde, kendisini var eden ve kendisine merhamet eden bir Zat’a yönelir. Hayvanların fıtratındaki bu merhamet arayışı, insan için de büyük bir ibrettir. İnsan, sadece akıl ve irade sahibi olmakla değil, aynı zamanda bu canlıların sesini dinleyebilme ve bu seslerin ardındaki ilahi manayı hissedebilme kabiliyetiyle de donatılmıştır. Hayvanların en zor anlarında dahi bir Yaratıcıya olan yönelişi, insanın en rahat anında bile O’nu unutmaması gerektiğini hatırlatır.
    Bu hikmetli bakış açısı, insanın kendini kâinatın merkezine koyup diğer canlıları sadece nesne olarak görme yanılgısından kurtarır. Her bir canlının, Yaratıcı’nın merhametinden bir pay aldığı ve kendi lisanıyla O’na yakardığı idraki, insanda daha derin bir saygı ve farkındalık uyandırır. Bu farkındalık, hem diğer canlılara karşı şefkatli olmayı, hem de insanın kendi acizliğini ve Yaratıcı’nın sonsuz merhametine olan ihtiyacını anlamasını sağlar. Böylece kâinat, sadece biyolojik bir sistem olmaktan çıkar, her anın ve her canlının bir tesbih ve dua içinde olduğu canlı bir mescide dönüşür.
    Özet: Bu makale, bir kedinin mırıltısının bile Yaratıcı’nın Rahim ismine bir yakarış olabileceği fikrini işlemektedir. Bu durum, tüm canlıların fıtratında Yaratıcıya bir yönelişin bulunduğunu ve insanın bu fıtratı anlayarak kâinatla daha derin bir bağ kurabileceğini anlatmaktadır.

    3. Zaman, Acizlik ve Tevekkül

    İktibas: “Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı? … Biçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? … Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır. … Odur herkese nokta-i istinad. Odur her zaife cihet-i istimdad..” (Mesnevi-i Nuriye – 96)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, insanın zaman karşısındaki acizliğini, ölümlü oluşunu ve bu acizlikle başa çıkmak için bir dayanak noktasına (nokta-i istinad) ihtiyaç duyduğunu anlatır. İnsan, dünyaya gelirken sahip olduğu zayıflık ve fakirlikle (muhtaçlık) yaratılmıştır. Emelleri, yani istek ve arzuları sınırsızken, ömrü kısadır. Bu çelişki karşısında çaresiz kalan insana, bir sığınak ve yardım kaynağı (cihet-i istimdad) gösterilir: Yaratıcı. O, her zayıfın dayanağı ve her muhtacın yardımcısıdır.

    Makale: Fani Bir Varlık Olarak İnsan ve Sonsuz Dayanak

    İnsan, gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren bir koşuşturmacanın içinde bulur kendini. Gelecek için planlar yapar, hayaller kurar, hedeflere koşar. Ancak bu durmaksızın devam eden yarış, acı bir gerçekle kesilir: zamanın geçiciliği ve hayatın sonlu oluşu. “Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı?” sorusu, insanın fani tabiatına dair sert bir yüzleşmedir. Sınırsız emelleri olan insan, her an yaklaşan ecel karşısında ne yapacağını şaşırır. “Biçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? … Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır.” Bu derin çelişki, insanı bir çıkmaza sürükler gibi görünse de, aslında doğru yolu gösteren bir pusuladır.
    Bu acizlik ve fakirlik idraki, insanın kendi gücüyle var olamayacağını, bir Yaratıcıya muhtaç olduğunu anlamasını sağlar. Hayatın zorlukları, hastalıklar, kayıplar ve hüzünler karşısında insan, kendi iradesinin ne kadar sınırlı olduğunu fark eder. İşte bu farkındalık, insanı bir sığınak aramaya iter. Fıtraten zayıf ve muhtaç olan insan, güçlü ve zengin bir dayanak noktası arar. Bu dayanak, kendi gücünün bittiği yerde başlar. “Odur herkese nokta-i istinad. Odur her zaife cihet-i istimdad..” Bu dayanak, her şeye gücü yeten, sonsuz zenginlik sahibi olan Yaratıcıdır.
    Tarihte, bu gerçeği idrak eden pek çok insan, zayıflıklarını bir güç kaynağına dönüştürmüştür. Peygamberler, en zor anlarında dahi Allah’a tevekkül etmiş, O’na sığınmış ve bu sayede imkânsız gibi görünen başarıları elde etmişlerdir. Hz. İbrahim’in ateşe atılması, Hz. Musa’nın denizi yarması, Hz. Yusuf’un zindanda sabrı… Bütün bunlar, kendi acizliğinin farkında olanların, Yaratıcı’nın sonsuz gücüne dayanarak nasıl büyük mucizeler gösterebildiklerinin en güzel örnekleridir. İnsanın gücü, kendi acizliğini bilip Yaratıcı’nın kudretine iltica etmesinde saklıdır.
    Özet: Bu makale, insanın fani ve aciz bir varlık olduğunu, sınırsız arzularına karşı ömrünün sınırlı olduğunu ele almaktadır. Bu çaresizlik karşısında insanın bir sığınak ve dayanak noktasına ihtiyaç duyduğu ve bu dayanağın ancak sonsuz güç sahibi Yaratıcı olabileceği vurgulanmaktadır.

    4. İbrahim Hakkı ve Tevekkülün Sanatı

    İktibas: “…O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme…” (Mektubat – 224)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, Allah’ın iki temel sıfatı olan “Hakîm” (her şeyi hikmetle yapan) ve “Rahîm” (sonsuz merhamet sahibi) sıfatlarına dikkat çekmektedir. Kâinatta meydana gelen olaylar, bazen insana dehşet verici ve anlamsız gelebilir. Ancak bu olayların arkasında bir hikmet ve rahmetin bulunduğuna inanmak esastır. Bu noktada, meşhur düşünür Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” sözü, tam bir tevekkül ve teslimiyet ifadesidir. İnsanın bu olayları, sanki bir pencereden dışarıyı seyreder gibi, dışarıda kalarak, yani duygularına kapılmadan ve gereksiz endişeye düşmeden izlemesi gerektiği vurgulanır.

    Makale: Hikmet ve Rahmet Aynasında Tevekkül

    Hayat, kimi zaman akıl almaz ve dehşet verici olaylarla doludur. Savaşlar, salgın hastalıklar, doğal afetler… İnsan, bu olayların karşısında kendini çaresiz ve anlamsız bir varlık gibi hissedebilir. Bu his, Yaratıcı’nın kudretine olan imanı sarsabilir. İşte bu zor anlarda, “O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.” hakikati, sarsılmaz bir iman pınarıdır. Yaratıcı, her işi bir hikmet ve merhametle yapar. Bizim için kötü görünen bir olay, gelecekte daha büyük bir hayrın kapısını aralayabilir.
    Bu ilahi hakikat, insanı gereksiz endişe ve panikten kurtarır. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın meşhur sözü “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler”, bu teslimiyetin en güzel özetidir. Bu söz, bir pasiflik değil, aksine, insanın kendi sorumluluğunu yerine getirdikten sonra sonucunu Yaratıcı’nın hikmetine bırakmasıdır. İnsanın görevi, olayların içine girip çaresizliğe düşmek değil, onları bir pencereden seyrederek ibret almaktır. Yani, olayların görünen yüzüne takılıp kalmamak, arkasındaki ilahi hikmeti aramaktır. Bu durum, bir cerrahın hastasını ameliyat ederken gösterdiği merhametli sertliğe benzer. Hasta için acı verici olan bu işlem, aslında onun iyileşmesi için bir zorunluluktur.
    Tarih boyunca bu teslimiyet ahlakı, pek çok insanın zorluklar karşısında dimdik durmasını sağlamıştır. Yunus Emre’nin “Cânım, varım, ben O’na teslim” deyişi, Mevlana’nın “Ne olursan ol yine gel” çağrısı, bu teslimiyetin farklı yansımalarıdır. Bu teslimiyet, bir yenilgi değil, bilakis en büyük zaferdir. Zira insan, acizliğinin farkına varıp Yaratıcı’nın sonsuz gücüne dayandığında, iç huzurunu bulur ve hayatın fırtınaları karşısında sarsılmaz bir duruş sergiler.

    Özet: Bu makale, hayatın zorlukları karşısında Yaratıcı’nın hikmet ve merhametine güvenmenin önemini vurgulamaktadır. İbrahim Hakkı’nın sözüyle ifade edilen tevekkül anlayışı, olayların görünen yüzüne takılıp kalmadan, onların ardındaki ilahi manayı aramayı ve iç huzurunu korumayı öğretir.

    5. Kader ve Kalıp
    İktibas: “Kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıb vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir.” (Mesnevi-i Nuriye – 181)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, kaderin, her bir varlığın varoluşuna dair belirlenmiş bir ölçü (mikdar) ve bu ölçüye uygun bir şekil (kalıp) verdiğini ifade etmektedir. Her varlığın, sahip olduğu özellikler ve yetenekler, bu belirlenmiş kalıp içerisinde gelişir. Feyyaz-ı Mutlak (sonsuz feyz ve ihsan sahibi) olan Allah’tan gelen feyz (manevi akış, bereket), o varlığın fıtri yeteneğine (kabiliyeti) göre şekillenir. Yani, bir ağacın meyve vermesi, bir kuşun uçması, bir insanın düşünme yeteneği, hepsi kendi kalıpları içinde ve ilahi bir belirlemeyle gerçekleşir.

    Makale: Varoluşun Mükemmel Tasarımı

    Kâinatta rastgele hiçbir şey yoktur. Gözümüzün görebildiği her bir varlık, en küçük atomdan en büyük galaksilere kadar, belli bir düzen ve ölçü içinde yaratılmıştır. Bu düzenin en önemli sırrı ise kaderdir. Kader, her bir varlığa biçilmiş birer elbise, birer şablon gibidir. “Kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıb vermiştir.” Bu kalıplar, varlıkların potansiyellerini ve sınırlarını belirler. Bir elma çekirdeği, bir çam ağacı olamaz; bir kuş, bir balık gibi suda yaşayamaz. Her biri kendi fıtratına uygun bir kalıp ve ölçü ile donatılmıştır.
    Bu kader, aynı zamanda varlıkların potansiyellerini açığa çıkarmaları için bir zemin de hazırlar. “Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir.” Bu ifade, yaratılışta her varlığın, kendisine verilen kabiliyet kadar bir lütuf ve bereket alacağını gösterir. Tıpkı bir çiçeğin topraktan sadece kendisine lazım olan suyu ve besini alması gibi, her bir varlık da Yaratıcıdan aldığı feyzi, kendi fıtratının elverdiği ölçüde kullanır. Bu durum, hiçbir varlığın boş yere yaratılmadığını ve her birinin evrenin mükemmel işleyişinde bir rolü olduğunu isbatlar.
    Tarihte, bu kader inancı, insanlara hem bir teselli kaynağı hem de bir motivasyon kaynağı olmuştur. Zorluklar karşısında “kader böyleymiş” diyerek tevekkül etmek, imanın bir yansımasıdır. Ancak bu, pasif bir bekleyiş anlamına gelmez. Tam tersine, insan kendi kalıbının farkına varmalı, kendisine verilen yetenekleri keşfetmeli ve bu yetenekleri en iyi şekilde kullanarak hayatına bir anlam katmalıdır. Ressam fırçasını, şair kalemini, bilim adamı aklını bu kalıp içinde en iyi şekilde kullanır. Bu anlayış, insanı bir başkasının hayatını taklit etmekten kurtarır ve kendi özel yolculuğuna odaklanmasını sağlar.

    Özet: Bu makale, kaderin her varlığa bir ölçü ve kalıp verdiğini ve bu kalıpların, varlıkların Yaratıcıdan alacağı feyze olan kabiliyetlerini belirlediğini anlatmaktadır. Bu ilke, her varlığın kendine özel bir potansiyeli olduğunu ve bu potansiyeli kullanarak evrenin bütünlüğüne katkıda bulunduğunu vurgulamaktadır.

    6. İnsan, İman ve Sanat-ı İlahiye

    İktibas: “İnsan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı ilahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibarıyla bir kıymet alır.” (Sözler, Risale-i Nur)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, insanın gerçek değerini neyin belirlediğini açıklar. İnsanın kıymeti, sadece biyolojik bir varlık olmasından değil, iç dünyasında ve görünüşünde tecelli eden ilahi sanatın (sanat-ı ilahiye) ve Rabbi’nin isimlerinin nakışlarının (nukuş-u esma-i Rabbaniye) yansımalarından gelir. Bu tecelliler, ancak iman ile doğru bir şekilde anlaşılır ve anlamlandırılır. İman, insanı bu ilahi sanatı görebilen bir ayna haline getirir ve böylece ona eşsiz bir değer kazandırır.

    Makale: İnsanlığın Yüce Değeri ve İman Aynası

    İnsanoğlu, yeryüzünün en karmaşık ve en gizemli varlığıdır. Fiziksel ve biyolojik yapısının mükemmelliği, akıl ve irade gibi eşsiz yetenekleri, onu diğer canlılardan ayırır. Ancak bir insanın gerçek değeri, sadece bu özelliklerden mi gelir? İşte bu soruya cevaben, “İnsan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı ilahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibarıyla bir kıymet alır.” hakikati ortaya çıkar. İnsan, sadece bir et ve kemik yığını değil, Yaratıcı’nın sanatının en güzel eseri, isimlerinin en parlak aynasıdır.
    İnsandaki mükemmel beyin yapısı, karmaşık sinir sistemi, kalbin ritmik atışı, gözün kusursuz mekanizması… Bütün bunlar, rastgele oluşmuş şeyler değil, Yaratıcı’nın Sanat-ı İlahiyesinin birer şaheseridir. İnsan yüzündeki ifadeler, sesindeki tonlamalar, duygularındaki derinlikler, hepsi Esma-i Rabbaniye’nin nakışlarıdır. Örneğin, insandaki şefkat, Yaratıcı’nın Rahim isminin; adalet duygusu, Adl isminin; ilim arzusu ise Âlim isminin bir yansımasıdır. İnsan, bu tecellileri ancak iman gözüyle görebilir. İman, bu nakışları okuyabilen bir anahtar, bu sanatı anlayabilen bir kalp gözüdür. İman etmeyen bir insan, bu nakışları göremez ve sadece biyolojik bir varlık olarak kalır.
    Tarih boyunca bu hakikati idrak edenler, insanlığa en büyük hizmetleri sunmuşlardır. Yunus Emre’nin “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” deyişi, insanın taşıdığı ilahi sanatın bir kabulüdür. Mevlana’nın “Gel” çağrısı, her insanda bulunan ilahi potansiyeli görmenin bir sonucudur. İman, insanı benmerkezcilikten kurtarır ve onu, evrenin ve tüm varlıkların Yaratıcısı’na bağlar. Bu bağ, insana sadece bir değer vermekle kalmaz, aynı zamanda ona bir amaç ve anlam da kazandırır. O artık amaçsız bir varlık değil, ilahi sanatı taşıyan ve yansıtan yüce bir halifedir.

    Özet: Bu makale, insanın gerçek değerinin sadece fiziksel özelliklerinden değil, iç dünyasında ve dış görünüşünde tecelli eden ilahi sanat ve isimlerin bir yansıması olarak ortaya çıktığını açıklamaktadır. Bu değerin ancak iman ile anlaşılabileceği ve imanın, insana bu ilahi nakışları okuma ve bu sayede eşsiz bir kıymet kazanma yeteneği verdiği vurgulanmaktadır.

    Genel Makale Özeti ve Bütünlük Değerlendirmesi

    Bu makaleler serisi, farklı açılardan Yaratıcı’yı ve O’nun kâinattaki tecellilerini tanıma ve anlama çabasını ele almaktadır. İlk makale, Yaratıcı’yı sınırlı aklımızla ancak O’nun isim ve sıfatları aracılığıyla tanıyabileceğimizi vurgulayarak bir başlangıç noktası sunar.
    İkinci makale, bir kedinin mırıltısı gibi küçük ve önemsiz görünen bir olayda bile ilahi merhametin izlerini görebileceğimizi, böylece kâinattaki her şeyin bir anlam taşıdığını anlatır.
    Üçüncü makale, insanın fani ve aciz bir varlık olduğunu kabul ederek, bu acizliğin Yaratıcı’nın sonsuz gücüne sığınmak için bir sebep olduğunu açıklar.
    Dördüncü makale, hayatın zorlukları karşısında tevekkül ve teslimiyetin önemini, her olayın ardında bir hikmet ve rahmetin bulunduğunu anlatır.
    Beşinci makale, kaderin her varlığa biçtiği özel bir kalıp ve ölçü olduğunu, bu sayede her şeyin mükemmel bir düzen içinde var olduğunu gösterir.
    Son olarak, altıncı makale, tüm bu tecellilerin en büyüğünün insanda olduğunu ve insanın gerçek değerini, içindeki ilahi sanatı imanla okumasıyla kazandığını vurgular.

    Bu makaleler, birbirinden bağımsız konuları ele alsa da, ortak bir tema etrafında birleşir: Yaratıcı’yı tanımak ve O’na iman etmek. Her biri, farklı bir pencereden kâinat kitabını okumayı öğretir. Bir bütün olarak ele alındığında, bu metinler, insanın kendi varlığını, kâinatı ve Yaratıcı’yı anlamak için nasıl bir yolculuğa çıkması gerektiğini gösteren kapsamlı bir rehber niteliğindedir. Bu yolculuk, dışarıdaki büyük olaylardan, içimizdeki en derin hislere kadar her şeyi kapsar ve sonuçta, insanın kendi acizliğini bilip Yaratıcı’nın sonsuz kudretine sığınmasıyla tamamlanır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gündem: “Ortak Zulüm” , Soykırım Tartışması ve Ağlayan Gazze

Gündem: “Ortak Zulüm” , Soykırım Tartışması ve Ağlayan Gazze

Özet. Son iki yılda Gazze’de yaşananlar hem bölgesel hem de küresel siyaseti derinden sarstı. Savaşa ilişkin insani bilanço, uluslararası hukuk tartışmaları, devletler arası askeri ve diplomatik ilişkiler ve sivil topluma yansıyan öfke, bu olayı sadece “bir çatışma” olmaktan çıkarıp tarihe geçecek bir dönemeç hâline getirdi. Bu makale, sonuçları kronolojik ve kavramsal bir açıdan değerlendirerek “İsrail–ABD ortaklığı” iddialarının köklerini, “soykırım” ifadelerinin hukuki ve siyasi boyutlarını ve Gazze’deki insani krizin tarihî anlamını tartışır.

1. Kısa tarihçe ve çatışmanın dönüşümü

2023 Ekim’inde başlayan saldırılar, bölgesel dinamikleri ve uluslararası ilişkileri hızla değiştirdi. Olayların ilk safhası askerî çatışma niteliğinde iken, takip eden aylarda altyapının tahribi, ablukalar, kıtlık riski ve kitlesel sivil ölümleri gündemi şekillendirdi. Bu durum, savaşın “sadece askerî operasyon” olmaktan çıkıp bir “insani felaket” hâline gelmesine yol açtı; uluslararası toplumda tartışmalar, yardım erişimi, silah satışları ve hukuki tanımlamalar ekseninde yoğunlaştı. (Genel kronoloji ve insani etkiler için bkz. ilgili haber raporları; aşağıda kaynaklar belirtilmiştir.)

2. ABD–İsrail ilişkileri: askerî destek ve tartışmalı satışlar

ABD ile İsrail arasındaki stratejik işbirliği uzun yıllara dayanır; eğitim, istihbarat paylaşımı ve askeri yardım bu ilişkinin temel sütunlarıdır. 2025 sonbaharında gündeme gelen yeni silah satışları —örneğin yaklaşık 6 milyar dolarlık Apache helikopterleri ve zırhlı araçlar ihtiva eden paket— Washington ile Tel Aviv arasındaki askeri bağın günlük bir göstergesi olarak yorumlandı. Bu tür tekliflerin Kongre onayına sunulması, hem ABD içinde hem de dünya çapında yoğun politik ve ahlaki tartışmalara yol açtı; bazı milletvekilleri ve sivil toplum aktörleri, ileri düzey saldırı teçhizatının sivil kayıpları artırabileceğini ve bu nedenle durdurulması gerektiğini savundu.
İsrail’in zulmüne ABD sadece destek olmadı, aynı zamanda ortak oldu.
Tartışma noktası: Bir devletin başka bir devlete askerî teçhizat satması uluslararası hukukta genellikle yasaldır; ancak satışın “bilerek” sivil ölümlere katkı sağladığına dair makul şüphe varsa, silah transferini durdurma yükümlülüğü (ahlaki ve zaman içinde hukuki baskı) gündeme gelebilir. Bu durum, uluslararası ilişkilerde “suç ortaklığı” veya “suçta iştirak” tartışmalarına kapı açar.

3. İnsanî bilanço: ölümler, açlık ve sağlık krizi

Gazze içindeki resmi ve sivil kaynakların raporları, on binlerce sivilin hayatını kaybettiğini, yüz binlercesinin yerlerinden edildiğini ve geniş çaplı bir sağlık ve beslenme krizinin süregeldiğini gösteriyor. Birleşmiş Milletler organları ile uluslararası sağlık kuruluşları, Gazze’de kıtlık, yetersiz tıbbi bakım ve çocuklarda artan malnutrisyon ölümleri gibi bulgular bildirdi; WHO ve OCHA gibi kuruluşların değerlendirmeleri, insani durumun “kritik” olduğunu ortaya koyuyor. Bu insani veriler, hem saha gerçekliğini hem de hukuki değerlendirmeler açısından önemli bir arka plan sunar.

4. “Soykırım” beyannamesi: hukuki çerçeve ve siyasi sonuçlar

Uluslararası hukukta “soykırım” tanımı 1948 Genocide Convention’da yer alır: bir ulusal, etnik, ırki veya dini grubu “tamamen veya kısmen yok etme” kastıyla işlenen belirli eylemler soykırım sayılır. Bu kastın (intent) açık ve net olarak belirli fiillerin (öldürme, ciddi bedeni/ruhi zarar verme, yaşam koşullarını yok edici şekilde dayatma, doğumları engelleyici tedbirler vb.) sistematik ve hedefli şekilde uygulanması, soykırım olduğunu açıkça göstermektedir

2025’in ortalarında Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve bağımsız üç üyeden oluşan bir komisyonun raporu, bazı üst düzey İsrail yetkililerinin eylemlerinin ve söylemlerinin “soykırım” kriterlerini karşılayabileceği yönünde bir çok belge sundu; rapor, dört maddede (Genocide Convention’ın belirlediği beş fiilden dördünde) deliller bulunduğunu belirtti. Bu rapor, uluslararası siyaset, yaptırım tartışmaları ve adli süreçler açısından önemli etki oluşturdu.

5. Diplomasi, protestolar ve uluslararası kamuoyu

Bireysel devlet liderlerinin açıklamaları, parlamento kararları ve sivil toplum hareketleri krizin küresel yankısını belirliyor. Örneğin İspanya Başbakanı Pedro Sánchez’in sert eleştirileri ve bazı Avrupa ülkelerinin tepkileri, devlet-düzeyinde yaptırım ve izolasyon çağrılarını gündeme getirdi; İsveç gibi ülkelerde geniş protesto gösterileri ve entelektüel çevrelerden sert eleştiriler yükseldi. Kamuoyunun tepkisi, diplomasinin şekillenmesinde ve uluslararası hukuki yollara iten baskıda belirleyici oluyor.

6. Tarihî perspektif ve sonuç

Tarih, büyük insani felaketlerin yalnızca çatışma anındaki silah kullanımıyla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda erişim engelleri, ekonomik kuşatma, altyapı yıkımı ve sürdürülmüş istikrarsızlığın uzun vadede “soykırım benzeri” sonuçlar doğurabileceğini gösterir. Nitekim geçmişte çeşitli örneklerde (Ruanda, Bosna, Darfur vb.) benzer tartışmalar uluslararası hukuk süreçlerine ve ulusal/uluslararası mahkemelere taşındı. Gazze durumu da muhtemelen gelecek yıllarda tarihçiler, hukukçular ve siyaset bilimciler tarafından “21. yüzyılın kritik bir sınavı” olarak ele alınacak ve sürekli İsrail’in bu soykırımı unutulmayacak ve hatırlanacaktır.

Öne çıkan sonuçlar:

• Askerî/ekonomik destek kararları sadece iki devlet arasında kapalı bir mesele değildir; uluslararası hukuki sorumluluk, sivil toplum baskısı ve vicdani kaygılar da karar vericiler üzerinde etkili olur.
• “Soykırım” BM raporlarıyla da tescil edilmiştir.
• İnsanî yardımin erişimi, açlık ve sağlık krizinin önlenmesi bugünün en acil ihtiyaçlarındandır; bu alanlarda uluslararası mekanizmaların güçlendirilmesi şarttır.

7. Ne yapılmalı? (Kısa politika önerileri)

• Acil insani koridorlar ve gıda/ilaç erişimi: Tarafsız uluslararası garantilerle geçici insani koridorların açılması.
• Silah transferlerinin bağımsız denetimi: Kritik teçhizat satışlarının insanî etki değerlendirmesi yapıldıktan sonra onaylanması.
• Bağımsız uluslararası soruşturmalar: Hukuki süreçlerin hızlandırılması ve delillerin korunması.
• Barış planına yatırım: Sadece askeri değil, ekonomik, insani ve politik çözümleri ihtiva eden kapsamlı bir yol haritası.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com