Dünya Bir Misafirhanedir: Hayatın Anlamı ve Sonu

Dünya Bir Misafirhanedir: Hayatın Anlamı ve Sonu

İktibas:
> “Dünya madem fânîdir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem لاَ يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâ yutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevi dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviyeye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”
> Bediüzzaman Said Nursi / Mektubat – 71
>
İzah ve Açıklama:
Bu kapsamlı metin, insan hayatının temel gerçeklerini ve bu gerçekler doğrultusunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini detaylı bir şekilde açıklar.
İlk olarak, dünyanın fani ve ömrün kısa olduğu, ancak yerine getirilmesi gereken lüzumlu vazifelerin çok olduğu belirtilir. Bu, hayatın boşa harcanacak bir oyun alanı olmadığını, aksine ebedi bir hayatın temellerinin atıldığı bir imtihan sahnesi olduğunu vurgular.
İkinci olarak, dünyanın sahipsiz olmadığı, sonsuz hikmet ve cömertlik sahibi bir Müdebbir tarafından idare edildiği ifade edilir. Bu, insanın yaşadığı her şeyin bir anlamı olduğunu ve hiçbir iyiliğin veya kötülüğün cezasız kalmayacağını gösterir. “La yükellifullahu nefsen illa vüs’aha” (Allah hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemez) ayetiyle, ilahi yükümlülüklerin insanı aşan zorluklar olmadığına işaret edilir.
Metnin ana fikri, dünyanın bir misafirhane olduğu ve insanın bu misafirhanede geçici bir misafir olduğu bilincidir. En mutlu ve başarılı kişi, bu gerçeği idrak eden ve hayatını bu doğrultuda şekillendirendir. Böyle bir insan, ahiret için dünyayı, dünyevi hayat için ebedi hayatı feda etmez. Boş ve faydasız şeylerle ömrünü tüketmez, misafirhane sahibinin yani Allah’ın emirlerine göre yaşar. Bu bilinç, kabir kapısını korkuyla değil, selametle açarak ebedi saadete ulaşmanın anahtarıdır.

Çağın Vebası: Fuzulî ve Malayani Meşgaleler

İktibas:
> “MEŞÂGİL-İ DÜNYEVİYE DEDİĞİN, çoğu sana ait olmayan ve fuzuli bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malumat ile vakit geçiriyorsun.”
> (Sözler)
>
İzah ve Açıklama:
Bu söz, modern çağın en büyük problemlerinden biri olan vakit israfını ve gereksiz meşguliyetleri ele alır. “Meşâgil-i dünyeviye” (dünya işleri) olarak adlandırılan bu meşguliyetlerin çoğu, aslında insanın şahsen sorumlu olmadığı veya kendisine bir fayda sağlamayan “fuzulî” ve “malayani” (boş, faydasız) işlerdir. Özellikle günümüzde sosyal medya, internet ve dijital platformlar aracılığıyla insanların, kendileriyle ilgili olmayan binlerce bilgiye boğulduğu, saatlerini bu boş bilgilerle geçirdiği bir çağa işaret eder.
Bu durum, insana verilen en değerli sermayelerden biri olan zamanın nasıl boşa harcandığını gösterir. İnsan, sanki sonsuz bir ömre sahipmiş gibi en lüzumsuz bilgilerle meşgul olurken, aslında kendisine düşen en elzem (en önemli) vazifeleri, yani ibadeti, ahlakı, ilim tahsilini ve hayra hizmeti ihmal eder. Bu söz, okuyucuyu bir nefis muhasebesine davet eder: “Ne ile meşgul oluyorum?”, “Vaktimi neye harcıyorum?” ve “Bu yaptıklarım bana ve ahiretime bir fayda sağlıyor mu?”. Bu sorgulama, insanın hayatına bir yön ve anlam katmasını, lüzumsuz yüklerden arınarak asıl gayesine odaklanmasını sağlar.

Hayat Zorsa, Bir de Bu Fotoğrafa Bak!
İktibas:
> “hayat çok zor derse ona bu fotoğrafı göster.”
>
İzah ve Açıklama:
Bu ifade, hayatın zorluklarından şikâyet edenlere, perspektiflerini değiştirmeyi öğütleyen basit ama etkili bir mesajdır. Mesela bir kişi, yağmur altında, zorlu şartlar altında bir araba dolusu meyveyi itmeye çalışan bir çalışanı tasvir eder. Bu hal, hayatın zorluğunu deneyimleyen ancak pes etmeyen, sabırla ve dirençle ayakta kalmaya çalışan bir insanın sembolüdür.
Bu mesaj, kişiye kendi zorluklarının göreceli olduğunu hatırlatır. Başkalarının daha büyük zorluklar altında nasıl bir mücadele verdiğini görmek, insanın kendi sıkıntıları karşısında şükretmesine ve daha güçlü bir iradeyle direnç göstermesine vesile olur. Hayatın zorluğu kişiden kişiye değişir, ancak mücadele etme ve ayakta kalma iradesi evrensel bir erdemdir.
Bu hal ve tasvir, bir anda kelimelerin anlatamadığı bir ibret dersi sunar: “Senin zor dediğin, belki bir başkasının hayali veya günlük mücadelesidir. Asıl önemli olan, zorluklar karşısında pes etmek değil, o zorluğa karşı dimdik durmaktır.”

Ümmetin Reçetesi: İttihad-ı İslâm

İktibas:
> “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı islâmdır.”
> Mektubat – 468 – Risale-i Nur
>
İzah ve Açıklama:
Bu söz, İslam coğrafyasının ve Müslüman milletlerin içinde bulunduğu durumun derin bir analizini yapar ve kurtuluş reçetesini sunar. “Azametli bahtsız bir kıta,” İslam dünyasını coğrafi ve tarihi olarak kapsayan Asya ve Afrika’yı; “şanlı talihsiz bir devlet,” Osmanlı İmparatorluğu’nu ve mirasçısı olan diğer İslam devletlerini; “değerli sahipsiz bir kavim” ise, sahip olduğu manevi ve kültürel değerlere rağmen günümüzde siyasi ve ekonomik olarak parçalanmış İslam ümmetini ifade eder. Bu üç tabir, geçmişteki ihtişamın ve mevcut sefaletin acı bir resmini çizer.
Ancak, söz sadece tespitle kalmaz, bir de çözüm sunar: “İttihad-ı İslâm”, yani İslam Birliği. Bu birlik, sadece siyasi veya askeri bir birlik değil, aynı zamanda manevi, kültürel ve ahlaki bir birliktir. Müslümanların mezhep, meşrep ve etnik farklılıklarını bir kenara bırakarak, ortak değerler etrafında birleşmeleri ve birlikte hareket etmeleri gerektiği vurgulanır. Bu birlik, Batı’nın ve küresel güçlerin zulmüne, siyasi ve ekonomik sömürüsüne karşı durmanın yegâne yoludur. Söz, bu reçetenin sadece bir öneri değil, içinde bulunulan zor durumdan çıkmanın tek çıkış yolu olduğunu gösterir.

Makale Özeti

Bu makale serisi, farklı metinlerden ilham alarak insan hayatının fani ve ebedi yönlerini, dünya meşgalelerinin tehlikelerini, liderlik ahlakını ve toplumsal sorunlara çözüm önerilerini ele almaktadır. İlk bölümde, dünya hayatının geçiciliği ve asıl amacın ebedi saadete ulaşmak olduğu vurgulanmıştır. İnsan ömrünün kısa, ancak yerine getirilmesi gereken vazifelerin çok olduğu belirtilmiş, bu açıdan rızık gibi konuların ardındaki ilahi hikmet ve rahmet izah edilmiştir.
Diğer kısımda ise, siyasi ve dış cereyanların tefrika oluşturmasına karşı birlik olmanın önemi ve ahireti inkar etmenin mantıksızlığına değinilmiştir.
Son olarak, bu bölümde, dünya hayatının bir misafirhane olduğu, zamanın boş işlerle harcanmaması gerektiği ve İslam dünyasının kurtuluş reçetesinin “İttihad-ı İslâm” olduğu dile getirilmiştir. Makale, tüm bu konuları bir araya getirerek, okuyucuya hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir bilinç ve sorumluluk aşılamayı amaçlamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Âlemin Tek Ustası ve Mahlukatın Memuriyeti

Âlemin Tek Ustası ve Mahlukatın Memuriyeti

​İktibas:
​”Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır ve o usta, her şeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve her şeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mucize ve harikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahluklar onun memurlarıdır.”
(Sözler) – Bediüzzaman Said Nursi

​İzah ve Açıklama:
Bu veciz söz, kâinatın ve içindeki her şeyin, tesadüfen var olmadığını, aksine sonsuz bir kudret, ilim ve hikmet sahibi olan bir Usta tarafından planlandığını ve idare edildiğini anlatır. Kâinat, “bir saray gibi” benzetmesiyle, içindeki her bir detayın birbiriyle uyumlu ve estetik bir sanat eseri olduğunu vurgular. Bir şehir gibi olan bu “memleket” (dünya) de, plansız bir kaos değil, aksine en ince ayrıntısına kadar yönetilen, hiçbir noksanlığı olmayan bir düzendir. Bu Usta, yani Yaratıcı, bize görünmese de her şeyi görür, her şeyi işitir ve her işi bir mucize ve harika niteliğindedir.
​Bu anlayışa göre, tabiatta gördüğümüz ve dillerini anlamadığımız her bir varlık, örneğin bir kelebek, bir ağaç, bir kuş veya bir karınca, aslında O’nun emrinde çalışan birer memurdur. Bunlar, kendi iradeleriyle değil, ilahi bir iradenin sevk ve idaresiyle hareket ederler. Bu bakış açısı, insana etrafındaki her şeye sadece madde gözüyle değil, ilahi bir sanatın ve hikmetin tecellisi olarak bakmayı öğretir. Bu idrak, insanı kâinat karşısında aciz bırakmaz, aksine bu muazzam düzeni yaratan Kudret’e karşı bir hayranlık ve tevekkül hissi uyandırır.

​Ya Muqallibel Qulub: Kalplerin Sebatı ve Duası

​İktibas:
​يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allâh’ım! Benim kalbimi dînin üzerinde sâbit kıl!”
[Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124]

​İzah ve Açıklama:
Bu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) sıkça tekrarladığı ve büyük önem atfettiği bir duadır. Arapça “Mugallibel Gulub” ifadesi, “kalpleri evirip çeviren” anlamına gelir. Bu, insan kalbinin ne kadar değişken ve değişkenliğe açık olduğunu vurgular. İnsan, bir an imanının zirvesinde iken, bir sonraki an şüpheye, nefsani arzulara veya dünya cereyanlarına kapılıp savrulabilir. İman, her zaman korunması ve beslenmesi gereken hassas bir nimettir.
​Bu dua, kalbin bu değişkenliğinin farkında olan bir müminin acziyetini ve tüm gücü Yüce Yaratıcı’dan istediğini gösterir. “Sebat”, yani sâbit kalmak, istikamet üzere olmak, sadece dünyevi işler için değil, özellikle iman ve din yolunda en büyük hedef olmalıdır. Bu dua, kişiye sadece sözle değil, tüm benliğiyle Allah’a yönelmesi gerektiğini hatırlatır. O’nun izni olmadan kalbin din üzerinde sabit kalmasının mümkün olmadığını ve bu sabitliğin sürekli bir dua ve çaba gerektirdiğini öğretir. Bu, Müslümanın hayat boyu en büyük gayretlerinden birinin, kalbini her türlü sapkınlıktan ve şüpheden koruyarak imanında sebat etmek olduğunu gösterir.

​Âhireti İnkar Etmenin İmkânsızlığı

​İktibas:
​”Evet âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaiikiyla inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaiikiyla, yüzbin lisanla onu tekzib ederek bu yalanında yüzbin derece yalancılığını isbat edecek.”
BEDİÜZZAMAN – Asa-yı Musa – 180

​İzah ve Açıklama:
Bediüzzaman’ın bu ifadeleri, ahiretin inkârının ne kadar mantıksız ve imkânsız bir iddia olduğunu ortaya koyar. O’na göre, ahireti inkâr etmek, sadece basit bir inançsızlık değil, aynı zamanda kâinatın temel düzenini ve hakikatlerini inkâr etmeyi gerektirir. Dünya, içinde adaletsizliğin, haksızlığın, iyiliğin karşılığını bulamadığı nice hadiselerin yaşandığı bir yerdir. Vicdan, akıl ve adalet duygusu, bu dünyadaki eksiklerin ve tamamlanmamış işlerin bir başka âlemde muhakkak tamamlanacağını fısıldar.
​Eğer ahiret yoksa, dünyadaki tüm bu hikmetler, adalet mekanizmaları ve sebepler-sonuçlar zinciri anlamsızlaşır. Bir çiçeğin ölümü, bir canlının yok oluşu, bir zalimin cezasız kalması, bir mazlumun ahı… Tüm bunlar, ahiret inancıyla bir anlam ve çözüm bulur. Bu metin, kâinattaki her bir varlığın, her bir olayın, adeta “yüzbin lisanla” ahiretin varlığını ispat ettiğini ve onu inkâr edenin aslında kâinatın tüm hakikatlerini yalanladığını söyler. Bu, inkâr edenin kendi iç dünyasında da büyük bir çelişki ve boşluk yaşadığını gösterir.

​Siyaset Cereyanlarına Karşı Birlik ve Sebat

​İktibas:
​”Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhâssa Harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin!”
Kastamonu Lâhikası-122

​İzah ve Açıklama:
Bu uyarı, özellikle günümüz dünyasında çok büyük bir önem taşır. Bediüzzaman, dünya meselelerinin, özellikle siyasetin ve dış güçlerin etkisiyle ortaya çıkan fikir akımlarının, Müslümanları bölüp parçalamasına karşı bir ikazda bulunur. “Tefrika”, yani ayrılık ve bölünme, İslam ümmetinin en büyük zaaflarından biridir. Siyasetin ve dışa bakan cereyanların, insanları ortak paydada birleşmek yerine birbirine düşman etme potansiyeli yüksektir.
​Metin, Müslümanları, kendi iç çekişmelerinden uzak durmaya çağırır. Zira karşımızda “ittihad etmiş dalâlet fırkaları” vardır. Yani, hakikate karşı olan ve yıkıcı amaçlar güden güçler, birlik ve beraberlik içinde hareket ederken, Müslümanların kendi aralarındaki küçük farklılıklar yüzünden parçalanması büyük bir perişanlığa ve kayba yol açar. Bu söz, Müslümanlara, ortak hedefler doğrultusunda birleşmenin ve asıl düşmanla mücadele etmenin önemini hatırlatır. Siyasetin geçici ve değişken atmosferi yerine, imanın ve hakikatin kalıcı ve birleştirici gücüne sarılmayı öğütler.

​Allah Yolunda Mücadele Edenlere İlahi Müjde

​İktibas:
​”Cenab-ı Hak şu âyet-i kerimede bakınız mücahidlere neler va’dediyor: وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ Meal-i şerifi: ‘Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki, Allah muhsinlerle -Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle- beraberdir.'”
Asa-yı Musa – 258

​İzah ve Açıklama:
Bu ayet-i kerime, Allah yolunda gayret gösterenlere yönelik muazzam bir ilahi vaat ve teşviktir. “Mücahede”, sadece savaşmak değil, aynı zamanda nefisle, şeytanla, cehaletle ve her türlü kötülükle mücadele etmektir. Ayet, bu mücahedeyi yapanlara iki büyük müjde verir: Birincisi, Allah’ın onlara yollarını göstermesidir. İnsan, hayat yolculuğunda birçok kez bocalayabilir, hangi yöne gideceğini bilemeyebilir. Ancak Allah, kendi uğrunda çabalayanlara doğru yolu, hikmetli kararları ve çıkış yollarını lütfeder.
​İkinci müjde ise, Allah’ın mücahidlerle beraber olmasıdır. Bu beraberlik, maddi ve manevi bir destek, bir güç ve bir huzur kaynağıdır. Ayette, bu beraberliğin özellikle “muhsinlerle” olduğu vurgulanır. Muhsin, “ihsan” makamına ulaşmış, yani Allah’ı görür gibi ibadet eden, O’nun her an kendisini gördüğü bilinciyle yaşayan kimsedir. Bu, mücadeleyi sadece dış bir eylem olmaktan çıkarıp, derin bir manevi bilinç ve ihlasla yapılması gerektiğini belirtir. Bu ayet, tüm zorluklara ve engellere rağmen, hak yolunda mücadele etmenin en büyük dayanağının, Allah’ın vaadi ve O’nun beraberliği olduğunu gösterir.

​Makale Özeti

​Bu makale, fani dünya ile ebedi hayat arasındaki dengeyi, manevi ve ahlaki sorumlulukları ele alan beş farklı konuyu incelemektedir.
İlk olarak, kâinatın tesadüfen var olmadığı, her şeyin hikmet sahibi bir Usta tarafından idare edildiği ve tüm varlıkların O’nun memuru olduğu belirtilmiştir.
İkinci kısım, “Ya Mugallibel Gulub” duası üzerinden, insan kalbinin değişkenliğini ve imanda sebat etmenin sürekli bir dua ve bilinç gerektirdiğini anlatmıştır.
Üçüncü olarak, ahiret inancını inkâr etmenin, kâinatın ve dünyanın tüm hakikatlerini yalanlamak anlamına geldiği ve bu durumun mantıksızlığı vurgulanmıştır.
Dördüncü başlık, siyaset gibi dünya cereyanlarının tefrika ve perişanlığa yol açmaması için birlik ve beraberliğin önemine değinmiştir.
Son olarak, “Allah yolunda mücahede edenlere” yönelik ilahi vaatler incelenmiş, Allah’ın muhsinlerle beraber olacağı ve onlara doğru yolu göstereceği müjdesi verilmiştir.
Makale, tüm bu konuları birbirine bağlayarak, insanın bu dünyadaki hayatını bir gaye ve hikmet bilinciyle yaşaması gerektiğini, bu yolculukta ilahi rehberliğin ve manevi istikametini korumanın hayati önem taşıdığını vurgulamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

1. İnsana Ruhun Üflenmesi

“Ona (Âdem’e) ruhumdan üflediğim zaman…” (Hicr, 29)

🔹 İnsan ruhu, semavî bir sırdır; sadece bedene hayat vermekle kalmaz, bütün İlâhî isimleri yansıtacak bir potansiyel taşır.

2. Nefis ve İmtihan

Kur’ân buyurur:
“Nefse ve ona bir düzen verene, sonra da ona fücurunu ve takvâsını ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtulmuştur; onu kirleten de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)

Nefis, kendini serbest ve müstakil ister.
🔹 Nefis, arzi yönüyle bir imtihan vesilesidir. Onu terbiye eden yükselir; terk eden düşer.

3. Kalp, Akıl ve Vicdanın Şahitliği

Kur’ân hatırlatır:
“Biz insana iki yol (hidayet ve dalâlet) göstermedik mi?” (Beled, 10)

🔹 İnsanın en büyük sermayesi deruni cihazlarıdır. Onlar doğru kullanılırsa, ruhu arşa yükseltir; yanlış kullanılırsa, nefse esir eder.

4. İmtihanın Hikmeti

Kur’ân:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2)
Risale-i Nur:

🔹 Ruh-nefis mücadelesi, insanın içindeki kabiliyetleri açığa çıkarır.

5. Sonuç: Yüceliş veya Düşüş

Kur’ân iki nihai noktayı bildirir:
“Andolsun, biz insanı en güzel kıvamda yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler müstesna.” (Tîn, 4-6)

🔹 İnsan, iki uç arasında bir yolcudur. Ya ruhuyla semavîleşir, ya nefsiyle esfel olur.

✒️ Böylece Kur’ân’ın âyetleri, insanın ruh ve nefis kavşağındaki imtihanının azametli bir tablo olduğu ortaya çıkar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

1. İnsana Ruhun Üflenmesi

“Ona (Âdem’e) ruhumdan üflediğim zaman…” (Hicr, 29)

🔹 İnsan ruhu, semavî bir sırdır; sadece bedene hayat vermekle kalmaz, bütün İlâhî isimleri yansıtacak bir potansiyel taşır.

2. Nefis ve İmtihan

Kur’ân buyurur:
“Nefse ve ona bir düzen verene, sonra da ona fücurunu ve takvâsını ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtulmuştur; onu kirleten de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)

Nefis, kendini serbest ve müstakil ister.
🔹 Nefis, arzi yönüyle bir imtihan vesilesidir. Onu terbiye eden yükselir; terk eden düşer.

3. Kalp, Akıl ve Vicdanın Şahitliği

Kur’ân hatırlatır:
“Biz insana iki yol (hidayet ve dalâlet) göstermedik mi?” (Beled, 10)

🔹 İnsanın en büyük sermayesi deruni cihazlarıdır. Onlar doğru kullanılırsa, ruhu arşa yükseltir; yanlış kullanılırsa, nefse esir eder.

4. İmtihanın Hikmeti

Kur’ân:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2)
Risale-i Nur:

🔹 Ruh-nefis mücadelesi, insanın içindeki kabiliyetleri açığa çıkarır.

5. Sonuç: Yüceliş veya Düşüş

Kur’ân iki nihai noktayı bildirir:
“Andolsun, biz insanı en güzel kıvamda yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler müstesna.” (Tîn, 4-6)

🔹 İnsan, iki uç arasında bir yolcudur. Ya ruhuyla semavîleşir, ya nefsiyle esfel olur.

✒️ Böylece Kur’ân’ın âyetleri, insanın ruh ve nefis kavşağındaki imtihanının azametli bir tablo olduğu ortaya çıkar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Zulmün Son Perdesi: Gazze Dramı ve İnsanlığın İmtihanı

Zulmün Son Perdesi: Gazze Dramı ve İnsanlığın İmtihanı

Tarih, zulmün ve adaletin, mazlumların ve zalimlerin, direnenlerin ve teslim olanların sahnesi olmuştur. Firavun’un zulmünden Nemrut’un kibrine, Moğol’un yakıp yıkmasından Haçlı’nın vahşetine kadar nice karanlık sayfalar insanlığın hafızasına kazındı. Bugün ise, insanlık tarihinin en acı, en utanç verici bölümlerinden biri, Gazze’de yaşanmaktadır.
Yakıtı tükenen hastanelerde çocukların gözleri önünde makineler durma noktasına gelirken, en temel hakkı olan “yaşama hakkı” bile mazlumlara çok görülmektedir. Açlık, ilaçsızlık, bombardıman… Ölüm, Gazze’nin her köşesinde kol gezerken dünyanın sessizliği, zalimin cephanesinden daha ağır bir darbeye dönüşmektedir.
Bir yanda, “Benim dediğim olmazsa dünya yansın” diyen bir anlayış; diğer yanda “Allah’tan sonra umudumuz sizsiniz” diyerek mektup yazan yetim çocukların çığlığı… Bu zıtlık, insanlığın iflasını göstermektedir.

Tarih Tekerrür Ediyor

Asırlar önce Musa’nın asası Firavun’un saraylarını nasıl titretti ise, bugün de Gazze’nin dar sokaklarında direnişçilerin elinde aynı ruhun izlerini görmek mümkündür. Tanklar, uçaklar, en modern silahlar… Ama karşısında imanla yoğrulmuş bir direniş… Zulüm, her çağda güçlü görünür; fakat tarih şahitlik etmiştir ki her zalim, en çok güçlü olduğunu sandığı anda çöküşün eşiğindedir.
Netanyahu’nun “dünyanın yüzde 95’ini kaybettiği” itirafı, aslında sadece siyasî bir yalnızlık değil, tarihin hükmünün ilanıdır. Çünkü zulüm, hiçbir zaman ebedî olmamıştır.

Sessiz Dünyanın İhaneti

Birleşmiş Milletler’in 80. yılını kutladığı günlerde, kuruluş amaçlarının tam zıddı bir manzaraya şahit oluyoruz. Sözde barışı korumak için kurulan bir teşkilat, soykırımın seyircisi olmuştur. Dünya liderlerinin çoğu konuşur ama yaptırım yoktur; kimi timsah gözyaşı döker, kimi ise “müttefiklik” adı altında katliamın sponsoru olur.
İşte bu noktada tarihin ibret dolu sözü yeniden hatırlanır: “Zulm ile abad olanın, akıbeti berbat olur.”

Vicdanların Mahkemesi

Gazze’de ölen 65 bin masum, enkaz altında bekleyen binlerce cansız beden, açlıktan ölen çocuklar… Bunların her biri, insanlığın mahşer günü şahitleri olacaktır. Zira zulüm sadece işleyenlerin değil, sessiz kalanların da ortak vebalidir.
İspanya Kralı’ndan İtalyan donanmasına, Arap ülkelerinden Türkiye’ye kadar sesler yükseliyor. Ama yetmez. Çünkü zulme karşı susmak, zulmü onaylamaktır.

Son Söz

Gazze bugün sadece Filistin’in meselesi değil, insanlığın vicdan sınavıdır. Bu sınavda kim zalimin yanında durursa tarih onu lanetle anacak, kim mazlumun elinden tutarsa tarihin şerefli sayfalarında yer bulacaktır.
Unutmayalım ki, tarihin en güçlü orduları yıkılmıştır; ama yetimin duası, mazlumun gözyaşı asla karşılıksız kalmamıştır. Gazze’nin çığlığı, bugün kulaklarımızda yankılanıyor:
“Zulüm ile abad olunmaz. Zalimler için yaşasın cehennem!”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Gazze İçin Dayanışma Bildirisi ve Çağrı

Gazze İçin Dayanışma Bildirisi ve Çağrı

Bugün Akdeniz’in dalgaları yalnızca gemileri değil, insanlığın vicdanını da taşımaktadır. Küresel Sumud Filosu, Gazze’deki ablukayı kırmak için yola çıkmış; insani yardımın önüne kurşunlar, füzeler ve duvarlar örülse de, vicdanın sesini susturmak isteyenlere meydan okumuştur.
İtalya ve İspanya hükümetleri, donanmalarını harekete geçirerek bu vicdan yolculuğuna kalkan olmuşlardır. Bizler de sesleniyoruz:

Çağrımızdır
• Türkiye, tarihî misyonuna ve vicdani sorumluluğuna uygun olarak derhal Sumud Filosu’na destek vermeli, gerekirse donanmasını bu insani görevin koruyucusu kılmalıdır.
• İslam ülkeleri ve bütün mazlum milletlerin temsilcileri, ortak bir irade ile zulme “Dur!” demeli, insani yardımı uluslararası hukuk zemininde güvence altına almalıdır.
• Dünya kamuoyu, sessizliği bozmalı; açlığa, ilaçsızlığa ve toplu katliama karşı insanlık onurunu savunmalıdır.
Hitabımızdır
Ey insanlık!
Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken, hastaneler yakıt bulamazken, her geçen gün bir nesil toprağa gömülürken sessizlik, zulmün ortağı olmaktır.
Unutmayın: Zulüm ile abad olan, sonunda berbat olur. Tarih, sessiz kalanları değil, mazlumun yanında duranları şerefle anacaktır.
Biz buradan ilan ediyoruz:
Gazze yalnız değildir. Vicdan, Akdeniz’in dalgalarıyla beraber yola çıkmıştır. Gemiler sadece yük değil, insanlığın onurunu taşımaktadır.
Bütün devletlere, özellikle Türkiye’ye sesleniyoruz:
Bugün vazifemiz yalnızca yardım göndermek değil, yardımın güvenliğini sağlamaktır. Donanma gemileri, artık sadece savaşın değil, adaletin kalkanı olmalıdır.
Son Söz
Biz, zulme karşı duran her vicdanla beraber diyoruz ki:
“Zulme rıza, zulümdür. Mazlumun duası, zalimin ordusundan üstündür. Gazze için birleşelim, insanlık için harekete geçelim!”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Armagedon Gölgesinde Gazze

Armagedon Gölgesinde Gazze

Gazze’de yaşanan katliamı yalnızca askeri ya da siyasi dengelerle açıklamak yetersiz kalıyor. İsrail’in yayılmacı politikalarının arkasında, kökleri derinlere uzanan bir inanç var: Armegedon. Yani Tanrı’yı kıyamete zorlama inancı.
Bu saplantı, yalnızca İsrail’e özel değil. ABD’de sayıları 20 milyonu bulan Evanjelist Hristiyanlar da aynı beklentiyle hareket ediyor. Onlara göre Kudüs tamamen İsrail’in olmalı, Mescid-i Aksa yıkılmalı, yerine Süleyman Mabedi yapılmalı ve ardından büyük bir dünya savaşı çıkmalı. İşte Mesih’in dönüşü için gereken şartlar bunlar.
Bugün Washington’da alınan kararların çoğunda bu inanç gruplarının etkisi var. ABD’nin BM’de ateşkes kararlarını sürekli veto etmesi, İsrail’e sınırsız silah desteği vermesi, bu teolojik-siyasi ortaklığın sonucudur. Kısacası, Gazze’nin üzerine yağan bombaların arkasında sadece İsrail ordusu değil, Evanjelist-Siyonist ittifakı vardır.
Asıl tehlike ise bu zihniyetin yalnızca Filistin’i değil, tüm dünyayı ateşe atabilecek olmasıdır. Çünkü mesele, birkaç kilometrekarelik Gazze toprağı değil; kıyamet senaryosunu hızlandırma arzusudur.
Bugün Gazze’de susan dünya, aslında kendi geleceğini de ipotek altına alıyor. İnsanlık, bir grubun saplantılı “Tanrıyı kıyamete zorlama” inancına kurban mı edilecek, yoksa akıl ve vicdanın yoluna mı dönülecek?

Bak: https://tesbitler.com/index.php?s=Armegedon+

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Basın Özgürlüğü ve Medyanın Rolü: ‘Dünyaya Vicdan Seslenişi’

  1. Basın Özgürlüğü ve Medyanın Rolü: ‘Dünyaya Vicdan Seslenişi’

    ​ “Dünyaya Vicdan Seslenişi” manşetiyle çıkan bir gazete sayfası. Bu başlık, küresel meselelere vicdanlı bir duruş sergilediğine işaret ediyor.
    Diğer manşetler ise “Gazze’deki savaşı bitireceğiz”, “Soykırımı haykırdı” .
    ​Bu manşetler, medyanın gündem oluşturma ve kamuoyunu yönlendirme gücünü ortaya koyuyor. Gazeteler, belirli olaylara nasıl bakılması gerektiğini belirleyen birer ayna faaliyeti görür. Bu ayna bazen gerçeği olduğu gibi yansıtırken, bazen de siyasi duruşa göre şekillenir. “Vicdan” ve “soykırım” gibi güçlü kelimelerin kullanımı, okuyucunun duygusal tepkisini hedefler ve bir tarafın haklılığını vurgular. Bu durum, basın yayın organlarının sadece haber veren değil, aynı zamanda ideolojik bir duruşu temsil eden araçlar olduğunu gösterir.
    ​Tarih boyunca gazeteler, krallıkların düşüşünden, devrimlerin fitilini ateşlemeye kadar sayısız olaya yön vermiştir. Günümüzde ise bu etki, dijital medya platformları aracılığıyla daha da geniş bir kitleye ulaşmaktadır. Ancak bu etki, beraberinde bir sorumluluk da getirir. Medya, bir milletin vicdanı olabildiği gibi, kutuplaşmanın ve yalan haberlerin de aracı olabilir. Bu nedenle, bir haberi okurken sadece başlığa değil, ardındaki niyet ve olayın bütünlük açısına da odaklanmak gerekir.

    ​2. Siyasi Söylemin Gücü: ‘Biz Kaybettirdik, Kaybettireceğiz’

    ​Bir diğeri ise, Saadet Partisi hatibi Hasan Damar’a atfedilen bir söz yer alıyor: “İstanbul’da 120 bin oy aldık, AK Parti 15 bin oyla kaybetti. Biz kaybettirdik, kaybettireceğiz. Bunu herkes bilsin.”
    Bu ifade, sadece bir siyasi durum tespiti değil, aynı zamanda siyasi rekabetin ve ittifakların karmaşık yapısını ortaya koyan bir beyandır.
    ​Bu sözler, siyasetteki gücün sadece kazanmaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda rakibe kaybettirme yeteneğinde de yattığını gösteriyor. Hasan Damar’ın bu çıkışı, kendi partisinin sandıktaki etkisini vurgularken, aynı zamanda siyasi rakiplerine karşı bir tehdit ve meydan okuma ihtiva ediyor. Bu durum, siyasetteki pragmatik ve sonuç odaklı yaklaşımları gözler önüne seriyor. İbretlik olan yanı ise, bazen en büyük zaferin, kendi doğrudan kazanımınızdan ziyade, rakibinizin kaybıyla elde edildiğini düşünmektir.
    Dünyevi ve uhrevi sorumluluğu da beraberinde getirmektedir.
    ​Tarih, bu tür rekabetlerin örnekleriyle doludur. Roma’da Sezar’a karşı kurulan ittifaklar, Osmanlı’da taht kavgaları ve günümüzdeki siyasi manevralar, bu “kaybettirme” stratejisinin ne kadar eski ve köklü olduğunu gösterir. Bu söz, siyasetin satranç gibi oynanan bir oyun olduğunu hatırlatır; her hamle, karşı tarafın olabilecek adımları hesaplanarak yapılır. Ancak bu tür stratejiler, uzun vadede halkın güvenini sarsabilir ve siyasi iklimi kutuplaştırabilir. Siyasetin asıl amacının hizmet etmek olduğu gerçeği, bu tür manevralar gölgesinde kalabilir.

    ​3. Bürokratik Duyarsızlık: Karikatürün Dili

    ​Karikatürde, bir vatandaşın büyük bir terlikle temsil edilen “Başkan”a hitaben “BAŞKANIIIM! SUYUMUZ YOOOK! ÇÖPLEEER! HER YER ÇÖP DOLDUU!” diye dert yandığı, “Başkan”ın ise “İyi de, ben ne yapabilirim ki?” şeklinde cevap verdiği görülüyor.
    ​Bu karikatür, bürokratik duyarsızlığı, halktan kopukluğu ve yönetimdeki “ben bilirim” tavrını mizahi bir dille eleştiriyor. Büyük terlik metaforu, gücün ve yetkinin kibirli, hatta hantal bir şekilde kullanılmasını simgeliyor. Başkan’ın soruna çözüm üretmek yerine pasif bir tutum sergilemesi, yetkililerin halkın sorunlarına kayıtsız kalabildiği gerçeğine işaret ediyor. Bu durum, yönetim ve halk arasındaki uçurumu dramatik bir şekilde ortaya koyuyor.
    ​Bu karikatür, bize yönetimde empati ve sorumluluk duygusunun ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Tarihte, halkının sorunlarına sağır kalan yöneticilerin sonu genellikle trajik olmuştur. Fransız İhtilali’nin temelinde yatan en önemli nedenlerden biri, halkın açlık ve sefaletine duyarsız kalan kraliyet ailesidir. “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü, bu duyarsızlığın tarihe kazınmış en acı örneğidir. Karikatür, çağlar ötesi bir ibreti günümüze taşıyor: Yönetenlerin görevi, yalnızca makamlarında oturmak değil, halkın dertlerine çare bulmaktır. Aksi halde, o makamlar bir terlikten farksız hale gelir ve faaliyetini yitirir.

    ​4. Umut ve İnancın Makamı: Abdurrahim Karakoç’tan Şiirsel Bir Makale

    ​Merhum şair Abdurrahim Karakoç’a atfedilen şu dizeler yer alıyor: “Fil çoğalsın.. Ebabilden umut kesilmez / Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez / Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma / Sabret hele.. Azrailden umut kesilmez.!”
    Bu dizeler, dini ve edebi imgelerle süslenmiş, derin bir inanç ve umut mesajı taşıyan bir makaledir.
    ​”Fil çoğalsın.. Ebabilden umut kesilmez” dizesi, Kuran’da geçen “Fil Vakası”na gönderme yapar. Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak için ordusuyla geldiği ve Allah’ın, “ebabil kuşları” vasıtasıyla bu orduyu yok ettiği olay, en büyük gücün bile ilahi kudret karşısında aciz kalacağını simgeler. Bu dize, dünyevi gücün büyüklüğüne aldanmamayı ve en çaresiz anlarda bile ilahi yardımdan umudu kesmemeyi öğütler.
    ​”Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez” dizesi ise, Hz. Musa kıssasına bir göndermedir. Firavun’un zulmü ne kadar artarsa artsın, Nil Nehri’nin suları dahi bir kurtuluş vesilesi olabilir. Bu, zulmün ve zorbalığın karşısında bile inancın ve sabrın tükenmemesi gerektiğini anlatır.
    ​”Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma / Sabret hele.. Azrailden umut kesilmez.!” dizeleri ise, makalenin en can alıcı kısmıdır. Zalimlerin dünyada cezasız kaldığına dair duyulan hayal kırıklığı ve umutsuzluk karşısında bir teselli ve uyarıdır. İnsan, bazen ilahi adaletin tecelli etmediğini düşünerek yeise düşebilir. Ancak bu dizeler, her canlının bir sonu olduğunu ve en büyük adaletin, ölümle geleceğini hatırlatır. Bu, fani dünyanın gelip geçiciliğini ve mutlak adaletin yalnızca Allah’a ait olduğunu vurgular.
    ​Bu dizeler, zorluklar karşısında dirayetli olmanın, inançlı kalmanın ve asla umutsuzluğa kapılmamanın bir manifestosudur. Tarih boyunca nice Firavunlar, Ebreheler gelip geçti. Ancak onların zulmü sona ererken, inananların umudu daima diri kaldı. Bu, sadece bir şairin kalbinden dökülen sözler değil, aynı zamanda çağları aşan bir bilgelik ve inanç dersidir.

    ​Makale Özeti

    ​Bu makale, dört farklı yazıları analiz ederek medyanın manipülasyon gücünden, siyasetin rekabetçi yapısına, bürokrasinin halktan kopukluğundan, inanç ve umut kavramlarının derinliğine uzanan konuları ele almaktadır. İlk olarak, “Dünyaya Vicdan Seslenişi” manşeti üzerinden medyanın ideolojik rolü ve kamuoyu oluşturmadaki etkisi incelenmiştir.
    İkinci olarak, “Biz kaybettirdik, kaybettireceğiz” sözü, siyasi stratejilerin karmaşıklığını ve gücün sadece kazanmakla değil, aynı zamanda rakibe kaybettirmekle de ilişkili olduğunu göstermektedir.
    Üçüncü olarak, “Başkan” karikatürü, bürokratik duyarsızlığı mizahi bir dille eleştirerek, yönetimde empati ve sorumluluğun önemine dikkat çekmektedir.
    Son olarak, Abdurrahim Karakoç’a atfedilen şiirsel dizeler, tarihi ve dini göndermelerle harmanlanmış bir şekilde, en büyük zorluklar karşısında bile umudu ve inancı korumanın önemini vurgulamaktadır. Her bir konu, kendi içinde edebi, tarihi ve ibretlik unsurları barındırarak, okuyucuya derin düşünme imkanı sunmaktadır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze’nin Fotoğrafında Gizlenen İnsanlık

Gazze’nin Fotoğrafında Gizlenen İnsanlık

Birleşmiş Milletler kürsüsünde bir fotoğraf…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ellerinde tuttuğu o kare, aslında yalnızca Gazze’deki birkaç kadını değil; tüm insanlığın vicdanını gözler önüne seriyordu. O fotoğraf, 21. yüzyılın ilerlemiş teknolojileriyle övünen dünyanın, bir leğen suya muhtaç edilmiş annelerini, yerinden edilen çocuklarını, harap olmuş şehirlerini hatırlatıyordu.
Tarih bize şunu öğretiyor: Zulmün fotoğrafı değişir ama hakikati hep aynıdır. Dün Endülüs’te, Haçlı seferlerinde, Moğol istilalarında aynı manzara yaşandı. Bugün ise Gazze’de… Mazlumun gözyaşı aynı, zalimin gaddarlığı aynı. Farklı olan tek şey, artık her şeyin anbean kaydediliyor, dünyanın gözü önünde cereyan ediyor olmasıdır.

Filistin’in İç İmtihanı

Elbet Filistin’in içinde de acı bir tablo var. Mahmud Abbas’ın sözleri, halkın birliğini parçalamış, “Hamas olmayacak” çıkışı kardeşi kardeşe kırdırmıştır. Tarih şahittir: Bir milletin başına gelen felaketlerin en büyüğü, kendi içinde tefrikaya düşmesidir. Kur’ân’ın “اَلْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ” (Fitne öldürmekten beterdir) ikazı, bugün Gazze’nin sokaklarında kanlı bir şekilde okunmaktadır.

Dünya Vicdanının İmtihanı

Şili Devlet Başkanı’nın Netanyahu için dile getirdiği “yargılansın” çağrısı, tarihin vicdanında yankı buldu. Ama ne acıdır ki, Amerika ve Batı hâlâ zalime kol kanat germekte, ateşkesi altı kez veto ederek akan kanın mesuliyetine ortak olmaktadır. Zalimle beraber yürüyenler, onun zulmünde paydardır.
Rubio’nun sözleri, Trump’ı “dünyanın tek şansı” olarak yüceltmesi, aslında dünya siyasetinin ne kadar çaresiz ve kirli bir zemine oturduğunu göstermektedir. Oysa tarih bize gösterdi: Adalet kişilere değil, ilkelere bağlıdır. Adalet, çıkarların değil, hakikatin terazisinde yükselir.

Gazze: Zamanın Aynası

Bugün Gazze’ye bakmak, aslında insanlığa bakmaktır. Küresel Sumud Filosu’na yapılan drone saldırısı, sadece birkaç gemiye değil; insanlığın vicdanına, “adalet” umuduna yapılmıştır. Google’da dahi mazlumlar “terörist” diye gösteriliyorsa, çağın sahte putları “bilgi tekelleri” haline gelmiş demektir. Bu da bize şunu gösteriyor: Firavun’un asası, bugün algoritmalardır; Nemrut’un ateşi, bugün dezenformasyondur.

Tarihin Tekrar Eden Dersi

Geçmiş, günümüze seslenir: Hiçbir zulüm ebedî değildir. Hitler’in, Mussolini’nin, Moğol kasırgasının, Haçlı ordularının akıbeti belli… İsrail’in zulmü de tarihin çarkında aynı akıbete sürüklenmektedir. Ancak burada bir ibret var: Mazlumun duası, zalimin ordusundan daha güçlüdür. Ve bir gün gelecek, bu dua mazlumların zaferini, zalimlerin ise zelil oluşunu yazacaktır.

Son Söz: Fotoğraftaki İbret

O fotoğraf, sadece Gazze’yi değil, hepimizi anlatıyor. Çünkü o leğen taşıyan anneler, aslında bütün dünyanın anneleri. O molozların altında kalan çocuk, insanlığın masumiyeti. O yıkılmış ev, dünya vicdanının harabeye dönmüş hali.
Bugün Gazze’ye sırt çeviren, yarın kendi evinin yıkılışına uyanabilir. Tarih böyle söylüyor.
Ve tarih, her zaman hakikati en gür sesle fısıldıyor:
Zalimler için yaşasın cehennem.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Fena ve Beka Arasında İman Yolculuğu

Fena ve Beka Arasında İman Yolculuğu

​İktibas:
​”Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Halbuki sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, müfarakatla beni bırakıp gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş me’yusiyete karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini Zât-ı Ahmediye’den (A.S.M.) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum.”
​Bediüzzaman-Said Nursi (R. A) / Risale-i Nur – Şualar – 632

​İzah ve Açıklama:
​Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin bu ifadeleri, insanın fani dünyaya karşı hissettiği derin bir çaresizlik ve hüzün duygusunu dile getirir. Fırak, yani ayrılık; zeval, yani yok oluş. İnsan, yaratılışı gereği sevdiği, bağlandığı her şeyin bir gün elinden kayıp gideceğini bilir. Gençliğin, sıhhatin, sevdiklerinin, hatta tüm dünyanın birer birer zevale maruz kaldığını görmek, insan ruhunda tarifsiz bir acı bırakır. Bu durum, insanı “elîm ve canhıraş” bir ümitsizliğe sevk eder.
​Ancak, bu karanlık tablonun karşısına, imanın getirdiği aydınlık bir müjde konur: saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye.
Bu müjde, Hz. Muhammed (s.a.s.) aracılığıyla insanlığa sunulan, ölümün bir yok oluş değil, ebedi bir hayata açılan kapı olduğu hakikatidir.
Risale-i Nur, bu hakikati izah ederken, fani olan her şeyin aslında Bâki olan bir Yaratıcının isimlerinin tecellisi olduğunu anlatır. Dolayısıyla, ayrılıklar ve yok oluşlar, mutlak bir kayıp değil, fani perdenin ardındaki ebedi güzelliklere birer işaret hükmündedir. Bu idrak, fani olan dünyaya olan aşırı bağlılığı kırar ve insanı Allah’a yönlendirerek kalbine tam bir teselli ve huzur verir. İnsanın yaşadığı her ayrılık, ona ebedî kavuşmanın mümkün olduğunu hatırlatan bir uyarıya dönüşür.

​Varlık Âleminin Dizgini O Hâkim-i Rahîm’in Elindedir

​İktibas:
​”Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ taun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, o Rahîm-i Hakîm’in elindedirler. O Hakîm’dir, abes iş yapmaz. Rahîm’dir, rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.”
​Risale-i Nur

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, kâinattaki her şeyin tesadüfi olmadığını ve bir hikmet ve rahmet eliyle idare edildiğini vurgular. En küçük canlıdan, yani mikroptan, en büyük felaketlere, yani taun (salgın hastalık), tufan, kaht (kuraklık) ve zelzeleye (deprem) kadar her şeyin dizginlerinin Allah’ın elinde olduğu belirtilir. Bu, yaratılmışların kendi başlarına buyruk hareket etmedikleri, aksine bir ilahi iradenin kontrolünde oldukları anlamına gelir.
​Allah’ın Hakîm ismi, O’nun her işi hikmetle, en doğru ve yerli yerinde yaptığını gösterir. Yaratılışta veya musibetlerde abes, anlamsız bir şey yoktur. Dışarıdan bakıldığında şer gibi görünen olaylar bile, aslında içinde gizli hayırlar ve hikmetler barındırabilir. Örneğin, bir hastalık, insanın günahlarına kefaret olabilirken, bir zelzele, daha büyük felaketlere karşı bir uyarı veya bir arınma vesilesi olabilir.
​Aynı zamanda O’nun Rahîm ismi, engin bir merhamet sahibi olduğunu vurgular. Bu merhamet, O’nun yaptığı her işte bir lütuf olduğu gerçeğinde kendini gösterir. İnsan, musibetlerin ardındaki ilahi hikmeti ve rahmeti görebildiği takdirde, isyan etmek yerine sabretmeyi ve tevekkül etmeyi öğrenir. Bu idrak, bireyi felaketler karşısında acizliğe düşürmekten kurtarır ve ona güçlü bir manevi dayanak sağlar.

​Küresel Adalet ve Direniş: ‘Dünya Beşten Büyüktür’ ve ‘Sumud’

​İktibas (1):
​”DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR
DAHA ADİL BİR DÜNYA MÜMKÜNDÜR”
​Recep Tayyip Erdoğan

​İktibas (2):
​”SUMUD
YÜZÜNE “ÇARPMAN” gerek zamanenin fendini,
“GÖSTER” kabaran sular nasıl yıkar bendini,
Küçük görme hor görme DELİKANLIM kendini,
Şu kırık abideyi yükseltecek TAŞTASIN,
Fatih’in istanbulu fethettiği YAŞTASIN…”

​İzah ve Açıklama:
​Bu iki metin, birbiriyle bütünleşen iki farklı direnişin sembolüdür: siyasal ve kültürel direniş.
“Dünya Beşten Büyüktür” söylemi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip beş daimi üyesinin küresel adaleti sekteye uğrattığına yönelik bir tenkitdir. Bu, sadece uluslararası bir sistemin sorgulanması değil, aynı zamanda ezilen ve mağdur edilen halkların sesi olma misyonunu da taşır. Bu slogan, gücün haklıyı değil, haklının gücü temsil etmesi gerektiğini vurgulayan bir adalet arayışıdır. Bu, tarihi bir haksızlığa karşı ahlaki bir duruş sergileyen ve daha adil bir dünya için çaba sarf eden bir medeniyetin sesidir.
​Diğer metindeki “SUMUD” kelimesi ise, Arapçada sarsılmaz direniş ve sebat anlamına gelir. Filistin halkının, işgal ve zulüm altında topraklarına bağlılığını, kimliğini ve varlığını koruma mücadelesini ifade eder.
Metindeki şiirsel ifadeler ise bu direnişin ruhunu aşılar. “Zamanenin fendini” (aldatmacasını) yüzüne çarpma çağrısı, zulme ve haksızlığa karşı uyanık olmayı, mücadele etmeyi öğütler. “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” dizesi, gençlere büyük tarihi kahramanlıkların mirasçısı olduklarını hatırlatır ve onlara cesaret aşılar. Bu, bireysel bir mücadeleden öte, kolektif bir ruhu ve tarihi bir sorumluluğu ifade eder. “Sumud” filosu örneği, bu sivil ve kararlı direnişin somut bir göstergesidir.

​Mutlak Hayrın, Güzelliğin ve Hikmetin Kaynağı

​İktibas:
​”Hayr-ı Mutlak’tan hayır gelir, Cemil-i Mutlak’tan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlak’tan abes bir şey gelmez.”
​Sözler

​İzah ve Açıklama:
​Bu veciz söz, Allah’ın üç isminin tecellisini özetler: Hayr-ı Mutlak, Cemil-i Mutlak ve Hakîm-i Mutlak.
Hayr-ı Mutlak olan Allah’tan, kulları için yalnızca mutlak hayır gelir. Bu, görünürde kötü gibi duran olayların bile arka planında bir hayrın bulunduğunu ifade eder. Bir musibet, bir felaket, kişinin manevi derecesini yükseltmek veya onu daha büyük bir şerden korumak için bir vesile olabilir.

​Cemil-i Mutlak isminin tecellisi ise kâinattaki tüm güzelliklerin kaynağıdır. Yaratılıştaki her estetik unsur, tabiatın ahengindeki her incelik, O’nun sonsuz güzelliğinin bir yansımasıdır. Gökyüzündeki yıldızlardan bir çiçeğin rengine kadar her şey, O’nun sanatının bir eseri ve güzelliğinin bir delilidir.

​Hakîm-i Mutlak ise, her şeyi bir amaç ve hikmetle yaratan demektir. Hiçbir şey boşuna, anlamsız veya faydasız değildir. Bu idrak, insanın kâinatla olan ilişkisini yeniden şekillendirir. İnsan, varlık âlemindeki her şeyin bir gayeye hizmet ettiğini anladıkça, kendi varlığının da bir amacı olduğunu idrak eder ve hayatına anlam katar. Bu üç isim, kâinatın düzenini, her olayın arkasındaki ilahi iradeyi ve bu iradenin insana karşı olan sonsuz merhametini ve adaletini bir bütün olarak ele almamızı sağlar.

​Zulme Rıza Göstermenin Ciddiyeti: Azabın Şümuliyeti

​İktibas:
​”Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: ‘İçinizden sadece zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan bir musibetten sakının ve bilin ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir.’ (Enfâl Suresi 8/25. Ayet)
​Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: ‘İnsanlar zalimin zulmünü görür de ona engel olmazsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.’ (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 5)”

​İzah ve Açıklama:
​Bu ayet ve hadis, İslam’ın temel ahlaki ve sosyal sorumluluklarından birini, yani zulme karşı durma yükümlülüğünü en net şekilde ortaya koyar.
Enfâl Suresi’ndeki ayet, musibetlerin yalnızca zulmedenlere isabet etmeyeceğini, toplumun tamamını kapsayabileceğini belirtir. Bu, bir toplumun sadece aktif olarak zulüm yapan bireylerden değil, aynı zamanda zulme seyirci kalan, ses çıkarmayan ve onu durdurmaya çalışmayan kitleden de sorumlu olduğunu gösterir.

​Hadis ise bu ilahi uyarıyı daha da somutlaştırır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), zalime karşı durmamanın, Allah’ın genel bir azabını getirebileceği konusunda ümmetini uyarır. Bu, sadece zalimin suçlu olduğu bir durum değildir. Zulme sessiz kalmak, o zulmün ortağı olmak demektir. Bireylerin veya toplumların zulme rıza göstermesi, zulmün yayılmasına zemin hazırlar ve bu durum, ilahi adaletin tecelli etmesi için bir neden oluşturur. Bu metinler, Müslümanlara sadece bireysel salih amellerde bulunmayı değil, aynı zamanda toplumsal adaletin korunması için aktif bir rol üstlenmeyi ve haksızlığa karşı durmayı emreden bir çağrıdır.

​Makale Özeti

​Bu makale, birbirinden farklı gibi görünen ancak temelinde derin bir manevi bütünlük taşıyan beş ana konuyu ele almaktadır.
İlk olarak, Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadeleriyle, insanın fani dünyanın ayrılıklarından duyduğu üzüntüyü, ebedi hayat müjdesiyle nasıl aştığı anlatılmaktadır.
İkinci olarak, kâinattaki tüm olayların, görünürdeki zorluklara rağmen, Allah’ın Rahîm ve Hakîm isimlerinin bir tecellisi olduğu ve her musibette gizli bir lütuf bulunduğu açıklanmaktadır.
Üçüncü kısım, “Dünya Beşten Büyüktür” ve “Sumud” kavramları üzerinden, küresel siyasetteki adaletsizliğe ve zulme karşı hem siyasi hem de kültürel bir direnişin gerekliliğini vurgulamaktadır.
Dördüncü olarak, “Hayr-ı Mutlak”, “Cemil-i Mutlak” ve “Hakîm-i Mutlak” isimleriyle, evrendeki tüm hayır, güzellik ve hikmetin tek kaynağının Allah olduğu anlatılmaktadır.
Son olarak, Enfâl Suresi ve bir hadis ışığında, zulme karşı pasif kalmamanın önemi ve zalime karşı sessizliğin tüm toplumu kapsayan bir musibete sebep olabileceği uyarısı üzerinde durulmaktadır. Makale, tüm bu başlıkları, insanın bu fani dünyadaki manevi sorumlulukları ve ebedi hayata yönelik umut ve çabaları açısından bir araya getirmekte ve okuyucuya kapsamlı bir bakış açısı sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




2013 YILI KIRILMA YILI

2013 YILI KIRILMA YILI

2013 yılı, hem Türkiye’de hem İran’da hem de Mısır’da yönetime karşı başkaldırılar, sokak hareketleri ve darbeler açısından kırılma yılı oldu. Kısaca özetleyeyim:

1. Türkiye – Gezi Parkı Olayları (2013)

• Nasıl başladı?

Mayıs 2013’te Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesine karşı küçük bir çevreci protesto başladı. Ancak kısa sürede hükümet karşıtı geniş çaplı eylemlere dönüştü.
• Ne oldu?

Protestolar, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrine yayıldı. Ulusal ve uluslararası medya yoğun şekilde gündeme taşıdı.
ABD ve Avrupa basını olayları “özgürlük hareketi” diye desteklerken, hükümet bunları “dış destekli kalkışma” olarak niteledi.
Çünkü iç darbe için düğmeye basılmıştı.

• Sonuç:

Hükümet istifa etmedi, protestolar bastırıldı. Ancak Türkiye’de kutuplaşma derinleşti ve dış politikada da Batı ile gerginlik arttı. Erdoğan’ın liderliği pekişti, 2014’te Cumhurbaşkanı seçildi.
Başarılı olunmamasiyla B planı olan 15 Temmuz 2016 darbe ve işgaline geçiş yapıldı.
50 yıldır beslenen gizli komite devreye alındı.
Bir yönüyle açık edip, feda edildi.

2. Mısır – Mursi’ye Karşı Askerî Darbe (2013)

• Nasıl başladı?

2011 Arap Baharı sonrası seçilen Mısır’ın ilk sivil Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşler asıllıydı.
2013 Haziranında Tahrir Meydanı’nda geniş protestolar başladı. Ordu bu gösterileri bahane ederek müdahale hazırlığına girdi.

• Ne oldu?

3 Temmuz 2013’te General Abdülfettah Sisi liderliğinde darbe yapıldı. Mursi görevden alındı, tutuklandı. Müslüman Kardeşler yasaklandı, binlerce kişi öldürüldü ya da hapse atıldı.

• Sonuç:

Mısır’da askeri yönetim yeniden hâkim oldu. ABD ve Batı darbeye açık destek verdi. İsrail de bu darbeyi olumlu karşıladı. Mısır’daki demokrasi denemesi sona erdi.

3. İran – Ahmedinejad Sonrası Çekişmeler (2013)

• Nasıl başladı?

2013’te Mahmud Ahmedinejad’ın görev süresi sona erdi. Seçim sürecinde sokaklarda zaman zaman “Yeşil Hareket”in artçı protestoları yeniden görüldü. Batı medyası, rejim karşıtı gösterileri destekledi.

• Ne oldu?

Haziran 2013 seçimlerinde Hasan Ruhani Cumhurbaşkanı seçildi. Reformcu kimliği ve Batı ile nükleer müzakerelere açık söylemleri öne çıktı. Bu süreçte Ahmedinejad’ın destekçileri tasfiye edildi.

• Sonuç:

İran’da rejim yıkılmadı ama yönetimde güç kaymaları oldu. Ruhani dönemiyle birlikte İran, Batı ile nükleer anlaşmaya (2015 JCPOA) yaklaştı.

Genel Değerlendirme

2013 yılı;
• Türkiye’de Gezi Olayları ile hükümeti zayıflatma girişimi,
• Mısır’da askeri darbe ile İslamcı iktidarın devrilmesi,
• İran’da ise sistem içi güç değişimi ile rejimin Batı’ya kontrollü açılımı,
şeklinde tezahür etti.
Bu gelişmelerin ortak paydası:
• Halk hareketlerinin dış desteklerle büyütülmesi,
• İslam dünyasında bağımsız çizgi arayan liderlerin hedef alınması,
• Sonuçta Türkiye hariç, Mısır ve İran’da yönetimlerin Batı’nın istediği yönde şekillenmesi.

****

2013’te Türkiye, Mısır ve İran’da yaşanan hareketler ve müdahaleler tesadüfî değildi. Ortak bir zemini vardı:

“Arap Baharı sonrası İslam dünyasında bağımsız çizgi arayan liderleri dizginlemek ve bölgeyi yeniden Batı eksenine sokmak.”

Aşağıda nedenler, hedefler ve sonuçları özetliyorum:

1. Neden Bu Üç Devlet ve Lider?

• Türkiye (Erdoğan):

• 2002’den itibaren ekonomik büyüme, bağımsız dış politika, Filistin davasına sahip çıkma, İsrail’e “One Minute” çıkışı.
• ABD’nin Irak ve Suriye politikalarına karşı çıkış, NATO çizgisine meydan okuma.
• “Model ülke” olarak İslam dünyasına ilham kaynağı olması.

• Mısır (Mursi):

• Seçimle gelen ilk sivil, İslami kimliğiyle meşru lider.
• İsrail’in güvenliği için tehdit görülmesi.
• ABD’nin ve Körfez’deki monarşilerin çıkarlarına ters düşmesi.
• Müslüman Kardeşler’in güç kazanması.

• İran (Ahmedinejad sonrası):

• Ahmedinejad’ın sert Batı karşıtlığı, nükleer programı ilerletmesi.
• İsrail’e karşı açık meydan okuma.
• İran’ın bölgede nüfuzunu artırması (Irak, Suriye, Lübnan, Yemen).

2. Hesap ve Ne Yapılmak İstendi?

• Ortak Amaç:

• İslam dünyasında “Batı’ya meydan okuyan” liderlerin tasfiyesi.
• Bölgenin ABD-İsrail çıkarlarına göre dizayn edilmesi.
• Halkların uyanışını engellemek (Arap Baharı’nı İslami bir siyasi yükselişe dönüştürmemek).

• Yöntem:

• Türkiye’de Gezi olaylarıyla toplumsal kalkışma denemesi.
• Mısır’da doğrudan askeri darbe.
• İran’da seçim üzerinden “kontrollü değişim.”

3. Hedefe Ulaşıldı mı?

• Mısır’da:

Evet, hedefe ulaşıldı. Mursi devrildi, Müslüman Kardeşler tasfiye edildi, İsrail’in güvenliği garantiye alındı. Batı ve Körfez memnun.

• İran’da:

Kısmen ulaşıldı. Ahmedinejad’ın sert çizgisi bitti, yerine Batı ile anlaşmaya açık Ruhani geldi. Ama rejim ayakta kaldı.

• Türkiye’de:

Hayır, hedefe ulaşılamadı. Gezi olayları hükümeti yıkamadı. Aksine Erdoğan’ın siyasi gücü konsolide oldu. Fakat Türkiye’de derin kutuplaşma kaldı ve Batı ile ilişkiler bozuldu.

4. Sonuç ve Genel Tablo

• Batı’nın hesabı:

“Arap Baharı”nın sonunda İslami hareketlerin güçlenmesini engellemek, İsrail’i güvenceye almak, enerji ve ticaret yollarını kontrol etmek.

• Gerçekleşen:

• Mısır: Askeri vesayet yeniden hâkim.
• İran: Rejim yıkılmadı ama yumuşatıldı.
• Türkiye: Liderlik güçlendi ama Batı ile sert kopuş yaşandı.

Kısacası: 2013, İslam dünyasında bağımsız liderlere karşı koordineli bir “frenleme yılı” oldu. Batı kısmen başarılı oldu, kısmen de geri tepti.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Vicdanın Şahidi: Taşlaşan Yürekler ve Filistin’in Feryadı

Vicdanın Şahidi: Taşlaşan Yürekler ve Filistin’in Feryadı

Bugün, modern dünyanın en büyük çelişkilerinden birini yaşıyoruz: İnsanlık, teknolojinin zirvesindeyken en temel insani değerleri kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Gözlerimizin önünde bir millet, topraklarından sürgün ediliyor, evleri yıkılıyor, çocukları katlediliyor. Bu manzaraya karşı sessiz kalmak, sadece bir eylemsizlik değil, aynı zamanda insan olmanın gerekliliğini yapmaktır. Elimize ulaşan her bir kare, her bir cümle, bu büyük dramın bir parçası ve insanlık vicdanına yöneltilmiş birer uyarıdır.
Beklenen ve Bekleyen: Umut ve Enkazın Arasındaki Çocuk

“Unutmayın!… Beklenilen ve Bekleyen”. Enkaz yığınları arasında tek başına oturmuş, yüzünde derin bir hüzün ve bekleyiş olan küçük bir çocuk. Önünde ise Filistin bayraklarıyla donatılmış, umut dolu bir gemi filosu, denizde süzülüyor. Bu hal, iki farklı zamanı ve iki farklı duyguyu bir araya getiriyor. Küçük çocuk, geride kalanları, yıkımı ve acıyı temsil ederken, ufuktaki gemiler, “beklenilen” kurtuluşu, yardımı ve uluslararası toplumun vicdanını sembolize ediyor. Ne yazık ki, tarih bize, bazen en çok beklenen şeylerin, en geç gelenler olduğunu öğretiyor. Bu çocuk, sadece bir yardım filosunu beklemiyor; adalet bekliyor, barış bekliyor, insanlık bekliyor. Ve onun sessiz bekleyişi, bize en büyük dersi veriyor: İnsanlık, eğer enkaz yığınları arasından gelen bu sese kulak vermezse, bir gün kendi enkazının altında kalmaya mahkumdur.

Acıdan Bir Yürüyüş: Küçük Bir Kız Çocuğunun Feryadı

Yürek burkan bir feryadı taşıyor: “Ayağım acıyor artık yürüyemiyorum. Nereye gittiğimizi bilmiyorum.”

Bu cümle, Gazze’nin kuzeyinden sürgün edilen küçük bir kız çocuğuna ait. Bu sözler, sadece bir fiziki acının ifadesi değil, aynı zamanda bir varoluş çaresizliğin de sesi. Yürüyememek, sadece bir yorgunluk değil, umudun tükenmesidir. Nereye gittiğini bilmemek ise geleceğin belirsizliği, aidiyetsizliğin ve evinden koparılmanın derin travmasıdır. Bu küçük kızın sesi, tüm Filistinli çocukların ortak sesidir. Onlar, evlerinden koparılan, gelecekleri çalınan ve bilinmezliğe doğru itilen masum canlardır. Bu cümle, dünyanın en güçlü ordularının ve en gelişmiş silahlarının karşısında, insanlığın en savunmasız halini temsil ediyor.

Mazlumun Yanında Olmak: İnsan Olmanın Gereği

Ünlü futbolcu Cristiano Ronaldo’nun Filistin bayrağını taşıdığı bir fotoğraf. Üzerindeki alıntı ise insan olmanın evrensel bir tanımını yapıyor:
“Hangi ırktan olursanız olun! Mazlumun yanında, Zalimin karşısında olmak, insan olmanın gereğidir.”
Bu sözler, çatışmaların ve siyasi tartışmaların ötesinde, ahlaki bir duruşun ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Irk, din, dil ayrımı gözetmeksizin, temel bir ahlaki pusulanın varlığını hatırlatıyor. Ronaldo’nun bu duruşu, sanat, spor veya herhangi bir alanda ün kazanmış her bireyin, sahip olduğu platformu insanlık için kullanması gerektiğini gösteren önemli bir örnektir. Mazlumun yanında durmak, sadece bir slogan değil, insanlık onurunu korumanın ve adalete olan inancı pekiştirmenin bir yoludur.

Devletlerin Sorumluluğu: Tek Çözüm Müdahale

Uluslararası toplumun eylemsizliği ve Filistin’e yardım çabaları. “Devletlerin Filistin’i tanıması soykırımı durdurmuyor Tek Çözüm Müdahale” manşeti ve “Bu bir yolculuk değil! Zulme meydan okumadır! #GlobalSumudFlotilla” sloganı, durumu açıklıkla ortaya koyuyor. Devletlerin Filistin’i tanıması, önemli bir diplomatik adımdır, ancak tek başına soykırımı durdurmaya yetmez. Tarih bize, sadece sözlerin değil, eylemlerin de gerekli olduğunu defalarca göstermiştir. Gazze’ye giden yardım filoları, devletlerin sessizliğine karşı sivil toplumun vicdanını temsil ediyor. Bu filolar, sadece insani yardım taşımıyor; aynı zamanda zulme karşı bir meydan okuma ruhunu taşıyor. Bu hal, uluslararası hukukun ve insan haklarının korunması için daha cesur ve kararlı adımların atılması gerektiğinin altını çiziyor.

Unutmayacak Anne ve Yürekteki Koku

Bir annenin yürek burkan acısını ölümsüzleştiriyor: “Normal hayatına dönüp yavaş yavaş unutacaksın ama bu anne unutmayacak ve evlat kokusu kalacak yüreğinde”.
Bu cümle, acının en kişisel ve en kalıcı halini ifade ediyor. Dünya, kendi rutin hayatına dönebilir, Gazze’deki dramı unutabilir. Haberler, manşetler değişebilir, yeni gündemler ortaya çıkabilir. Ancak bir annenin yaşadığı acı, zamanın ve coğrafyanın ötesindedir. O annenin yüreğinde kalan evlat kokusu, sadece bir koku değil, aynı zamanda bir yokluğun, bir yitirilişin ve derin bir yaranın sembolüdür. Bu ize, acının istatistiklere sığdırılamayacağını, her bir kaybın ardında onarılamaz bir yürek yarası bıraktığını hatırlatıyor.

Makalenin Özeti

Bu makale, farklı hal ve metinler aracılığıyla Filistin’deki dramın çok boyutlu bir resmini sunmaktadır. İlki enkaz arasında umut bekleyen çocuk, insanlığın enkazı ve geleceği arasındaki çelişkiyi vurgulamaktadır.
İkincisi ise küçük kızın sözleri, savaşın ve sürgünün oluşturduğu kişisel travmayı gözler önüne sermektedir.
Üçüncüde Ronaldo’nun mesajı, ırk ve din gözetmeksizin mazlumun yanında olmanın evrensel bir ahlaki görev olduğunu belirtmektedir.
Dördüncü de ise, soykırımı durdurmak için diplomatik adımların ötesinde, eyleme geçilmesi gerektiğini ve sivil inisiyatiflerin önemini vurgulamaktadır.
Son olarak, beşincide anne figürü, acının kişisel ve kalıcı doğasını, dünya unutsa bile yüreklerdeki yaranın asla kapanmayacağını anlatmaktadır.
Genel olarak makale, bu farklı unsurları birleştirerek, Filistin’de yaşananların sadece siyasi bir mesele değil, tüm insanlığın vicdanını ilgilendiren ahlaki bir kriz olduğunu savunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




DÜNYANIN BAŞINDAKİ İKİ BÜYÜK İLLET

DÜNYANIN BAŞINDAKİ İKİ BÜYÜK İLLET

Dünyanın açılışına sebep olan iki şey, kapanışına da sebep olacaktır.
İnkâr ve fuhuş.
Yani;

Dünya imtihanı iki şeyle başladı ve iki şeylede bitip kapanacaktır; İnkar ve Fuhuş

Birincisi; “Kıyamet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine kopmayacaktır.” (Müslim, İman 234, Tirmizî, Fiten 35)
Hadisin bir başka veçhinde:
“Yeryüzünde Allah Allah diyen kaldıkça kıyamet kopmaz.” buyrulmuştur.
Yani;“Rivâyette var ki: “Âhirzamanda, Allah Allah diyecek kalmaz.”

“Lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu bunun bir te’vili şu olmak gerektir ki: “Allah!. Allah!. Allah!.. deyip zikreden tekyeler, zikirhâneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeâirde İsmullah yerine başka isim konulacak.” demektir. Yoksa, umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünki; Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkar etmiyorlar, yalnız sıfatında hata ediyorlar.”

“Diğer bir te’vili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü’minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyâmet kâfirlerin başlarında patlar.”
bk. Şualar, Beşinci Şua.

*Diğeri ise fuhuştur.
Fuhşa kurban edilen bir nesil,Epstain ve benzerleri.

Deniz Baykal örneği.
Harun Yahya fuhuş sektörü örneği gibi.
Ve Türkiye’de FETÖ tarzı, Abd de Epstein Mossad işi.
İkisi de Yahudi kaynaklı.
Tehdit, şantaj ve her türlü gayr-ı meşru işi yapmak için.
Hain bulmak zor değil.
Nitekim;Attila İlhan, “Türkiye’nin bir hain kontenjanı var, bu, nüfusun yüzde onudur” der.
Kötü olan yüzde doksana etkili ve kontrolü.
Veya yüzde doksanın ilgisiz ve bilgisizliği.
Israilin gazzedeki pervasızca, dünyanın ve özellikle Abd ve Trump’ın ses çıkaramamısı bu şantaj,tehdit ve dünyaya rezil olma korkusudur.
Dünyanın önemli devlet adamları ve maalesef içinde İslam ulkelerininde bulunduğu devlet adamları bu Epstein şantaj kaset tehditleri altındadır.
Ve dolayısıyla dünya bu tehdit altındadır.
Dünya fuhuş kiskacındadır.

Konuyu biraz daha açacak olursak;

*****

1. İnkâr ile Başlangıç ve Kapanış

🔹 Âdem (a.s.) kıssası:

Cennetten yeryüzüne gönderilişin sebebi, şeytanın inkârı ve isyanıdır.
“Hani meleklere: ‘Âdem için secde edin’ demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O ise direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 34)
Yani imtihan kapısı küfür ve isyan ile açıldı.
Aynı şekilde kıyametin kopacağı vakit de, Allah’ı zikreden kalmayınca olacaktır:
“Kıyamet, üzerinde Allah Allah diyen kimse bulunmadıkça kopmaz.” (Müslim, İman, 234)
Bu da gösteriyor ki zikrin ve imanın tamamen sönmesi, dünya sayfasının kapanış sebebidir.
Kur’ân’da da açıkça bildiriliyor:
“Kıyamet günü inkâr edenler, ‘Biz bundan habersizdik’ derler.” (A‘raf, 172)

( Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da: “Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: “Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz.) (A‘raf, 172)

“Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler…” (Zümer, 67)

(Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.)(Zümer, 67)

2. Fuhuş ile Başlangıç ve Kapanış

🔹 İlk günah:

Âdem ve Havva’nın ilk hatası, yasak meyveden yemeleriyle avret yerlerinin açılması olmuştu:
“Derken o ağacın meyvesinden tadınca, ayıp yerleri kendilerine göründü, üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar.” (A‘raf, 22)
Yani fuhşun ve çıplaklığın tohumu ilk hatada kendini gösterdi.

🔹 Âhir zamanda fuhuş:

Kur’ân, fuhşun toplumları helak eden en büyük sebeplerden biri olduğunu bildiriyor:

• Lût Kavmi örneği

“Siz, sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?” (A‘raf, 80)
“Biz de onların üzerine taş yağdırdık. Bak bakalım suçluların sonu nasıl oldu!” (A‘raf, 84)

• Fuhuşu yaymak isteyenler

“İçinizden hayasızlığın yayılmasını isteyenler için dünyada da ahirette de elem verici bir azap vardır.” (Nur, 19)

• Zinaya yaklaşmayın

“Zinaya yaklaşmayın; çünkü o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra, 32)
Bunlar gösteriyor ki:
Fuhuş; toplumun şerefini, neslini ve maneviyatını bitiren en büyük hastalıktır. Âhirzamanda ise bu şantaj ve tehdit mekanizması haline getirilmiştir (Epstein dosyaları, Mossad oyunları, siyasi liderlerin kaset kumpasları gibi).

3. İnkâr ve Fuhuşun Bütünleşmesi

Kur’ân’da bu ikisi çoğu zaman birlikte zikredilir:

• Küfür + Fısk/Fuhuş

“Evet, o inkâr edenleri ve zulmedenleri Allah ne bağışlayacak, ne de onlara bir kurtuluş yolu gösterecektir.” (Nisa, 168)

“Onlar hayasızlık yaptıklarında: ‘Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti’ derler. De ki: Allah hayasızlığı emretmez.” (A‘raf, 28)

• Fitne ve Fesad

“Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Bakara, 11)
Fuhuş, sadece bireysel günah değil, fitne ve fesadın globalleşmiş bir silahıdır.

4. Sonuç – Kapanışın Şifreleri

Dünya imtihanı küfür ve fuhuşla açıldı, yine onlar üzerinden kapanacak.
İnkâr → Zikrin kesilmesi, iman nurunun sönmesi.
Fuhuş → Neslin, ahlâkın, siyasetin çökmesi; şantaj ve şehvetle esaret zinciri.
Kur’ân bu iki hastalığı sürekli ön plana çıkarır:
• İnkâr → Allah’a karşı isyan
• Fuhuş → İnsanın kendi nefsine ve topluma karşı ihaneti

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Yeryüzünde Cehennem: Gazze, Soykırım ve Küresel İhanet

Yeryüzünde Cehennem: Gazze, Soykırım ve Küresel İhanet

Gazze, iki yıldır süren saldırılarla yeryüzünde bir cehenneme dönüştü. Yüzbinlerce insan açlık, susuzluk, bombardıman ve zorunlu göç arasında ölümle yaşamın en ince çizgisinde kalmış durumda. Birleşmiş Milletler Raportörü Francesca Albanese, İsrail saldırılarında ölenlerin resmi rakamlarla 65 bini bulduğunu, ancak bağımsız araştırmacıların bu sayının 680 bine ulaştığını iddia ettiğini belirterek insanlığın önünde duran soykırım gerçeğini gözler önüne seriyor.
Bu vahşete rağmen, katillerin ortaklığı sürüyor. ABD, işgalci İsrail’e 6 milyar dolarlık yeni silah satışı hazırlığı yapıyor. Apache helikopterleri ve binlerce zırhlı araçla soykırım daha da kurumsallaştırılıyor. Batı dünyasının “demokrasi” maskesi altında zulme nasıl açık çek verdiği artık gizlenemez bir gerçektir.
Öte yandan teknoloji devleri de bu vahşetin finansörleri olarak sahnede. Jerusalem Post gazetesinin ifşasıyla, Sam Altman’dan Zuckerberg’e, Dell’den Sergey Brin’e kadar birçok küresel şirket kurucusunun ve iş insanının İsrail’e milyonlar akıttığı ortaya çıktı. Soykırımın finansmanında parmağı olan bu isimler, insanlığı teknolojileriyle değil, zulme ortaklıklarıyla esir alıyor. Bu tablo bize, modern dünyanın göbekten siyonizme bağlandığını, “dijital medeniyet” adı altında yeni bir kölelik düzeni kurulduğunu gösteriyor.
Bütün bu karanlık tabloya rağmen bir umut ışığı da belirdi: BM Genel Kurulu’nda Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz ve birçok ülke Filistin Devleti’ni resmen tanıdı. Londra’da Filistin bayrağı göndere çekildi, Paris’te Macron tarihi bir karar açıkladı. İsrail temsilcilerinin oturduğu boş ve yırtık koltuklar, işgalci zihniyetin dünyadaki çöküşünü sembolize etti.
Aynı anda Küresel Sumud Filosu, denizleri aşarak Gazze ablukasını kırmaya yelken açtı. Bu, yalnızca bir insani yardım girişimi değil, insanlığın iradesini ortaya koyan büyük bir meydan okumadır. İspanya Başbakanı Sanchez’in BM’de “Soykırım mağduru bir halkla iki devletli çözüm mümkün değildir” sözleri, tarihe düşülen bir kayıt olarak zulmün gerçek yüzünü ifşa etti.
Türkiye’nin UNESCO fonuna ilk destek veren ülke olması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz yalnızca rükûda eğiliriz, secdede diz çökeriz” çıkışı, mazlumların yanında yer almanın sadece siyasi değil, ahlakî bir sorumluluk olduğunu dünyaya hatırlatıyor.
Bugün Gazze’de çocuklar bir ölümden diğerine sürükleniyor; “hızlı ölüm” olan bombardıman ile “yavaş ölüm” olan açlık ve göç arasında seçime zorlanıyor. İnsanlık, bu tablo karşısında ya sessizliğiyle suç ortağı olacak ya da ittihad-ı İslâm ve küresel adalet hareketleriyle bu karanlığı yırtacak.
Tarihin önümüzde açtığı bu sahne nettir:
• Zulmün arkasında Batı ve küresel sermaye var.
• Mazlumun umudu ise dayanışma, adalet ve ittihad-ı İslâm’dadır.
Gazze bize sadece bir coğrafya değil, insanlığın vicdanıdır. Bugün Gazze’de dökülen kan, yarın dünyanın kalbine akacaktır. Eğer insanlık bu soykırıma “dur” demezse, modern medeniyetin bütün vitrini kanlı bir maskeden ibaret kalacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




DÜNYA İMTİHAN YURDU

DÜNYA İMTİHAN YURDU

1. Dünya Ahirete Göre Darü’l-İmtihandır
Kur’ân’da buyurulur:
“Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
Demek ki musibetler, imtihanın bir parçasıdır. İman edenlerin imanı, sözde değil fiilde tahkik edilsin diye imtihan edilirler.
2. Günahların Temizlenmesi ve Kefaret
Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor:
“Müminin başına gelen bir yorgunluk, hastalık, gam, keder, hatta ayağına batan bir diken bile günahlarına kefaret olur.” (Buhârî, Merdâ 1; Müslim, Birr 49)
Gazze’deki mazlumların çektiği acılar, onlar için ahirette büyük bir makam ve ecir vesilesi olur. Bu dünyada çekilen zulüm, ebedî azabın yerine geçer.
3. Zalimlere Mühlet, Mazlumlara Derece
Kur’ân buyurur:
“Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah’ı gaflet içinde sanma! Onları ancak gözlerin dehşetle donup kalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)
Yani Allah, zalimleri hemen cezalandırmaz; çünkü imtihan devam ediyor. Fakat onlar için azap ertelenmiş, mazlumlar için ise ecir ve derece kazanma kapısı açılmıştır.
4. Ümmet-i Muhammed’in (asm) Hali
Resûlullah (asm) şöyle buyuruyor:
“En şiddetli bela, peygamberlere, sonra derecesine göre salihlere gelir.” (Tirmizî, Zühd 57)
Yani çok iman edenler, en ağır belaları görür. Çünkü:
• Onların derecesi yüksektir, daha yüksek mertebeye çıkarılırlar.
• Bela, günahlarına kefaret olur.
• Zalimlerin zulmü, mazlumların sabrı ile ahirette teraziyi kurar.
5. Risale-i Nur’un İzahı
Bediüzzaman der ki:
• “Müminler için musibet, günahların affına vesiledir.”
• “Mazlumların çektiği zulüm, onların derecesini yükseltir; zalimlerin de cehennemine sebep olur.”
• “Dünya dar-ı hizmettir, dar-ı ücret değildir.” (Lem’alar, 21. Lem’a)
Gazze’deki mazlumların sabrı, onların ebedî saadetine vesile olacaktır. Zalimlerin zulmü ise onların boynuna ahirette ateşten zincirler olarak takılacaktır.
6. Hikmetin Özeti
• Müminlere musibet → İmtihan, sabır, günahlarına kefaret, derecelerine terakki.
• Zalimlere mühlet → İmtihanın devamı, azaplarının katmerlenmesi.
• Dünya adalet yeri değil, hizmet yeridir. Hakikî adalet ahirette tecelli edecektir.

Bak.
https://tesbitler.com/2023/12/30/ruyada-bir-hitabe/
https://tesbitler.com/2025/09/17/bir-meclis-i-misalide/
https://tesbitler.com/index.php?s=Musibet
https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0mtihan+
https://risaleoku.com/oku/lemalar/70
https://risaleoku.com/oku/lemalar/71
https://risaleoku.com/oku/lemalar/72
https://risaleoku.com/oku/lemalar/73

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com