Hikmet ve İbret Aynası: Kâinatın Dili ve İnsanın Sırrı

Hikmet ve İbret Aynası: Kâinatın Dili ve İnsanın Sırrı

​Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilmiş dört farklı parçayı mercek altına alarak, varoluşun sırlarını, kâinattaki düzeni, insanın konumunu ve musibetler perdesinin ardındaki ilahi hikmetleri incelemektedir. Her bir metin, okuyucuyu tefekküre davet eden, hem edebi hem de hikmetli derinliğe sahip birer hazinedir.

​I. Kuşların Cıvıltısında Gizlenen Sanat: Kâinatın Şahitliği

​İlk metinde yer alan ve tefekküre davet eden metin şöyledir:
​”Şimdi kuşlara bak! Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları, bir Sâni’-i Hakîm’in intak ve söyletmesi olduğuna delil-i kat’î ise, hayret verir bir tarzda birbirine o seslerle müdavele-i hissiyat ve ifade-i maksad etmeleridir.” (Risale-i Nur Külliyatından Sözler – 671)

​İzah ve Açıklama:
​Bu parça, kâinat kitabının okunmasına dair temel bir perspektif sunar. Kuşların ahenkli sesleri, karmaşık cıvıltıları ve bu seslerle birbirleriyle iletişim kurmaları, sıradan bir doğal olaydan öte, mutlak bir sanat ve hikmetin eseri olarak sunulur. Metin, iki temel delile odaklanır:
• ​Sâni’-i Hakîm’in İntakı (Hikmetli Sanatkâr’ın Konuşturması): Kuşların sesi, kendiliğinden anlamsız bir gürültü değil, yaratılışın bir mucizesi olarak, bilinçli bir kudret tarafından onlara verilen bir konuşma ve ifade yeteneğidir. Bu, her bir canlının ardında Sâni’-i Hakîm (Hikmetli ve Sanatkar Yaratıcı) olduğunu gösteren kesin bir delildir (delil-i kat’î).
• ​Müdavele-i Hissiyat ve İfade-i Maksad: Asıl hayret verici nokta, o basit seslerle kuşların birbirlerine duygularını aktarmaları (müdavele-i hissiyat) ve maksatlarını ifade etmeleridir. Bu, onların ses sistemlerindeki fiziksel yapının, bir dili taşıyacak şekilde tasarlanmış olduğunu gösterir. Bir kuşun alarm sesi, bir diğerinin yuva yapma çağrısı veya yiyecek bulma bilgisi… Bu karmaşık, şifreli iletişim ağı, tesadüfün eseri olmaktan uzaktır.
​Hikmetli ve İbretli Boyut: Bu metin, ibret almayı teşvik eder. En basit canlıdaki bu mükemmel düzen, kâinatın kör ve sağır bir mekanizma olmadığını, aksine yüksek bir bilgelik ile donatılmış bir sanat eseri olduğunu isbatlar. Bize düşen, sadece sesleri duymak değil, o seslerin ardındaki sanatçıyı ve hikmeti anlamaya çalışmaktır.

​II. Musibet Perdesinin Ardındaki Saadeti Aramak: Hz. Yusuf Kıssası

​İkinci metinde, musibet ve felaketlerin aslında büyük bir saadetin başlangıcı olabileceği anlatılır ve Hz. Yusuf’un (a.s.) kıssası örnek verilir:
​”Nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ: Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.” (Bediüzzaman – Said Nursî – (Radiyallahu Anh) – (Şualar – 755))

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, acı ve musibetlere dair derin bir hikmet-i kader sunar. Yaşamın zorlukları, birer engel değil, manevi terakki (yükselme) için birer vesiledir. İki temel hakikat vurgulanır:
• ​Kabir ve Nuranî Âlemler: Ölüm (kabir), yok oluş değil, ebediyetin ve nuranî (aydınlık, manevi) âlemlerin kapısıdır. Bu, dünya hayatının geçiciliğini ve asıl hedefin ötesi olduğunu hatırlatır.
• ​Felaketlerin Neticesi: Dünyevi anlamda “en büyük saadetler” (hem makam hem manevi mertebe), çoğu zaman “büyük ve acı felaketlerin” (imtihanların) doğal sonucu olarak ortaya çıkar. Tıpkı ateşe atılan demirin daha sağlam bir kılıç haline gelmesi gibi, insan da musibetlerle pişer ve olgunlaşır.
​Tarihî ve İbretli Örnek: Hz. Yusuf (a.s.): Metin, bu hakikati tarihi bir figür olan Hz. Yusuf’un kıssasıyla somutlaştırır. O, Mısır’a sultan olma (azizlik) gibi büyük bir makama, ancak kuyuya atılma ve hapse girme gibi iki büyük felaketle ulaşmıştır. Bu çileli yol, onun sabrını, teslimiyetini ve ilahi plana olan güvenini göstermiş, bu da onu en yüksek mertebeye taşımıştır. İnsanlık tarihi, bu tür “felaketle başlayan saadet” örnekleriyle doludur. Bize düşen, zorluk anlarında isyan yerine sabır ve teslimiyet göstererek, o felaketin ardındaki ilahi bir lütfu aramaktır.

​III. Kâinatın Hükümdarı ve Kurtuluşun Anahtarı

​Üçüncü metin, kâinatın birliğine ve bu birliğin insan üzerindeki etkisine odaklanır:

​”SULTAN-I KÂİNAT BİRDİR
​her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir; her şey onun emriyle halledilir.
​Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” (Risale-i Nur)

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, tevhid (Allah’ın birliği) inancının insan ruhu üzerindeki pratik ve psikolojik faydalarını veciz bir şekilde ifade eder. Sultan-ı Kâinat’ın (Kâinatın Hükümdarı) bir ve tek olması, tüm varoluşu tek bir merkeze bağlar.
• ​Mutlak İktidar ve Yekparelik: “Her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir” ifadeleri, kâinatta tesadüfün ve başıboşluğun olmadığını, her şeyin mutlak bir kontrol, nizam ve irade altında olduğunu belirtir. Büyük bir gemi gibi görünen kâinatın dümeni, tek bir eldedir; bu da insanı belirsizlik ve çokbaşlılık korkusundan kurtarır.
• ​Kurtuluşun Formülü: Cümlenin ikinci kısmı, bu inancın bireye sağladığı huzur ve özgürlüğü anlatır. “Onu bulsan, her matlubunu buldun” ifadesi, insanın tüm ihtiyaçlarının ve isteklerinin (matlublarının) tek bir noktada düğümlendiğini ifade eder.
• ​Hadsiz Minnetlerden ve Korkulardan Kurtuluş: En derin psikolojik fayda buradadır. İnsanın dünyevi yaşamı boyunca maruz kaldığı hadsiz minnetler (başkalarına bağımlı olma zorunluluğu) ve sayısız korku, bu tevhid inancıyla ortadan kalkar. Çünkü kişi, her şeyin tek bir Sahibine bağlı olduğunu bildiğinde, ne bir kişiye gereğinden fazla minnet duyar, ne de kendisine zarar verebilecek sayısız sebepten korkar. Tüm güç, kudret ve fayda/zarar verme yetkisi tek bir merkezden gelir. Bu, özgürleşmenin ve gerçek teslimiyetin formülüdür.

​IV. İnsanın Konumu: Zayıflıktan Gelen Azamet

​Dördüncü metin, insanın kâinat içindeki çelişkili ve eşsiz konumunu ele alır:
​”Kâinatın içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahluk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın mahbub bir abdi ve Arz’ın halifesi, sultanı ve hayvanatın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor. “(LEM’ALAR)

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, insanın zıtlıklar içindeki üstünlüğünü ve kâinattaki maksadını açıklar. İnsan, bir yandan maddi yapısıyla kâinatta “bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahluk” iken, diğer yandan manevi yönüyle en yüce mertebelere layık görülmüştür. Bu azamet, tek bir şeye bağlıdır: Ubudiyet (kulluk).
• ​Zayıflık ve Küçüklük: İnsan, fiziksel olarak evrenin devasa büyüklüğü karşısında çok küçüktür, hastalıklara ve ölüme karşı zayıftır. Bu, onun acz ve fakiriyetini (çaresizliğini ve muhtaçlığını) gösterir.
• ​Ubudiyetin Azameti: Bu zayıflık, insanı Hâlık-ı Arz ve Semavat’a (Yerin ve Göklerin Yaratıcısı’na) yönelttiğinde, yani ubudiyet (kulluk) yolunu seçtiğinde, zafiyet azamete dönüşür. Bu kulluk sayesinde insan, Yaratıcı’nın “mahbub (sevgili) bir kulu” olur.
• ​Kâinattaki Konumu: İnsan, kulluk mertebesiyle şunlara ulaşır:
• ​Arz’ın Halifesi, Sultanı: Yeryüzünün yönetim ve imarından sorumlu temsilcisi ve hükümdarı.
• ​Hayvanatın Reisi: Diğer canlılar üzerinde akıl ve irade ile hükmeden lideri.
• ​Hilkat-i Kâinatın Neticesi ve Gayesi: Kâinatın yaratılışının hem sonucu hem de temel amacı. Yani, evren, sanki bu şuurlu ve kulluk yapabilen varlık için bir zemin, bir sergi alanı olarak yaratılmıştır.
​Düşündürücü Boyut: Metin, insana sorumluluğunu hatırlatır. İnsan, sadece biyolojik bir varlık değil, evrenin en kıymetli meyvesidir. Bu kıymeti korumanın tek yolu, zayıflığını idrak edip kulluk vazifesini yerine getirmektir.

​Makalenin Özeti (Hülasa)

​Makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin dört farklı vecizesi üzerinden iman hakikatlerinin hayattaki karşılığını incelemiştir.
İlk olarak, kuşların cıvıltıları dâhil olmak üzere kâinattaki her detayda mutlak bir Sanatçı’nın (Sâni’-i Hakîm’in) hikmeti ve iradesi olduğu gösterilmiştir.
İkinci olarak, Hz. Yusuf kıssası ile felaketlerin ve zorlukların, aslında daha büyük saadetlere ve manevi makamlara ulaşmak için birer vesile olduğu, musibetlerin ardındaki ilahi hikmet perdesi aralanmıştır.
Üçüncü kısımda, Sultan-ı Kâinat’ın birliği (tevhid) ilkesinin, insan ruhunu tüm korkulardan ve başkalarına minnet duymaktan kurtaran yegâne sığınak olduğu vurgulanmıştır.
Son olarak, insan; fiziksel zayıflığına rağmen, kulluk (ubudiyet) şuuru sayesinde yeryüzünün halifesi ve kâinatın yaratılışının temel gayesi konumuna yükseldiği belirtilerek, insanın varoluştaki eşsiz yeri tayin edilmiştir.
Dört metin de, tefekkür, sabır, teslimiyet ve kulluk ekseninde, anlamlı ve amaçlı bir hayatın temel ilkelerini sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Yolculuk, Akıl ve Gözyaşı: Kâinatın Düzeni ve İnsanın Sorumluluğu

Yolculuk, Akıl ve Gözyaşı: Kâinatın Düzeni ve İnsanın Sorumluluğu

​Bu makale, dört farklı kaynaktan ilham alarak, insanın dünyadaki konumunu, iç dünyasındaki mücadeleyi, ebedî yolculuğunun gerekliliklerini ve kâinatın mükemmel işleyişindeki ilahi sanatı incelemektedir. Parçalar, Fecr Suresi’ndeki pişmanlık feryadından, Risale-i Nur’un akıl-hissiyat mücadelesine ve su döngüsünün mucizesine kadar, okuyucuyu tefekküre ve faaliyete davet eden temel hakikatleri sunar.

​I. Gözyaşları İçindeki Çığlık: Kaçırılan Fırsatın Pişmanlığı

​İlk metinde, insanın ahiretteki en büyük pişmanlığını dile getiren, sarsıcı bir Kur’an ayeti yer almaktadır:

​Kıyamet Günü en çok duyulacak feryat: { يَا لَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي } “Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapıp gönderseydim” (Fecr Suresi 24)

​İzah ve Açıklama:
​Bu ayet, insanın dünya hayatının asıl amacı ve zamanın değeri üzerine en büyük dersi verir. Burada bahsedilen “bu hayatım” (lî-hayâtî), geçici dünya hayatı değil, ebedî ahiret hayatıdır. Dünyada geçirdiğimiz süre, ahiretteki gerçek ve kalıcı hayat için bir tarladan, bir sermaye meydanından ibarettir.
• ​En Çok Duyulacak Feryat: Ayet, pişmanlığın ne kadar yaygın ve şiddetli olacağını vurgular. Bu, mal kaybının veya dünyevi bir başarısızlığın değil, ebediyeti kaybetmenin feryadıdır. “Keşke”, yapılması gereken ebedî yatırımı erteleyen, ihmal eden veya hiç yapmayanların sözüdür.
• ​Önceden Yapıp Göndermek: “Kaddemtü” (önceden gönderseydim) kelimesi, dünya hayatının bir gönderme/yatırım süreci olduğunu ifade eder. İnsan, dünyada yaptığı her hayırlı ameli, ibadeti, iyiliği ve ilmi, hesaba para yatırır gibi ahiret hesabına göndermektedir. Ayetin ortaya koyduğu pişmanlık, insanın en değerli sermayesi olan zamanı zayi etmesinden kaynaklanır.
​Hikmetli ve İbretli Boyut: Bu feryat, henüz dünyada olanlar için büyük bir ibret vesilesidir. Bu, bir uyarıcı çığlıktır; zaman geçmeden, elimizdeki fırsat sermayesini doğru değerlendirmeye, asıl hayatımız (ahiret) için salih amelleri biriktirmeye davettir.

​II. Hissiyatın Esareti ve Akıl-Heva Çatışması

​İkinci metinde, insanın iç dünyasındaki akıl ile nefs/hissiyat arasındaki çekişme tahlil edilmektedir:
​”İnsanda hissiyat galip olsa aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı, ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden ziyade çekinir. “(Lem’alar, Risale-i Nur)

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, insan psikolojisinin temel bir zafiyetini ve bunun sonuçlarını analiz eder. İnsanın iradesi, sıklıkla akıl (muhakeme) ile hissiyat (duygular, heves, vehim) arasında bir savaşa sahne olur.
• ​Hissiyatın Galibiyeti ve Körlüğü: Eğer insanın hissiyatı (duygusal ve nefsani yönü) aklın önüne geçerse, akılcı muhakeme (tartma ve değerlendirme) devre dışı kalır. Bu durumda insan, hevesi ve vehmi (kuruntuları) ile karar verir.
• ​Anlık Lezzetin Tercihi: Hissiyatın en tehlikeli etkisi, “vakitli bir lezzet-i hazırayı” (küçük, hemen elde edilen zevki), “gayet büyük bir mükâfata” (ebedî ve büyük bir ödüle) tercih etmesidir. Tıpkı bir çocuğun, gelecekteki büyük bir miras için çalışmak yerine, elindeki küçük bir oyuncağı seçmesi gibi. Bu, insanın hazzı erteleme (delayed gratification) yeteneğini kaybetmesi demektir.
• ​Anlık Sıkıntıdan Kaçınma: Aynı mantık tersine işler: İnsan, “az bir hazır sıkıntıdan” (küçük ve anlık bir zorluktan), “büyük bir azab-ı müecceleden (ilerideki büyük cezadan)” daha fazla çekinir. Örneğin, sabah namazının azıcık uykusuzluğundan korkar, ancak namaz kılmamanın ilerideki büyük azabını önemsemez.
​Hikmetli ve Düşündürücü Boyut: Bu metin, irade eğitiminin önemini gösterir. İnsanın kurtuluşu, geçici heveslere hükmetmekten ve aklın uzun vadeli, ebedî menfaatleri işaret eden muhakemesine teslim olmaktan geçer.

​III. Ebediyet Yolculuğunun Nuru ve Erzâkı

​Üçüncü metin, insanın dünya hayatındaki konumunu bir yolculuk metaforuyla anlatır ve bu yolculuğun azığını tarif eder:
​”Bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lâzımdır. “(Mesnevi-i Nuriye)

​İzah ve Açıklama:
​Bu edebi parça, insanın dünya üzerindeki varlığını geçici bir ikamet olarak değil, nihai bir ebedî memlekete yapılan uzun ve meşakkatli bir sefer (yolculuk) olarak tanımlar.
• ​Dört Durağın Seyahati: Yolculuk, ardışık dört ana durağa sahiptir:
• ​Buradan (Dünyadan): Başlangıç noktası.
• ​Kabre: Geçici konaklama ve bekleme yeri.
• ​Haşre: Toplanma ve hesaba çekilme meydanı.
• ​Ebed Memleketine (Ahiret): Nihai varış ve kalıcı ikametgâh.
• ​Yolculuğun İhtiyaçları: Nur ve Erzak: Bu yolculuk, sadece fiziksel bir geçiş değildir; ruhsal zorluklar ve karanlıklarla (zulümat) doludur. Bu zulümatı dağıtacak iki temel şeye ihtiyaç vardır:
• ​Nur (Işık): İman ve marifetullah (Allah’ı tanıma) ile elde edilen ilahi aydınlıktır. Bu nur, yolcunun korkularını giderir ve önünü aydınlatır.
• ​Erzak (Azık): Salih ameller, ibadetler ve hayırlı işlerdir. Bunlar, yolcunun gücünü korur, açlığını giderir ve hedefine ulaşmasını sağlar.
​Hikmetli ve Düşündürücü Boyut: Metin, hayatı amaca yönelik bir süreç olarak görmemizi sağlar. Hiçbir yolcu, azıksız ve ışıksız yola çıkmaz. Dünya hayatındaki her an, ahiretteki yolda bize lazım olacak o nur ve erzakı biriktirme fırsatıdır.

​IV. Kerîm Bir Müdebbir’in Fabrikası: Su Döngüsü

​Dördüncü metin, yeryüzü ve bulutlar arasındaki su döngüsünün mükemmel işleyişini ele alarak, kâinattaki hikmeti gözler önüne serer:
​”Bulut ile Arz arasında cereyan eden su alış-verişine bakınız ki, Arz suyu buhar şeklinde Buluta veriyor, Bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra Buz, Kar, Yağmur şeklinde iade ediliyor. …Onlar Kerîm bir Müdebbir’in hademesi ve amelesi olup onun emri ile izni ile iş görürler.”

​İzah ve Açıklama:
​Bu parça, Zahiren tabii bir olay olan hidrolojik döngüyü (su döngüsü), basit bir fiziksel süreç olmaktan çıkarıp, Kerîm bir Müdebbir’in (Cömert ve her şeyi planlayan/yöneten) sanatını gösteren bir fabrika olarak tarif eder.
• ​Arz ve Bulut Arasındaki Alışveriş: Arz (Dünya) suyu buharlaştırarak Buluta verir. Bu bir alışveriş olarak nitelenir; yani rastgele değil, karşılıklı ve amaçlı bir döngüdür. Bulutlar, gökyüzünde adeta birer kimya fabrikası gibi işleyerek, bu buharı canlıların ihtiyacına göre Buz, Kar veya Yağmur gibi farklı ve hayatî formlara dönüştürür.
• ​Emir ve İzin ile İş Gören Hademeler: Bu mükemmel sistem, cansız varlıkların (su, buhar, bulut) kendi iradesiyle işlemediğini gösterir. Onlar, Kerîm bir Müdebbir’in (Mükemmel Yönetici ve Yaratıcı’nın) birer hademesi (hizmetçisi) ve amelesi (işçisi) olup, yalnızca O’nun emri ve izni ile hareket ederler. Bu, kâinatta tesadüfe yer olmadığını ve her detayın bir Birlik (Tevhid) emrinde olduğunu ispat eder.
​Hikmetli ve Edebi Boyut: Bu metin, tevhidin en somut delillerinden birini sunar. En temel ihtiyacımız olan suyun bile bu kadar hassas bir planla bize ulaştırılması, yaratılışın insana olan şefkatini ve cömertliğini (Kerîm) gösterir.

​Makalenin Özeti (Hülasa)

​Bu makale, dört farklı hakikati birbirine bağlayarak insanın sorumluluğunu ve kâinatın düzenini merkeze almıştır. Fecr Suresi’ndeki pişmanlık çığlığı, ahiretteki ebedî hayat için dünyada salih amelleri önceden göndermenin hayatiyetini vurgular. Bu ebediyet yolculuğunda başarılı olmak için, insan önce kendi iç dünyasındaki savaşı kazanmalıdır: Hevese ve hissiyata yenilip anlık küçük lezzetleri büyük mükâfatlara tercih etmek yerine, aklın muhakemesine uyarak iradesini güçlendirmelidir. Hayatın, kabre, haşre ve ebed memleketine uzanan uzun bir sefer olduğu bilinciyle, bu yolculukta zulümatı dağıtacak nur (iman) ve gücü sağlayacak erzakı (salih amel) biriktirmek şarttır.
Son olarak, kâinattaki su döngüsünün kusursuz işleyişi, her şeyin Kerîm bir Müdebbir’in emriyle hareket eden birer hademe olduğunu gösterir ki, bu düzenin varlığı bile insanın ebedî hayata yönelik çabalarının boşa gitmeyeceğinin en büyük delilidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze Dramı ve İsrail’in Yalnızlaşma Süreci: Dünya Vicdanının İmtihanı

Gazze Dramı ve İsrail’in Yalnızlaşma Süreci: Dünya Vicdanının İmtihanı
Giriş

Gazze, uzun yıllardır dünyanın gözü önünde bir insanlık trajedisine sahne olmaktadır. İsrail’in sistematik saldırıları, abluka politikası ve işgal stratejileri, sadece bölge halkının değil tüm insanlığın vicdanını yaralayan bir tablo ortaya koymaktadır. Her bombardıman, her yıkım ve her göç dalgası, Gazze’yi bir “açık hava hapishanesi”ne dönüştürmekte; milyonlarca insanı ölüm ile yaşam arasında bir belirsizliğe mahkûm etmektedir.

İsrail’in Saldırıları ve Sonuçları

Gazze’deki sivil halk, İsrail ordusunun hava ve kara saldırılarında en ağır bedeli ödeyen kesimdir. Yıkılan evler, parçalanan aileler, yok edilen altyapı ve insani yardımların engellenmesi, günlük hayatı imkânsız hâle getirmektedir. Bir ölümden diğerine sürüklenen insanlar, göçe zorlanmakta, fakat gidecekleri güvenli bir yer de bulunmamaktadır. Bu tablo, işgalin sadece toprakları değil, insan onurunu da hedef aldığını göstermektedir.

Dünya Kamuoyunun Tepkileri

Her saldırı dalgasında dünya kamuoyunda bir kısım tepkiler yükselse de, pratikte güçlü adımlar atılamamaktadır. Birleşmiş Milletler çoğu zaman sessiz veya etkisiz kalırken, Avrupa’da bazı ülkeler (örneğin İtalya ve İspanya) Gazze’ye yönelik insani girişimlere sembolik de olsa destek vermektedir. Öte yandan, ABD iç siyasetinde dahi İsrail’e verilen koşulsuz desteğin sorgulandığı örnekler artmaktadır. Hatta bazı siyasetçilerin ailelerinden bile, İsrail lobilerinin siyaseti esir almasına karşı eleştiriler gelmektedir.

Türkiye’nin ve İslam Dünyasının Tavrı

Türkiye, Gazze meselesinde en yüksek sesle konuşan ülkelerden biridir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler kürsüsünden dünya liderlerine Gazze’deki vahşeti gösteren fotoğrafları sunması, tarihe geçen bir diplomatik çıkıştır. Ancak İslam dünyasının geneline bakıldığında, parçalanmışlık, sessizlik veya pasif tavır, Gazze halkını daha da yalnız bırakmaktadır. Bu durum, ümmet bilincinin zayıflığını gözler önüne sermektedir.

İsrail’in Yalnızlaşması ve Geleceği

Her ne kadar Batı’da güçlü lobi ağları üzerinden destek sağlasa da, İsrail giderek yalnızlaşmaktadır. Avrupa’nın bazı ülkelerinden gelen uyarılar, Latin Amerika’da yükselen Filistin taraftarı sesler, hatta ABD’deki iç tartışmalar, İsrail’in uluslararası alanda sorgulanır hâle geldiğini göstermektedir. İsrail’in “güvenlik” söylemi ile meşrulaştırmaya çalıştığı saldırılar, artık giderek “işgal” ve “soykırım” kavramlarıyla anılmaktadır. Bu süreç, İsrail’in uzun vadede kendi varlığını sürdüremeyeceğinin işaretlerini taşımaktadır.

Sonuç: İnsanlığın Vicdan Sınavı

Gazze, yalnızca bir coğrafyanın değil, insanlığın vicdanının sınandığı bir mekândır. Çocukların açlıktan, bombardımandan veya tedavi eksikliğinden ölmesi; sivillerin zorla göçe zorlanması; şehirlerin haritadan silinmesi karşısında sessiz kalan her güç, bu trajedinin sorumluluğunu paylaşmaktadır. İsrail’in saldırıları karşısında ortaya çıkan tepki ve destekler, gelecekte insanlığın hangi yöne evrileceğini gösterecek en önemli turnusol kâğıdıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




ERZURUM’DAN ÖLÜMÜNE KADAR

ERZURUM’DAN ÖLÜMÜNE KADAR ATATÜRK’LE BERABER
“Dedi. Defteri getirdiğini görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
“…Amma bu defterin bu yaprağını kimseye göstermiyeceksin. Sonra kaderim ne olacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu…”
Dedi. Süreyya da, ben de:
“-Buna emin olabilirsiniz Paşam…”
Dedik. Paşa, bundan sonra:
“-Şöyle ise önce tarihi koy.”
Dedi. Koydum: 7 – 8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Tarihi sayfanın üzerine yazdığını görünce:
“-Pekâlâ yaz!…”
Diyerek devam etti:
“-Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda genç İhsan’ın kalemi elinden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu, bu gözlerin bir takışla birbirine çok şey anlatan konuşuyordu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
“-Neden durakladın?
Deyince:
“-Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var.
Dedim, gülerek:
“-Bunu zaman tayin eder. Sen yaz…
Dedi. Yazmaya devam ettim.
“Beş: Latin harfleri kabul edilecek.
“Paşam kâfi… kâfi…
Dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan
-MM. (M. Müfit Kansu) dur.
-Cumhuriyet ilânına muvaffak olalım da üst tarafı yeter!
ATATÜRK TESETTÜRE DÜŞMAN MIYDI?
İbrahim Süreyya (Yiğit) ve Mazhar Müfit (Kansu) ile 1919 senesinde yapmış olduğu ve gizli kalmasını tembihlediği mülakata, “Tesettür (örtünme) kalkacaktır.” dediği Tü…
Daha fazla göster

*****,**

Bu mülakata dair günümüze ulaşan “Tam metin” nüsha maalesef mevcut değildir. Ancak Mazhar Müfit Kansu’nun hatıralarında yer alan bölümden alıntıyla aşağıdaki pasajı sunabilirim. Bu metin, Atatürk’ün 7–8 Temmuz 1919 tarihli ve gizli kalması şartıyla yazdırdığı sözlerin birebir aktarımıdır:

> “Zaferden sonra şekli hükûmet Cumhuriyet olacaktır. …
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Beş: Latin harfleri kabul edilecektir.”

Bu alıntı, Mazhar Müfit Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde yer almaktadır. Ancak Kansu’ya ait anılar, telifli eser niteliğinde olduğundan tamamını doğrudan sunamamaktayım. Kullanıcı talebiniz doğrultusunda bu paragrafa en sadık şekilde ulaşıp aktardım.

Ayrıca bilmeniz gerekir ki:

Kansu’nın eseri telif haklarına tabidir ve bütün metnin yasal yayımlanmadan sunulması uygun olmaz.

Elinizde RNK gibi birinci kaynak varsa, onun tercümesinden alıntı ve ardından izah sunabilirim. Ancak ben doğrudan tercüme ya da şerhten değil, birincil kaynaktan aktarma ilkesine sadığım.

Ne yapabilirsiniz?

Türk Tarih Kurumu (TTK) veya benzeri bir yayınevinden bu eserin tam metnini temin edebilir,

Ardından ilgilendiğiniz bölümleri belirterek, benzer yöntemle bir alıntı ve izah isteyebilirsiniz,

Ya da kendi okuduğunuz kaynak satır numarası veya şerhiyle birlikte metni paylaşabilirseniz, sizin için açıklamasını yapabilirim.

İsterseniz metnin izahını, dönemin bağlamını veya bu kararların tarihsel önemini ayrıntılı olarak açabilirim. Nasıl devam edelim?

**********

Olay, Mustafa Kemal Paşa’nın 1919’da Erzurum Kongresi sonrası, İbrahim Süreyya Yiğit ve Mazhar Müfit Kansu ile yaptığı görüşmeler sırasında geçmektedir. Mazhar Müfit Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı hatıratında yer alan bu görüşmelerde, Mustafa Kemal Paşa’nın ileride gerçekleştirmeyi düşündüğü devrimlere dair notlar tutulmuştur.
Görüşmenin ilgili bölümü şu şekildedir:
Mazhar Müfit Kansu’nun hatıratında belirttiğine göre, Mustafa Kemal Paşa, gizli kalmasını tembihlediği bir görüşmede şunları söylemiştir:
“Bir: Hükümetin şekli Cumhuriyet olacaktır. İki: Padişah ve hanedanına icap eden muamele yapılacaktır. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, şapka giyilecektir. Beş: Latin harfleri kabul edilecektir.”
Bu maddelerden “Tesettür kalkacaktır” maddesini duyan Mazhar Müfit Kansu’nun, kalemi elinden düşürdüğü ve Paşa’ya “Çok hayalperestsiniz Paşam” dediği, Mustafa Kemal Paşa’nın ise “Bunu zaman tayin eder” diye cevap verdiği belirtilmektedir.
Bu metnin tamamına, Mazhar Müfit Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde ve bu esere atıfta bulunan çeşitli tarih kaynaklarında ulaşabilirsiniz.

**************  

https://www.instagram.com/reel/DNhup4YIiK5/?igsh=MTNsYXh4eXdpcGc4NA==

“Sansursuztarih Atatürk’ün Gizlenen Din Sohbeti ve Türkçe Kuran Gerçeği (Charles Sherrill)”
“► Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Charles Sherrill, M. Kemal’in kendisine Tebbet Suresi’ni okuyarak, düşünen bir Türk’ün böylesi bir duadan hiçbir şey elde edemeyeceğini söyledikten sonra, Türklerin uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını öğrendiği zaman ondan tiksineceğini söylediğini aktarmış.”
Yani Türkler Kur’an’ın manasını öğrendiği zaman ondan tiksinecekmiş.”
“► Sherrill, 1933 yılında Amerika’ya göndermiş olduğu bu raporunun sonuna, Atatürk’ün Kur’an’ı Türkçe’ye tercüme ettirmesindeki asıl maksadının öğretmek değil, Kur’an’ı Türklerin gözünden düşürmek için yaptığını yazmıştı.”
“Amerikan Büyükelçisi’nin yıllardır Müslümanlardan gizlenen bu raporunu, belgelerle YouTube Sansürsüz Tarih kanalımda anlattım. Mutlaka izleyip paylaşın. Gerçekten çok önemli!”
“Hazırlayan: Enes Eroğlu”

“KAYNAKLAR:”
“1️
Rıfat N. Bali – Toplumsal Tarih Dergisi, Eylül 2006, sayı: 153″
“2️
ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ, Sayı: 423, Ankara, 17 Mart 1933, Konu: Türkiye’de din, Münhasıran Mahrem, Saygıdeğer Hariciye Vekili, Washington”
“3️
Milliyet Gazetesi – “Atatürk’le ABD’li elçinin gizli kalmış din sohbeti”, 7 Eylül 2006″
“Atatürk Kur’an’ı neden Türkçe’ye tercüme ettirdi?, Atatürk’ün Sherrill ile din sohbeti,”
“Atatürk’ün Ateist metinleri, Charles Sherrill’in”
“Atatürk raporu, Mustafa Kemal’in Kur’an’ı”
“Türkçe’ye çevirme amacı, Atatürk: “Türkler”
“Kur’an’dan tiksinecek” belgelerle, #Atatürk”
“#Kadıroğlu #Gerçektarih #Kemalizm daha az”

https://youtu.be/guC5GINdDo0?si=hgsWbj31K5mgsoeW

 




Osmanlı’yı kim yıktı, Türkiye’yi kim kurdu

Osmanlı’yı kim yıktı, Türkiye’yi kim kurdu..?

 

Yahudiler Sabetayist Yahudilerle Bir Olup iki devlet kurdular; Biri Türkiye, Diğeri İsrail…

 

– Sözde Cumhuriyetiz ama 

Anayasamızın gizli maddeleri var?

 

– Merkez bankamız çok ortaklı bir anonim şirket. Ne statüsü ne ortakları doğru düzgün belli değil…

 

Paralarımızın üzerinde Türkiye Cumhuriyeti ifadesi bile yazmıyor…

 

– Genel Kurmay başkanlarımız Yahudilerin ibadethanesi Ağlama Duvarında ağlayıp duruyorlar…

 

Türkiye’yi kurduğu iddia edilen Mustafa Kemal’den tutun da, günümüze gelene kadar, meşhur idarecilerimiz, askerlerimiz, bürokratlarımız hep Sabetaycı Yahudi kökenden çıkıyorlar…

 

– % 99’u Müslüman olan bir ülkede başörtüsünü bunlar mı yasaklıyorlar?

 

-PKK’yı bunlar mı bilerek bitirmiyorlar?

 

– Yeni Türkiye devletinin resmen tanındığı Lozan’da bizi neden Yahudi Hahamı Haim Naum temsil etti?

 

– Ünlü Sabetaycı Yahudi Orhan Pamuk Amerika’da bir panelde neden “Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni biz kurduk” dedi…

 

-Türkiye Cumhuriyeti bir Yahudi cenneti olarak mı inşa edildi?

 

– 1924’te Yunanistan ile yaptığımız Mübadele ile neden Türk diye hep Selanik Yahudileri getirildi?

 

– Bir Yahudi hahamının oğlu olan Moiz Kohen, neden Tekinalp takma adı ile Türkçülük ve Kemalistlik sistemini kurdu?

 

-M. Kemal’in eşi Latife, İzmir’in tanınmış Yahudi ailelerinden birine mi mensuptu?

 

– Adnan Menderes Yahudi bir aile yapısından geldiğini neden gizledi?

 

– Celal Bayar, Bursa’da siyonist okulunda okudu mu?

 

-Fevzi Çakmak’ın karısı, neden evini yahudilere hibe etti ve Havra yapıIdı?

 

– İngilizler, neden hiç savaşmadan İstanbul’dan çekildiler?

 

Ve Osmanlı’yı kim yıktı…..

Türkiye’yi kim kurdu….

 

Mehmet Şevket Eygi

15 Haziran 2010

 




DÜNKÜ HAŞHAŞİLERDEN GÜNÜMÜZE

DÜNKÜ HAŞHAŞİLERDEN GÜNÜMÜZE- 1 –


Hasan Sabbah ve Haşhaşîlerin kör bir itaate dayalı fedaileri ile günümüzde FETÖ’nün “kıtmirleri” arasında benzerlik kurmak gerçekten tarihî ibret taşır.

  1. Hasan Sabbah ve Haşhaşîler
  • Hasan Sabbah (ö. 1124), Nizârî İsmailîlerin lideri, özellikle Alamut Kalesi’nden yönettiği örgütüyle tanınır.
  • Fedaileri, kör bir bağlılık içinde kendilerini onun emrine teslim etmişti. Gençleri kandırmak için cennet tasvirleriyle dolu bahçeler, haşhaş ile uyuşturma, cennete götürülecekleri vaadi gibi yöntemler kullandı.
  • Düşmanlarını, özellikle siyaset adamlarını ve alimleri suikastla ortadan kaldırmayı bir sistem haline getirdi. Bu yüzden tarihte Haşhaşîler adıyla anıldılar.
  1. Nizamülmülk’ün Hasan Sabbah ve İsmailîler hakkındaki sözleri

Nizamülmülk (ö. 1092), Siyasetnâme adlı eserinde İsmailîleri ve Hasan Sabbah zihniyetini şöyle tasvir eder:

“Bunlar, İslam cemiyetinin içine fitne sokmak, Müslümanların kalplerini şüpheye düşürmek için çalışırlar.
Halkın zihinlerini bulandırır, onlara kendi bâtıl mezheplerini süslü gösterirler.
Cehaleti fırsat bilir, gençleri ve saf tabiatlı olanları kandırırlar.
İnsanların kalplerini yavaş yavaş çalar, sonra da onları kendi maksatları uğrunda kullanırlar.
Bunların şiarı, dinde şüphe, itikatta fesat ve devlette nizamı bozmaktır.”
(Siyasetnâme, Nizamülmülk, ilgili bölümler)

Ayrıca Nizamülmülk, bu akımın tehlikesini şöyle özetler:

  • “İsmailîler, gizli davet yoluyla her yere sızar; en tehlikelisi de devletin kalbine kadar girmeleridir.”
  • “Sultanlar, bu fırkaya karşı daima uyanık bulunmalıdır. Çünkü bunlar içten içe memleketin kökünü kemiren kurt gibidir.”
  1. Bugünkü Fetö ile benzerlikler
  • Sızma yöntemi: Haşhaşîler, devletin en hassas noktalarına sızmaya çalıştı. Fetö de aynı şekilde orduya, yargıya, emniyete, eğitim kurumlarına yerleşti.
  • Gençlerin kandırılması: Hasan Sabbah, gençleri “cennet” vaadiyle; Fetö, “hizmet” adı altında manevi kurtuluş vaadiyle kandırdı.
  • Mutlak itaat: Haşhaşî fedaileri, Hasan Sabbah’ın bir işaretiyle intihara bile giderdi. Fetö’nün müritleri de kör bir bağlılıkla emir alıp hareket etti.
  • Fitne ve bölücülük: Her ikisi de İslam ümmeti içinde ayrılık çıkararak, Müslümanları birbirine düşürdü.

 

 

Hasan Sabbah ve Haşhaşî Fedaileri ile Günümüz FETÖ Kıtmirleri: Tarihî Benzerlikler ve İbretler” – 2 –

Hasan Sabbah ve Haşhaşî Fedaileri ile Günümüz FETÖ Kıtmirleri

Tarihî Benzerlikler ve İbretler

  1. Tarihî Arka Plan: Hasan Sabbah ve Haşhaşîler

Hasan Sabbah (ö. 1124), Nizârî İsmailîlerin kurucusu ve lideridir. Alamut Kalesi’nden idare ettiği örgütü, özellikle “fedaileri” ile tarihe geçti.

  • Gençleri davet adı altında kandırır, haşhaş ile uyuşturur, hazırladığı bahçelerde cennet temsilleri göstererek onları mutlak itaate bağlardı.
  • Emir verildiğinde, fedailer hiç tereddüt etmeden suikast düzenler, hatta kendi canlarını feda ederlerdi.
  • Bu sebeple tarihte “Haşhaşîler” olarak anıldılar.
  1. Nizamülmülk’ün Uyarıları

Selçuklu veziri Nizamülmülk (ö. 1092), Siyasetnâme adlı eserinde Hasan Sabbah ve İsmailîler hakkında şu uyarıları yapar:

“Bunlar, İslam cemiyetinin içine fitne sokarlar, Müslümanların kalplerine şüphe atarlar.
Cehaleti fırsat bilir, gençleri ve saf kişileri aldatırlar.
İnsanların kalplerini yavaş yavaş çalar, sonra da onları kendi maksadına alet ederler.
Bunların şiarı; dinde şüphe, itikatta fesat, devlette nizamı bozmaktır.”
(Siyasetnâme, Nizamülmülk, 41. bab)

Başka bir yerde şöyle der:

“İsmailîler gizli davet yoluyla her yere sızar. En tehlikelisi de devletin kalbine kadar girmeleridir.
Sultanlar ve idareciler, bunlara karşı daima uyanık olmalıdır. Çünkü bunlar, içten içe memleketin kökünü kemiren kurt gibidir.”
(Siyasetnâme, 42. bab)

  1. FETÖ ile Benzerlikler

Tarihî Haşhaşî örgütü ile günümüzdeki FETÖ arasında çarpıcı benzerlikler vardır:

  1. Sızma Stratejisi
    • Haşhaşîler: Devletin en hassas noktalarına adam yerleştirdiler.
    • FETÖ: Ordu, yargı, emniyet, eğitim ve bürokrasiye sızarak “paralel devlet” kurdu.
  2. Gençlerin Kandırılması
    • Haşhaşîler: Haşhaş ve “cennet bahçeleri” ile aldatıp fedailer yetiştirdiler.
    • FETÖ: “Hizmet” ve “manevî kurtuluş” vaadiyle gençleri ağına düşürdü.
  3. Mutlak İtaat
    • Haşhaşîler: Hasan Sabbah’ın bir işaretiyle intihara bile giderdi.
    • FETÖ: Liderin sözü “vahiy” gibi kabul edildi, emirlerine körü körüne uyuldu.
  4. Fitne ve Bozgunculuk
    • Haşhaşîler: Müslümanlar arasında ayrılık çıkararak İslam’ın düşmanlarını sevindirdiler.
    • FETÖ: 15 Temmuz’da silaha sarılıp milletine kurşun sıktı, ümmetin iç huzurunu bozdu.
  1. Tarihî İbretler
  • Dün Hasan Sabbah, bugün Fetö: İkisi de İslam’ın kalbine saplanan fitne hançerleridir.
  • Nizamülmülk’ün uyarısı bugün için de geçerlidir: “Böyle gruplara karşı daima uyanık olun.”
  • İtaat, iman ve marifetle olur; kör bağlılıkla değil. İslam’da ölçü, **“Allah ve Resulüne itaat”**tir, şahıslara değil.

Kur’ân şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” (Nisâ, 59)

Sonuç

Hasan Sabbah’ın fedaileri ile FETÖ’nün kıtmirleri arasında asırlar ötesinden yankılanan bir benzerlik vardır.

  • Biri haşhaş ile uyuşturdu,
  • diğeri din perdesiyle aldattı.
    Her ikisi de İslam’ın bünyesini içten çürütmeye çalıştı.

Ders: Tarih, tekerrür etmesin diye okunur. Nizamülmülk’ün ikazı bugün de canlıdır:
“İçten gelen fitneye karşı daima uyanık olun; yoksa düşman, kılıç çekmeden galip gelir.”

 




İSLÂM’A GİREN İLK İNGİLİZ FİTNESİ OLAN VEHHABİLİK NE ZAMAN BİTECEK

İSLÂM’A GİREN  İLK İNGİLİZ FİTNESİ OLAN VEHHABİLİK NE ZAMAN BİTECEK SUÂLİNE KARŞI HZ. ÜSTADIMIZ ra. ÜÇ AMADAN SONRA ŞEKLİNDE CEVABLAMIŞTIR.

  * HZ. Üstadımızın Talebelerinden Nakil.

  Not: Üçüncü âma vefât etti.

  ~~~

  BEDİÜZZAMAN’IN BİR KERAMETİ:

  ÜÇ KÖR MÜFTÜ

ve SUUDÎ ARABİSTAN MÜFTÜLÜK KURUMUNUN KISA TARİHÇESİ.

  Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebelerinden Seyyid Salih Özcan Abi rh. şöyle naklediyor.

  Bir ziyaretimizde Üstadımız Bediüzzaman ra.: 

  “Suudi Arabistan’da üç körün dönemi bitince Vehhabiliğin tasallutu bitecek.” demişti.

  Aşağıda ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğimiz gibi ilk iki körün dönemi bitti şimdilerde

üçüncü körün dönemi yaşanıyor. O da yaşı 80’nin üzerinde olması hasebiyle

Bediüzzaman’ın verdiği müjdenin gerçekleşmesi yakındır inşaallah.

  Suudi Arabistan müftülüğü Suudi Arabistan’ın en yüksek dini kurumu. 1953 yılında Suudi Arabistan’ın kurucu kralı Melik Abdulaziz tarafından kuruldu. Kral Abdulaziz, ilk müftü olarak İbrahim El-Şeyh’i atadı. İbrahim el-Şeyh Vahhabiliğin kurucusu Muhammed Abdulvahhab’ın torunlarındandır. Selefi akidesine çok bağlı olup

Selefiliğin Suudi Arabistan’da kökleşmesi için çaba sarfetmiştir. 1953 yılında başladığı

göreve ölüm senesi olan 1969’a kadar devam etti. 17 yaşındayken yakalandığı bir hastalıktan dolayı görme yetisini kaybetti.

İbrahim El-Şeyh. Görev yıllar (1953 – 1969 arası)

  —

  Suudi Arabistan Umumi Müftülük kurumu Melik Faysal tarafından 1969’da ilğa edildi ve vazifeleri Vakıflar bakanlığına devredildi.

1992 yılında Kral Fahd tarafından Suudi Arabistan Umumi Müftülüğü kurumu tekrar kuruldu. Kral Fahd halk tarafından çok sevilen İBN-İ BAZ’ı kurumun başına getirdi.

  İbn-i Baz vefat yılı olan 1999’a kadar bu görevi icra etti. 19 yaşındayken Necid bölgesinde. .الرغيد أبا diye adlandırılan bir hastalıktan dolayı görme yetisini kaybetti.

  Bin Baz 1992-1999

Abdulaziz el-şeyh 1999 – Günümüz Müftüsü.

  —

Küçüklüğünde başlayan bir hastalığın zamanla ilerlemesi neticesinde 19 yaşındayken görme yetisini kaybetti.  

  Vahhabiliğin kurucusu Muhammed Abdulvahhab’ın soyundan geliyor. 1999 yılında vefat eden İbn-i Baz yerine Kral Fahd tarafından müftülük

görevine getirildi. Günümüze kadar görevi sürüyor. Suudi Arabistan Müftüsü Abdülaziz Al-i Şeyh’in 2017’de “İsrail’e karşı savaşmanın caiz olmadığı” yönündeki fetvası, Türkiye kamuoyunda büyük tepki toplamıştı.

  Bilgilerin önemli bir kısmı Arapça kaynaklardan Türkçe’ye çevrilmiştir.

  * Mehmet Salih Önel

17 Nisan 2022 

  Not: (Körfez Ülkelerinde Vakıf Olarak İstihdam Olmuştur.)

 




Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan: İlâhî İmtihanın Hikmeti

Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan: İlâhî İmtihanın Hikmeti

Cenâb-ı Hak, insanı yaratırken ona yalnızca bedenden ibaret bir varlık olma payesi vermemiş; bilakis kendi kudretinden bir sır lütfetmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ona (Âdem’e) ruhumdan üflediğim zaman…” (Hicr, 29; Sâd, 72)
İşte bu “nefahtu min rûhî” hakikati, insanın semâvî bir öz taşıdığını, bütün âlemleri içine alabilecek bir çekirdek olduğunu ilan eder. Ruh, semavîdir; arş-ı ilâhîye yöneliktir. Onun yanında nefis vardır ki, arziyyet yönüyle toprağa bağlıdır. Böylece insanda iki kutup birleşmiştir: Biri göğe meyilli, diğeri yere çekici.

İnsanın İmtihan Sahnesi

Kur’ân, bu hakikati başka âyetlerde de tefsir eder. Cenâb-ı Hak buyurur:
“Andolsun, biz insanı karışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işiten ve gören kıldık.” (İnsan, 2)

“Nefse ve ona bir düzen verene, sonra da ona fücurunu (kötülük yollarını) ve takvâsını (sakınıp korunma yollarını) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtulmuştur; onu kirleten de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)

İnsanın önüne iki yol konmuştur: Ya ruhunun semavî kanadına tutunarak “a’lâ illiyyîn” (Mutaffifîn, 18) derecesine yükselecek, ya da nefsin arzî esaretine düşerek “esfel-i sâfilîn” (Tîn, 5) çukuruna yuvarlanacaktır.

Kalp, Akıl ve Vicdanın Şahitliği

İnsana verilen kalp, akıl ve vicdan; bu büyük yolculukta pusula ve şahitlerdir. Kur’ân buyurur:
“Biz insana iki yol (hidayet ve dalâlet) göstermedik mi?” (Beled, 10)
İnsanın kalbi, semavî çağrının merkezi; aklı, hikmeti ayırt eden mizan; vicdanı ise hak ile batılı sezdiren bir terazidir. Ne var ki nefis, bedeni ve arzî arzuları ile insanı kendine çekerek bu teraziye müdahale eder.

İmtihanın Hikmeti

Dünya, bu iki kutbun mücadelesine sahne kılınmıştır. Çünkü insan, melek gibi yalnız hayra meyyal, şeytan gibi yalnız şerre meyyal değil; ikisinin ortasında bir “imtihan mahlûku”dur. Cenâb-ı Hak buyurur:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2)
İmtihanın hikmeti, insanın kendi içindeki bu potansiyeli açığa çıkarmasıdır. Çünkü semavî ruh, nefsi terbiye ederek bedeni de nurlandırırsa, insan kâinat çapında bir sultan olur. Aksi halde, ruh nefsin esaretinde kalırsa, o nur söner ve insana verilen bu sermaye heba olur.

Sonuç: İnsanın Yüce Yolculuğu

İnsan, adeta bir mıknatısın iki kutbu gibi, artı ve eksi ile kuşatılmıştır. Ruhuyla arşa yükselebilir, nefsiyle toprağa gömülebilir. Kur’ân’ın son sözü şudur:
“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzâl, 7-8)
O halde insanın vazifesi, ruhuna üflenen ilâhî nefhanın hakkını vermek; kalbini, aklını, vicdanını bu yolda kullanmak; nefsi terbiye ederek bedenini de ruhun emrine vermektir. Böylece insan, Allah’ın halifesi sırrına erer, sonsuzluk yolculuğunda kemâle yürür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanın vasıfları, hileleri, insanı bozma yolları

Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanın vasıfları, hileleri, insanı bozma yolları ve ona karşı alınacak tedbirler gayet tafsilatlı anlatılır. Şöyle ki;

1. Şeytanın Kur’an’daki özellikleri

• Âsî ve kibirli: Âdem’e secde etmeyip büyüklendi. (Bakara 34; A‘râf 12)
• Âdûvv / düşman: “إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا” – Şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin. (Fâtır 6)
• Vesvâs: Kalplere vesvese fısıldar. (Nâs 4-5)
• Müstekbir: Allah’a karşı isyanı kibirden doğdu. (Sâd 74-75)
• Münzer: Kıyamete kadar mühlet verilmiştir. (Hicr 36-38)
2. Şeytanın yaptığı ve yapacağı işler

Kur’an’da şeytanın faaliyetleri birkaç başlıkta toplanır:
• Vesvese ve aldatma:
• “فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ” – Şeytan onlara vesvese verdi. (A‘râf 20)
• Süsleme / günahı güzel gösterme:
• “وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ” – Şeytan onlara amellerini süsledi. (Ankebût 38)
• Unutturma / gaflete sürükleme:
• “اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ” – Şeytan onları kuşattı, Allah’ı anmayı unutturdu. (Mücâdele 19)
• Düşmanlık ve fitne çıkarma:
• İçki ve kumarın şeytani yönü: “إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ” – Şeytan aranıza düşmanlık sokmak ister. (Mâide 91)
• Tağyîr (yaratılışı bozma):
• “وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ” – Onlara emredeceğim, Allah’ın yaratışını değiştirecekler. (Nisâ 119)
• Yalan vaatler ve boş ümitler:
• “يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ” – Şeytan onlara vaad eder, kuruntulara kaptırır. (Nisâ 120)
• Açık davet ve inkâr:
• “فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي” – “Beni azdırdığın için…” (A‘râf 16)
• “لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ” – Yeryüzünde onlara
günahları süsleyeceğim. (Hicr 39)

3. Şeytanın nedenleri (hikmet ve sebep)

• İmtihan vesilesi: Allah, insanı özgür irade ile denemek için şeytana mühlet verdi. (Hicr 36-40)
• Kibrin ve hasedin sonucu: İblis’in isyanı kibir ve kıskançlıktan kaynaklandı. (Sâd 76)
• Rahmetin tecellisi: Şeytanın varlığı, insanı gafletten uyandırır, cihad-ı maneviye vesile olur.

4. Ona karşı alınacak önlemler (Kur’an tavsiyeleri)

• Açık düşman bilmek: (Fâtır 6)
• Allah’a sığınmak: “فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ” – Kur’an okurken ve vesvese geldiğinde Allah’a sığın. (Nahl 98; Fussilet 36)
• Zikir ve namazla korunmak: “إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا” – Takvâ sahipleri vesvese gelince Allah’ı anıp basirete ererler. (A‘râf 201)
• Kur’an’a sarılmak: “إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا” – Şeytanın hilesi zayıftır. (Nisâ 76)
• Sabır ve istiğfar: “وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ” – Şeytan’dan bir dürtme gelirse Allah’a sığın. (A‘râf 200)
• Kardeşlikle kenetlenmek: Çünkü şeytan tefrika çıkarır. (Hucurât 10-11)

5. Risale-i Nur perspektifi

Bediüzzaman, şeytanın vesvesesini “cüz’î iradenin imtihan için bir şartı” görür.
• Şeytanın vazifesi, hakikati inkârla beraber, şüphe ve vesvese vermektir.
• İnsan, “Eûzü billâhi mineş-şeytânirracîm” ile Allah’a iltica edince, şeytanın hilesi bozulur.
• Asıl koruyucu ihlâs, sabır, zikir ve Kur’an’a sarılmaktır.
📌 Netice: Şeytanın vazifesi tağyîr, bozma, saptırma; insanın vazifesi ise iman, zikir, sabır ve Allah’a sığınmaktır.

*****

1) Kur’ânî çerçeve — “tağyîr” ne demek, ayetler

Kur’ân’da şeytanın insanı saptırma ve “Allah’ın yaratışını değiştirme” sözüyle ilgili en açık ifade Nisa sûresi bağlamındadır:
• “وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَأَأْمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ” — (el-Nisâ, 4:119)
— (Meali: “…onları aldatacak, onlara temennilerde bulunacak; onları emredeceğim, öyle ki Allah’ın yaratışını değiştirecekler…”)
Klasik tefsire göre burada şeytanın “vaadleriyle, süslemeleriyle, insanlara yanlış dinî/ahlâkî anlayışlar telkin ederek toplumsal ve içtimaî düzeni bozacağı; fitne çıkaracağı” kastedilir. Yorumlarda “خَلْقَ اللَّهِ Allah’ın yarattığını değiştirmek” ifadesi farklı şekillerde anlaşılmıştır:
• Mecâzî/ahlâkî anlam: Fıtratın, ibadetin, toplumsal ahlâkın bozulması; dinin özüyle oynanması; hakikatin rükûbü (özüyle oynama).
• Toplumsal/teknik anlam: İnsan davranışlarının, nesillerin, beden ve akıl yapısının değiştirilmesi (sonradan gelen yorumlarda bu çerçevede tartışılmıştır).
• Mutlak yaratma anlamı değil: Kur’ânî usûlde “yaratma”nın mutlak hakiki sahibi yalnızca Allah’tır; insanlar sadece mevcut olanı değiştirir, yoktan var edemezler.
Ayrıca ayetler şeytanın vesvese, süslemeye, aldatmaya, unutmaya, fitne çıkarmaya çalıştığını açıklar (ör. A‘raf, Hicr, Mâide gibi sûrelerde vesvese/süsleme temaları).

2) “Tağyîr” ve “yaratılışı bozma”yı bugün nasıl yorumlayabiliriz? (bilimsel / teknolojik / toplumsal yollar)

Kur’ânî ifadenin klasik manevi yorumu yanında, bugünün teknolojik imkanları “yaratılışta değişiklik”e çok daha somut yollardan temas edebilmekte. Burada dikkat: “İnsanların yaptığı değişiklikler” ile “Allah’ın yoktan yaratması” arasında ontolojik yani varlık farkı vardır. Buna rağmen İslâm ahlâk geleneğinde, yaratılışın fitratı üzerinde ciddi müdahaleler ahlâkî ve hukukî soru doğurur.
Günümüzde “tağyîr”e benzeyen pratik yollar — örnekler ve hangi yönleri ‘değiştirme’ sayılabilir —:
• Genetik müdahaleler (CRISPR vb.)
• Hastalıkları düzeltme amaçlı gen tedavileri → tıbbî fayda (çoğunlukla meşru karşılanıyor).
• Ancak “tasarım bebekler”, genetik seleksiyon veya “geliştirme (enhancement)” amaçlı müdahaleler fıtrat ve adalet problem doğuruyor.
• Üreme teknolojileri
• IVF, taşıyıcı annelik, kök hücreler, yapay rahim gibi uygulamalar; soy, nesep, aile yapısı ve doğum süreçlerinde değişiklikler yapar.
• Şart, niyet ve sonuçlara göre İslam hukuku içinde tartışılır (tedavi vs. değiştirme ayrımı).
• Endokrin / Hormon / Biyokimya müdahaleleri
• Hormon tedavileri, kimyasal nöromodülatörler davranışı değiştirebilir; benlik yapısında dönüşüm sağlayabilir.
• Nöroteknoloji / Beyin-bilgisayar arayüzleri ve nöromodülasyon
• Düşünce, duygu ve iradeyi etkileyebilme potansiyeli (ahlâk/özgür irade tartışmaları).
• Sahte/ sentetik “yaşam” ve sentetik biyoloji
• Organizmaların sentetik olarak üretilmesi, yeni türlerin tasarlanması → yaratılışın sınırları üzerine yeni sorular.
• Estetik/beden müdahaleleri
• Kozmetik cerrahi, ciddi beden modifikasyonları, genetik kozmetik uygulamalar “fıtratın görünüşünü” değiştirir.
• Dijital/psikolojik mühendislik — propaganda, medya, sosyal ağ
• İnançları, değerleri, davranışları “süsleyerek” değiştirme (şeytanın Kur’ânî tanımındaki süsleme/vesvese uygulamasına çok yakın).
• Algoritmalar, dezenformasyon, pornografi, tüketim kültürü, psiko-pazarlama insanların ruhsal/ahlâkî yapılarını etkiler.
• Çevresel tahribat ve kimyasal kirlilik
• Ekolojik bozulum, hormon bozucular, endokrin yıkıcı kimyasallar gelecek nesillerin beden ve sağlık yapısını etkileyebilir.
• Yapay zekâ & “sosyal mühendislik”
• İnsan davranışlarını yönlendirme, gerçeklik duygusunu değiştirme (deepfake, manipülasyon).
Özet: Bugün “tağyir”in teknik ifadeleri hem beden/nesil/genetik düzeyde hem de zihin/ruh/toplum düzeyinde mevcut. Bir kısmı tıbbi fayda amaçlıdır (mübah/zaruret çerçevesinde kabul edilebilir); diğer kısmı ise ahlâk, adalet, fıtrat ve ahlâk soruları doğuruyor.

3) İnsanların bugün hangilerini yapıyor / deniyor? (kısa, somut örnekler)

• Genetik tedavi çalışmaları ve sınırlı insan gen düzenleme denemeleri (tıbbi amaçlı).
• İVF ve yardımcı üreme yöntemleri yaygın; taşıyıcı annelik, yumurta sperm donasyonu çeşitli toplumlarda uygulanıyor.
• Kozmetik/genetik estetik talepleri artıyor; genetik “geliştirme” tartışması literatürde mevcut.
• Hormon tedavileri / tıpî olmayan bedensel müdahaleler (ör. cinsiyet geçiş tedavileri) toplumlarda güncel tartışma konusu.
• Dijital manipülasyon (algoritmalar, sosyal medya) ile davranış-yönlendirme: reklam/propaganda, kutuplaştırma, pornografinin yayılması.
• Sentetik biyoloji ve yapay organ araştırmaları laboratuvar düzeyinde ilerliyor.
• Nöroteknoloji (derin beyin stimülasyonu, BCI araştırmaları) klinik ve deneysel aşamada.
(Bunlar geniş kapsamlı, bazılarının meşruiyeti tedavi/iyileştirme amaçlı olduğunda farklı değerlendirilir.)

4) Neden Problem? (riskler / ahlâkî kaygılar)
• Fıtratın tahribi / insan kimliği krizi: İnsan doğasının sınırlarına müdahale, benlik ve nesep sorunları.
• Adalet Problemleri: “Zenginlerin genetik avantajı” → eşitsizlik; insan tüccarlığı riskleri.
• Geri dönüşü olmayan zararlar: Genetik müdahaleler nesiller boyu etkileyebilir.
• Özgür irade ve sorumluluk Problemi: Nöroteknoloji ya da kimyasal manipülasyon kişiyi “kendisi olmaktan çıkarabilir.”
• Toplumsal çözülme ve fitne: Ahlâk erosion, aile yapılarının bozulması.
• Bazı uygulamalar tefrit/istismar potansiyeli barındırır (örneğin eugenics, askerî kullanım).

5) Alınması gereken çareler / somut tedbirler (mânevî, hukûkî, toplumsal, teknik)

Aşağıda hem bireysel hem toplumsal-kurumsal düzeyde uygulanabilecek somut tedbirleri topladım.
A. Mânevî / bireysel tedbirler
• Kur’ân ve zikre devam: Sabah-akşam sûre-Kur’an okumak (Ayet-el Kürsî, Felâk-Nâs) ve devamlı Kur’ân tilaveti — vesvese ve süslemeye karşı Kur’ân’ın korunması.
• Eûzü-i şerîf (Eûzü billâhi mineş-şeytânir-raccîm) geleneğini canlı tutmak; özellikle “kötü telkin/teklif” hissedildiğinde sığınmak.
• İlim ve izan: Dinî ilim yanında çağdaş bilimlerin temel kavramlarını öğrenmek; neyin tedavi, neyin “değiştirme” olduğunu ayırt edebilmek.
• Aile ve eğitim: Çocuklara sağlam dini ve ahlâkî eğitim, medya okuryazarlığı, dijital sınırlar.
• Gaflete düşmemek: Hevâ-heves ve geçici arzularla karar vermemek; büyük tıbbi/ahlaki kararlarda fikhi danışma (alim-hekim işbirliği).
B. Toplumsal / hukukî tedbirler
• Ahlaki kurullar ve mevzuat: Gen düzenleme, üreme teknolojileri, nöroteknoloji, yapay zeka için bağlayıcı ahlaki kurallar ve yasalar.
• Şeffaflık ve izleme: Klinik deneyler, genetik müdahaleler uluslararası standartlarla denetlensin; insan haklarına uygunluk sorgulansın.
• Erişim eşitliği: Sadece zenginlerin erişebileceği “geliştirme” yolları toplumsal adaleti bozuyorsa sınırlandırma.
• Reklam/medya düzenlemesi: Özellikle çocuk hedefli içerik, pornografi, manipülatif reklamlar için sert tedbirler.
• Eğitim/awareness kampanyaları: Toplumu bilinçlendirmek — “ne yapılabilir, ne yapılmamalı?” üzerine halk eğitimi.
C. Teknik / tıbbi önlemler
• Güvenlik testleri ve geri dönülmezlik değerlendirmesi: Genetik müdahaleler yalnızca yeterince test edildikten ve zaruret kriteri sağlandıktan sonra uygulanmalı.
• Mahremiyet & veri koruma: Nöro-veri / genetik veriler için sıkı veri koruma hukuku.
• AI güvenliği ve manipülasyona karşı protokoller: Sosyal medya algoritmalarının şeffaflığı, deepfake tespiti, dezenformasyonla mücadele.
D. İslâmî yaklaşımlar / fetva süreçleri
• Tedavi vs. iyileştirme ayrımı: İslam hukukunda tedavi amaçlı müdahaleler genelde makbul; “enhancement” (geliştirme) amaçlı müdahaleler daha temkinli değerlendirilir.
• Mâzûriyet ve zaruret ilkesi: Hayatı kurtaran, temel sağlığı düzelten uygulamalara öncelik; zaruret yoksa tedbirli olmak.
• İhtiyat ve şûrâ: Yeni teknolojilerde müftü-hekim işbirliği, toplumun maslahat-mafsad ölçütü.

6) Bireylere pratik, günlük kontrol listesi (kolay uygulanabilir)

• Yeni bir tıbbi/estetik müdahaleye karar vermeden önce: hekim + dinî müzakere + ikinci görüş al.
• Aile planlama/üreme teknolojileri konusunda usûl: nesep, meşruiyet, maslahat değerlendirmesi.
• İnternet / sosyal medya sınırı koy: ailede saat-sınırlaması, filtre, muhteva denetimi.
• Çocukları dijital manipülasyonlara karşı eğit: eleştirel düşünce, medya okuryazarlığı.
• Ruhsal sağlık desteği alın: bağımlılık, davranış bozukluğu varsa profesyonel yardım.
• Toplumsal kampanyalara katıl: bioetik düzenlemeler için yerel/ulusal girişimlere destek ver.

7) Son söz — dengeli yaklaşım

• Vesile/araç farkı: Teknoloji hem rahmet hem fitne vesilesi olabilir. Tıbbi amaçlı müdahalelerin insanlara çok faydası dokunuyor; ama “süsleme, hırs, kibir” motivasyonu olunca fitne başlar — ki Kur’ân bu riski net ifade eder.
• Maksat ve niyet önemlidir: İnsanlığı iyileştirmek maksadıyla kullanılıyorsa bazı müdahaleler kabul edilebilir; “Allah’ın yaratışını değiştirme” iddiası, kozmetik hırs veya toplumsal üstünlük arayışı ile birleşirse tehlikeli olur.
• Tedbir kolektif olmalıdır: Bireysel iman-zikir tedbirleri ile aynı zamanda hukukî, ahlâki ve teknik düzenlemeler birlikte yürütülmelidir.

*****

A) Nisa 4:119 ve klasik tefsirlerden özet

🔹 Ayet:
“…Onlara mutlaka emredeceğim; onlar da Allah’ın yaratılışını değiştirecekler…” (Nisâ, 4:119)
Tamamı:”«Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür. “(Nisâ, 4:119)
🔹 Taberî:
• Buradaki “yaratılışı değiştirme”yi, şeytanın emriyle putlara kurban kesmek, kulak delmek, hayvanların işaretlenmesi gibi cahiliye âdetleriyle yorumlar.
• Aynı zamanda dinî fıtratı bozmak (haramı helal, helali haram göstermek) olarak açıklar.
🔹 Râzî:
• “Tağyîr”in iki yönü vardır:
• Fıtratın manevî bozulması → küfre düşmek, dini tahrif etmek.
• Maddî değişiklikler → yaratılışı değiştiren fiziksel müdahaleler (ör. hayvanlara eziyet için kulak delmek).
• Râzî ayrıca insanların “Allah’ın ahkâmını değiştirmesi”ni de bu kapsama alır.
🔹 İbn Kesîr:
• “Fıtratullah” ayetini (Rûm, 30:30) hatırlatır.
• Allah’ın verdiği tabiî dini (tevhid ve İslâm) bozmak, batıla sapmak da yaratılışı değiştirmek sayılır.
🔹 Elmalılı Hamdi Yazır:
• “Fıtratullah”ı bozmak, Allah’ın kanun ve nizâmını değiştirmeye kalkışmaktır.
• Hem manevi (dini, ahlâkı bozma) hem de cismani (bedenî, tabiatî müdahale) tarafı vardır.
👉 Sonuç: Klasik tefsirlerde iki ana hat öne çıkıyor:
• Manevî/dinî: Küfür, bid’at, haramı helal göstermek → fıtratı bozmak.
• Maddî/bedenî: Allah’ın verdiği şekil/yaratılış üzerinde anlamsız/zararlı oynamalar.
B) Günümüz teknolojilerine dair “Ahlaki Kontrol Listesi” (İslâmî bakışla)
• Amaç nedir?
• Tedavi mi (zaruret/şifa)?
• Yoksa sadece kozmetik/rekabet/arzular?
• Nesep ve aile bütünlüğü korunuyor mu?
• Üreme teknolojilerinde soy bağını karıştırmıyor mu?
• Zarar ve fayda dengesi
• Nesiller boyu sürecek bir risk var mı?
• Zararı faydasını aşıyor mu?
• Adalet ve erişim
• Yalnızca belli zenginlere mi hizmet edecek?
• Toplumda eşitsizliği artıracak mı?
• Fıtratı kökten değiştirme var mı?
• Allah’ın verdiği kimliği silme, insanı başka bir şeye dönüştürme yönünde mi?
C) Ev için “Koruma Planı” (kısa uygulanabilir)
• Zikir ve dua alışkanlığı (Eûzü, Felâk-Nâs, Âyetel Kürsî).
• Medya filtreleri (çocuklar için dijital sınırlar, pornografi engeli).
• Bilgi kontrolü: Çocuklara “her bilimsel şey helal midir?” sorusunu öğretmek.
• Aile istişaresi: Sağlık/teknoloji kararlarını dini ölçülerle birlikte tartışmak.

*****

1. Genetik müdahaleler (CRISPR, gen tedavileri)
• Bilimsel uygulama: Hatalı genleri onarmak (ör. kalıtsal hastalıkları önleme), bağışıklığı güçlendirme, hatta “tasarım bebek” fikri.
• Tağyîr riski: Hastalık tedavisi dışında “zekâyı artırma, göz rengini seçme, fiziksel üstünlük” gibi müdahaleler fıtratı bozma riski taşır.
• İslâmî değerlendirme:
• Tedavi amaçlı (zaruret ve maslahat için): caiz görülebilir.
• Kozmetik veya üstünlük için: fıtrata müdahale, haram veya şüpheli.
2. Üreme teknolojileri (IVF, taşıyıcı annelik, yapay rahim)
• Bilimsel uygulama: Çocuk sahibi olamayan ailelere çözüm; bazı toplumlarda taşıyıcı annelik ticari hâle geldi.
• Tağyîr riski: Nesep karışabilir, soy bağı bulanıklaşır. “Anne” kavramı üçe bölünebilir (yumurta – rahim – büyüten).
• Taşıyıcı annelik, donör sperm/yumurta → nesep bozulduğu için haram.

3. Cinsiyet değiştirme operasyonları ve hormon tedavileri

• Bilimsel uygulama: Cerrahi ve hormonla biyolojik cinsiyet görünümünü değiştirme.
• Tağyîr riski: Allah’ın yarattığı cinsiyeti değiştirme iddiası → doğrudan tağyîr.
• İslâmî değerlendirme:
• Gerçek “hünsâ müşkil” (cinsel belirsizlik) tedavisi: caizdir.
• Normal bir erkek/kadının keyfî değişimi: caiz değildir, yaratılışı bozma.
4. Estetik/genetik kozmetik müdahaleler
• Bilimsel uygulama: Burnu küçültmek, göz rengini değiştirmek, genetik makyaj.
• Tağyîr riski: “Tabii yaratılışla oynamak.” Peygamber (sav), boş yere güzelleştirme için yapılan beden değiştirmeyi (tattoo, diş inceltme) lanetlemiştir (Buhârî, Müslim).
• İslâmî değerlendirme:
• Tedavi (yanık, doğum kusuru, travma sonrası): caiz.
• Sırf güzellik/zevk için: haram veya şüpheli.
5. Nöroteknoloji ve beyin-bilgisayar arayüzleri
• Bilimsel uygulama: Felçli hastaların düşünceyle cihaz kontrolü, Parkinson tedavisi.
• Tağyîr riski: İnsan düşüncesini, duygusunu yapay olarak manipüle etme (beyin kontrolü, hafıza silme).
• İslâmî değerlendirme:
• Tedavi amaçlı → caiz olabilir.
• Manipülasyon, askerî veya istismar amaçlı → irade ve aklı bozduğu için caiz değildir.
6. Sentetik biyoloji (yeni canlı üretimi)
• Bilimsel uygulama: Laboratuvarda DNA tasarlayarak “yeni” bakteriler, hücreler.
• Tağyîr riski: “Yeni bir hayat formu” iddiası, insanın yaratıcı rolüne özenmesi.
• İslâmî değerlendirme:
• Araştırma ve tıpta faydalı kullanım (ilaç üretimi vs.) → caiz olabilir.
• “Yeni türler yaratma” iddiası → kibir ve fitneye kapı açar, şüpheli.
7. Dijital manipülasyon (algoritmalar, sosyal medya, deepfake)
• Bilimsel uygulama: Reklam, siyaset, davranış mühendisliği.
• Tağyîr riski: İnsan aklını/kalbini manipüle ederek fıtratını bozma.
• İslâmî değerlendirme:
• Doğru bilgi aktarımı: caiz.
• Yalan, fitne, ifsat, bağımlılık → şeytanın vesvese görevine benzer, caiz değildir.
8. Çevre ve kimyasal kirlilik
• Bilimsel uygulama: Fabrikalar, hormon bozucu kimyasallar, tarım ilaçları.
• Tağyîr riski: İnsan neslinin sağlığını bozar, doğayı değiştirir.
• İslâmî değerlendirme:
• Çevreyi bozmak (fesad) Kur’ân’da lanetlenmiştir (Bakara, 2:11-12).
• “İsraf” ve “fesad” olduğu için haram.
9. Yapay zekâ ile insan kimliğini dönüştürme
• Bilimsel uygulama: Yapay zekâyla “sanal benlikler”, bilinç yükleme tartışmaları.
• Tağyîr riski: İnsan kimliğini makineyle karıştırma.
• İslâmî değerlendirme:
• Araç olarak kullanmak → caiz.
• İnsanı makineye dönüştürmek/ölümsüzlük iddiası → batıl inanç, caiz değil.
Sonuç (özet prensipler)
• Tedavi ve maslahat için yapılan müdahale → çoğu zaman caizdir.
• Keyfî, kozmetik, kibir veya helali haram kılma yönündeki müdahale → “yaratılışı bozma” kapsamında caiz değildir.
• Şeytanın vaadi: insana Allah’ın verdiği kimliği/fitratı unutturmak; bu yüzden niyet, maksat ve sonuç İslâmî hükmü belirler.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze İçin Dayanışma Bildirisi

  1. Uluslararası Basın Bildirisi Formatı (Resmî ve Diplomatik)
    Gazze İçin Dayanışma Bildirisi

    Gazze’de insanlık onuru ağır bir imtihandan geçmektedir. Yıllardır süren abluka, sivillerin açlığa, hastalığa ve ölüme mahkûm edilmesine yol açmaktadır. Küresel Sumud Filosu, bu kuşatmayı barışçıl ve insani yollarla kırmak için yola çıkmıştır.
    İtalya ve İspanya hükümetlerinin donanmalarıyla bu girişime destek vermesi, insanlık adına ümit verici bir adımdır.
    Bizler, şu çağrıyı yineliyoruz:
    • Türkiye başta olmak üzere tüm İslam ülkeleri ve vicdan sahibi devletler, Sumud Filosu’na destek vermeli, yardım konvoylarının güvenliğini sağlamalıdır.
    • Uluslararası toplum, Gazze’deki insani dram karşısında sessiz kalmamalı, temel hak ve özgürlüklerin korunması için acilen harekete geçmelidir.
    • İnsanlığın ortak vicdanı, zulme karşı birleşmeli; adalet ve barışın sesi, silahların gürültüsünden daha güçlü çıkmalıdır.
    Zulme rıza zulümdür. Gazze yalnız değildir.

    2. Miting Hitabı (Coşkulu ve Halkı Harekete Geçirici)

    Ey kardeşlerim!
    Gazze’de çocuklar açlıktan can verirken, biz nasıl susarız? Hastaneler elektriksiz, anneler ilaçsız, babalar çaresiz… Biz nasıl görmezden geliriz?
    Bugün Akdeniz’de yola çıkan gemiler yalnızca ekmek taşımıyor; insanlığın şerefini taşıyor! İtalya çıktı, İspanya çıktı… Biz nasıl geride kalırız?
    Buradan sesleniyorum:
    Türkiye, derhal donanmasını çıkarıp Sumud Filosu’na kalkan olmalıdır! İslam ülkeleri, birleşip zulme karşı tek yumruk olmalıdır!
    Unutmayın:
    Zulme sessiz kalan, zalimle beraberdir.
    Ama mazlumun yanında duran, tarihe şeref bırakır!
    Geliniz, hep birlikte haykıralım:
    Gazze yalnız değildir! Zulme dur diyeceğiz! İnsanlık kazanacak, zalimler kaybedecek!

    ****

    Gazze İçin Dayanışma Bildirisi ve Hitap

    Gazze, insanlığın vicdan sınavıdır. Çocukların açlıktan öldüğü, hastanelerin yakıtsız kaldığı, binlerce masumun ablukayla kuşatıldığı bir yerde sessiz kalmak, zulmün ortağı olmaktır.
    Küresel Sumud Filosu, bu ablukayı kırmak için yola çıkmıştır. İtalya ve İspanya hükümetlerinin donanmalarıyla bu insani göreve kalkan olması, tarihe insanlık adına düşülen bir şeref kaydıdır.

    Çağrımızdır

    • Türkiye, tarihî misyonuna uygun olarak vakit kaybetmeden Sumud Filosu’na destek vermelidir.
    • İslam ülkeleri, mazlumların yanında tek yürek olarak birleşmeli, devlet gücü ile halk gücünü buluşturmalıdır.
    • Dünya kamuoyu, Gazze’deki soykırıma ve kuşatmaya karşı ayağa kalkmalı, temel insani hakların korunması için harekete geçmelidir.

    Hitabımızdır

    Ey insanlık!
    Vicdanın sustuğu yerde zulüm konuşur.
    Unutmayın: Zulüm ile abad olan, sonunda berbat olur. Tarih, sessiz kalanları değil; mazlumun yanında duranları şerefle anacaktır.
    Bugün Akdeniz’deki gemiler sadece gıda ve ilaç taşımıyor; insanlığın onurunu taşıyor.
    Donanmalar artık sadece savaş için değil, adalet için kalkan olmalıdır.
    Gazze yalnız değildir.
    Zulme rıza zulümdür.
    Mazlumun duası, zalimin ordusundan üstündür.
    Geliniz, hep birlikte insanlığın şerefini koruyalım.
    Gazze için birleşelim, zulme “Dur!” diyelim.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




İsrail’in Satın Aldıkları, Kaybettikleri ve Kaçınılmaz Son

İsrail’in Satın Aldıkları, Kaybettikleri ve Kaçınılmaz Son

Dünya tarihi, zulüm üzerine kurulan hiçbir yapının ebedî ayakta kalmadığını defalarca göstermiştir. Firavun’un orduları, Nemrud’un saltanatı, Roma’nın kibri, Moğol’un yakıp yıkması ve daha niceleri… Hepsi, güçlerinin doruğunda iken yıkılıp tarihe gömüldüler. Bugün ise aynı ibretlik sahne İsrail’in gözler önünde yaşadığı bir çöküşün habercisidir.

Satın Alınmış Ruhlar ve Çöken İtibar

Amerikan siyasetinde paranın gücü, ahlakın önüne geçmiş durumda. New Mexico Senatörü Jay Block’un öz kızının, “Babam ruhunu şeytana sattı, İsrail’den para alıyor” çıkışı, aslında sadece bir aile içi serzeniş değil; Batı siyasetinin kara yüzünün ifşasıdır. İsrail’in lobi ağlarıyla satın aldığı vekiller, senatörler, medya patronları ve teknoloji devleri, zalimlerin safında durmayı tercih ettiler. Fakat unutuyorlar ki, satın alınan ruhların desteği bir milleti ebedî ayakta tutmaz; bilakis utancını çoğaltır.

İsrail’in Yalnızlaşan Lideri

Slovenya’nın Netanyahu’yu istenmeyen kişi ilan etmesi, Birleşmiş Milletler kürsüsünde boş salona hitap etmesi ve birçok devletin diplomatik boykotları… Bu, artık İsrail’in yalnızlaştığının somut göstergesidir. Tarih boyunca zalimler önce destekçilerinin alkışını kaybetti, sonra da zulmün ağırlığı altında boğuldular. Netanyahu’nun günümüzdeki hali, son dönem imparatorların çöküş psikolojisini hatırlatıyor.

Masumların Kanı Üzerine Kurulu Bir Devlet

Bir günde 140’tan fazla hava saldırısı, yüzlerce masumun kanı… UNRWA’nın ifadesiyle, her üç çocuktan biri açlıktan uyuyor. İsrail’in işlediği cinayetler sadece Filistin’i değil; Lübnan, Yemen, İran, Suriye ve hatta Katar gibi ülkeleri de hedef alan saldırganlıkla tüm bölgeyi ateşe atıyor. Katliam, artık sadece Gazze’nin değil, tüm insanlığın meselesi haline gelmiştir.

Beklenmedik Darbeler

İsrail’in teknolojiyle kurduğu gözetim imparatorluğu bile sarsılıyor. Microsoft’un milyonlarca Filistinliyi izlemek için kullanılan bulut hizmetini iptal etmesi, Çin’in BM üyeliğini tartışmaya açması, Oracle ve benzeri şirketlerin İsrail yanlısı duruşlarıyla açığa düşmesi… Bunlar, paranın her kapıyı açamadığını, teknolojinin de zulmün hizmetinde sonsuza dek kalamayacağını gösteriyor.

Ümmetin Onuru ve Direnişi

Öte yandan umut dolu sahneler de var. Gazze’ye doğru yol alan Sumud Filosu’na Türk Donanması’nın yardımı, bir milletin sadece siyasette değil, vicdanda ve denizde de mazlumun yanında olduğunu gösterdi. Erdoğan’ın ifadesiyle, bugün İsrail’in yanında yalnızca “bir avuç ülke” kaldı. Geriye kalan bütün vicdanlar, Filistin halkının yanında saf tuttu.

Kaçınılmaz Son

Bugün Netanyahu ve ekibi, ateşi büyütmeye çalışıyor olabilir. Ama tarihin kanunu bellidir: Zulüm payidar olmaz. Masumların kanı üzerine bina edilen hiçbir devlet ayakta kalamaz. Dün Hitler’in zulmü nasıl ki kendini yaktıysa, bugün İsrail’in zulmü de onu yalnızlığa, yenilgiye ve tarihin çöplüğüne sürükleyecektir.

Son Söz

İsrail belki Amerikan senatörlerini, medya patronlarını, teknoloji devlerini satın alabilir. Fakat şunu asla satın alamaz:
• Açlıktan gözyaşı döken bir çocuğun duasını,
• Annelerinin kucağında şehit olan bebeklerin masumiyetini,
• Dünyanın dört bir yanında ayağa kalkan vicdanların sesini.
Tarih, zalimlerin heykellerini değil; mazlumların direnişini yazacaktır. Ve İsrail, satın aldıklarının gölgesinde kaybettikleriyle hatırlanacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Denizler Tanıklık Etsin: Sumud Filosu, İnsanlık ve Vicdanın İmtihanı

Denizler Tanıklık Etsin: Sumud Filosu, İnsanlık ve Vicdanın İmtihanı

Denizlerin tarihi, yalnızca denizcilik kayıtlarından ibaret değildir; denizler, insanın merhametiyle acılarını taşıdığı, zulme karşı direnişin ve umudun yüklendiği bir arşivdir. Bugün Akdeniz’in göğü altında yine böyle bir tarih yazılıyor: Küresel Sumud Filosu’nun Gazze’ye doğru yelken açması, yalnızca insani yardım taşıyan teknelerin bir araya gelişi değildir — dünyanın vicdanının, egemen güçlerin sınandığı bir imtihanın denizdeki izdüşümü, yansımasıdır.
Geçen gece denizde yaşananlar, bu imtihanın ciddiyetini gözler önüne serdi: Filoya yönelik drone saldırıları ve teknelerde meydana gelen hasarlar, insani iradenin önünde çıkarılan fizikî engelleri ve saldırgan stratejileri açığa çıkardı. Bu saldırıya karşı bazı devletlerin, vatandaşlarını ve insani misyonu korumak adına donanma unsuru yönlendirmesi, çatışmanın boyutlarını siyasî bir seviyeye taşıdı — savaş gemileri yalnızca güç değil, aynı zamanda koruma ve müdahale sorumluluğunun da sembolüdür.
İtalya’nın, filoya müdahale edecek veya yardım tehditi varsa müdahale edebilecek bir savaş gemisi sevk etmesi, sahadaki sivil cesaretin devlet sorumluluğuyla karşılaşmasının somut göstergesidir. Benzer şekilde İspanya Başbakanı’nın filoya eşlik edecek bir savaş gemisi gönderme kararı, yalnızca askeri bir hamle değil; uluslararası hukuka, deniz güvenliğine ve insani haklara duyulan bir çağrıdır. Bu adımlar, insani eylemin ne kadar küresel bir meseleye dönüştüğünü gösterir.
Tarih kısa belleklidir ama ibretleri uzun sürer. Geçmişte adalara, limanlara ve kıyılara sığınan mazlumların hikâyeleri, bugün Gazze sahillerine uzanan bir zincirin yeni bir halkasıdır. Deniz yoluyla yardım ulaştırma hareketleri, 20. yüzyılın özgürlük mücadelelerinden, sömürge karşıtı kampanyalara, medeniyetler arası dayanışmanın en yalın örneklerine kadar uzanan bir geleneğin mirasını taşır. Bugün Sumud Filosu’na eşlik eden devlet gemileri; tarihin iki yönünü hatırlatır: bir yanda zulmü kırma iradesi, diğer yanda zulme göz yuman veya meşrulaştıran sessizlik.
Bu saatten sonra yapılması gereken yalnızca teknelere eşlik etmek değil; gönüllerden devlet kurumlarına kadar bütün bir dayanışma mimarisi kurmaktır. Türkiye için bu, yalnızca insani yardım göndermek demek değil; ulusal onur, tarihî sorumluluk ve İslam dünyasının ortak vicdanı adına somut bir duruş sergilemektir. Eğer İtalya ve İspanya gibi devletler filonun güvenliğini gözetiyorsa, Türkiye’nin de elimizi taşın altına koyması; diplomatik baskıyı, liman desteğini, lojistik imkanları ve gerektiğinde denizde güvenliği artıracak adımları harekete geçirmesi; hem bölgesel hem de ahlâkî açıdan anlamlı olacaktır.
İslam ülkelerinin ve sivil toplumun birleşmesi, yalnızca askeri birliktelikle ölçülmez. Lojistik koordinasyon, diplomatik mutabakatlar, deniz hukuku çerçevesinde koruyucu faaliyetler ve uluslararası farkındalık kampanyaları bir arada gittiğinde gerçek güç ortaya çıkar. Halk gücünün devlet gücüyle ittifakı, tarihteki pek çok direnişin sebebi olduğu gibi bugün de zulme karşı sarsılmaz bir zemin kurabilir.
Vicdanın sesiyle yazılan eylemler çoğu zaman tarihî kırılma noktaları olur. Filonun seyrine bakarken aklımıza gelmesi gereken şeyler şunlardır: Açlığın, ilaçsızlığın ve kuşatmanın insan onurunu hedef alan politik bir araç olduğu; bu aracı kırmanın mümkün olduğu; ve en önemlisi, suskunluğun da bir fail olma vebali taşıdığıdır. Filonun denizde şahit olduğu saldırılar ve devletlerin müdahalesi, uluslararası hukukun ve insanlığın hangi tarafında duracağımızı yeniden sorar.
Son olarak: Denizler tanıklık etsin ama aynı zamanda tarihe de bir imza bıraksın. Eğer devletler; İslam dünyası, Türkiye, İtalya, İspanya ve diğer sorumlu aktörler şimdi insani koridorun açılması için birlikte hareket ederlerse, bu yalnızca bir deniz harekâtı değil; insanlığa yönelik bir savunma eylemi olacaktır. Tarih, zalimlerin geçici zaferlerini değil, adalet uğruna bir araya gelenlerin kalıcı hatırasını yazar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Faniyi Aşkla Sevmenin İmkânsızlığı

Faniyi Aşkla Sevmenin İmkânsızlığı

​İktibas:
​”Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünkü zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı Ebedî için yaratılan ve âyine-i Sâmed olan kalp ile sevilmez ve sevilmemeli.”
(Sözler – 214)

​İzah ve Açıklama:
Bu söz, insan kalbinin temel bir fıtrî arayışını ve bu arayışın yanlış hedeflere yöneldiğinde nasıl hüsranla sonuçlandığını çok veciz bir şekilde anlatır. “Batmakla gaib olan,” yani bir gün yok olacak, zevale uğrayacak her şeyin hakikî bir güzelliğe sahip olamayacağı vurgulanır. Bir insanın güzelliği, gençliği, bir çiçeğin tazeliği, bir manzaranın ihtişamı… Tüm bunlar, zamanın ve zevalin hükmü altındadır. Oysa insan kalbi, ebedî ve sonsuz bir aşka layık olarak yaratılmıştır. Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ve Samed (her şeyin kendisine muhtaç olduğu, kendisi ise hiçbir şeye muhtaç olmayan) isminin bir tecellisidir. Dolayısıyla, fani, geçici güzelliklere bağlanmak, sonsuzluğa namzet olan kalbi ziyan etmek demektir.
​Bu hikmet, insana dünyevi aşklardan vazgeçmeyi değil, bu aşkları doğru bir kanala yönlendirmeyi öğretir. Güzelliğe olan aşk, o güzelliğin kaynağı olan Cemâl-i Mutlak’a (Sonsuz Güzellik Sahibi’ne) yönelik bir sevgiye dönüşmelidir. Bu dönüşüm gerçekleşmediğinde, insan fani varlıklardan ayrıldıkça incinir, hayal kırıklığına uğrar ve kalbinde derin boşluklar oluşur. Bu söz, kalbe doğru adresin ebediyet olduğunu fısıldar.

​Hayat ve Rızık Bağının Sırrı

​İktibas:
​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teshir eden, gece ve gündüzü çeviren zâtın elindedir. Öyle ise Bir elmayı, bir adama hakikî rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o zât verebilir. Ve o, ona hakikî Rezzak olur.”
Risale-i Nur – Sözler – 418

​İzah ve Açıklama:
Bu metin, rızık meselesini yalnızca maddi bir kazanç olarak görmenin ötesinde, ilahi bir kudretin muazzam bir tecellisi olarak sunar. İnsan rızkının, bir tohumun toprağa düşmesiyle başlayan, baharın gelmesiyle canlanan, güneşin ve ayın belirli bir düzen içinde hareket etmesiyle gelişen karmaşık bir zincirin halkası olduğunu gösterir. Bu zincirin her bir halkası, tesadüflere değil, her şeyi bir hikmetle yöneten bir Kudret’e işaret eder.
​Metin, küçük bir elma örneği üzerinden Rezzâk (rızık veren) isminin azametini anlatır. Bir elmayı bir insana rızık olarak ulaştırmak, sadece o elmayı yaratmaktan ibaret değildir. Bu süreç, toprağın canlandırılması, yağmurun indirilmesi, güneşin ve ayın belirli bir yörüngede dönmesi gibi sayısız ilahi fiilin birbiriyle uyum içinde çalışmasını gerektirir. Bu kadar büyük bir sistemin idaresini yapabilen bir Zât, ancak tek bir elmayı hakiki rızık olarak verebilir. Bu, insana rızık endişesi taşımaması gerektiğini, ancak sebeplere sarılıp rızkı verenin kudretine tam bir teslimiyetle güvenmesi gerektiğini öğretir. Her bir meyve, her bir yudum su, bu muazzam sistemin birer şahididir ve insana asıl rızık verenin kim olduğunu gösterir.

​Gerçek Liderlik: Akıl ve Kalbin Fedakârlığı

​İktibas (1):
​”Maatteessüf büyüklerdeki meziyyet, sebeb-i tevazu iken, vasıta-i tahakküm oluyor. Avamdaki zayıf bir damar, câlib-i şefkat iken, vesile-i esaret oluyor.”
BEDİÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 313

​İktibas (2):
​”Demek büyük o değil ki; kılıcı keskin olsun, milleti kendine feda etsin. Belki odur ki; aklı keskin olsun, kalbi millet için fedakâr olsun.”
BEDİÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 313

​İzah ve Açıklama:
Bu iki metin, Bediüzzaman’ın liderlik ve büyüklük kavramlarına getirdiği derin ahlaki eleştirileri ortaya koyar.
İlk metin, maalesef toplumda sıkça karşılaşılan bir duruma işaret eder: meziyetlerin (üstün vasıfların) kibire ve tahakküme (üstünlük kurmaya) vesile olması. Oysa bu meziyetler, gerçek büyüklüğün gereği olan tevazunun (alçakgönüllülüğün) bir sebebi olmalıdır. Yine aynı metin, halkın (avam) zayıf bir damarını, yani duygusal boşluklarını veya zaaflarını, şefkatle yaklaşılması gereken bir durumken, maalesef bu durumun istismar edilerek onları esaret altına almanın bir aracı haline geldiğini belirtir. Bu, gücün ve statünün ahlaki çürümesine bir uyarı niteliğindedir.
​İkinci metin ise bu eleştiriyi olumlu bir liderlik tanımıyla tamamlar. Gerçek büyüklük, kaba güçte veya iktidarda değildir. “Kılıcı keskin” olmak, yani zorbalıkla, baskıyla yönetmek gerçek bir liderlik vasfı değildir. Hakiki lider, “aklı keskin” olan, yani doğruyu yanlıştan ayırt edebilen, ileri görüşlü ve hikmetli davranan kişidir. En önemlisi ise “kalbi millet için fedakâr” olandır. Gerçek lider, kendi nefsini, çıkarlarını ve konforunu değil, milletinin refahını, iyiliğini ve geleceğini düşünür. Fedakârlık, bir liderin sadece sözle değil, fiiliyatla gösterebileceği en önemli erdemdir. Bu iki metin, tarihteki nice zalim hükümdarlara ve liderlere karşı, akıl, kalp ve fedakârlığı esas alan ahlaki bir duruş sergiler.

​Âlimler Peygamberlerin Mirasçılarıdır

​İktibas:
​”Peygamber Efendimiz, şu الْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ yani: ‘Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler’ hadîs-i şerîfleriyle; âlim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkâr belâgatları ile beyan buyuruyorlar. Zira mademki bir âlim, Peygamberlerin vârisidir; o halde hak ve hakikatın tebliğ ve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takib etmesi lâzımdır.”
Asa-yı Musa – 256

​İzah ve Açıklama:
Bu hadis, âlimlik makamının ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığını gözler önüne serer. Peygamberler, insanlığın manevi rehberleri ve kurtuluş reçetelerini getiren elçilerdir. Onların mirasçısı olmak, sadece kuru bir bilgi birikimine sahip olmak değil, aynı zamanda o bilgiyi Peygamberlerin ahlakıyla, fedakârlığıyla ve ihlasıyla yaymak demektir. Hadiste geçen “vâris” kelimesi, mal ve mülk mirasından öte, bir vazife ve sorumluluk mirasını işaret eder.
​Bir âlim, Peygamberlerin mirasçısıysa, onların izlediği yoldan ayrılmamalıdır. Bu yol, hakikati en doğru ve en hikmetli şekilde tebliğ etme, insanları irşat etme, haksızlığa karşı durma ve tüm bunları Allah rızası için yapma yoludur. Bu, makam, şöhret veya dünyevi menfaatler için ilmi kullanmaktan kaçınmayı gerektirir. Gerçek bir âlim, insanlara karşı şefkatli, cehalete karşı kararlı, zulme karşı ise tavizsiz olmalıdır. Bu metin, günümüzdeki ilim insanlarına, sahip oldukları bilginin sadece bir meslek değil, aynı zamanda peygamberlere uzanan kutsal bir emanet olduğunu hatırlatır.

​Bütün Varlıkları Kuşatan Rahmet ve Hamd Borcu

​İktibas:
​”Binaenaleyh, zerrât-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamd ü senâ etmek bir borçtur. Evet, Rahmâniyet, zevilhayattan zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. ‘Elhamdülillah’ lâfz-ı istigrakla işaret ettiği umum hamdlerle hamd edilmesi lazım olan nimetlerden birisi de, Rahmâniyet (Allah’ın bütün varlıkları kaplayan merhamet ediciliği) nimetidir.”
Lem’alar.495 – Risale-i Nur Külliyatı

​İzah ve Açıklama:
Bu metin, hamd (şükür) kavramına dair çok geniş bir perspektif sunar. “Zerrât-ı âlemin adedince,” yani kâinattaki atomlar adedince hamd etmenin bir borç olduğu ifade edilir. Bu, hamdin sadece bireysel olarak sahip olunan nimetlere yönelik bir şükür değil, aynı zamanda kâinattaki tüm yaratılmışları kuşatan ilahi rahmete yönelik bir hayranlık ve minnettarlık ifadesi olduğunu gösterir.
​Metin, bu hamd borcunun en temel kaynağını “Rahmâniyet” nimetine bağlar. Rahmâniyet, Allah’ın bütün varlıkları ayırt etmeksizin, inanan-inanmayan, canlı-cansız demeden kuşatan sonsuz merhametidir. Güneşin ışığı, suyun bereketi, havanın solunması gibi temel nimetler, Rahman isminin tecellisidir. Bu genel rahmet, “zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca” yani tüm canlıların faydalandığı sayısız nimeti içinde barındırır. Bu nedenle, her nefes, her göz açıp kapama, her damla su, hamd etmemiz için birer vesiledir. “Elhamdülillah” sözü, bu sonsuz ve genel rahmet denizindeki tüm hamdleri toplayan, kuşatan bir anahtar gibidir. İnsana düşen, bu bilinci taşıyarak hayatın her anında şükür ve hamd ile Rabbine yönelmektir.

​Makale Özeti

​Bu makale, beş farklı metinden hareketle insan varoluşunun temel meselelerini ele almaktadır. İlk olarak, insan kalbinin fani ve geçici şeylere değil, ebedi olanın güzelliğine yönelmesi gerektiği anlatılmaktadır.
İkinci olarak, rızık kavramının sadece bir kazanç değil, yeryüzünün canlanmasından güneşe ve aya kadar uzanan devasa bir ilahi sistemin eseri olduğu açıklanmaktadır.
Üçüncü ve dördüncü başlıklar, gerçek liderlik vasıflarını irdelemektedir; kılıçla değil, akıl ve fedakârlıkla yönetmenin önemi vurgulanırken, âlimlerin Peygamberlerin mirasını taşıdığı ve bu mirasın büyük bir ahlaki sorumluluk olduğu belirtilmektedir.
Son olarak, hamd ve şükür kavramının sadece kişisel nimetlere değil, Allah’ın tüm kâinatı kuşatan Rahman isminin tecellisi olan sonsuz rahmetine yönelik bir borç olduğu ifade edilmektedir.
Makale, tüm bu kavramları bir araya getirerek, insanın bu dünyadaki hayatını doğru bir bilinçle ve ilahi isimlerin tecellileri ışığında yaşaması gerektiği mesajını vermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




“Armegedon” Tehdidi: Hristiyan Siyonizm, Evangelikler ve İsrail İlişkisi

“Armegedon” Tehdidi: Hristiyan Siyonizm, Evangelikler ve İsrail İlişkisi
Giriş — “Kıyamet” söyleminin yeniden yükselişi

Son yıllarda “Armegedon” kavramı siyaset ve dinlerin kesişiminde yeniden görünür hâle geldi. Bu kavram, bazı Hristiyan akımlarında kıyamet senaryolarının güncel siyasetle ilişkilendirilmesiyle yalnızca teolojik bir mesele olmaktan çıkıp uluslararası politikanın bir öğesine dönüşüyor. Bu yazıda amaç, iddiaları tek taraflı olarak kabullenmeden; tarihî, teolojik ve siyasal açıdan değerlendirmek, kaynaklarla sağlamasını vermektir.

Hristiyan Siyonizm nedir? Kısa bir tarihçe ve teolojik çerçeve

“Hristiyan Siyonizm” terimi, Yahudi halkının Filistin topraklarına dönüşünü Tanrı’nın planının parçası olarak gören Hristiyan teolojik pozisyonunu tanımlar. Bu görüşün modern formu 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında şekillendi; 1948’de İsrail’in kurulması ise birçok Hristiyan Siyonist için peygamberî bir dönüm noktası olarak kabul edildi. Modern çalışmalarda Hristiyan Siyonizm hem teolojik bir inanç biçimi hem de siyasi ve hayırsever faaliyetlere dönüşmüş bir hareket olarak ele alınır.

“Armegedon” inancı: hangi teolojik varsayımlara dayanır?

Belli bir Evangelik/dispensasyonalist çizgi, Eski/Yeni Ahit kıyamet motiflerini spesifik bir kronolojiye oturtur: Yahudilerin Filistin’e dönmesi, “büyük sıkıntı” (tribulation), ve nihayetinde İsa’nın yeniden gelişi (Parousia). Bu çerçevede bazı yorumcular, İsrail’deki gelişmeleri kıyamet takviminin parçaları olarak okurlar — ki bu da siyasi tercihler ve dış politika tutumlarına yansıyabilir. Ancak teolojik manzara homojen değildir; tüm evangelikler veya Protestanlar bu yorumu paylaşmaz.

ABD’de Evangelik desteğinin boyutu ve nüfusî gerçeklik

Kamuoyu ve demografik çalışmalarına göre Amerika’daki Hristiyan nüfus kompozisyonu zaman içinde değişmekle beraber Hristiyan kimliği hâlâ geniş bir taban oluşturuyor. Pew Research Center’ın güncel çalışmaları Hristiyan kimliğinin %60–64 bandında seyrettiğini gösterirken, “evangelik Protestan” tanımı ve ölçüm kriterleri farklı araştırmalarda değişir; son veriler evangelik Protestanların yetişkin nüfusun yaklaşık yüksek onlarda bir kesimini oluşturduğunu bildiriyor. Bu nedenle “20 milyon” gibi bir sayı tek başına yanlış sayılmaz ama hangi tanıma göre verildiği önemlidir — farklı araştırmalar farklı rakamlar verir. Nüfus ve etkiyi değerlendirirken yüzdeler ve güvenilir araştırma merkezlerinin raporlarına dayanmamız gerekir.

Politik etki: Evangelik hareketin İsrail siyaseti üzerindeki rolü

Amerika’daki bazı güçlü evangelik gruplar ve liderler, İsrail’e diplomatik, mali ve moral destek sağlama konusunda son derece aktif oldular. Bu destek, siyasi lobicilik, bağış, medya ve nüfuz aracılığıyla ABD dış politikasının belirli alanlarına etki edebiliyor. 2016 sonrası dönemde, özellikle bazı yönetim politikalarında Hristiyan Siyonist düşüncenin etkili olduğu yönünde akademik ve gazetecilik çalışmaları bulunmaktadır; buna karşılık bu etkiyi tek başına tüm politik kararların nedeni olarak görmek fazla basitleştirme olur. Etki var ama çok katmanlıdır: jeopolitik çıkarlar, stratejik ittifaklar ve iç siyaset de aynı oranda önem taşır.

“Armegedon’u kışkırtma” iddiası: eleştiri ve gerçekçi perspektif

Sıkça dile getirilen iddia, bazı evangelik aktörlerin kıyameti hızlandırmayı arzu ettiği ve bunun için İsrail’le “ortak hareket” ettiği yönünde. Bu iddia, gerçek bir endişe unsurunu barındırsa da iki noktayı ayırt etmek gerekir:
• İnanç ile pratik politika arasındaki fark: Bir kesim için kıyamet yorumları dini-bireysel inançken, uygulamada çoğu liderin ve kurumun politik tercihleri gerçekpolitik, ekonomik veya stratejik hesaplara dayanır.
• Genelleştirme tehlikesi: Tüm evangelikleri veya Hristiyan Siyonistleri “dünyayı yakma” niyetiyle suçlamak doğruolmayabilir. Akademik literatür ve belgeseller (ör. Praying for Armageddon) bu açıdan eleştirel sorular sorar; bazı grupların apokaliptik beklentilerinin politikaya etkisi olduğunu gösterirken, bunun otomatik olarak “kasıtlı küresel yıkım” anlamına gelmediğini de vurgular.

“Armegedon tehdidi” , gerçek kaygılara neden olmaktadır.

https://tesbitler.com/index.php?s=Armegedon+

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze: Zamanın Kalbine Düşen Fotoğraf

Gazze: Zamanın Kalbine Düşen Fotoğraf

Büyük salon… Birleşmiş Milletler kürsüsünde sesler yankılanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, elinde bir fotoğraf tutuyor. O an, salonun havası değişiyor. Çünkü bu sadece bir fotoğraf değil; insanlığın vicdanına vurulmuş en ağır mühür.
Fotoğrafta, elinde leğen taşıyan anneler… 21. yüzyılda, göklerde uydular, yerde yapay zekâlar, ekranlarda milyarlarca bilgi akarken; Gazze’nin anneleri, bir yudum temiz suya, bir parça ekmeğe muhtaç. O kare, çağımızın en büyük yalanını ortaya koyuyor: “Medeniyet.”

Filistin’in Kendi İç Çilesi

Ama mesele sadece dışarıdan gelen zulüm değil. Filistin’in başındaki ayrılıklar, Abbas’ın “Hamas olmayacak” sözleri, kardeşi kardeşe düşürüyor. Tarih boyunca ümmeti bölen fitne, hep en büyük yarayı içeriden vurmuştur. O yaradan sızan kan, bugün Gazze sokaklarında akıyor.

Dünyanın Suskunluğu

Bir yanda Netanyahu… Elinde kanlı mühür, masumların üzerine yağdırdığı bombalarla tarihe geçen bir katil.
Bir yanda Amerika ve Batı… Ateşkesi altı kez veto eden bir sessizlik ordusu.
Bir yanda ise Şili’den yükselen adalet sesi: “Netanyahu yargılansın!”
İşte dünya bu kadar çelişkili, bu kadar parçalı, bu kadar vicdansız.

Gazze’nin Aynasında İnsanlık

Sumud Filosu, insanlığın son vicdanı gibi yola çıktı. Ama göklerden üzerine drone’lar yağdı. Gemilere barut kokusu serpildi. Yetmedi, Google’ın algoritmaları onları “terörist” diye damgaladı. İşte çağın yeni Firavunları, çağın yeni Nemrutları… Onların asasının adı “algoritma”, ateşinin adı “dezenformasyon.”

Tarihin Değişmeyen Hakikati

Ama ey zalimler!
Tarih size bir hakikati haykırıyor: Hiçbir zulüm ebedî değildir!
Moğol orduları dağıldı, Haçlı seferleri bozguna uğradı, Hitler’in dehşeti kül oldu.
Sizin tanklarınız, uçaklarınız, drone’larınız da bir gün çöp tenekesine atılacak.
Ama mazlumun duası? O asla yok olmayacak. Çünkü mazlumun ahı, semayı deler, Arş’a yükselir ve zalimin sarayını yerle bir eder.

Son Söz

Bugün Gazze’de çekilen o fotoğraf, aslında hepimizin fotoğrafıdır.
O çocuklar bizim çocuklarımızdır. O anneler bizim annelerimiz.
Ve bir gün gelecek, tarih sayfaları bu dönemi yazarken tek bir cümleyle hükmünü verecek:
“Zalimler için yaşasın cehennem.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com