Filistin Meselesi ve Gazze Dramı: Tarihten Günümüze Bir İnsanlık İmtihanı

Filistin Meselesi ve Gazze Dramı: Tarihten Günümüze Bir İnsanlık İmtihanı

Giriş

 

  1. yüzyılın en sancılı miraslarından biri olan Filistin meselesi, aradan geçen yüzyıla rağmen çözümsüzlüğünü koruyor. 1948’de İsrail’in kuruluşuyla başlayan işgal süreci, 1967’deki Altı Gün Savaşı ile genişledi; bugün ise insanlığın gözleri önünde Gazze’de bir soykırım boyutuna ulaşmış durumda. İsrail ordusunun sürdürdüğü saldırılar, binlerce yıllık Filistin halkını toprağından koparmayı, devlet kurma iradesini yok etmeyi amaçlıyor. Ancak yaşananlar sadece Ortadoğu’yu değil, tüm dünyayı bir ahlakî ve tarihî imtihanla karşı karşıya bırakıyor.

 

Gazze’de Güncel Dram

 

Gazze Şeridi, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in aralıksız saldırılarıyla kan gölüne döndü. Son verilere göre 65 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetti; yüz bini aşkın insan yaralandı. Elektrik, su ve gıda akışı kesilmiş; insanlar insan onuruna yakışmayan şartlarda yaşam mücadelesi veriyor. Uluslararası hukukun açık ihlallerine rağmen, İsrail yönetimi saldırılarını “meşru müdafaa” kılıfıyla meşrulaştırmaya çalışıyor.

Bu tabloya karşılık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadeleri dikkat çekicidir:

“Başka türlü bunun izahı mümkün değil. Bu dört dörtlük bir soykırımdır. Biz yalnızca rükuda ve secdede eğiliriz, zulüm karşısında asla eğilmeyiz.”

 

Batı’nın İkiyüzlülüğü

 

Gazze dramında Batı dünyasının tavrı tarihe utanç vesikası olarak geçti. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde defalarca ateşkesi veto ederek İsrail’e açıkça kalkan oldu. ABD Büyükelçisi Thomas Barrack’ın sözleri ise, Batı’nın zihniyetini gözler önüne serdi:

“O coğrafyada boyun eğmek için Arapçada bir kelime yok.”

Bu sözler, aslında Batı’nın Filistin halkını barış değil, teslimiyetle özdeşleştirdiğini ortaya koymaktadır.

 

Dünya Vicdanının Uyanışı

 

Bütün bu zulme rağmen dünya genelinde güçlü bir vicdanî uyanış yaşanıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Filistin için devlet kurmanın bir ödül değil, bir hak olduğunu açıkça ilan etti.

Avrupa’da da dengeler değişiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, BM Genel Kurulu’nda ülkesinin Filistin Devleti’ni tanıdığını açıkladı. Ardından Belçika, Portekiz, Malta, Lüksemburg ve Andorra gibi ülkeler aynı yönde adım attılar. Böylece, Filistin’i tanıyan ülke sayısı 151’e ulaştı.

Bu gelişmeler, tarihin akışını değiştirebilecek niteliktedir. Çünkü Filistin’i devlet olarak tanımayan ülkeler artık dünya kamuoyu karşısında utanç listesinde yer almaktadır.

 

İsrail’de Çatlak Sesler

 

İsrail içinde de çatlaklar büyümektedir. Gazze’deki askeri kayıplar, subayların donanımsız cepheye sürülmesi ve “askerî sistemin çöküşü” itirafları, İsrail ordusunun içten çözülmekte olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda İsrailli halk, Netanyahu’nun evinin önünde toplanarak ateşkes ve esir takası çağrısında bulunmuştur. Bu tablo, İsrail toplumunun da mevcut politikayı taşımakta zorlandığını göstermektedir.

 

Filistin Direnişi ve Onurlu Duruş

 

Filistin halkı için yaşananlar sadece bir coğrafi işgal değil, aynı zamanda tarihî ve kimliksel bir yok etme teşebbüsüdür. Buna rağmen Gazze’de ve Batı Şeria’da yükselen direniş, tarihe onurlu bir duruş olarak geçmiştir. İsrailli orkestra şefi Ilan Volkov’un bile Filistin için eylem yaparken tutuklanması, meselenin artık bir evrensel insanlık meselesine dönüştüğünü göstermektedir.

 

Sonuç: Tarih Şahitlik Ediyor

 

Gazze’de yaşananlar yalnızca bir savaş değil, tarihin önümüze koyduğu büyük bir imtihandır. Filistin halkının direnişi, dünya devletlerinin tutumu, uluslararası kurumların tavrı ve vicdanların sessizliği tarih tarafından kayda geçirilmektedir.

Bugün yaşanan soykırımın adı bellidir; faili açıktır. Ama aynı zamanda insanlık için de bir fırsat doğmuştur: Filistin Devleti’ni tanımak, bu topraklarda adil ve kalıcı barışın tek yoludur. Aksi hâlde Gazze’de akan kan, bütün insanlığın alnına kara bir leke olarak kazınacaktır.

 

📌 Tarih şunu kaydedecektir:

 

Filistin halkı toprağını, kimliğini ve onurunu savunurken, zulme ortak olanlarla zulme karşı duranlar arasındaki çizgi netleşmiştir. Ve bu çizgi, gelecek nesiller için bir vicdan terazisi olacaktır.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze’nin Hazin Dramı, İsrail’in Vahşeti ve Uyanan Dünya

Gazze’nin Hazin Dramı, İsrail’in Vahşeti ve Uyanan Dünya

Gazze… Bir zamanların münbit toprakları, bugün insanlığın utanç sahnesi hâline gelmiş durumda. On binlerce masumun hayatını kaybettiği, yüz binlercesinin yaralandığı ve milyonların açlık, susuzluk ve hastalıkla pençeleştiği bir coğrafya… İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü sistematik saldırılar, sadece askeri bir operasyon değil; apaçık bir soykırım girişimidir.

ABD’nin Kanlı Vetoları

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ardı ardına gündeme gelen ateşkes tasarıları, 14 üyenin desteğine rağmen tam 6 kez ABD vetosuna takıldı. Washington yönetimi, sözde “barış elçisi” rolü oynamak yerine, İsrail’in katliamlarını perdeleyen ve meşrulaştıran bir suç ortağına dönüşmüş durumda. ABD’nin bu tutumu, uluslararası hukuk ve insan hakları kavramlarının yalnızca çıkar odaklı birer vitrin süsü olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Avrupa’nın Geç Gelen Uyanışı

Uzun yıllardır İsrail yanlısı bir siyaset izleyen Batı dünyasında ise çatlak sesler çoğalmaya başladı. İngiltere, Kanada, Avustralya ve son olarak Portekiz’in Filistin’i devlet olarak tanıması, yıllarca görmezden gelinen zulmün artık inkâr edilemeyecek boyutlara ulaştığını gösteriyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda başka devletlerin de Filistin’i tanımaya hazırlanması, geç de olsa hakikatin dünyaya dayatıldığının işareti.
Bu adımlar, Filistin davasına diplomatik zemin kazandırmakla kalmıyor; aynı zamanda İsrail’in uluslararası meşruiyetini de hızla aşındırıyor.

Netanyahu ve Siyonist İştah

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Golan Tepeleri’nden vazgeçmeyeceğini ilan etmesi, Lübnan topraklarına saldırılar düzenlemesi ve Batı Şeria’daki yeni ilhak planları, Siyonist işgalin doymak bilmez bir açgözlülükle sürdüğünü gösteriyor. İsrail’in “ateşkes” anlaşmalarını dahi tanımaması, onun için barışın bir seçenek olmadığını; tek hedefin işgal ve yok etme olduğunu ispatlıyor.

İnsanlığın Kanayan Vicdanı

Gazze’de 65 bini aşkın can toprağa düştü. On binlerce çocuk ve kadın, hedef gözetilmeden bombaların altında kaldı. Hastaneler yıkıldı, ambulanslar vuruldu, yardım noktaları dahi sistematik olarak hedef alındı. Bu tablo karşısında Papa 14. Leo’nun barış çağrısı bile, Batı’nın içten içe duyduğu vicdan azabının bir tezahürü olarak okunmalı.
Fakat ne yazık ki, çağrılar yetmiyor. Çünkü İsrail ve en büyük destekçisi ABD, bu kandan besleniyor.

Dünya 5’ten Büyüktür

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği “Dünya 5’ten büyüktür” gerçeği, bugün Gazze üzerinden bütün çıplaklığıyla gözler önünde. Birleşmiş Milletler’in veto mekanizmasına sıkışmış yapısı, adalet yerine güçlünün çıkarını koruyan bir kulübe dönüşmüş durumda. Bu çarpık sistem değişmedikçe, mazlumların çığlığı kulaklarda yankılanmaya devam edecek.

Direnişin Çanakkalesi: Filistin

Her şeye rağmen, Gazze halkı sabır ve direnişiyle dünyaya örnek oluyor. Onların gösterdiği sebat, tarihin en zor zamanlarında milletimizin yazdığı Çanakkale destanını hatırlatıyor. Küresel Sumud Filosu’nun yeniden denizlere açılması, dünya çapında düzenlenen destek eylemleri ve yükselen dayanışma çağrıları, bu mücadelenin sadece Filistinlilerin değil, insanlığın onur mücadelesi olduğunu gösteriyor.

Sonuç

Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece bir coğrafyanın dramı değil; insanlığın sınavıdır. İsrail’in vahşeti, ABD’nin kanlı ortaklığı ve Batı’nın ikiyüzlülüğü tarihe kara bir leke olarak geçerken; dünyanın giderek uyanışı ve mazlumların davasına sahip çıkışı da umut ışığını büyütüyor.
Gazze’nin yarınları, bugünkü bu direnişle ve insanlığın adalet arayışıyla yazılacak. Çünkü zulüm ilelebet payidar olamaz.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti

Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti

İnsanı, kâinatın en şerefli misafiri kılan sır, onun fıtratına nakşedilmiş olan ibadet ve şükür kabiliyetidir. Yüce Yaratıcı, bu kâinatı öyle hikmetli bir biçimde inşa etmiştir ki, her bir varlık kendi lisan-ı haliyle O’na olan minnetini ve teslimiyetini ilan eder. İşte elimizdeki o manidar metinler de bu derin hakikati gözler önüne sermektedir.

1. Metin: Yaratılışın Gizli Sohbeti

İktibas: “Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Hem nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.” (Bediüzzaman-Said Nursi – Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye – 163)

İzah ve Açıklama:
Bu paragraf, kâinatın her bir parçasının ne kadar bilinçli ve amaçlı bir şekilde işlediğini muazzam bir benzetmeyle anlatıyor. Hindistan cevizi ve nar ağacı, kendi varlıklarıyla bir lisan-ı hal oluşturur. Lisan-ı hal, sözle ifade edilemeyen ancak eylem ve durumla anlaşılan bir dil demektir. Bu ağaçlar, çamurdan, topraktan ve bulanık sudan beslenirken, meyvelerine en saf, en lezzetli gıdaları ikram ederler. Bu durum, onların kendi benliklerini aşan bir ilahi emre tabi olduklarını gösterir. Kendi menfaatlerini değil, Rablerinin onlara yüklediği vazifeyi yerine getirerek meyvelerine hizmet ederler. Bu, adeta bir annenin, kendi zorluklara katlanarak çocuğuna en iyi gıdayı sunması gibidir.
Bu hikmetli misal bize şunu fısıldar: Gerçek bir yaratılış, sadece fiziksel bir süreçten ibaret değildir. Her bir parçanın bir anlamı, bir hikmeti ve bir amacı vardır. Bu, ağaçların bile bir “istek” ve “alma” eylemiyle bir rahmet hazinesinden beslendiğini, kendilerinin bulanık suya razı olup meyvelerine saf bir şurup ikram ettiğini gösterir. Bu, ilahi bir düzenin ve ilahi bir şefkatin delilidir. İnsan da bu düzenin bir parçasıdır. Kendi fani ve topraktan yaratılmış varlığıyla, sonsuz bir hikmet ve rahmetten beslenir. Onun vazifesi de bu nimetlere nankörlük etmek değil, onları fark edip şükranla Yaradan’a yönelmektir.

2. Metin: İnsanın Sorumluluğu ve İmtihanı

İktibas: “İnsan, umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıtırsa, mukabilinde insan iman ile O’nu tanımazsa; hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini O’na sevdirmese; hem bu kadar türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, şükür ve hamd ile O’na hürmet etmese; cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl, bir dâr-ı mücâzât hazırlamasın?”

İzah ve Açıklama:
Bu metin, insanın kâinattaki yerini ve sorumluluklarını sorguluyor. İnsanın, diğer varlıklardan farklı olarak, “ehemmiyetli bir vazife” ve “ehemmiyetli bir istidat” ile donatıldığını vurguluyor. Bu vazife ve istidat, sadece fiziksel hayatta kalmak değil, aynı zamanda Yaratıcısını tanımak ve O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmektir.
Yüce Allah, sanatını ve kudretini sergilediği kâinatla, kendini insana tanıtır. Her bir varlık, her bir düzen, O’nun varlığının ve birliğinin bir delilidir. Eğer insan, bu delillere rağmen iman etmezse, kendisine bahşedilen sayısız nimete rağmen şükür ve hamd ile karşılık vermezse, bu durum ilahi izzete ve gayrete aykırıdır.
Metinde “başıboş bırakılsın” ifadesi, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve her eylemin bir karşılığı olduğunu hatırlatır. İnsan, sorumlu bir varlıktır ve sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde cezasız kalması düşünülemez. Bu, adaletin bir gereğidir. Bu metin, bizleri gafletten uyandırarak, kendimize ve kâinattaki yerimize dair derin bir tefekküre davet eder.

3. Metin: Yönelişin Gücü
İktibas: “Kul Der ki; ‘İşlerimi Halledip, Rabbime Yöneleyim.’ Rabbimiz Der ki; ‘Bana Yönelin, İşlerinizi Halleyim.'”

İzah ve Açıklama:
Bu kısa ama hikmet dolu metin, modern insanın en büyük yanılgılarından birini, yani öncelik sıralamasını gözler önüne seriyor. İnsan, genellikle dünyevi işlerini, problemlerini ve meşguliyetlerini birer engel olarak görür ve bu engelleri aştıktan sonra ibadete ve maneviyata yöneleceğini düşünür. “Önce işlerimi halledeyim, sonra namaz kılarım,” “Önce bu projeyi bitireyim, sonra kendimi dine veririm” gibi düşünceler, bu yanlış önceliklendirmeyi yansıtır.
Ancak metin, bu düşünceyi ters yüz ediyor ve ilahi bir çözüm sunuyor: Gerçek çözüm, işleri halledip sonra yönelmek değil, aksine, Allah’a yönelerek işlerin hallolmasını beklemektir. Bu, bir teslimiyet ve tevekkül dersidir. İnsanın gücü ve iradesi sınırlıdır, ancak Rabbinin kudreti ve iradesi sonsuzdur. O’na yönelen bir kulun işleri, O’nun inayeti ve yardımıyla daha kolay ve daha bereketli bir şekilde çözülür. Bu metin, bizlere, hayatın karmaşasında kaybolmak yerine, her şeyin sahibine sığınmayı ve O’nu merkeze almayı öğütler.

4. Metin: Kadere Teslimiyet ve İman

İktibas: “İ’lem Eyyühel-Aziz! Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun, lisan-ı haliyle: ‘Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faidimizi düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim.’ diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, söyle ve Merci-i Hakiki’ye dön, imana gel, mukedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.” (Mesnevi-i Nuriye 119 – Habbe)

İzah ve Açıklama:
Bu metin, kader ve musibetler karşısında insanın nasıl bir tavır alması gerektiğini çok etkili bir benzetmeyle anlatıyor. Çobanın sürüyü korumak ve doğru yola sevk etmek için attığı taşlar, ilk bakışta bir ceza gibi görünebilir. Ancak koyun için bu taşlar, bir rehberlik ve koruma işaretidir. Çünkü koyun, çobanın kendisinin iyiliğini istediğini bilir ve bu duruma teslim olur.
İnsan da aynı şekilde, başına gelen musibetleri ve zorlukları, ilahi bir çobanın (Allah’ın) kendisini doğru yola çevirmek için attığı “taşlar” olarak görmelidir. Bu musibetler, bizi nefsinin heva ve heveslerinden, hatalı yollardan çevirir. Metin, “O seni senden daha ziyade düşünür” diyerek, Allah’ın kuluna olan şefkatinin ve merhametinin derinliğini vurguluyor. Bu şefkat, insanı bir hatadan korumak veya daha büyük bir hayra ulaştırmak için musibetler gönderebilir. Bu, imanın ve tevekkülün en önemli derslerinden biridir: Başımıza gelen her şeyde bir hikmet ve hayır aramak, isyan etmek yerine teslim olmak.

5. Metin: İnsanın Bedeni ve Emanet Bilinci

İktibas: “İnsanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lâkîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib san’at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni’-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymetdar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur.” (Bediüzzaman – Said Nursi (R. A) Mesnevi-i Nuriye – 65)

İzah ve Açıklama:
Bu metin, insan vücudunun mülkiyeti hakkındaki yaygın yanılgıyı düzeltiyor. İnsan, kendi bedenini “sahibi” olarak değil, bir “emanetçi” olarak görmelidir. Beden, ne yolda bulunmuş, ne de değersiz bir eşya gibi edinilmiştir. Aksine, içindeki eşsiz sanat ve mucizelerle, hikmet sahibi bir Yaratıcının kudret eliyle inşa edilmiş, çok kıymetli bir “hane”dir.
Bu hanede insan “emaneten” oturur. Emanet bilinci, kişiye büyük bir sorumluluk yükler. Bedenine iyi bakmak, onu haramdan korumak ve en önemlisi, asıl sahibinin rızasına uygun bir şekilde kullanmakla yükümlüdür. Bu anlayış, insanın bedenini hoyratça kullanmasını, onu günahlara alet etmesini engeller. Vücudun her bir hücresi, her bir organı, ilahi sanatın birer şahididir. Bu şahitlerin lisan-ı halleriyle, kendilerini yaratan Sani’e şükürlerini ilan ettiklerini bilmek, insanın kendi bedenine olan saygısını ve sorumluluğunu pekiştirir.

6. Metin: Hayatın ve Ölümün Hakikati

İktibas: “Ölüm haktır. Evet bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da, iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.”

İzah ve Açıklama:
Bu metin, hayatın fani, bedenin ise geçici bir yapıya sahip olduğunu hatırlatıyor. Vücudumuz, demir ve taş gibi sağlam ve kalıcı malzemelerden değil, et, kan ve kemik gibi birbirinden farklı ve her an dağılmaya müsait unsurlardan oluşmuştur. Bu “mütehalif” (birbirinden farklı) unsurların bir araya gelmesi, hayat denilen muazzam bir olguyu oluşturur. Ancak bu birliktelik, her an ayrılmaya, dağılmaya “melhuz” (muhtemel) bir durumdadır.
Bu gerçek, bize hayatın ve bedenin kalıcı olmadığını, ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu hatırlatır. Bu, karamsarlık değil, aksine, hayatın her anının kıymetini bilmek ve asıl hedef olan ahiret yurdu için hazırlık yapmak gerektiği mesajını taşır. Vücudun zayıflığı ve dağılmaya olan yatkınlığı, insanın fani olduğunu ve bu dünyada bir misafir olduğunu idrak etmesini sağlar. Böylece insan, bu fani bedeniyle sonsuzluğa namzet olan ruhunu beslemeye yönelir. Bu metin, ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleşerek hayatı daha anlamlı kılmanın yolunu gösterir.

Makalenin Özeti
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye adlı eserinden alınan altı farklı metin üzerinden, insanın kâinattaki yeri, yaratılışın hikmeti, ibadet ve şükrün önemi, kader ve musibetlere bakış açısı ile insan vücudunun bir emanet olduğu hakikatleri işlenmiştir.
Her bir metin, Yüce Yaratıcı’nın kudret ve hikmetini farklı bir pencereden gösterirken, insanı kendi iç dünyasında ve kâinatta derin bir tefekküre davet eder. Ağaçların lisan-ı haliyle rahmetten beslenip meyvelerine ikram etmeleri, her şeyin bir amaca hizmet ettiğini ve bu amacın şükür olduğunu gösterir. İnsanın imtihan dünyasındaki sorumluluğu, iman, ibadet ve şükürle Rabbine yönelmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Başımıza gelen her musibetin, ilahi bir rahmet ve terbiye aracı olduğu, fani olan bedenimizin bir emanet olduğu ve ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğu vurgulanır.
Sonuç olarak, bu metinler bütünü, insanı dünyevi meşguliyetlerin ötesine geçerek, asıl hayatın manevi ve ebedi boyutlarına odaklanmaya teşvik eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




BİR TEFEKKÜR

BİR TEFEKKÜR

“Hattâ ben, mutavassıt bir badem ağacı gördüm ki: Kırka yakın baş hükmünde büyük dalları var. Sonra bir dalına baktım, kırka yakın dili hükmünde küçük dalları var. Sonra o küçük dalının bir diline baktım, kırk çiçek açmıştır. O çiçeklere nazar-ı hikmetle dikkat ettim, herbir çiçek içinde kırka yakın incecik, muntazam püskülleri, renkleri ve san’atları gördüm ki; herbiri Sâni’-i Zülcelal’in ayrı ayrı birer cilve-i esmasını ve birer ismini okutturuyor. İşte hiç mümkün müdür ki, şu badem ağacının Sâni’-i Zülcelal’i ve Hakîm-i Zülcemal’i, bu camid ağaca bu kadar vazifeleri yükletsin; onun manasını bilen, ifade eden, kâinata ilân eden, dergâh-ı İlahiyeye takdim eden, ona münasib ve ruhu hükmünde bir melek-i müekkeli ona bindirmesin?”

Bediüzzaman-Said Nursi(r.a.)
Sözler – 514

***

1. Badem Ağacındaki Tefekkür

Üstad, bir badem ağacını mercek altına alıyor. Ağacın:
• dalları başlara benziyor,
• küçük dalları dillere benziyor,
• çiçekleri sayısız tecelliler taşıyor,
• çiçeklerin püskülleri her biri ayrı bir isim ve sıfatı okutturuyor.
Burada her şeyin Allah’ın isimlerini okuttuğunu göstermeye çalışıyor. Yani cansız gibi görünen bir ağaç, aslında Allah’ın Hayy, Hakîm, Musavvir, Latîf, Rezzâk gibi isimlerinin aynasıdır.

2. Kur’ân Ayetleri ile Bağlantı

Kur’ân, defalarca insanı kâinata bakmaya ve ibret almaya davet eder:
• “Onlar göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın…” (Âl-i İmrân, 3/191)

• “De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın varlıkları ilk defa nasıl yarattığına ibretle bakın. Allah, kıyâmetten sonraki âhiret hayatını da işte böyle yaratacaktır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter..” (Ankebût, 29/20)

• “Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.” (Nahl, 16/65)

• “O, gökten bir su indirendir. Onunla her çeşit bitkiyi bitirdik; ondan bir yeşillik çıkardık, ondan üst üste taneler; hurma ağacından tomurcuklarından sarkan salkımlar; üzüm, zeytin, nar… İşte bunlarda iman edenler için ibret vardır.” (En‘âm, 6/99)

Bu ayetler badem ağacı misalini aynen destekler. Bir tek ağaç bile adeta Kur’ân gibi okunacak bir kitap hükmündedir.

3. Kâinattaki Olaylar Işığında

Bugünkü bilimsel gözlem de aynı gerçeği gösterir:
• Bir badem ağacının tohumu küçücük bir DNA programıyla yazılmıştır. İçinde yüzlerce sayfa ansiklopedi bilgisi kadar bilgi kodludur.
• O küçücük çekirdekten; dalları, yaprakları, çiçekleri, kokusu, tadı, rengi, zamanı gelen meyvesi çıkıyor.
• Her çiçek, arıların ziyaretine uygun bir şekilde yaratılıyor; polenleri, renkleri, kokuları ekolojik dengenin bir parçası olarak işliyor.
• Her meyvenin içinde tekrar bir tohum var; bu da devamlılık sırrı.
Yani bilim diliyle de bakılsa, “tesadüf” demek imkânsız. Hepsi ilim, hikmet, irade ile düzenleniyor.

4. Melekî Vazife Meselesi

Üstad’ın son cümlesi önemli:
“Hiç mümkün müdür ki… bu manaları kâinata ilan eden, Allah’a takdim eden, uygun bir melek ona bindirilmesin?”

Yani, her şeyin bir manevî dili vardır. Badem ağacı, Allah’ın isimlerini gösteriyor. Onu görüp anlayan bir melek de, o ağacın yaptığı tesbihatı Allah’a arz eder. Bu, Kur’ân’da geçen şu hakikati hatırlatır:

• “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihini anlamazsınız.” (İsrâ, 17/44)

Demek ki ağaçlar, kuşlar, dağlar, rüzgârlar Allah’ı zikrediyor. Biz bazen fark etmiyoruz; ama onların zikirlerini melekler temsil ediyor.

5. Sonuç

• Bir badem ağacı sadece bir ağaç değildir; ilâhî isimlerin aynasıdır.
• Her çiçek, her dal, her yaprak Allah’ın bir ismini okutur.
• Kur’ân, sürekli bu tefekküre davet eder: “Bak, düşün, ibret al.”
• Bilimsel keşifler de, bu manaları teyit eder.
• Ve bütün bu zikri, meleklere havale edilen bir tesbihat dili vardır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




“Ruhânî” ve “Nurânî” tabirleri

“Ruhânî” ve “Nurânî” tabirleri

1. Ruhânî nedir?

• Ruh ile alâkalı, ruha ait, ruh mahiyetinde olan şeyler için kullanılır.
• Ruh, mahlûktur; Allah’ın “emr” âleminden bir tecellisidir:
“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsrâ, 85)
Dolayısıyla “ruhânî varlıklar” deyince melekler, cinler, ervah-ı tayyibe (salih insanların ruhları), ervah-ı habîse (şer ruhlar) anlaşılır.
• Ruhânî, bedenle mukayyet olmayan, maddî kayıtlara fazla girmeyen varlıklara da denir.
Misaller:
• Melekler (tamamen ruhânî varlıklardır)
• Cinler (ruhanîdir ama nurânî değillerdir)
• İnsan ruhu

2. Nurânî nedir?

• “Nurdan yaratılmış, nur mahiyetinde olan, ışık gibi engel tanımayan, şeffaf varlıklar” demektir.
• “Nur” maddî ışık gibi değildir; manevî, latif bir vücut tarzıdır.
• Nurânî varlıklar için mesafe, zaman, mekân engel teşkil etmez.
• Risale-i Nur’da, nurânî varlıkların “bir anda bin yerde bulunabilme” özellikleri özellikle anlatılır.
Misaller:
• Melekler (hem ruhânî, hem nurânîdir)
• Cennet ehlinin bedenleri (âhirette nurânîleşecektir)
• Peygamberimizin (asm) mucizelerinden bazıları (mesela aynı anda farklı yerlerde görünme, tayy-ı mekân gibi halleri)

3. Ruhânî ile Nurânî arasındaki fark

• Mahiyet:
• Ruhânî: Ruh ile ilgili, ruh gibi varlık.
• Nurânî: Nurdan yaratılmış, ışık mahiyetinde.
• Hız ve Sınır:
• Ruhânî varlıkların da beden kayıtları yoktur ama bazılarının (örneğin cinlerin) hareketleri nuranîler kadar süratli değildir.
• Nurânî varlıklar için ise engel yoktur; bir anda birçok yerde bulunabilirler.
• Örnek:
• İnsan ruhu → Ruhânîdir ama nurânî değildir; çünkü bir anda sadece bir bedene bağlıdır.
• Melekler → Hem ruhânî hem nurânîdir; aynı anda çok yerde bulunabilirler.
• Cinler → Ruhânîdir, fakat nurânî değildir; mekân ve zaman kayıtlarına daha çok tâbidirler.

4. Benzerlikleri

• İkisi de maddî varlıklar gibi katı, ağır, cisimli değildir.
• İkisi de gözle görülmez, duyularla kavranmaz.
• İkisi de Allah’ın kudretiyle “emr âlemine” bağlıdır.

5. Özet Misal

• Ruhânî: İnsan ruhu → tek bedene bağlı, hız ve tecellide sınırlı.
• Nurânî: Güneşin ışığı gibi → aynı anda binler yerde bulunabilen, şeffaf ve engel tanımayan.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
“Nurânî şeyler için, kesretle ihtilât ve inkısam yoktur. Meselâ, bir güneşin aksi binler âyinede bulunur; fakat güneşin ziyasına nisbeten hiçtir.” (Sözler, 30. Söz)

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com