Arapça’da Gramer Temel

  1. Arapça’da Gramer Temel

    • Arapça’da isimler ya müzekker ya da müennes olarak kullanılır.
    • Gerçek (hakikî) müennes: Anne, kız, kadın gibi doğrudan dişiliğe işaret eden varlıklar.
    • Mecazî müennes: Dil kaidesi gereği dişi kabul edilen kelimeler (örneğin: güneş = الشمس, toprak = الأرض).
    • Çoğu isim aslî olarak müzekker kabul edilir; müenneslik ancak alâmetle (tâ merbûta, şemsî kullanım, tevkîfî kural) belirlenir.
    ➡️ Yani müzekkerlik aslî, müenneslik ise arızîdir. Bu, Arap dilinde “aslolan müzekkerliktir” kaidesiyle özetlenir.

    2. Kur’ân’da Müzekker Kullanımının Genel Sebebi

    Kur’ân’da birçok kelime ve kavramın müzekker sigasıyla zikredilmesinin sebepleri:
    • Kapsayıcılık
    • Müzekker sigası, Arapçada hem erkekleri hem kadınları içine alabilen cinsiyet üstü bir formdur.
    • Meselâ:
    “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا” (Ey iman edenler)
    Burada “ellezîne” müzekker sigasındadır; fakat hem kadın hem erkek mü’minleri kapsar.
    • Aslîlik ve güç vurgusu
    • Müzekker, dilde aslî olduğu için Allah Teâlâ’nın kudretini, vahyin umumiliğini, emirlerin bağlayıcılığını ifade eder.
    • Müenneslik daha özel ve sınırlı bir kullanımdır.
    • İlâhî hitapta üstünlük değil, kuşatıcılık esası
    • Yani müzekker siganın seçilmesi erkeğe üstünlük tanımak için değil, dilin umumi kuralı sebebiyledir.
    • Kur’ân’da kadınlara özel konularda ayrıca müennes ve dişi ifadeler de geçer (ör. “المؤمنات” – mü’min kadınlar).

    3. Müzekker Kullanılan Temel Kavramlar

    • Allah’ın isimleri ve sıfatları → daima müzekker sigayla gelir.
    Sebep: İlâhî kudretin kemal ve azametine işaret.
    • İnsan toplulukları (nas, mü’minûn, kâfirûn, münafıkûn) → müzekker sigada geçer.
    Sebep: Hem erkek hem kadınları içine alan kuşatıcı dil.
    • Gaybî hakikatler (azap, sevap, hesap, iman, küfür) → çoğunlukla müzekker açıdan ifade edilir.
    Sebep: Cinsiyet üstü, küllî hakikatler olmaları.
    • Peygamber hitapları → genellikle müzekker.
    Sebep: Risalet makamı gereği “asliyet ve temsil” yönüyle kullanılır.

    4. Müennesin Özellikle Tercih Edildiği Yerler

    Kur’ân’da bazı kelimeler özellikle müennes sigada gelir:
    • الأرض (yer/arz) – “arz” kelimesi Arapçada mecazî müennes kabul edilir.
    • شمس (güneş) – mecazî müennes.
    • نفس (nefs) – müennes.
    • رحمة (rahmet) – tâ merbûta sebebiyle müennes.
    ➡️ Bu kullanım, çoğunlukla lütuf, şefkat, doğurganlık, üretkenlik, incelik gibi manaları çağrıştırır. Yani mecazî müennesin seçimi de manevî incelik taşır.

    5. Hikmetler ve İncelikler

    • Hitabın umumiliği: Müzekker siganın tercih edilmesi, “Kur’ân’ın evrensel hitabını” sağlar.
    • Belağat inceliği: Bazı yerlerde müzekker-müennes farklılığı, ayetin nazmındaki ahenk, vezin ve secî için de önemlidir.
    • Tecellî yönü: Kudret ve celâl konuları genellikle müzekker; rahmet ve cemâl konuları müennes lafızlarla ifade edilir.
    6. Risale-i Nur’dan Bir Bakış
    Bediüzzaman, Kur’ân’daki kelime tercihlerinin “tesadüf değil, tam hikmet ve belâgat ölçüsü” olduğunu sıkça vurgular. Mesela:
    • Kur’ân’ın mucizeliği bahsinde, tek bir kelimenin yer değişmesinin manayı nasıl bozacağını izah eder.
    • Dolayısıyla müzekker/müennes tercihi de tamamen bu nazm-ı İlâhî’nin bir parçasıdır.

    Özetle:
    • Arapçada müzekkerlik aslî, müenneslik arızîdir.
    • Kur’ân’da müzekker siganın tercih edilmesi, üstünlükten değil kapsayıcılık ve asliyetten kaynaklanır.
    • Müennes sigalar ise özellikle rahmet, toprak, nefis gibi anlam derinliği taşıyan alanlarda tercih edilmiştir.
    • Bu farklılıklar Kur’ân’ın nazmındaki mucizevî dengeyi gösterir.

    ****

    📌 Müzekker Kullanılan Kelimelerden Örnekler

    • اللَّهُ
    “اللَّهُ لا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ” (Bakara, 255)
    🔎 Kudret ve celâl yönünü yansıtan müzekker sigada zikredilmiştir.
    • الَّذِينَ آمَنُوا
    “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ” (Bakara, 183)
    🔎 Müzekker sigası hem erkek hem kadın mü’minleri kapsar; evrensel hitap sağlar.
    • الْقُرْآنُ
    “إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ” (Vâkıa, 77)
    🔎 Kur’ân, müzekker sigada “yücelik, azamet ve bağlayıcılık” vurgusuyla gelir.
    • عَذَابٌ
    “إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا” (Furkan, 65)
    🔎 Azabın ciddiyet ve ağırlığı müzekker kullanımla ifade edilir.
    • الْكافرون
    “قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ” (Kâfirûn, 1)
    🔎 Küfür ehli müzekker sigada zikredilir; kadınları da kapsayan bir topluluk ifadesidir.

    📌 Müennes Kullanılan Kelimelerden Örnekler

    • الأرض (yer)
    “وَالْأَرْضُ مَدَدْنَاهَا” (Kaf, 7)
    🔎 Arz, bereket ve doğurganlık yönüyle mecazî müennes kullanılır.
    • الشمس (güneş)
    “وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا” (Yasin, 38)
    🔎 Hayat kaynağı oluşu, cemâlî tecellîsiyle müennes olarak zikredilir.
    • النفس (nefs)
    “وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا” (Şems, 7)
    🔎 Nefis, tezkiye ve terbiyeye muhtaç yönüyle müennes gelmiştir.
    • الرحمة (rahmet)
    “وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ” (A’râf, 156)
    🔎 Rahmetin şefkat ve lütuf yönü müennes kalıpla ifade edilir.
    • النار (ateş)
    “وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ” (Bakara, 24)
    🔎 Cehennem ateşi, kuşatıcı ve yakıcı şiddetiyle müennes lafızda zikredilmiştir.
    🌟 Netice
    • Müzekker kelimeler → Kudret, celâl, hüküm ve evrensel bağlayıcılığı vurgular.
    • Müennes kelimeler → Rahmet, bereket, doğurganlık veya kuşatıcı ceza gibi incelikleri ifade eder.

    *****

    1. Arapça’da Müennes Kavramı

    • Hakikî müennes: Bizzat kadınlık/dişilik ifade eden kelimeler (امرأة, بنت).
    • Mecazî müennes: Tâ merbûta ile biten, çoğul kalıbı gereği veya dilde tevkîfî olarak müennes kabul edilen kelimeler (أرض, شمس, رحمة).
    • Kur’ân’da müennes → çoğunlukla mecazî müenneslerdir.

    2. Müennes Kullanımının Sebepleri

    • Lugat kuralı: Arapçada bazı kelimeler tevkîfî olarak müennes kabul edilmiştir. (arz, güneş, ateş gibi)
    • Mecazî anlam: Bereket, üretkenlik, doğurganlık, kuşatıcılık gibi yönleri ifade eder.
    • Belâgat inceliği: Rahmet, şefkat veya cezanın kuşatıcılığı gibi cemâlî ve celâlî isimleri farklı yönleriyle yansıtır.
    • Nazım ahengi: Kur’ân’ın secî ve vezin yapısında müennes siganın özel bir ahenk oluşturması.

    3. Neden Müzekker Olarak Değil?

    • Müzekker dilde aslî ve kapsayıcıdır; güç, kudret ve celâl yönünü ifade eder.
    • Müennes ise hususîdir; belirli çağrışımlar (bereket, rahmet, kuşatıcılık, ceza) için tercih edilir.
    • Yani “arz”ı veya “rahmet”i müzekker söylemek, onların inceliğini, şefkat ve cemâlî yönünü eksiltirdi.
    • Müennes sigalar, o kavramın hassas, kuşatıcı veya lütuf/şiddet yüklü özelliğini ortaya çıkarır.

    5. Risale-i Nur Açısından Bir Bakış
    Bediüzzaman, Kur’ân’daki lafız tercihlerinin tamamen hikmet ve belâgat ölçüsüyle olduğunu söyler.
    • Meselâ, “arz”ın müennes gelmesi, onun bir “rahmet anası” gibi bütün canlılara beşik oluşuna işaret eder.
    • “Dünya”nın müennes oluşu, aldatıcı ve geçici yönünü gösterir.
    • “Rahmet”in müennes oluşu, cemâl ve şefkat tecellîsini ön plana çıkarır.

    Özet:
    • Kur’ân’da müennes kullanılan kelimeler genellikle mecazî müenneslerdir.
    • Müenneslik, rahmet, bereket, üretkenlik veya kuşatıcı ceza gibi manaları taşır.
    • Müzekker kullanılmamasının sebebi, bu inceliklerin kaybolmaması ve Kur’ân’ın nazmında ahengin korunmasıdır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Kur’an-ı Kerim ve Yaratıcıyı Tanıma

  1. Kur’an-ı Kerim ve Yaratıcıyı Tanıma

    İktibas: “Hâlıkımızın esma-i hüsnasıyla ve sıfat-ı kutsiyesiyle onu kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.” (Âyet-ül Kübra, Risale-i Nur)

    İzah ve Açıklama: Bu ifade, Yaratıcı’yı (Hâlık) tanıma sürecinin insan aklının ve idrakinin sınırları içinde gerçekleşebileceğini belirtir.
    Esma-i Hüsna, Allah’ın en güzel isimleri, sıfat-ı kutsiyesi ise O’nun yüce sıfatlarıdır. İnsan, kendi yetenek ve kapasitesine (kabiliyetimizin nisbetinde) göre bu isim ve sıfatlar aracılığıyla Allah’ı anlamaya gayret edebilir. Bu durum, O’nun sonsuz ve sınırsız büyüklüğünü tam olarak idrak edemeyeceğimizi, ancak O’nun tecellilerini kendi sınırlarımız içinde gözlemleyerek ve tefekkür ederek marifetullaha ulaşmaya çalışabileceğimizi gösterir. Tıpkı bir okyanusun tüm suyunu bir damlada göremeyeceğimiz gibi, Yaratıcının sonsuz kemalatını da sınırlı aklımızla tam olarak kavrayamayız. Ancak O’nun sanatını, eseri olan kâinatı inceleyerek O’nun sonsuz isim ve sıfatlarını görebiliriz.

    Makale: Yaratılışın Penceresinden Marifetullah

    İnsanoğlu var olduğu günden bu yana “kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularının cevaplarını aramıştır. Bu arayış, nihayetinde Yaratıcı’yı tanıma (marifetullah) arayışına dönüşür. Ancak Yaratıcı’yı tanımak, O’nun sonsuz ve mutlak varlığını sınırlı bir akılla idrak etmekle mümkün değildir. O’nun mahiyetini tam manasıyla kavramak, insan aklının sınırlarını aşan bir durumdur. İşte tam da bu noktada, “Hâlıkımızın esma-i hüsnasıyla ve sıfat-ı kutsiyesiyle onu kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.” ifadesi bize bir yol haritası sunar.
    Allah’ın isim ve sıfatları, O’nun kainattaki tecellileridir. Her bir isim ve sıfat, O’nun farklı bir yönünü, bir kudret nişanesini gösterir. Mesela, “Şâfî” ismini hastalıklardan şifa bulduğumuzda, “Rezzâk” ismini rızkımızın geldiğini gördüğümüzde, “Hakîm” ismini ise kâinattaki mükemmel düzen ve ahengi fark ettiğimizde anlarız. Her bir varlık, her bir olay, O’nun bir isminin aynasıdır. Bir çiçeğin renklerindeki ahenk, bir kuşun kanadındaki tasarım, göklerdeki yıldızların intizamı, denizlerdeki canlıların çeşitliliği… Bütün bunlar, bize Yaratıcı’nın sanatkarlığını, ilmini, kudretini gösterir. İnsan, bu tecellileri gördükçe, kendi varlığının ve kâinatın ne kadar ince bir hesapla yaratıldığını anlar. Ve anlar ki, bu kusursuz sanatın Sahibi, ancak sonsuz kemâl sahibi bir Zat olabilir.
    Tarih boyunca bu hakikati idrak eden pek çok âlim, veli ve düşünür, eserlerinde bu marifet yolculuğunu anlatmıştır. İmam Gazali, İbn Arabi, Mevlana gibi büyük şahsiyetler, kaleme aldıkları eserlerde bu yolculuğun inceliklerini işlemiş, insanın kendi iç âlemine yönelerek ve kâinat kitabını okuyarak Rabbini tanıyabileceğini vurgulamışlardır. Bu yol, salt bir bilgi birikimi değil, aynı zamanda kalbî bir tefekkür ve manevi bir uyanış gerektirir. Yaratılışın harikaları karşısında hayranlıkla durabilen ve bu harikalardan bir Yaratıcıya ulaşan bir kalp, okyanusun damlasına sığdığı gibi, Yaratıcı’nın sınırsız azametini kendi sınırlı dünyasında hissedebilir.
    Özet: Bu makale, Allah’ı tanıma yolunun, O’nun isim ve sıfatları aracılığıyla ve insanın kendi idrak kapasitesi ölçüsünde mümkün olduğunu vurgulamaktadır. Her bir yaratılış eserinin, Allah’ın bir isminin tecellisi olduğu ve bu tecellileri doğru okuyarak marifetullaha ulaşılabileceği anlatılmıştır.

    2. Kedinin Mırıltısı ve Yaratıcıya Yakarış

    İktibas: “Hazin mırmırlarını dikkatle dinlersen, ‘Ya Rahim, ya Rahim’ çektiklerini anlarsın.” (Risale-i Nur)

    İzah ve Açıklama: Bu ifade, bir hayvanın, hatta bir kedinin mırıltısının bile anlamsız bir ses olmayıp, bir manası olduğunu, Yaratıcıya yönelik bir zikir ve yakarış olabileceğini anlatır. “Ya Rahim” ismi, Allah’ın merhamet ve şefkat sahibi olduğunu ifade eder. Bir kedinin acı veya sevinç anındaki mırıltısı, aslında O’nun sonsuz merhametine sığınma ve O’ndan merhamet dileme hali olarak yorumlanır. Bu durum, sadece insanların değil, tüm canlıların fıtratında Yaratıcıya karşı bir bağ ve yönelişin bulunduğunu gösterir.

    Makale: Canlıların Dilinden Merhamet Arayışı

    Kainat, Yaratıcı’nın sayısız eseriyle dolu bir sergi gibidir. İnsan, bu serginin en dikkatli izleyicisi olması gerekirken, çoğu zaman etrafındaki sesleri, hareketleri ve canlıları sadece sıradan şeyler olarak görür. Oysa her bir fısıltı, her bir hışırtı, her bir canlı sesi, kendine mahsus bir dille Yaratıcı’yı tesbih eder. İşte bir kedinin mırıltısı da bu eşsiz dillerden biridir. Mırıltısı, bir kedinin sevinçten, acıdan veya korkudan çıkardığı bir ses olmaktan öte, manevi bir derinlik taşır. Bu derinliği idrak edebilenler, o seste bir sığınma, bir yakarış ve bir merhamet arayışının fısıltısını duyarlar. “Hazin mırmırlarını dikkatle dinlersen, ‘Ya Rahim, ya Rahim’ çektiklerini anlarsın.” ifadesi bu hakikati dile getirir.
    Kedi, yavrularına olan şefkati, kendini savunurken gösterdiği hırsı, aç kaldığında sığındığı köşesi ve doyduğunda gösterdiği memnuniyet ile kendi varoluşunun farkındadır. Ve bütün bu hallerinde, kendisini var eden ve kendisine merhamet eden bir Zat’a yönelir. Hayvanların fıtratındaki bu merhamet arayışı, insan için de büyük bir ibrettir. İnsan, sadece akıl ve irade sahibi olmakla değil, aynı zamanda bu canlıların sesini dinleyebilme ve bu seslerin ardındaki ilahi manayı hissedebilme kabiliyetiyle de donatılmıştır. Hayvanların en zor anlarında dahi bir Yaratıcıya olan yönelişi, insanın en rahat anında bile O’nu unutmaması gerektiğini hatırlatır.
    Bu hikmetli bakış açısı, insanın kendini kâinatın merkezine koyup diğer canlıları sadece nesne olarak görme yanılgısından kurtarır. Her bir canlının, Yaratıcı’nın merhametinden bir pay aldığı ve kendi lisanıyla O’na yakardığı idraki, insanda daha derin bir saygı ve farkındalık uyandırır. Bu farkındalık, hem diğer canlılara karşı şefkatli olmayı, hem de insanın kendi acizliğini ve Yaratıcı’nın sonsuz merhametine olan ihtiyacını anlamasını sağlar. Böylece kâinat, sadece biyolojik bir sistem olmaktan çıkar, her anın ve her canlının bir tesbih ve dua içinde olduğu canlı bir mescide dönüşür.
    Özet: Bu makale, bir kedinin mırıltısının bile Yaratıcı’nın Rahim ismine bir yakarış olabileceği fikrini işlemektedir. Bu durum, tüm canlıların fıtratında Yaratıcıya bir yönelişin bulunduğunu ve insanın bu fıtratı anlayarak kâinatla daha derin bir bağ kurabileceğini anlatmaktadır.

    3. Zaman, Acizlik ve Tevekkül

    İktibas: “Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı? … Biçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? … Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır. … Odur herkese nokta-i istinad. Odur her zaife cihet-i istimdad..” (Mesnevi-i Nuriye – 96)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, insanın zaman karşısındaki acizliğini, ölümlü oluşunu ve bu acizlikle başa çıkmak için bir dayanak noktasına (nokta-i istinad) ihtiyaç duyduğunu anlatır. İnsan, dünyaya gelirken sahip olduğu zayıflık ve fakirlikle (muhtaçlık) yaratılmıştır. Emelleri, yani istek ve arzuları sınırsızken, ömrü kısadır. Bu çelişki karşısında çaresiz kalan insana, bir sığınak ve yardım kaynağı (cihet-i istimdad) gösterilir: Yaratıcı. O, her zayıfın dayanağı ve her muhtacın yardımcısıdır.

    Makale: Fani Bir Varlık Olarak İnsan ve Sonsuz Dayanak

    İnsan, gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren bir koşuşturmacanın içinde bulur kendini. Gelecek için planlar yapar, hayaller kurar, hedeflere koşar. Ancak bu durmaksızın devam eden yarış, acı bir gerçekle kesilir: zamanın geçiciliği ve hayatın sonlu oluşu. “Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı?” sorusu, insanın fani tabiatına dair sert bir yüzleşmedir. Sınırsız emelleri olan insan, her an yaklaşan ecel karşısında ne yapacağını şaşırır. “Biçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? … Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır.” Bu derin çelişki, insanı bir çıkmaza sürükler gibi görünse de, aslında doğru yolu gösteren bir pusuladır.
    Bu acizlik ve fakirlik idraki, insanın kendi gücüyle var olamayacağını, bir Yaratıcıya muhtaç olduğunu anlamasını sağlar. Hayatın zorlukları, hastalıklar, kayıplar ve hüzünler karşısında insan, kendi iradesinin ne kadar sınırlı olduğunu fark eder. İşte bu farkındalık, insanı bir sığınak aramaya iter. Fıtraten zayıf ve muhtaç olan insan, güçlü ve zengin bir dayanak noktası arar. Bu dayanak, kendi gücünün bittiği yerde başlar. “Odur herkese nokta-i istinad. Odur her zaife cihet-i istimdad..” Bu dayanak, her şeye gücü yeten, sonsuz zenginlik sahibi olan Yaratıcıdır.
    Tarihte, bu gerçeği idrak eden pek çok insan, zayıflıklarını bir güç kaynağına dönüştürmüştür. Peygamberler, en zor anlarında dahi Allah’a tevekkül etmiş, O’na sığınmış ve bu sayede imkânsız gibi görünen başarıları elde etmişlerdir. Hz. İbrahim’in ateşe atılması, Hz. Musa’nın denizi yarması, Hz. Yusuf’un zindanda sabrı… Bütün bunlar, kendi acizliğinin farkında olanların, Yaratıcı’nın sonsuz gücüne dayanarak nasıl büyük mucizeler gösterebildiklerinin en güzel örnekleridir. İnsanın gücü, kendi acizliğini bilip Yaratıcı’nın kudretine iltica etmesinde saklıdır.
    Özet: Bu makale, insanın fani ve aciz bir varlık olduğunu, sınırsız arzularına karşı ömrünün sınırlı olduğunu ele almaktadır. Bu çaresizlik karşısında insanın bir sığınak ve dayanak noktasına ihtiyaç duyduğu ve bu dayanağın ancak sonsuz güç sahibi Yaratıcı olabileceği vurgulanmaktadır.

    4. İbrahim Hakkı ve Tevekkülün Sanatı

    İktibas: “…O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme…” (Mektubat – 224)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, Allah’ın iki temel sıfatı olan “Hakîm” (her şeyi hikmetle yapan) ve “Rahîm” (sonsuz merhamet sahibi) sıfatlarına dikkat çekmektedir. Kâinatta meydana gelen olaylar, bazen insana dehşet verici ve anlamsız gelebilir. Ancak bu olayların arkasında bir hikmet ve rahmetin bulunduğuna inanmak esastır. Bu noktada, meşhur düşünür Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” sözü, tam bir tevekkül ve teslimiyet ifadesidir. İnsanın bu olayları, sanki bir pencereden dışarıyı seyreder gibi, dışarıda kalarak, yani duygularına kapılmadan ve gereksiz endişeye düşmeden izlemesi gerektiği vurgulanır.

    Makale: Hikmet ve Rahmet Aynasında Tevekkül

    Hayat, kimi zaman akıl almaz ve dehşet verici olaylarla doludur. Savaşlar, salgın hastalıklar, doğal afetler… İnsan, bu olayların karşısında kendini çaresiz ve anlamsız bir varlık gibi hissedebilir. Bu his, Yaratıcı’nın kudretine olan imanı sarsabilir. İşte bu zor anlarda, “O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.” hakikati, sarsılmaz bir iman pınarıdır. Yaratıcı, her işi bir hikmet ve merhametle yapar. Bizim için kötü görünen bir olay, gelecekte daha büyük bir hayrın kapısını aralayabilir.
    Bu ilahi hakikat, insanı gereksiz endişe ve panikten kurtarır. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın meşhur sözü “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler”, bu teslimiyetin en güzel özetidir. Bu söz, bir pasiflik değil, aksine, insanın kendi sorumluluğunu yerine getirdikten sonra sonucunu Yaratıcı’nın hikmetine bırakmasıdır. İnsanın görevi, olayların içine girip çaresizliğe düşmek değil, onları bir pencereden seyrederek ibret almaktır. Yani, olayların görünen yüzüne takılıp kalmamak, arkasındaki ilahi hikmeti aramaktır. Bu durum, bir cerrahın hastasını ameliyat ederken gösterdiği merhametli sertliğe benzer. Hasta için acı verici olan bu işlem, aslında onun iyileşmesi için bir zorunluluktur.
    Tarih boyunca bu teslimiyet ahlakı, pek çok insanın zorluklar karşısında dimdik durmasını sağlamıştır. Yunus Emre’nin “Cânım, varım, ben O’na teslim” deyişi, Mevlana’nın “Ne olursan ol yine gel” çağrısı, bu teslimiyetin farklı yansımalarıdır. Bu teslimiyet, bir yenilgi değil, bilakis en büyük zaferdir. Zira insan, acizliğinin farkına varıp Yaratıcı’nın sonsuz gücüne dayandığında, iç huzurunu bulur ve hayatın fırtınaları karşısında sarsılmaz bir duruş sergiler.

    Özet: Bu makale, hayatın zorlukları karşısında Yaratıcı’nın hikmet ve merhametine güvenmenin önemini vurgulamaktadır. İbrahim Hakkı’nın sözüyle ifade edilen tevekkül anlayışı, olayların görünen yüzüne takılıp kalmadan, onların ardındaki ilahi manayı aramayı ve iç huzurunu korumayı öğretir.

    5. Kader ve Kalıp
    İktibas: “Kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıb vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir.” (Mesnevi-i Nuriye – 181)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, kaderin, her bir varlığın varoluşuna dair belirlenmiş bir ölçü (mikdar) ve bu ölçüye uygun bir şekil (kalıp) verdiğini ifade etmektedir. Her varlığın, sahip olduğu özellikler ve yetenekler, bu belirlenmiş kalıp içerisinde gelişir. Feyyaz-ı Mutlak (sonsuz feyz ve ihsan sahibi) olan Allah’tan gelen feyz (manevi akış, bereket), o varlığın fıtri yeteneğine (kabiliyeti) göre şekillenir. Yani, bir ağacın meyve vermesi, bir kuşun uçması, bir insanın düşünme yeteneği, hepsi kendi kalıpları içinde ve ilahi bir belirlemeyle gerçekleşir.

    Makale: Varoluşun Mükemmel Tasarımı

    Kâinatta rastgele hiçbir şey yoktur. Gözümüzün görebildiği her bir varlık, en küçük atomdan en büyük galaksilere kadar, belli bir düzen ve ölçü içinde yaratılmıştır. Bu düzenin en önemli sırrı ise kaderdir. Kader, her bir varlığa biçilmiş birer elbise, birer şablon gibidir. “Kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıb vermiştir.” Bu kalıplar, varlıkların potansiyellerini ve sınırlarını belirler. Bir elma çekirdeği, bir çam ağacı olamaz; bir kuş, bir balık gibi suda yaşayamaz. Her biri kendi fıtratına uygun bir kalıp ve ölçü ile donatılmıştır.
    Bu kader, aynı zamanda varlıkların potansiyellerini açığa çıkarmaları için bir zemin de hazırlar. “Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir.” Bu ifade, yaratılışta her varlığın, kendisine verilen kabiliyet kadar bir lütuf ve bereket alacağını gösterir. Tıpkı bir çiçeğin topraktan sadece kendisine lazım olan suyu ve besini alması gibi, her bir varlık da Yaratıcıdan aldığı feyzi, kendi fıtratının elverdiği ölçüde kullanır. Bu durum, hiçbir varlığın boş yere yaratılmadığını ve her birinin evrenin mükemmel işleyişinde bir rolü olduğunu isbatlar.
    Tarihte, bu kader inancı, insanlara hem bir teselli kaynağı hem de bir motivasyon kaynağı olmuştur. Zorluklar karşısında “kader böyleymiş” diyerek tevekkül etmek, imanın bir yansımasıdır. Ancak bu, pasif bir bekleyiş anlamına gelmez. Tam tersine, insan kendi kalıbının farkına varmalı, kendisine verilen yetenekleri keşfetmeli ve bu yetenekleri en iyi şekilde kullanarak hayatına bir anlam katmalıdır. Ressam fırçasını, şair kalemini, bilim adamı aklını bu kalıp içinde en iyi şekilde kullanır. Bu anlayış, insanı bir başkasının hayatını taklit etmekten kurtarır ve kendi özel yolculuğuna odaklanmasını sağlar.

    Özet: Bu makale, kaderin her varlığa bir ölçü ve kalıp verdiğini ve bu kalıpların, varlıkların Yaratıcıdan alacağı feyze olan kabiliyetlerini belirlediğini anlatmaktadır. Bu ilke, her varlığın kendine özel bir potansiyeli olduğunu ve bu potansiyeli kullanarak evrenin bütünlüğüne katkıda bulunduğunu vurgulamaktadır.

    6. İnsan, İman ve Sanat-ı İlahiye

    İktibas: “İnsan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı ilahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibarıyla bir kıymet alır.” (Sözler, Risale-i Nur)

    İzah ve Açıklama: Bu metin, insanın gerçek değerini neyin belirlediğini açıklar. İnsanın kıymeti, sadece biyolojik bir varlık olmasından değil, iç dünyasında ve görünüşünde tecelli eden ilahi sanatın (sanat-ı ilahiye) ve Rabbi’nin isimlerinin nakışlarının (nukuş-u esma-i Rabbaniye) yansımalarından gelir. Bu tecelliler, ancak iman ile doğru bir şekilde anlaşılır ve anlamlandırılır. İman, insanı bu ilahi sanatı görebilen bir ayna haline getirir ve böylece ona eşsiz bir değer kazandırır.

    Makale: İnsanlığın Yüce Değeri ve İman Aynası

    İnsanoğlu, yeryüzünün en karmaşık ve en gizemli varlığıdır. Fiziksel ve biyolojik yapısının mükemmelliği, akıl ve irade gibi eşsiz yetenekleri, onu diğer canlılardan ayırır. Ancak bir insanın gerçek değeri, sadece bu özelliklerden mi gelir? İşte bu soruya cevaben, “İnsan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı ilahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibarıyla bir kıymet alır.” hakikati ortaya çıkar. İnsan, sadece bir et ve kemik yığını değil, Yaratıcı’nın sanatının en güzel eseri, isimlerinin en parlak aynasıdır.
    İnsandaki mükemmel beyin yapısı, karmaşık sinir sistemi, kalbin ritmik atışı, gözün kusursuz mekanizması… Bütün bunlar, rastgele oluşmuş şeyler değil, Yaratıcı’nın Sanat-ı İlahiyesinin birer şaheseridir. İnsan yüzündeki ifadeler, sesindeki tonlamalar, duygularındaki derinlikler, hepsi Esma-i Rabbaniye’nin nakışlarıdır. Örneğin, insandaki şefkat, Yaratıcı’nın Rahim isminin; adalet duygusu, Adl isminin; ilim arzusu ise Âlim isminin bir yansımasıdır. İnsan, bu tecellileri ancak iman gözüyle görebilir. İman, bu nakışları okuyabilen bir anahtar, bu sanatı anlayabilen bir kalp gözüdür. İman etmeyen bir insan, bu nakışları göremez ve sadece biyolojik bir varlık olarak kalır.
    Tarih boyunca bu hakikati idrak edenler, insanlığa en büyük hizmetleri sunmuşlardır. Yunus Emre’nin “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” deyişi, insanın taşıdığı ilahi sanatın bir kabulüdür. Mevlana’nın “Gel” çağrısı, her insanda bulunan ilahi potansiyeli görmenin bir sonucudur. İman, insanı benmerkezcilikten kurtarır ve onu, evrenin ve tüm varlıkların Yaratıcısı’na bağlar. Bu bağ, insana sadece bir değer vermekle kalmaz, aynı zamanda ona bir amaç ve anlam da kazandırır. O artık amaçsız bir varlık değil, ilahi sanatı taşıyan ve yansıtan yüce bir halifedir.

    Özet: Bu makale, insanın gerçek değerinin sadece fiziksel özelliklerinden değil, iç dünyasında ve dış görünüşünde tecelli eden ilahi sanat ve isimlerin bir yansıması olarak ortaya çıktığını açıklamaktadır. Bu değerin ancak iman ile anlaşılabileceği ve imanın, insana bu ilahi nakışları okuma ve bu sayede eşsiz bir kıymet kazanma yeteneği verdiği vurgulanmaktadır.

    Genel Makale Özeti ve Bütünlük Değerlendirmesi

    Bu makaleler serisi, farklı açılardan Yaratıcı’yı ve O’nun kâinattaki tecellilerini tanıma ve anlama çabasını ele almaktadır. İlk makale, Yaratıcı’yı sınırlı aklımızla ancak O’nun isim ve sıfatları aracılığıyla tanıyabileceğimizi vurgulayarak bir başlangıç noktası sunar.
    İkinci makale, bir kedinin mırıltısı gibi küçük ve önemsiz görünen bir olayda bile ilahi merhametin izlerini görebileceğimizi, böylece kâinattaki her şeyin bir anlam taşıdığını anlatır.
    Üçüncü makale, insanın fani ve aciz bir varlık olduğunu kabul ederek, bu acizliğin Yaratıcı’nın sonsuz gücüne sığınmak için bir sebep olduğunu açıklar.
    Dördüncü makale, hayatın zorlukları karşısında tevekkül ve teslimiyetin önemini, her olayın ardında bir hikmet ve rahmetin bulunduğunu anlatır.
    Beşinci makale, kaderin her varlığa biçtiği özel bir kalıp ve ölçü olduğunu, bu sayede her şeyin mükemmel bir düzen içinde var olduğunu gösterir.
    Son olarak, altıncı makale, tüm bu tecellilerin en büyüğünün insanda olduğunu ve insanın gerçek değerini, içindeki ilahi sanatı imanla okumasıyla kazandığını vurgular.

    Bu makaleler, birbirinden bağımsız konuları ele alsa da, ortak bir tema etrafında birleşir: Yaratıcı’yı tanımak ve O’na iman etmek. Her biri, farklı bir pencereden kâinat kitabını okumayı öğretir. Bir bütün olarak ele alındığında, bu metinler, insanın kendi varlığını, kâinatı ve Yaratıcı’yı anlamak için nasıl bir yolculuğa çıkması gerektiğini gösteren kapsamlı bir rehber niteliğindedir. Bu yolculuk, dışarıdaki büyük olaylardan, içimizdeki en derin hislere kadar her şeyi kapsar ve sonuçta, insanın kendi acizliğini bilip Yaratıcı’nın sonsuz kudretine sığınmasıyla tamamlanır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gündem: “Ortak Zulüm” , Soykırım Tartışması ve Ağlayan Gazze

Gündem: “Ortak Zulüm” , Soykırım Tartışması ve Ağlayan Gazze

Özet. Son iki yılda Gazze’de yaşananlar hem bölgesel hem de küresel siyaseti derinden sarstı. Savaşa ilişkin insani bilanço, uluslararası hukuk tartışmaları, devletler arası askeri ve diplomatik ilişkiler ve sivil topluma yansıyan öfke, bu olayı sadece “bir çatışma” olmaktan çıkarıp tarihe geçecek bir dönemeç hâline getirdi. Bu makale, sonuçları kronolojik ve kavramsal bir açıdan değerlendirerek “İsrail–ABD ortaklığı” iddialarının köklerini, “soykırım” ifadelerinin hukuki ve siyasi boyutlarını ve Gazze’deki insani krizin tarihî anlamını tartışır.

1. Kısa tarihçe ve çatışmanın dönüşümü

2023 Ekim’inde başlayan saldırılar, bölgesel dinamikleri ve uluslararası ilişkileri hızla değiştirdi. Olayların ilk safhası askerî çatışma niteliğinde iken, takip eden aylarda altyapının tahribi, ablukalar, kıtlık riski ve kitlesel sivil ölümleri gündemi şekillendirdi. Bu durum, savaşın “sadece askerî operasyon” olmaktan çıkıp bir “insani felaket” hâline gelmesine yol açtı; uluslararası toplumda tartışmalar, yardım erişimi, silah satışları ve hukuki tanımlamalar ekseninde yoğunlaştı. (Genel kronoloji ve insani etkiler için bkz. ilgili haber raporları; aşağıda kaynaklar belirtilmiştir.)

2. ABD–İsrail ilişkileri: askerî destek ve tartışmalı satışlar

ABD ile İsrail arasındaki stratejik işbirliği uzun yıllara dayanır; eğitim, istihbarat paylaşımı ve askeri yardım bu ilişkinin temel sütunlarıdır. 2025 sonbaharında gündeme gelen yeni silah satışları —örneğin yaklaşık 6 milyar dolarlık Apache helikopterleri ve zırhlı araçlar ihtiva eden paket— Washington ile Tel Aviv arasındaki askeri bağın günlük bir göstergesi olarak yorumlandı. Bu tür tekliflerin Kongre onayına sunulması, hem ABD içinde hem de dünya çapında yoğun politik ve ahlaki tartışmalara yol açtı; bazı milletvekilleri ve sivil toplum aktörleri, ileri düzey saldırı teçhizatının sivil kayıpları artırabileceğini ve bu nedenle durdurulması gerektiğini savundu.
İsrail’in zulmüne ABD sadece destek olmadı, aynı zamanda ortak oldu.
Tartışma noktası: Bir devletin başka bir devlete askerî teçhizat satması uluslararası hukukta genellikle yasaldır; ancak satışın “bilerek” sivil ölümlere katkı sağladığına dair makul şüphe varsa, silah transferini durdurma yükümlülüğü (ahlaki ve zaman içinde hukuki baskı) gündeme gelebilir. Bu durum, uluslararası ilişkilerde “suç ortaklığı” veya “suçta iştirak” tartışmalarına kapı açar.

3. İnsanî bilanço: ölümler, açlık ve sağlık krizi

Gazze içindeki resmi ve sivil kaynakların raporları, on binlerce sivilin hayatını kaybettiğini, yüz binlercesinin yerlerinden edildiğini ve geniş çaplı bir sağlık ve beslenme krizinin süregeldiğini gösteriyor. Birleşmiş Milletler organları ile uluslararası sağlık kuruluşları, Gazze’de kıtlık, yetersiz tıbbi bakım ve çocuklarda artan malnutrisyon ölümleri gibi bulgular bildirdi; WHO ve OCHA gibi kuruluşların değerlendirmeleri, insani durumun “kritik” olduğunu ortaya koyuyor. Bu insani veriler, hem saha gerçekliğini hem de hukuki değerlendirmeler açısından önemli bir arka plan sunar.

4. “Soykırım” beyannamesi: hukuki çerçeve ve siyasi sonuçlar

Uluslararası hukukta “soykırım” tanımı 1948 Genocide Convention’da yer alır: bir ulusal, etnik, ırki veya dini grubu “tamamen veya kısmen yok etme” kastıyla işlenen belirli eylemler soykırım sayılır. Bu kastın (intent) açık ve net olarak belirli fiillerin (öldürme, ciddi bedeni/ruhi zarar verme, yaşam koşullarını yok edici şekilde dayatma, doğumları engelleyici tedbirler vb.) sistematik ve hedefli şekilde uygulanması, soykırım olduğunu açıkça göstermektedir

2025’in ortalarında Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve bağımsız üç üyeden oluşan bir komisyonun raporu, bazı üst düzey İsrail yetkililerinin eylemlerinin ve söylemlerinin “soykırım” kriterlerini karşılayabileceği yönünde bir çok belge sundu; rapor, dört maddede (Genocide Convention’ın belirlediği beş fiilden dördünde) deliller bulunduğunu belirtti. Bu rapor, uluslararası siyaset, yaptırım tartışmaları ve adli süreçler açısından önemli etki oluşturdu.

5. Diplomasi, protestolar ve uluslararası kamuoyu

Bireysel devlet liderlerinin açıklamaları, parlamento kararları ve sivil toplum hareketleri krizin küresel yankısını belirliyor. Örneğin İspanya Başbakanı Pedro Sánchez’in sert eleştirileri ve bazı Avrupa ülkelerinin tepkileri, devlet-düzeyinde yaptırım ve izolasyon çağrılarını gündeme getirdi; İsveç gibi ülkelerde geniş protesto gösterileri ve entelektüel çevrelerden sert eleştiriler yükseldi. Kamuoyunun tepkisi, diplomasinin şekillenmesinde ve uluslararası hukuki yollara iten baskıda belirleyici oluyor.

6. Tarihî perspektif ve sonuç

Tarih, büyük insani felaketlerin yalnızca çatışma anındaki silah kullanımıyla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda erişim engelleri, ekonomik kuşatma, altyapı yıkımı ve sürdürülmüş istikrarsızlığın uzun vadede “soykırım benzeri” sonuçlar doğurabileceğini gösterir. Nitekim geçmişte çeşitli örneklerde (Ruanda, Bosna, Darfur vb.) benzer tartışmalar uluslararası hukuk süreçlerine ve ulusal/uluslararası mahkemelere taşındı. Gazze durumu da muhtemelen gelecek yıllarda tarihçiler, hukukçular ve siyaset bilimciler tarafından “21. yüzyılın kritik bir sınavı” olarak ele alınacak ve sürekli İsrail’in bu soykırımı unutulmayacak ve hatırlanacaktır.

Öne çıkan sonuçlar:

• Askerî/ekonomik destek kararları sadece iki devlet arasında kapalı bir mesele değildir; uluslararası hukuki sorumluluk, sivil toplum baskısı ve vicdani kaygılar da karar vericiler üzerinde etkili olur.
• “Soykırım” BM raporlarıyla da tescil edilmiştir.
• İnsanî yardımin erişimi, açlık ve sağlık krizinin önlenmesi bugünün en acil ihtiyaçlarındandır; bu alanlarda uluslararası mekanizmaların güçlendirilmesi şarttır.

7. Ne yapılmalı? (Kısa politika önerileri)

• Acil insani koridorlar ve gıda/ilaç erişimi: Tarafsız uluslararası garantilerle geçici insani koridorların açılması.
• Silah transferlerinin bağımsız denetimi: Kritik teçhizat satışlarının insanî etki değerlendirmesi yapıldıktan sonra onaylanması.
• Bağımsız uluslararası soruşturmalar: Hukuki süreçlerin hızlandırılması ve delillerin korunması.
• Barış planına yatırım: Sadece askeri değil, ekonomik, insani ve politik çözümleri ihtiva eden kapsamlı bir yol haritası.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




PEYGAMBERİMİZE SAYGI VE SEVGİ

PEYGAMBERİMİZE SAYGI VE SEVGİ

Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) olan saygı, sadece bir sevgi meselesi değil; imanla doğrudan bağlantılı bir edep ve itaattir. Ayetlerden hareketle şunları görebiliyoruz:

1. Onun Sözünü ve Davranışını Üstün Tutmak
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”
(Hucurât, 49/1)
🔹 Burada “önüne geçmeyin” ifadesi; kendi görüşümüzü, aklımızı veya ölçümüzü, Resûlullah’ın (s.a.v.) getirdiği ölçülerin önüne koymamaktır. Saygı, önce itaat ve teslimiyetle başlar.
2. Sesleri Yükseltmemek, Edebi Korumak
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin; birbirinize bağırdığınız gibi ona yüksek sesle hitap etmeyin. Yoksa farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”
(Hucurât, 49/2)
🔹 Bu ayet, zahiren bir konuşma adabı gibi görünse de, batınen çok daha derin bir ölçüdür: Resûlullah’ın şahsiyetine ve sünnetine karşı laubalilik, hafife alma, küçümseme, imanı tehlikeye atar.
3. Ona İtaat = Allah’a İtaat
“Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”
(Nisâ, 4/80)
🔹 Peygamber’e saygı, sadece bir duygu değil; onun emir ve yasaklarını Allah’ın emri bilip uygulamaktır.
🔹” Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’a gönülden saygı bes¬leyip O’na karşı gelmekten sakının.” Haşr.7.
4. Ona Salât ve Selâm Getirmek
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”
(Ahzâb, 33/56)
🔹 Saygının en bariz tezahürü: sürekli salât ve selâm getirmek, onunla kalbî bir bağ kurmak.
5. Onu Üstün Sevgiyle Sevmek
Kur’an, Peygamberimizin (s.a.v.) mü’minlere “canlarından daha yakın” olduğunu bildirir:
“Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha önceliklidir.”
(Ahzâb, 33/6)
🔹 Yani iman, Resûlullah’ı kendi nefsimizden, ailemizden ve dünyadaki her şeyden üstün tutmayı gerektirir.
✅ Özet: Kur’an’a göre Peygamberimize saygı;
• Onun önüne geçmemek,
• Sesimizi, sözümüzü ve fikrimizi onun ölçülerinin üzerine çıkarmamak,
• Ona itaat etmek,
• Sünnetine sarılmak,
• Salât ü selâm getirmek,
• Onu her şeyden çok sevmekle gerçekleşir.
***
Ecdad buna istinaden bu mukaddes manalari hiç tek başına kullanmamış,sifatlarıyla, izafet terkibiyle dile getirmiştir.
-Mekke-i Mükerreme
-Kabe-i Muazzama
-Beyti Atik
-Medine-i Münevvere
-Şam-ı Şerif
-Hadis-i Şerif
-Kudüs-ü Şerif
-Mescidi Aksa
-Mübarek Mescid
-Mescidi Şerif
-Mescidi Nebi
-Makamı İbrahim
-Haremi Şerif
-Kuran-ı Kerim
-Furkan-ı Hakim
-Kitab-ı Mukaddes
Kütüb-i mukaddes
-Muhammed Mustafa
-Ravza-i Mutahhara
-Ramazanı Mübarek
– Sahabe-i Kiram
-Ashab-ı Güzin
-Hatice-i Kübra
-Fatimat-uz Zehra
-Ebubekir-i Sıddık
-Ömer’i Faruk
-Aliyy-el Mürteza
-Osman-ı Zinnureyn

****

Rasulullahı neden bu kadar çok seviyoruz?
Çünkü 1400 küsur senedir bütün güzelliklerin temelinde o var?
Neden mi bu kadar çok seviyoruz?
Çünkü tüm güzellikler kesilmeden, sürekli artarak devam ediyor da ondan.
Allahın isimlerinin tecellisi içinde en çok tecellilerin zuhuruna vesile odur da ondan.
Mahlukat içinde en kemal ve zirve noktasında eşsiz olarak o bulunmaktadır.
Mefhumu muhalifiyle, O Zatı kaldır, geriye ne kalır.
Onca güzellikler kaybolup gider.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com