Ortadoğu’da Tarihî Döngü: Kudüs’ten Gazze’ye İslam Dünyasının İmtihanı

Ortadoğu’da Tarihî Döngü: Kudüs’ten Gazze’ye İslam Dünyasının İmtihanı
Tarih, sadece geçmişin hatıraları değildir; bugünü anlamlandıran ve yarına yön veren bir aynadır. Ortadoğu coğrafyası, yüzyıllar boyunca dinlerin, medeniyetlerin ve imparatorlukların kavşağı oldu. Kudüs merkezli mücadeleler, Haçlı Seferlerinden Osmanlı’ya, oradan modern çağın Filistin meselesine kadar kesintisiz bir süreklilik arz eder. Bugün Gazze’de yaşananlar, aslında tarihin bu uzun döngüsünün yeni bir halkasıdır.
İslam İttifakı Fikri: Tarihten Bugüne
Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani’nin dillendirdiği “İslam İttifakı” çağrısı, tarihin derinlerinde yankı bulan bir sözdür. Hz. Ömer’in (r.a.) Kudüs’ü fethettiği gün verdiği emanname, Müslümanların adalet ve koruma temelli birlik anlayışının ilk örneklerindendi. Daha sonra Abbâsîlerin hilafet bayrağı altında İslam coğrafyasını birleştirmeleri, Selçukluların Haçlılara karşı ittifak ruhunu diriltmeleri, Osmanlı’nın İslam dünyasına kalkan oluşu hep aynı çizginin devamıdır.
Bugün Gazze vesilesiyle gündeme gelen “ortak savunma ittifakı” fikri, aslında İslam dünyasının tarihsel hafızasında derin köklere sahiptir.
Mısır’ın Tavrı ve Tarihî Hafıza
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin, İsrail’in Katar saldırısına karşı güvenlik bağlarını koparma tehdidi, tarihî açıdan da anlamlıdır. Kahire, asırlar boyunca İslam dünyasının stratejik merkezlerinden biri oldu. Memlükler döneminde Ayn Câlût’ta Moğollara karşı verilen zafer, sadece Mısır için değil, bütün İslam dünyası için bir dönüm noktasıydı. Bugün Mısır’ın Gazze ve Katar açısındaki diplomatik tavırları, o tarihî misyonun gölgesinde okunabilir.
Küresel Tepki ve Halkların Direnişi
Yunanistan’da bir İsrail askerine yönelik tepki, ya da dünyanın farklı coğrafyalarında yükselen Filistin dayanışması, tarihin bir başka boyutunu hatırlatıyor. Haçlı seferlerinde Kudüs’ün işgali karşısında Anadolu’dan Endülüs’e kadar halkların gösterdiği infialin modern izdüşümü bugün meydanlarda ve sosyal medyada görülüyor. Halkların vicdanı, çoğu zaman devletlerin siyasi hesaplarının önüne geçmiş ve yeni bir tarih akışı doğurmuştur.
Gazze’de Çocukların Hafızlığı: Direnişin En Saf Yüzü
Bütün yıkım ve kıtlık şartları içinde hafızlığını tamamlayan Gazzeli çocuk, tarihin bir başka gerçeğini gösteriyor: Direniş sadece silahla değil, kalemle, hafızayla ve imanla da olur. Endülüs’ün yıkılışında İslam kültürü Avrupa’ya bir ilim mirası bırakmıştı. Bugün Gazze’de Kur’an’a sarılan çocuklar, gelecek nesiller için ümmetin hafızasını diri tutuyor.
İsrail’in Saldırıları ve Tarihî Çıkmaz
İsrail’in işgal politikaları, 1948 Nakba’sından beri bölgede süregelen kanlı bir tarih üretti. Eski Genelkurmay Başkanı’nın “200 binden fazla kişi öldü” itirafı, tarihe kara bir sayfa olarak kaydedildi. Tarihte her işgalci güç, bir süre kazanmış olsa da, adaletsizlik üzerine kurulu hiçbir düzenin uzun ömürlü olmadığı gerçeği hatırlatıyor. Roma’nın Kudüs’ten sürgün ettiği halk, Osmanlı’nın hoşgörüsüyle geri dönmüştü. Bugün İsrail’in uyguladığı zorbalık, yarının tarihçileri için bir ibret vesikası olacaktır.
Suriye bunun en yakın ve en bariz örneğidir
Yeni Bir Dönüm Noktası mı?
Doha’daki diplomasi trafiği, İslam dünyasının ortak bir strateji geliştirme arayışını gösteriyor. NATO tarzı bir “Arap gücü” fikri tartışılıyor. Avrupa devletlerinin Filistin’i tanıma ihtimali gündemde. Bütün bunlar, tarihin yeni bir dönüm noktasına yaklaştığını düşündürüyor. Kudüs Rum Ortodoks Patriği’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Hz. Ömer’in emanname tablosunu takdim etmesi de, adalet ve güvence fikrinin bugün hâlâ insanlığın aradığı değer olduğunun sembolüdür.
Sonuç: Tarihin Aynasında Gazze
Ortadoğu’da bugün yaşananlar, sadece politik ve askeri gelişmeler değildir; tarihin derin damarlarından beslenen bir imtihandır. İslam dünyası, Hz. Ömer’den Selahaddin’e, oradan Osmanlı’ya uzanan birlik ve adalet mirasını yeniden hatırlamak zorundadır. Gazze’deki bir çocuğun secdesi, meydanlarda yükselen Filistin bayrakları ve devletlerarası diplomasi trafiği, tarihin akışını yeniden şekillendirecek bir sürecin işaretleridir.
Tarih bize şunu fısıldıyor: Zulüm baki değildir, adalet ise er geç galip gelir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




KUR’AN’I KERÎM’DE GEÇEN – MEN

translator

Double-click

Select to translate

 

KUR’AN’I KERÎM’DE GEÇEN – MEN – ‘ – مَنْ –
KELIMESI VE GELDİĞİ ANLAMLAR

Kur’an-ı Kerim’de geçen “men” (مَنْ) kelimesi, genellikle “kim” veya “her kim” anlamlarında kullanılan bir ism-i mevsul (bağlaç) veya edat olarak karşımıza çıkar. Bu kelimenin kullanımı ve anlamı, içinde bulunduğu cümlenin bağlamına göre değişebilir.
İşte başlıca anlamları ve kullanıldığı yerlere göre örnekleri:
1. İsmi Mevsul (Bağlaç) Olarak: “Kim”, “Her kim”
Bu, “men” kelimesinin en yaygın kullanımıdır. Cümlede kendisinden sonra gelen bir fiil veya isimle bağlantı kurarak, belirsiz bir kişiyi veya grubu ifade eder.
* Örnek:
* Men yettekillahe yec’al lehu mahrecen. (Talak Suresi, 2. ayet)
* Anlamı: “Her kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir.”
* Bu kullanımda, “men” kelimesi bir şart edatı gibi de işlev görür ve bir eylemin sonucunu belirtir.
2. Soru Edatı Olarak: “Kim?”
“Men”, soru sormak için de kullanılır. Bu kullanımda cümlenin başında yer alır ve bir kişinin kimliğini, varlığını veya durumunu öğrenmek için kullanılır.
* Örnek:
* Men rabbukum? (Mü’minun Suresi, 116. ayet)
* Anlamı: “Sizin Rabbiniz kim?”
Özetle
Kur’an’da “men” kelimesi, ayetin akışına göre hem bir ism-i mevsul olarak “her kim” anlamında hem de bir soru edatı olarak “kim?” anlamında kullanılır. Bu farklılık, kelimenin geçtiği ayetin öncesine ve sonrasına bakılarak anlaşılabilir.

******

‘ MEN ‘ – KİMDİR – İLE İLGİLİ AYET MEALLERİ :

• Ankebut Suresi, 68. ayet: Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerden veya kendisine hak geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim kimdir? İnkar edenlere cehennem içinde bir konaklama yeri mi yok?
• Ahzab Suresi, 17. ayet: De ki: “Size bir kötülük isteyecek olsa sizi Allah’tan koruyacak, veya size bir rahmet isteyecek olsa (buna engel olacak) kimdir?” Onlar, kendileri için Allah’ın dışında ne bir veli, ne bir yardımcı bulamazlar.
• Fussilet Suresi, 52. ayet: De ki: “Gördünüz mü haber verin; eğer o (Kur’an) Allah Katından ise, sonra siz onu inkar etmişseniz (bu durumda) uzak bir ayrılık içinde olandan daha sapık kimdir?”
• Zümer Suresi, 32. ayet: Allah’a karşı yalan söyleyenden ve kendisine geldiğinde doğruyu (Kur’an’ı) yalanlayandan daha zalim kimdir? Kafirler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok?
• Fussilet Suresi, 33. ayet: Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?
• Ahkaf Suresi, 5. ayet: Allah’ı bırakıp kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecek şeylere tapandan daha sapmış kimdir? Oysa onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.
• Hadid Suresi, 11. ayet: Allah’a güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allah, bunu onun için kat kat arttırır. Onun için ‘kerim (üstün ve onurlu) bir ecir vardır.
• Saff Suresi, 7. ayet: İslam’a çağrıldığı halde, Allah’a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.
• Mülk Suresi, 28. ayet: De ki: “Haber verir misiniz; eğer Allah, beni ve benimle birlikte olanları yıkıma uğratır ya da bizi esirgerse, (peki) bu durumda kafirleri acı bir azaptan kurtaracak olan kimdir?”

( Bak. https://www.kuranfihristi.net/ayetleri/Kimdir
Arapçası için bak:
https://www.kuranvemeali.com/ayet_bul?sure=mulk&ayet=28&kelime=

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Nil’in Dalgalarında Musa, Gazze’nin Dalgalarında Çocuklar

Nil’in Dalgalarında Musa, Gazze’nin Dalgalarında Çocuklar
Tarih boyunca zalimler aynı zulmü farklı isimlerle, farklı zamanlarda tekrarladılar. Firavun’un Mısır’daki zulmü ile bugünün Netanyahu’sunun Gazze’deki katliamı arasında asırlar var, ama zulmün rengi hiç değişmedi. Firavun erkek çocukları boğazlarken, Netanyahu erkek-kız ayırt etmeksizin bütün masumları hedef alıyor. O zaman Nil nehri ağlamıştı; bugün Gazze’nin enkazları, yıkık duvarları, kanlı taşları ağlıyor.
Ama o tarihte Musa, katilin sarayında büyüdü. İlâhî kader, zalimi kendi kucağında imha edecek tohumu ona taşıttı. Nil’in dalgaları Musa’yı Firavun’un sarayına götürdü, sarayın taşları arasında yeşertti. Firavun kendi elleriyle kendini yok edecek kaderi bağrında büyüttü.
Neden Nil’e bırakıldı?
Musa’nın annesi, Allah’a tam teslimiyetin sembolüdür. Çocuğunu gizleyebilirdi; lakin Firavun’un askerleri her evi arıyordu. İnsan aklı bir yere kadar çözüm bulur; gerisi Allah’ın kaderine teslimdir. Nil’e bırakmak bir “ümitsizliğin değil, imanın” işaretiydi. Anne oğlunu suya bırakmadı aslında; Allah’a bıraktı.
O çocuk, Firavun’un ölüm fermanına rağmen, Firavun’un sarayında büyüdü. Bu, kaderin ince mesajıdır:
Zalimler bazen kendi sonlarını, farkında olmadan kendi elleriyle hazırlarlar.
Kaderin Mesajları
• Zulüm ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın planı daha büyüktür.
• Masumun gözyaşı boşuna akmaz; Firavun’un sarayını basan dalga, önce mazlumun duasında başlar.
• Zalim, düşman sandığı şeyi kucağında büyütür; nihayet kendi eliyle kendi sonunu hazırlar.
Firavun ve Netanyahu
Firavun, erkek çocukları öldürdü; Netanyahu, kız erkek ayırt etmeden bütün çocukları öldürüyor. Firavun, Nil’in dalgalarıyla boğuldu; Netanyahu, çağımızın “dalgalarıyla” — halkların vicdanıyla, mazlumların direnişiyle, tarihin adaletiyle — boğulmaya doğru gidiyor.
Bugün Gazze’nin enkazında büyüyen her çocuk, yarının Musa’sıdır. Zalim bunu fark etmez; fakat Allah’ın kaderi, mazlumların duasında gizlidir.
Sumud Filosu ve Firavun’un Sarayı
“Sumud” Arapçada “sebat, direniş, kök salma” demektir. Filistinlilerin iradesi işte bu kökten gelen bir sabırdır. Sumud Filosu, sadece denizlerde yol alan gemiler değil, aynı zamanda vicdanların birleşip zalimin sarayına doğru yürümesidir.
Nasıl ki Musa’nın sepeti Nil’in dalgalarıyla Firavun’un sarayına ulaştıysa, bugün Sumud Filosu da Gazze’nin dalgalarıyla Netanyahu’nun sarayına çarpıyor. Askeri güçle değil, insanlığın vicdanıyla. Onların yükü bomba değil; mazlumun duası, masumun umudu.
Alınacak Dersler
• Mazlumun duasını hafife alma. Nil’de bir sepet gibi görünen şey, bir imparatorluğu devirdi.
• Zulüm büyüdükçe sonu da yaklaşır. Firavun ne kadar çocuk öldürdüyse, o kadar kendi sonunu hazırladı.
• Allah’ın kaderi ince işler. Zalim, düşmanını kendi sarayında büyütür, kendi eliyle kendi sonunu hazırlar.
• Her Musa bir gün Firavun’a karşı çıkar. Bugün Gazze’de enkaz altındaki çocuklar, yarının Musa’sı olacaktır.
Bugün Netanyahu’nun tankları, uçakları, füzeleri güçlü görünebilir. Ama unutmayalım: Nil’in suları taş kesilmiş orduları yuttu. Ve hiçbir saray, hiçbir zırhlı kapı, mazlumun duasına karşı dayanmaz.
Firavun sarayında korkarak büyüdü Musa; Netanyahu’nun korkarak yaşadığı dünyada ise binlerce Musa büyüyor.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Terör, Darbe ve Milletin İmtihanı: Dün 1980, Bugün Türkiye

Terör, Darbe ve Milletin İmtihanı: Dün 1980, Bugün Türkiye
Türkiye’nin yakın tarihi, derslerle dolu bir laboratuvar gibidir. 1970’li yıllarda tırmandırılan terör, 1980 darbesine giden yolun taşlarını döşedi. On yıl boyunca kan gövdeyi götürürken, yüzlerce insan sokak ortasında öldürülürken, devletin güvenlik mekanizmaları âdeta “seyirci” gibi davrandı. Ne gariptir ki, 12 Eylül 1980 sabahında ordu yönetime el koyar koymaz, yıllardır süren çatışmalar bir gecede “bıçakla kesilmiş gibi” sona erdi.
Terör ve Darbe İlişkisi
Şu soruyu sormadan edemiyor insan: On yıl boyunca bitirilemeyen terör bir gecede nasıl bitti?
• Demek ki düğmeye basanlar vardı.
• Birileri önce “terör” kartını masaya sürdü, ardından “darbe” kartını devreye aldı.
• Sonuç: Terör bitti ama yerine darbe anayasası geldi.
Bu tablo bize şunu gösteriyor: Terör ve darbe, çoğu zaman aynı zihniyetin farklı araçlarıdır. Millet korku ve kaosla sindirilir, ardından “kurtarıcı” kılıfıyla vesayetçi bir düzen dayatılır.
Anayasa ve Milletin İradesi
12 Eylül Anayasası hâlâ yürürlükte. Kırpıla kırpıla değiştirildi ama ruhu aynı kaldı. Çünkü o anayasa, milletin uzlaşmasıyla değil, tankların gölgesinde yazıldı. Halkın değil, darbecilerin mantığını yansıtıyor.
Şimdi “Terörsüz Türkiye Komisyonu” kuruluyor. Ama şu soruyu kendimize sormalıyız:
• Terörün bitmesi için illa ki bir darbe mi gerekiyor?
• Millet kendi iradesiyle, kendi aklıyla, kendi ortak masasıyla meselelerini çözemeyecek mi?
Eğer toplum kendi sorunlarını konuşarak, uzlaşarak çözmezse, her zaman dışarıdan veya içeriden “oyun kurucular” devreye girer. Oyun kurucular terör düğmesine basar, sonra darbe düğmesine.
Tarihten Ders
1970’lerdeki tablo ortada:
• Terör vardı,
• Kaos büyütüldü,
• 12 Eylül geldi,
• Darbe anayasasıyla vesayet pekiştirildi.
Bugün yapılması gereken, milletin kendi geleceğini kendi elleriyle şekillendirmesidir. Eğer biz kendi anayasamızı yapmazsak, başkaları bizim için yazar. Eğer biz terörü konuşarak, hukukla ve adaletle bitirmezsek, birileri terör kartını yeniden açar.
Sonuç: Milletin Kendi Gücüne İnanması
Terörün ve darbenin ortak noktası, milleti iradesiz bırakmaktır. Oysa tarih bize gösteriyor:
• Bu millet bir araya geldiğinde,
• Kendi meselelerini kendi aklıyla çözdüğünde,
• Kendi anayasasını kendi iradesiyle yaptığında,
ne teröre, ne darbeye, ne de dış oyunlara ihtiyaç kalır.
Türkiye’nin önündeki en büyük imtihan budur: Milletin kendi iradesine sahip çıkması.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Kudüs’ten Gazze’ye: İsrail’in Saldırganlığı ve Dünya Vicdanının İmtihanı

Kudüs’ten Gazze’ye: İsrail’in Saldırganlığı ve Dünya Vicdanının İmtihanı
Ortadoğu yeniden ateş çemberine sürüklenirken, yaşanan gelişmeler hem bölge siyaseti hem de insanlık vicdanı açısından tarihi bir döneme işaret ediyor.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kudüs Rum Ortodoks Kilisesi Patriği III. Teofilos ile İstanbul’da yaptığı görüşme, Kudüs’ün tarihi ve dini statüsünü koruma kararlılığının önemli bir göstergesiydi. Erdoğan’ın, İsrail’in Kudüs’teki tasarruflarının sadece Müslümanlara değil, Hristiyan ve Yahudi toplumlarının ortak mirasına da zarar verdiğini vurgulaması dikkat çekiciydi. Bu yaklaşım, Kudüs’ün sadece bir dinin değil, insanlığın ortak emaneti olduğunu ortaya koyuyor.
Gazze’de Kapsamlı Katliam
Bu diplomatik temaslar sürerken Gazze’den gelen haberler ise insanlığın kanını donduruyor. İsrail’in yoğunlaştırdığı saldırılar, artık sadece askeri bir işgal değil, kapsamlı bir katliam boyutuna ulaşmış durumda. Filistin kaynakları, halkın “cehennem gibi bir hayattan ölüme doğru kaçtığını” bildiriyor. Bombaların altında yüz binlerce insan güneye sürülüyor, fakat orada da ne barınacak bir çatı ne de sığınacak güvenli bir yer var.
TRT World’ün hazırladığı “Fotoğraflarımda Kalan Gazze” belgeseli, bu soykırımı belgeler nitelikte. Bir zamanlar çocukların gülüşlerini kayda alan objektifler, şimdi enkaz altında can veren bedenleri, yaralı çocukları ve gözü yaşlı aileleri belgelemek zorunda kalıyor.
Küresel Vicdan: Gazze Yolunda Gemiler
Bütün bu vahşet karşısında dünyanın çeşitli yerlerinden aktivistler harekete geçti. 50’den fazla ülkeden bine yakın aktivistin katıldığı Küresel Sumud Filosu, Akdeniz’den Gazze’ye doğru yola çıktı. İspanya’dan çıkan 22 gemi, Tunus’tan katılan 23 gemiyle birleşerek Akdeniz’de büyük bir dayanışma örneği sergiliyor. Bu filonun, Türkiye, İtalya ve Yunanistan’dan katılacak teknelerle buluşması bekleniyor.
Tarih bize şunu gösteriyor: Silahların gücü sınırlıdır, ama vicdanın sesi dalga dalga dünyaya yayılır. Filistin direnişi de sadece yeraltındaki tünellerden değil, denizlerin üstünden ve vicdanların derinliklerinden yükseliyor.
İsrail’in Küresel Yalnızlığı
İsrail’in saldırgan politikaları yalnızca Filistin’i değil, tüm bölgeyi hedef alıyor. Katar’a yönelik tehditler, cami ve kilise ayrımı gözetmeden yapılan bombardımanlar ve işgal altındaki topraklarda mirası yok etme çabaları, artık sadece Müslümanların değil Hristiyan dünyasının da tepkisini çekiyor.
Bunun en somut örneklerinden biri, Avrupa’dan geldi: Slovenya, İspanya, İzlanda, İrlanda ve Hollanda, “İsrail varsa biz yokuz” diyerek uluslararası bir yarışmadan çekileceklerini ilan ettiler. Bu tavır, İsrail’in dünya çapında artan yalnızlığının işareti. Şimdi gözler, Azerbaycan’ın tavrına çevrilmiş durumda.
Gazze’den Yükselen Çocuk Çığlığı
Bu savaşın en ağır bedelini ise çocuklar ödüyor. Gazzeli 9 yaşındaki Esed el-Meydane, bir İsrail saldırısında kolunu kaybetti, bacağına platin takıldı ve hayatı altüst oldu. Bir zamanlar oyun oynadığı arkadaşlarını şimdi sadece hayal edebiliyor. Onun dramı, Gazze’deki binlerce çocuğun ortak hikâyesi.
Bu manzara karşısında suskun kalmak, sadece bir siyasi tercih değil, insanlık adına bir utançtır.
Sonuç: Vicdanlar Ayağa Kalkmalı
Bugün yaşananlar, sadece bir savaş değil, insanlığın vicdan testidir. Kudüs’teki statüye yönelen saldırılar, Gazze’de işlenen katliamlar ve çocukların bedenine işlenen zulüm, dünyayı ikiye ayırıyor: Zulmün ortağı olanlar ve mazlumun yanında duranlar.
Cumhurbaşkanımızın Kudüs vurgusu, Filistin’den yükselen çığlıklar, aktivistlerin denizlere açılan gemileri ve dünya çapında yükselen tepkiler bize şunu gösteriyor: İsrail’in saldırganlığı, sadece Filistinlilere değil, insanlığın ortak değerlerine karşı işlenmiş bir suçtur.
Ve tarih, bu suçun sessiz şahitlerini de yazacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




YA AHİRET OLMASAYDI?

YA AHİRET OLMASAYDI?

Bunca kirli işler ve onu yapıp da hakkıyla ceza almayanların durumu ve hakkı yenilen mağdurların alınacak hakları ne olacaktı?
Bir adaletsizlik olmayacak mıydı?
Yoksa bunca, başta bazı belediyeler olmak üzere yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık gibi pislikler başka türlü temizlenmez.
Ve ne kadarda pislik varmış!
Adeta şehirlerin kanalizasyonları patlamış.
Bunların yedi okyanus bile üzerlerinden aksa temizleyemez.
Onları ancak hiç bir iltimascının haksız iltimasının ve rüşvetin olmadığı ve Hakiminin Allah olduğu ahiret mahkemesinde gerçek olarak tecelli eder.
Ve bunca pisliği de ancak cehennem temizler.
Biraz daha açalım:

******

Ya Ahiret Olmasaydı?

İnsanlığın tarihine bakıldığında, nice zulümlerin, yolsuzlukların, kan ve gözyaşının sayfalara döküldüğünü görürüz. Nice haksızlıklar işlenmiş, nice mazlumların ahı arşa yükselmiş; ama fail zalimler dünyada ellerini kollarını sallayarak gezmişlerdir.

Eğer sadece bu dünya olsaydı, eğer adalet yalnızca bu fani hayatla sınırlı kalsaydı; bütün hakların zayi olduğu, zulmün karanlıkta kaldığı, mazlumun hesabının sorulmadığı bir âlemde yaşamış olmaz mıydık?

Bu düşünce bile insan vicdanını titretir. Çünkü vicdan bilir ki; adalet, yalnızca bu dünya mahkemelerine sığmaz.

Fani Mahkemelerin Aczi

Belediye koridorlarında dönen yolsuzluklar, makam odalarında gizli pazarlıklar, rüşvetin kara gölgeleri…
Bunların bir kısmı ortaya çıkar; bir kısmı gizli kalır.
Ortaya çıkanlar da çoğu zaman ya siyasî güçle örtülür, ya da adalet terazisi bir tarafı ağır basacak şekilde bozulur.

Bir mazlumun hakkı yıllarca sürüncemede kalır, zalim ise malını, makamını, nüfuzunu kullanarak kurtulur. İşte bu noktada vicdan haykırır:
“Ya ahiret olmasaydı? Bu haksızlıkların hesabı nerede sorulacaktı?”

Ahiret: Mutlak Adaletin Mahkemesi

Ahiret, varlığın en büyük teminatıdır. Çünkü orada:

Ne rüşvet vardır, ne torpil.

Ne makamın gücü vardır, ne servetin hilesi.

Hakim, âlemlerin Rabbi’dir.

Şahitler, insanın bizzat kendi organları, kendi nefsi, kendi amelleridir.

Orada en küçük bir zulüm bile cezasız kalmaz. Zerre kadar hayır gözetilir, zerre kadar şer kaydedilir.
İnsanın bütün perdesiz hakikati, mahşer meydanında açığa çıkar.

Cehennem: Kirlerin Gerçek Temizleyicisi

Şehirlerin kanalizasyonları patlamış gibi yayılan bu pislikler, ne dünya sularıyla yıkanır, ne de insan eliyle temizlenir.
Bu kirleri temizleyecek tek güç, cehennemdir.

Çünkü cehennem, adaletin kızgın ocağıdır. Dünyada ellerini kana, rüşvete, zulme bulaştıranların, orada yanmadan temizlenmesi mümkün değildir.
Tıpkı kirli bir madenin ateşte arıtılması gibi, insan da orada hak ettiği şekilde arınır.

Vicdanın Tesellisi

Mazlum için ahiret, tesellinin en büyük kaynağıdır.
Çünkü bilir ki: Hakkı burada alınmasa da, “Hakkın Mahkemesi”nde zerresi zayi olmayacaktır.

Zalim için ahiret, en büyük korkudur. Çünkü bilir ki: Burada kullandığı hile, orada işe yaramayacaktır.
Ne avukatlar kurtarır, ne yalancı şahitler; herkes kendi amelinin mahkûmudur.

Sonuç: Ahiret Olmasaydı?

Ahiret olmasaydı:

İnsanlık, en büyük adaletsizliğin içinde boğulurdu.

Mazlumun gözyaşı yerde kalır, zalimin zulmü sonsuza dek sürerdi.

Vicdan, sonsuz bir isyanla çırpınır, adalet ise manasız bir kelimeden ibaret kalırdı.

Ama Rabbimiz var, ahiret var, hesap var.
Ve şükür ki, hiçbir hak sahibinin hakkı kaybolmaz.
Bütün pislikleri yıkayacak bir mahkeme, bütün kirleri temizleyecek bir cehennem vardır.

✍️ Böylece ahiret, sadece iman esası değil; aynı zamanda insanlığın adalet sigortasıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Kanunî hak” ile “meşrû hak” arasındaki fark

Kanunî hak” ile “meşrû hak” arasındaki fark,
1. Hukukî izin ≠ Meşrûiyet
• Devletler, toplum düzenini sağlamak için kanunlar koyar. Bu kanunlarda bazı fiillere izin verilebilir. Ancak İslâm’a göre kanunların verdiği izin, o fiilin helâl veya meşrû olduğu anlamına gelmez.
• Mesela bir devlet, içkiye veya faize izin verebilir. Ama bunlar Allah katında haramdır. Yani hukuken “izinli” olsa da, dinen “yasak” ve “günah”tır.
2. İslâm’da meşrûiyet ölçüsü
• İslâm’da meşrûiyetin ölçüsü Kur’an ve Sünnettir.
• Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Helâl bellidir, haram bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır…” (Buhârî, Müslim)
Yani hakikî hak, Allah’ın hak tanıdıklarıdır. İnsan eliyle verilen her hak dinî ölçüye vurulmadan “meşrû” sayılamaz.
3. Yasal hak ile dinî hak arasındaki ayrım
• Yasal hak: Devletin hukuken izin verdiği şeylerdir. Örn: içki ruhsatı, faizli banka işlemleri, kumarhane açma izni.
• Dinî hak: Allah’ın kullarına meşrû gördüğü, yapmalarını helâl kıldığı işlerdir. Örn: ticaret, evlilik, ibadet.
İşte fark burada: Yasal hak her zaman helâl değildir. Hatta çoğu zaman dinin yasakladığı şeylere “özgürlük” adıyla izin verilir.
4. Misaller
• İçki: Devlet izin veriyor ama Kur’an kesin haram kılıyor (Mâide, 90-91).
• Faiz: Kanunla serbesttir, ama Kur’an’da Allah ve Resulüne savaş açmak gibi ağır bir tehdit vardır (Bakara, 279).
• Zina/Fuhuş: Bazı ülkeler kanunen serbest bırakıyor; ama İslâm’da büyük günah.
📌 Sonuç:
Her yasal izin meşrû değildir. İslâm açısından meşrûiyetin ölçüsü Allah’ın koyduğu hükümlerdir. Kanunlar bazen doğruya uygun olabilir, bazen de hakikatin zıddına işler yapabilir. Mümin için bağlayıcı olan, Allah’ın helâl ve haram kıldığıdır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com