Osmanlı Arşivlerinin Hazin Serüveni: Satılan, Yakılan ve Saklanan Tarih

Osmanlı Arşivlerinin Hazin Serüveni: Satılan, Yakılan ve Saklanan Tarih

Tarih, sadece yaşanmış olayların toplamı değildir. Tarih, belgelerle, kayıtlarla, hatıralarla ayakta durur. Bir milletin hafızası, onun arşivleridir. İşte bu sebeple Osmanlı arşivlerinin serüveni, yalnızca evrakların değil, bir medeniyetin hafızasının trajedisidir.

Devasa Bir Arşivin Mirası

Osmanlı Devleti, altı asır boyunca üç kıtada hüküm sürmüş, milyonlarca belgenin üretildiği muazzam bir bürokratik yapıya sahipti. Fermanlar, ahidnameler, beratlar, tahrir defterleri, diplomatik yazışmalar… Bunlar sadece devletin idaresini değil, aynı zamanda toplumun hafızasını da kayıt altına alıyordu.

Satılan Belgeler: Kilo Kilo Tarih

Osmanlı’nın yıkılışından sonra arşivlerin başına gelenler ibretliktir. Hicaz’dan Rumeli’ye, Afrika’dan Kafkasya’ya uzanan belgeler, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde kilo hesabıyla hurdacılara satıldı. Kimi zaman matbaa kâğıdı olarak kullanıldı. Yabancı elçiler ve araştırmacılar, değerini bilenler olarak bu belgelerin bir kısmını parayla satın aldı. Böylece Osmanlı’nın resmi hafızasının bir bölümü Avrupa ve Amerika kütüphanelerine taşındı.

Yakılan Evraklar: Küller Altında Kalan Hatıralar

Bir kısım belgeler, “yer yok” bahanesiyle depolardan çıkarılıp yakıldı. İstanbul’un çeşitli bölgelerinde, kağıt yığınlarının ateşe verilmesiyle yüzbinlerce vesika kül oldu. Bu yakmaların bir kısmı “tasnif zorluğu” bahanesiyle, bir kısmı da kasıtlı olarak yapıldı. Zira Osmanlı geçmişiyle bağın koparılması, yeni rejim için bir tercihti.

Gömülen Belgeler: Toprağa Saklanan Hafıza

Bazı belgeler ise sahipsiz kaldı. Yağmurdan, rüzgârdan korunamayan evraklar çuvallarla toprak altına gömüldü. Anadolu’nun köylerinde hâlâ zaman zaman eski defterlere rastlanmasının sebebi budur. Toprak, belgelerin mezarı oldu.

İbretlik Vesikalar

Bugün elimizde kalan arşivler, yaşanan bu büyük tahribata rağmen hâlâ milyarlarca belgeden oluşuyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki koleksiyonlar, devletin bürokratik ciddiyetinin bir şahidi olarak varlığını sürdürüyor. Ama kaybolan, satılan, yakılan, saklanan belgeler de tarihimize kara bir leke olarak kazındı.

Tarihî İbret

Osmanlı arşivlerinin başına gelenler bize iki büyük ibreti hatırlatıyor:

  1. Geçmişine sahip çıkmayan millet, geleceğini kaybeder. Belgeler sadece kâğıt değil, kimliğin ta kendisidir.
  2. Hafıza yok edilirse, toplumun yönü de yok olur. Geçmişini bilmeyen bir nesil, başkalarının yazdığı tarihle yaşamak zorunda kalır.

Sonuç

Bugün Osmanlı arşivleri hâlâ araştırmacılara eşsiz bir hazine sunuyor. Fakat satılan, yakılan ve gömülen belgeler bize şunu hatırlatıyor:
Tarih, kâğıt üzerinde değil; vicdanlarda korunur.
Arşivler, milletin hafızasıdır; onları kaybetmek, hafızasız kalmaktır.

Bakınız:

https://tesbitler.com/index.php?s=Arsiv

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Bu Millet Çok Harpler ve Çok Darpler Gördü

Bu Millet Çok Harpler ve Çok Darpler Gördü

Tarih, milletlerin çektiği acıların ve verdikleri mücadelenin şahididir. Türk milleti, yüzyıllar boyunca dıştan ve içten türlü saldırılarla yüz yüze gelmiş, nice imtihanlardan geçmiştir. Yunan mezaliminden Ermeni kıyımlarına, haçlı seferlerinden sömürgeci işgallere kadar türlü zulümler yaşandı. Her devirde bu topraklara göz dikilmiş, her fırsatta fitne ve fesat tohumları ekilmeye çalışılmıştır.

Yol Yorgunluğu Değil, İmtihan Yorgunluğu

Rahmetli dedemin anlattığı gibi, bir tabur askerin yarısı daha cepheye varmadan soğuktan, açlıktan ve bitten kırılıyordu. Çanakkale’de mermiden çok hastalık ve yokluk askeri tüketti. Sarıkamış’ta kurşun değil, soğuk vurdu. Yollarda düşenler, karargâha varanların imanına güç kattı. Bu milletin evladı, açlığa da, yokluğa da, dara da sabretti; ama asla boyun eğmedi.

Mazlum Milletin Ortak Kaderi

Yunan mezalimiyle köyler yakıldı, kadınlar ve çocuklar zulme uğradı. Ermeni çeteleri Anadolu’nun bağrına hançer sapladı. Fakat bütün bu kara günlere rağmen, milletin iradesi yıkılmadı. Zulme karşı direniş, mazlum milletlerin ortak Kaderidir. Anadolu, işte bu sabır ve imanla ayakta kalmıştır.

Tarihin Tekrar Eden Tehditleri

Bitmedi… Çünkü zulüm ve işgalin farklı versiyonları hep devam etti. Dün topla tüfekle gelenler, bugün ekonomiyle, medya ile, kültür ve inançlara saldırılarla gelmektedir. Dün düşman cepheden yürürdü, bugün içeriden fitne çıkararak yürümektedir. Dün milletin imanına kurşun sıkan vardı, bugün gençliğin aklına ve gönlüne şüphe tohumları serpenler var.

İbret ve Uyanış

Bu tarihî tecrübeler bize şunu öğretiyor: Bu millet ne kadar zor görürse görsün, imanını, vatanını ve hürriyetini korumak için direnir. Ancak zaaf gösterdiğinde, gaflete kapıldığında, tehdit hep kapıdadır. İşte bu yüzden, tarih sadece bir hatıra değil, geleceğe ışık tutan bir ikazdır.

Ecdadımız soğuk, açlık, bit ve kurşunla imtihan oldu. Bugün bizler ise ahlâksızlık, uyuşturucu, fitne ve kültürel yozlaşma ile imtihan oluyoruz. Dün bedenlerimiz yolda kırılıyordu, bugün ruhlarımız yozlaşma ve umursamazlıkla kırılma tehlikesi taşıyor.

Sonuç: İmtihan Bitmedi

Evet, bu millet çok harpler ve çok darpler gördü. Yıkılmadı, ayakta kaldı. Bugün de farklı suretlerde gelen tehditlerle mücadele devam ediyor. Tarihten alınacak en büyük ders şudur: Zafer, sabır ve sebatla kazanılır; yenilgi ise gafletle gelir.

Her nesil kendi imtihanını yaşar. Dedelerimiz soğukta ve yoklukta sınandı, biz ise bollukta ve konforda sınanıyoruz. Her ikisinin de bedeli vardır. Eğer biz bu ibretleri görmezsek, tarih tekerrür eder; ama görürsek, tarih bize yol gösterir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze: Bir Damarda Akan Kan, Bir Vicdanda Çarpan Sızı

Gazze: Bir Damarda Akan Kan, Bir Vicdanda Çarpan Sızı

Gazze’de yaşanan katliam her geçen gün yeni bir acıyla derinleşiyor. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı son rakamlar yürek dağlıyor: 64 bin 368 şehit, 162 bin 367 yaralı. Bu sayılar, bir istatistiğin ötesinde; her biri bir hayat, bir çocuk gülüşü, bir anne duası, bir baba umudu demektir.

Gazze’nin Çığlığı, Ümmetin Sınavı

Bir yanda Gazze’de göç yollarına düşen, sahil kenarında son sığınağını arayan yüzbinlerce mazlum; diğer yanda İstanbul Üsküdar’da yüz binlerin katıldığı Gazze yürüyüşü… Sumud Filosu’na verilen destek, ümmetin hâlâ vicdanı diri tuttuğunu gösteriyor. Fakat şu da bir hakikat ki: Vicdanı diri tutmak yeterli değildir, adaletin ikamesi ve zulmün durdurulması için fiilî, siyasî ve iktisadî adımlar da gereklidir.

Bir Asır Önce Gelen Uyarı

Bugün yaşanan bu facianın kökleri, bir asır öncesine kadar uzanıyor. Filibeli Ahmed Hilmi 1911’de yazdığı yazılarla Osmanlı’yı ve ümmeti siyonizm tehlikesine karşı uyarmış, Filistin’in hedef alındığını haber vermişti. O gün dinlenmeyen uyarılar, bugün kanlı bir hakikat olarak önümüzde duruyor. Tarih, ibret alınmadığında kendini acı bir şekilde tekrar ediyor.

Tarihin Tekerrürü ve İngiliz İzi

Haydarpaşa Garı’ndaki sabotaj, Filistin-Suriye cephesinin düşmesine sebep olmuştu. Osmanlı, sırtından hançerlenmişti. Bugün de farklı isimlerle, farklı maskelerle fakat aynı zihniyetle benzer planlar yürütülüyor. Bir söz vardır:
“Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, mutlaka oradan uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”
Bugün Ortadoğu’daki fitnelerin, savaşların, işgallerin arkasında yine aynı elleri görmek şaşırtıcı değildir.

Ayşenur’un Şahitliği

Ayşenur Ezgi Eygi’nin şehadeti, bu davanın bir “Filistin meselesi” değil, bir “insanlık meselesi” olduğunu gösterdi. Filistin’de zulme uğrayan her mazlum, aslında insanlığın onurunu temsil ediyor. Türkiye’nin onu rahmetle anması, bu davanın sınırları aşan bir vicdan mücadelesi olduğunun delilidir.

İbret ve Hikmet

Gazze’nin çığlığı, sadece bir bölgenin dramı değil; insanlığın aynasıdır. Her rakamın arkasında bir yürek vardır. Her yıkılan bina, aslında insanlığın utancına dikilmiş bir anıttır. Bir zamanlar Osmanlı’nın gölgesinde huzur bulan Kudüs, bugün fitnenin, işgalin ve gözyaşının merkezi olmuştur.

Ama unutulmamalıdır: Zulümle abat olunmaz. Tarih boyunca hangi güç zulmünü kalıcı sanmışsa, sonunda enkazı altında kalmıştır. Firavun’dan Nemrut’a, Haçlılardan Moğollara kadar… Bugün de İsrail, zulmünü ebedîleştireceğini sanıyor. Oysa her zulüm, kendi sonunu hazırlar.

Sonuç: Gazze Bir Sınavdır

Gazze bugün, dünyanın vicdanını imtihan ediyor.

Zulmün karşısında susanlar, zulme ortak oluyor.

Mazlumun yanında duranlar, insanlığın şerefini koruyor.

Bir damarda akan kan, bir vicdanda çarpan sızıya dönüşmeli. Çünkü Gazze’deki her çocuk, insanlığın çocuğudur. Ve şehit olan her can, bize şunu haykırıyor:
“Biz kanla yazıyoruz, siz kalemle devam ettirin.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Dünya Bir Misafirhane, Eserimiz Ahiretimizdir.

Dünya Bir Misafirhane, Eserimiz Ahiretimizdir.

“Necisin?
Nereden geliyorsun?
Nereye gidiyorsun?”

Bu üç kadim soru, insanlık var olduğundan beri akılları meşgul eden, kalplere huzursuzluk veren ve bireyi sürekli bir arayışa iten temel sorulardır. Bu sorular, fani dünyanın gelgeç telaşları arasında kaybolmamak ve varoluşumuzun gerçek anlamını idrak etmek için bize birer pusula görevi görür. Kendimizi ve evreni sorguladığımız bu anlar, aslında kısa bir misafirliğin bilincine varış anlarıdır.

“Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır. Ve vazifesi çok bir misafirdir. Ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.”
Bu hikmetli söz, dünya hayatının geçiciliğini ve insanın bu dünyadaki rolünü açıkça ortaya koyar. Bizler, dünya sahnesinde sadece birer misafiriz. Misafirliğimizin süresi kısadır ve bu kısa süredeki görevimiz çok büyüktür: Sonsuzluğa uzanan bir yolculuk için gerekli olan azığı hazırlamak. Bu azık, sadece maddi birikimlerden ibaret değildir. Asıl azık, kalpten yapılan dualar, samimiyetle kılınan ibadetler, ahlaklı bir yaşam ve insanlığa bırakılan kalıcı eserlerdir.

İnsanın bu fani hayattaki en büyük yanılması, dünyada bıraktığı maddi eserlere aşırı kıymet vermesidir. Oysa tarih, bu yanılmanın sayısız örneğiyle doludur. Yüzyıllarca hüküm sürmüş imparatorlukların görkemli yapıları, zengin krallıkların hazineleri, bugün sadece birer harabe olarak karşımızda durmaktadır. Bu fani eserler, ne sahiplerini ebedi kılmıştır ne de onlara ahiret yurdunda bir fayda sağlamıştır.

Tam da bu noktada,
“Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!” sözü, bize bu gerçeği tokat gibi çarpar.
Bu söz, dünyaya sırt çevirmekten ziyade, dünyaya ve eserlerine bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini söyler. Asıl eser, ahiret yurdunu mamur kılacak, sonsuzlukta bize yoldaş olacak ameldir. Bir yetimin başını okşamak, bir ilim talebesine yol göstermek, bir garibanın derdine derman olmak; işte bunlar, baki kalacak eserlerdir. Dünya malıyla yapılan köprüler, camiler ve çeşmeler ancak onları inşa edenlerin niyetleri halis ise ahiret eserine dönüşür.

Her gün, her hafta, her yıl, ahiret yurduna doğru bir adım daha atarız. Önemli olan, bu adımların boşuna atılmaması ve her adımda geride, sonsuzluğa uzanan kalıcı bir eser bırakılmasıdır.

Makale Özeti
Bu makale, insanın varoluş soruları olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” ile başlar ve hayatın amacına odaklanır.
Hayatın, kısa bir misafirlik olduğu ve insanın bu misafirhanede “hayat-ı ebediyeye lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükellef” olduğu anlatılır.
Makale, bu misyonu, fani dünyada bırakılan eserlerin asıl değerinin, “ahirette seni kurtaracak bir eser” olmasında yattığı fikriyle derinleştirir.
İnsanın dünyaya ait maddi eserlere aşırı kıymet vermesinin bir yanılma olduğu, asıl kalıcı ve değerli eserlerin salih ameller ve hayırlı işler olduğu anlatılır.
Son olarak, bu mübarek vakitlerin, bu düşünceleri yeniden gözden geçirmek ve hayatın amacına dönük bir muhasebe yapmak için bir fırsat olduğu belirtilir.
Bu metin, hem dünya hayatının geçiciliğini hem de ahiret yurduna hazırlığın önemini hatırlatarak, kişiyi derin bir tefekküre davet eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Bir Göz Açıp Kapatmalık Hayat

Bir Göz Açıp Kapatmalık Hayat

İnsanın ömrü, hakikatte bir göz açıp kapama kadar kısadır. İnsan dünyaya gözünü açar, “doğdu” derler. Bir gün gözünü kapar, “öldü” derler. Halbuki doğumla ölüm arasındaki o uzun sanılan yolculuk, aslında göz kapağının incecik mesafesi kadardır.

Bir bebek gözünü açtığında bütün âlem ona doğmuş sayılır. Gözünü kapattığında ise bütün dünyası kapanır, âlem onun için yok olur. Uykuda bunu tekrar tekrar yaşarız: Göz kapanır, dünya biter; göz açılır, dünya yeniden başlar. Demek ki hayat, uyanıklıkla uyku arasında gidip gelen bir perde oyunundan ibarettir.

Ömür bir nefesliktir. Nefes aldığında “yaşıyor” denir, nefes verildiğinde “öldü” denebilir. Hayat, nefes ile ölüm arasındaki ince bir çizgidir. Nefesin kesilmesiyle beden, ruhun yuvası olmaktan çıkar. Öyleyse insan, her nefeste aslında ölüme bir adım daha yaklaşmaktadır.

Bir dudak mesafesi kadar da ömür vardır: Dil dua ederse ömür bereketlenir; dil günaha kayarsa ömür ziyan olur. Dudaktan çıkan bir söz, bazen bir ömrün değerini belirler.

Hayat, sonsuzluk denizinde bir damladır. O damla, bazen şükürle bir okyanusa dönüşür; bazen gafletle kaybolur gider. İnsan kendine sorar: Bu damla, gerçekten çok mu? Çok mu uzun? Ne kadar uzun?

Bir asır yaşamış bir ihtiyar ile bir günlük bebek, kabirde aynı hakikatle karşılaşır: “Hayat, göz açıp kapayıncaya kadardı.” Çünkü zaman, insana göre uzun görünse de hakikatte bütün ömür, ebediyet karşısında bir an hükmündedir.

İnsanın ömrü kısadır; fakat o kısa ömrün içine ebediyet tohumu yerleştirilmiştir. Nefeslik hayat, sonsuz cennet veya sonsuz azap doğuracak bir tohum gibidir. İşte asıl ibret burada saklıdır: Bir göz açıp kapama kadar olan ömrünü kim nasıl değerlendirirse, sonsuz hayatını öyle kazanacaktır.

O halde insanın aklına şu gelir:

Ömür kısaysa vakit boşa harcanmamalı.

Nefes azsa her nefeste Rabbini anmalı.

Göz kapağı mesafesi kadar ömürde, gözünü hakikate açmalı.

Çünkü hayat, gerçekten de bir anlık. Ama o bir an, doğru kullanıldığında ebedî bir sermayedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




ABD’nin İşgal Ettiği veya Askerî Müdahalede Bulunduğu Ülkeler ve Sonuçları

ABD’nin İşgal Ettiği veya Askerî Müdahalede Bulunduğu Ülkeler ve Sonuçları

ABD’nin işgal ettiği ülkeler, genellikle “demokrasi götürme, özgürlük sağlama, güvenlik bahanesi” gibi gerekçelerle açıklanır. Fakat tarihî tecrübeler gösteriyor ki, çoğu zaman işgal edilen ülke yıkım, iç savaş, parçalanma ve toplumsal travma ile karşılaşmıştır.

  1. Vietnam (1955–1975)

Amaç: Komünizmin yayılmasını engellemek.

Sonuç: ABD ağır kayıplar verdi (58 bin asker öldü). Vietnam halkından milyonlarca kişi hayatını kaybetti. ABD büyük prestij kaybına uğradı, sonunda çekilmek zorunda kaldı.

  1. Afganistan (2001–2021)

Amaç: 11 Eylül saldırıları sonrası El Kaide’yi ve Taliban’ı bitirmek.

Sonuç:

20 yıl süren işgal sonrası ABD kaçarcasına çekildi.

Taliban yeniden yönetimi ele geçirdi.

ABD 2 trilyon dolara yakın masraf yaptı, 2500 askerini kaybetti.

Afgan halkından 200 binden fazla can kaybı oldu.

Ortada yıkılmış şehirler ve göç eden milyonlar kaldı.

  1. Irak (2003–2011 / sonrası etkiler)

Amaç: Saddam Hüseyin’i devirmek, “kitle imha silahları” bahanesi.

Sonuç:

Saddam devrildi ama Irak kaosa sürüklendi.

Mezhep savaşları başladı, milyonlarca insan öldü veya göç etti.

DEAŞ ortaya çıktı.

ABD yaklaşık 5 bin asker kaybetti, 2 trilyon dolardan fazla harcama yaptı.

Irak, siyasi bağımsızlığını kaybetti; İran etkisi arttı.

  1. Libya (2011, NATO operasyonu)

Amaç: Kaddafi rejimini devirmek.

Sonuç:

Kaddafi linç edilerek öldürüldü.

Ülke iç savaşa sürüklendi, kabileler ve milisler arasında parçalandı.

Devlet düzeni tamamen çöktü.

Bugün hâlâ istikrarsızlık devam ediyor.

  1. Suriye (2011’den itibaren, dolaylı işgal ve müdahaleler)

Amaç: Esad rejimini devirmek, terörle mücadele.

Sonuç:

ABD doğrudan işgal etmedi, ama askerî üsler kurdu.

PKK/YPG’yi destekledi.

DEAŞ’a karşı operasyon bahanesiyle Suriye’nin kuzeyinde fiilî hâkimiyet sağladı.

Sonuç: Suriye parçalandı, 10 milyon göçmen ortaya çıktı, büyük insanî kriz yaşandı.

  1. Diğer Müdahaleler

Kore (1950–53): Yarımada ikiye bölündü (Kuzey–Güney).

Panama (1989): Noriega devrildi, ülke ABD kontrolüne girdi.

Grenada (1983): Küba etkisi kırıldı, ABD üs kurdu.

Somali (1990’lar): Başarısız müdahale, ABD askerleri halk tarafından linç edildi.

Latin Amerika ülkeleri (20. yy boyunca): Darbeler, gizli operasyonlar, ekonomik sömürgecilik.

📌 Genel Sonuçlar

  1. ABD’nin işgal ettiği ülkelerde demokrasi değil, kaos ve iç savaş çıktı.
  2. ABD trilyonlarca dolar kaybetti, ama silah şirketleri kazandı.
  3. İşgal edilen ülkeler uzun vadede parçalandı, ekonomik olarak çökertildi.
  4. ABD’nin itibarı özellikle Irak ve Afganistan sonrası ciddi şekilde sarsıldı.
  5. Ortadoğu’da ABD’nin açtığı boşlukta yeni aktörler (İran, Rusya, Çin, Türkiye) öne çıktı.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




ABD’nin İşgal Ettiği veya Askerî Müdahalede Bulunduğu Ülkeler ve Sonuçları

ABD’nin İşgal Ettiği veya Askerî Müdahalede Bulunduğu Ülkeler ve Sonuçları

ABD’nin işgal ettiği ülkeler, genellikle “demokrasi götürme, özgürlük sağlama, güvenlik bahanesi” gibi gerekçelerle açıklanır. Fakat tarihî tecrübeler gösteriyor ki, çoğu zaman işgal edilen ülke yıkım, iç savaş, parçalanma ve toplumsal travma ile karşılaşmıştır.

  1. Vietnam (1955–1975)

Amaç: Komünizmin yayılmasını engellemek.

Sonuç: ABD ağır kayıplar verdi (58 bin asker öldü). Vietnam halkından milyonlarca kişi hayatını kaybetti. ABD büyük prestij kaybına uğradı, sonunda çekilmek zorunda kaldı.

  1. Afganistan (2001–2021)

Amaç: 11 Eylül saldırıları sonrası El Kaide’yi ve Taliban’ı bitirmek.

Sonuç:

20 yıl süren işgal sonrası ABD kaçarcasına çekildi.

Taliban yeniden yönetimi ele geçirdi.

ABD 2 trilyon dolara yakın masraf yaptı, 2500 askerini kaybetti.

Afgan halkından 200 binden fazla can kaybı oldu.

Ortada yıkılmış şehirler ve göç eden milyonlar kaldı.

  1. Irak (2003–2011 / sonrası etkiler)

Amaç: Saddam Hüseyin’i devirmek, “kitle imha silahları” bahanesi.

Sonuç:

Saddam devrildi ama Irak kaosa sürüklendi.

Mezhep savaşları başladı, milyonlarca insan öldü veya göç etti.

DEAŞ ortaya çıktı.

ABD yaklaşık 5 bin asker kaybetti, 2 trilyon dolardan fazla harcama yaptı.

Irak, siyasi bağımsızlığını kaybetti; İran etkisi arttı.

  1. Libya (2011, NATO operasyonu)

Amaç: Kaddafi rejimini devirmek.

Sonuç:

Kaddafi linç edilerek öldürüldü.

Ülke iç savaşa sürüklendi, kabileler ve milisler arasında parçalandı.

Devlet düzeni tamamen çöktü.

Bugün hâlâ istikrarsızlık devam ediyor.

  1. Suriye (2011’den itibaren, dolaylı işgal ve müdahaleler)

Amaç: Esad rejimini devirmek, terörle mücadele.

Sonuç:

ABD doğrudan işgal etmedi, ama askerî üsler kurdu.

PKK/YPG’yi destekledi.

DEAŞ’a karşı operasyon bahanesiyle Suriye’nin kuzeyinde fiilî hâkimiyet sağladı.

Sonuç: Suriye parçalandı, 10 milyon göçmen ortaya çıktı, büyük insanî kriz yaşandı.

  1. Diğer Müdahaleler

Kore (1950–53): Yarımada ikiye bölündü (Kuzey–Güney).

Panama (1989): Noriega devrildi, ülke ABD kontrolüne girdi.

Grenada (1983): Küba etkisi kırıldı, ABD üs kurdu.

Somali (1990’lar): Başarısız müdahale, ABD askerleri halk tarafından linç edildi.

Latin Amerika ülkeleri (20. yy boyunca): Darbeler, gizli operasyonlar, ekonomik sömürgecilik.

📌 Genel Sonuçlar

  1. ABD’nin işgal ettiği ülkelerde demokrasi değil, kaos ve iç savaş çıktı.
  2. ABD trilyonlarca dolar kaybetti, ama silah şirketleri kazandı.
  3. İşgal edilen ülkeler uzun vadede parçalandı, ekonomik olarak çökertildi.
  4. ABD’nin itibarı özellikle Irak ve Afganistan sonrası ciddi şekilde sarsıldı.
  5. Ortadoğu’da ABD’nin açtığı boşlukta yeni aktörler (İran, Rusya, Çin, Türkiye) öne çıktı.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com