Hayatın Anlamı ve Kâinatın Kalbi

Hayatın Anlamı ve Kâinatın Kalbi

> “De ki: cenab-ı hak bana kafidir. madem o var, her şey var.”
>
Bu derin ve hikmetli söz, varoluşun en temel meselesine bir ışık tutar: İnsanın yeryüzündeki serüveni, bir yokluk duygusuyla değil, sonsuz bir varlığa yaslanmanın huzuruyla anlam kazanır. Tarih boyunca nice medeniyetler kurulmuş, nice imparatorluklar yükselmiş ve yıkılmıştır. Kimi hükümdarlar tüm dünyayı fethetmeyi arzularken, kimi bilginler kâinatın sırrını çözmeye çalışmıştır. Ancak bütün bu arayışlar, insanın içinde hissettiği o büyük boşluğu doldurmaya yetmemiştir. Ne mal, ne mevki, ne de şöhret, ruhun sonsuzluk özlemini dindirebilmiştir.

İşte tam bu noktada, “De ki: Cenab-ı Hak bana kâfidir” sözü, ruhun feryadına bir cevap olur. Zira insan, kendi gücünün ve varlığının sınırlı olduğunu idrak ettiğinde, bütün mevcudatın yegâne kaynağı olan bir kudrete sığınmanın rahatlığını bulur. Bu idrak, sadece bir inanç meselesi değildir; aynı zamanda bir hayat düşüncesidir. Madem ki yaratan ve yaşatan O’dur, o halde neyden korkmalı, neyi kaybetmekten endişe etmelidir? Bu düşünce, bir dervişin tekkesindeki sükûnetten, bir komutanın savaş meydanındaki cesaretine kadar her alanda kendini gösterir. Çünkü her şeyin dizgini elinde olan, bütün varlıkların tek sahibi olan bir Zat’a güvenmek, insana öyle bir güç ve itminan verir ki, dünya üzerindeki hiçbir tehdit onu sarsamaz.

İşte o zaman, “madem O var, her şey var” hakikati kalbe yerleşir ve hayat, anlamını bulur.

Ölüm: Bir Yok Oluş Değil, Bir Yurt Değiştirme

> “Mevt, idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecma’ı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.”
>
Ölüm, insanlık tarihi boyunca en çok korkulan ve en çok merak edilen konulardan biri olmuştur. Antik Mısır’da piramitler, Romalıların mezar taşları, Türklerin yuğ törenleri… Hepsi, ölümün ardından bir şeylerin devam ettiğine dair bir inancın izlerini taşır. Ancak modern zamanın getirdiği maddiyatçı düşünce, ölümü bir son, bir yok oluş olarak tanımlama eğilimindedir. Oysa bu tarif, insan ruhunun derinliklerindeki sonsuzluk arzusunu açıklayamaz.
Bu pasaj, ölümü tamamen farklı bir açıdan ele alır: Ölüm, bir yok oluş değil, bir terhistir, yani bu dünyadaki görevinden azledilip yeni bir göreve veya yurda gönderilmedir. Hayat, sadece görünen bu âlemden ibaret değildir. Ölüm, ruhun bu bedenden ayrılıp, daha yüce ve daha gerçek bir âleme, yani ebediyet yurduna doğru bir yolculuğa çıkmasıdır. Bu, sevdiğinizle ayrıldığınız bir veda anı değil, aksine onlara kavuşacağınız bir kapıdır. Tıpkı bir ağacın, kışın yapraklarını döküp baharda yeniden yeşermesi gibi, ölüm de bir son değil, yeni bir başlangıcın habercisidir. Saadet-i Ebediye’ye bir sevkıyat, yani sonsuz mutluluğa doğru bir yolculuktur. Sevdiklerimizin %99’unun bulunduğu âlem-i berzaha (kabir âlemine) bir kavuşma kapısıdır. Bu düşünce, ölümü soğuk bir gerçeklik olmaktan çıkarıp, onu bir dostun evine dönmek gibi sıcak ve huzur dolu bir kavrama dönüştürür.

Günahın Kalbe Verdiği Yara ve Tövbenin Önemi

> “Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”
>
İnsan, fıtratı gereği iyiliğe ve kötülüğe meyyaldir. Tarihte nice düşüşler ve yükselişler, insanın bu ikileminden doğmuştur. Bir anlık gafletle işlenen küçük bir günahın, zamanla nasıl büyük bir felakete dönüştüğünü gösteren nice tarihi hikayeler vardır. Günah, başta önemsiz gibi görünse de, tıpkı bir zehir gibi kalbe işler ve onu yavaş yavaş karartır. Bu manevi kararma, en sonunda kalpteki iman ışığını söndürecek kadar tehlikeli bir duruma gelebilir.
Bu metin, günahın fiziki değil, manevi bir yara olduğunu anlatır.

Her bir günah, sanki küçük bir yılan gibi kalbi ısırır. Bu ısırık, zamanla kalbi katılaştırır ve ruhsal duyarlılığı yok eder. Ancak bu tehlikeli durumdan kurtulmanın da bir yolu vardır: tövbe ve istiğfar. İstiğfar, yani af dilemek, bu manevi zehri kalpten atmak için kullanılan bir panzehirdir. Bu, sadece geçmişteki bir hatayı telafi etmek değil, aynı zamanda gelecekteki kötü niyetlerden de arınmaktır. Tıpkı bir bahçenin düzenli olarak temizlenmesi gibi, kalbin de günahlardan arındırılması gerekir. Aksi halde, o küçük manevi yılan, kalbi tamamen sarar ve onu kurtarılması zor bir hale getirir. Bu nedenle, kalbi diri tutmak ve iman nurunu korumak için tövbenin sürekliliği büyük bir önem taşır.

Gençlik: Cennetin Anahtarı

> “Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i ilâhiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kat’î âyâtıyla bütün semâvî kitaplar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.”
>
Gençlik, insan hayatının en dinamik, en enerjik ve en umut dolu dönemidir. Nice büyük buluşlar, devrimler ve eserler gençliğin o coşkulu ruhuyla ortaya çıkmıştır. Tarih, genç komutanların zaferleriyle, genç liderlerin reformlarıyla doludur. Ancak bu dönem aynı zamanda, insanı en çok hataya sürükleyebilecek, nefsin ve heveslerin baskın geldiği bir dönemdir.
Bu metin, gençliği sadece bir geçiş dönemi olarak değil, aynı zamanda çok büyük bir nimet olarak tanımlar. İstikamet dairesinde yaşanmış bir gençlik, yani doğru ve dürüst bir yolda ilerlenmiş bir gençlik, dünyada olduğu kadar ahirette de büyük bir karşılık bulacaktır. Kuran ve diğer kutsal kitaplar, bu müjdeyi açıkça vermektedir. Gençlik, sadece bu dünyaya ait kısa bir heves değil, sonsuz bir gençliğin tohumlarını ekme fırsatıdır. Bu enerji ve kuvvet doğru yolda kullanıldığında, ahirette sahibine ebedi bir gençlik ve parlak bir gelecek sunacaktır. Bu nedenle gençlere düşen, bu paha biçilemez nimeti geçici heveslerin kurbanı etmemek, aksine onu kalıcı ve anlamlı bir geleceğe yatırım yapmak için kullanmaktır.

Makale Özeti
Bu makale, dört temel konuyu ele alarak insanın manevi yolculuğuna ışık tutmaktadır.

İlk olarak, “Madem O var, her şey var” sözüyle, insana sonsuz bir güce sığınmanın huzurunu ve bu sayede dünyevi korkulardan arınma düşüncesi sunar.

İkinci olarak, ölümün bir yok oluş değil, bir terhis ve yeni bir hayata geçiş olduğu fikrini işler ve bu durumun insan ruhuna nasıl bir dinginlik getireceğini açıklar.

Üçüncü olarak, günahın kalbi karartıcı etkisine ve bu manevi hastalıktan kurtulmanın tek yolunun tövbe ve istiğfar olduğunu anlatır.

Son olarak, gençlik dönemini sadece bir hevesler çağı olarak değil, doğru bir yolda kullanıldığında sonsuz bir gençliğe ve ahiret mutluluğuna vesile olacak paha biçilemez bir nimet olarak ele alır.

Bu dört farklı metin, uyum içinde bir bütünlük oluşturarak, okuyucuya hayatın anlamı, ölümün hakikati, manevi temizliğin önemi ve gençliğin değeri hakkında derin ve düşündürücü bir perspektif sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İsrail ve Ortaklarının Yalnızlaşması: Zulmün Akıbeti ve Tarihî İbretler

İsrail ve Ortaklarının Yalnızlaşması: Zulmün Akıbeti ve Tarihî İbretler

“Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini göreceklerdir.” (Şuarâ, 227)

Dünya tarihine bakıldığında zulüm, işgal ve haksızlık üzerine yükselen hiçbir gücün payidar olmadığı görülür. Firavun’un denizde boğuluşu, Nemrud’un küçücük bir sinek ile helâk olması, Ebrehe’nin ordusunun ebabil kuşlarıyla taşlanması… Bütün bu örnekler, zulmün karşılıksız kalmayacağını, fakat ilahî adaletin zamanı geldiğinde zahir olduğunu gösterir.

Bugün ise bu hakikat, Filistin’de ve özellikle Gazze’de yaşananlar üzerinden bütün dünyanın gözü önünde bir kez daha sahneye çıkmaktadır.

İsrail ve Ortaklarının Suç Ortaklığı

ABD’nin desteği olmadan İsrail’in zulmünü bu derece sürdürmesi mümkün değildir. Gazze’de işlenen soykırıma ABD’nin bizzat askerî, siyasi ve mali destek verdiği artık inkâr edilemez. Öyle ki, kendi ülkesinde dahi askerî yetkililer ve gaziler, bu zulme “suç ortaklığı” diyerek karşı çıkmakta ve protesto etmektedirler.

Ama ne gariptir ki, bu sesler susturulmakta, zulmün devamı için zorbaca yollar kullanılmaktadır. Tıpkı Kur’ân’ın şu ikazında olduğu gibi:

“O inkârcılar, illâ kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin azab emrinin gelip çatmasını mı bekliyorlar? Daha önceki kâfirler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmedip duruyorlardı.” (Nahl, 33)

Din Devleti Maskesi Altındaki Din Düşmanlığı

İsrail, kendisini “din devleti” olarak tanıtsa da, yaptığı işgal ve tahribat, aslında dine karşı düşmanlık ve ilahi değerleri çiğnemekten başka bir şey değildir. Batı Şeria’da bir caminin minaresini “ruhsatsız” bahanesiyle yıkmaları, Kudüs’teki Mescid-i Aksa baskınları ve diğer kutsallara saldırıları bunun en açık göstergesidir.

Kur’ân, böylelerini şöyle tarif eder:
“Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını engelleyen ve onların yıkımına çalışan kimseden daha zalim kim olabilir?” (Bakara, 114)

İsrail ve ABD’nin Yalnızlaşması

Bugün dünyada İsrail ile beraber en fazla yalnızlaşan ülke ABD’dir. Avrupa’da dahi ilk kez bir komisyon başkan yardımcısı İsrail’in Gazze’de yaptıklarını “soykırım” olarak niteledi. Dünya şirketleri, varlık fonları, ABD’li dev firmalarla bağlarını kesmeye başladı. Venedik Film Festivali’nde küçük Hind Receb’in hikâyesinin ayakta alkışlanması, artık dünyanın vicdanında Filistin’in kazandığını, İsrail’in ise kaybettiğini gösteriyor.

Zulüm üzerine inşa edilen ittifakların bir gün çökeceği, tarihin en kesin hakikatlerinden biridir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, zalimlerin akıbetini şöyle beyan eder:

“Biz, halkı zulümde ileri gitmiş nice memleketi helâk ettik. Öyle ki şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor: Altı üstüne gelmiş harâbeler, körelmiş kuyular, kurumuş çeşmeler, yerle bir olmuş muhteşem saraylar…” (Hac, 45)

İsrail’in Fitne ve Planları

Sadece Gazze değil, İsrail’in planları Kıbrıs, Akdeniz ve Türkiye’ye kadar uzanıyor. Ada’da gizli arazi satın almaları, Doğu Akdeniz’deki enerji projeleri, Türkiye’ye yönelik dezenformasyonları, onların “ahtapot kolları” gibi her yere sızmaya çalıştığını gösteriyor.

Ancak ne kadar hile ve plan yaparlarsa yapsınlar, ilahî adalet onların hilelerini boşa çıkaracaktır. Çünkü Kur’ân açıkça buyuruyor:

“Onlar tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını boşa çıkardı. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 54)

Gazze’den Yükselen Umut

Bütün bu zulümlere rağmen, Gazze’deki mazlum çocukların bir pamuk şekerle yüzlerinde oluşan tebessüm, aslında zalimlerin kaybettiğini, mazlumların ise kazandığını gösteriyor. Çünkü imanla direnen bir millet, topyekûn silahla saldıran bir zalim ordudan daha güçlüdür.

Sumud Filosu gibi girişimler, halkların vicdanının hâlâ ayakta olduğunu, dünya vicdanının İsrail ve ortaklarını yalnızlığa ittiğini göstermektedir.

Sonuç: Zulüm Payidar Olamaz

Bugün İsrail ve ABD, tarihin en büyük yalnızlaşma sürecine doğru sürükleniyor. Zulümle ayakta durmaya çalışıyorlar, fakat mazlumların duası ve mücadelesi onların bütün planlarını bozmaktadır.

Zulüm sürse de ebedî değildir.

Mazlumun duası, zalimin ordusundan daha güçlüdür.

İlahî adalet mutlaka tecelli edecektir.

“Girecekleri cehennem ateşinden dolayı vay hâline o kâfirlerin!” (Sad, 27)

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze’de Zulmün Çöküşü: Esfeli Sâfilîn’den İnsanlığın İmtihanına

Gazze’de Zulmün Çöküşü: Esfeli Sâfilîn’den İnsanlığın İmtihanına

📌 İsrail’in Gazze’de aylardır sürdürdüğü saldırılar, artık sadece bir savaş değil, tarihe kara bir leke olarak geçen bir soykırım hâline geldi. Açlıktan ölen çocuklar, ablukayla dayatılan kıtlık, zulmün oyun ve eğlenceye dönüştürülmesi, Kur’ân’ın “esfeli sâfilîn” diye tarif ettiği hâlin açık tezahürüdür.

Zulmü Oyunlaştırdılar

Bir İsrailli geliştiricinin, Gazze’deki yıkımı bilgisayar oyunu hâline getirmesi tepki çekti.
🔹 Kur’an’ın “Onlar hayvanlar gibidir, belki daha da aşağıdadırlar” (A’râf, 179) ayeti, bu tabloyu en net şekilde anlatıyor.

Gazze’de Açlık ve Ölüm

Son 24 saatte 1’i çocuk 6 kişi daha açlıktan öldü. Açlıktan ölenlerin sayısı yüzlerceye ulaştı.
🔹 İsrail, gıdayı silah olarak kullanıyor. Bu durum, Kur’ân’daki Firavun’un halkına uyguladığı kıtlıkla benzerlik taşıyor.

Vicdanların Filosu: Sumud

44 ülkeden yüzlerce aktivistin katıldığı Küresel Sumud Filosu, Gazze ablukasını delmek için yola çıktı.
🔹 Filo, insanlığın vicdanî cevabı ve zulme karşı küresel dayanışmanın sembolü oldu.

İsrail Yalnızlaşıyor

Katar, İsrail’in barış niyetinin olmadığını ilan etti.

Türkiye, soykırımı en güçlü şekilde dünya gündemine taşıyor.

Trump bile, İsrail’in savaşı kazansa da “dünya kamuoyunu kaybettiğini” itiraf etti.

🔹 İsrail askeri alanda üstün görünse de, siyasi ve insani alanda “istenmeyen devlet” olma yolunda hızla ilerliyor.

Kur’anî Hakikat: Esfeli Sâfilîn

Kur’ân (Tin, 5), insana en güzel kıvamda yaratıldığını, ama zulüm ve inkâr ile aşağıların aşağısına düşebileceğini bildiriyor.
🔹 Gazze’de yaşananlar, bu ayetin canlı bir tefsiri hâline geldi.

Zulmün Akıbeti

Tarih boyunca zulüm ile abad olunmadı:

Firavun’un sarayları Nil’de boğuldu.

Nemrud sinekle helak oldu.

🔹 İsrail’in zulmü de onu yükseltmeyecek, tam aksine çöküşe götürecektir.

Sonuç: İnsanlığın Aynası

Gazze sadece Filistin’in değil, bütün dünyanın imtihanıdır.

Zulme karşı sessiz kalan, ortaklık etmiş olur.

Gazze’deki mazlumlar ise insanlığın onurunu taşımaktadır.

Gazze, insanlığın aynasıdır.
Bu aynada kimimiz edebi, vicdanı ve merhameti; kimimiz ise zulmü ve esfeli sâfilîni göstermekteyiz.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İlim ve Teknolojinin Ahir Zamandaki Yükselişi: Risale-i Nur’un İşaretleri ve Günümüz Gerçekleri

İlim ve Teknolojinin Ahir Zamandaki Yükselişi: Risale-i Nur’un İşaretleri ve Günümüz Gerçekleri

“Hem öyle bir surette ifade ediyor ki, o ifade ile şöyle işaret eder ki: ‘Elbette nev-i beşer, ahir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.’ “

“Hem o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, cezâlet ve belâgat-ı Kur’âniyeyi mükerreren ileri sürdüğünden remzen anlattırıyor ki: ‘Ulum ve fünûnun en parlağı olan belagat ve cezâlet, bütün envâıyla ahir zamanda en merğub bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silahını cezâlet-i beyandan ve en mukavemet-suz kuvvetini belâgat-ı edadan alacaktır.”
bk. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam.

*****

Kur’ân-ı Kerîm’in mu’cizü’l-beyân üslubunu çözümleyen Bediüzzaman Said Nursî, geleceğin insanlık için hangi alanlarda şekilleneceğine dair dikkat çekici işaretler verir. Onun ifadesiyle:

> “Elbette nev-i beşer, ahir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.”

Bugün, bu sözlerin gölgesinde yaşadığımız çağın manzarası nettir: İnsanlık tarihinde hiçbir dönemde ilim ve teknoloji, bugünkü kadar hayatın merkezine oturmamıştır. Devletlerin gücü, artık sadece askeri kuvvetle değil, sahip oldukları bilimsel birikim, teknolojik üstünlük ve inovasyon kabiliyetiyle ölçülmektedir.

Bilimin Elinde Hüküm ve Kuvvet

Geçmiş yüzyıllarda gücün kaynağı kılıç, toprak veya servet iken, bugün yapay zekâ, biyoteknoloji, nükleer enerji, uzay çalışmaları ve iletişim teknolojileri belirleyici bir güç unsuru hâline gelmiştir. En gelişmiş teknolojiye sahip olan ülkeler, küresel siyasetin yönünü tayin etmekte; ekonomilerini büyütmekte; toplumlarına refah sunmakta; hatta kültürel nüfuzlarını artırmaktadır.

Bu noktada, Bediüzzaman’ın ifadesi, yalnızca bir tesbit değil, aynı zamanda bir hakikati hatırlatır:
İlim ve teknolojiye yatırım yapan kazanır; geri kalanlar ise bağımlı hâle gelir.

Belâgat ve İletişim Çağı

Bir diğer işaret ise Kur’ân’ın belâgat vurgusudur:

> “İnsanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silahını cezâlet-i beyandan ve en mukavemet-suz kuvvetini belâgat-ı edadan alacaktır.”

Bugünün dünyasında bu işaretin karşılığı çok açıktır: İletişim teknolojileri. İnternet, sosyal medya, dijital platformlar, yapay zekâ destekli iletişim araçları… Artık fikirler, ordulardan daha güçlüdür.
Bir “tweet”, bir “video” ya da bir “sanal söylem”, milyonlara ulaşarak toplumları yönlendirebilmektedir. Kamuoyu yönetimi, reklamcılık, medya savaşları ve diplomasi hep bu “belâgat çağının” ürünleridir.

Dolayısıyla günümüz insanı için sadece bilimsel üretim değil, aynı zamanda fikir ve ifade becerisini teknolojiyle birleştirebilmek de büyük önem taşımaktadır.

Günümüz İçin Dersler

İlim ve teknolojiye yatırım yapan kazanır: Bugün Amerika, Çin, Avrupa gibi güç merkezleri, teknolojideki yatırımlarıyla küresel rekabette öne çıkmaktadır.

İletişim silahı en az teknoloji kadar güçlüdür: Toplumlar, fikir ve ifade gücüyle yönlendirilmektedir. Medya üstünlüğü, askeri üstünlük kadar belirleyici olabilmektedir.

İslâm dünyası için mesaj: Müslüman ülkelerin geri kalmaması için, eğitim, ilim ve teknolojiye yoğun yatırım yapmaları şarttır. Aksi hâlde, sahip oldukları maddî kaynaklar bile başkalarının teknolojisine bağımlı kılacaktır.

Sonuç

Bediüzzaman’ın işaret ettiği hakikatler, bugün gözlerimizin önünde gerçekleşmektedir. İlmin elinde hüküm ve kuvvet toplanmış; belâgat ve ifade, toplumları yönlendiren en güçlü araç hâline gelmiştir. O hâlde bizim için en büyük vazife, bu hakikati görmezden gelmeyip, bilim ve teknolojiyi Kur’ân’ın rehberliğiyle bütünleştirerek insanlığın hizmetine sunmaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Peygamber’in “verdiği şeyler

Peygamber’in “verdiği şeyler”

Haşir Suresi, 7. ayet şöyle buyuruyor:

> “Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan sakının. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşir, 59/7)

  1. Ayetin bağlantısı

Bu ayet aslında ganimet ve fey mallarının dağıtımı meselesiyle alakalıdır. Allah Teâlâ, bu malların kimlere verileceğini saydıktan sonra, işin ölçüsünü Rasûlullah’ın taksim ve tasarrufuna bağlamaktadır. Yani:

Peygamber neyi verirse, onu almak meşrudur.

Neyi yasaklarsa, ondan kaçınmak vaciptir.

Bu yönüyle ayet, sadece ganimet değil, genel olarak Peygamber’in emir ve yasaklarının bağlayıcılığını bildirmektedir.

  1. Peygamber’in “verdiği şeyler”

Kur’an-ı Kerim: En başta, Allah’tan aldığı vahyi ümmete vermesi.

Ganimet ve fey malları: Ayetin doğrudan bağlandığı konu. Rasûlullah bunları belirlenen sınıflara dağıtır.

Hüküm ve emirler: Farz ibadetler, zekâtın tarifi, namazın vakitleri, hac menasiki gibi detaylı uygulamalar.

Helâl kıldığı şeyler: Yenilmesine, kullanılmasına, yapılmasına izin verdikleri.

  1. Peygamber’in “nehyettiği şeyler”

Kur’an’da yasaklananlar: Şirk, haram yiyecekler, faiz, zina vb.

Sünnette yasakladıkları: Mesela; altın ve ipek erkeklere, şarap, kumar, kabirleri bayram yeri edinmek, bidat ve hurafeler.

Toplumsal düzeni bozan şeyler: Zulüm, haksızlık, israf, rüşvet, gıybet, nifak, fitne.

  1. Hikmeti

Bu ayet, ümmete şunu öğretmektedir:

Allah Rasûlü’nün sözü Kur’an’dan ayrı bir kaynak değil, Kur’an’ın canlı tefsiri ve tatbikidir.

Onun emir ve yasakları Allah’ın emri ve yasağı mesabesindedir.

Dolayısıyla, Rasûlullah’ın sünneti dinin ikinci ana kaynağıdır.

📌 Özetle:
Haşir 7’de geçen “Rasûl’ün verdikleri” Kur’an, ganimet/fey mallarının dağılımı, emir ve helâl kıldıklarıdır. “Nehyettikleri” ise Kur’an ve sünnetle yasakladığı haramlar, mekruhlar ve toplumsal düzeni bozan yasaklardır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze Katliamı, Küresel Direniş ve Çöken Siyonist Düzen

Gazze Katliamı, Küresel Direniş ve Çöken Siyonist Düzen

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe’de düzenlenen Mevlid-i Nebi Haftası Açılış Programı’nda yaptığı konuşmada, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlara karşı sert bir çıkışta bulundu. “Bu Netanyahu denilen gaddarın, kafirin o kıyımına asla seyirci kalamayız” sözleri, Türkiye’nin Filistin davasına verdiği desteği bir kez daha ortaya koydu.

İsrail: İnsanlığın Düşmanı

Gazze’de aylardır süren soykırım saldırıları, yalnızca insanları değil, insanlığı hedef alıyor.

Ambulanslar yakılıyor, yaralıların kurtarılmasının önü kesiliyor.

Çocuklar su kuyruğunda katlediliyor.

Yerleşimci terörü Batı Şeria’da ev gasplarıyla sürüyor.

Siyonist siyasetçiler, “minimum nüfus, maksimum toprak” diyerek işgalin stratejisini açıkça ilan ediyor.

Bu tablo, İsrail’in sadece bir devlet değil; şeytani bir ideolojinin yeryüzündeki tezahürü olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Çöküşün İşaretleri: İsrail Ordusunda Moral Krizi

Gazze’de görev alan bir İsrailli askerin itirafı, ordudaki psikolojik çöküşün boyutunu gözler önüne serdi:
“Bu lanet savaş bitince İsrail’i büyük bir intihar dalgası bekliyor.”

Bu sözler, askeri güce dayalı düzenin içeriden çürüdüğünü gösteriyor. Her ne kadar tanklar, füzeler ve uçaklarla Filistin’i yok etmeye çalışsalar da, mazlumların duası ve adaletin yasası karşısında bu güçlerin uzun ömürlü olamayacağı anlaşılıyor.

ABD ve İsrail’i Sarsacak Skandal

İsrail’in arkasındaki en büyük destekçi ABD de çalkantıda. Jeffrey Epstein dosyalarının 33 bin sayfalık belgelerle yeniden gündeme gelmesi, küresel düzenin ahlaki çürümesini gözler önüne serdi. Batı’nın sözde “demokrasi ve özgürlük” sözlerinin ardında çocuk istismarı, sömürü ve karanlık ilişkiler olduğu bir kez daha açığa çıktı.

Küresel Sumud Filosu: Umudun Yelkenleri

Gazze’ye yönelik ablukayı kırmak için 44 ülkeden aktivistlerin katıldığı Küresel Sumud Filosu, insanlığın vicdanını harekete geçirdi. İtalya’dan İspanya’ya, Yunanistan’dan Türkiye’ye kadar yüzlerce gönüllü, “Gazze’ye yardım, özgürlüğe destek” sloganlarıyla yola çıktı. Katanya’da on binler, “Filistin’e özgürlük” nidalarıyla yürüdü.

Bu tablo, zalim düzenin karşısında küresel bir dayanışma bilincinin yükseldiğini gösteriyor.

Filistin’in Çığlığı: Sanat ve Vicdan

Gazze’de katledilen 5 yaşındaki Hind Receb’in hikâyesini anlatan film, Venedik Film Festivali’nde ayakta alkışlandı. Salon, “Özgür Filistin” sloganlarıyla inlerken, Filistin bayrağı bir sanat sahnesinde tüm dünyanın gözleri önünde yükseldi.

Bu, yalnızca bir film gösterimi değil; mazlum bir çocuğun çığlığının insanlığın ortak vicdanına ulaştığının işaretiydi.

Sonuç: Zalim Düzen Yıkılacak

Bugün Netanyahu ve ekibi kanlı saldırılarla ömrünü uzatmaya çalışıyor. Fakat zulmün her türlüsü, tarihte olduğu gibi çökmeye mahkûmdur. Filistin’in çocukları, şehitleri ve direnişçileri, bu hakikatin canlı şahitleridir.

Erdoğan’ın sözleri, bu hakikati İslam dünyasına yeniden hatırlattı:
“Dünyanın neresinde bir Müslüman varsa, gönlümüz, aklımız, ruhumuz oradadır.”

Bugün Gazze’nin kanı, bütün insanlığın vicdanında akıyor. Ve insanlık, zalimlerin değil mazlumların yanında saf tutarak yeni bir tarihe doğru yürüyor.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com